
Bi takip🩷 Zeynepizem
Pamuk eller oy ve yorumlara💫
🍭KEYİFLİ OKUMALAR🍭
ZEHİRLİ ŞEKER
BÖLÜM 57
🪷
Üstünden dumanlar tüten çorbayı birkaç kez karıştırdıktan sonra kepçeyle kaseye aldım. Kaseyi tepsiye koyduktan sonra iki dilim de ekmek koydum. Suyu da eklediğimde hiçbir eksik kalmamıştı. Barışların evindeydik. Barış, zorla kendini taburcu ettirmişti ve bu durumdan hiçbirimiz memnun değildik. Tek derdi de saldırıların kimin yaptığını bulmaktı. Bu yüzden sabahtan beri Berzan karakoldan Barış’a dosya taşıyordu.
Nişan gecesi güzel bitmişti. Hiçbir aksaklık olmamıştı. Bol muhabbet ve eğlenceyle geçmişti. Hatta tanımadığım bir adam Barış’a nişanın böyle olmadığını bunun acısını çıkartmaları gerektiğini söylemişti. Anlatmak istediği müzikli eğlencelerdi sanırım. Hastane de olduğumuz için bu kısmı gerçekleştirememiştik. Yine de o kadar unutulmaz bir andı ki benim için hatırladıkça yüzümde güller açıyordu.
Geniş bir gülümsemeyle tepsiyi elime aldım ve mutfaktan çıkarak merdivenlere ilerledim. Barışların evi insan kaynıyordu. Kalabalığa alışkın olmadığım için çoğu zaman kaçacak yer arıyordum ve genelde kaçış noktam Barış’ın odası oluyordu. Odanın önüne geldiğimde tepsiyi bir elimde sabitledim ve diğeriyle kapıyı tıklattım. İçeriden sesi duyuldu. “Gir.”
Girdim.
Barış, bıraktığım gibiydi. Sırtını yatağın başlığına yaslamıştı ve dosyaları püs dikkat okuyordu. Ki bu dosyaların çoğu alınan ifadelerden oluşuyordu. Bize saldıran adamların tüm soyağacını istemişti Barış. En ince ayrıntısına kadar her şeyi öğrenmeyi ve kaldığı yerden mesleğine devam etmeyi istiyordu. Normalde karakola gitmek gibi bir amacı vardı ancak son anda duygu sömürüsü yaparak ona engel olabilmiştim.
Kafasını kaldırmadığını için içeriye giren kişinin kim olduğunu görmedi büyük ihtimalle. Arkamdan kapıyı kapatarak yanına doğru ilerledim. Konuşacaktım ki benden önce konuştu. “Neredeydin?”
Fark etmiş.
“Sana yemek hazırladım.” Dedim ve komodinin üzerindeki dosyaları üst üste koyarak tepsiye yer açtım. “Bir saatte o çorbayı yapabilirsin ama sen üç saattir yoksun.” Dedi dosyadan kafasını kaldırıp bana bakarak. Şüphelenmemesi için ona gülümsedim. “Çocuklarla takılıyordum.”
Yalan sayılmazdı.
Sonuçta Mirza ve Mesude de bizim çocuklardan sayılırdı. Ortalarda bir süre gözükmemiştim çünkü kaçırma operasyonu için gizlice buluşup ayrıntıları konuşmuştuk. Her şey şimdilik olması gerektiği gibiydi. Barış, tek kaşını yavaşça kaldırdıktan sonra bir şey söylemeden tepsiye baktı. “Sen mi yaptın gerçekten?”
“Şey, ısıttım.” Genişçe gülümsedi. “Eline sağlık ama bu dosyaları bitirmem lazım.” Elindeki dosyayı alarak yatağın ucuna bıraktım. “Yemeğini yemen gerekiyor. İlaç içeceksin.” Beni baştan sona süzdü ve muzip bir şekilde sırıttı. “Kocana ne yapacağını tekrar söyle.”
“Henüz kocam değilsin, nişanlımsın.”
Omuz silkti. “Aynı şey.” dediğinde gülmeden edemedim. Yanına oturdum ve tepsiyi dizlerinin üzerine dikkatlice bıraktım. Saatlerdir yazılara bakmaktan olsa gerek gözleri kızarmıştı. Henüz iyileşmeden kendine bu kadar yüklendiği için endişeleniyordum. “Barış, eve geldiğimizden beri bu dosyalarla uğraşıyorsun. Sence de biraz dinlenmen gerekmiyor mu?” Hiç uyumamıştı resmen.
Elini elime doğru uzattı ve tenimi okşadı. “Şu işi çözelim bol bol dinleneceğim.” Dediğinde gözlerim etraftaki dosyalara kaydı. Aslında ona yardım etme teklifinde bulunmuştum ama istememişti. Daha doğrusu her şeyi kendi gözleriyle okuması gerektiğini ve ayrıntı kaçıramayacağını söylemişti. Ellerimize baktım. Artık parmaklarımızda yüzük olan ellerimize… “Sence bu işin arkasında kim var?”
Derin bir nefes alıp verdi. “Seyfi’nin örgüte çalıştığına artık eminiz ama tüm bunları planlayan kişinin Seyfi olduğunu sanmıyorum. O adam bu kadar zeki değil. İşin içinde tanıdıkların olduğuna da neredeyse eminim ama en yukarıda bence daha önce hiç karşılaşmadığımız birisi var.”
“Bizimle derdi ne olabilir ki?” Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Asıl derdinin biz olduğunu da sanmıyorum. İfadeler birbiriyle o kadar çelişiyor ki.”
“Belki yalan söylüyorlardır.” Kafasını iki yana salladı. “Hayır, yalan söylemiyorlar. Onlara bazı şeyleri inandırmışlar ve artık gerçekleri olmuş. Birçoğu doğruca kime çalıştığını bile bilmiyor.” Dosyalara biraz göz gezdirmiştim. Avukat olduğum için birçok ifade okumuş ve görmüştüm ama gerçekten de bu dosyadakilerin hepsi birbirinden farklıydı. Biri beyaz diyorsa diğeri siyah diyordu. Hiçbirinin ortak noktada buluştuğu bir yer yoktu.
“Kübra, hâlâ adliyede. Birkaç kişinin yeniden ifadesini alacakmış.” Dedim aklıma gelen şeyle. “O bir şeylerden şüphelendiyse bence adamlardan bazılarının sakladıkları olabilir. Ya da en basitinden hepsi bizimle oyun oynuyor.”
“Göreceğiz.” Dedi Barış kısık bakışlarla. “Kimin kiminle oyun oynadığını.” Kaşlarım kavislendi. Kafasında bir şeylerin döndüğü belliydi. “Cahit ve Mustafa’nın da ifadesini almış Kübra.” Cahit benim en küçük amcamdı ve Mahir’in de babasıydı. Kendi kuzenimi öldürmüştüm ve bu gerçek içimi yavaş yavaş yemeye devam ediyordu. Barış usulca kafasını salladı. “Okudum.” Dedi düşünceli bir şekilde. “Sence onlarında bu işle bir alakaları var mı?”
“Var.” Dedi anında. “İfadeleri çok temiz gerçi ama sanmıyorum ki temiz kalsınlar.” Derin bir nefes verdi. “Bir ailede bir çürüme başladıysa herkese bulaşır Nil. Belki işin içinde değiller ama hepsi gerçeği biliyor ve bile bile de saklıyorlar.”
Ben de böyle düşünüyordum. Cahit en başından beri bana hiç güven vermiyordu. Bana kötü davrandığı bir an olmamıştı ama o adamda beni korkutan bir şeyler vardı. Gözleri ve… sesi. “Yine de savcılık serbest bırakılma kararı vermiş.” Dedim alt dudağımı çiğnerken. Serbest kalmalarını istemiyordum çünkü henüz Mahir’in kaybını sindirmiş değildi ve Barış’a bu haldeyken bir şey yapabilirdi. Onlar Mahir’i öldüren kişinin Barış olduğunu düşünüyorlardı.
Mahir’in dönen gözlerini görmüştüm ben, hepsinden her şeyi bekliyordum. “Neyse…” dedim kafamı iki yana sallayarak. “Çorban soğuyacak.” Tepsiye uzanacaktım ki Barış elimi tuttu. Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. “Canım.” Dedi içten bir şekilde. “Sıkma canını. Her şeyin açığa çıkmasına çok az kaldı. Ben her şeyi halledeceğim.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Elimde değildi. Gerçekten, göğsümün içinde ur gibi büyüyen bir tümör vardı sanki. Düşünmemeye çalışıyor kendimi ana veriyordum ama öyle ya da böyle aklımdaydı. İçimi daraltıyordu.
“Elimden geleni yapıyorum.” Dediğimde eli yanağımı okşadı. “Biliyorum. Ben de elimden geleni yapacağım.”
Kızarmış gözlerine baktım. “Belki önce iyileşmeyi beklemelisin.” Gülümsedi. “Bana kendi ellerinle ısıtmış olduğun çorbayı yedir ki hemen iyileşeyim.” Dedi muzip bir tavırla. Güldüm. Yine beni güldürmeyi başardığı için ona doğru eğildim ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Durumdan gayet memnun gibi genişçe sırıtmaya başladı. Onu çok seviyordum.
Kaşığı alarak çorbayı karıştırdım. Hâlâ sıcaktı. Kaşığı Barış’a uzattığımda gözlerinde bir ışık yandı. Sonra uzattığım kaşıktaki çorbayı içti. “Nefis.” Diye mırıldandığında sırıttım. “Annen yaptı.” Dedim ve ekledim. “Annenden bana yemek yapmayı öğretmesini istedim. Kabul etti.”
“Sen zaten yemek yapabiliyorsun ki Nil.” Dedi Barış. “Ayran falan sallıyorsun.” Alınmış gibi yüzüne baktığımda gülmeyi keserek toparlandı. “Şaka.” Dedi durumu düzeltmeye çalışarak. Onunla biraz uğraşmak istediğim için sordum. “Beceriksiz olduğumu mu ima ediyorsun?”
Gözleri hızla büyüdü. “Onu nereden çıkarttın şimdi?” diye sordu dehşetle. Omuz silktim. “Sen söyledin.”
“Hayır, öyle bir şey söylemedim.” Gözlerindeki paniği gördüğümde güldüm. “Söylesen de sorun değil, zaten öyleyim.” Sert bir nefes aldı. “Değilsin.” Dedi. “Yediğim en güzel makarnayı yapmıştın.”
Ona çorba içirmeye devam ederken konuşmayı da ihmal etmiyordum. “Makarnayı herkes yapar ki.”
“Ama herkes benim için yapmaz.” Dedi. “Hem bütün yemekleri bilmek zorunda değilsin. Bizim yöremizin yemekleri zahmetlidir.”
“Annem zahmetsiz yemek olmaz derdi.” Dedim birdenbire. Aniden aklıma gelmişti. Annem içime işlemişti ve onu her anımda anımsıyor hatta bazen annem gibi konuşuyordum. “Aslınca tamamen beceriksiz sayılmam. Tatlı yapabiliyorum, her ne kadar yiyemiyor olsam da.” Hayatımdaki en büyük ironilerden biri de buydu. “Kontrollü yiyebilirsin. Hem bir dilimden bir şey olmaz ki.” Dediğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Biliyorum ama yediğimde daha çok yiyesim geliyor ve canım çekiyor. O zaman da kendimi durdurmak daha zor oluyor. Bu yüzden yememeye çalışıyorum.”
O kadar zor bir durumdu ki bu hastalığın derdini yalnızca derdi çekenler bilirdi. Normalde hiçbir insanın canının çekmeyeceği şeyler canım çekiyordu, belki bu duruma yoksunluk krizi bile diyebilirdim. İşte o zamanlar istediğimi elde edememek hayatım bitmiş gibi hissettiriyordu. Neyse ki son zamanlarda daha düzenli beslendiğim için bu denli bir krize girmemiştim. Ki bunun en büyük sebebi abimdi. Her şeyimi kontrol ediyordu. Bir kilo almıştım bu yüzden. Hastalığımdan dolayı kilo kaybı aşırı oluyordu. O zamanda kendimi güzel bulmuyordum ve depresyonlara giriyordum.
“Bunun dengesini kurabiliriz ki sen iradesiz bir insan değilsin. Değil mi?” diye sordu Barış gözlerimin içine bakarak. Zamanında girdiğim krizlerle kutularca çikolata yediğimi bilmediği için böyle konuşuyordu. Kafamı usulca sallayarak ona onay verdim. İmajımı bozmak gibi bir derdim yoktu.
“Sen yemek yapmayı biliyor musun?” diye sordum merakla. Barış kafasını belli belirsiz salladı. “İstanbul’da uzun süre tek yaşadım, mecburen biliyorum bir şeyler.” Kübra’yla beraber kalırken genelde yemekleri o yapardı, ben de ona yardım ederdim. Doğrama veya soyma işlerinde. Bazen ona sürpriz yapmak için tatlı hazırlardım. Yiyemediğim bir şeyi yaptığım için bana kızardı ama her defasında yaptığım tatlıların hepsini yerdi. Bana göstermeden, kuytu köşelerde. Gülümsedim ve ekmekten bir parça kopartıp Barış’a uzattım.
Lokmasını yedikten sonra konuştu. “Evlendiğimizde birlikte yemekler yapacağız.” Dedi ve sanki o anları hayal ediyormuş gibi gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Huzurla gülümsedim. Hayali bile güzel olan bir şeyin gerçeğini düşünemiyordum. Gözlerini açarak gözlerimin içine baktı. “Sen yemek yedin mi?” Kafamı salladım. Kahvaltımı yapmış ve öğle yemeğinde de meyveyi tercih etmiştim. Abim kesinlikle düzensiz beslenmeme izin vermiyordu. Her şeyi saati saatine yapmamı söylüyordu ki yanımda değilse telefonla arayıp hatırlatıyordu.
Barış’ çorbasını bitirene kadar içirdim. Sonra çekmecedeki ilaçlarını aldım ve suyla içmesini istedim. Bardağı bana geri uzattığında tepsiye koydum. “Şimdi, sevgili karıcım işime kaldığım yerden devam edebilir miyim?” diye sorduğunda kafamı salladım. Dur desem de durmayacaktı ki. Onu tanıyordum artık. “Ne kadar kaldı?” diye sorduğumda yatakta olan iki kalın dosyayı gösterdi. Onlar saatler alırdı…
“Önce biraz uyusan nasıl olur?” diye sordum ikna etmeyi deneyerek. Şakağıma dudaklarını bastırdı. “Bitirdiğim an uyuyacağım.” Daha fazla üstelemedim ki o sırada zaten kapı tıklatılmıştı. Abim içeri girdiğinde ona taraf döndüm. Gözlerini anında beni hedef yaptı. “Nilüfer.” Dedi. Kaşlarım merakla kavislendi. Sesi biraz sinirli geliyordu. “Bir gelsene abicim.” Başka bir şey söylemeden gittiğinde yerimde huzursuzca kıpırdandım.
Operasyonu öğrenmiş olabilir miydi? Öğrenmemeliydi çünkü Elif’in düğünü bu akşamdı. Ayrıca Mirza’nın böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini biliyordum. Ya birini öldürecekti ya da kendini. Barış bana sorguyla baktığında bilmediğimi anlatmak için omuzlarımı kaldırıp indirdim.
Dizlerinin üzerindeki tepsiyi aldım ve ayağa kalktım. “Çalış sen, gelirim ben birazdan.” Dediğimde kafasını usulca salladı. Odadan çıktım ve tepsiyi mutfağa bırakmak için aşağıya indim ki zaten abimde buradaydı. Ben içeriye girdiğimde kapıyı kapattı. Elimdekileri tezgaha bırakarak ona doğru döndüm. Dünden beri ortalıklarda yoktu o yüzden ne olduğunu merak etmiştim. “Ne oluyor abi?”
Abim, bir sandalye çekerek oturmamı işaret etti. Bakışlarından anladığım kadarıyla başka şansım yoktu. Dediğini yaptım ve çektiği sandalyeye oturdum. Arkadan sandalyenin iki yanına ellerini yasladı. İçten içe Kaçırma operasyonunu öğrenmemiş olsun diye dua ederken konuştu. “Nilüfer, sen bana kriz mi geçirtmek istiyorsun abicim? Ha, delireyim mi istiyorsun?”
Gözlerim korkuyla büyüdü. “Ne oluyor abi? Bir derdini anlatsan da bende aydınlansam.”
“Sen zaten yeterince aydınlanmışsın!” Ay bildiğin kızıyordu bu. Ne yapmıştımkine?
Sandalyenin çevresinden dolaşarak önüme doğru geldi. Yüzünü yüzüme doğru eğdi ve ciddiyetle gözlerimin içine baktı. Yutkundum. “Sen benim gözümde saf salak bir şeydin ya.” Dedi, pes, dermişçesine. Ağlayacaktım şimdi. Ne oluyordu?
Omuzlarımı tuttu ve beni sarstı. “Masumdun masum!”
“Abi!” dedim çaresizce. Gerçekten ağlamak üzereydim şu an. “Ne diyorsun?” geri çekildi ve beni baştan sona süzdü. “Ne olacak? Witpad midir ne halttır bilmem, o indirdiğin uygulamada sen söyledin diye, bak üstünü çiziyorum sen söyledin diye! Birkaç kitaba bakayım demiştim.” Gözleri dehşetle büyüdü. “Abicim neler okuyorsun sen? Kafanı neyle dolduruyorsun ha? Benim bilmediğim fantezileri yazmış adamlar!”
Ağzım bir karış açıldı. Anlık kal geldi, hani o an ne diyeceğimi bilemedim çünkü hiç beklemediğim bir yerden gol yemiştim. Yeniden omuzlarımı tuttu ve bana bu sefer hüzünle baktı. “Seni hiç tanıyamamışım.” O an kendimi tutamadım ve gür bir kahkaha attım. Sinirlerim bozulmuştu. “Ya abi sen salak mısın?” diye sordum gülmeye devam ederken. Kaşlarını çattı. “Abiye salak denmez! Derhal o uygulamayı siliyorsun! Derhal!”
Kendimi zar zor durdurmayı başardım ve sordum. “Allah aşkına ne okumuş olabilirsin ki?” Diye sorduğumda kaşlarını çattı. “Kızım…” dedi sonra durdu ve bir tövbe çekti. “Bak güzel kardeşim senin yaşın böyle şeylere uygun değil. Tamam mı?”
“Abi, gidip cinsellik fantezisi okumuyorum yemin ederim. Hem bütün kitaplar öyle değil. Çok kötü olduğu kadar çok güzel kitaplar da var. Yani sen de gidip en şeyini okuduysan ben ne yapayım?”
“Kızım nereden bileyim? Minnoş minnoş kapağı vardı. İçinden ejderha çıktı.” Bir kez daha kahkaha attım. Beni öldürecekti. Gülme krizinden çıkmaya çalışırken oturduğum yerde tepiniyordum. Of, çok salaktı. Çok salaktı gerçekten. Yüreğime indirmişti. Bir an kötü bir şey yaptığımı sanmıştım. Yapmış olabilirdim de yani kendime güvenmiyordum o konuda.
“Senin beynini yıkatacağım.” Dedi birden durup dururken. “Başka türlü temizlenmez.” Elimle omzuna geçirdim. “Asıl kendi beynini yıkat. Ne okudun bilmiyorum ama sorun tamamen sende!” Ellerini saçlarımın arasına sokup hunharca karıştırdığında çığlık attım. “Sorun bende ha? Daha neler görecek benim bu gözlerim! Yüreğime inecek sandım!”
Ellerinden kurtulmaya çalışırken konuştum. “Abartma! İnsanın doğasında var.”
“Hayır! Öyle şeyler insanın doğasında olamaz!” dedi net bir şekilde. Ne okuduğunu çok merak etmiştim. Wattpad gerçekten de her türlü iğrençliği barındırdığı gibi güzelliği de barındırıyordu. Çok fazla kitap okuduğum söylenmezdi ama çok severek takip ettiğim kitaplar da olmuştu orada. Zihniyetsiz bir avuç insanın böyle donanımlı bir uygulamayı kötü hale getirmesine üzülüyordum.
“Abi gerçekten bak düşündüğün gibi kötü şeyler okumuyorum. Hem olay cinsellikle ilgiliyse ben yirmi dört yaşındayım. Çocuk değilim ki.”
“Olay cinsellik değil Nilüfer.” Dedi ters ters. “Bak ciddi söylüyorum gördüklerimle dehşete uğradım. Hayvan hayvana yapmaz o yazılanları. Bir de yüz binlerce okunması var o tür kitapların!” Dediğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim. “İnsanların ne okuduğuyla ilgilenmiyorum. Herkesin kendi dünyası. İstediklerini okurlar.” Dediğimde gözlerini kıstı. “Sen okuyamazsın. İzin vermiyorum. O uygulamayı da siliyorsun, hemen şimdi.”
Ona bir malmış gibi baktıktan sonra telefonumu çıkarttım. Elbette dediğini yapmayacaktım. Kamerayı açtım ve abime doğru tutarak fotoğrafını çektim. “Ne yapıyorsun?” diye sordu tersçe. “Mallığını tescilliyorum.” Dediğim an yeniden saçlarıma girişti ki bu en şiddetlisiydi. Canım çıkacak sanmıştım.
“Tekrar söyle. Tekrar söyle de gömeyim seni yere!” Abimin tersi pisti. Çok net anlamıştım şu an. “Bir şey demedim!” dedim çaresizce. “Bırak beni! İmdat!” Kapı gürültüyle açıldığında pozisyonumuz çok acayipti. Abim sandalyede beni resmen yan yatırmıştı ve canımı okuyordu. “Ne oluyor evladım?” diye sordu Esma teyze korkuyla. Fırsat bu fırsat diyerek abimin ellerinden kurtulmayı başardım ve kapıya doğru koştum. “Abim delirdi! Abim çıldırdı!”
“Nilüfer!” diye bağırdı arkamdan. Bu kadar basit bir şeyde bu denli kızdıysa kız kaçırdığımı öğrendiğinde ne yapardı acaba? Kendi mezarımı kazsam iyi olurdu. Çünkü bu davada ölmek vardı dönmek yoktu.
🪷
Uzun zaman sonra ilk kez kendi arabamı kullanıyordum. Bebeğimi özlemiştim. Bunca yıldır kendi başıma sahip olduğum ve başarımı temsil eden tek şey arabam olabilirdi. Kendi kazandığım parayla almıştım ve ikinci el de olsa gerçekten müthiş bir arabaydı. Üstelik iyi bir markaydı. Satmak istesem oldukça yüksek bir miktarda kazanç sağlayıp iki tane araba alabilirdim.
Ki bunu elbette yapmayacaktım. Uzun zamandır para biriktiriyordum ve bu birikimi yapabilmemin en büyük nedeni eve kira vermiyor oluşumdu çünkü Kübra’nın evinde kalıyordum. Ona yük olmamak için çoğu zaman faturaları ben ödesem de belli bir miktar kenara para ayırabilmiştim. Hem girdiğim son dava yani bana bela olan adamın Akif Baysal’ın davasında yüklü bir miktarda tazminat almıştım. Böylelikle de istediğim arabaya sahip olabilmiştim.
Direksiyonu okşar gibi kullanırken arkadan bir ses geldi. Çığlığa benzer bir sesti. “Sanırım, Mirza boğuluyor.” Dedi Mesude. Yan tarafta oturuyordu ve söylediği beni güldürmüştü. Şu an sakinliğimin tek sebebi istediğim şekilde abimlerden ve diğer tüm korumalardan kaçabilmiş olmaktı. Üstelik hiçbirinin bundan haberi olmayacaktı. İşimizi halledip geri dönecektik. Arkadan bir ses daha yükseldi. Mirza bagajdaydı ve galiba gerçekten boğuluyordu.
Bir saat önce arabamın anahtarını Mirza’ya vermiştim ve o da hamamın arka kapısına arabayı park etmişti. Kendini neden bagaja kilitlediğini sormaya vakit bulamamıştım. Şu an tek amacım yakalanmamaktı ve Mirza’nın boğulmasıyla ilgilenmiyordum. Abime ve Barış’a yalan söylediğim için kendimi kötü hissetsem de yapacak bir şey yoktu.
Onlara hamama gitmek istediğimi ve çok merak ettiğimi dile getirdiğimde ikisi de karşı gelmemişti. Hatta sanırım kafamı dağıtmamı istedikleri için kolayca izin vermişlerdi. Barış, Mesude’ye güvendiği için onu direkt yanıma yollamıştı ve olay kendiliğinden çözülmüştü.
İşin kötü tarafı abim Asuman’ın da bizimle gelmesini istemişti. O an uydurabileceğim tüm yalanları düşünmüştüm. Hatta abime görümcemden ya da yengemden artık her ne bok oluyorsa işte ondan nefret ettiğimi söyleyecektim fakat bu sonraki ilişkimiz için iyi olmayabilirdi.
“Bagajda biri mi var?” diye sordu arkada oturan Asuman. Dikiz aynasından ona genişçe gülümsedim. “Sürpriz!” diye bağırdığımda kaşları kavislenmişti. O, gerçekten de hamama gideceğimizi sanıyordu. Bizi abim hamama bırakmıştı ve benim arabamı hamamın arkasındaki sokağa getiren Mirza’ydı. Hamama kendi arabamla gitmek istediğimi söylesem şüphe çekerdim ve abim de böyle bir şeye zaten izin vermezdi.
Kızlarla hep beraber hamama girdikten sonra arka kapıdan kaçtığımızda Asuman’ın nevri dönmüştü ve bir süre ne yaptığımızı anlamamıştı. Sonra da abimi aramaya kalkışmıştı ki bunu yaptığı an telefonu elinden almış ve onu tehdit etmiştim. Beni tek yumrukla indirebileceğini biliyordum aslında ama sanırım yaptığımız şeyin ne olduğunu gerçekten merak ediyor o yüzden de kabullenmiş gibi davranıyordu.
“Nil, bak gerçekten şu an kafam üç yüz beş yüz oldu. Bana neler olduğunu doğru düzgün anlatır mısın? Bagajdan neden bir insan inlemesi geliyor?!” Genişçe sırıttım. Başka nasıl cevap verebilirdim ki? Veremezdim.
“Yengecim. Ya da görümcem. Canım. Bir sus da! Zaten götüm tutuşuyor yakalanacağız diye!” diye çemkirdiğimde iki koltuğun arasından kafasını ileriye uzattı. “Abin öğrendiğinde nerelerin tutuşacak?!”
“Abim öğrenmeyecek!”
“Kızım senin abin istihbaratçı lan!” diye sesini yükselttiğinde ona hak verdim. Doğru söylüyordu ama sonuçta ben de Nil’dim. Abim gibi bin tanesini ayakta uyuturdum. “Eğer bana tam olarak ne yaptığınızı anlatmazsanız üçünüzü de bagaja tıkarım ve sonra da abini ararım. Ve inan bana bu konuda hiç ama hiç şakam yok!”
Mesude ve Asuman’a baktım. Belki bir şansımız vardır diyerek baktım ama yoktu. Arabamda bir özel harekat askeri vardı ve üçümüzü de yere sermesi birkaç dakikasını alırdı. Derince bir nefes verdim. “Bir sakin olur musun?” dedim. “Anlatacağım.” Kafasını geri çekti ve kollarını birbirine dolayarak anlatmamı bekledi.
Kısa bir özet geçtiğimde bize malmışız gibi baktı bir süre. “Şimdi anlamadığım için soruyorum.” Dedi öncelikle sakin kalmaya çalışarak. “Bir avukat ve iki polis kız kaçırmaya gidiyorsunuz öyle mi?”
Evet. Tam olarak öyleydi. “Bir de asker.” Dedim onun eksiğini tamamlayarak. O sırada bagajdan yeniden sesler yükseldi. Hamamın olduğu yerden yeterince uzaklaştığımızı düşünerek arabayı kenara çektim. “Bekleyin burada.” Dedikten sonra kapıyı açtım ve arkaya doğru dolanarak bagajın önüne geldim. Bagajın kapağını kaldırdığımda nefessizlikten yüzü kızarmış olan Mirza’yla göz göze geldik. “Siz beni öldürmeye mi çalışıyorsunuz ya?!” diyerek doğruldu ve kendini dışarı atarak derin derin nefesler aldı.
Plandaki tek sapma Mirza’nın bagaja erkenden girmiş olmasıydı. Bunu neden yaptığını anlamadığım için sorma gereği duydum. “Neden bagaja girdin acaba?” Nefeslenmeye devam ederken saçlarını karıştırdı. “Arabadan inmiştim ve arka kapıdan eşyaları getirmek için bagajı açtığım sırada abinin arabasını gördüm. Panikleyip içeri girdim.” Dediğinde gülmemek için kendimi zor durdurdum. Sonra gözlerim büyüdü. “Abim arabayı tanır!”
“Önüne başka arabalar park etmişti.” Dedi. “Gördüğünü sanmıyorum. Yani görseydi herhalde şu an burada olamazdık.” Kafamla onu onayladım. Doğru söylüyordu. “Peki neden arabaların arkasına saklanmayı denemedin?”
“Panikledim!” diyerek çıkıştı bana. “Ben o adamdan bir kez dayak yedim bir kez daha yersem kendime gelemem.” Dedi ve öne doğru yürümeye başladı. Arkasından kıkır kıkır güldüm. O günü hatırlıyordum ve yaşadığım en değişik olay olarak zirveye oturmuştu. Abimle ilk kez karşılaştığımız gün Barışların evine geri dönmüştüm ve Mirza abimi belalım bildiği için dövmeye kalkışmıştı sonuç olarak da kendi dayak yemişti.
Bir iç çektim.
Zavallı Mirza.
Mirza, arabanın camına baktığı an yere doğru hızlıca eğilmiş ve dizlerinin üzerinde bana dönmüştü. Gözlerinde dehşet vardı. Eliyle arabanın kapısını gösterdi. “Ne olursun hayal gördüğümü söyle!” diye sessizce isyan etti. Camdan içeriye baktım ve hüzünle kafamı iki yana salladım.
Hayal değildi.
Asuman buradaydı ve bizimle kız kaçıracaktı.
“Maalesef canım, operasyonumuza bir de asker katıldı.” Mirza sıktığı yumruğunu ısırdı. Sonra derin derin nefesler aldı. “Bu kadın abin şeyi değil mi?” diye sordu. Neden abimden herkes bu kadar korkuyordu anlamış değildim halbuki kendisi şeker gibi adamdı.
Zehirli Şeker.
Biraz daha beklersem Mirza kalpten gidecekti. Eğilerek kolundan tuttum ve ayağa kalkmasını sağladım. “O bizimle, merak etme.” Yani umuyordum ki bizimleydi. Her an hainlik yapabilirdi ama asker dediğin hain olmazdı o yüzden güveniyordum. Hem kadın benim yengem olacaktı değil mi? Bana yardım etmek zorundaydı.
Mirza gözlerini çevirerek kısaca Asuman’a baktı sonra hemen bana döndü. “Kötü kötü bakıyor.”
Omzuna bir tane geçirdim. “Oğlum sen polissin kendine gel!” Dediğimde derin bir nefes aldı ve omuzlarını dikleştirdi. İnanılır gibi değildi. Kapıyı açarak içeriyi gösterdim. Asuman’ın yanına oturacak olması onu daha çok panikletse de bu sefer belli etmedi ve içeri geçip oturdu. Ben de vakit kaybetmeden kendi yerimi alıp arabayı çalıştırdım.
Mesude arkasına baktı. “İyi misiniz komiserim?” diye sordu alaylı bir şekilde. İkisinin arasında komik bir bakışma geçtiğinde Mesude gülerek önüne dönmüştü. Mesude’yi gülerken görmek beni aşırı mutlu ediyordu. Genelde onu hep yas tutarken görmüştüm ve şimdi en azından bizimle konuşuyor ve ortama dahil oluyordu.
Hayata dönüyordu. Yani en azından bize hayatına kabul ediyordu.
Asuman’a kısaca göz gezdirdim ve konuştum. “Bak Asuman, bu gerçekten çok önemli Mirza için. Lütfen biraz anlayış göster. Eğer bizimle gelmek istemiyorsan seni bir taksi durağına bırakabilirim ama engel olmayacağına ve abime söylemeyeceğine söz ver.”
Kaşları çatıldı. “Seni yalnız bırakacağımı nasıl düşünürsün? Dört taraf düşmanlarla çevrili ve siz hiçbir önlem almadan kız kaçırmaya gidiyorsunuz.”
“Sakin ol.” Dedi Mesude. “Biz polisiz. Bu işi onayladığım söylenemez ama bir kez çıktık yola.”
“Yola çıkmadan önce aklınız neredeydi?” diye sordu Asuman. Yana doğru dönerek Mirza’ya baktı. “Bu kız kaç yaşında?”
“23.” Dedi kısaca Mirza. “Oğlum madem reşit niye kaçırıyorsunuz kızı?!” Asuman’a her şeyi anlatmadığımız için sanırım gidene kadar başımızın etini yiyecekti o yüzden en baştan Elif’i, ailesini ve Mirza’yla olan ilişkilerini de işin içine katarak anlattım. Neyse ki bu sefer işin ciddiyetini anlamıştı. Yalnızca tek bir şartı vardı o da yanından asla ama asla ayrılmamamdı. Eğer yanından ayrılırsam direkt abime haber uçuracağını söylemişti ve bende kabul etmiştim. Artık yapacak bir şey yoktu.
Tüm bunların yanında beni korumak istemesi de gözümden kaçmamıştı. Asuman’ı daha çok sevmeye başlamıştım. Elif’in yaşadığı konağa yaklaştığımızda arabayı durdurdum. Mirza’nın içeriye kimseye görünmeden girmesinin tek yolu bagajda seyahat etmekti ama alıştığı için sorun çıkacağını sanmıyordum.
Derin bir nefes aldım ve arkama baktım. “Herkes ne yapması gerektiğini biliyor değil mi?” diye sorduğumda Mesude ve Mirza kafasını sallamıştı Asuman ise yalnızca izlemekle yetiniyordu. Hamamda üzerimizi düğün için değiştirmiştik. Mirza ve Mesude kapıyı açarak dışarı çıktığında ben de onlara eşlik ettim. Asuman da çıktı ve ne yaptığımızı merakla izlemeye başladı. Mirza bagaja koyduğumuz çıkartmaları alarak arabanın dört tarafına da yapıştırmaya başladı. Biz de ona yardım ettik.
Her şey bittiğinde arabam muazzam bir baklavacı haline gelmişti. Yani taşıyıcısı. İçeriye dikkat çekmeden bu şekilde girebilecektik. Biz artık baklavacıydık ve düğünde insanlara baklava dağıtacaktık. Üzerimizde de ona göre kıyafetler vardı. Asuman hariç. O deri bir ceket ve siyah pantolon giymişti. Dikkat çekmezdi, personel gibi duruyordu.
“Komiserim, yeriniz hazır.” Dedi Mesude genişçe sırıtarak. Ben de sırıttım. Mirza, söylenerek bagaja doğru ilerledi. Şarkı söylediğini anladığımda içim bir hoş olmuştu. “Aşkından olmuşum deli, sen istersen bitir beni. Düşündükçe bu can seni, vazgeçilmiyor vazgeçilmiyor…”
Aşkı bildiğim için onu anlayabiliyordum. Buradaki herkes aşkı biliyordu. Bu yüzden de sessiz kalmış ve ona yardım etmeyi kabul etmiştik. Mirza bacaklarını kendine çekerek bagaja zar zor kendini soktu ve Mesude de büyük bir zevkle kapağı kapattı. İşte şimdi operasyonun ilk leveli başlıyordu.
Hepimiz arabaya yerleştik ve sürmeye başladım. Birkaç dakikalık yolu hızlıca aşıp konağın önüne geldik. Her tarafa araba park edilmişti ve içeriden oyun havası çalıyordu. Ses yoğun değildi ancak duyabiliyordum. Önümüzdeki araba içeriye girdiğinde ben de onu takip ettim. İlk olarak konağın kapısında bekleyen iki adam vardı. Camı aşağıya doğru indirdim ve arabaya yaklaşan adama baktım. Kırklı yaşlarında falan olmalıydı emin değildim. “Siparişleri getirdik.” Dediğimde adam beni baştan aşağı süzdü. “Bize öyle bir haber gelmedi.” Dediğinde kaşlarımı çattım.
“Bana geldi ki buradayım kardeşim. Onca baklavayı dünden beri boşuna mı açtık? Hem ağam özel olarak istetti ve eğer eksikliği fark ederse direkt adını veririm bilesin.” Dedim üstün bir şekilde rol yaparak. “Yanındakiler?” Dedi tek kaşını kaldırarak. “İkram ve dağıtım için yardıma geldiler. Ağam Antep’in en tanınan adamı, elemanın yetmeyeceğini düşündüm.” Sonunda adam kafasını salladı ve diğer adama da kafasıyla bir işaret verdi. Gaza bastım ve içeriye girdim. Yüzümde geniş bir zafer gülüşü peyda oldu. En büyük birinci aşamayı halletmiştik. Diğer en büyük aşama Elif’le bu kapıdan çıkmaktı.
İnanıyordum ki çıkacaktık.
Heyecanla Mesude’ye baktığımda bana baş parmaklarını göstererek onay işareti verdi. Heyecanlanmıştım. Hem de feci halde. İlk kez kız kaçırıyordum biraz heyecanlanmak benim hakkımdı. Arabayı diğer arabaların arkasında bir yere park ettim. Kocaman bir park alanı vardı ve sayamayacağım kadar da araba park edilmişti buraya. Ana konak bu koca arazinin içindeydi. Konağın ön tarafında ise düğün alanı vardı.
İş yeleğimi düzelttim ve dik omuzlarla konuştum. “Hadi gazamız mübarek olsun.” Aynı anda arabadan çıktık. Mesude ve Asuman etrafı kontrol ederken ben de Mirza’yı bagajdan çıkartmıştım. Planlamama göre zor kısım içeriye girmekti ve bunu kazasız belasız başarmıştık. Gerisi çorap söküğü gibi gelecekti.
Umarım.
Mirza yüzünü kapatan şapkasını taktı ve içi boş olan üç kutu baklavayı alıp içeriye doğru ilerledi. Onun üstü bizimkiyle aynı değildi. O buradaki çalışanların giyindiği gibi giyinmişti. “Mesude sen damadı bul. Gözün üzerinde olsun eğer içeriye girerse bize hemen haber ver.” Asuman’a baktım. “Biz de Elif’in yanına gideceğiz.”
Birbirimizi onayladık. Mesude ön bahçeye doğru ilerlerken Asuman’la konağın içine girdik. Evde çalışanlar harıl harıl koşturuyordu. Birini giderken durdurdum ve sordum. “Gelinin odası ne tarafta?” Kadın bana şüpheyle baktı. “Siz kimsiniz?”
Bu kadına da baklavacıyız diyemezdim ki şimdi. Öyle dersem mutfağı gösterirdi gelinin odasını değil. Asuman benden önce cevap verdi. “Damat tarafındanız.” Dedi genişçe gülümseyerek. “Gelini göreceğiz.”
Kadın Asuman’ın söylediklerinden değil bakışlarından korkmuştu sanırım. Eliyle merdivenleri gösterdi. “Sağdan üçüncü oda.” Dediğinde genişçe gülümsedim ve ona teşekkür edip yukarıya çıkan merdivenleri bir bir aştım. Kapının önüne geldiğimizde durduk. Öncelikle yumruğumu kaldırıp kapıyı iki kez tıklattım. Evet kızı kaçıracaktık ama sonuçta nazik insanlardık yani. Hiçbir ses gelmedi. Tekrar vurdum ve aynı sessizlikle karşılaştım.
Ses gelmediği için bu sefer direkt açmayı denesem de kilitli kapıyla karşı karşıya kalmıştım. Zihnimden korku dolu şeyler geçti. Gelinin odası kilitlenmezdi. “Elif?” diye seslendim içeriye doğru. O sırada gür ama naif bir ses duyuldu. “Evlenmeyeceğim!” İçim kıyım kıyım oldu birden. Bir kadın olarak onu anlayabiliyordum. Ailesi onu neden istemediği biriyle evlendiriyordu bilmiyordum ama zaten böyle bir şeyin nedeni olmazdı ki.
“Elif, kapıyı aç lütfen. Sana yardım etmek için geldik.” Dedim sesimi çok yükseltmeden. Başkaları duyarsa sıkıntı çıkabilirdi. İçeriden yeniden bağırdı. “İstemiyorum dedim! Defolun başımdan! Ölürüm de o adamla evlenmem!”
“İstemediğin kimseyle evlenmeyeceksin, Elif. Hadi kapıyı aç.” Dedim beni dinlemesi umuduyla yumuşak bir ses tonuyla. İçeriden duyduğum hıçkırık sesleri kalbimin hızlanmasını sağladı. Elif, cevap vermedi. Ne yapacağımı bilemediğim için Asuman’a baktım. Korkmaya başlamıştım çünkü kendine zarar verebilirdi ve bu Mirza için kıyamet olurdu. Gerçi hepimiz için olurdu. Elif için buradaydık ve o kendi canına boş yere zarar vermemeliydi. İstemediği kimseyle evlenmeyecekti. Kendi adıma, o bilmese de, söz veriyordum. Bunun için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Bir kadının daha mutsuzluğa adım atmasına izin vermeyecektim.
Asuman kenara çekilmem için bir işaret verdiğinde onu dinledim. “Etrafı gözle.” Dedi, kafamı salladım. O ise cebinden bir saç tokası çıkarttı ve dizlerinin üzerinde yere eğildi. Kapıyı açmaya çalışacaktı sanırım. Bir tokayla açılır mıydı ki kilitli bir kapı? Etrafa bakınırken sordum. “İşe yarayacak mı?”
“Tatlım.” Dedi garip bir tınlamayla. “Ben bir Türk askeriyim. Bizim açamayacağımız kapı yoktur.” Rahat bir nefes aldım. Burada olduğu için içimden şükrettim. Bir dakikadan daha az bir süre geçti. Kapıdan tık diye bir ses yükseldi. “Bingo.” dedi Asuman. Kapıyı içeriye doğru açtığında hiç görmek istemediğim bir manzarayla karşılaşmıştım.
Elif’i ilk kez görüyordum. Sarıya çalan saçları ve tertemiz bir yüzü vardı. Boyu benimle neredeyse aynıydı. Açık kahverengi gözlerinde ise yutkunmamı sağlayacak bir bakış vardı. Tanıdıktı. Vazgeçişin bakışıydı bu.
Elif, elinde tuttuğu bıçağı kendi boğazına yasladığında gözlerim korkuyla açıldı. “Sakın yapma!” diye bağırdım panikle, Asuman omzunun üzerinden susmam için bir işaret verdi. “Kapıyı kapat, Nil.” Dedi bir de. Onun söylediğini yerine getirdiğim sıra Elif konuşmuştu. “Çıkın odadan! Yemin ederim keserim kendimi! Çıkın!”
Asuman ona doğru kontrollü bir adım attı. “Eğer kendine zarar verirsen sonucunu tek başına çekmezsin, Elif. Mirza böyle bir şeye dayanabilir mi?” Elif yeniden ağlamaya başladı ve sertçe yutkundu. “İstemiyorum.” Dedi yardım dilenir gibi. “Evlenmek istemiyorum ben!” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Eli titriyordu ve yanlışlıkla kendine zarar verebilirdi.
“Bu yüzden buradayız.” Dedi Asuman. “Seni istemediğin bir evlilikten kurtarmak için.” Elif, burnunu çekti. Gözlerini kırpıştırarak ikimize baktı. Hayatında bizi ilk kez gördüğü için güvenmesini beklemiyordum o yüzden tek kozumu kullandım. “Mirza burada.”
“Ne?” dedi korkuyla.
“Senin için geldik. Hadi bırak elindekini.”
“Mirza…” dedi ve sustu. Bakışları anlık olarak daldı. Ardından toparlandı. “Burada mı?” Kafamı aşağı yukarı salladım. Gözlerine baktıkça benim de gözlerim doluyordu. “Yalan söylemeyin!” dedi, sesi yüksek çıksa da aslında bunun bir yalvarış olduğunu biliyordum. Titrek bir nefes aldım. “Yalan değil, Elif. Bizi tanımıyorsun biliyorum ama yemin ederim buraya seni kaçırmak için geldik.”
“Kaçırmak mı?” diye sordu Elif afallamış bir şekilde. Hızlıca kafamı salladım. “Evet!” dedim. “Seni Mirza’ya kaçırıyoruz!” Afallamaya devam etti, Asuman bu durumdan faydalandı ve tereyağından kıl çeker gibi bıçağı elinden aldı.
Böylelikle rahat bir nefes verdim. Elif ikimize de kısaca baktıktan sonra akan gözyaşlarını sildi. Az önce elinde tuttuğu bıçak yüzünden ona yalan söylediğimizi düşünüyor olmalı ki sordu. “Söyledikleriniz gerçek miydi?”
“Gerçekti! Kendine gel artık!” dedim gür bir ses tonuyla. “Kendi canına nasıl kıyarsın?” Omuzlarını kaldırıp indirdi ve gözlerini kaçırdı. Onu anlayabiliyordum ama bu soruyu zamanında birinin bana sormasına ihtiyaç duyuştum ve Kübra sormuştu. Bazen sesi kulaklarımda yankılanırdı ve hayata daha çok tutunurdum. Çünkü hayat her zaman kötü değildi. Ben yaşamak istiyordum, o da istemeliydi. Üzerinde göz alıcı ama oldukça zarif bir gelinlik vardı ve kötü olan bu gelinliğin Elif’in bedenine tam olarak oturmamış olmasıydı. Büyük ihtimalle gelinlik almaya gittiklerinde giymeden öylesine seçmişti. Her şeyi boş vermişti.
Ona doğru ilerledim ve omuzlarını tuttum. Böylelikle gözlerimin içine baktı. “Kimse sana istemediğin bir şeyi yaptıramaz.” Dedim net bir şekilde. “O yüzden şimdi bir karar ver. Bizimle gelecek misin?”
Kafasını hızlıca salladı. Düşünmedi bile. Gülümsedim. “Tamam, şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu Asuman arkadan. Elif’in omuzlarını bıraktım ve merakla bana bakan gözlerin merakını gidermek için konuştum. “Şöyle yapıyoruz.” Elif’e baktım. “Sen gelinliğini çıkartıyorsun ve hızlıca kendine bir valiz hazırlıyorsun.” Beni onayladı. Arkasını dönerek Asuman’a sordu. “Yardım eder misin?” Asuman cevap vermek yerine gelinliğin iplerini çözmeye başladı.
Elif, adımızı bile sormamıştı. Kim olduğumuzla ilgilenmiyordu. Bize güvenmişti. Bizden de öte Mirza’ya güveniyordu. “İçeriye nasıl girdiniz, yalnızca davetlileri alıyorlardı.” Dedi Elif. Kendimi beğenmiş bir tavırla sırıttım. “Benim adım Nil. Yapamayacağım hiçbir şey yok canım.” Dedim kendimi beğenmiş bir tavırla. Çocukken de her zaman çılgınlıklar peşinde olmuştum. Normal batıyordu bana galiba. Başım belaya girmediği sürece rahat edemiyordum. Telefonumu cebimden çıkartarak kontrol ettim.
Mesude veya Mirza’dan herhangi bir ses yoktu. Bu iyiye işaretti. Üstelik abim ve Barış tarafı da sessizliğini koruyordu. Bizi hamamda sandıkları için büyük ihtimalle rahatsız etmemek adına hiçbir şey yazmamışlardı. Benim asıl korkum öğrendiklerinde verecekleri tepkiydi. Özellikle benim habersiz bir yere gitmememi söylemişlerdi. Kızacaklarını biliyordum ama yanlış bir şey yapmadığımı da biliyordum. Asuman tüm ipleri çözdükten sonra Elif üzerindeki gelinliği tiksinerek çıkarttı. Siyah bir eşofman ve kazak giydikten sonra canlı gözlerle bize baktı. “Hazırım!”
O hazırdı da ben değildim.
“Şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu. Az önce ölümü düşünen bu kadının şimdi parlayan gözlerle bize bakmasını aşamayacaktım bir süre. Elif’in yere attığı gelinliği aldım. Bana da büyük olacaktı yüksek ihtimalle ama duvakla sırıtmazdı.
“Nil, ne düşünüyorsun?” diye sordu Asuman şüpheyle. “Gelinlik giyme olayını biraz öne çekeceğim.” Dediğimde hızlı bir şekilde gelinliği elimden çekip aldı. “Sakın.” Dedi sertçe. “Öyle bir şey yapmayacaksın!”
Tüm bedenimi ona çevirdim. “Başka türlü Elif’i çıkartamayız.” Dedim ve elindeki gelinliği geri aldım. Her yerde koruma vardı. Ben gelinliği giydiğimde ve insanların içine karıştığımda ortalığı da karıştıracaktım. Böylelikle korumaların dikkati dağılacak diğerleri evden çıkabilecekti. Düşünmediğim tek kısım benim nasıl çıkacağımdı… neyse çok da önemli değildi. Bir yolunu bulurdum şu an önemli olan Elif ve Mirza’ydı.
“Böyle bir şey yapmana izin vermeyeceğim.” Dedi Asuman, o gözlerle bana bakarken kendimi savunmasız hissediyordum. Fazlasıyla kontrolcü bir kadındı. Bunun sebebinin mesleği mi yoksa ailesi mi olduğunu düşündüm ve mesleği olduğuna karar verdim. “Başka çaremiz yok! Elif’i burada bırakmayacağım! Mirza birazdan gelir.”
Telefonum titredi. Mesude mesaj atmıştı. Mesajı okuduğum an gözlerim büyüdü. “Buraya geliyorlar.” Dedim ve hemen kapının arkasına geçtim. Odada saklanabileceğimiz hiçbir yer yoktu ve artık Elif gelinlik giymediği için her şey anlaşılacaktı. Saniyeler içinde kapıya vuruldu ve yaşlıca bir kadının sesi duyuldu. “Yavrum, hadi herkes seni bekliyor.”
Elif’e baktığımda dudaklarını oynatarak konuştu. “Teyzem.” Demişti. Kapıya yaklaştı. “Beş dakikaya hazır olacağım teyze.” Dedi bize zaman kazandırmak için. Teyze hanım ikna olmadı. Kapıyı zorladığında kulpu açamasın diye tuttum. “Teyze, lütfen!” acıklı ses, harika iş görür. “Beş dakikaya geleceğim diyorum! Evimde geçireceğim son dakikaları haram kılmayın bari bana.”
Ya ama kıyamazdım ki… rol yapmıyordu. Hislerinden bahsediyordu. Ailesine çok kırılmıştı. Bir aile kendi öz çocuğunun neden mutsuz bir aile kurmasına izin verirdi? Kurulacak şey aile olmuyordu ki burada. Hiçbir şey kurulmuyordu yalnızca kırılanlar vardı. Neden kimse görmüyordu?
“Tamam kızım.” Dedi en sonunda teyze hanım ve kapıdan uzaklaştığına dair adım sesleri duyuldu. Rahat bir nefes aldım. Gelinliği giymek için üzerimi çıkaracaktım ki Asuman kollarımı tuttu. “Nil, hayır.” Sinirlendim.
“Şunu yapmayı kes! Buraya ona yardım etmek için geldim ve edeceğim tamam mı? İstersen abimi arayabilirsin! Beni bu saatten sonra kimse durduramaz!”
Kafasını olumsuzca iki yana salladı. “Buna izin veremem. Zarar görebilirsin. Adamların belinde silah var silah!”
“Umurumda değil!”
“Benim umurumda!”
“O zaman Elif’i buradan çıkartmak için bir yol bul!” Diyerek yüzüne karşı bağırdım. Elimdeki gelinliğe baktı ve derin bir nefes verdi. Ceketini çıkarttığında ona birkaç saniye öylece baktım. “Ne yapıyorsun?”
“Ne yapıyor gibi duruyorum?” diye sordu ters ters. Sonra pantolonunu da çıkarttı. Uzun bacaklarında gördüğüm yara izleri yumruklarımı sıkmamı sağladı. Ne zamandır hastanedeydi ve hâlâ iyileşmemişti. “Bunu yapmak zorunda değilsin.” Dedim. Benim yüzümden bu işe girişmişti ve başına bela açılsın istemiyordum.
“Evet, zorundayım.” Derken sesi sert çıkıyordu. Her zamanki gibi. “O adamların belinde silahlar var, Nil. Senin Elif olmadığını anladıklarında ne yapacaksın?” Gelinliği kafasından aşağı geçirdi. “Bilmiyorum, bir yolunu bulurum. Beni öldürecek değiller ya.” Burnundan güler gibi bir nefes verdi. “Tabi ki.” Dedi dalga geçer gibi.
Evet, planda bazı eksiklikler vardı ama sonuçta istediğimiz şeye ulaşacaktık. “Sen ne yapacaksın peki?” diye sordum merakla. Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Adamına göre muamele göstereceğim.” Dediği sıra gelinliği tamamen üzerine geçirmişti. Bedenine tam olmuştu. Hatta dolgun göğüsleri yüzünden neredeyse dar bile oldu diyebilirdik. “İyi hoş da parmağını nasıl saklayacaksın?” diye sordum gözümü alan ayrıntıyla. Serçe parmağında sargı vardı. Kırıldığını söylemişti abim. Daha doğrusu kendi kırdığını söylemişti. Değişik bir ilişkileri vardı sorgulamak istemiyordum.
Asuman gözünü kırpmadan sargıyı tutup çektiğinde gözlerim kocaman açıldı. “Böyle.” Dedi bir de üstüne rahat rahat. “Asuman, canını yakacak şeyler yapma!” Diyerek sızlandım. Kaşları çatıldı. “Sen de kendini tehlikeye atacak şeyler yapma Nil.” Dedi.
Bizi sessizce izleyen Elif’e döndüm. Konuşmuyordu çünkü onun bizden başka şansı yoktu. O yüzden karar vermemizi bekliyordu. Derin bir nefes alıp verdim. “Hazır mısın?” diye sorduğumda hızlıca kafasını salladı. “Kıyafet almayacak mısın?”
“Hayır. Kimliğimi aldım. Başka bir şeye ihtiyacım yok.” Ona güven vermek ister gibi gülümsedim. Tek ihtiyacı olan bence Mirza’ydı. “Şu boktan şeyi kafama takın.” Diyen Asuman’a baktığımda gülmeden edemedim. Elindeki duvağa düşmanıymış gibi bakıyordu. Hemen yanına giderek saçlarını duvağa göre topladım ve duvağı da saçlarına tokayla tutuşturdum. Geri çekilip onu baştan sona süzdüğümde ıslık çaldım. Çalmaya çaldım. Daha çok tükürür gibi çıkmıştı sesim. Neyse önemli olan verilen mesajdı.
“Çok güzel oldun!”
“Bence de!” dedi Elif heyecanla. “Bu gelinlik tam sana göre.” Asuman ikimize de kötü kötü baktı. “Hayatımda asla yapmam dediğim şeyleri yapıyorum ve bilin ki bu durumdan hiç memnun değilim.” Dedi memnuniyetsiz bir şekilde. Gözlerimi büyüttüm. “Ne yani gelinlik giyme hayalin yok muydu?”
“Elbette yoktu. Böyle süslü şeyler bana göre değil. Ben asker adamım.” Kollarını tuttum ve gözlerinin içine baktım. “Asuman, sen kadınsın kendine gel!” Birkaç saniye bakıştık sonra da gülüştük. Saçma sapan bir an yaşıyorduk şu an. Yine de eğlenceliydi. Asuman bize katıldığından beri ilk kez gülüyordu.
“Eğer bu operasyonu kazasız belasız atlatırsak size bir hamam borcum olsun!” dedim neşeyle şakıyarak. “Aman kalsın.” Dedi Asuman hemen ellerimden kurtulup. “Hamamda terleyemeyeceğim kadar çok terleyeceğim şunun içinde zaten.”
Gülümseyerek geri çekildim ve onu baştan sona süzdüm. Makyajı falan yoktu belki, belki biraz özensiz giyinmişti gelinliği ama yine de çok güzel görünüyordu. “Abim seni böyle görmek isterdi.” Dediğimde duraksadı. “Hayır, istemezdi.” Dedi benim aksime. Kaşlarım kavislendi. “Neden?”
Omuzlarını kaldırıp indirdi. Cevabı sessizlik olduğu için üzerine gitmedim ama izin almadan bir şey yaptım. Telefonumla fotoğrafını çektim. Tam laf edeceği sırada kapı gürültüyle açıldı. Korkuyla kapıya döndüm.
“Elif, ne oluyor burada?” Bu adam da kimdi? Gözlerimi büyütmüş bir şekilde adama bakarken adam da bize bakıyordu. Bizimle yaşıt gibi duruyordu, Elif gibi kumraldı. Gözleri Elif’e sonra da Asuman’a kaydı. “Ne oluyor lan?” diye bağırdığında Asuman hızlıca harekete geçti ve adamın tam suratının ortasına bir yumruk geçirdi. Elimle ağzımı kapattım.
Tanımadığım adam yere düşerken hızlı davranarak açık duran kapıyı kapattım ve sırtımı kapıya yasladım. Odada garip bir sessizlik oluştu. Elif neye şaşırmıştı bilmiyordum ama benim şaşırdığım şey Asuman’ın tek yumrukla adamı yere sermesiydi. İnanılmaz bir atiklik, inanılmaz bir güç.
Asuman duvağını geriye doğru itti ve adama eğildi. “Kim bu?” diye sordu Elif’e. Elif kafasını iki yana sallayarak gözlerini kırpıştırdı. “Kuzenim.” Dediğinde çok da önemsemedim. Kardeşi olsaydı üzülürdüm. “Sever miydin rahmetliyi?” diye sordum. Gözleri büyüdü. “Ay öldü mü?”
Asuman gözlerini devirdi. “Bayıldı. Birkaç dakikaya gelir kendine.” Derken olduğu yerde dikleşti ve odada bulunan sandalyeyi kenara çekti. “Onu bağlayacak bir şeyler bulmalıyız.” Elif hızlıca kafasını salladı ve dolabını açtı. “Atkı olur mu?” diye sorarken içini karıştırıyordu.
“Bulabildiğin her şeyi ver.” Dedi Asuman. Sonra bana baktı. “Yardım et, sandalyeye oturtalım.” Hızlıca kafamı salladım ve yerde yatan adamın yanına gittim. Birlikte kollarının altından tuttuk. Eşek ölüsü gibi ağırdı. Kaldırırken dudaklarımdan inlemeye benzer bir ses yükseldi. Aşırı ağırdı. Adamı tutamadığım için bir anda yüz üstü yere düştü. “Eyvah!”
Asuman’la bakıştık. Sonra yerdeki adama baktık. Neyse ki uyanmadı, zaten uyanacak olursa Asuman bir tane daha geçirirdi ve bu sefer adam büyük ihtimalle ölürdü. “Yeniden.” Dedim çaresizce adama eğilerek. Onu bağlamalıydık, eğer uyanır da birine bir şey söylerse yakalanırdık. Bu sefer daha sıkı tuttum ve dişlerimi sıkarak tüm gücümle kaldırmaya çalıştım. Ağırlığın çoğunu Asuman taşıdığı için sertçe soludu. Adamı başarılı bir şekilde sandalyeye oturtabilmiştik.
“İyi misin?” diye sordum hızlıca. Elini karnına bastırmıştı çünkü. Üstelik yüzünden acı çektiği anlaşılıyordu. “Asuman! Ne oldu?” Kafasını belli belirsiz salladı ve derin bir nefes aldı. “Bir şey yok, bağlayalım şunu.”
Elif’in elindeki kumaş parçalarını alarak adamı bağlamaya başladık. İşimiz bittiğinde şahsı münhasır olan kuzen için üzülmeye başlamıştım. Ayaklarından, dizlerine, kollarına, ağzına kadar her yerine kör düğüm atmıştım.
Kapının bir kez daha açıldığını duydum. “Siktir ama artık ya!”
“Kız siz ne yaptınız?” Tuttuğum nefesimi bırakarak omzumun üzerinden arkama baktım. Mirza’yla göz göze geldiğimizde genişçe gülümsedim. “Ben Nil.” Dedim sevecen bir şekilde. Sonra elimle sandalyeye bağlı olan adamı gösterdim. “Bu da sanatım!”
Mirza nefes nefese arkasından kapıyı çarptı. “Ben de bir adamı dövdüm.” Dedi ve ekledi. “Yakalanmamız an meselesi.”
İşte gerçek eğlence.
Tüm bunları boş verdi Elif’e döndü. Bu anı bekleyen Elif, Mirza’ya doğru koştu. Uzun zamandır görüşemiyor olmalılar ki birbirlerine sıkıca sarıldılar. Fazla yakışıyorlardı ve onları böyle görmek beni duygulandırmıştı. Mirza, Elif’in ayaklarını yerden keserken birçok kez saçlarını öptü. “Elif’im.” Dediğini duydum. Sesi sıcacıktı.
“Benden vazgeçtiğini sandım.” dedi Elif ağlayarak. Mirza hafifçe geri çekildi ve Elif’in yüzünü avuçlayarak gözyaşlarını sildi. “Ölürüm, öldürürüm ama senden vazgeçmem.” Buraya gelirken söylediği şarkı aklıma geldi;
Aşkından olmuşum deli
Sen istersen bitir beni.
Düşündükçe bu can seni,
Vazgeçilmiyor vazgeçilmiyor…
Kapı tıklatıldığında gözlerim büyüdü. Fenalık geçirecektim şimdi. Niye bitmiyordu bunlar? Kaç kişilik aşirettiler, neydiler? Birini daha yaralayamazdık. Artık kaçma zamanıydı. Asuman hızlıca duvağı yüzüne indirdi. “Dikkatleri dağıttığım an arkanıza bile bakmadan gidiyorsunuz! Anlaştık mı?” diye sorduğunda ben de ona sordum. “Sen ne olacaksın? Seni arkamızda bırakamayız.”
“Sen beni düşünme.” Derken kapıya doğru ilerlemişti. “Sadece dikkatli ol.” Kafamı usulca salladım. Asuman, Mirza’ya döndü. “Sen de aşkın sarhoşluğundan sıyrıl, birine bir şey olursa hıncımı senden çıkartırım.” Mirza elini alnına götürdü ve askermiş gibi durdu. “Emredersiniz komutanım!”
Gülümsedim. Çok iyi bir ekip olmuştuk. Bizden bir tane daha yoktu resmen.
Dışarıdaki her kimse bizi görmesin diye kapının arkasına geçtik ve böylelikle Asuman kapıyı açtı. Dışarıdaki kadın konuştu. “Maşallah!” demişti. Bence de maşallahtı. Elif olmadığı anlaşılmamıştı. Asuman arkasından kapıyı kapattığında yutkundum.
Kapıya yaklaşarak dışarıyı dinledim. Ses gelmiyordu. Uzaklaşmış olmalıydılar. Arkamı döndüm ve şüpheyle sandalyedeki adama baktım. Mirza bakışlarımı fark etmiş gibi sordu. “Ne oldu?” omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Hiçbir şey…” durup düşündüm. “Sadece, sizce de biraz fazla kolay olmadı mı?”
Oldukça ilginçti.
Telefonumu açarak Mesude’ye mesaj gönderdim. Aşağısının durumunu kısaca bana özetledi. Koridorda nöbet tutması gerekiyordu. Bizi odadan çıkarken kimsenin görmemesi lazımdı. Stresten tırnaklarımı yemeye başladım. Pencereye yaklaşarak dışarıdaki düğüne baktım. Asuman damadın oturduğu yere yanındakiler yardımıyla ilerledi ve sandalyesine oturdu. İçim daralıyordu. Onu burada bırakmak hiç doğru değildi. Çünkü asker olsa bile sonuç olarak hâlâ yaralıydı. Bahçenin ortasında insanlar el ele tutuşmuş horon tepiyordu. Onların da ortalarında davulcu ve zurnacı vardı. İnsanların nabzını yükselterek oyuna çağırıyorlardı.
Telefon titrediğinde ekranı kontrol ettim. Barış mesaj atmıştı. Anlık olarak duraksadım. Kalbim titremişti. Mesaja tıklayarak ne yazdığına baktım.
Nişanlım🤍
Nil, ben karakola geçiyorum. Birkaç saatlik işim var. Sizi almaya birini göndereyim mi?
O halde neden karakola gidiyordu ki? Of gitmemeliydi. Hastaneden daha yeni çıkmıştı. Bir şey olabilirdi ama bunları ona yazamadım. Şu an tek istediğim en az yalanla konuşmayı bitirmekti. Yalan söylemekten nefret ediyordum. Gerçekten nefret ediyordum. Barış’a yalan söylemekten ise daha çok nefret ediyordum.
Siz;
Hayır, sağ ol.
Yazıyor işareti belirdi, sonra silindi. Yeniden belirdi ve silindi. En sonunda mesaj düştü.
Nişanlım🤍
Peki…
Sen iyi misin?
Siz;
Evet.
Nişanlım🤍
Emin misin?
Siz;
Evet.
Nişanlım🤍
Nil, ne işler çeviriyorsun?
Ofladım. Daha cevap veremeden telefon çalmaya başladı. Açmasam daha çok şüphelenecekti o yüzden açtım ve kulağıma yasladım. “Efendim?” diye sorduğumda beni sessizlik karşıladı. Birkaç saniyenin ardından konuştu. “Nil, sen neredesin?” Eyvah, zurnanın sesini duymuştu. “Ee hamamda…” dedim kıvırarak. “Kadınlar burada çalıp söylüyor da.”
“Her şeyin yolunda olduğuna emin misin peki?” Görüyormuş gibi kafamı salladım. “Evet, istersen Mesude’ye sor.” Dedim bir de. Kızı da yakacaktım ama her şey aşk içindi aşk. “Tamam, siz eğlenmenize bakın öyleyse.” Genişçe sırıttım. Şu an Asuman’ı halaya kaldırmaya çalışıyorlardı. “Tabi.” Dedim izlediğim manzaranın verdiği duygularla. “Öyle eğleniyoruz ki Asuman halay bile çekiyor.”
Sessizlik oldu. Normalde durmadan konuştuğum için sanırım şu an durumu yadırgıyordu. “Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sorduğunda yutkundum. Stresle tırnaklarımı kemirmeye devam ederken aynı zamanda manzarayı izliyordum. Bir kadın Asuman’ı gerçekten de halaya sokmaya çalışmıştı. Bir an önce buradan çıkmalıydık yoksa Asuman silahı çekip herkesi vuracaktı. “Dikkatli ol.” Dedim Barış’a ve konuşmasına izin vermeden devam ettim. “Kızlar beni bekliyor, gitmem lazım. Görüşürüz.” Telefonu kapattım.
Yüzüm istemsizce buruştu. Bu işi elbet öğrenecektiler, işte o zaman Barış’a yalan söylediğim için ilişkimiz hasarlanmış olacaktı. Bana kızacak belki de kırılacaktı. Yok, ben bu işi gizlice yürütemeyecektim. Hem Barış abime söylemezdi ki. Arama tuşuna yeniden bastım, telefonu anında açtı.
“Barış, biz hamamda değiliz!” dedim çabucak. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra merakla sordu. “Neredesiniz?” Derin bir nefes aldım. “Düğünden kız kaçırıyoruz.” Dedim. Bir de ekledim. “Yalvarırım abime söyleme! Çok kızar! Söyleme tamam mı Barış, lütfen!”
Aldığı nefesi duydum. “Nil.” Sesi bu sefer sert çıkmıştı. “Recep ağanın konağında olmadığını söyle bana!” Sessizleştim. Elif’in babasının adı Recep’ti. Suskunluğumdan dolayı yeniden öfkeyle konuştu. “Bir şeyler karıştırdığın zaten belliydi!” diyerek çıkıştı. “O iki salağa da söyle kılına zarar gelirse gebertirim onları!” dedi ve telefonu suratıma kapattı. İki salaktan kastı Mesude ve Mirza olmalıydı. Tam o sırada Mesude’den mesaj geldi.
Mesude;
Arka kapı temiz, çıkın.
Vakit kaybedemezdik. Barış gelene kadar buradan çıkmış olurduk çünkü bu konak merkezden baya uzaktı. Kafamı telefondan kaldırarak Mirza ve Elif’e baktım. “Gitmeliyiz.” Elif, üzerine kapşonlu bir hırka geçirdi. Kapüşonu kafasına örterek yüzünü gizledi. Odadan önce ben çıktım ve etrafı kontrol ettim. Üst kat temizdi. Arkadan gelmeleri için bir işaret verdim. Merdivenlerden dikkatli bir şekilde inerken çıkacağımız arka kapının önünde dikilen iki adam durmamı sağladı. Gözlerimi büyüterek elimi arkaya uzattım ve gitmeleri için salladım. Tam çıkışın önünde duruyor ve birbirleriyle konuşuyorlardı.
Of, nerden çıkmıştı birden bunlar? Giderler diye biraz bekledim ama gitmediler. Gelini dışarıda sandıkları için belki yanlarından hızlıca geçersek fark etmezdiler. Bu düşünce tam kafama yatacaktı ki o iki adamın yüzünü gördüm ve geçmişe döndüm.
Siktir.
Ben bu adamları tanıyordum. Tanıyordum! Allah kahretmesin bu nasıl bir denk gelişti? Derince bir nefes alıp verdim. Zamanında beni kaçırmaya çalışan iki avanaktı bunlar. Sonra abimden sopayla dayak yemişlerdi. Recep ağa dedikleri adam Elif’in babası mı oluyordu? Allah kahretmesin! Adamlar beni Recep ağalarına götürecekti, kaçırmaya çalışırken öyle söylemiştiler ve şimdi Recep ağanın konağındaydık. Barış, bu yüzden birden sinirlenmişti.
Sessizce yukarıya geri çıktım. Mirza ve Elif duvarın kenarına gizlenmişti. Yanlarına gittiğimde Mirza merakla sordu. “Ne oldu?”
“Kırmızı alarm.” Dedim endişeyle. “Planı değiştiriyoruz. Ben aşağıdaki adamların yanına gideceğim ve sohbet edeceğiz. O sıra da dikkatleri dağılır, siz de çıkarsınız.”
“Olmaz öyle, seni bırakamam Nil.” Dedi Mirza net bir şekilde. Maalesef ki bırakmak zorundaydı. Bu adamlar beni tanıyorsa başkaları da tanıyor olabilirdi. Abimden dolayı, sonuçta abim de ağaydı. “Başka şansımız yok. Hem Asuman burada. Bir şey olursa beni korur.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Mirza kararsızca yüzüme baktığında yeniden konuştum. “Mirza, bu son şansımız. Yarın konuşuruz. Sakın yakalanmayın.”
“Nil, emin misin?” diye sordu Mirza. Şu an oldukça zor bir durumdaydık. Yapacak başka bir şey yoktu. Adamlar beni tanırsa onların hiçbir şansı kalmazdı. Bu yüzden ayrılmak zorundaydık. Kafamı hızlıca salladım.
Mirza derin bir nefes verdi. “Sana bir şey olursa bedelini ben öderim.” Dedi. “Barış başkomiserime durumu nasıl açıklarım?”
“Açıklanacak bir şey olmayacak, Mirza. Asuman buradayken bana hiçbir şey olmaz.” Bir bana bir de Elif’e baktıktan sonra istemese de kafasını salladı. Gözlerimle onu onayladım ve aşağıya inen merdivenlere yöneldim. O iki avanak hâlâ çıkış kapısında dikiliyordu. Onlara doğru ilerlerken adım seslerimden dolayı bana taraf döndüler.
İkisi de bana şaşkınlıkla baktı. Genişçe gülümsedim ve tam önlerinde durdum. “Selam! Naber?” Müthiş bir giriş. Gerçekten.
Sağda duranın kaşları çattı. “Çınar ağanın kardeşi değilsin sen?” Kafamı hızlıca salladım. “Evet. Hatırladınız mı beni kaçırmaya çalışmıştınız.” Dedim hâlâ yüzümde geniş bir gülümseme barındırırken. İkisi de kafasını salladı. “He valla, etmiştik öyle bir şey.”
“Beni kaçıramadığınız için Recep ağa size kızdı mı?” diye sordum, alaka seviyesiyle ilgilenmeden. “Yoh, dayak yedik diye kızdı cano.” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. O gün olduğu gibi bugün de avanaktılar. Onları istediğim yöne çekebilirdim. Bu iyiydi. “E, madem öyle. Beni ağanızla tanıştırsanıza, bir tebrik edeyim.”
Solda duran bana şüpheyle baktı. “Sen buraya nasıl girdin?”
“O da soru mu canım? Kapıdan.” Gözleri kısıldı. Sonra sağdaki soldakinin koluna vurdu. “Ağam onu görürse sevinir cano!” Hızlıca kafamı salladım. “Antep’in en büyük ağasıydı değil?” Dedim onların konuşmasına ayak uydurarak. “He, bizim ağamız gibisi yoktur.”
Ağanıza sıçayım.
“Ağam düğün alanındadır. De hadi gidek.” Onlara ayak uydurdum. Birlikte büyük bir mutfaktan geçtik ve ön tarafta olan düğün alanına gittik. Orta alan boş bırakılmış etrafta sandalyelerle çevrelenmişti. Akşam çöktüğü için dört bir taraf lambalarla ışıklandırılmıştı. Uzaktan bile anlayabileceğim ağa ise süslü bir masada, en baştaydı. Ona doğru giderken gözlerini bizim tarafımıza çevirmişti bile. Yaşlı bir adamdı ama yaşına rağmen keskin hatları vardı. Yeni tıraş olmuşa benziyordu.
“Ağam bak sana kimi getirdik!” dedi solumdaki adam. Recep ağa tek kaşını kaldırarak beni baştan sona süzdü. Ona genişçe gülümsedim. Soldaki konuşmasına devam etti. “Çınar ağanın kardeşidir, hani sevgilisi sandıydık ya!”
Recep ağanın gözleri büyüdü. Sonra oturduğu yerden kalktı. “Ooo!” dedi abartarak. “Demek geldiz he! Valla çoh sevinmişem!” Aman ne mutlu bana. Asuman’a baktım. Gelin ve damat için hazırlanan süslü yerde oturuyordu ve damat da yanındaydı. Yüzümü buruşturmamak için zor durdum. Adam babam yaşındaydı be!
“Merhaba.” Dedim benden cevap bekleyen ağaya dönerek. “İsminizi zamanında çok duymuştum. Bir tanışalım dedim.”
“He, eyi etmişsen kızım!” Arkamda duran ikiliyi gösterdi. “Bu angutların zamanında sana yanlışı olmuş, kusurlarına bakmayasan.” Kusurlarına bakmayayım mı? Tek kaşımı kaldırdım. “Emri siz vermemiş miydiniz?”
“He verdiydim de ben seni Çınar’ın sevdalısı sanırdım, yoksa biz de bacıya yanlış yapmak yaraşmaz.” Dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı. “Anladım onu.” Dedim iğneleyici bir şekilde. “Ne de olsa sizin yanlış algınızın içinde yirmi yaşındaki bir kızı kırk yaşındaki adama vermek de yer almıyor. Aşırı saygı duyuyorum.”
Adam söylediklerimle duraksadı. Sonra boğazını temizledi. “Neyse,” dedi konuyu dağıtarak. “Çınar ağa nerededir?” Bu sefer duraksayan bendim. Abimi sorması normaldi de endişe verici bir şekilde sormuştu. Gözleri arkamdaki bir yere kaydı ve o hain gözleri parladı. “Ha işte oradadır!” Gözbebeklerim yavaş yavaş büyürken yanlış algıladığımı umdum. “Çoh da benzisiz ha!” dedi adam ve yanımdan geçti. Arkaya gitti, dönmedim ama sesini hâlâ duyuyordum. “Ooooo!” dedi bu sefer daha da abartılı bir şekilde. “Çınar ağa! Hoş gelmişsen!”
Başka Çınar ağadır! Koca Antep’te bir tane mi Çınar ağa var?! Yoktur canım! Yoktur yok!
“Hoş bulduk.”
Zorlukla yutkundum. Bu abimin sesiydi. Abimin sesi! Nefeslerim hızlandı. Barış söylemiş olamazdı, söylemiş olsa bile abim birkaç dakika içinde buraya gelemezdi. Kahretsin! Nerden çıkmıştı durup dururken! Göğsüm telaşla dövünürken Recep ağa konuştu. “Kardeşini getirerek çoh eyi etmişisin he! Ona bir özür borcum var idi.”
Ve Allah benim cezamı verdi.
Abimin sert ve sorgulayıcı sesi duyuldu. “Kardeşim mi?” Başka şansım yoktu. Artık kaçamazdım. Kaçarsam daha kötü olacaktı. Olduğum yerde yavaşça arkamı döndüm. Sonra abimle göz göze geldik. Dünyadaki en korkunç göz göze gelişti. Bana öyle bir baktı ki ayaklarımın altındaki yer sarsılır gibi oldu. Genişçe gülümsemeye çalıştım. O tehlikeli bakıları kısıldı. Beni baştan sona süzdü. Durgun adımları Recep ağayı geçerek bana yaklaşmaya başladığında nefesimi tuttum. Hayatımda gördüğüm en kötü bakışlarıyla tam önümde durdu ve yüzünü yüzüme doğru eğdi. “Nilüfer.” Dedi fısıltıyla. Titredim. “Bir açıklaman olsa iyi olur.”
Gözlerim abimden Asuman’a kaydı. Gelinliğin içinde olan Asuman’a. Genişçe sırıttım. “Hamamdakiler…” yutkundum. “Düğün varmış dediler, geldim.” Dedim. Abim tek kaşını kaldırdı. Sonra bana öldürücü bir gülümseme sundu ve kolunun altına doğru çekti. O tutuşu kemiklerimi kırsa daha az irkilmemi sağlardı. Sahipleniciydi evet ama sanki alttan alttan eve gittiğimizde seni bir güzel döveceğim de diyordu.
“Buyurasız!” dedi Recep ağa. “Ayakta kalmayasız! Oturasız!” Bizim için sandalyeler çekildi. Abim sinirini saklamaya çalışarak gülümsedi ve benimle birlikte sandalyelere oturdu. Belirtme gereği duyuyorum beni zorla oturttu. “Oturalım tabi.” Yüzü bana döndü. Kasılmış çenesiyle konuştu. “Zaten çok kalmayacağız. Bizim çok önemli işlerimiz var.” Boynumdaki kolu sıkılaştı. “Değil mi kardeşim?!” Bu bir tehditti.
Kafamı salladım. Abimin buraya gelebileceği düşüneceğim son şey bile olamazdı. Yani sonuçta bu ağanın adamlarını dövmüştü. Yoksa bu adam da mı düşman görünüyor fakat dost sayılıyordu? Sırıtan suratımla sordum. Ayrıca bu sırıtış sonumun geldiğini bildiğim için hislerimi saklamaya çalıştığım bir sırıtıştı. “Ne işin var senin burada abicim? Bu adam beni kaçırmaya çalışmamış mıydı? Niye bu adamın düğününe geldin?” Delici bakışları gözlerimi mahvederken arkasına yaslanarak Recep ağaya döndü.
“E nasılsın Recep ağa?” Demişti. Sesindeki tını insanı irkiltirdi. “Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli.” Recep ağa kafasını hızlı hızlı salladı. “He öyle olmuştur! Valla ben yalan diyeyim gelmeni heç beklemiyordum.”
Abim bana baktı o sırada. “Ben de beklemiyordum.” Dedi. Bir şüphelendim şimdi. Yoksa abim en başından beri buraya geleceğimi biliyor muydu? Eyvahlar olsun!
“Nasi?” dedi Recep ağa. Abim tekrar ona taraf döndü. “Düğününüz diyorum hayırlı osun.” Recep ağanın kolları kabardı. İçten içe kinlenmeye başlamıştım adama. Bir avuç suda boğmak istiyordum şu an. “Sağ olasan! Sen de tekrar hoş gelmişsen sefalar getirmişsen.” Dedikten sonra adamlara eliyle bir işarete verdi. Çevredeki adamlar sofrayı donatmaya başladığı sırada abim az önceki sorumu soruyla yanıtladı. “Peki sen seni kaçırmaya çalışan adamın düğününe neden geldin canım kardeşim? Habersiz. Sualsiz. Üstelik ben seni hamamda bilirken. Bunun da üstüne peşine saldığım tüm korumalar da seni hamamda bilirken!”
Sessiz kaldım. Ona şimdi gerçekleri anlatamazdım. Gözüm yine Asuman’a kaydı. Bize baktığına emindim. Abimi görmüş olmalı ki elini pervane gibi yüzüne doğru sallıyordu. Duvak örtülü yüzüne. “Nereye bakıyorsun sen?” Diyen abim baktığım yere baktı. Asuman anında elini sallamayı kesti.
Allah’ım biz bu işin içinden nasıl çıkacaktık?!
Abim uzun uzun Asuman’ın olduğu yere bakmaya devam ettiği için tanımasından korkarak çenesinden tuttum ve bana bakmasını sağladım. “Abim! Canım benim!” Dedim saçma sapan bir tepkiyle. Abim ise benim sevecenliğim karşısında kaşlarını çattı ve yüzüme yaklaştı. “Diğerleri de burada mı?” diye sordu dişlerinin arasından.
“Diğerleri de kim? Ben benden başkasını tanımam!”
Bana öyle bir baktı ki altıma işeyeceğim sandım. Yemin ederim korkuyordum. “Nilüfer, bana sorumu tekrar ettirme. Asuman da burada mı?” Gözlerini etrafta dolaştırmaya başlamıştı o sırada. Yutkundum. Bok yoluna doğru gidiyordum. “Hangi Asuman?”
“Nilüfer!” İrkildim. Sonra hızlıca kafamı salladım. “Hı-hı!”
“Nerede?”
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bilmem. Halay falan çekiyordur.” Yine o kötü bakışını attığında yerimde sindim. “Buralarda bir yerdedir abi, ne bileyim?” Gelinliğin içindeki Asuman’a baktım ve kafamı iki yana salladım.
Sakin olmazsam her şey daha da beter olacaktı. O yüzden derin bir nefes alıp verdim. Abim hâlâ etrafı kolaçan ediyordu. Üstelik fazla dikkatli bakıyordu. Her an foyamız ortaya çıkabilirdi. Her an biri Elif’in odasına girebilir ve bağladığımız adamı görebilirdi. Her an kıyamet kopabilirdi!
Recep ağa konuştuğunda gözlerini ona çevirdi. “Buyurasız! Yiyesiz! Hepsini özel olarak size hazırlatmışam ha!” dedi adam sofrayı göstererek. Kuş sütü eksik dedikleri bu olsa gerekti. Abimin baskısından kurtuldum çünkü şu an daha önemli bir işim vardı. Bu adama haddini bildirmezsem kudururdum. Dirseklerimi masaya yasladım ve dikkatle Recep ağaya baktım. “Kızınıza da bu kadar özen gösteriyor musunuz?” diye sordum gerçekten merakla sormuş gibi.
“He,” dedi. “Tek çocuğumdur! Ondan yeri ayrıdır.”
Yüksek sesle bir kahkaha attım. Birçok kişi dönüp baktı. Gülmeye devam ederken elimle masaya da vuruyordum. Masadakiler şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gülmemi durdurmaya çalışarak Recep ağanın gözlerinin içine baktım. “O yüzden mi kızınızı babası yaşındaki adamla evlendiriyorsunuz?! Alemsiniz vallahi!”
Recep ağa sinirlenmiş olmalı ki kaşlarını çattı. Beni yeniden konuşmaktan alıkoyan abimdi. Tutuşunu sıklaştırmıştı. Kulağıma doğru fısıldadı. “Sen o kız için mi buraya geldin?” Kafamı hızlıca salladım. Abim derin bir nefes aldı. Sonra Recep ağaya döndü. “Kızın kaç yaşındaydı Recep ağa?”
“Yirmi üçü doldurmuştur.” Dedi adam genişçe. Abim yeniden sordu. “Peki evlendirdiğin adam kaç yaşında?” Recep ağa burnundan sert bir nefes aldı. “Yaşın bir önemi yoktur! Bizim hanımla da aramızda 10 yaş vardır, zamanla alışır.”
Yumruklarımı sıktım. Cahil herif, diye bağırmak ve üzerine atlamak istiyordum. Eskiden böyle şeyler normal görünebilirdi ama şu an normal değildi. Ban kalsa eskiden de değildi ama o zaman kadınlar sesini çıkartamıyor her denileni yapıyordu. Yapmak zorunda bırakılıyorlardı. “Karınız da sizinle zorla evlenmiş olmalı, bu konulardan baya anlıyorsunuz!” dediğimde Recep ağa bir sabır çekti.
Durmadan konuşmaya devam ettim. “Kızınızla o adam arasında 24 yaş var!” Elimle gelinin ve damadın olduğu yeri gösterdim. “Şu manzaraya nasıl mideniz bulanmadan bakabiliyorsunuz?!”
Recep bana bir şey diyeceği sırada susmak zorunda kaldı. Bunun nedeni abimin bakışları olmalıydı. Sonra abim o bakışlarla bana döndü. “Çınar ağa,” dedi Recep. “Buraya huzursuzluk çıkarmaya geldiysez gidesiz ha!”
Döverdim ben bu adamı, döverdim!
“Kaç para aldın?” diye sordu abim. Kaşlarım çatıldı. Recep ağa elini masaya koydu. Abim yeniden sordu. “Kızını kaç paraya sattın Recep ağa?”
Abimin bana kızacağını biliyordum ama bu konuda susmamış olması beni sevindirmişti. Abim Recep ağanın konuşmasına izin vermedi. “Bana ait olan ve o çok istediğin arsaları hatırlıyor musun?” Dediğinde Recep ağanın gözleri parladı. “Sonunda satmayı kabul edersin?”
“Tek bir şartla.” Dedi abim sert sesiyle. Sonra bakışları geline yani bilmeden Asuman’a kaydı. “O kızı evlendirmeyeceksin.” Gözlerim kocaman açıldı ve şaşkınlıkla abime döndüm. Bu karara şu an vardığına neredeyse emindim. Abim burada olduğumu biliyordu, bu yüzden gelmişti. Dudaklarım birbirini terk etmişken zorlukla yutkundum.
O sırada telefonum titredi. Bildirime tıklayıp gelen mesaja baktım.
Mirza;
Nil, biz çıktık. Arka sokakta sizi bekleyeceğiz.
Rahat bir nefes aldım. Klavyeyi çıkarttım ve yazmaya başladım.
Siz;
Beklemeyin. Abim geldi. Biz onunla döneriz.
Tabi bizi öldürmeye kalkmazsa… Mesajım birkaç saniye görüldü de kaldı sonra Mirza yazdı.
Mirza;
Abin nerden çıktı?
Siz;
Sanırım sürpriz yumurtadan. Beklemeyin, uzaklaşın buradan. Çünkü birazdan abim kıyameti koparacak.
Mirza;
Tamam, ben yurt dışına çıkıyorum o zaman, abinin gazabından başka türlü kurtulamam.
Gülmeden edemedim. Emoji atarak mesaj kutusundan çıktım ve konuşulanları dinlemeye devam ettim.
“O dediğin olmaz Çınar ağa! Bir söz vermişiz karşı tarafa, sözden heç dönülür?” Öfkeyle dişlerimi birbirine bastırdım. Sıra konu komşuya geldiğinde ahlakı göğe çıkaran adamların kendi kızlarına çocuklara karşı tavırlarına anlam veremiyordum. “Keşke ahlak anlayışınızda tek kızınızın ahlakını korumak da olsaydı.”
“Nilüfer!” dedi anında abim. Omuz silktim ve Recep ağaya kötü kötü baktım. Söylediklerimden rahatsız olsa da bana karşı herhangi bir şey söylemedi. Belki de söyleyemedi. “Birbirimizi kandırmayalım Recep ağa. İkimiz de o arsalar için kendini bile satabileceğini biliyoruz.” Dedi abim golü atarak. Aşırı zevkli bir şekilde Recep ağanın moraran yüzünü izledim. Kendi kendine kem küm edip durdu.
Kabul edeceğini anladığım an ayağa fırladım. Biz zaten Elif’i kaçırmıştık. Yani abimin arsaları giderse boşa gitmiş olacaktı. Ne gerek vardı?
“Ben izin vermiyorum!” dediğimde abim bana döndü. “O arsalar senin olduğu kadar benim de.” Sonuçta, benim malım senin malın demişti bana. “Satmıyorum!” dediğimde abim bileğimden tutarak yerime oturmamı sağladı ve ters ters konuştu. “Hakkını savunduğun kız için iki arsanın lafını mı yapıyorsun sen?!” Bu konu hakkında kızmasına hak veriyordum ama bilmedikleri vardı sonuçta. Omuz silktim. “Satmıyorum.” Dedim gözlerinin içine bakarak. Benden asla böyle bir tepki beklemiyor olacak ki afallamıştı.
“Nilüfer-” Lafını kestim. “Elif bir mal değil!” diyerek çıkıştım ve sonra Recep’e baktım. “Onu değiş tokuş yapamazsın!” Ellerimi masaya vurarak ayağa kalktım ve hafifçe Recep’e doğru eğildim. “Elif’i istemediği kimseyle evlendiremezsin!”
Adam güldü ve sonra eliyle manzarayı gösterdi. “Emin misin?” diye sorduğunda kazançla kafamı salladım. “Eminim.” Dediğim sıra Recep ayaklandı. “Yeterince kaldınız! Arsaları vermeyeceksez size yol görükmüştür ha!”
Arkada koruma namıyla bekleyen adamların ceketini kenara doğru çektiğini gördüm. Silahları gözümde parladı. İstedikleri kadar gözdağı verebilirlerdi. Elif artık özgürlüğüne kavuşmuştu. Abimin kolunu tuttum ve kalkmasını sağladım. “Hadi abi! Asuman’ı da alıp gidelim. Burada işimiz kalmadı.” Diyerek iğrenir gibi son kez Recep ağaya baktım. Sonra abimi çekiştirerek Asuman’ın olduğu yere yani Elif sandıkları geline doğru yürüdüm. Diğer elimle de onun kolunu tutup kaldırdığımda korumalar anında önümüzü sarmıştı bile. Recep ağa arkadan konuştu. “Kızımı heç bir yere götüremezsin!” Çalgılar durdu ve etrafta fısıltılar dolaşmaya başladı.
“O senin kızın değil!” diyerek çıkıştım. “Bu saatten sonra sen kızını zor görürsün!” Abim keskin bir tonlamayla, “Nilüfer!” dedi. Ne yaptığımı anlamıyor ve normal olarak bana kızıyordu. Gerçi şu an ben de ne yaptığımı pek bilmiyordum. Tek istediğim buradan gitmekti. Lakin korumaların belinde net bir şekilde belli olan silahlar durmamı sağlamıştı.
“Ne yapmaya çalışıyorsun!!” Abime baktım ve gelini gösterdim. Sadece onun duyabileceği bir sesle konuştum. “O Asuman.” Güldü. “Şakanın sırası değil.” dediğinde kafamı iki yana salladım. “Şaka yapmıyorum.”
Duraksadı. Afalladı. Sonra Asuman’a baktı. Gözleri anında büyüdü ve orada anlamını bilmediğim duygular geçti. Toparlanmaya çalışsa da bu kolay olmadı. Bir bana bir de Asuman’a bakıp duruyor sonra gözlerini onda yoğunlaştırıyordu. En sonunda bir cümle kurdu. “Sizin yapacağınız işi sikeyim.”
Haklıydı. Bu saatten sonra ne dese susup boynumu bükecektim. Sert bir nefes alarak beni yanına çekti ve sonra Asuman’ın elini tutarak onu da kendi tarafına çekti. Kulağına fısıldadığını duydum. “Bu yaptığınızın ağır bir bedeli olacak.”
Asuman konuşmak yerine omuz silkti. Fazla mı rahattı ne? Abim toparlanarak etrafına baktı. Bizi buradan nasıl çıkartacaktı aşırı merak ediyordum. “Yolumuzu açın!” diye gürlediğinde adamların irkildiğini gördüm. Recep Ağa durumdan memnun olmayarak önümüze geçti. “Kızımı bırakasan Çınar! Yoksa işler değişir ha!”
“Adamlarının belindeki kurusıkı silahların her birini alır sana montelerim evveliyatını siktiğimin herifi! Çekil lan!” Recep bir şey diyemeden moruk damat Elif sandığı Asuman’ın kolundan tutarak kendine çekmek gibi bir hata yaptı. Bunu yaptığı an Asuman abimin tuttuğu elini çekmiş ve yumruğu moruğun yüzüne geçirmişti. Bununla da yetinmedi adamın kafasını tutarak masaya sertçe vurdu. Kalabalığın arasından nidalar koparken Asuman kafasındaki duvağı çöp gibi çekip aldı ve bir kenara attı.
Böylelikle kalabalık daha da karıştı. Kimse duvağın altında başka bir yüz görmeyi beklemiyordu. Asuman, kafasını masaya çarptığı adamın kulağına eğilerek konuştu. “Bir daha kızın yaşındaki çocuklara sulanacak olursan seni yerde de gökte de olsan bulurum ve yemin ederim son gördüğün yüz benimki olur!”
Adam inledi. Asuman tiksinerek adamı bıraktı ve bize doğru döndü. “E gitmiyor muyuz?” diye sordu az önce hiçbir şey yapmamış gibi. Abim Asuman’ı yüzünde gururlu bir gülümsemeyle izlemiş o döndüğü an gülümsemesini yüzünden silmişti.
Kimseye aldırmadan yürümeye başladı. Herkes o kadar şaşkındı ki, kalabalık birbirine girmişti. Bu yüzden insanların arasından kolayca sıyrıldık ve abimin arabasının olduğu yere ilerledik. Abim uzaktan arabayı açtı. Cip gürleyerek uyandı. Asuman’la ikimiz de arka koltuklara oturduk. Çünkü abim ikimizi de arabanın içine tıkmıştı. Kendi yerine geçti ve arabayı çalıştırıp konağın dış kapısına sürdü.
Asuman’a kaçamak bir bakış attım. Umarım benim yüzümden abim ona kızmazdı. Arabanın içinde gergin bir sessizlik oluşmuştu. Ana yola girdiğimiz an abim gazı kökledi. Kıyametin kopacağı ana kendimi hazırlamaya çalıştım.
Yanımdan cart diye bir ses geldiğinde irkilerek oraya döndüm. Asuman, gelinliği yırtıyordu. Fazla dar olduğu için bunalmış olmalıydı. Kolunun altından aşağıya doğru bir yarık açmış sonra da bağlı olan saçlarındaki tokayı çıkartmıştı. Saçları çıplak gerdanına döküldü. Abimin dikiz aynasından dikkatle Asuman’ı izlediğini gördüm.
Sonra keskin bakışları bana döndü. Yutkundum. “Abi-” demiştim ki sesi arabada yankılandı. “Kes sesini!” Ses tonu irkilmemi sağlarken koltuğuma sindim. Asuman konuştu. “Bağırma kıza.” Dedi ters ters. Bu sefer abim Asuman’a bağırdı. “Sen zaten hiç konuşma!” Sert bir nefes verdi vitesi arttırırken. “Geri zekalılar! Aklınız nerde sizin ha? Ne bok yemeye çalışıyorsunuz?!”
Asuman’la birbirimize baktık. İkimizde de boku yedik bakışı vardı gerçekten de. “Sen bana nasıl yalan söylersin?! Bir de hamama gideceğim, çok merak ediyorum diyor! Diğerlerini de sen taktın değil mi peşine?!”
Cevap vermemi beklemedi. Zaten cevap vermem için sormamıştı. Bu sefer oklarını Asuman’a çevirdi. “Sen de buna engel olmak yerine yandaş mı oluyorsun?! Bir de onun bunun gelinliğini giymişsin!”
Asuman’dan önce davranarak konuştum. “Benim yüzümden giydi! O giymeseydi ben giyecektim! Ona bağırma!” Keskin bakışları bana döndü. Aynı saniyelerde frene sertçe bastı ve tekerlekler çığlık atarken öne doğru savruldum. Son anda ön koltuktan tutunarak bir kaza olmasını engellerken abim bedenini oturduğu yerden bana çevirdi ve tam gözlerimin içine baktı. “Sen bana neyi savunuyorsun kızım?” diye sordu tersçe. “Lan ben senin kılına zarar gelmesin diye gece uyku uyumuyorum lan! Sen ne yapıyorsun?! Bizi ayakta uyutuyorsun!”
“Abi-”
“Bıktım senin bu pervasızlığından! Daha kaç gün oldu Barış vurulalı?! Tehlikenin içinde olduğunu bile bile nasıl böyle bir şeye karışırsın sen?! Etrafımızda yeterince orospu çocuğu yokmuş gibi bir de Recep ve adamlarıyla uğraşacağız! Bizi bulaştırmadığın başka bela kaldıysa ona da git bulaş da taksit taksit uğraşmayalım! Hepsi üzerimize çullansın ki daha rahat belamız sikilsin! Tamam mı Nilüfer!”
Susmaktan başka bir şey yapamadım çünkü savunabilecek hiçbir şeyim yoktu. Üstelik, söyledikleri canımı yakmıştı.
“Çınar!” dedi Asuman uyarır gibi. Abimin sesi birkaç kez zihnimde dönüp durdu. Haklıydı ama bu şekilde düşünmemiştim. Sadece Elif ve Mirza’ya yardım etmek istemiştim ve yine her zamanki gibi her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Abim sert bir nefes vererek önüne döndü ve arabayı yeninden çalıştırarak yola koyuldu.
Arkama yaslandım ve dizlerimin üzerine yerleştirdiğim ellerimle oynamaya başladım. Söyledikleri birkaç kez zihnimde yankılandı. Her yankı da daha çok üzüldüm. Birkaç dakika geçmişti ki abim sertçe konuştu. “Ne yapmaya çalışıyorsun amına koyayım?” Bir an bunu bize söylüyor sandım ama arabayı durduğunda olayı anladım. Barış’ın arabası abimin arabasının önünü kesmişti.
Abim öfkeyle dışarı çıktığında ben de kapıyı açtım ve çıktım. Barış da aynı saniyelerde kendi arabasından indi. Abim o an konuştu. “Ne yapıyorsun oğlum?!” Barış’ın bakışları bana kaydı. Beni baştan aşağı inceledi. Sonra yeniden abime döndü. “Nişanlımı alacağım.” Dediğinde abimin kaşları çatıldı. Zaten sinirliydi ve bu gidişle sinirini Barış’tan çıkartacaktı. “Sen kimi kimden alıyorsun lan?!” Abim Barış’a doğru yürümeye başladığında koşarak önüne geçtim. “Abi, dur.” Dedim korkuyla.
Öfkeli bakışları beni bulduğunda nefes almayı kestim. Bana böyle bakmasına hiç alışkın değildim ve bir bakışın bu kadar kırıcı olabileceğini bilmiyordum. Barış arkamdan bana yaklaşarak ellerini belime doladığında gözlerim büyüdü. “Nişanlımı alacağım.” Dedi tekrardan. Abim burnundan nefeslenirken Asuman da arabadan çıkmıştı. Barış’ın ona baktığını anlamam zor olmadı.
“Hassiktir!” dedi şaşkınlıkla. “Evlendiniz mi lan?!”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Barış cevap beklemeden konuştu. “Evlenemezsiniz! Benden önce evlenemezsin sen! Kendine gel!” Ortam o kadar garipleşmişti ki anlatacak kelime bulamadım. Asuman abimin yanına doğru yürürken konuştu. “Sakin ol, kimsenin evlendiği yok.” Dedi sonra gelinliğin eteklerini çekiştirdi. Abim, Asuman’a yandan bir bakış attı. O bakışları bence çok şey anlatıyordu ama muhatabı ben değildim.
“Her neyse, gidelim mi artık?” diye sordu Asuman. “Biraz daha bu şeyin içinde durursam boğulacağım.”
Abim bana son kez baktıktan sonra Asuman’ın elinden tutarak arabaya yürümesini sağladı. İkisi de cipe bindikten sonra arabayı çalıştırdı ve ani bir manevrayla yanımızdan geçip gitti. Arabanın arkasından bir süre baktım.
Tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yanağıma akmaya başladığında sertçe burnumu çektim. “Barış, abim çok kızdı.” Dediğimde belimde duran elleri sıkılaştı ve çenesini omzuma yasladı. “İyi yapmış.” Demesini beklemediğim için duraksamıştım. “Ne demek iyi yapmış?” diye sordum alıngan bir tonlamayla.
“Bize haber vermeden böyle bir şeye karıştığın için sana ben de kızacağım, Nil.” Daha çok ağlamaya başladım. “Özür dilerim.” Dedim o sırada. “Sadece yardım etmeye çalışıyordum.”
Çenesi hâlâ omzuma yaslıyken derin bir nefes aldı. “Bize neden haber vermedin?” diye sordu. İç çektim. “Çünkü izin vermeyeceğinizi düşündüm.” Dedim ve devam ettim. “Eğer Elif’i kaçırmasaydık istemediği bir adamla evlenecekti.” O an kafamı iki yana salladım. “Hayır, kendini öldürecekti. Odasına girdiğimizde bıçağı boğazına yaslamış bir şekilde bulduk onu. Pişman değilim tamam mı? Hiçbir kadın istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalmamalı.”
Belimde duran elleri tenimi okşadı. “Bunun için korumaları atlatıp bize yalan söylemene gerek var mıydı peki?”
“Vardı. Abim zaten başını işten kaldırmıyor ve sen daha yeni taburcu oldun. Sizsiz gitmeme izin vermezdiniz, onca olay yaşamışken bir de tanımadığınız biri için uğraşmazdınız.” Dedim ve akan gözyaşlarımı sildim. Ama yenileri geldi.
“Elimizden geleni yapardık, Nil.” Dedi Barış. Derin bir nefes alıp verdim. “Elinizden gelen Elif’i kurtarmaya yeter miydi peki?” Sessizlik oldu. Barış, yüzünü boynuma yaklaştırdı ve dudaklarını tenime bastırdı. “Bir daha bana yalan söyleme.” Dedi, kafamı hızlıca salladım. “Söylemem.” Dedim, ki söylemeyecektim de. Bir daha asla ama asla böyle bir şeye kalkışmayacaktım, abimin bakışlarını hatırladıkça içim titriyordu.
Hıçkırırken konuştum. “Abim bir daha yüzüme bakmayacak.” Gözyaşlarım arttı. “Onu anlamaya çalış.” Dedi Barış. “Senin için endişeleniyor. Öfkesi geçtiğinde seninle konuşacaktır.” İç çektim. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalışırken bir yandan da düşünüyordum.
Abime haksız olduğunu söylemiyordum. Kendimi tehlikeye atmıştım, kızması normaldi ama sözleri canımı çok yakmıştı. “Benden bıktığını söyledi.” Dedim sessizce. Bunu Barış dışında kimse duymasın istiyordum o yüzden fısıldamıştım. Belimdeki elleri harekete geçti. Beni kendine doğru çevirdiğinde yüz yüze geldik. Ellerini yanaklarıma yerleştirerek gözyaşlarımı sildi. “Nil.” Dediğinde burnumu çekerek gözlerinin içine baktım. “Abin, kolay bir hayat geçirmedi. Yaşadıkları onu sert olmaya itti. Çınar’ı bildim bileli hep öfkelidir. Bazen ortada hiçbir şey yokken bile öfkelendiğini bilirim.” Başını sağ omzuna doğru yatırdı. “Sana gözbebeğim diyor değil mi?”
Kafamı usulca salladım. Beni başıyla onayladı. “Gözü kadar değer verdiği bir insanın, senin, yalan söylemene hadi bunu da geçtim onca uyarıya rağmen kendini tehlikeye atmana elbette öfkelenir. Her ne söylediyse kendi de söyledikleri için pişman olacaktır.” Duraksadı. “Hatta olmuştur.”
Derince nefes aldım. Söyledikleri içimi rahatlatmıştı. Abimle küs kalmak veya ona uzak olmak istemiyordum çünkü benim tek ailem abimdi. Başka kimsem yoktu ki ne annem ne de babam. Bunun abim için de geçerli olduğunu biliyordum ve yaptığım yanlış yüzünden bana karşı tavır almasını istemiyordum. Çünkü biliyordum ki kendi de üzülürdü.
Barış, yanaklarımda kalmış gözyaşlarımı nazikçe sildi. Artık ağlamıyordum. “Şimdi abini bir kenara attığımıza göre kendi meselemize dönelim.” Kaşlarım kavislendi. “Kendi meselemiz mi?” Kafasını usul usul salladı. “Onca şeyden sonra cezasız kalacağınızı mı düşünüyorsunuz?”
Ona alık alık baktım. Burnumu çektim ve kafamı belli belirsiz salladım. Karşı gelmedim çünkü şu an haklı taraf oydu. “Ne yapmalıyım?” diye sorduğumda bana birkaç saniye baktı. Sonra gözlerini sıkıca kapatıp açtı. “Öncelikle bana böyle bakmayı kes.” Gözlerimi kaçırdım. “Tamam.” Dedim o an.
Derin bir iç çekti. Elini çeneme yaslayıp yeniden ona bakmamı sağladı. “Bu hiç iyi değil.” dedi kendi kendine konuşur gibi. “Ben sana kıyamıyorum ki kızım.” Gülümsedim. Yeniden gözlerim dolmaya başladı ve dikilmeyi keserek kollarımı sıkıca boynuna doladım. “Yemin ederim bir daha habersiz bir şey yapmayacağım.” Dediğim sıra kollarını belime sıkıca sardı. “İyi edersin.” Dedi güler gibi bir nefes vererek. Dolu dolu olan gözlerimle gülümsedim.
Sonra geri çekildim ve yüzüne baktım. “Bugün neden karakola gittin? Böyle ayakta durman hiç doğru değil.” Gülümsedi. “Birkaç işim vardı, ayrıca ceza olarak da bana birkaç gün daha kendi ellerinle yemek yedirmeni uygun görüyorum şu an.” Kıkırdadım. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak gülüşümden öptü. Sonra geri çekilerek gözlerime baktı. “Hadi gidelim.”
Kafamı salladım. “Arabayı ben kullanırım.” Dedim. “Sen dinlenmelisin.” Keyifle yanıt verdi. “Üç gündür duş almıyorum biliyor musun?” Yüzünü buruşturdu. “Yaram çok acıyor.” Dedi ve sonra hemen keyifli haline geri döndü. “Beni yıkamak ister misin?”
Gözlerimi kıstım, dudaklarına doğru nefesimi vererek konuştum. “İsterim.” Duraksadı. Onu kendi halinde bırakarak yanından geçtim ve şoför koltuğuna yerleştim. Dikilmeye devam etti. Hâlâ gelmediği için seslendim. “Hadi, sabaha kadar seni bekleyemem.” Dudağının kenarında şeytanı bir kıvrım belirdi. Arabaya doğru bedenini çevirdi ve gözlerimin içine bakarak yürümeye başladı. “Ben sabaha kadar yapabileceğimiz çok güzel şeyler biliyorum.”
Yan koltuğa oturdu ve bana göz kırptı. Dudaklarımı birbirine bastırarak önüme döndüm ve arabayı çalıştırdım. Barış, navigasyondan bir konum açtı o sırada. “Buraya sür.” Dedi. “Burası neresi?” diye sordum.
“Gidince görürsün.”
Kafamı salladım. Yoldayken Barış’a yaptığımız her şeyi anlatmıştım. Gülmek ve kızmak arasında gidip gelmişti. Olayı anlatırken bazı yerlere inanmakta ben bile güçlük çekmiştim açıkçası. “İnanılmaz.” Dedi Barış. “Gerçekten o ikisine 3 yıllık nöbet yazacağım. Arkamdan iş çevirmek neymiş görsünler.”
“Benim yüzümden söylemediler, kızma onlara. Özellikle de Mesude’ye kızma. O beni korumak için bizimle geldi. Yoksa gelmeyecekti.”
“Umurumda değil.” dedi Barış çatık kaşlarla. “Onlara hayatlarının şokunu yaşatacağım. Nefes bile alamayacaklar.”
“Ama Barış-”
“Tüm arşivi baştan düzenleteceğim, ara vermelerine izin vermeyeceğim. Ölmek isteyecekler ama öldürmeyeceğim!”
Onların yerine üzüldüm. Benim başımın altından çıkan bir olay yüzünden cezalandırılacaklardı. Ne dersem diyeyim Barış’ın fikri değişmeyecekti. Umuyordum ki abim de Asuman’a yüklenmiyor olsundu. Gerçi, abim demişken Recep ağanın konağında neden geldiği hâlâ muammaydı. “Barış, abime sen mi haber verdin?” kafasını iki yana salladı. “Abinle gün boyu hiç konuşmadım.”
Kaşlarım yükseldi. “Allah Allah, o zaman orada olduğumu nereden biliyordu?” Biraz düşündüm ama aklıma bir şey gelmedi. Asuman’ın veya diğerlerinin haber verdiğini sanmıyordum. “Nil?”
“Hm?”
“Bana bir telefonunu verir misin?”
Ceketimin cebindeki telefonu alarak Barış’a uzattım. “Şifresi, 0408.” Dudaklarından minik bir mırıltı döküldü sonra konuştu. “Doğum günün.” Dediğinde şaşırmıştım. “Sen nereden biliyorsun doğum günümü?”
“Karım olacaksın bir zahmet bileyim.” Dudaklarımı suçlulukla birbirine bastırdım. “Şey, ben seninkini bilmiyorum.” dedim utana sıkıla. Güldü. “Alındım gücendim.” Dediğinde ona taraf döndüm. Birbirimizle daha fazla vakit geçirmemiz gerektiğini fark ettim. Birbirimize dair birçok şeyi bilmiyorduk ama Barış hakkında herhangi bir şüphem yoktu. Onu çok seviyordum ve birçok şeye geç kalmışken ona da geç kalmak istemiyordum. “Doğum günüm 3 Temmuz.” Dedi, anında tarihi beynime not ettim. “Yengeçsin o zaman?”
“Burçlardan pek anlamam.”
“Ben Koç burcuyum. Bence burcumun özelliklerini taşıyorum. Bence sen de taşıyorsun, Yengeç erkeği nazik duyarlı olur.”
“O zaman Koç kadını da enerjik, iyimser, duygusal…” Bana baktı. “Ve güzel oluyor.” Genişçe sırıttım. Bir şey diyecektim ki benden önce konuştu. “İşte burada.” Dedi, telefonumun ekranına dikkatle bakıyordu.
“Abinin sırrını çözdüm.” Kaşlarım merakla kavislendi. “Telefonuna takip programı yüklemiş.” Gözlerim kocaman açıldı. “Ne?”
“Öyle. Nereye gidersen git konumunu kendi telefonundan görüyordur.” Bugün abim beni şaşırtmaya devam ediyordu. Ayrıca hiç fark etmemiştim, ne ara böyle bir şey yapmıştı? Ve neden bana haber vermemişti? “Uygulama üzerinden yapılmıyor mu o iş? Ben telefonumda farklı bir uygulama görmedim hiç.”
Güldü. “Abin bir istihbaratçı Nil.” Dedi. “İsterse telefonundan yaptığın her şeyi görebilir.” Duraksadım. “Öyle bir şey istemez değil mi?” diye sordum kendimi sağlama alamaya çalışarak. “Bilmiyorum.” dedi. “Bugünden sonra her şeyi yapabilir.”
İnsanın istihbaratçı abisi olması da ayrı dertti. Navigasyonun gösterdiği sokağa sonunda girdiğimde arabayı yavaşça durdurdum ve etrafa baktım. Küçük dükkanlar vardı ve çoğu kepenk indirmişti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti, etrafta insanlar da yoktu. “Buraya niye geldik?”
Soruma cevap vermedi. Kemerini çözdüğünde ben de çözdüm ve birlikte aşağıya indik. Yanıma gelerek elimi tuttu. Boş sokakta yürümeye başladık. Birkaç tane dükkan geçtikten sonra kepenk indirmiş bir dükkanın önünde durduk. Barış elimi bıraktı. Yere doğru eğildi ve cebinden çıkarttığı anahtarla kepengin kilidini açtı. Birlikte içeri girdiğimizde kepengi arkamızdan yine kilitlemişti. İçerisi zifiri karanlık olduğu için hiçbir şey göremiyordum.
Birkaç saniye içinde ışıklar yandı. Gözlerimi kırpıştırarak etrafa baktım. Hediyelik eşyalar satan bir dükkandaydık. Raflarda camdan yapılmış bardaklar, vazolar, çeşitli figürler vardı. Özellikle ay motifi kullanılarak süslenmişti birçok şey. “Burası babamındı.” Dedi Barış. Kaşlarım havalandı. “Öldüğünden beri kepenk açmadık hiç, arada sırada uğrar temizliğini falan yaparız sadece.”
“Tüm bunları baban mı yapıyordu?” diye sordum. Kafasını salladı. Derin bir nefes aldım. Uzun zamandır havalandırılmadığı için basık bir koku vardı ama çok da rahatsız edici değildi. “Onu özlüyor musun?”
Belki saçma bir soru olmuştu ancak sormak istemiştim. Çünkü duygularını kendi ağzından duymak istiyordum. Barış, birkaç saniye düşündü. En sonunda, “Sanırım.” Dedi. “Küçükken buraya gelirdik, bana öğretmeye çalışırdı. Babamla geçirdiğim iyi anılar bu dükkanla sınırlıdır.”
Burukça gülümsedim. Sonra elini sıkıca tuttum. “Her neyse,” dedi. “Buraya anılara gömülmek için gelmedik.”
“Ne için geldik?”
“Uyumak için.” Gülümsedim. İhtiyacım olan tek şey olabilirdi bu dediği. Beni yürüttü. Yukarıya çıkan merdivenlere yöneldik. İkinci bir kat olduğunu sanmıştım ama burası çatı katıydı. Küçük bir alanın neredeyse tamamı yatakla kaplıydı. “Babamla çoğu zaman kavga ederdik, o yüzden burada kalırdım.” Derken duvara monte edilmiş dolaplardan birini açtı. Temiz bir nevresim çıkartarak yatağa serdi. Ben de ona yardım ettim. Sonra aynı dolaptan yünlü ve sıcacık görünen bir battaniye altı.
Yatağa oturarak ayakkabılarını çıkartmaya başladığında ben de oturdum ve kendi ayakkabılarımı çıkarttım. Ceketimi de çıkartıp kenara bıraktım. “Yaranı kontrol edelim mi?” diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. “Evden çıkmadan sargıları yenilemiştim. Yarın hallederiz.”
“Emin misin?”
Kafa salladı, geriye doğru yattıktan sonra beni de kendine çekti. Anında ona ayak uydurdum. Açıkçası aşırı yorulmuştum. Gün boyu koşuşturup durduğum için ayaklarım ağrımıştı. Başımı Barış’ın göğsüne yasladım. “Şimdi hoşuna gidecek bir şey göstereceğim sana.” Derken üzerimize battaniyeyi çekiyordu. Elini kaldırarak duvardaki bir düğmeye bastığında garip bir ses duyuldu. Sonra çatının hareket ettiğini gördüm.
Merakla yukarıya bakarken Barış’ın bana baktığını anlayabiliyordum. Çatı otomatik olarak açıldığında soğuk hava içeriye doluştu ama ondan da önemli olan gökyüzüydü. Yıldızları ilk kez bu denli net ve parlak görüyordum.
“Ne kadar güzel…” diye mırıldandığımda dudaklarını alnıma bastırdı. İyice ona sokuldum. Hava soğuktu ama kolları sıcaktı. Gökyüzünü izlerken bir yandan da derin derin nefesler alıyordum. İstanbul hiç böyle değildi. Her saati gürültülüydü, gökyüzü zaten çoğu zaman fabrika dumanları yüzünden görünmüyordu. Kendimi huzurlu hissettim.
“Teşekkür ederim.” Dedim. Fısıltım bile burada fazla sesli duyuluyordu. Kollarıyla beni daha sıkı sardı. Barış, neye ihtiyacım olduğunu biliyordu. Şu an sakinliğe ihtiyacım vardı ve bana sakinliği veriyordu. Eve gitseydik kalabalıktan dolayı ne hissettiğimi bile tam olarak anlayamayacaktım büyük ihtimalle.
Gözlerim yavaşça kapanmaya başladı. Barış’ın bir şeyler söylediğini duydum ama anlayamadım. Uyku çoktan zihnimi sarmıştı.
🪷
Bölüm sonu!
Beğendiniz mi?
Düşünceleriniz neler?
Çınar'ın tepkisi nasıldı?
Bu kadar sinirlenmesine ne diyorsunuz?
Barış'ın tepkisi?
Kız kaçırma operasyonu?
Gelecek veya final tahminleriniz var mıı💃🏻
.
VOTE
VE
YORUMU
UNUTMAYIN
sonraki bölümde görüşelim💖
💋
İnstagram; Zeynepizem
WhatsApp kanal adı; Zeynepizem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 269.41k Okunma |
24.01k Oy |
0 Takip |
66 Bölümlü Kitap |