5. Bölüm

3.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Devin*

– günümüz

Günümüz Aşkları'nı dinlerken yatağımda oturmuş bulmaca çözüyordum. Teknik olarak yatak benim değildi. Airbnb uygulamasından bir ev tutmuştum. Otellerde sürünmekten ve o odalara deli dehşet paralar dökmekten daha mantıklı gelmişti.

Moda'daydı. İki odası ve sonradan yapılandırılmış açık mutfaklı bir salonu vardı. Şimdilik bir aylık ödeme yapmıştım ve çoktan dokuz günü geride kalmıştı. Buradaki sürem bitmeden bir karar vermem gerekiyordu. Nereye taşınacaktım? Annemlerin yanına dönmek istemiyordum. Onların her hareketimi takip eden gözlerinin altında huzur bulamazdım. Gerçi artık herhangi bir şekilde huzur bulabileceğimi düşünmüyordum.

Bulmaca sayfasını katlayıp arkasındakine geçtim. Sudoku. Basitti ama idare ederdi. Radyonun sesini açtım. Laçin'in coşkulu sesini dinlemeyi seviyordum. Orada olmayı tercih ederdim ama henüz o sandalyeye oturmaya hazır değildim.

Kimseyle konuşmak istemiyordum. Daha doğru kimseyle aşk hakkında konuşmak istemiyordum. Birkaç gün önce gözyaşlarım bir anda dinmişti. İlk başta yaşayamadığım şokun etkisi altına girip girmediğimi merak etmiştim ama şu anda kendime bakınca hiç de şokta görünmüyordum. Yasımın kabulleniş safhasında mıydım? Sanmıyordum. Eymen'in yaptıklarını unutamayacağım gibi ona yapılanı da unutamazdım.

Gözyaşlarımın artık akmadığını fark ettiğim o akşam, bundan sonrası için hayattan ne istediğimi düşünmeye çalışmıştım. Biliyordum, çok erkendi ama zihnimin dipsiz bir karanlığın içine çekildiğini hissediyordum. Sigaraya yeniden başlamıştım. Her gece, bir zamanlar arada babamla yaptığımız gibi iki kadeh viski içiyordum. Ve intikam istiyordum. Sanırım.

Eymen'i kimin öldürdüğünü bulmak istiyordum. Bulduğum zaman ne yapacaktım? Gücüm ne yapmaya yeterdi? Bilmiyordum.

Sıçayım böyle işin içine.

Bana ait olmayan bir evin içinde ne bok yiyeceğime dair en ufak bir fikrim olmadan oturuyordum. Yirmi dört yaşındaydım ve kendimi kaybolmuş hissediyordum. Amaçsız.

"Evet, Günümüz Aşkları'na muhteşem bir aşk şarkısıyla veda ediyoruz. Said I Read You But I Lied. Bizi dinleyenler bilir, Micheal Bolton severiz."

Micheal Bolton'ı ben seviyordum. Laçin adamdan kesinlikle haz etmiyordu. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Benim dinlediğimi bildiği için böyle konuşuyordu.

Üniversite'nin ilk yılından beri arkadaştık. Dört senemizin neredeyse her gününü yan yana geçirmiş, okulun internet radyosu için iki sene beraber çalışmıştık. Popüler olmaktan çok uzak olan Radyo Mavi, babamın aracılığıyla bize ulaştığında, saçları tamamen beyazlamış, hafif göbekli ama karizmatik adamın yaptığı tekliften etkilenmeden edememiştim.

'Eskiden olduğu gibi insanlara gerçekten dinlemekten keyif alacakları bir şey vermek istiyorum,' demişti.

Laçin'le okul radyosunda öğrencilerin sorunlarını çözmeye çalıştığımız ufak bir yayın yürütüyorduk. Oturup neler yapabileceğimizi konuşurken Mustafa Bey aşk, demişti. 'Aşk ve seks her zaman satar. Eh, radyoda seksi satamayacağımıza göre geriye aşk kalıyor.'

Haklı olup olmadığından emin değildim çünkü iki seneyi aşmış olmamıza rağmen aman aman bir yükseliş göstermemiştik. Büyük radyolarla aşık atmamız mümkün değildi. Diğer bir sorunumuz ise artık insanların radyo yerine podcast dinliyor olmasıydı. Kimse son teknolojiyle donatılmış arabasına binip de radyo kanalları arasında gezinmiyordu.

Bu konuda neler yapabileceğimizi bilmiyordum ama şimdilik bizi dinleyen ufak kitlemiz bize yetiyordu. Hatta ilkbaharda bir konser düzenlemeye bile karar vermiştik. Yeni nesil şarkıcılardan oluşan küçük bir grupla üç gün sürecek bir etkinlik. Tabii buna daha aylar vardı.

İşimi seviyordum. Haftada üç gün aşk hakkında konuşulan iki saatlik bir programa hazırlanmak bana büyük bir zevk veriyordu. Ama şimdi... Aklım karman çormandı.

İntikam, diye hatırlattım kendime ama neyin intikamını alacaktım? Eymen'in kendini bile bile ipin ucuna götürmesinin mi? Yoksa beni aldatmış olmasının mı? Kimden intikam alacaktım? Eymen'den mi? Yoksa onu elimden alan insanlardan mı? Elimden almasalardı ne olacaktı? Gerçekler ne kadar süre daha saklı kalacaktı?

Polis bana doğru düzgün bir şey anlatmamıştı. İkili oynuyor, demişlerdi. Kötü adamları kızdırmıştı. Kimdi bu kötü adamlar? Mafya mıydı? Zengin iş adamları mı? Eymen'in kötü adamların avukatlığını yaptığını biliyordum ama ona daha önce işini hiç sormamıştım. Genelde bu konuda çok ketum davranırdı. İşle özel hayatını asla birbirine karıştırmak istemediğini söylerdi. Tehlikeli, derdi.

'Senin hiçbir şekilde bulaşmanı istemiyorum, Devin. Sen kendi aşk meşk işlerine bak. Ben kendi ciddi meselelerime.'

Sözlerinin ne kadar aşağılayıcı olduğunu görememiş miydim? Salak mıydım ben?

Şimdi her şey daha çok kanıma dokunuyordu. Onu sevmiştim. Onu hâlâ seviyordum. Hayır. "Onu sevmiyorsun," dedim yüksek sesle. Bunu kendime sık sık tekrarlamam gerekiyordu. Onu sevmeye devam edemezdim. Yasını tutacaktım ama o kadar. Karakoldaki o günden sonra onu nasıl hâlâ sevdiğimi söyleyebilirdim?

Bir sevgilisi vardı. Altı senelik! ALTI! Bizim dört senedir sevgili, üç senedir de evli olduğumuz düşünülürse bu çok daha fazlası demekti.

Bunu bize, hatta bunu o kadına neden yaptığını ilk başta anlayamamıştım ama fark etmem çok uzun sürmemişti. Ben, Eymen ve ailesinin arzuladığı prestiji onlara soyadımla sağlayabiliyordum. Zengin ya da çok tanınmış kişiler değildik ama Sakman soyadına sahip saygıdeğer gazeteciler ve televizyoncular vardı. Babam da bunlardan biriydi. Tarık Sakman, emekli bir gazeteciydi. Hayatı siyasi haberleri kovalamakla geçmişti. Adını Google'a yazıp aratırsanız yüzlerce sonuç karşınıza dizilirdi.

Eymen'in benim için de aynı yolu arzuladığını biliyordum ama kendim için bunu hiç istememiştim. Babamın ne kadar yıprandığını ve ailesinden ne kadar uzun süreler hem fiziken hem de zihnen uzak kaldığını görmüştüm. Radyo Mavi ne bana ne de Eymen ve ailesine yükseltici bir basamak sağlamıyordu.

Aşk meşk işleriymiş...

Onu kaybetmenin acısını sindiremeden ondan nefret etmenin bana neler yaşattırdığından kimsenin haberi yoktu. Sevgilisi olduğunu bile kimseye söyleyememiştim. Nasıl olup da aileme ve arkadaşlarıma Eymen'in senelerdir hepimizi keriz yerine koyduğunu söylerdim?

Beni aldatan ve bir sürü insanı dolandıran sevgili ölü kocamın vasiyeti okunmuştu. Yaşadığımız ve ödemesini birlikte yaptığımız evden başka bana kalan tek şey bankadaki parasının yarısıydı. Kesinlikle yüksek bir tutar değildi. Eymen'in çok daha fazlasını kazandığından emindim. Senelerdir birkaç günlük kısa tatillerden başka para harcamadığımız düşünüldüğünde, biriktirdiği para bu kadarla sınırlı olamazdı. Zaten avukat, annesiyle 'ortak' olduğu yatırımları saydığında gerçekler yüzüme bir kez daha tokat gibi çarptı. Evliliğimiz süresince yaptığı yatırımların hepsi biricik annesinin üzerineydi. Arabası bile babasının adına kayıtlıydı. Bu kadarını nasıl bilemezdim?

Bahar, mirasçılarından biri değildi.

Bahar.

Kadının ne iş yaptığını ya da soyadını bilmiyordum ama karakoldan çıkarken bindiği araba en az on beş yıllıkmış gibi görünüyordu. Varlıklı olmadığı belliydi. Eymen, bu yüzden mi evlenmek için onu seçmemişti? Ailesine beni daha uygun bulduğu belliydi ve bu gerçekten o kadar nefret ediyordum ki Eymen'i mezarında tokatlamak istiyordum.

Sevgilisi güzeldi. Her şeyiyle benim tam tersimdi. Sarışındı. Benden en az on santim uzundu. Yani bir yetmiş beşten aşağı olamazdı. Masmavi gözleri vardı. Zamanının çoğunu deniz kenarında geçiriyormuş gibi bronz tenliydi. Ben ne kadar sert görünüyorsam Bahar, bir o kadar narin görünüyordu. Bu da demek oluyordu ki Eymen'in ikimizi de sevmiş olması mümkün değildi. Kimi sevmediğini tahmin etmekse hiç zor değildi.

Ah Eymen...

***

"Bana bir tarih ver," dedi Mustafa Bey. Her zamankinden daha aksiydi çünkü aralık ayına girdiğimizden beri havalar belirgin şekilde soğumuştu ve biricik aşkı, yatı Mavi'de eskisi gibi zaman geçiremiyordu. Evet, radyonun adı da yatından geliyordu. Mustafa Bey, gerçek anlamda bir deniz tutkunuydu.

"Dönmek istiyorum, gerçekten." Ama aşk hakkında tavsiyeler veremem.

"O zaman dön. Laçin'i sevdiğimi biliyorsun ama programın gözdesi sensin."

"İnsanlarla canlı yayında iletişim kurabilecek kadar kendimi iyi hissetmiyorum. Onlara mutlu tavsiyeler veremem."

"O zaman onlara gerçeklerden bahset, Devin. Onlara acının, kederin ve yasın da diğer her duygu kadar gerçek olduğundan bahset."

"Eymen'in ölümünü şovun bir parçası haline mi getireyim?"

"Saçmalama! Kanal D'de prime time kuşağına program çekmiyoruz. Herhangi bir şeyi şov haline getirmiyorsun. Canın ne istiyorsa ondan konuş. Yeter ki konuş."

Telefonu suratıma kapamasını beklemiyordum ama kapadı. Babamın eski bir arkadaşıydı. Yanlış hatırlamıyorsam elli sekiz yaşındaydı. Bu da Mustafa amcayı babamdan beş yaş büyük yapardı. Bana kızı gibi davranmayı seviyordu. Aile kurmamıştı. Dediğine göre aşktan yana şanslı değildi. Eh, bana sahip olmadığı çocuğu gibi davranınca aramızdaki iş ilişkisinde bazen böyle saplamalar yaşanabiliyordu.

Ayrıca popüler olmayan bir radyo kanalında normalde umamayacağınız bir maaşla çalışıyordum. Fikirlerim değer görüyordu ve ilerlediğim yolu tıkayan insanlarla uğraşmak zorunda kalmıyordum. Yine de benden istediğini nasıl yapacağımı bilmiyordum.

Telefonum bir kez daha çalınca arayanın Laçin olduğunu ekrana bakmadan tahmin ettim.

"Gel artık," diye isyan etti açar açmaz. "Nolur!"

"Üzgünüm. Seni yalnız bırakmak istemiyorum ama..."

"Ama deme bana. Deha da ben de aşırı sıkıldık. Sen olmadan stüdyoda ya da binada takılmak hiç eğlenceli değil."

"Ben de sizi özledim ama oraya gelip ne yapacağımı bilmiyorum."

"Umurumda değil," dedi bıkkın bir sesle. "Çok üzgünüm, tamam mı? Acı çektiğin için çok üzgünüm ama sana ihtiyacımız var."

Olduğundan daha fazla içime kapanmamı engellemek için böyle konuştuğunu biliyordum. Bana gerçekten ihtiyacı olsa bile önce benim iyiliğimi düşünürdü. Laçin'in vücudunda bir tane bile bencil kemik bulunmazdı.

"Bir sonraki pazartesi," diye söz verdim. O zamana kadar kendimi toplamak için çaba gösterebilirdim.

"Bir hafta."

"Evet."

"Ne konuşacağız?"

"İhanet," derken sıkıntılı bir nefes verdim.

***

İşe geri dönmeme daha birkaç gün vardı. Bu zamanı doğru şekilde değerlendirmek istediğim için çalışmalara başladım. Eymen'in benim bilgisayarıma yüklediği yedek dosyayı açtım.

Komik. Polis Eymen'in ve benim masaüstü bilgisayarımı almıştı. E-book okuyucumu bile almışlardı. Evdeki tüm dosyaları ve notları da. Ama her nedense radyoya gelip iş yerinde kullandığımız elektronik cihazlara bakma gereksinimi duymamışlardı. Nasıl olup da dikkatlerinden kaçtığından emin değildim. Ya da ben çok fazla polisiye dizi izlediğim için izlenmesi gereken yolları abartıyordum.

Sonuçta en sık kullandığım laptopum stüdyodaydı ve ben hastaneden çıktıktan iki gün sonra Laçin annemlerin evine getirmişti. Çalışmanın bana iyi geleceğini düşündüğünü söylerken içindeki yedeklenmiş dosyaları kastetmediğinden emindim. Yine de bir yerden başlamam gerekiyordu. Polisler ne benim ne de Eymen'in bilgisayarını geri vermemişlerdi. İçlerinde işe yarar bir şey bulup bulmadıklarını bilmiyordum. Eymen'in neden öldürüldüğünü bilmiyordum. Polisler biliyor muydu? Sonuca ulaşsalar bana söylerler miydi? Umudum yoktu.

İki ana dosya vardı. Kırmızı ve mavi olarak adlandırılmışlardı. Kırmızı dosyanın içerisinde isimler vardı. Birkaç ismi tanıyınca bunların müvekkillerinin isimleri olduğunu fark ettim. Bünyamin Berberoğlu, Kadir Ali Doğulu, Varol Sandıkçı. İyi adamlar değillerdi. İkisi uyuşturucudan hüküm giymişti. Varol Sandıkçı'ysa kasten adam yaralamadan.

Eymen, mezun olduktan hemen sonra kolayca iş bulmuştu. Ailesi daha staj döneminde sırtının yere gelmeyeceğinden emin olmuştu. Herkesin adını duyduğu büyük bir firma olan Akana Grup'ta çalışmaya başlamıştı. Akana'nın temsil ettiği herkes elbette suçlu değildi ama bu özelliğiyle nam saldığı doğruydu. Ve iş bitiricilerinden biri de Eymen Gündoğdu'ydu.

Devin Gündoğdu. Soyadını başlarda severdim. Sonra bir isim parçasına ne kadar bağımlı olduklarını fark edince soğumaya başlamıştım. Neden kendi soyadımı da kullanmaya devam etmemiştim?

Neyse.

Kırmızı dosya kabarıktı. Her bir isme ait tutanaklar, mahkeme sonuçları, raporlar ve ifadeler yer alıyordu. Bazılarında videolar vardı.

Aydemir Budak. Videoyu açtığımda karanlık bir oda ekranı kapladı. Kamera yeri çekiyordu. Birinin ayakkabısının ucu başta göründü ama sonra o da ekrandan çıktı. Arkada dönen konuşmaları anlamak için sesini açtım.

Üç farklı kişinin sesi duyuluyordu. Tahmin edilebileceği üzere bir sevkiyattan bahsediyorlardı. Bu video Eymen'in eline nasıl geçmişti?

"Hayvan pazarına gelecekler," dedi biri. "Sancaktepe'deki."

"Saat?"

"Sabaha karşı üç gibi. Yarın netleşir. Çocuktan haber bekliyoruz."

"Sen de orada olacaksın," dedi saati soran adam.

"Tamam," diyen sesi tanımak zor olmadı. İstediği kadar kısık sesle konuşsun. Hasta olduğu ve sesi neredeyse hiç çıkmadığı günler ve geceler boyu ona bakmıştım ben. Göğsüm daraldı. Bu Eymen'di. Orada ne işi vardı?

Kayıt bitmeden önce telefon hareket etti. Bir anlığına birinin yüzünü çekti. Belli belirsiz görünen adam Aydemir Budak'tan başkası değildi. Kendi müvekkiline ait kanıt mı biriktiriyordu?

Hassiktir.

Diğer videoların da içeriği benzerdi. Ne yaptıklarına dair ufak konuşmalar, mekânın ya da konuşan kişilerin görüntüleri. Kanıt. Kanıt. Daha fazla kanıt. Bu videoları polise verse hepsi tutuklanırdı ama Eymen, bu insanların dışarıda kaldığından emin olmuştu. Sonuçta işi buydu, değil mi? Bundan ne kadar nefret ettiğimin bir önemi yoktu. Yine de bir şeyler doğru gelmiyordu. Kanıtları saklaması değil yok etmesi gerekmez miydi?

Bu bilgilerin Eymen'in bilgisayarında da olup olmadığını merak ettim. Polise vermeli miydim?

Kırmızı dosyayı bitirmem saatler aldı. Açlıktan karnım ağrıyordu. İçtiğim iki sigara midemi bulandırmaya başlamıştı. Bu halde herhangi bir konuda karar almam mümkün değildi.

Kanepeden ayağa kalkıp mutfağa yürüdüm. Buzdolabını açınca beni karşılayan tek şeyin tost ekmeği ve kaşar peyniri olmasına şaşırmadım. Bir de yarısı boş Jack Daniel's şişesi. Çekmecelerden birinde de hazır çorbalardan vardı. Beslenmek kesinlikle önceliğim değildi. Mecburiyetten yiyordum. İnsanın yas tutarken ve ihanetten canı yanarken iştahı pek kalmıyordu.

Dolabı kapatıp telefonumu elime aldım ve Yemek Sepeti'ni açtım. Anlaşılan bugün de dışarıdan yiyecektim.

***

Hangi ara uyumuştum? Gözlerimi açtığımda pencereden odaya doğru sızan güneş yükselmişti. Komodine uzanıp şarjda duran telefonumu aldım. Çoktan on bir olmuştu bile.

Doğrulup oturunca aşırı derecede çişimin geldiğini fark edip ayağa fırladım. Laptop hâlâ ayakucumda açık duruyordu, ekran kararmıştı. Dün istediğim pizzanın kutusu yerdeydi. Kolayla karıştırdığım viski bardağının ikinci kadehini de bitirememiştim. Yarısı dolu bir şekilde komodinin üstündeydi. Sıcakladığım için çıkardığım iri düğmeli, kalın kırmızı hırkam yataktan sarkmıştı.

Odam kendime acıma partisi vermişim gibi duruyordu ki bu pek de yalan sayılmazdı. Mavi dosyaya bakmaya başladıktan sonra hissettiğim korku ve rahatsızlıktan dolayı ne yapacağımı şaşırmıştım.

Kendime gelmek için yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Gözaltlarım morarmış, gözlerim şişmişti. Saçlarım yağlıydı ve kaşlarım ilgisizlikten çirkin bir karmaşa gibi görünüyordu. Havluyla yüzümü kurularken tırnaklarımın da çok iyi durumda olmadığını görünce sıkıtıyla iç çektim.

Hala yas tutuyorsun, diye hatırlattım kendime. Öz bakım, önceliğim değildi. Beni aldatan birinin yasını tutuyordum ama Eymen'le geçirdiğim seneleri öylece çöpe atamazdım.

Banyodan çıkıp evin tüm odalarındaki camları açıp temiz havayı içeriye aldım. Mutfağa dönüp filtre kahve demledim ve bir sigara yakıp kafamı toplamaya çalıştım.

Mavi dosya, kırmızıdan daha kötüydü. İçlerinde bazı polisler hakkında oldukça kötü ve tehlikeli bilgiler vardı. Eymen için ikili oynuyor dediklerinde bunu mu kastetmişlerdi? Emin olamıyordum çünkü bu bilgilerden haberdar olsalar Eymen'i rahat bırakmazlardı.

Düzenlenecek birkaç uyuşturucu operasyonuna ait polislerden aldığı bilgiyi kullandığı barizdi, baskınlar asla yapılamamıştı. Bu bilgiyi aldığı kişi narkotikte çalışan bir polisti. Saygın Şimşek. Daha ilginç olan bilgiyse Saygın'ın erkek kardeşi Suat'ın Bünyamin Berberoğlu için çalıştığıydı. Saygın tehdit altındaydı ve kardeşini korumak için polisleri satmıştı. Sanırım? Eymen aracı mı olmuştu? Yoksa Eymen, polisi yakalamış mıydı?

Bir de İsmet Dağdeviren vardı. Organize suçlarda çalışıyordu. İsmet'in oldukça gösterişli, esmer bir kadınla çekilmiş onlarca fotoğrafı vardı. Eymen, kadının kim olduğunu ve İsmet'le ilişkilerinin detaylarını ayrıntılı bir şekilde yazmıştı. Birçok suçta parmağı olduğu bilinen Şakir Topaz'ın kızı Sibel Topaz'la, kız daha henüz on yedisindeyken başlayan bir ilişkisi vardı. Fotoğraflar geçtiğimiz üç yıldır birlikte olduklarının alelade bir kanıtıydı.

Daha az değerli olan bilgilerin yer aldığı başka isimlerde vardı ama gözüme özellikle bu ikisi fazlasıyla tehlikeli görünmüştü. Eymen'in kendini düşürdüğü kuyunun derinliğini düşündükçe kanım donuyordu. Boynuna bir hedef tahtası asıp gezse daha az dikkat çekerdi.

Şimdi, ne yapacaktım?

Polise gitmek, en akıllıca seçim olurmuş gibi gelse de hangi polisin duruma dürüstçe el koyacağını nereden bilebilirdim? Ya kendimi bile bile tehlikeye atıyorsam? Hatta ailemi ve sevdiklerimi?

Elimde kanlı canlı bir bomba tutuyordum.

Her şeyi silip atabilirdim. Dünyadan haberim yokmuş gibi davranabilirdim. Peki, bu düşünce beni neden huzursuz ediyordu? Kendimi adalet savaşçısı olarak gördüğüm söylenemezdi. Yine de tüm bu insanların, suçları için bedel ödemeleri gerektiğini düşünüyordum.

Babamla konuşabilirdim. Yardım ederdi. Bana güvenilir bir polisin ismini verebilirdi. Ama bu sefer onun üzerine bir hedef tahtası asmış olmaz mıydım?

Sıkıntıyla iç çekerken eve dönmeye karar verdim. Polisler evi aramış olsalar da gözden kaçan bir şeyler olmuş olabilirdi. Belki küçük bir not, belki kimsenin dikkatini çekmeyecek bir fotoğraf, bir eşya... Bilmiyordum ama bu konuyu kapatmadan önce tüm ihtimalleri değerlendirmek zorundaydım.

Sigaramı söndürüp insan içine çıkabilmek için banyoya yöneldim.

Yapabilirsin, diye telkinde bulundum kendime.

Evine dönebilirsin.

***

Merhaba arkadaşlar!
Karanlığın Kalbi'ne gerçek anlamda giriş yapmamıza çok az kaldı. ❤️
Eymen hakkındaki düşüncelerinizi şöyle güzelce bana yazın. Merak ediyorum. 😁

Dördüncü bölümde hem Karan hem Devin göreceğiz diye hatırlıyorum.
Alıntılar ve daha fazlası için;
IG / @zeynepisiklar
Bir de WhatsApp kanalımız var onu da IG den paylaşıyorum, gelin. 🎉

 

Bölüm : 20.12.2024 19:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...