7. Bölüm

5.BÖLÜM

Zeynep Işıklar
zeynepisiklar

*Devin*

"Karan," dedi sanki bu şekilde tanışmamız dünyanın en normal şeyiymiş gibi.

Kahraman ve yiğit.

İsminin anlamı buydu. İsimleri ve anlamlarını araştırmayı her nedense çok severdim. Hepsini ezbere biliyor değildim ama yeni bir isim duyduğumda anlamını bilmiyorsam ya da unutmuşsam yeniden bakmak isterdim. Özellikle o insanlar hayatımın içinde yer alıyorlarsa. İsimlerin anlamlarının benliğimize etki ettiğine ve her bir ismin belirgin bir enerjisi olduğuna inanıyordum.

Bir insana sürekli çirkin olduğunu söylerseniz kendini çirkin hissetmeye ve en sonunda da buna gerçekten inanmaya başlardı. Bize sürekli ismimizle hitap edilirken anlamını özümsememiz beklenemezdi.

Mesela benim adım, hareket anlamına geliyordu. Kımıldanış, çaba, gayret. Kendimi bildim bileli bir hareket halinde olduğumdan emindim. Hep bir yere ulaşmaya çalışıyordum. Ulaşmak istediğim noktayı bilmediğim zamanlarda bile durmuyordum. Değişimi seviyordum. Ve internette yazdığına göre doğuştan gelen bir iletişim yeteneğim vardı. O yüzden mi radyoda iyiydim? Kim bilir...

En yakın arkadaşım, Laçin'in isminin anlamı, şahindi. Genellikle gözü kara, cesur ve özgür ruhlu kişileri temsil etmek için tercih edilirmiş. Laçin gerçekten de tanıdığım en özgür ruhlu kişilerden biriydi. Ona sınırlar koymanız neredeyse imkansızdı.

Peki, Karan? Sahiden de bir kahraman mıydı?

İsminin başka anlamları olup olmadığını merak ettim. İlk fırsatta bakacağımdan emindim.

"Bunun yeterli bir cevap mı olması gerekiyor?" diye sordum. Umarım kafamı koparmaya karar vermezdi.

Gözlerini kırpmadan yüzüme bakmaya devam etti. "Hayır," dedi sakince. "Gerekmiyor ama şu anda alabileceğin tek şey bu."

Kafasını iki yana salladıktan sonra dönüp koridora doğru baktı.

"Buradan çıkmak zorundasın. Peşinden o adamları kim yolladıysa yakında haber almak isteyecektir."

"Peşimde birileri mi vardı?" diye sordum gerilerek. "Kim? Kimler peşimdeydi?"

"Henüz ben de bilmiyorum. Seni buradan güvenle uzaklaştırdıktan sonra öğreneceğim."

Karan'ı baştan aşağı bir kez daha süzerken onun polis olabileceğini düşündüm. Gördüğüm en etkileyici polis olurdu ama olurdu yani.

"Polis misin?" diye sorduğumda burnundan hoşnutsuz bir nefes verdi.

"Hayır."

"Nesin peki?"

"Şu anda senin götünü kurtaran kişiyim."

"Bakıyorum pek de kibarsın."

Cevap vermeye tenezzül etmeden kolumu dirseğimin hemen yukarısından kavradı.

"Hadi, acele etmeliyiz."

"Evi aramam lazım," diye ağzımdan kaçırdım. Ona güvenip güvenmeyeceğimi bilmeden asla söylememem gereken bir şeydi. Siktir.

Yine de Karan'ın kararlı ifadesi değişmedi. "Ne bulmayı umuyorsun bilmiyorum ama evde işine yarar hiçbir şey yok. Kıyafetlerin ve özel eşyaların lazımsa daha sonra bir yolunu bulup hallederiz. Ama şimdi gidiyorsun."

"Nereden biliyorsun?"

Beni yatak odasından koridora çıkardı.

"İstersen gözlerini kapa. Göreceklerin hoşuna gitmeyebilir."

"Ne? Neden?"

Salondan ayakları taşmış olan adamın etrafındaki kan birikintisini görünce midem kalktı. Ah... Koku. Kokuyu fark etmemiştim. Karan'ın varlığı ve temiz sabun kokusu o kadar baskındı ki metalik kan kokusunu alamamıştım.

Çantamın askısını kavrayan sağ elime baktım. Parmaklarıma bulaşan Eymen'in kanı da aynı böyle kokuyordu. Nefesimi tuttum.

"Tamam," dedi. "İşte böyle. Nefesini tut. Gözlerini de kapa çünkü diğerleri bundan daha iyi görünmüyor."

Nefesimi tutmaya devam ettim ama gözlerimi kapamadım. Gerçeklerden kaçmak gibi bir huyum yoktu. Canım yansa da korkudan ölsem de fark etmezdi.

Yine de antrede yere yığılmış iki adamı gördüğümde ne demek istediğini anladım. İçlerinden biri aynı salondaki gibi kanlar içindeydi ama diğeri... Boynu...

Ahh... Siktir. Yok artık!

Adamın boynu yamuk duruyordu.

"O adamın boynu kırık," dedim nefesimi tutmayı unutup.

"Sana bakmamanı söylemiştim, Devin."

"Bakmamam gerçeği değiştirmeyecek."

Adımı söyleyişinden nedensizce etkilenmiştim ama bunu şimdi düşünemezdim. Hayır. Yanımdaki bu korkutucu, dev adam, başka bir adamın boynunu kırmıştı.

"Haklısın," diye kabul etti. Evden çıkmadan önce yine yüzüme baktığını hissettim. Bakışlarımız buluştu. Hafif eğri burnunu ve üzerinde incecik bir yarık olan dudağını incelerken kanın mide bulandırıcı kokusunu solumaya devam ettim. Bana doğru bir adım attı.

"Nefesini tut," diye hatırlattı.

Son bir nefes alırken kandan çok onu soluyordum. Kafamı salladım. Gözlerimi inceleyen o parlak, ela kürelerin ortasındaki siyah gözbebekleri büyüdü.

İlgisini mi çekiyordum? Yoksa adrenalinle mi doluydu? Muhtemelen ikincisiydi çünkü az önce üç adam öldürmüştü. Nasıl olup da sakin olabilirdi?

Kolumu bırakıp kapıya yakın olan adamı biraz öteye itti. Kapıyı açıp koridoru inceledikten sonra beni yanına çağırdı.

"Sakin adımlarla in. Koşma. Apartman çıktıktan sonra arkana bakma. Şüpheli davranmamalısın ama eve yürüme. Taksi durağana kadar yürü. Taksici kısa mesafe için seni almak istemezse ağrın varmış gibi davran."

Kafamı sallamaktan başka bir şey yapamadım. Kendimi neyin içine soktuğumu bilmiyordum ve şu anda Karan'a güvenmek, tek başıma kalmaktan daha az korkutucuydu.

"Sen?" diye sordum.

"Burayı temizleyeceğim."

Elimden olmadan içeriye bir daha baktım. Evim dediğim yere neler olmuştu böyle?

"Buraya bir daha gelmek istemiyorum," diye itiraf ettim.

"Sana bir çanta yapacağım, olur mu?"

Kabul ederken aklımdan ne geçiyordu, bilmiyordum. Tamamen yabancı, kesinlikle bir katil olan bu adamın eşyalarıma dokunmasına neden izin vermiştim?

Şoktayım, diye düşündüm.

"Akşam görüşürüz," dedikten sonra beni apartmanın koridoruna itti ve evimin kapısını ardımdan kapadı.

***

Eve gidince üzerimdeki her şeyi çıkarıp çamaşır makinesine attım. Duşa girip belki yarım saat incecik akan suyun altında kaldım. Burnuma bir kan kokusu doluyordu bir de Karan'ın kokusu... İkisi de arzuladığımdan daha fazlasını hissetmeme neden oluyordu.

Takip edilmiştim. Eymen yüzündendi. Muhtemelen bilgisayarımda bıraktığı korkunç şeylerle ilgisi vardı. Bunu bana nasıl yapardı? Senelerimi onu severek geçirmeme neden olduğu için ondan nefret ediyordum. Kendimi ona adamıştım. Sık sık onun isteklerini, kendiminkilerin önüne koymuştum. Seven insan böyle yapmaz mıydı? Fedakârlık? Mutluluğumuzun kalıcı olmasını istemiştim. Onun mutluluğu başka yerde tattığını nereden bilebilirdim?

Bir bebek!

Orospu çocuğu.

Ondan nefret ediyordum!

Biz, çocuk konusunu konuşmamıştık bile. Henüz ilişkimizin o noktada olduğunu düşünmemiştim. Birbirimize zor zaman ayırıyorduk. İkimiz de çalışıyorduk ama ben daha sık evde olabiliyordum. Eymen'in yüzünü on dakikadan fazla görmediğim günler geçiriyordum. Bir çocuk, evimize fazlaydı. Biz, bir çocuk için çok ama çok azdık.

En azından bu benim düşüncemdi. Şimdi buruş buruş olmuş o kâğıt parçasına göre Eymen, Bahar'dan bir çocuk istemişti. Karnıma giren ağrılardan bıkmıştım. Peki, Bahar nasıl olup da buna hazır olabilmişti? Arada bir eve uğrayacak bir babayla nasıl gelecek kurabilirdi?

Hayatımın hiçbir noktasında bu kadar fazla soruya sahip olmamıştım. Ve kocamın fazlasıyla ölü olduğunu düşünürsek çoğu sorum cevapsız kalacaktı. İçimden annesini aramak geldi. Acaba Kadriye Hanım'ın oğlunun yediği bokların ne kadarından haberi vardı? Cenazesini kaldırmak için beni beklemediklerine hâlâ inanamıyordum. Beni onlar istemişti. İster soyadım için olsun ister sevdikleri için... Bir an önce evlenelim diye resmen gün saymışlardı. Yasta olduklarını, bir evladın kaybıyla başa çıkılmasının neredeyse imkânsız olabileceğini tahmin ediyordum ama günlerce aramalarıma yanıt vermemişlerdi. Ben de sonunda pes etmiştim.

Etrafıma doladığım havluyla yatak odasına geçerken üst kattan gelen bir tıkırtıyla yerimde sıçradım. Gözümün önüne antreme dağılmış üç ölü adam geldi. Peşimde hâlâ birileri var mıydı? Bu evde güvende miydim?

Hızlıca çekmeceden bir külot çıkarıp onun üzerine de beyaz bir eşofmanla sweatshirt geçirdim. Çoraplarımı elime alıp evin kapısına yürüdüm. Kapıyı kilitleyip anahtarı üzerinde bıraktım. Salonun pencerelerine ilerledim. Apartmanın benim oturduğum tarafı dar, bol ağaçlı bir ara sokağa bakıyordu. Birileri beni izliyorsa aydınlık olan bu saatlerde saklanacak çok fazla yerleri yoktu. Yoldan geçen tek tük insanları izledim. Gözümün iliştiği her apartmanın girişine her ağacın etrafına baktım ama bana doğru bakan kimseyi görmedim. Rahatlayıp geri çekildim. Paranoyak davranıyordum ama haklıydım.

Saçlarımı kurutmadan önce makinaya kahve koydum. Saçlarımı kuruttum. Kaşlarımı toparlamaya çalıştım. Yorgun ve solgun görünüyordum ve bunu değiştirmek için hiçbir şey yapamazdım. En son ne zaman kesintisiz, verimli bir uyku çektiğimi hatırlamıyordum.

Laptopu alıp salondaki orta sehpaya bıraktım ve elimde telefonla koltuğa oturdum.

Bugün olanları da kimseye anlatamazdım. Çok tehlikeliydi. En azından Karan'ın gerçekten kim olduğunu öğrene kadar beklemeliydim. Yine de ufak bir güvenceye ihtiyacım vardı.

Annem ilk çalışta telefonu açtı.

"Ben de seni arayacaktım, güzel kızım. Nasılsın?"

"İyiyim, anne. Aynı sayılır."

İç çekerek, "Evde olsan kendimi daha iyi hissederdim," dedi.

"Yalnız kalmaya ihtiyacım var, anne. Nasıl ilerleyeceğimi bulmam lazım. Bunu da sen ve babam benim yerime her şeyi halletmeye çalışırken yapamam."

"İstemiyorsan yapmayız. Biz sadece..."

"Benim iyi olmamı istediğinizi biliyorum. Size kızmıyorum, annecim. Gerçekten." Durup bir nefes aldım. "Ya anne," dedim doğal olmaya çalışarak. "Akşam radyodan birkaç arkadaş bana uğramak istiyorlar. Ne zamandır erteliyordum. Ama daha fazla hayır, dersem ayıp olacak."

"Gelsinler tabii. İyi olur. Kafan dağılır."

"Evet, evet de çok uzun takılırlarsa tahammül edemem gibi geliyor. Beni akşam arar mısın? Sekiz, sekiz buçuk gibi. Duruma göre beni çağırdığını falan söyleriz."

Derya Sakman, yalan söylemekten hiç hoşlanmazdı. Yalan söyleyenlerden de aynı derecede rahatsız olurdu ama benim için bu ufak, beyaz yalanı söyleyeceğini biliyordum.

"Ne gerek var buna, Devin? Kendimi iyi hissetmiyorum dersen seni anlayışla karşılarlar."

"Muhtemelen. Yine de onları kırmak ve resmen evimden kovmak istemiyorum. Ayrıca buna gerek olmayabilir bile. Sadece beni ara ve kontrol et, olur mu?"

İç çekse de kabul etmişti.

"Tamam, arayacağım."

"Sağ ol, anne."

"Hafta sonu da gel ve burada kal, lütfen."

"Konuşuruz. Seni seviyorum."

"Benim kadar olamaz, güzel kızım."

Annemin sıklıkla verdiği bu karşılığa gülümsedim. Ailem bu hayattaki en büyük şansımdı ve onların güvende olması için yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Tabii önce kendimi kurtarmalıydım.

***

Akşam olmak bilmedi. Ev sahibinin, televizyonun yanındaki kolona astığı saate bakıp durdum. Ağzıma iki lokma bir şey sokmadığım için en sonunda kalkıp kendime bir tost hazırladım. Koltuktaki yerime, kucağımda bir tepsiyle tünedim ve saati izleyerek Karan'ın gelişini beklerken telefonda isminin anlamına baktım.

Tıpkı hatırladığım gibi ilk anlamı kahraman ve yiğitti. İkinci anlamıysa karanlıktı. Yatak odama girdiğinde kapladığı alanı düşündüm. Karşımda dimdik ve kocaman duruşunu. Gecenin karanlığına uyum sağlayabilecek koyu renk saçlarıyla, giydiği tüm o siyah kıyafetleri. Bir de gözleri vardı. Hayatımda daha önce bu kadar parlak, bu kadar değişik ve ilgi çekici gözler görmemiştim. Eğer cesaret edebilseydim dakikalarca bakabilirdim. O parlak, ela gözlerinin altındaki karanlığı görmüştüm, evet ama ne olduğunu çözemediğim başka bir şey daha görmüştüm. Anlık bir kararla dediklerini kabul edip ona güvenmemi sağlayan bir şey.

Bir süre daha nefes almaya devam etmek istiyorsam haklı çıksam iyi olurdu.

Karan ismi, Sanskrit kökenli olduğu kadar Türkçe anlam ve kökene de sahip olabilir. Bu ismi taşıyan bireylerde genellikle liderlik, koruma ve kavrayış gibi niteliklerin ön planda olduğu düşünülür. Bu isim, güçlü, koruyucu ve anlayışlı bir kişiliği temsil eder.

Öyle biri miydi? Koruyucu?

Bana neden yardım ettiğini öğrensem iyi olacaktı.

Telefonumu sehpaya bırakıp koltuğa uzandım. Saate bakmamak için gözlerimi kapadım ve bekledim. Kapı çaldığında sızmak üzereydim.

Hızla yerimde doğruldum. Saat yedi olmuş, hava çoktan kararmıştı. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklemeden kalkıp koltuğun arkasında kalan üç ayaklı lambayı yaktım.

Kapıya yürürken titrediğimi fark ettim. Korkuyor muydum? Aklı olan korkmaz mıydı? Tanımadığım ve kolayca üç adamı öldürmüş biri bana evimde görüşeceğimizi söylemişti.

Kapıyı açıp da karşımda dikilen devasa adamı gördüğümde bir şeyi fark ettim. Ona evimin adresini vermemiştim. Onun karşısında küçücük kalan bedenimle içeri girmesine engel olmak için kapı eşiğini doldurdum.

"Evimi nereden biliyorsun? Sen kimsin?"

"İçeride konuşuruz."

"Seni evime alamam."

"İsteseydim çoktan evine girmiştim, Devin. Bence sen de bunun farkındasın."

Hareket etmediğimi görünce üzerime doğru bir adım attı. Kapıyı tutan elime doğru uzanıp bileğimi tuttu. Elleri neredeyse iki bileğimi de içine hapsedebilecek kadar büyüktü. Beni geriye doğru bir adım atmaya zorladı.

"İçeri geçelim."

Ona engel olmaya gücümün yetmezdi. Adımlarına uyum sağlayıp içeri girmesine izin verdim. Siyah, yüksek boğazlı, dağcı botlarına benzeyen spor ayakkabılarını çıkardı. Elinde bana ait olan büyük bir seyahat çantası vardı. Onu da yere bırakıp hareket etmem için beni bekledi.

"Burada olmanı istemiyorum."

"İstememelisin."

Gözlerine bakmamaya çalıştım. Beni beklemediğim bir şekilde etkiliyorlardı. Ona arkamı dönüp salona yürüdüm. İki tane ikili kanepe vardı. Az önce oturduğuma yerleşip bekledim.

Saatler önce benim yaptığım gibi pencerelerden dışarıyı kontrol etmek için salonun ortasından geçti. Boyu bir doksan vardı. Tamamen kaslardan oluşuyormuş gibi heybetliydi. Saçları ondan beklemeyeceğim kadar uzundu. Tanımadığım bir adamdan beklentimin olmasıysa tamamen saçmalıktı. Yanları daha kısa da olsa üstlerinden uzanan bazı tutamlar alnına düşüyordu. O kadar koyuydu ki bir karganın tüylerini andırıyordu. Hafif dalgalıydı ve bu görüntü, çizdiği sert imajı az da olsa yumuşatıyordu. Oysa açıkça görülüyordu ki bu adamın vücudunda, yumuşak en ufak bir nokta yoktu.

"Peşinden gelen adamları kimin yolladığını henüz bilmiyorum. Bu da durumu daha tehlikeli kılıyor."

"Sen kimsin?"

"Ne kadar az şey bilirsen, o kadar iyi."

"Film mi çekiyoruz? Bu, senin için bir oyun mu? Çünkü öyleyse söyleyeyim, kendi kurmadığım oyunların içinde savrulamayacak kadar yorgunum."

Gözlerindeki yumuşama mıydı?

Yanımdaki koltuğa otururken, "Oyun oynamıyorum," dedi. "Sana anlatamam. Burada bile olmamam gerekirdi. Sen benim işim değilsin ama adamları gördüm ve..."

"Adamları gördün," diye tekrar ettim sözlerini. Gözlerimi bir an için kapadım. Bu adam beni takip ediyordu. "Beni takip ediyorsun."

Başparmağı ve işaret parmağının kenarıyla yararlı dudağını kavradı. Kafasını kısa ve sert bir hareketle salladı.

Kalp atışlarım hızlanıyordu. Şu an algılamakta zorlandığım bir yanım bu korkutucu adamın koruması altında olduğuma inanmak istiyordu ama diğer yanım... Diğer yanım, kocasının gözlerinin önünde öldürüldüğünü görmüştü. Ellerindeki kanı yıkamış, ihanetiyle yüzleşmiş, sırlarının içine düşmüştü. Korkudan güç alan yanıma ayak uydurup ayağa kalktım. Kanepeyi aramıza bir bariyer gibi koyup arkasına geçtim.

"Gitmeni istiyorum."

"Burada kalamazsın, Devin," dedi sakince. Elleriyle yüzünü ovuştururken birkaç küfür saydığından emindim. Siktiğimin nesi? Anlayamadım ama oflayarak yerinde doğruldu.

"Eymen'in nelere bulaştığını az çok biliyorsun," dedikten sonra orta sehpanın üzerinde duran laptopa baktı. Şaşkınlıkla ve korkuyla gerildim. "Sana zarar vermeyeceğim. Ciddiyim. Ama bugünkü gibi sana kolayca zarar verebilecek insanlar peşinden gelmeye devam edecek."

"Kim onlar?"

"Henüz bilmiyorum. Kocan ikili oynuyordu. Senin de önemli bilgilere sahip olduğunu bilen ya da bundan şüphelenen hangi tarafsa, onlardır."

Sinirle salonda dolanmaya başladım. Ne yapacaktım?

"Bir işim var. Evi değiştirsem ne fark eder?" dedim bezgince. "İşe de mi gidemeyeceğim? Hayatta olmaz! Onun yüzünden bir şeyleri kaybetmeye devam edemem, anlıyor musun? Olmaz. Ayrıca bizimkilere ne diyeceğim? Hayır. Kendimi bir yere kapatamam. Mustafa Bey, kafamı koparır."

"Kimsenin kafanı koparmasına izin vermem. Seni korumak istiyorum." Durdu. Ayağa kalkıp bana doğru yürürken attığı adımlar, o kadar sessiz ve ölçülüydü ki bu büyüklükteki bir adamın çok daha fazla sarsıntı yaratacağını düşünürdünüz. Uzandı. Çenemi tutup ona bakmam için yüzümü kaldırdı. Elleri sıcaktı ve dokunduğu yerden yüzümün her yanına hızla bir sıcaklık yayıldı. Bir sihrin etkisindeymişim gibi baktım gözlerine. Vay canına. Çok güzeldi. Sürekli gözlerinin ne kadar güzel olduğunu düşünmeyi bırakmalıydım ama fark etmeden duramıyordum. Beni saniyeler içerisinde etkisi altına alıyordu. "Seni koruyacağım."

"Neden?" diye sordum. Sesim kısık mı çıkmıştı? "Bana kim olduğunu söylemiyorsun. Sana güvenmememi bekleyemezsin."

Aferin, Devin. Dik dur.

"Senin, bu karmaşanın arasındaki masum olan tek insan olduğunu biliyorum. Kocanın pisliklerinin, senin hayatına mal olmasına izin vermeyecek kadar olayların içinde olduğumu bil yeter."

"Beni takip ediyordun. Bunun ne kadar ürkütücü olduğunun farkında mısın? Sen hiç Netflix izlemiyor musun?"

Çenemi bıraktı. Bir adım geri çekilse de kokusu hâlâ burnumdaydı. Yeni yıkanmış olmalıydı. Baharatlı ama hafif. Odunsu. Sedir ağacı mıydı? Limon gibi de kokuyordu. Parfümü neydi? Derin bir nefes daha aldım. Parfümünün içinde her ne varsa çok lezzetli koktuğu kesindi. Ve sıcak.

"İzlemiyorum ama korkmanın normal olduğunu biliyorum. Haklısın. İşin bitip bitmediğini anlamak için kendime bir süre daha vermiştim. Şanslıymışsın ki gözüm üzerindeymiş." Çenesi kasıldı. "Bugün evinde olan adamların neler yapabileceğini düşünmek istemiyorum."

Gözleri alev almıştı. Ela rengi koyulaşmış, evin loş ışığında adeta yanıp sönmüştü. Abartıyordum. Bir göz, öyle şeyler yapamazdı, değil mi? Ama bana öyle hissettiriyordu.

"Ne işi?"

"Sana anlatamam. Üzgünüm."

Ona güvenemezdim. Elimde bir tane bile veri olmadan onun sözlerini dinleyemezdim.

Senin için üç tane adamı gözünü bile kırpmadan öldürdü, diye düşünen iç sesimi asla dinlememeliydim.

Neden birilerini öldürmüş olması fikri, beni olması gerektiği kadar rahatsız etmiyordu? O adamların suçlu olduklarını düşündüğüm için miydi bu hissizliğim? Adalete güvenmediğim için miydi? Bilmiyordum ama bir yanım Karan'a hak veriyordu. Eğer o olmasaydı, şu anda nefes almıyor olabilirdim.

"Polise gitmem gerekmiyor mu?"

"Belki daha sonra ama şimdi olmaz. Kime güveneceğimizden emin olmamız lazım."

"Biz?"

Telefonu çalmış olmalı, yine bir dizi küfürle cebinden telefonu çıkardı. Arayana bakıp meşgule attı.

Bana dönüp, "Gitmeliyiz," dedi bir kez daha. "Bu iş halledilene kadar seni yalnız bırakmayacağım."

"Ne demek istiyorsun? Seninle mi kalacağım? Delirdin mi sen? Asla olmaz!"

Telefonu bir kere daha çaldı. Yine meşgule attı. Sonra bir kere daha çaldı. En sonunda aramalar kesildi.

"Seni güvenli olan evlerden birine yerleştireceğim," dedi.

"Polis olmadığına emin misin? Ya da bir ajan? MİT için mi çalışıyorsun?"

O sırada benim telefonum çalmaya başladı. Annemin aradığını düşünmüştüm ama numarayı tanımıyordum. Karan, bir adımla dibimde bitti. Telefonu elimden alıp açarken, "Delirdin mi sen?" diye bağırdı. "Ne yaptığını sanıyorsun?"

Karşı taraftaki adamın ne dediğini Karan, benden uzaklaştığı için duyamadım ama kesinlikle o da bağırıyordu.

"Siktiğimin telefonunu yüzüne kapadım. Bundan meşgul olduğumu anlaman gerekiyor. Sapık gibi kızı araman değil."

Karşı taraftan biraz daha bağırış geldi.

"İşim bitince ararım. Sana hesap verecek değilim."

Ve biraz daha küfür.

En sonunda telefonumu, "Siktir git!" diyerek kapattı.

"Benim yanımda olduğunu ve telefonumu bilen bir patronun var sanırım, haksız mıyım?"

Yılgınlıkla iç çekti. Telefonumu bana uzatırken geldiğinden beri ilk defa yorgun görünüyordu.

"Devin..."

"Anlatamaz mısın?"

"Anlatamam."

"MİT çok uygun göründü gözüme. Tipinde de o imaj var."

"Hangi imaj?"

"Tehlikeli ama güven verici."

Koyu kaşları şaşkınlıkla yükseldi.

"Beni güven verici mi buluyorsun?" dedi duyduklarına inanamıyormuş gibi.

Önce, "Tam olarak değil, hayır," dedim. Sonra omuz silkip, "Belki," diye itiraf ettim. "Korkutucu olduğun kesin ama ben, olması gerektiği gibi korkmuyorum sanırım."

Ellerini yüzünde gezdirirken biraz daha küfrettiğine yemin edebilirdim.

"Ben seninle ne bok yiyeceğim?" dediğindense kesinlikle emindim.

"Kendi başımın çaresine bakabilirim."

"Silah kullanmayı biliyor musun?"

"Tabii ki hayır," diye sinirle homurdandım. "Radyocuyum ben, haberin var mı?"

"Herhangi bir dövüş eğitimi aldın mı? Kendini savunma dersleri?"

"Hayır."

"O zaman kendini bok korursun."

Haklı olduğu için daha çok sinirleniyordum. Bu duruma kendi isteğimle düşmemiştim. Yapmış olabileceğim tek hata Eymen'i sevmiş, ona güvenmiş olmam olabilirdi.

"Bir kez daha ağzından bal damlıyor!"

Kolundaki saate bakıp kafasını iki yana salladı.

"Bugün burada kalıyoruz," dedi. "Gidip birkaç işimi halletmem lazım. Eşyalarını topla. Ev sahibine haber verme. Kimsenin buradan resmi olarak çıktığını bilmesini istemiyoruz."

İçimde ona karşı çıkmak isteyen aptal bir dürtü vardı. Bir şekilde bu dürtüye uymamayı başardım. Kendimi aşırı derecede yorgun ve çaresiz hissediyordum. Yenilgiyle kanepeye çöktüm.

"Bunların hiçbirini istemedim," dedim bitkin bir sesle.

"Biliyorum," dedi sadece. Sonra da gitti.

***

Enerjileri nasıl? Sevdiniz mi?

Sizce Devin Karan'la gitmeli mi? Gitsin değil mi? Gitsin deyin lütfen. :D Çünkü gidiyor ahahahah. :D

Bir sonraki bölümde neler olacak bakalım ama size bir sürprizim olabilir. Yeni yıl dolayısıyla belki iki üç bölüm peş peşe atabilirim. :D

Yorumlarınızı eksik etmeyin ki hep birlikte her zamanki gibi büyüyelim. Kim bilir, günün birinde belki Karanlığın Kalbi'ni elimize de alarak okuyabiliriz. <3

Öptüm sizi. <3

 

Bölüm : 20.12.2024 19:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...