
*Devin*
Eymen’le Bilgi Üniversitesi’nde verilen ‘Zihin Nasıl Öğrenir?’ isimli bir seminerde tanışmıştık. O seminere neden katıldığımı şu anda tam olarak hatırlayamıyordum bile. Dönüp bakınca kaderin bizi bir araya getirdiği söylenebilirdi çünkü Eymen de orada isteyerek bulunmadığını söylemişti. O üçüncü sınıf avukatlık öğrencisiydi, bense radyo ve televizyon okuyordum.
Öğle vakti iki saat sürmüş olan, sıkılmadığım ama haz da almadığım bir konuşmanın sonlarına doğru telefonum çalmıştı. Sesini kıstığımdan emindim ama belli ki yanılmıştım. Saniyeler içerisinde telefonumu çantamdan çıkarıp sessize almıştım ve kafamı kaldırdığımda Eymen’le göz göze gelmiştik. Bana o kadar tatlı bir şekilde gülümsemişti ki yanaklarımın ısındığını hissetmiştim.
Seminerin verildiği alandan çıkmak için insanların arkasında sıraya dizildiğimde Eymen sakince yanıma gelmiş, kendini büyük bir özgüvenle tanıtmıştı. O hep böyleydi. Kendini tanıyor ve seviyordu. Parlak kahverengi saçları, koyu yeşil, hafif çekik gözleri, sıcak ve çarpık gülümsemesiyle, insanları kolayca etkisi altına alabiliyordu.
Oradan birlikte çıkmış, tost ve ayrandan oluşan gecikmiş öğle yemeğimizi birlikte yemiştik ve derslerimize dönmek için ayrılmadan hemen önce kız arkadaşı gelip bizi bulmuştu.
Benimle flört ettiğinden neredeyse emindim ama belki de tıpkı telefonumda olduğu gibi burada da yanılmıştım. Üzüldüğümü hatırlıyorum. Kendimi az da olsa kandırılmış gibi hissetmiştim ama üzerinde durmamıştım.
Tanıştığımızda aylardan Kasım’dı ve biz, bir şekilde tüm o iki dönem boyunca bir araya gelip durmuştuk. Seminerler, etkinlikler, ortak alanlar, bir anda oluşan ortak arkadaş grupları derken her hafta konuşan iki insan haline gelmiştik.
Araya uzun bir yaz dönemi girmişti. O aylarda ara ara telefonda konuşup mesajlaşmıştık ama sevgilisi olduğu için asla arkadaşlıktan öteye bir adım atmamıştık. Hatta ben bile birkaç kişiyle çıkmayı denemiştim. Ancak dördüncü senemize başladığımızda işler değişmişti. Eymen, kız arkadaşından ayrılmış olarak okula dönmüştü ve artık açıkça benimle flört ediyordu.
Onunla her zaman kolay anlaşmıştım. Hayattan beklentilerini anlıyordum. Birçok noktada uyuşuyorduk. Eğlenceli doğasına kapılmak kolaydı ve ben de duygularımı serbest bırakmıştım.
Okul bittikten sonra ilişkimiz olağanca hızıyla devam etmişti. Aileler tanışmış, yemekler yenmiş, sözler verilmiş ve gelecek planları yapılmıştı. Mutluydum. İstediğim iş resmen kucağıma düşmüştü. Sevdiğim adamla ilerisini görebiliyordum. Ancak Eymen, ne zaman iş hayatına atıldı işte o zaman her şey yavaş yavaş değişmeye başladı.
Bunu bugün daha iyi görüyordum. Yaptığı seçimleri hazmedemediğimi kendime şimdi itiraf edebiliyordum.
Henüz evli bile değildik. Akana Grup için yeni çalışmaya başlamıştı. Yani işin daha çok başındaydı. Ona, neden bu yolu seçtiğini sormuştum. “Neden kötüleri savunuyorsun?” O da bana, “Kötü olduklarından nasıl emin oluyorsun?” diye karşılık vermişti. Şaka yaptığını sanmıştım ama o, gayet ciddiydi. Sonra da kötü ya da iyi olması fark etmeksizin herkesin savunulmaya hakkı olduğunu söyleyerek konuyu kapatmıştı.
İlişkimiz o andan itibaren mi çatlamaya başlamıştı? Sanırım bunu bilebilmem mümkün değildi. Sadece doğruyla yanlışı ayırt edebilme mekanizmamı, iş Eymen’e gelince kapamak zorunda olduğumu fark etmiştim. Yoksa nasıl onunla aynı evde yaşayabilirdim?
Sahi, bunu neden yapmıştım? Gerçekten herkesin savunulmayı hak ettiğine mi inanmıştım? Hâlâ inanıyor muydum? İşle aşkı birbirine karıştırmamaya mı karar vermiştim?
Kötülerin sokakta serbestçe gezmesini sağlayan bir adamla evliydim.
Düşüncelerimi bir kez daha yüksek sesle tekrarladım.
“Uyuşturucu kaçakçılarını, gaspçıları, azmettiricileri, kasten birilerini yaralamış adamları, adı fuhuşla anılanları, nitelikli dolandırıcıları, mafya için çalışanları savunan bir kocam vardı.”
Ellerimi havaya kaldırıp onun kanıyla ıslanmış olan parmaklarıma baktım.
Eymen, birilerini kızdırmıştı. Doğruyu yanlışı bırak ne benim ne de kendi güvenliğini umursamamış, birlikte kurduğumuz hayatın içine sıçmıştı.
Telefonuma uzandım. Annemle de konuşmak istiyordum ama gecenin ikisinde bir ihtimalle sadece Laçin ayakta olurdu.
“Sen iyi misin? Niye bu saatte arıyorsun?” diye sordu telaşla.
“İyiyim, iyiyim. Bir şey sormak için aradım.”
“Tamam,” dedi harfleri uzatarak. “Bu saatte?” Şaşırması normaldi ama bu konuşmayı yapmazsam uyumayı başaramazdım.
“Eymen kötü biri miydi?”
İç çektiğini duydum. Hışırtılı sesler geldi. Yatağında doğrulup oturduğunu hayal ederken, “Bu soru da nereden çıktı şimdi? İçtin mi sen?” diye sordu. “İyi olduğuna emin misin?”
“İçmedim. Aslına bakarsan günlerdir ilk defa bugün ağzıma bir damla bile koymadım. Belki de o yüzden zihnim çalışmaya başlamıştır. Neyse... Soruma cevap verir misin?”
“Kötü biriydi diyemem.”
“İyi biri miydi?”
“Onu da diyemem.”
Bu kez, “Neden onunla olan ilişkimi hiç sorgulamadın?” diye şansımı denedim.
“Sana yaptığı iş hakkında ne düşündüğünü sordum.”
“Ne zaman?”
“Evlenmenizden bir hafta önce.”
“Ciddi misin?” diye sordum hissettiğim şokla. Bana böyle bir soru sormuş olsa hatırlamaz mıydım? Düşündüm, düşündüm ama asla aklıma öyle bir anı gelmedi.
“Deha, sen, ben. Üçümüz Cadde’deki şu havalı mekânda takılıyorduk. Sen bekarlığa veda partisi istememiştin ya hani. Biz de Deha orayı seviyor diye Mask’ı seçmiştik.”
“Evet.”
“Kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Doğum günü kutluyorlardı. İçlerinden biri, -yakışıklı bir adam, seni kesip durmuştu.”
Hayal meyal böyle bir şey anımsıyordum ama konuyla ne alakası vardı?
“Ve?”
“E doğal olarak sen de ona birkaç kez bakmıştın. Dikkatini çekmişti.”
“Neden bunu anlatıyorsun? Adamın tipini hatırlamıyorum bile.”
“Devin,” dedi sıkkın bir sesle. “Siz birbirinizi keserken, mekânın ortasında bir kadın bir anda fenalaştı. Herkes bağırıp ambulans çağırılmasını söylerken o adam, koşarak kadının yanına gitti. Doktor olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Kadın bir tür kriz geçirmişti ve o, ne yapacağını doğal olarak iyi biliyordu. Kadın o gece, o adam sayesinde hayati tehlike altına girmeden kurtuldu. Biz de mesleğinin ne kadar önemli olduğundan konuştuk.”
Tamam. Evet. Vay canına.
“Bunu unutmuşum.”
“Fark ettim.”
“Adama bir kadeh viski ısmarladık.”
“Ev-vet!” dedi heyecanla. “Senden numaranı istedi ve sen de doğal olarak reddettin.”
“Evet, evet. Şimdi, hatırlıyorum.”
“Sana o gece, Eymen’in yaptığı seçimler hakkında ne düşündüğünü sordum. Sanırım şöyle bir cümleydi. ‘Meslek olarak hayat kurtarmayı seçen insanların yaşadığı bir dünyada Eymen’in yaptığı iş hakkında ne düşünüyorsun’”
“Ben ne dedim?” diye sordum gerilerek. Çünkü hâlâ bu konuşmayı hatırlamıyordum.
“Herkesin savunulmaya hakkı olduğunu söyledin.”
Ne? Siktir!
“Sen ciddi misin?”
“Evet.”
“Bu kadar mı? Başka bir şey söylemedim mi? Ya sen? Konunun böylece kapanmasına izin mi verdin?”
“Kendinden çok emin görünüyordun, tatlım. Evlenmene bir hafta kalmıştı. Mutluydun. En azından genelde öyle görünüyordun. Kendi yargılarımın seninkileri etkilemesine izin verecek değildim. Ya seni istemediğin bir düşünceye itseydim ve benim yüzümden mutsuz olsaydın?”
“Eymen’i sevmiyordun.”
“Eymen’in yaptığı seçimleri sevmiyordum.”
“Aynı şey,” dedim hayıflanarak.
“Hayır, değil. Tanıştığınız zaman olduğu kişiyle sonrasında olmaya karar verdiği insan arasında dağlar kadar fark vardı. Sadece senin bunun farkında olup olmadığından emin değildim.”
İç çekerek yatak başlığına yaslandım.
“Farkındaydım,” diye itiraf ettim. Sadece görmezden gelmeyi seçmiştim. Bu da beni en az onun kadar kötü yapmaz mıydı? “Onun kadar suçlu sayılırım, değil mi?”
“Hayır,” derken sesi kendinden emin çıkıyordu. “Eymen, işini yapıyordu. O yapmasa başkaları yapacak. Adalet sistemimiz bu şekilde ilerliyor. Sen Eymen’i sevdin ve bence bu güzel bir şey. İşinden ayrı, o senin sevdiğin Eymen’di.”
Sevimsiz, küçük bir kahkaha attım.
“Beni aldatıyormuş,” diye ilk defa birine gerçeği itiraf ettim. “Yani, hayır... Belli ki çok uzun zamandır sevdiğim Eymen değildi.”
“Ne! Sen ciddi misin? Ne demek aldatıyormuş? Bunu nasıl öğrendin ki?”
“Karakolda karşılaştık. Onu da sorguya çağırmışlardı. Altı senedir beraberlermiş.”
“Ne? Hassiktir. Oha! Sen ciddisin.”
Telefonu sol kulağıma götürüp, göğsüme doğru çektiğim dizlerime şakağımı yasladım. Bu şekilde odanın kapısını da görebiliyordum.
Karan neredeydi?
“Neyi gözden kaçırdığımı düşünüp duruyorum. Ve sırf bu gerçek yüzünden yaptığı şeylere karşı gözlerimi kapadığım için kendimi daha kötü hissediyorum. O sandığım gibi iyi biri değil miydi? Bizden çok daha önce hayatında biri vardı.”
“Kadını gördün mü? Senden önce çıktığı kız mı yoksa?”
“Sence önemli olan bu mu? Sana kendimden nefret ettiğimi söylemek üzereydim.”
“Saçma sapan konuşma, Devin. İtin tekiyle berabermişsin, onu sevmişsin diye sen neden kötü oluyormuşsun? Ciddi bir suç işledi de ona göz mü yumdun? İşini yaptı diye de adama kızamazsın ki... Şimdi, söyle bana.”
“Hayır,” diye cevap verdim. “Değildi. Tamamen başka biri.”
“Vay canına. Katıksız bir pislikti desene... Şerefsiz. Eğer ölmemiş olsaydı onu ben öldürürdüm.”
Ölünün arkasından gülmem çok mu anormaldi? Hem de en yakın arkadaşım onu öldürme şakası yaparken?
Kıkırdamalarımı bastırıp, “Seni seviyorum,” dedim. “Teşekkür ederim.”
“Ben de seni seviyorum, tatlım. Şimdi, uyu ve pazartesi bana program için hazırladığın güzel sorularla gel.”
***
Laçin’le olan konuşmamızı sonlandırdığımda bitik durumdaydım. Uyumadan önce tuvalete gitmek için kalktım, duyduğum sesle olduğum yerde donup kaldım.
Arkamı kapıya tam da dönmeden komodinin üzerinde duran panik butonuna uzandım.
“Benim,” dedi Karan. “Sakin ol.” Oda kapısının ardında kalan karanlığın içinden çıkıp içeriye doğru bir adım attı. “Panik butonuna uzandığına sevindim ama sana onu üzerinde taşımanı söylemiştim.”
“Uyumak üzereydim.”
“Tuvalete gidecektin.”
“İşim anca iki dakika sürerdi.”
“On saniye sürse bile sikimde değil, Devin. Siktiğimin butonunu üzerinde taşı.”
Gittiği halinden daha dağılmış halde görünüyordu. Uzun kollu tişörtünün kollarını sıvamıştı. Dövmeleri kaslı, kalın ön kollarını leziz bir şekilde kaplıyordu. Artık altında ne olduğunu bildiğim için ona bakarken neler sakladığını hayal etmeme gerek yoktu. Kaslar ve dövmeler. Yanık bir ten. Göğsünden kasıklarına doğru inen hafif kıllar. Saçları dağılmıştı. Kararmış gözaltları yorgunluğunu ele veriyordu.
“Siktiğimin butonunu üzerime dikelim o zaman,” dedim sinirle.
Dudakları hafifçe kıpırdandı. Odanın içine, bana doğru bir adım daha attı.
“Sen kötü biri değilsin,” dedi beklemediğim bir anda.
“Beni mi dinliyordun?”
“Suçlu da değilsin.”
“Bunu bilemezsin.”
Aramızdaki mesafe ne zaman kapanmıştı? Çünkü şu anda ona uzanabileceğim kadar yakınımda duruyordu. Uzanıp avucuyla yanağımı kavradı. Başparmağı tenimin üzerinde ileri geri ağır ağır hareket ederken, şimdi daha çok koyu bir kehribara dönen gözlerini yüzümde gezdirdi. Eli aşağı doğru ilerledi, parmakları boynuma dolandı. Hafif bir baskıyla kavradı.
“Seni izlediğimi unutuyorsun,” derken sesi de görünüşü kadar karanlıktı. “Seni tanıyorum, Devin. Kötü olmadığını biliyorum. Suçlu olamayacak kadar iyi bir kalbin olduğunu biliyorum.”
Yutkunmakta zorlanıyordum. Sıcak ve iri eli boğazımı bir mengene gibi sarmışken nasıl yutkunabilirdim? Korku, heyecan ve kabul etmek istemediğim bacaklarımın arasını ısıtan bir arzuyla karşısında kıpırdamadan duruyor, kendime bu güçlü, tehditkâr tutuşuna rağmen hâlâ nefes alabildiğimi hatırlatmaya çalışıyordum.
Kuruyan boğazımdan çıkan çatallı bir sesle, “Öldüğü için rahatladığımı fark ettim,” dedim. “Az önce telefonu kapadığımda, onunla yüzleşmek zorunda kalmadığım için sevindim.”
“İyi biri değildi,” dedi. “Dışarıda onun melek gibi görünmesini sağlayacak binlerce kötü var ama Eymen, ahlaki olarak çoktan bozulmuş bir adamdı. Seni hak etmiyordu.”
Karan, ruhumu delip geçerek en karanlık günahlarımı açığa çıkarabilecek gücü elinde tutuyormuş gibi görünüyordu.
“Öyle birini sevmiş olamam. Bu, beni nasıl bir insan yapar?”
“Ne olursa olsun insanların içindeki iyiliği görmeyi tercih eden biri yapar. Bu seni iyi biri yapar, ptičica.”
Piçita mı? Ne demekti? Ve neden bana böyle seslenmişti?
Çok yakındık. O kadar yakındık ki doğru düzgün düşünemiyordum bile. Soluduğum her nefes, onun yoğun kokusuyla doluydu. Eli, olabilecek en hassas şekilde üzerimde, boynumdaydı. Sıcaklığı her yanımı sarmıştı. Gözlerinden başka bir yere bakamayacak kadar etkisi altına girmiştim. Sesi kulaklarımda, aldığı nefesler dudaklarımdaydı. Karnımda kelebekler uçmuyordu. Bu öyle uçarı bir duygu değildi. Karnımda sanki bir alev topu vardı ve geçen her saniye büyüyor, tenimi içten dışa yakıyordu.
Onu arzuluyordum.
Tanımadığım, birilerini kolayca öldürebileceğini bildiğim, beni evimden alıp neredeyse alıkoymuş, hayatımın orta yerine düşüp uzun zamandır beni takip ettiğini söylemiş bir adamı arzuluyordum. Korkudan düşüp bayılmam gerekirdi, külotumu arzuyla ıslatmam değil.
Yüzü yüzüme iyice yaklaştığında burnuyla burnuma dokundu. Onu itmeliydim. Dur, demeliydim. İçine derin bir nefes çekerken burnu yanağımdan şakağıma doğru ilerledi. Dudakları belli belirsiz tenime dokundu. Hafif sakallı yanağı yanağıma sürterken bana ait olamayacak, tuhaf bir ses çıkardım. İki yanıma sabitlediğim ellerim kendiliğinden hareket ederek yükselmeye başladığında bir telefonun zil sesi, nefesimizden başka ses olmayan odada gök gürültüsü gibi yankılandı.
Siktir.
Ona dokunmak üzereydim.
Cereyana kapılmışım gibi uzaklaşırken Karan da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. Cebinden telefonunu çıkarıp sesini kapadı. Yüzüme son bir kez daha baktıktan sonra tek kelime etmeden odamdan çıktı.
Az önce ne yaşanmıştı öyle?
***
Aslında bölüm daha devam ediyor ama artık devamını da önümüzdeki cuma günü yayınlarım. :D
Yakınlaşmalarını okumayı çok seviyorum. <3
Hepinize de iyi seneler diliyorum. Umarım sizin için en iyi olacak olan kapılar karşınıza çıkar. Kocaman öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |