
*Devin*
Neredeyse bir ay önce tam bu noktada durmuş ve evimi izlemiştim. İçeriye girmek korkutucuydu. Duygularım tazeydi. Eymen'in kendisini ve bizi nasıl tehlikeye attığını kısmen öğrenmiş olsam da henüz Bahar'dan haberim yoktu. İhanete uğradığımı hissediyordum ama kaybımın acısı daha ağır basıyordu.
Ufacık bir bilgi kırıntısı insanın hayatını nasıl bu denli alt üst edebiliyordu?
Şimdi, oldukça korunaklı bir balonun içinde yaşadığımı fark ediyordum. Senelerce tanıdığım ve aynı yatağı paylaştığım adamın aslında gerçek olmadığını görüyordum. Bir hayali sevmiştim. Geriyeyse o hayalin yarattığı kalıntılar kalmıştı.
Yine de kaldırıma uzun uzun bakmaya cesaret edemedim. Çığlıklarımın sesi ve ellerimde izler oluşturan kanın görüntüsü, zihnimden kolayca yok olup gidecek gibi değildi.
Apartman sessizdi. Kimse görmeden eve çıktım ve bu sefer kapıdan içeri adım attığımda duraksamadım. Ayakkabılarımı çıkarmakla uğraşmadan, önce salona girdim. Kitaplık dağılmıştı. Geçen sefer aklım, polislerin yarattığı karmaşayı inceleyecek kadar yerimde değildi. Etrafa hızlıca bir göz attıktan sonra çalışma odamıza gittim. Bilgisayar kasasının söküldüğü alanda kablolar dağınık bir şekilde duruyordu. Bir tane bile dosya ya da defter yerinde değildi. Onları herhangi bir zaman diliminde geri alabilecek miydim, bilmiyordum. Duvara dayalı duran on iki çekmeceli dolabın hepsini açmış, içlerini boşaltmışlardı. Kırtasiye malzemeleri haricinde geride hiçbir şey bırakmamışlardı.
Bir sonraki durağım odamızdı. Tıpkı geçen seferki gibi kapının önünde duraksadım. Bugün hissettiğim şey özlem değildi ya da acı çekmiyordum. Bu oda, bana sadece nasıl kolayca aldatıldığımı hatırlatıyordu. Benimle seviştiği kaç gecenin sabahında o kadının kollarında olduğunu düşünmeden duramıyordum. Kaç gece beni yatağımızda yalnız bırakıp çalışmak zorunda olduğunu söylediğinde o kadına gittiğini de.
İçimde köpüren öfkeyle odaya girdim. Tabii ki burayı da kontrol etmişlerdi. Gardırobun içindeki tüm ayakkabı kutularını dışarı çıkarmışlardı. Bez keseleri, takı kutularını... Kimisini yerine koymuşlar kimisini olduğu gibi bırakmışlardı. Ne aradığımı bile bilmeden Eymen'in kıyafetlerini talan ettim. Ceketlerinin ve pantolonlarının ceplerine baktım. Saatlerini ve kol düğmelerini tuttuğu çekmeceyi karıştırdım.
Sonra kendi kıyafetlerimin aralarına baktım. Yatağın altına, şifonyere, komodin çekmecelerine... Yatağın altı da boştu. Kapının arkasına asılı olan kıyafetlere geçtiğim zaman tek bir kâğıt parçası buldum. Bu bir mektuptu.
Eğer başarabilseydim kahkaha atardım. Polisler mektubu yanlarına alma gereksinimi belli ki duymamışlardı.
Bir sonraki aşamaya geçmek için hazırım, sevgilim. Ne olursa olsun seni seviyorum ve evet, bir çocuğumuz olmasını senin kadar ben de çok isterim.
Çocuk mu? Bir sonraki aşama mı?
Eğer Eymen'in avukatıyla görüşüp bundan sonraki yasal süreçle ilgili bir yığın evrak imzalamamış olsam, evliliğimizin de bir düzmeceden ibaret olduğuna inanabilirdim.
Kâğıdı elimde buruştururken evin içinde bir ses duydum. Aklıma gelen ilk şeyi yapıp panikle kapının arkasına saklandım.
Evet, Devin. Eminim seni kimse burada bulamaz!
Başka bir ses duyup duymayacağımı anlamak için nefesimi tutarak bekledim. Ardı ardına birkaç ses daha geldi ve her bir ses bir öncekinden daha yüksekti. O da neydi öyle?
Bam!
Bir şey mi devrilmişti?
Siktir.
Ne yapmalıydım?
Kendimi azıcık da olsa korumamı sağlayacak ne bulabilirim, diye etrafıma bakarken, bulunduğum yerden en az on adım uzakta olan baş ucu lambasını gördüm. Kimseye görünmeden komodine kadar yürüyüp lambayı alabilir miydim?
Birinin inlediğini duyunca iyice gerildim. Vücudum panikle titremeye başlamıştı. Evimde kimler vardı? Kendi aralarında kavga mı ediyorlardı? Buraya neden gelmişlerdi? Beni takip mi ediyorlardı?
Sorulardan beynim yandı. Korkuyla kafamı azıcık uzatıp koridoru görmeye çalıştım. Koridorun en sonunda, salondan antreye doğru taşan bir çift ayak görünce hızla geri çekildim.
Siktir!
Lambaya ulaşamazdım. Ulaşsam da odanın ortasında savunmasız kalırdım. Beni görebilirlerdi. Ayakkabılarımı ya da montumu çıkarmamıştım. Çantam boynumda asılıydı. Burada olduğumu bilmiyor olabilirlerdi.
Bir şeyin kırıldığını duydum. Kalbim göğsümde şiddetle atarken benim de sonumun gelip gelmediğini düşünmeye başladım. Terler ensemden sırtıma doğru akarken, nefes alışverişlerim hızlandı.
Allah senin belanı versin, Eymen.
Eğer tüm bunlar, onun yüzünden başıma geliyorsa ve beni, burada öldürecek olurlarsa yemin ediyorum, onu öbür tarafta bulacak, ağzına sıçacaktım.
"Artık çıkabilirsin," dedi, kalın ve güçlü bir ses. Karnım kasıldı. Olduğum yerde iki büklüm olmamak için dişlerimi sıktım. "Kimse sana zarar vermeyecek, söz veriyorum."
Bu da kimdi?
Adım seslerini duymuyor olmama rağmen bana doğru yaklaştığını anlayabiliyordum. Benimle oyun mu oynuyordu? Kurbanını avlamadan önce tiyatro mu sergilemek istiyordu?
Hassiktir.
Ne bok yiyecektim?
"En azından şimdilik." Ne şimdilik? Ne demişti ki? Ah, tamam. Kimse bana zarar vermeyecekti. Şimdilik.
Aman ne rahatlatıcı!
"Kapının arkasında olduğunu görebiliyorum, Devin," dediğinde, sesi resmen iki adım ötemden gelmişti.
Siktir. Siktir. Siktir.
Adımı da biliyordu. Panikle nefes alıp sanki cılız kollarım beni korumaya yetermiş gibi kollarımı yüzüme doğru kaldırdım.
"İçeri giriyorum," diye beni uyardı. Neden? Ne çeşit, hastalıklı bir piçti ki bana bunu yaşatıyordu?
Korkudan kendimden geçmeme ramak kalmıştı. Seneler önce babamı dinleyip savunma dersleri almadığıma bin pişmandım.
Özür dilerim, baba. Seni dinlemeliydim.
Odaya giren adam devasaydı. İçeriye doğru bir adım atması, saklandığım yeri kolayca bulmasına yetti. Korkudan, kollarımın ardına gizlenmiş, başımı yere eğmiştim. Önce siyah botlarını gördüm. Uzun, kalın bacaklarını saran, yanları cepli siyah bir pantolon giyiyordu. Cepleri boş gibiydi. Yerinden kıpırdamadığını fark edince yavaşça kafamı kaldırmaya başladım. Sonra vücudunu saran, siyah da olsa ne kadar iri olduğunu ve o kumaşın altındaki kasları saklamaya yetmediğini gösteren tişörtünü gördüm. Kas, kas, kas... Tüm gövdesi kastan ibaretti. Yanında serbestçe duran ellerinden bir tanesinde silah vardı. Onu görünce kaçacak yerim kalmamasına rağmen, arkamdaki duvara iyice yapıştım.
"Sana zarar vermeyeceğim. "
Ona inanmak istiyordum. Allahım... Tabii ki ona inanmak istiyordum. Yoksa ölmek üzere olduğumu kabul etmem gerekirdi.
Siyah montunu hafifçe kaldırıp, silahını belinin arkasına yerleştirdi. Parmakları uzun, elleri kocamandı. Cesaret dolu bir nefes alıp kafamı biraz daha kaldırdım. Uzun boynunu geçerken tişörtünün içinden taşan dövmelerin belirsiz şekillerini fark ettim. Belki bir yaprak ve dikene benzeyen çıkıntılar...
Kısa, koyu renk sakallı çenesine ulaştığımda yolun sonuna geldiğimi fark ettim.
Ne kadar iri ve ürkütücü olduğundan haberi yokmuş gibi, "Bu kadar korkak olacağını tahmin etmemiştim," dedi.
Sinirle kafamı kaldırıp gözleriyle buluştum.
Ah... Vay canına.
Bunu beklemiyordum. Aldığım bir sonraki nefes ciğerlerime sıkışıp kaldı. Bu tepki, kesinlikle korkudan değildi. Gözleri o kadar güzeldi ki...
Vay canına.
Hayatımda daha önce bu kadar parlak bir ela tonu gördüğümü sanmıyordum. Bal gibiydi. Ya da tertemiz bir kehribar taşı gibi. Gözlerini çevreleyen simsiyah kirpiklerin altında renk, o kadar canlı duruyordu ki kendimi ona doğru bir adım atarken buldum.
Ne yapıyorsun, Devin?
"Sen kimsin?" dedim şaşkınlığımı atlatmaya çalışarak. Bana korkak demişti. Kocam öldürülmüştü. Evimde yalnız olduğumu zannederken bir sürü ses duymuştum. Ve daha önce görmediğim devasa bir adam karşıma geçmiş elinde silahla dikiliyordu.
Silahı kaldırmış olması bir şeyi değiştirmezdi. Bu adam her bir zerresiyle deli gibi korkutucuydu.
***
*Karan*
Takip edildiğinden haberi yoktu.
Neden bilmiyordum ama tehlike altında olduğunu fark etmemesi beni öfkelendiriyordu. Beni görmesine ya da hissetmesine imkân yoktu ama şu üç aptal gözle görülür şekilde dakikalardır peşinden gidiyorlardı. Ve o üç aptal da kısa süre sonra av olacaklardı.
Devin, Moda'daki evinden çıkmış ve eski evine doğru yürümeye karar vermişti. Sonunda eşyalarını almaya mı karar vermişti? Polislerden önce eve yalnızca beş dakikalığına girebilmiştim. Hızlıca dosyalara göz atmış, işe yarar bir şey çıkıp çıkmayacağına bakmıştım ama zamanım kısıtlıydı. Herhangi bir bilgi elde edememiştim. Polislerden sonra girdiğimdeyse sadece dağınıklıkla karşılaşmıştım. Bilgisayarlar tabii ki yerlerinde değildi.
Günler sonra Devin'i laptopla gördüğümdeyse hazine bulmak üzere olduğumu anlamıştım.
İnsanlar bir illüzyonun içinde yaşamayı seviyordu. Yaratılan bu güvenlik illüzyonuysa en tehlikelisiydi. Kişisel olabilecek onlarca bilgiyi ulu orta saçıyorlar ve kimsenin bunlardan haberdar olmayacaklarını sanıyorlardı. Hem de izledikleri tonla filme rağmen. Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. Telefonlara ve bilgisayarlara ulaşmak artık çocuk oyuncağıydı. Hele ki birkaç haneli şifrelerle gizlendiğini sandıkları wifi ağları tam bir komediydi.
Devin'in laptopuna günler önce erişmiştim. Eymen'in karısını nasıl olup da böyle riske atabildiğini aklım almıyordu ama yapmıştı. Elinde ne var ne yoksa kendi götünü kurtarabilmek için Devin'in laptopuna yüklemişti. Devin'in bu dosyaları görüp görmediğini bilmediğim için silmemiştim. Gördüyse eğer ne yapacağını merak ediyordum. Polise mi gidecekti? Herhangi birine bulduklarını anlatmış mıydı? Yoksa sadece işiyle mi meşguldü?
Apartmanına ulaşmak için attığı hızlı adımları izledim. Gergin görünüyor, etrafına dikkat etmiyordu. Aklı yerinde değil gibiydi. Eymen'le yaşadığı eve döndüğü için mi gergindi? Daha önce, apartmandan sanki biri onu kovalıyormuş gibi koşar adımlarla çıktığını görmüştüm. Hâlâ yasta mıydı? Kocasını özlüyor muydu?
Bu düşünceyle dişlerimi sıktım. Siktiğimin avukatı özlenmeyi ya da yas tutulmayı hak etmiyordu.
Devin, birkaç dakika içerisinde apartmanın çelik kapısının ardında gözden kayboldu. Üç adamdan ikisi biraz oyalandıktan sonra peşinden girdiler. Üçüncü aptalsa etrafına bakıp sorun olup olmadığını kontrol ettikten sonra diğerlerini takip etti. Bir kez daha beni görmemişlerdi. Polis olmadıkları kesindi ama kimin için çalıştıklarını bilmiyordum. Eğer başarabilirsem, Devin zarar görmeden bunu öğrenecektim.
Onları takip etmeden önce defalarca kontrol ettiğim tüm önemli noktaları gözden geçirdikten sonra hızla karşıya geçtim. Cebimden maymucuğu çıkarıp dandik kilidi açtım. Devin'in kapısına çıkana kadar etrafı kolaçan ettim. Bu saatte evinde olan az sayıda insan vardı ve neredeyse hepsi yaşlıydı. Devin'in üst katında oturan çocuk, bir barda çalışıyor, sabaha karşı anca eve dönüyordu. Şu anda horul horul uyuduğundan emindim. Yine de ses çıkarmamaya özen gösterecektim.
Silahı çıkarıp susturucuyu taktım.
Bir karar vermem gerekiyordu. Devin'e kendimi göstermeden adamların işini bitirip hızla evi terk edebilirdim. Cesetlerle uğraşmak zorunda kalırdı. Polisi arardı. Polis ne yapardı? Devin'in bir şeyler bildiğini düşünürler miydi? Belki de Devin'in bir şeyler bildiğini zaten biliyorlardı.
Cesetler ve Devin. Hayır. Bu onu tehlikeye sokardı. O zaman cesetlerle ben ilgilenecektim. Bu da eninde sonunda Devin'in beni göreceği anlamına geliyordu.
Bundan neden anlamsız bir haz duyuyordum?
Beni görmesini istiyorum, diye düşündüm. Eymen ölmesine rağmen Devin'in peşini bırakmamıştım. Takıntılı bir pislik gibi radyo programını dinliyor, boş kaldığım her an onu izliyordum. Resmen kapısında yatıp kalkıyordum. Nedenini biliyordum. Bundan hoşlanmıyordum ama biliyordum.
Devin, hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. Güneş ışıkları üzerine vurmadığında neredeyse siyah gibi görünen, omuzlarını aşıp sırtına dökülen, hafif dalgalı saçları vardı. Açık tenliydi ve şimdiye kadar görebildiğim her yeri bir sürü benle kaplıydı. Kolları, bacakları, göğsü... Yüzü hariç. İyice kavrulmuş kahve çekirdekleri gibi gözleri vardı ve koyu renk kirpikleri neredeyse kaşlarına değiyordu. Burnu hafif uzundu. Barbie bebekler gibi minicik, belli belirsiz değildi. Dümdüzdü ve dudaklarını fazlasıyla dolgun gösteriyordu. Ama hissettiğim çekim, kesinlikle görünüşüyle sınırlı değildi.
Çok uzun zamandır onu izliyordum. Aylar olmuştu. Yedi ay, on bir gün ve birkaç saat.
Mutlu, sıkıntılı, telaşlı ve üzgün hallerini görmüştüm. Pijamaya benzeyen kıyafetlerle dışarı çıkıp markete yürümesini ya da ışıltılı bir elbiseyle Eymen'in arabasına binmesini izlemiştim. Her iki türlü de göz alıcı görünüyordu. Her zaman göz alıcı görünüyordu. Radyo programının neredeyse her saniyesini dinlemiştim. Sesi...
Sesini duymaktan asla sıkılmıyordum. Bana bir şey yapıyordu. Kimsenin yapamadığı bir şey.
Siktiğimin ölü Eymen'i...
Böyle bir kadını nasıl olup da aldatabilecek kadar omurgasız olabilmişti?
Kararımı vermiştim. Devin'in yanından ayrılmayacaktım. Sadece bundan sonrası için Boyga'yı ikna etmem gerekecekti. Bedavaya çalışacağımı söylersem muhtemelen kabul ederdi.
Devin'in kapısına ulaştığımda adamlardan biri dışarıda bekliyordu. Beni gördüğü ilk anda şaşırsa da bir saniye sonra üzerime atladı. Bir kolunu hızlıca kavrayıp yüzünü apartmanın duvarına yapışırdım. Diğer kolumu boynuna dolayıp sertçe sıktım. Bir, iki, üç. Boynundaki yağlı etler ve onu saran kolum çatırtı sesinin boğuk çıkmasına neden oldu. Üzerime doğru yığılan cansız bedenini aralık kapıdan içeri sürükledim. Antreye adım attığım anda kalan iki aptal beni gördü. Birini boynundan yakalayıp silahı göğsüne yasladım ve tek el ateş ettim. Sonuncusu salondan kaptığı bir vazoyu üzerime fırlattı. Kenara çekildiğimde kapıya çarpıp parçalandı.
Devin sesleri çoktan duymuş olmalıydı ve en ufak bir ses çıkarmamış, ortaya da çıkmamıştı. Aferin, kızıma.
Apartmana daha fazla ses gitmemesi için hızlıca kapıyı kapadım. Yüzüme gelen yumruğu ve atmaya çalıştığı tekmeyi engelledim. Dizine attığım tekmeyle kırılan kemiğin sesi bu sefer daha yüksek sesle duyuldu. Adam bir haykırışla yere yığıldı. Onu acı çeker halde bırakıp ağzından laf alabilirdim ama Devin'in buna tanık olmasını istemiyordum. Yakasını tutup yüzünü kendime çektim.
"Söyle," dedim. "Kime çalışıyorsun?"
"Siktir git!"
Böyle cevval olmalarına bayılıyordum. Ateş ettim. Bir kez daha kalbe. Etrafı olduğundan daha fazla kirletmeye gerek yoktu. Üç numara da yere yığıldıktan sonra Devin'i bulmak için koridorda ilerledim.
Olduğundan daha çok korkmasını istemiyordum. Bu yüzden, "Artık çıkabilirsin," dedim. Ona doğru yürüdüğümü bilmesi daha iyiydi, değil mi? "Kimse sana zarar vermeyecek, söz veriyorum."
Bu ciddi bir sözdü. Ben yanında olduğum süre boyunca onun kılına bile dokunmalarına izin vermezdim. "En azından şimdilik," diye ekledim dürüstçe.
Nefes alışverişinin hızlandığını fark edince son sözümün işe yaramadığını anladım. Daha önce böyle bir durumda kalmamıştım. Ne demeliydim?
"Kapının arkasında olduğunu görebiliyorum, Devin," diye seslendim. Kendisi çıksa daha rahat etmez miydi?
Odaya adım atmadan önce, "İçeri giriyorum," diye uyardım. Kapının arkasında duvara resmen yapışmıştı. Mavi montu, ayakkabıları hatta çantası bile hâlâ üzerindeydi. Avucunun içinde buruşturduğu bir kâğıt parçası vardı ve kendini korumaya yetecekmiş gibi ellerini yukarı kaldırmıştı.
"Sana zarar vermeyeceğim."
Aldığı nefes titrekti. Ellerini tam olarak yüzünden çekmeden kafasını ağır ağır kaldırmaya, beni incelemeye başladı. Bir öncekinden daha rahat bir nefes aldı. O kadar güzeldi ki... Ona bu kadar yakın olabilmemin tadını çıkarmaya çalıştım. Saçları yumuşacık görünüyordu. Ensesine doğru dağınık bir şekilde toplamıştı ve bir sürü kısa tutam etrafa saçılmıştı. Kaşının şakağına yakın kısmında minicik bir ben görünce gülümsedim. Uzaktan ya da çektiğim fotoğraflarda bunu fark edememiştim.
Devin, kafasını iyice kaldırmadan gülümsememi durdurdum. Onun için fazlasıyla yabancı ve bir o kadar korkutucuydum. Ona gülümsediğimi görmesi durumu olduğundan daha kötü hale getirirdi.
"Bu kadar korkak olacağını tahmin etmemiştim," dedim, onu biraz kızdırmayı umarak.
Sinirle kafasını kaldırınca içimden kendimi tebrik ettim.
Gözlerimiz buluştuğu anda nefesini tuttuğunu fark ettim. O kadar mı korkutucu görünüyordum? Yara izlerimi görmüyordu bile. Rahatsızlıkla kıpırdanmamak için kendimi sıkmak zorunda kaldım.
Birbirimize bakarken saniyeler hızla aktı. Onun ne düşündüğünü ölesiye merak ediyordum ama ben büyülenmiştim.
Büyülenmiş miydim?
Kendime gelmem gerekiyordu. Dikkat dağınıklığının ölümcül sonuçları olabilirdi.
"Sen kimsin?" diye sordu, neredeyse fısıltıyla.
Ona ne söyleyeceğimi bilemedim. Ben kimdim? Hayatım boyunca bir sürü şey olmuştum ama şu anda sadece bir katildim.
"Karan," dedim sadece. Ona adımdan başka bir şey veremezdim.
***
Ve tanıştılar. <3
İlk izlenimlerinizi yazın lütfen.
Eski günlerdeki gibi bol dedikodulu ilerleyebiliriz diye düşünüyorum bu kurguda. Bizi neler bekliyor, neler? :D
Sizden bir tık daha ileride gittiğim için okuyacalarınız heyecanıyla sabırsızlanıyorum.
Bir sonraki bölümde görüşürüz. Kocaman öptüm. :*
Whatsapp kanalını instagramda paylaşıyorum. Gelin, alıntılar atıyorum.
@zeynepisiklar ve @zeynepinkitapligi_. hesaplarında beni bulabilirsiniz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |