
*Devin*
Ertesi sabah kısık sesle çalan bir müzikle uyandım. Bir türküyü andırıyordu ama bildiğim bir dilde değildi. Slav kökenliydi sanırım ve o anda Karan’ın bana piçita dediğini hatırladım. Aynı dil miydi?
Şarkı bitti ve yeniden başladı. Ne kadar süredir aynı şarkıyı dinlediğini tahmin etmem imkansızdı. Gitarın tatlı melodisi ağır ağır başladı ve sonra kadının yumuşak sesi araya girdi.
Sözcükleri telaffuz edemedim ama sesin geldiği yere doğru yürümeye başladım. Karan odasında değildi. Salonda da değildi. Mutfağın girişinde durdum. Dikkat çekmemek için hareketsiz kaldım çünkü Karan elinde çırpıcıyla bir kabın içindeki malzemeleri karıştırıyordu. Hareketleri düzenliydi. Şarkı yükseldi, ardından sakinleşti. Karan karıştırmaya devam etti. Şarkı bir kez daha bitip yeniden başladığında bunun sandığımdan çok daha uzun süredir devam ettiğini düşünerek mutfağın içine doğru bir adım attım.
Karan hareketi algılayıp bana döndüğünde elindeki çırpıcıyı bıraktı.
“Seni uyandırdım mı?”
Tezgâhın üzerine bıraktığı telefonuna yürüyüp müziği durdurdu ve minik hoparlörden gelen ses kesildi.
“Hayır. Uyandıktan sonra müziği fark ettim. Bu hangi dil?”
“Boşnakça.”
“Çok güzel bir şarkı.”
Gözleri üzerimde olsa da aklı burada değildi. Kafasını evet, der gibi salladı.
“Bu dinlediğim şarkının orijinali değil ama annemin sesi bu kadına çok benzerdi. Orijinal halinde müzik daha hareketli ama annem kelimeleri aynı böyle ağırdan alarak çıkarmayı severdi.”
Onu özlediğini görebiliyordum. Ne zaman kaybetmişti? Ya babası? Kardeşleri? Karan’ın bu hayatta yalnız olabileceğini fark etmek beni beklediğimden daha çok üzdü.
“Annen Boşnak mıydı?”
Karıştırdığı harca döndü. Dolaptan bir borcam çıkarıp karışımı içine döktü.
“Orada doğmuş ama on yaşına gelmeden Ankara’ya göçmüşler.”
“Dilini unutmamış mı?”
Belli belirsiz gülümsedi.
“Unutmuş ama sık sık diline özgü müzikleri arar bulurdu. Şarkı kulağa eski gibi geliyor ama aslında iki binli yılların başında çıkmış. Annem duyduğu ilk anda şarkıya bayılmış. Dilinden neredeyse hiç düşmezdi. Özellikle mutfaktayken.”
Mutfaktayken ve muhtemelen kek yaparken...
Kalbim acıyordu. Yanına gidip ona dokunmak, bu koca adamı kollarımın arasına almak gibi yoğun bir istekle dolup taştım.
“Onu kaybedeli çok oldu mu?”
Sadece kafasını salladı.
“Peki, şarkının sözleri güzel mi?”
“Jutros Mi Je Ruza Procvjetala.” Yutros mi ye roja protsviyetala. “Bu sabah gülüm açtı,” dedi. Gerisini Türkçe söylemeye devam etti. “Gülü izleyip ağlamaya başladım. Gülüm, gençliğimi verdim sana. Gözyaşlarımla suladım seni.”
Gözlerim doldu. Kelimelerin anlamları değil Karan’ın her bir kelimeye yüklediği duyguydu beni bu hale sokan. Telefona gidip müziği yeniden çalması için başlattım. Ağlamak ve kederine eşlik etmek istiyordum. Elinde kaskatı duran borcama uzandım. Açmış olduğu fırının içine yerleştirirken kadının tatlı sesinde kendimi kaybettim.
Güller. Dövmeleri. Artık daha anlamalı olamazdı.
Fırınının kapağını kapadığımda Karan’ın elleri ellerimi kavradı. Beni kendine çevirip yüzüme bakarken, bakışları tarif edemeyeceğim bir sürü duyguyla doluydu.
“Benim için mi ağlıyorsun?” diye sorarken sesi şaşkınlığını kolayca ele veriyordu.
“Bu durumda daha çok annen için ağladığım söylenebilir,” diye cevap verdim.
“Tanımadığın bir kadın için.”
“Şarkı yüzünden,” derken gözleri içimi delip geçen bakışlarından kaçırdım. Bir elimi bırakıp yüzüme uzandı. Başparmağı az önce akmış olan gözyaşının üzerinden geçti.
“Gözyaşlarını daha değerli insanlar için harcamalısın, ptičica.”
“Herkes kendisi için gözyaşı dökecek birini hak eder.”
Yutkunurken hareket eden âdem elmasına odaklandım. Gözlerindeki acı, keder, kaybolmuşluk ve şimdi, benim sözlerimle beliren kıvılcım sindirebileceğimden çok daha yoğundu.
“Devin...”
“Piçita ne demek?” diye sordum.
“Küçük kuş,” diye mırıldandı. Sonra aynı dün akşamki gibi beni bırakıp arkasını döndü. Yarattığı dağınıklığı toplamaya başlamadan önce müziği kapattı.
Ona, bana neden böyle seslendiğini sormak istesem de çenemi tuttum. Daha fazla yarayı deşmek istemiyordum.
Yanında durup ne yapacağımı bilemediğim için mutfaktan ayrıldım. Bir yandan aklımda Boşnak türküsü yankılanıyordu, diğer yandan hiç tanımadığım bir adama karşı hissetmeye başladığım duygularda boğuluyordum.
***
Kek çok güzel olmuştu. O sırada fark etmemiştim ama sanırım içine limon kabuğu rendelemişti. Kokusu şimdi daha baskındı ve tadı ağzımın içine yayılmıştı. Yanında irice bir kupa dolu kahveyle beraber iki dilimi saniyeler içerisinde mideye indirmiştim. Televizyonun karşısında, kucağımda laptopla takılıyordum. Pazartesi günkü programda Laçin’e söylediğim gibi ihanetten bahsetmek istediğime emin değildim. Alternatifler bulmaya ve kendimi hazır hissetmeye çalışıyordum.
“Birazdan bir arkadaşım gelecek,” dedi Karan. Yanları cepli, siyah pantolonunun üzerine, yine siyah uzun kollu bir tişört giymişti. Ceplerinin içinin dolu olduğunu görebiliyordum. Bıçak mı taşıyordu? Silahı neredeydi? Silahı olan bir adamla aynı çatı altında kalıyor olmama ne demeliydi?
“Ben de bir arkadaşımı çağırayım mı?” diye sordum alayla. “Çifte randevuya çeviririz.”
Kaşlarını çattı. “Senin tanışman için onu çağırdım çünkü bundan sonra benim olmadığım zamanlarda senin gölgen olacak. Orada olduğunu bileceksin ama genelde görmeyeceksin. İhtiyacın olduğu anda müdahale edebilmek için oldukça yakınında duracak. O yüzden ona iş yerine bir giriş kartı çıkartman iyi olur.”
“Ne?”
“Bunu biz de yapabiliriz tabii ama senin Erdem’i arkadaşın hatta stajyerin gibi tanıtman daha iyi olur. Böylelikle neden yanında olduğunu sorgulamazlar.”
“Genelde görmeyeceğimi söylememiş miydin?” diye sordum. Bir korumayla gezecek olma düşüncesini sindirmeye çalışıyordum.
“Bu durum değişkenlik gösterecek. Korunmaya ihtiyacın olacak kadar önemli bilgilere sahip olduğunu alelade göstermemiz aptallık olur. Ama iş arkadaşınla takılmana kimse yeterince dikkat etmez.”
“Onu öylece iş yerine sokamam.”
“Sokabilirsin. Sen yapamıyorsan, ben yaparım.”
“Bunu nasıl yapacaksın?” Bana, Ciddi misin? der gibi baktı. “Mustafa Bey, umursamayacaktır,” diye kabul ettim. “Özellikle para vermeyecekse, ama Laçin’le Deha’ya yalan söyleyemem.”
“Söyleme. Arkadaşlarınla yakın olduğun için onlar da günü gelince tehlike altına girebilirler. O yüzden Erdem’e güvenmeleri iyi olur.”
Salondan çıkıp mutfağa gitti. Elinde kendisi için doldurduğu bir kupayla salona döndü. Tam oturacakken kapı çaldı.
Nedensizce gerildim.
Bir katille aynı evde kalıyordum. Onunla yemek yiyor, kahve içiyordum. Hatta biraz ileri gidecek olursak, beraber kek yaptığımızı bile söyleyebilirdim. Evimde kalamıyordum. Airbnb evinde de kalamıyordum. Otelde kalamıyordum. Ailemle ve arkadaşlarımla kalamıyordum. Seçeneklerim elimden alınmıştı. Onun kontrolü altında olmadan kimseyle görüşemeyeceğimi de Karan açıkça belirtmişti. Şimdi de işe özgürce gidip gelemiyordum. Her hareketimi takip eden birinin varlığına alışmam bekleniyordu.
Tüm bunların yanı sıra ne iş yaptığı belirsiz bu adama karşı istemsizce ama yoğun bir çekim duyuyordum ve bu, beni her şeyden daha çok korkutuyordu. Stockholm Sendromu yaşamak için gerekli içeriğe tam olarak sahip değildim. Ne olursa olsun beni kaçırmamıştı. Telefona ve internete erişimim vardı. Peki, benim hissettiğim hangi sendromun içine giriyordu?
“Gel,” dedi Karan. Salona girerken peşinden genç bir çocuk girdi. Daha doğrusu benim yaşıma yakın biri demeliydim. Sadece Karan’dan daha gençti. Hafif bir gülümsemeyle bana bakıyordu.
“Selam,” dedi sağ elini havaya kaldırıp.
“Selam.”
“Pazartesi sabah burada olacak. Radyo binasına kadar seni geriden takip edecek. Sen oraya vardıktan sonra seninle orada buluşmak için anlaşmış gibi gelecek ve beraber onun için kart çıkaracaksınız. İçeride yanından hiç ayrılmayacak. İşin bittiği andan itibaren de senden önce binadan çıkıp etrafın güvenliğinden emin olacak. Sana çıkman için mesaj gönderecek. Aynı işe gittiğiniz gibi peşi sıra eve döneceksiniz.”
Erdem sırıtarak, “Tamam, patron,” derken ben, “Emredersiniz,” dedim.
Karan’ın baskın varlığı sinir bozucuydu. Bana, “Sana durumun ciddiyetini sürekli hatırlatmak zorunda kalmak istemiyorum,” dedi.
Gözlerimi devirip sessiz kalmayı tercih ettim.
“Stajyer olmak için yeterince küçük durmuyor,” dedim surat asarak.
“Yirmi iki yaşındayım ama gerekiyorsa daha küçük olduğumu kanıtlayacak başka bir kimlik ayarlayabilirim.”
Omuz silkip, “En azından benden küçüksün,” diye kabul ettim. “Laçin ve Deha’ya senin gerçekte kim olduğunu söylememiz lazım ama onlara evde olanlardan bahsedemem.”
“Bahsetmemelisin zaten,” dedi Karan kararlılıkla. “Onların güvende olmasını istiyorsan neler bulduğunu bilmemeliler.”
“Erdem’in varlığını nasıl açıklayacağım?”
“Her şeyi söylemek zorunda değilsin. Eymen’in davası sonuçlanana kadar güvende olman için sağlanan bir destek olduğunu söyle.”
“Kim tarafından? Polis mi? Bu daha tehlikeli olmaz mı?”
Kafasını iki yana salladı. “Polisi karıştıramazsın. Aile dostun olduğunu söyleyebilirsin, babam ayarlamış olsun. Bilmiyorum, Devin. Arkadaşlarını sen daha iyi tanıyorsun. Durumu kabullenmelerini sağla, yeter.”
Ayağa kalkıp Erdem’in karşısında durdum. İçinde bolca sarı olan açık kahve saçları, sıcak kahverengi gözleri, tıraşlı temiz yüzüyle Karan gibi bir adamın yanında hayal edeceğim son insan olabilirdi. O... çok normaldi. Genç bir üniversite öğrencisi gibi duruyordu, bir katilin ekibinde yer alacak biri gibi değildi.
Elimi uzattım, tutup sıktı. “Memnun oldum, Erdem. Yardım ettiğin için teşekkür ederim.”
“Benim için bir zevk,” dedi çapkınca sırıtarak. “Gerçekten.”
Karan kafasının arkasına bir tane patlatınca gülmemek için dişlerimi sıktım. Onları orada bırakıp salondan çıkarken Erdem’in, “Senin için çok genç değil mi?” diye sorduğunu duydum. Sesinden güldüğü belli oluyordu.
“Aramızda on yaş var, geri zekalı. Ayrıca seni ilgilendirmez. Kapa çeneni.”
“Tamam, patron.”
“Ciddiyim, Erdem. Bunun son işin olmasını sağlarım, ayağını denk al.”
“On yaş gerçekten de çok değil,” dedi Erdem. Ardından bir boğuşma sesi geldi. Erdem’in kahkahası yükseldi. Dönüp bakmak istedim ama dikkat çekmemek için odama yürümeye devam ettim. Yüzümde uzun zamandır olmayan bir gülümseme vardı ve kalbim nedense sıcacıktı.
***
Erdem'i sevdiniz mi? Umarım şimdiden sevmeye başlamışsınızdır çünkü onunla da ilgili planlarım var. <3
Bir süre sonra bu planımı da açıklayacağım, açıkçası kendisi için çok heyecanlıyım. :D
Karan'ı birazcık daha tanımışsınızdır diye düşünüyorum. Piçita çok tatlı değil mi? <3<3<3
9. bölümle haftaya görüşürüz. İnstagram'da beni bulursanız oradan da Whatsapp kanalına geçiş yapabilirsiniz. Sıkça alıntı atmaya çalışıyorum.
IG - zeynepisiklar
IG - zeynepinkitapligi_
tiktok - zeynepisiklar_
Yorumlarınızı bekliyorum, öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |