
HOŞGELDİNİZ!!
Sıkı tutunun ve gülmeye hazır olunn🍭
Başlama tarihiniz??
🪷
21.08.2024
🪷
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM BİR
Bir kurt bir tavşanı kovalıyor.
Bir kurt bir tavşanı yakalıyor.
Bir kurt bir tavşanı öldürüyor.
Bir efsanede anlatılırmış; kar gibi beyaz tüylü, sivri dişli, yüz insan gücünde yalnız bir kurt yaşarmış karanlıkların içinde. Karanlık öyle keskin olurmuş ki kurdun rengi siyah sanılırmış. Gerçi, o kurdu görebilmeyi başaran birkaç insan olmuş, sonra o insanlardan bir daha kimse haber alamamış.
Karanlıkta mı kaybolmuşlar yoksa onları kurt mu yemiş kimse bilmiyormuş. Bir gün bu kurt karanlığın içinde parlayan bir şey görmüş. Beyaz bir şey... bir tavşan. Küçük, cılız, korkak, güçsüz... kolay bir av.
Tavşan da kurdu görmüş o sıra. Korkmuş tabi. Ama kaçmamış çünkü korkudan ayakları çalışmaz olmuş. Kendisinden korkmadığını düşünen Kurt önce şaşırmış, sonra usulca tavşana yanaşmış. Sormuş; "Neden kaçmıyorsun?"
Bu tavşan biraz kurnazmış. Canını kurtarmak için yalan söylemeye başlamış. "Neden kaçayım? Beni yemeyeceksin sonuçta."
Kurt gülmüş. "Seni yiyeceğim." Demiş aksine. Daha çok korkan tavşan karşılık vermiş. "Beni yesen ne işe yarayacak ki? Sen kocamansın, ben senin karnını doyurmam, hiçbir etkim olmaz."
Kurt biraz düşünmüş. "Tadımlık olursun." Demiş en sonunda. Önü kapanan tavşan birkaç saniye Kurt'a bakmış. "Beni yersen çirkin olursun." Demiş ve eklemiş. "Bembeyazsın, beni yersen kirlenirsin."
Kurt yine gülmüş. "Tek lokmalıksın," demiş. "Seni, kanını akıtmadan yutabilirim."
Bu sefer gülen tavşanmış. "Çiğneyemeyeceğin bir lokma için hesaplar yaparsan büyük resmi kaçırırsın."
Kurt'un kaşları çatılmış. Sinirle hırlamış. Tavşan patisiyle Kurt'un arkasını göstermiş. "Orada bir geyik vardı, sen tek lokmalık bir av için hesaplar yaparken günlerce karnını doyuracak avı kaçırıverdin."
Kurt ardına bakmış. Guruldayan kanıyla "Ne zaman gördün?" diye sormuş.
"Az önce," demiş tavşan hemen. "Şimdi koşsan, yetişirsin." diye eklemiş. Kurt, tavşanın gösterdiği yere doğru dönmüş ve koşmaya başlamış. Sonra karanlıkta kaybolmuş. Korkudan ayakları tutmaz olan tavşan olduğu yere yığılarak derin bir nefes almış, sonra dönmüş durmuş karın içinde, kahkahalar atmış.
"Küçük hesapların yalanlarına da inanmamalısın." Demiş kendi kendine.
Derin bir nefes alarak kolumun altına aldığım oyuncak tavşana baktım. "Efsanenin devamını daha sonra anlatacağım." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Hadi iyisin, yine yırtın."
Arabamın arkasına doğru yürüdüm. Bagaja davranmadan önce kolumun altındaki tavşanı sırt çantamın kulpuna astım. Bagajı açıp zorlukla ağır valizimi çıkarttığımda derin bir nefes vermiştim. Şimdi, biraz tavşan olma vaktiydi. Sonuçta efsaneler boşuna anlatılmazdı. Her efsanenin verdiği bir ders olurdu. Valizimin uzatma kulpunu çekerek hayatımda ilk kez gördüğüm eve doğru yürümeye başladım. Kocamandı. İhtişamlı. Uzaktan oraya benim gibi bakan biri, kalabalık olduğunu düşünürdü. Bir sürü ışık yanıyordu. Kaç kişi olduklarını az çok tahmin edebiliyordum ancak yirmi dört yıl bir şeyleri değiştirmiş olmalıydı.
Hem bildiğim kadarıyla baktığım konağın sahipleri aşiretti. Bu da binlerce akraba demekti. Gözlerimi istemsizce devirdim. İçimdeki hisleri içimde kolay kolay tutabilen bir insan değildim. Ne hissetsem yüzümü yansıtırdım. Çantama astığım tavşanımı aldım ve yeniden kolumun altına sıkıştırdım. Arabayı park ettiğim yere dikkatlice baktıktan sonra önüme dönerek gözüme kestirdiğim eve doğru ilerledim. Biraz yürümek zorundaydım çünkü bu ara sokağa araba giremezdi. İki tane jilet gibi araba girişi kapatmıştı.
Gösteriş meraklıları!
Eğer bir şansım olmasını istiyorsam beynimdeki arsızı susturmam gerekiyordu. Susmayacağını biliyordum ama en azından işi hemen batırmamak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Hem ilk görüş önemliydi. Bir insanı ilk nasıl görürseniz sonraki her görüşte aklınıza ilk görünüşü gelirdi.
Ön izlenim dedikleri şey işte bu yüzden bu kadar dile dolanmıştı.
Etrafa kısa bir süre göz gezdirdiğimde kimseyi göremediğim için şaşırmıştım. Normalde bu tür insanların evinin etrafında korumalar olmaz mıydı? Aşiret filmlerinde hep öyle olurdu.
Gösteriş, para ve koruma!
Gaziantep hakkında bildiklerim sınırlıydı. Ne biliyorsam televizyondan biliyordum. Buraya gelmeden yöreyi tanıyabilmek için birkaç belgesel de izlemiştim. Ancak sorun şu ki gerginliğim yüzünden her birini unutmuştum. Boş sokakta kendi kendime mırıldanarak ilerlemeye devam ettim. Boğazımı temizledim, duruşumu düzelttim.
Onlara bu kadar yakınken deli gibi davranmamalıydım.
Evin... daha doğrusu konağın kapısının önünde durdum. Taş yol, taş merdivenler, ahşaptan olan ihtişamlı kapı daha çok gerilmemi sağladı. Valizimi sağıma doğru bırakarak önce saçlarımı, sonra kıyafetlerimi sonra yüzümdeki ifadeyi düzelttim. Gergindim, stresliydim, ağlayacak gibiydim ve bunların hiçbirini belli etmemeliydim.
Elimi kaldırdım ve tam kapıyı çalacakken içeriden bir gürültü koptu. Biri bağırıyordu. Kesinlikle doğru yere gelmiştim. Annem kavganın asla durmadığı bir yer demişti burası için. İçeriden yükselen ses yüzümü buruşturmamı sağladı.
"Ne diyorsun oğlum sen?! Cesedini çıkartırım burada senin!!"
Yutkundum.
Başka zaman mı gelsek?
Kafamı iki yana salladım. Olmaz! Gidersem bir daha gelmem. Bu şeyi bir kez yapacağım, anneme söz verdim. Sözümü tutacağım ve sonra kendi hayatıma geri döneceğim. Onlardan hiçbir beklentim yok... sadece bilmiyorum. Karşılaşacağım dünya benim için de sürpriz olacaktı. Kaldırmış olduğum yumruğumu kapıya indirdim ve ben bunu yaptığım an kapı uyguladığım kuvvet kadar açıldı.
Kapı açıkmış.
Kesin geleceğimi hissetmişlerdi. Önceden kapıyı açık bırakmış olmalarının başka bir sebebi olamazdı. Bıraktığım valizimi alarak kapıyı içeriye doğru ittim. Kapıdan çıkan cızırtılı ses oldukça rahatsız ediciydi. İlk adımımı eşikten içeri attım. Yüzüme kocaman bir gülümseme kondurdum. "Merhaba! Geceniz hayırlı olsun!"
Olmadı. Bu olmadı. Hiç olmadı.
Yüzümdeki gülümseme solmaya başladı.
İçerisi de amma kalabalıkmış. Bi' yirmi kişi kadar. Yutkundum. Hepsinin bana bakıyor olması sorun değildi, sonuçta bu evdeki herkesle tanışacaktım. Hem, beni bekliyorlar demiştim ya, bu bir karşılama olmalıydı.
Gözlerim bahçenin ortasında duran, uzun boylu, esmer, kirli sakallı adama kaydı. Gözleri... anneme benziyordu. Gülümsedim ama gülümsemem yüzümde çok fazla duramadı. Çünkü aşağıya doğru kayan gözlerim bir silah görmüştü. Hem bu kadar da değildi, o silah yerde kan içinde kalmış bir adama doğrultulmuştu.
Kan içinde kalmış bir adama. Zihnim bu gerçeği birkaç kez tekrar etti. Algılarım kapanmış olmalıydı. O kapıdan içeriye girdiğimde her şeyi görmeyi bekliyordum ama bu beklentilerimin arasında yoktu.
Takım elbiseli onlarca insan ortadaki beyaz gömlekli adamın çevresindeydi. Giydiği gömleğin ilk üç düğmesi açıktı ve beyaz kumaşta kırmızı kan lekeleri vardı. Çevresindekilerin her biri takım elbise giyiyordu. İstemsizce kendi üzerime baktım. Pembe puantiyeli beyaz bir elbise vardı üzerimde. Belimi korseye benzeyen bir kemer sıkıca kavrıyordu. Omuzlarım açıktaydı. Pembe bir valiz tutuyordum ve daha da kötü olan kolumun altında oyuncak bir tavşanın olmasıydı.
Bulunduğum ortam için on numara bir kombindi. Kendimi duruma alıştırmaya çalıştım. Elbette, ben bu tarz durumla alışkındım tabi ki. Alışkındım. Daha önce de böyle ortamlara girmiş, böyle adamlar görmüştüm.
Ölü olanı görmedin.
Yutkundum. Gerçekten ölmüş müydü? Manzaraya tanık olduğum için beni de öldürürler miydi? Gelecek tam zamanını bulduğum için kendimi içten içe tebrik ettim. Zaten başımı derde sokmasaydım işte o zaman şaşırırdım. Ağlayacağım şimdi! Böyle olmamalıydı!
Siyahlar içinde olan ve siyah bir silah tutan adam gözlerimi delmeye çalışırken korkutucu bir ses tonuyla sordu. "Sen kimsin!?"
Efsanedeki tavşan gibi korkudan ayaklarım donmuş olabilir miydi? Dilim de donmuştu! Ne diyecektim şimdi? Gülümsemeye çalışarak sordum. "Ben..." gözlerim yine yerdeki adama kaydı. Kan içindeydi. Fena dayak yemiş olmalı. "...yanlış bir zamanda mı geldim?"
Kaşları çatıldı. Aynı saniyelerde o gördüğüm yirmi kişilik karşılama alayından iki tanesi üstüme doğru gelmeye başladı.
Kaç!
Artık kaçamazdım. Adım attığım an beynime kurşunu yerdim. Karşımdaki adam belki abim olabilirdi ama sonuçta beni tanımıyordu. Yoktan yere onu kardeş katili yapacak değildim ya. Hem beni öldürürse vicdan azabından kendisi de ölürdü. İkimize de bunu yapamazdım.
Sağıma ve soluma geçen takım elbiseli adamlara baktıktan sonra tekrar çatık kaşlı abime döndüm. Canım abim ya, kardeşin kurban olsun sana! Nasıl da koruyor...
Kollarımı tuttuklarında gözlerim büyüdü. "Durun! Dokunmayın bana!" Sesim korkudan o kadar yüksek çıkmıştı ki yanıma yaklaşan adamlar da sesimden korkmuştu. İkisi de ellerini çektiğinde rahat bir nefes alabildim. Yerdeki öldüğünü düşündüğüm adam konuştuğunda daha da rahatladım. Düşündüğüm senaryo gerçekleşmeyecekti.
"Ağam, ben ettim sen etme!" Abim, elindeki silahı bana pis pis bakarak indirdi ve kendini havalı sanarak silahını beline yerleştirdi. Beni tutmak için davranan adamları umursamadan abime doğru ilerledim. O an bütün silahlar bana doğrultuldu.
Durmalıydım. Durmazsam ölecektim.
Durmadım. Bu saatten sonra ölmek bana koymazdı.
Abim, adamlarına herhangi bir emirde bulunmadı. Bu da demek oluyordu ki ilerleyebilirdim. İlerledim. Tam ortamızda kalan ve kanlar içinde olan enkazın üzerinden dikkatli bir şekilde geçerek abimin tam önünde durdum. Bana bakan garip bakışları durumun vaziyetini gayet net anlatıyordu ama ölmek vardı dönmek yoktu.
"Sen Emre misin?" diye sordum icap gereği. Onun Emre olduğunu biliyordum. Olmaması imkansızdı. Bu evrende annemin gözü bir bende bir de karşımdaki adamda vardı. Kaşları biraz daha çatıldı. Gözleri birkaç kez üzerimde gezindi ki genellikle tavşanımda takılıp durdu bakışları.
O yüzden tavşanımı daha sıkı tuttum. Şu an onun bir Kurt olduğunu düşünürsek tavşanım oldukça savunmasızdı.
"Burada olmak için geçerli bir sebebin yoksa kurşunu yiyeceksin beynine." Dediğinde güldüm. "Ya annem de çok şakacı olduğunu söylerdi. Öyleymişsin gerçekten!"
Kolumu sert bir şekilde tuttuğunda yüzümdeki ifade kaybolup gitti. "Ne diyorsun kızım sen? Kim soktu seni içeri?!"
"Şey... kapı açıktı." Dedim gayet açık bir şekilde. O an sesi etrafta yankılandı. "Hasan!" adamlardan biri, bize en yakın olanı, öne çıkarak saygı duruşuna geçti. "Emret, ağam." Dedi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ağam, diyordu.
Ağam.
Dünyanın en komik hitaplarından biri olabilirdi. Televizyonlarda falan rastlayınca bu kadar absürt gelmiyordu ama şimdi şahsen duymak belki de alışık olmadığım için komik hissettirmişti. Elbette böyle bir durumun içindeyken gülmedim.
"Nasıl girdi bu kız içeri?!"
Adamın yüzünde bir mahcubiyet gördüm. Sorunun kaynağı bendim, o yüzden cevap hakkı bana da düşüyordu. "Arabamla geldim, sonrası yürüyerek zaten." Bana sert bir şekilde baktı. Sustum. Sorunun asıl sahibi cevap verdi. "Ağam, siz herkesi avluya çağır deyince-"
Abimin gözleri döndü. "Ulan herkesi çağır dedim de kapıdakileri de mi çağırın dedim?" Sesi etrafta yankılanmıştı. Öfkesinden dolayı belki geri adım atıp susmak lazımdı ama duramazdım ki. Zihnimi sustursam dudaklarımı susturamazdım. "Herkes demişsin, kapıdakiler de herkesin içine giriyor. Adam ne yapsın?" diye sordum. Bence sorum çok mantıklıydı ancak beğenmemiş olacak ki bana en tersinden baktı. "Kızım sen bi' sus!" dedi tane tane.
Sustum. Hasan konuştu. "Yanlış anlamışım ağam." Dedi başını eğerek. Yüzünde büyük bir mahcubiyet vardı. Abim bana döndü. Beni tekrar inceledi. Özellikle üzerimdeki puantiyeli elbisede dolaştı bakışları. "Ne ayaksın sen?" Arkama baktı. "Ortağın falan mı lan bu?"
Gözlerim büyüdü. Arkama baktım onun gibi ben de. Soruyu dövdüğü adama sormuştu. Daha neler? Yerdeki adamla bu kılıktaki beni nasıl bağdaştırmıştı? "Ne ortağı ne diyorsun? Ömrümde ilk kez görüyorum o adamı!"
Abini de ilk kez görüyorsun.
Söylediğime inanmamıştı. "Doğru mu lan?" diye sordu öldürmek ister gibi. Yerdeki adam korkuyla kafasını salladı. "Bilmem, etmem, tanımam ağam."
Gözlerimi devirdim. Kendi kendime homurdanmadan edemedim. Abim hâlâ kolumu tutuyordu. Benden daha çok şüphelenmiş olmalıydı ki tutuşunu sertleştirdi. "Kimsin sen o zaman? Ne istiyorsun?"
Elbette bu soruya yanıt verecektim ancak müsaade etmiyordu ki. Gözlerimi kolumu tutan ellerine çevirdim. Sonra yeninden gözlerinin içine baktım. "Önce bir kolumu bırak." Dalga geçer gibi güldü. "Anlamadım?" dedi sorgulayarak. Kolumu sertçe çektim ama bırakmadı. "Kolumu diyorum! Kolumu alıp mezara mı götüreceksin? Öyle tutuyorsun."
Yüzünü yüzüme doğru eğdi. Gözlerimin içine dikkatle baktı.
Gözleri ne güzel.
Babasına çekmiş herhalde, annemin gözleri böyle değil. Uzaktan benziyordu oysa, yakından alakası yok. Uzaktan daha yakındı. Şimdi ise uzak. Onun yüzünde tanıdık hiçbir şey yoktu. Gerçi babamı da hayatım boyunca hiç görmemiştim ama insan hiç annesine benzemez miydi? Benzemiyordu.
Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" Kafamı aşağı yukarı salladım. "Abim!" dedim gür bir sesle. "Abimsin sen benim!" Sözlerim sitemliydi. Çünkü abim olmasına rağmen bana böyle davranmasına sitemliydim.
Afalladı. Ona, sen uzaylısın desem bu kadar şaşırmazdı hani. "Ne?"
"Nil ben. Kardeşinim!"
Biraz daha afalladı. Afallayan sadece o değildi. Yukarıdan bir kadının hayret dolu sesini duymuştum. "Aboww!" demişti. Yukarıya bakma fırsatım olmadı gerçi. Abim kolumu bırakarak beni baştan aşağı tekrar bir süzdü. Benim gibi bir tipin kardeşi olabileceği ihtimali binde bir falandı ama o birlik kısım da bendim işte.
Güldü. Hatta kahkaha attı. "Sen mi benim kardeşimsin?" Gülmeye devam etti. Gamzesi vardı. Abimden etkilenmem normal miydi? Onu birkaç saniye tepkisiz şekilde izledim. Gülmeye devam ederken kendimi toparlayarak çatık kaşlarla yüzüne baktım. "Geri zekalı mısın sen ya? Kardeşinim diyoruz. Adam gibi gelmişiz sana abi demişiz sen de duracağın yeri bil!"
Ona söylediklerimden dolayı adamlardan biri üzerime doğru geldi. "Ağam?" dedi sorguyla. Ağası gülmeyi keserek elini kaldırdı. Böylelikle adam geri çekildi. Yüzündeki yarım gülümsemeyle sordu. "Senin abinin adı ne?"
Kendi adını bilmiyor, bu da.
"Çınar Emre Ilgazoğlu."
Soğuk bir rüzgâr esti. Abim birkaç saniye bana baktıktan sonra yine güldü. Lakin bu sefer şeytaniydi gülüşü. "Sen Çınar'ın kardeşisin yani?" dedi doğrulamaya çalışarak. Bir sabır çektim.
"Sen beni anlamakta zorluk mu çekiyorsun?" diye sordum bıkmış gibi. "Hem insan kendini kendine sorar mı?"
Bir dakika.
Gözlerim büyüdü. "Siktir." Dedim o an fısıltıyla. Korkuyla sordum. "Sen Çınar değil misin?"
Kafasını yavaşça iki yana salladı ve yüzünü yeniden yüzüme doğru yaklaştırdı. "Ben Çınar'ın en büyük düşmanıyım ve sen de bu saatten sonra benim en büyük kozumsun."
Yutkundum.
Öldüm ben. Bu sefer gerçekten öldüm.
🪷
🪷
BÖLÜM SONU!!
İLK BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ???
NİL'İ SEVDİNİZ Mİİ??
AYY SONRAKİ BÖLÜMLER İÇİN ÇOK HEYECANLIYIMMM💃🏻
YENİ BÖLÜMLERİ İKİ VEYA ÜÇ GÜNDE BİR ATACAĞIM. 💫
KENDİNİZE İYİ BAKINN, SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞELİMM🥰
🪷
İNSTAGRAM; ZEYNEPİZEM
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 269.41k Okunma |
24.01k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |