
*Devin*
Hafta sonunun son gününü elimizden geldiğince birbirimizden uzak geçirdik. Anneme gitmek istedim ama Erdem’in de kendisinin de işleri olduğunu söyleyerek beni reddetti. O yüzden annem ve babamla görüntülü konuştum. Gelmek isteyeceklerini bildiğim için bu ara kafamın çok dolu olduğunu, müsait olduğum ilk an benim onların yanına geleceğimi söyledim. Annem ikna olsa da babamın bana şüpheyle baktığını görmüştüm, yine de sessiz kaldım. Babam uyanık bir insan olmasaydı, adından söz ettiren o başarılı gazeteci olamazdı.
Tüm sabah pinekledim. Öğlen yine Karan’ın hazırladığı makarna ve salatayı yedikten sonra arka arkaya iki tane film izledim. Karan’ı tahminen saatte bir görüyordum; o da odasından mutfağa ya da mutfaktan odasına geçerken oluyordu. Akşam da aynı şekilde geçti. Benimle yemedi. Yemek yiyip yemediğinden bile emin değildim. Uyumadan önce tuvalete gidecekken odasından çıktı. Beni tuvaletin girişinde görünce bir an durdu sonra iyi geceler, diye mırıldanıp odasına geçti. Neden benden kaçtığını bilmiyordum ama bir tahminim vardı. Ben de içten içe ondan kaçıyordum çünkü yan yana geldiğimizde coşan duygularım korkutucuydu.
Ertesi sabah erkenden uyandım. Duş alıp hazırlandım. Dar siyah kotumun üstüne içi yumuşak tüylü kırmızı sweatshirt giydim. Saçlarımı kurutup açık bıraktım ve günler sonra hafif bir makyaj yaptım. Laptop’u yanımda taşımaya korktuğum için sorulara ve çalacağımız parçalara ait listeyi telefonuma attım. Salona geçtiğimde Karan hazır bir şekilde beni bekliyordu.
“Erdem’le gideceğimi sanıyordum.”
“İş yerinde pusuda bekleyen birileri olup olmadığını bilmiyoruz. Birkaç gün ekstra dikkatli olmalıyız.”
Kafamı salladım. İtiraz etmem için bir neden göremiyordum.
“Tamam, çıkalım mı?”
“Hadi.”
Evden çıkarken alarmı aktif etti. Panik butonumun yanımda olup olmadığını kontrol ettikten sonra laptop’u evde bırakmak yerine kendi yanına aldı.
“Ben de sana yanına almamanı söyleyecektim.”
“Onunla gezmek korkutucu geliyor. Her şeyi yedeklediğini düşünerek silmeyi düşündüm ama bu sefer kanıtlamam gerekirse bu sorun yaratır diye emin olamadım.”
“Silsen de fark etmezdi. Birçok şey kurtarılabilir ama bir ihtimal polise vermen gerekirse hiçbir şeyin dokunulmamış olması daha iyi. Şimdilik dursun. Sonra muhtemelen hepsini yok edeceğiz.”
Apartmandan çıkarken benden önce davrandı, dışarı çıkıp çevreye bir göz attı. Kimsenin benim burada olduğumu bilmesi bence mümkün değildi ama ben ne bilecektim ki?
Geriye çekilip geçmem için yol verdi ve elini belime koyarak beni yönlendirdi. Avucu belimin çoğunluğunu kaplamıştı. O çok iriydi ve bunu bu şekilde fark etmek tüylerimi diken diken etti. İstemsizce ona baktığımda gözleri üzerimdeydi. Koyu ve sık kirpikleri yeni doğan Güneş’in altında ela gözlerine gölge düşürüyordu. Dudağındaki yarayı yaladı. Bakışlarım dudaklarına oradan da boynundan taşan dövmelerine kaydı. Altında ne sakladığını bildiğim için karnım kasıldı.
“Gidelim,” dedi boğuk bir sesle. Telaşla önüme dönüp yürümeye başladım.
“Metrobüse mi bineceğiz?”
“Hayır, arabam iki sokak arkada.”
“Neden?”
“Her zaman senden daha önde birileri olabilir. İşimi şansa bırakamam.”
Karan benim adıma çevreyi dikkatle inceleyerek yürürken ben ağaçların çiğ vurmuş kokusunu soluyarak onu takip ettim.
“Kendi arabamı alabilecek miyim?” diye sordum umudum olmamasına rağmen.
“Takip etmesi kolay olur. Ayrıca nereye bomba koyacaklarına özellikle işaret etmememize gerek yok.”
Attığım son adımda tökezledim. Bomba mı?
“Bomba mı?” diye tısladım.
Durmamı istemiyordu, yürümem için elini bir kez daha belime koydu.
“O gün evine girenler kimdi hâlâ bilmiyorum, Devin. Ne yapabileceklerine, güçlerinin nelere yeteceğine, ne kadar kötü olabileceklerine dair henüz bir fikrim yok. Ama o gün seni takip eden üç adam vardı, senin peşinden evine giren üç adam. Bu azımsanacak bir şey değil.”
Vücudum korkuyla gerildiğinde sanki bunu hissetmiş gibi belimde duran elini hafifçe hareket ettirdi. Beni okşuyor muydu? Dokunuşuna yaslanmak yapacağım en kolay tercihlerden biri olurdu.
Silkinip adımlarımı hızlandırdım.
“Durumu küçümsemiyorum. Eşim gözlerimin önünde öldü,” dedim sinirle. Çenesini sıktığını gördüm. “Sonra da adamın biri evime giren üç adamı gözünü kırpmadan öldürdü.”
“Ne yapılması gerekiyorsa onu yaptım,” dedi aynı soğukkanlılıkla ve haklıydı, bunun için ona minnettardım. Sadece bunu göstermeye korkuyordum. Benim için adam öldüren birine minnet duymak ancak filmlerde başınıza gelebilecek kadar ütopik bir durum gibi görünüyordu.
“Radyo binasına park ettiğimde arabamı değiştirdiğimi görmeyecekler mi?”
“Haftada üç gün gideceğin için park yerlerini değiştirmek sorun olmaz. Arabadan indiğini görmemelerini sağlayacağız.”
Acıkmıştım. Henüz kahve içmemiştim ve şimdiden başım ağrımaya başlamıştı.
“Bu çok fazla iş gibi duruyor.”
“Birkaç hafta tedbiri elden bırakmayalım.”
Birkaç hafta mı? Bu işin ne kadar uzun süreceğini düşünüyordu? Kendimi aşırı yorgun hissederek iç çekince, beni durdurdu. Ara sokaktaydık. Etrafta kimsecikler yoktu. Serin rüzgâr ara ara yüzümü yalayıp geçiyor, kulaklarımı ve burnumu üşütüyordu. Uzanıp çenemi kavradı ve gözlerimiz buluşana kadar kaldırdı.
“İdeal bir durum olmadığını biliyorum ama senin için elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Hayatta kaldığından ve güvende olduğundan emin olduğum zaman eski konforuna ulaşacaksın. Biraz sabret olur mu?”
Bu havada parmakları nasıl bu kadar sıcak olabiliyordu? Çenemi okşayışı belli belirsizdi ama yarattığı etki devasaydı. Dokunuşuna eğilmek, kendimi onun sarsılmaz görünen vücuduna bastırmak istiyordum.
Hiçbir zaman korunmaya ihtiyacım olduğunu düşünmemiştim. Hiçbir zaman birinin kanatları altına girip saklanmak istememiştim. Ben yeterliydim, güçlüydüm. Oysa şimdi, tek başıma kalma fikri rahatsız edici geliyordu. Karan’ın gücüne ve varlığına ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Bunu bana o mu yapıyordu? Beni bir zamanlar Eymen’in yaptığı gibi manipüle mi ediyordu? Sahte bir güvenlik algısıyla durumu çarpıtıyor muydu? Bilmiyordum. Yine de hayatımda ilk defa, eğer Karan yanımda olursa, gerçekten güvende olacağıma inanıyordum.
Bir katile güveniyordum.
***
Karan’ın arabası bir tankı andırıyordu. Parlak siyah boyası obsidiyen gibi parlıyordu. Camlar da tıpkı gözüme ilişen her alanı gibi siyahtı. Ön cam hariç ama o da karartmalıymış gibi duruyordu. Binmek için yardıma ihtiyacım olacak kadar büyük değildi belki ama yine de tıpkı Karan gibi kocamandı. Köşeli, keskin hatları yine tıpkı Karan gibi sert bir imaj çiziyordu. Logosunu görmüştüm; Mercedes’ti ve Karan benim hayran hayran baktığımı görünce bu arabanın G500 olduğunu söylemişti. Onun sert yapısına fazlasıyla ters duran çocuksu bir sırıtmayla para harcamaya değer birkaç bir şeyden biri, diye belirttiğine göre belli ki fazlasıyla pahalıydı. Yalnız kaldığım gibi sitesine girip bakacaktım. Karan’ın ne kadar parası vardı? Katil olmak kazandırıyor olmalıydı.
Arabayı radyo binasından iki bina aşağısında bir otoparka park ettikten sonra Karan’ı arabasının yanında bıraktım. Gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ama dönüp bakmadım. Serin havada attığım hızlı adımlarla Erdem’in yanına vardığımda kafam hala bulanıktı.
Erdem, yüzünde yine aynı sıcak gülümsemesiyle beni bekliyordu ve bu gülüşü bulaşıcıydı. “Günaydın,” dedik aynı anda. Bir kez daha onun beni nasıl korumayı başarabileceğini algılamakta zorlandım. Böyle bir iş için fazla masum görünüyordu. Sanki düşüncelerimi okumuş gibi, “Görünüş aldatıcıdır,” dedi. “Bunu biliyor olman lazım.”
“Biliyorum,” diye kabul ettim. “Bir ihtimal polis olabilirsin,” derken polisi fısıltıyla söylemiştim. “Gizli görevler için uygun görünüyorsun ama daha fazlası için... Yani Karan’ın yaptığını gördüğüm şey gibi işler için...”
“İnan bana gerekli motivasyona sahip neredeyse herkes birinin canını kolayca alabilir.”
İçeri girmem için işaret ettiğinde otomatik kapıların önüne geçtim. Resepsiyondaki kızlar Betül ve Dilara, bu binadaki üç ayrı şirketin işlerine bakıyordu. Beni görünce ikisi de hevesle ama biraz hüzünle gülümsediler. Önce neden öyle baktıklarını anlayamadım ama sonra kocamı kaybettiğimi bildikleri için temkinli yaklaştıklarını fark ettim. Bu gerçeği unutuyor muydum yoksa gereğinden daha büyük bir hızla alışıyor muydum?
“Günaydın kızlar,” diye onları selamladım. “Nasılsınız?”
“Biz iyiyiz,” dediler aynı anda. “Sen nasılsın?”
“İyiyim, iyiyim. Sağ olun.” Erdem’i gösterdim. “Staj için bir süre benim gölgem olarak gezecek bir arkadaşım var. Ona hızlıca bir giriş kartı çıkarır mısınız?”
Mustafa Bey’den değil de benden gelen bu istek karşısında şaşırsalar da itiraz etmediler. Ona şimdi içeri girebilmesi için misafir kartı verip program sonunda ana kartı teslim edeceklerini söylediler. Erdem kimliğini çıkarıp kızlara en çekici gülümsemesiyle bakarken, çapkın bir üniversite öğrencisinden fazlası gibi görünmüyordu.
Turnikeden geçmeden önce Dilara, “Başınız sağ olsun,” diye fısıldadı. Şu an kadar söylemekle söylememek arasında kararsız kaldığı belliydi. Ona hızlıca teşekkür edip yoluma devam ettim. Eymen’in yokluğunun beni üzmek yerine sinirlendirmesini sindirmekte hâlâ zorlanıyordum.
İhanet.
Programın konusu başından beri belliydi. Boşuna başka arayışlara girmiştim.
Asansöre bindiğimizde, “Kim olsa senin yerinde benzer şeyleri hissederdi. Kendine yüklenme,” dedi Erdem. Ona bir kez daha şaşırarak baktım.
“Zihin okuyabilmeniz için bir ilaç falan mı üretildi? Karan da aynı ilaçtan kullanıyor mu?”
Kahkahası güçlü ve sevecendi.
“Hayır, bu benim süper gücüm.”
Sırıttım. Karan’ın seçtiği kişinin Erdem olmasına sevinmiştim. Belki de başka seçeneği yoktu ama Erdem’le hareket etmek sandığımdan daha keyifli olacağa benziyordu.
“Benim süper gücümse seneler boyu gerçeklere karşı kör kalmak olabilir.”
“Senin süper gücün, devam etmek,” dedi. “Durmadın. Pes etmedin. Yıkılmadın. Devam edecek kadar cesursun.”
Burnumun direği sızladı. Halbuki bu an hiç de duygusal değildi. Bana ne oluyordu?
“Susman gerekiyor,” diye mırıldandım. Gülümsedi.
“Arkadaşlarına ne söyleyeceğine karar verdin mi?” diye sorarak konuyu değiştirdi.
“Babamın ısrarcı olduğunu söyleyeceğim. Onu tanıman gerekmiyor. Araya birilerini sokmuştur. İsimlere de gerek yok.”
“Tamam.”
Asansör yedinci katta durduğunda peş peşe indik. Bu kat tamamen Radyo Mavi’ye aitti. Mustafa Bey, tuhaf bir adamdı. Ofise mavi tonlarının hâkim olduğundan emin olmuştu. Duvarların yerden yukarıya doğru yarısı denizin koyu mavi tonlarını yansıtıyor, diğer yarısı gökyüzünü andırıyordu. Ofis masalarıyla stüdyomuzu bölen koridoru kaplayan duvarda yelkenlisinin deniz üzerindeki fotoğrafları yer alıyordu. Geçen sene ve önceki senelerde katıldığı Bodrum Cup gibi etkinliklerde çekilmiş fotoğraflardı bunlar. İçeride çok az insan vardı. Sabahın yedisinde daha yeni yeni gelmeye başlıyorlardı.
Erdem sessizce beni stüdyoya doğru takip ederken etrafı belli etmeden gözlemlediğini görebiliyordum.
“Çıkış noktalarına mı bakıyorsun?”
“Daha çok saldırı noktalarına,” diye cevap verdi kuru bir sesle. Bir kez daha güldüm. Bu durumu normalleştirirken aklımı kaybediyordum.
“Laçin seni hemen bağrına basacak. Deha ne yapar, emin değilim.”
“Erkeklerden hoşlandığı için mi?” diye sorunca şokla ona döndüm.
“Bunu nasıl bilebilirsin?”
Genişçe sırıttı.
“Hem tüm detayları bilmek istiyorum hem de duyacaklarımdan korkuyorum.”
“Merak etme, Devin. Seni korkutabilecek detayları senden saklı tutacağımdan emin olabilirsin.”
Kaşlarımı çattım. “Bunun beni rahatlatması mı gerekiyor?”
“Hadi,” dedi. “Geç kalacaksın.”
Deha kimliğini saklıyor değildi ama öyle alelade paylaştığı bir gerçek de değildi. Annesi onu desteklese de ailesinin geri kalanı bu konuda çok katıydı. O yüzden Deha özel hayatını gizli tutmayı tercih ediyordu. Erdem’in, dolayısıyla Karan’ın böyle bilgileri nasıl elde ettiğini merak ediyordum. Beni gizlice takip ederken mi öğrenmişti? Sokakta sevgilileriyle takılsak bile hiçbiriyle gözle görülecek yakınlık kurmazdı.
Stüdyonun kapısını açtığım gibi Laçin, üzerime atladı.
“Seni o kadar özledim ki! Beni yalnız bıraktığın için senden nefret ediyorum.”
“Ben de seni özledim,” dedim kollarımı ona dolayarak. Yoğun bir şekilde hindistan cevizi kokuyordu. Deha, sakin adımlarla yanımıza geldi. Laçin’i aradan çekip bana sıkıca sarıldı. O da yeni duştan çıkmış gibi şampuan kokuyordu. Tıpkı Laçin gibi o da ismini yansıtıyordu. Aslında çok iyi bir şarkı sözü yazarıydı. Zekası fazlasıyla parlaktı ama kendini bastırıyor ve ne kadar yetenekli olduğunu görmezden gelmeyi seçiyordu.
“Hoş geldin,” dedikten sonra saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. “Lütfen, beni bir kez daha bu kadınla yalnız bırakma.”
“Bırakmamaya çalışacağım.”
“Bu kim?” diye bağırdı Laçin.
Erdem etkileyici gülümsemesini sunarak beyaz dişlerini ortaya çıkardı. “Selam,” dedi. “Ben, Erdem.”
“Ve?” diye sordu Laçin temkinle.
“Babam Eymen olayı çözülene kadar yalnız kalmamdan rahatsız olduğu için Erdem’i devreye soktu.”
Deha’nın meraklı gözlerinin Erdem’i baştan ayağa incelediğini gördüm. Kısa bir süre sonra karar verecekti. Ya sevecek ya da sevmeyecekti. Erdem’in de Deha’yı süzdüğünü görmek benim için yeni bir sürpriz oldu. Benimle de flörtleşmemiş miydi? Bu da bir tür numara mıydı? Ona dikkatle bakarken gözlerindeki merak kıvılcımının sahte olamayacağına karar verdim. Gerçekten de hiçbir şey göründüğü gibi değildi, değil mi?
Erdem, Deha’ya selam verir gibi kafasını salladı. Deha’nın kabul ettiği anı gördüm. Yeşil gözleri irileşti ve koyulaştı. Yutkundu. Kafasını sallarken tereddütlüydü ama etkilenmişti.
“Bir tür koruma gibi mi?” Laçin ellerini Erdem’in kollarına uzattı. “Koruma olamayacak kadar tatlı görünüyor ama.”
“Ben de aynı şeyi söyledim,” diye katıldım ona. “Ama babam güveniyor. Onların içinin rahat etmesini sağlamak için fedakarlıkta bulunmalıydım. Ya onlarla kalmaya devam edecektim ya da Erdem bir süreliğine gölgem olacaktı.”
“Düşünülecek hiçbir şey yok,” dedi Laçin hevesle. “Ben de hemen Erdem’i seçerdim.” Ona en parlak gülümsemesiyle baktı. Erdem, Laçin’e gülümsedi ama hayır, ilgisi Deha’daydı.
Vay canına.
Deha Erdem’den biraz daha uzun ve daha kaslıydı. Deha koyu kahve saçlarıyla, Erdem’in açık renkli saçlarının yanında daha çok bela gibi duruyordu. Aralarında hangisinin korumam olacağını seçmemiz gerekse elim Deha’ya giderdi ama işte, buradaydık. Biri masum bir radyocu diğeri bir katildi. Sanırım.
İkisinin yakınlaşmasına izin veremezdim.
Öksürerek aralarına girdim. “Sana çalmanı istediğim müziklerin listesini atmıştım ya... İlk listeyi devreye sokalım.”
Laçin, “Oooo,” diyerek ellerini çırptı heyecanla. “Demek ki ihanet hakkında konuşacağız.”
“Başka bir şey konuşmak şu an için sahtekarlık gibi geliyor.”
“İçimizdeki zehri atalım,” diyerek beni onayladı.
Deha bakışlarını Erdem’den zorlukla ayırıp camekanın arkasındaki odasına çekildi.
“Kulaklıklarınızı takın,” diye seslenirken gözü hâlâ Erdem’e kayıyordu. “Bir deneme yapalım.”
Bu sürecin bir an önce bitmesi gerektiğini fark ettim. Dengeler değişiyordu. Önce Karan’la aramızdaki çekim, şimdi Deha ve Erdem’in etkileşimleri... Bunların hiçbiri gerçekleşemezdi. Onlar, hiçbir fikrimizin olmadığı bir dünyanın içindeki insanlardı. Tüm bunlar bitince ne olacaktı?
Seneler boyu aynı günleri yaşamıştım. Eymen’i çoğu zaman yatakta bırakıp iş için hazırlanmış ve çıkmış, günümü daha çok arkadaşlarımla geçirmiştim. Neredeyse her günümüz birbirinin aynısıydı. Çalışır, sohbet eder, biraz daha çalışır, aynı mekânlarda takılırdık. Onların sevgilileri değişir, bazıları kısa süreliğine aramıza katılırdı ama son noktada yine üçümüz yola devam ederdik. Eymen’in varlığının ne kadar etkisiz olduğunu şimdi fark ediyordum ve bu acı veriyordu. Kendimi salak hissediyordum. Monoton geçen yılların ardından şu son birkaç ayda yaşadıklarım roller coaster etkisi yaratıyordu ve ben, bu adrenalini istediğimi sanmıyordum. Ya da kendimi kandırıyordum.
***
*Karan*
“Merhaba, arkadaşlar!” dedi Devin coşkuyla. Verdiği aradan sonra dönmüş olmanın onu heyecanlandırdığını daha ilk kelimesinden anlamak mümkündü. “107.2 Radyo Mavi’yi dinliyorsunuz. Bir süredir yoktum ve sizinle konuşmayı özledim. O yüzden uzatmadan Günümüz Aşkları’nda bugünkü konumuzu söylüyorum. İhanet!”
Devin’in canının yandığını onu görmeden bile hissedebiliyordum. Eymen’in yaptıklarını sindiremiyordu ama en çok da kandırılmış hissettiği için kendine kızıyordu.
Kulaklığın sesini yükselttim. Radyo binasının karşısındaki binaya çıktım. On iki katlı binanın terasına ulaşmak kısa sürdü. Birkaç gün önce radyo binasını çevreleyen tüm evleri kontrol etmiştim. Kimler yeni kimler eski biliyordum. Yeni olanlara daha çok dikkat etmiştim ve herhangi bir sorunla karşılaşmamıştım. Üzerine olduğum binaysa tertemizdi. Terasından başka kullanılabilecek tehlikeli bir noktası yoktu. Tabii biri gaza gelip de yaşayanlardan birinin evini basıp kendi pis işleri için kullanmazsa, ki bu da zaten gereğinden fazla dikkat çekerdi.
Bugüne kadar en sevdiğim silahlarımdan biri olan McMillan’ımı kurdum ve benim gibi Devin’i takip eden birileri var mı izleyemeye başladım.
Bu silah Gölge’nin bana verdiği en zevkli şeylerden biriydi. Ordudayken bir kere kullanma fırsatım olmuştu ama şimdi birçok yere benimle geliyordu. Genelde işlerimi yakın mesafeden halletmeyi severdim ama birilerini seyredip hızla harekete geçeceksem bu tüfekten daha iyisini düşünemezdim. Etkili menzili iki kilometreydi ve işimi fazlasıyla görürdü ama ulaşabileceği en uzak mesafe yedi kilometreydi, bu da parti demekti.
Sağdaki binanın temiz olduğundan emin olunca sola döndüm, Devin’in, “Konuşmaya başlamadan önce sizi ilk şarkımızla baş başa bırakıyorum. Justin Timberlake – Cry Me River,” dediğini duydum.
Bu sözleri Eymen’e söylüyor olmasının imkânı yoktu. En azından tamamını.
You were my sun.
Siktiğimin güneşi mi?
You were my earth.
Ve siktiğimin dünyası.
Hayır. Devin’in Eymen’i kendisi için böyle bir yere koyduğuna inanmıyordum. Onun gözlerinin içine baktığımda bir zamanlar bir adamı sevmiş olduğunu görebiliyordum. Acı çektiğini, ihaneti sindiremediğini ve bundan sonrası için hissettiği belirsizliği rahatlıkla görebiliyordum. Ama hayır. Eymen onun ne güneşi ne de dünyası değildi. Buna inanmıyordum. Müziğin sesini Devin’in konuşmaya döndüğünü anlayabileceğim kadar kıstım.
Umarım tüm program bu boktan şarkılarla geçmezdi. Düzenli olarak etrafı tararken Devin, döndü.
“Çoğumuz ihanet deyince sadece fiziksel aldatmayı düşünüyoruz ama ihanetin birçok yüzü var aslında, değil mi? Hayal kırıklığına uğradığınız, aradaki güvenin zedelendiği durumlar da ihanet sayılmaz mı? Hemen bir dinleyicimize soralım. Merhaba!”
“Merhaba,” dedi tiz sesli kadının biri. “Tam olarak buna benzer bir şey yaşadım,” diyerek direk konuya girdi. “Eşim fiziksel olarak beni aldatmadığına yeminler etti ama başkalarına hislerini açtığını bizzat gözlerimle gördüm. O kadına dertlerini anlatan mesajlarını okudum. Benden sakladığı duyguları bir başkasına açması beni çok kırdı. Sizce bu ihanet mi?”
O adamın karısını aldattığından yüzde doksan dokuz emindim. Hiçbiri sadece duygularını açmakla yetinmezdi. Siktiğimin aptalları.
“Seni anlıyorum,” dedi Devin yumuşak bir sesle. “Bana göre ihanetin özü karşılıklı güvenin sarsılmasıdır.”
Kadın biraz daha derdini açtı. Devin beklediğimden daha sakin bir tempoda konuşmayı sürdürdü. Nedense bir noktada patlamasını bekliyordum.
“Her yalan bir tür ihanettir,” dedi bir başka dinleyici. “Partnerimin arkamdan iş çevirmesi beni aldatmasından farksız. Güven sadece sadakatle değil, dürüstlükle ilgilidir.”
Haklıydı ve Devin’in cevabını merakla bekledim. Bir anlık sessizlikten sonra Laçin, “Şimdi sırada Carrie Underwood’dan Before He Cheats’i dinliyoruz,” diye araya girdi. Şarkı seçimine güldüm. Sanki anı yumuşatmak ister gibi bir hali vardı.
Devin’in yanında olmak için büyük bir istek duyarak stüdyonun olduğu kata kör gözlerle baktım. Ses yalıtımlı odanın içinde oldukları için dışarıya bakan bir pencereleri yoktu.
“Sevgili dinleyiciler, az önce içinizden biri dedi ki: ‘Her yalan bir ihanettir.’ Bu gerçekten güçlü bir cümle. Yalanların ne kadar incitebileceğine yakın zamanda tanık oldum. Tanıdığınızı düşündüğünüz birini aslında tanımadığınızı fark etmenin ne kadar zorlayıcı olduğunu gördüm. Hem aldatıldım hem de kandırıldım ve hangisinin daha acı olduğunu düşünürken en çok da kendime kızdım. Bazı şeyleri görmek istemiyoruz sanırım. Aslında hiçbir şey beklemediğimiz bir anda olmuyor, değil mi?”
Nefes aldığını duydum. Laçin’in devreye girmesini bekledim ya da başka bir dinleyiciye bağlanmalarını ama Devin, “Sohbetimize canım arkadaşım Laçin’le devam edeceğiz,” dedi. “Ancak önce Sam Smith dinliyoruz. I’m Not the Only One.”
Beklediğim patlama daha çok bağırış ve küfür içeriyordu aslında ama ya kendi kendini durdurmuştu ya da arkadaşları ona destek olmuştu. Ellerindeki metinde ne yazıyorsa Devin’in o metnin dışına çıktığı belliydi. Programa devam etmeyeceğinden emin olduğum için Erdem’e mesaj attım; arabanın nerede olduğunu yazdım. Erdem tamam emojisi gönderdi.
Kulaklığımı çıkarmayı unuttuğumu fark ederek şarkıyı dinledim. Gerçekten kendisinin yeterli olmadığını mı düşünüyordu?
Devin’in Eymen’siz çok daha iyi olduğunu ona göstermek gibi anlamsız bir arzuyla dolarken, silahımı toplayıp çantasına kaldırdım ve otoparka inmek için terastan ayrıldım.
***
Ah, Karan... Eymen de kimmiş? :(
Hem Karan'lı hem de Devin'li bir bölümdü. <3
Peki, Erdem hakkındaki düşünceleriniz neler? O benim için özel biri olacak çünkü planlarım bozulmazsa onun da hikayesini okuyacaksınız. <3<3<3
Düşüncelerinizi yazın, öptüm. :*
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.19k Okunma |
303 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |