11. Bölüm

BÖLÜM-11

Zeynep
zeyyneppece

                  

 

 

BÖLÜM 11

Bu bir kabustu, emindim. Bu normal bir şey değildi. Bir anda sanki üzerimden ay kalkmış, kara bulutlar çökmüştü. Yağmur başlamış, her tarafımı sırılsıklam edip beni kapı dışarı etmişti.

Tam karşımda bana bakan iki kişi vardı. Bu iki kişi benim hayatımı karartmışlardı. Bana çok şey, en önemlisi de bir hayat borçlulardı.

Şimdi ikisi de karşımdaydı, buradaydı. İkisi de bana bakıyordu.

“Kızım,” dedi Cemil Akar. “Sanki yabancı birini görmüş gibi kaldın orada. Gel otur, cici annenin kocasının yanına.”

İçimden defalarca söylediğim gibi tekrar söyledim. Ben senin kızın değilim!

Geri durmadım, çekinmedim, dik durdum. Ne olursa olsun asla onların yanında eğilmezdim. Geçtim oturdum onların karşısındaki koltuğa.

“Neden geldin?” diye sordum. Sesimi oldukça soğuk çıkarmaya çalışarak.

“A a, o ne demek? Ne de olsa ben senin üvey babanım kızım.” dedi. En az Cemil Akar kadar kötüydü.

Bakışlarımı soğuk tutarak onu inceledim. Eskiden saçları tel tel bile olsa vardı fakat şimdi tamamen keldi. Nerdeyse benimle aynı boyda gib duruyordu ve eskisinden daha kiloluydu.

“Çok değişmişsin, Elis. Büyümüş, güzel bir kadın olmuşsun.” Bu kısımda elini yanında oturan Cemil Akar’ın omzuna attı ve sıktı. “Kuzenim sana iyi bakmış anlaşılan.”

  Ne?

Yüz ifademden şaşırdığım ve anlamadığım gayet belli oluyordu sanırım ki Cemil Akar “Dursana bir ya, kız şok oldu birden.” dedi.

Sessiz verdiğim tepkiyi sesli bir şekilde de vererek “Ne?” dedim. Kaşlarımı çattım.

“Cemil benim halamın oğlu.” diyererk kısaca bir açıklama yaptı.

Elimi kaldırıp işaret parmağımla ikisini işaret ettim. “Siz… Beni bilerek… Sen,” dedim ve en sonunda parmağımı Cemil Akar’da durdurdum. “Beni bilerek yanına aldın.” Yasin Akça’ya döndüm bu kez. “Beni istemesen bile beni elinde tutmak istedin.”

Gülen yüz ifadesi bir anlığına sekteye uğradı. “O ne demek öyle?”

Bu kez ben gülümsedim. Sol bacağımı sağ bacağımın üzerine koyup elimi dizimin üzerinde kenetledim. “İstedin mi sanki? Beni zorla sen verdin. Benim yaşadığım her şeyden, her gözyaşımdan sen sorumlusun!” dedim sonlara doğru sesimi sertleştirerek. Yüzümdeki ifade yavaş yavaş solarak yok oldu.

“Sesini yükseltme!” dedi Cemil Akar. Umrumda değildi. Zaten benim sesim bu zamana kadar hep kısılmıştı.

“Kız haklı, Cemil. Sakin olalım. Bir açıklamayı hak ediyor tabii ki de.” dedi ve bana döndü. “Bak kızım, ben seni hiçbir zaman istememezlik yapmadım. Sana daha iyi olanı yapmaya çalıştım. Annen sana bir yere kadar yetebilirdi.”

“Sen mi iyisin şimdi? Benim iyiliğimi mi düşündün yani sen, ondan mı benim hayatımı daha çok kararttın? Cevap versene, susma. Ben susmuyorum çünkü, ben çok sustum.” dedim ve ona olan soğuk bakışlarımı devam ettirdim.

Ellerini birbirine geçirerek bana baktı. “Annen seni hiç sevmedi.” dedi duygusuz bir sesle.

Yutkundum, biliyordum lakin bunu birinin özellikle de onun sesli dile getirmesi yutkunmama sebep oldu. “Biliyorum,” derken yine ifadesizdi sesim ama duygularım için aynısını söyleyemezdim.

“Hatırlıyor musun bizi? Hani seni arabayla gezdiriyordu Cemil, arabayı bir yere bırakmıştı sen içindeyken. Hatirlıyor musun anneni, beni ve kızımızı?” dedi. Bana acı çektirmekten zevk alıyordu.

Ve evet, her zerreme kadar o günü hatırlıyordum. Normalde benim yüzüme bile bakmayan adam o gün beni arabasına oturtup yollarda gezdirdi. Bir süre sonra arabanın içinde beni bırakıp rastgele bir sokakta inmişti.

Olanlar da o zaman olmuştu. İlk önce bir evde küçük bir kız çocuğu çıkmıştı. Ben o zaman on iki yaşındaydım, kız ise yedi sekiz yaşlarında gibi görünüyordu. Ama beni en şok eden arkasından evden çıkan annem olmuştu.

On senenin ardından ben annemi ilk defa ve son defa o zaman görmüştüm. Daha sonra bulmayı da hiç istememiştim. Mutluydu çünkü. Bana bir kere bile gülmemişti ama elini tuttuğu kızının saçlarını okşuyor ve gülümsüyordu.

Benim saçıma dokunmamıştı bile.

Onların arkasından da Yasin Akça çıkmıştı. Annemin elini tutmuştu ve onu kendine çekip alnına bir öpücük bırakmıştı.

Mutlulardı. Hem de çok mutlulardı. Bensiz, ben yoktum. Annem vardı ama ben yoktum. Zaten onun için ben hiç olmamıştım. Ben hep onun için geçmişteki bir hata olarak kalmıştım.

Yavaşça arabanın kapısını aralayıp dışarıya çıktım. Kapıyı kapattım fakat elimi üzerinden çekmedim. Mutlu aile tablosuna bakmakla yetindim.

Kız, “Annem, bana pasta yapar mısın. Sen çok güzel yapıyorsun.” dedi. Ben annemin pastasının güzel ya da kötü olduğunu bilmiyordum. Bana hiç yapmamıştı ama o kıza tadının güzel olacağını hissettirecek kadar yapmıştı.

Kızına dönüp yanaklarına ellerini yasladı ve gülümseyerek baktı. “Benim güzel kızım ister de ben yapmaz mıyım? Yaparım benim güzel kızım, yeter ki iste.” dedi.

Canımı da en çok bu sözleri kırdı. Benim o kızdan ne eksiğim vardı ki? O da onun kızıydı be de onun kızıydım. Sadece benim yanımda hiç babam olmamıştı, yani annemi seven bir adam.

Ama bu benim elimde değildi ki. Ben istememiştim dünyaya gelmeyi. Ben elimde olmayan bir şey için suçlanmamalıydım. Bunun bu kadar canımı yakmasına gerek yoktu.

Tam o sırada annem kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. Beni hatırlamıştı çünkü gözlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordum. Yanında ise bana olan aynı istemez bakışları vardı.

Yanına dönüp çok sevgili eşine baktı. O da benim olduğum yere baktı ama suratında annem ona bakmadığı zaman oluşan gülümseme gözümden kaçmadı.

Kız da dönüp bana baktı. İlk dafe o zaman göz göze geldik. Kız kardeşime duygusuzca baktım. Oysa her hali bendi. Mavi gözleri ve simsiyah olan saçları aynı bendi.

Acaba ona bakarken ben hiç aklına gelmiş miydim? Beni bir an olsun bile sevmiş miydi yoksa daha da mı nefret etmişti elimde olmayan sebepler yüzünden?

Kız, anne ve babasına döndü ve “Bu kız kim? Tanıyor musunuz?” dedi.

Anneme baktım. Gözünü benden ayırmadan bana bakıyordu. Eserine bakıyordu, yüzümdeki kızarıklığa belki. Normalde saçım ile yüzümü kapatmaya çalışsam bile şu an bilerek saçımı kulağımın arkasına atıp yüzümü ön plana çıkardım.

Eşine dönüp “Siz ilerleyin, ben geleceğim.” dedi ve yanıma doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.

Çocuk aklı işte beni artık seviyor, sarılacak diye düşündüm. Daha doğrusu öyle olmasını istedim. Öyle olmadı, yanıma geldi evet ama kolumu sıkıca tutarak beni arabanın arkasına doğru çekti.

Tam karşıma geldiğinde “Anne,” dedim. Fakat anında kolumu daha çok sıktı. “Sakın! Bana anne deme! Ben senin annen değilim, sakın karşıma çıkma bir kere daha.” diye bağırdı.

Yanılmıştım, hep olduğu gibi. Bana sarılacak sanmıştım ama o tuttuğu kolumu sıkıp morartmayı seçmişti.

“Ama anne…”

“Ben sana ne dedim? Anne deme bana! Ben artık senin annen değilim, hiç olmadım da. Bak bana, ben mutluyum. Sakın hayatıma tekrar burnunu sokup mahfetme! Seni istemiyorum, hala anlamadın mı? Bunu böyle yüzüne bağırmam mı gerek illa? Gerekiyorsa al, şimdi söylüyorum. Ben seni hiç istemedim, sen benim için sadece geçmişteki bir hata ve yüz karasısın! Defol çık artık hayatımdan!”

Gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Bu küçük bir kız için çok ağırdı. Annemin benim suratıma böyle öfke kusması çok zavallıcaydı.

“Sana son bir sorum var, bende olmayıp o kızda olan ne?” diyordum yine de. Kendim sonucuna varsam bile yine de öğrenmek istiyordum çünkü.

“Aile, o bana aileyle beraber geldi. Ama sen bana hakaretle, karalamayla geldin. Kendini onunla kıyaslama bile! Biz seninle aile miydik sanıyorsun? Değildik, sen sadece benim anlık bir salaklığımın sonucusun.” dedi acımasızca. Karşısında ağlamama karşılıksız bir yüz ifadesi içindeydi.

“Ama ben istemedim böyle olmasını. Ben sevdim seni, benim annemdin sen.” Annemdin…

“Sen istemedin mi? Sen istedin, ölmemeyi sen istedin. Aldığım onca ilaca rağmen sapasağlam ayaktasın, ölmedin. Ölmen için ne kadar uğraşmıştım oysa. Belki en başından ölseydin sen de acı çekmezdin ben de.” konuşmak için dudaklarımı araladığımdaysa elini kaldırarak beni susturmuştu. “Şimdi büyümüşsün ama. Kocaman kız olmuşsun. Git, rahat bırak beni, ben seni bıraktım çünkü. Bir daha beni arayıp sorma, unut beni. Ben seni unutacağım çünkü. Bizim için bu gerekli.” dedi ve kolumu bırakıp koşar adım yanımdan uzaklaştı.

Oysa ben, onun beni bırakmasını değil bana sahip çıkmasını istiyordum. Her kız çocuğu annesiyle büyümeyü hak ediyordu. O gün tam orada karar verdim.

“Eğer ilerde anne olursam senin gibi olmayacağım, anne. Ben çocuklarıma sahip çıkacağım. İstediğim en son şey sana benzemek.” diye fısıldadım kendime. Sadece ben duydum, başka kimse duymadı. Gerek de yoktu, ben kendime yeterdim.

Elimi kaldırıp gözümden akan yaşı sildim. Güçlü durmalıydım, özellikle de onların karşısında. Kendimi salmamalıydım.

“Canımı yakmaya çalışma, çünkü benim yanacak bir canım kalmadı.” dedim. Doğru, benim artık nefes alırken bile canım acıyordu.

“O kız, Yeliz adı. Annenle benim kızımız. Senden beş yaş küçük. Sana çok benziyor, hatırlıyorsun zaten. O kıza hiç kızgın değil misin? Sonuçta sen de o hayatı yaşayabilirdin.” diye sordu Yasin Akça.

Beni sınıyordu, beni vicdanımla, merhametimle sınıyordu. Doğru söylemek gerekirse onu ilk gördüğüm zaman kıskanmıştım. Anneme ‘anne’ deyişini, annemin ona gülümsemesini ve hatta annemin ona pasta yapmasını bile kıskanmıştım. Ama sonra daha geniş düşününce anladım.

O da benim gibi masum bir kız çocuğuydu. Bunları o da hak etmemişti, istememişti. Ona kızarsam kendime de kızmam gerekirdi çünkü aynı durumdaydık. Ben de o da çocuktuk, aramızda beş yaş varmış yani şimdi o, on senkiz yaşındaydı.

O gün ise yedi yaşındaydı. Belki beni hala bilmiyordu o gün bilmediği gibi.

“Hayır, kızgın değilim.”

“Neden peki? Dediğim gibi, o senden anneni çaldı.”

Derin bir nefes verdim. “Ben, hiçbir zaman anneme sahip değildim zaten. En azından bir kızın daha katili olmayı değil de annesi olmayı seçmiş. Ayrıca ben annem gibi değilim,suçları masum insanların üzerine yıkmam. O ne isterse yapsın, umrumda değil. O bana ‘karşıma çıkma, beni arama, sorma’ dedi ben de karşısına çıkmadım, aramadım, sormadım. Sen şimdi neden benim karşıma çıktın? Ben sizin hayatınızda yoksam size de ihtiyacım yok. Şimdi de siz beni rahat bırakın.” dedim ve yerimden kalktım.

Odama doğru ilerleyecekken Yasin Akça kolumdan tuttu beni. Kolumu çekerek “Bırak! Dokunma bana!” diye bağırdım.

Elini hemen geri çekerek “Tamam,” dedi. “Ben buraya seni görmeye geldim ve sana bir seçenek sunacağım.”

“Ne seçeneği?” diye sordum.

“Annen seni yanında istiyor. Buradaki hayatını bırak, gel yanımıza. Aile olarak devam edelim. Sen de ol ailemizde.” dedi. Gerçek değildi lakin. Hayatımda o kadar sahte insanlar vardı ki onları ayırt edebiliyordum.

Benim iyiliğimi isteyen sayılı kişiler vardı. Onların da kim olduğunu biliyordum.

Yüzümde alaycı bir ifade oluştu. “Gerçekten bunu bana soruyor musun? O kadar da mı aklın yok, dökülen saçların gibi aklında mı döküldü? Sence ben bunu kabul eder miyim? Hiç mi düşünmüyor o kadın bunu?” O kadın, yani annem.

Sanırım buna gerçekten atlamamı bekliyordu ki yüz ifadesi anında düştü. Kaşları sinirle çatıldı. Onunla bu kadar sinirli bir şekilde konuşacağımı düşünmüyordu sanırım. “Sen ne dedin bana?” diye bağırdı ve sağ elini kaldırıp yanağıma bir tokat attı.

Kendimi hiç bu kadar aciz hissetmedim. Çom hissetmiştim ama ilk defa bu kadar canım yanmıştı.

Başım sağ tarafıma doğrü düştü. Ardından da ben dengemi sağlayamayıp yere düştüm. Bu kez de saçıma yapıştı. Saçımı avuç içine aldı ve çekerek yerden kalkmamı sağladı.

Canım yanmıştı. Bugün daha birkaç saat önce onun öptüğü saçlarım şimdi…

Ayağa kaldırdı ve bu kez de diğer eliyle çenemi sıkıca tutup sıktı. Gözümden birkaç damla yaş düştü. En çok canımı yakan da engel olamadığım yaşlardı.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp “Benimle doğru konuş! Seni bu yüzden kimse sevmiyor işte. Haddini bilmiyorsun çünkü. Bana sesini yükseltme. Ben olmasam, Cemil olmasa sen o yetimhanenin bir köşesinde ölüp giderdin. Annenin yıllar önce yapamadığı olurdu.” diye bağırdı.

Tüylerim ürperdi. En sevmediğim şeydi boyun eğmek fakat bazen de mecburdun. Mesela şimdi olduğu gibi. Bunların elinde ölemezdim, onların ölürken bakacağı son kişi olmalıydım.

“Anladın mı!” diye tekrar bağırınca kafamı sallamakla yetindim. Avuç içimde sıkıca tuttuğum çantamı sıkıyordum.

Beni bırakıp “Güzel, şimdi git.” dediğinde odama doğru ilerldedim.

Kapımı açıp odama girdim ve ardından da kapıyı kapatıp arkasına çöktüm. Elimi ağzıma kapattım ve çantama sarıldım. Şu an yalnızdım, yanımda kimsem yoktu. Ben buydum aslında fakat gerçeğimi bilen kimse yoktu.

Çantamı açıp telefonumu elime aldım. Mesajlar kısmına girip Akay’ın adının olduğu yeri buldum. Üzerine tıklayıp sayfayı açtım. Mesaj görünmüyordu çünkü hepsini siliyordum, o görmemeliydi. Görürse olaylar içinden çıkılamaz olurdu.

Tam o anda bir mesaj geldi Akay’dan.

Çevrimiçisin, bir problem mi var? İyi misin?

Ben bu düşünceyi hak edecek ne yapmıştım da o benim olmuştu? Onun iyiliği benim kirden görünmeyen dünyama tersti sanki.

Ağlarken sanki çok mutluymuş gibi mesaj yazmaya başladım.

Senin yanından ayrıldığım için biraz üzgün olabilirim. Onun dışında iyiyim, sorun yok. Ama keşke yanımda olsan, sana sarılmayı çok isterdim şimdi.

Güzelim, sen gerçekten iyi misin? Doğruyu söyle, hemen gelirim yanına.

Ah, benim canım sevgilim. Seni de peşimden bir bataklığa sürüklememi mi istiyorsun? Üstelik çırpındıkça daha fazla battığın bir bataklığa mı? Üzgünüm, bunu yapamam.

Hayır, iyiyim. Gelmene gerek yok.

Bana fotoğraf at o zaman. Gözlerimle göreyim iyi olduğunu.

Derin bir nefes verdim. Yapamazdım çünkü bitik haldeydim. Yine de aynanın karşısına geçtim, kendime baktım.

Yanağım ve çenem kızarmıştı. Rimelim ağladığım için akıp gözlerimi mahvetmişti.

Yüzüm resmen ben bitiğim diye haykırıyordu.

İyiyim, sevgilim benim. Sorun yok. Şu an üzerim pek müsait değil, makyajımı da sildim. O yüzden sana böyle fotoğraf atamam. Sonra benden nefret edersin.

Belki de gerçekten nefret ederdi, bu yalan değildi.

Çok geçmeden mesaj geldi.

Sen her halinle güzelsin, yüzündeki bir leke veya başka bir şey buna engel değil. Seni her zerrenle seviyorum, sevgilim. Zorlamayacağım şimdi seni. Nasıl olsa yarın göreceğim. Kendine iyi bak. Uyurken güzelce ört üzerini, üşütme.

Benimle bir bebekmişim gibi ilgilenmesi her şeye rağmen tebessüm etmeme sebep oldu.

Ne yani hasta olursam bana bakmaz mısın? Bana yine şurup içirmez misin?

Çok bakmışlığım var, yine de bakarım.

Ardından bir mesaj daha geldi.

Sadece hala bu yaştaki birine şurup verirler mi? Bilemiyorum.

Vermesinler zaten, tadı çok kötü onların.

Sırf onları içebil de iyileş diye sana nasıl şaklabanlık yaptığımı hatırlıyor musun?

Ağlamam artık gerçekten kesilmişti. Asıl bence benim ilacım oydu, bana iyi geliyordu.

Hatırlıyorum. Şişelerle tiyatro oyunu yapıyordun. Birde şarkı uydurmuştun.

Tüh, karizmam çizildi. Sakın bunları başka birine anlatma

Doruk’a anlatmak için sabırsızlanıyorum.

Yapmazsın ya, kıyamazsın sen sevgiline.

Kıyamam.

O, gerçekten bana iyi geliyordu. Hatta bana iyi gelen tek şeydi o. Tekrardan mesaj attım.

Seni çok seviyorum.

Ben de seni çok seviyorum, güzelim. Ben her zaman buradayım, istediğin zaman yaz. Her şeyini anlatabilirsin bana, seni asla yargılamam, biliyorsun zaten.

Biliyorum, sevgilim. Zaten ben bir tek sana inanıyorum, senin yanımda olduğun hissine inanıyorum. Senden sadece bir şey istiyorum.

Söyle, bebeğim. Söyle istediğin şeyi.

Beni hiç bırakma, olur mu? Ne yaşarsak yaşayalım hep senin varlığını hissedeyim. Arkamı döndüğümde seni göreyim. En korktuğum şey bu şeyin içinde seni kaybetmek. N’olursun yanımda ol.

Güzelim, sen gerçekten iyi misin?

Cevap ver soruma.

Son nefesimi verene kadar yanındayım, güzelim. Sen benim nefesimsin. Bir kere daha ayrılırsak ben ölürüm. Yaşadığın her şeyde arkanda olurum, bırakmam seni. Sen varken bana bir şey olmaz. Hele de senin yanında olmaktan.

Ardından bir mesaj daha attı.

Şimdi söyle bana içinde olduğun şeyin ne olduğunu?

Gözümden bir damla yaş akıp yere düştü. Göz yaşlarım bile sevmiyordu beni, hemen akıp gidiyordu benden.

Sanırım kendimi çok açmıştım. Ama söyleyemezdim. Erkendi, en azından o kadar çok canıma tak etmemişti. Biraz daha gücüm vardı, ayakta durabilirdim.

Hiç, yok bir şey. Sadece bunları senden duymaya ihtiyacım vardı. Sorun yok, iyi geceler.

Anında mesajı ekranıma düştü.

Yarın nasıl olsa yanında olacağım. İyi geceler, kendine dikkat et.

Sen de.

Telefonu kapatıp yatağın üzerine fırlattım. Bu esnada ikisinin de konuşarak kapıdan çıkıp gittiğini duydum. Kapımı aralayıp dışarı çıktım ve salona baktım, gerçekten yoktular.

İlk önce banyoya girdim ve makyajımı silip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Aynaya bakmadan çıktım ve odama geçtim. Tam olarak sakinleşmediğim için yatağa oturdum ve derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım.

Olmadı lakin. Nefes alıp verirken göz yaşlarım hızlanmıştı. Sürahiye uzanıp bardağa su koydum. Suyu bir dikişte bitirdim fakat ellerimin titremesine hakim olamadım ve bardak elimden yere düştü ve gürültüyle kırılıp parçalara ayrıldı.

Ellerimi anında kulaklarıma götürdüm. Beni yüksek ses hep rahatsız ederdi, özellikle de cam kırılma sesi.

Onun yanına geldiğim ilk zamanlardı. Bir keresinde masanın üzerindeki tek oyuncağım olan bebeğe uzanırken yanındaki bardağa çarpmıştı elim. Yere düşüp kırılmıştı. Hemen ardından yanıma gelerek kızmış, bağırmıştı. Ardından da o camları toplamamı söylemişti. En son parçasına uzanırken ise cam parmağımı kesmişti.

Yerdeki kırık cam parçalarına bakarken o anı hatırladım. Hemen ayaklarımı yukarı çektim. Ellerim ise kulaklarımın üzerine siper olmaya devam ediyordu.

Aldığım derin nefeslerin boğazıma takıldığını ve nefes alamadığımı fark ettim. Kulaklarımdaki ellerim boğazıma dolandı. Sanki görünmez eller benim boğazımı sıkıyor gibi hissetmeye başlamıştım.

Çığlık atmak istedim hayatımda ilk defa ama atamadım, olmadı, yapamadım.

Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ve içimden ona kadarsaydım. Sonra tekrar, tekrar ve takrar. Bunu defalarca kez tekrar ettiğimde artık sakinlemiş hissediyordum. Eller artık boğazımdan çözülmüştü. Kocaman br nefes aldım.

Kriz geçirmiştim. Gözlerimden boşalan yaşlar ile etrafımı hatta yerdeki kırık cam parçalarını bile sanki buğulu bir camın arkasındaymış gibi izliyordum.

Ellerimi bu kez de gözlerime götürdüm. Sildim yaşları, yenileri eklendi ben sildikçe ama yılmadım.

Oturduğum yerden kalkmadan önce saate baktım. On bire yaklaşıyordu. Hatta bir iki dakikası vardı. Sonra yere baktım. Gözlerim yaşlı değildi artık, donuktu.

Camların üzerine basmamaya dikkat ederek oturduğum yerden ayaklandım. Mutfağa ilerleyip eski olan bir mikrofiber bezi aldım.

Odama geçip cam yığınının başına çömeldim. Bezi bir elimde tutarken diğer elimle yavaşça camlardan birine uzandım. Hepsini sorunsuzca topladım. Taki sonuncusuna kadar. Artık yavaş yavaş başım dönmeye başlamıştı. Elimi uzatırken tam camın kenarına denk geldi. Ve işaret parmağımın ucu kesildi.

Ani bir haraketle canım elimden bıraktım. Diğer elimde olan camları bırakmamaya da son anda hakim olmuştum. Yavaşça yere bıraktım camları ve ne olursa olsun sonuncusunu da diğerlerinin yanına koydum.

Komidinin üzerinden bir yaprak peçete aldım ve kanayan yere bastırdım. Canım yandı ama dişimi sıktım. Yerimden kalkıp yarabandı var mı diye banyoya bakmaya karar verdim.

Aynalı dolabın içini kontrol ederken buldum ve bir tanesini alıp hemen parmağıma yapıştırıp tekrar odama gittim ve bezi alıp başka bir poşatin içine koyup ağzını sıkıca bağladım. Çöp kutusuna attıktan sonra tekrar odama geçip yatağıma yattım.

Gözlerimi tavana çevirdiğimde telefonuma bir mesaj geldi. Alıp baktığımda ekranda onun adını görünce gülümsedim. Sanırım sözlerim sevgilime pek inandırıcı gelmemişti.

Mesaj sayfasına girip attığı mesaja bakınca minik kıkırtıma engel olamadım

Uyudun mu?

Hemen ben de mesaj yazdım.

Ne o? Liseli ergenler havasına mı girdin?

Uyumamışsın.

Yoo, uyudum hatta şu an rüya bile görüyorum.

Ne görüyorsun?

  Seni.

Öyle mi? Peki nasıl görüyorsun beni?

Senin odanda yatağına uzanmış uyuyorsun.

Peki yanımda kimler var?

Ben varım, senin yanına gelip sarılıyorum sana ve beraber uyuyoruz.

Çok sevdim bu rüyayı.

Ben de,

İkimiz de çevrimiçiydik ama bir dakika civarında hiç mesaj gelmedi. Sonra yine o bana mesaj attı.

Gerçekten iyi misin?

Gülümsedim.

Gerçekten iyiyim, sevgilim. Problem yok.

Yarın görüşürüz.

Görüşürüz.

Ardından da mesajların hepsini kendimden sildim. Alarmımı yarım saat erken kurdum çünkü bir de yarın sabah ütü yapmam gerekiyordu. Şu an çok yorgun olduğum için onunla uğraşmak istemiyordum.

Her zerreme kadar hissediyordum, içimde kötü bir his vardı. Yarın bir şey olacak gibi hissediyordum.

                      *****

Sabah kendiliğimden alarmdan on dakika önce uyandım. Nasıl olsa uyandığım için alarmı kapattım ve bacaklarımı aşağıya sarkıtarak yatakta oturdum. Üzerime bakındım, dünkü kıyafetlerimle uyumuştum. O kadar aklım başımda değildi ki kıyafetlerimi değiştirmeden uyumuştum.

Hemen oturduğum yerden kalktım ve ilk tuvalete girdim. Elimi yüzümü yıkadım ve hızlıca çıktım. Odama geçerken kapının önüne baktım, ayakkabıları oradaydı. Yani evdeydi.

Mutfağa girdim ardından, kahvaltı hazırlayıp kendim de birkaç lokma bir şey yedikten sonra odama geçtim. Ütüyü aldım elime ve siyah kumaş pantolonumla beraber açık pembe uzun kollu vücudumu saran bir üstü ütüledim.

İşimi bitirdikten sonra hemen hazırlandım ve makyajımı da yaptım. Bu kez kırmızı ruj yerine hafif pembe tonlarındaki rujumu sürdüm. En son aynanın karşısına geçip kendime baktım. Çok tatlı olmuştum, tam bir sınıf öğretmeni gibi.

Çantama da gerekli eşyalarımı koydum ve telefonumu da elime alıp evden çıktım. Mesajlar kısmına girdim. Sabah hiç telefonu elime almadığım için mesajlarıma da bakamamıştım.

O ise her sabahki gibi mesaj atmıştı.

Güaydın benim güzeller güzeli sevgilim.

Hemen mesaj yazdım.

Biraz geç günaydın oldu sevgilim ama günaydın. Sabah sabah ütü yapmak gerektiği için telefona bakamadım.

Sorun yok, açıklamak zorunda değilsin. Biz yola çıkacağız şimdi.

Ben de otobüs durağına yürüyorum. Okulda görüşürüz.

Görüşürüz, güzelim.

O esnada otobüs durağına gelmiştim ve tam ben geldikten iki dakika sonra otobüs geldi. Kartımı basarak otobüse bindim ve boş bir yere oturdum.

Okulumun yanındaki durağa geldiğimizde oturduğum yerden kalkıp kapının yanına geçtim. Kapı açılınca da otobüsten indim ve kapıdan geçerek okulun bahçesine girdim.

Etrafıma bakındım ama Akay’ı göremeyince sınıfıma çıktım ve öğretmen masasının sandalyesine oturup gelen öğrencilerimle konuştum.

Tam o sırada sınıfa Lila girdi. Artık veliler okulun içine giremedikleri için dışarıda bekliyorlardı. O yüzden de Lila benim yanıma gelip dayısının geldiğini haber veriyordu.

“Öğretmenim,” diyerek yanıma geldi ve bana sarıldı. Sarılırken de kulağıma “Dayım aşağıda, seni bekliyor.” dedi. Ve benim yanımdan ayrılıp sırasına doğru ilerledi.

Hemen yerimden kalkıp merdivenlerden inerek bahçeye çıktım. Oradaydı. Bahçe kapısının yanında elleri cebinde beni bekliyordu.

Kapıdan çıkıp Akay’ın yanına geçtim. Gülümsedi ve gözleri üzerimde gezindi. Ardından dudaklarıma çıktı bakışları.

“Günaydın.” dedim. Kelimeler sanki boğazı dizilmiş gibiydi. Sarılmak çok istiyordum ama ortam uygun değildi. O yüzden bu isteği biraz soraya erteledim.

En sonundan gözleri gözlerimi buldu. “Günaydın, pamuk şeker.” dedi.

“Pamuk şeker mi?” Güldüm.

“Evet. Seni böyle görünce aklıma o geldi.” dedi.

Etrafımızdan çocuklar ve aileleri geçiyordu. O yüzden Akay’a “Gel, biraz kenara geçelim.” dedim.

“Olur, sen nasıl istersen.”

Ben önden giderken arkamdan beni takip etti. Biraz daha kenara eçtiğimizde ona döndüm. İçli içli baktım.

“Hem sormak istiyorum hem de acaba çok mu sıkıyorumdiye düşünüyorum ama sormadan da içim rahat etmez.” Bu kez o bana derin derin baktı. “İyi misin? Dün ne oldu, tüm gece seni düşündüm, güzelim.”

Başımı aşağıya eğdim. Yüzüne bakarsam açık verirdim çünkü. Ama o, bunu istiyor gibi elini çeneme uzatıp ona bakmamı sağladı. Gözlerine bakmadım yine de, arkadaki kaldırım taşına bakmayı tercih ettim.

“Elis, bana bak. Güzelim, n’oldu sana bir gecede? Gözlerinde görüyorum ama tam anlamıyla anlayamıyorum. Anlat bana, bileyim.” Hala ona bakmamak için inat ediyordum.

“Parmağına ne oldu peki? Bari bunu söyle.”

“Bardak kırıldı, onu toplamak isterken kestim.” dedim ve gözlerine baktım en sonunda.

Anlamaması imkansızdı bir şeyleri. Çünkü beni bir tek o anlardı. Bir bakışımdan bile olsa o bilirdi benim içimi.

Kafamı hareket ettirerek çenemdeki elinden kurtuldum. Zorlamadı, bıraktı. “İyi değilsin.” dedi. Artık emindi kendinden. Soru olarak sormamıştı bunu.

“İyiyim,” dedim yine de. İnanmayacağını biliyordum ve inanmadı da.

“Değilsin, herkesden saklayabilirsin ama benden değil.”

Yanından ayrılmadan önce “Görüşürüz,” dedim. Gözlerimi kaçırdım. “Çıkışta direkt eve gideceğim, bekleme beni.”

Ardından koşar adım yanından uzaklaştım. Durursam söylerdim çünkü. Söyleyemezdim. Dediği gibi beni en iyi anlayan hatta tek anlayan oydu.

Bugün pazartesi olduğu için öğrenciler çalan zil ile bahçeye inip sıra oldular. Ben de kendi sınıfımın yanına geçip en başında durdum.

İstiklal Marşı okunduktan sonra sınıflar sırayla çıkmaya başladılar. Ben de öğrencilerimin önünde sınıfa çıktım. Hepsi sıralarına oturunca çok geçmeden derse başladım.

Dört dersin sonunda öğle arası olunca telefonumu çıkarttım. Sosyal medyada biraz gezinirken yanıma doğru Lila’nın geldiğini gördüm. Elinde bir saklama kabı vardı.

Yanıma gelince elindeki kabı bana uzattı. “Anneannem bana bugün börek yapmıştı. Sana da koydu. Bana ‘bunları da öğretmenine ver.’ dedi.”

“Çok teşekkür ederim, bir tanem. Anneannene çok teşekkür ettiğimi söyle.” dedim gülümseyerek.

“Söylerim,” dedi ve ben kabı alınca geri yerine gitti.

Kabı açtım ve aç olmasam da böreği yedim.

Günün geri kalanı da okulda çok hızlı geçti. Zil çaldıktan sonra çantamı ve eşyalarımı alarak ilk öğretmenler odasına gittim. Eve götürmeyeceğim eşyalarımı orada bıraktım.

İçimdeki duyguya engel olamayıp camdan dışarıya baktım. Akay’ı aradım ama göremedim. Gelmemiş miydi?

Lila’yı aradım sonra koşturan çocukların arasında. En sonunda gördüğümde kimin yanına gittiğine baktım. Yanında babası yani Fatih abi vardı.

Gelmemişti. Ben eve gideceğim dediğim için gelmemişti.

İçim minik bir cız etti. Ama sonuçta ben demiştim. Gelmemesi normaldi. Fakat işte… Belki de yine de görmek istemiştim.

Camın yanında ayrılıp çanta mı alarak dışarı çıktım. Otobüs durağına geldiğimden otobüs yaklaşık on dakika içinde gelmişti.

Kartımı basarak bindim otobüse. Saat ilerlediği için otobüs sabah olduğu gibi boş değil, çok fazla da olmasa doluydu. Ayakta durup bir demire tutunarak dengemi sağladım.

Çok uzun sürmeden evimin yakınındaki durağa geldiğinde düğmeye basıp indim. Eve kadar boş boş etrafı izledim. En sonunda eve gelince üzerimi değiştirdim. Rahat gri renkteki pijamalarımı giydim.

Saatin daha erken olduğunu görünce salona geçmeye kara verdim. Biraz oturmanın bir zararı olmazdı. Yaklaşık yarık saat oturup telefonuma baktım. En sonunda artık kalkmam gerektiğini fark ettim. Telefonumu orada bırakıp mutfağa geçtim.

Kalan bulaşıkları yıkadım önce. Çorba yapıp onu ocağa bıraktım pişmesi için. O sırada da kirlileri ayarlayıp çamaşır makinesini çalıştırdım.

Onları da hallettikten sonra salonu, odamı ve onun odasını toparlayıp tüm evi süpürdüm. Mutfak tezgahını ve masayı güzelce sildim.

Tüm bu işleri iki şey için yapıyordum. Hem yapmam gerektiği için hem de biraz da olsa rahatlamak için.

Çok fazla suyla iş yaptığım için banyoya geçip ilk yüzümü yıkadım, ardından da yeni bir yara bandı çıkartıp tekrardan parmağıma yapıştırdım. Eski olan yara bandını çöpe attım.

Tekrardan mutfağa geçip çorbanın atlını kapattım. Yanına da bir bulgur pilavı yaptım. Ben onlarla uğraşırken evin kapısı açıldı ve o geldi.

“Elis!” diye bağırdı ve kapıyı çarparak kapattı. Hızlı adımlarla olduğum yere geldi ve tam karşıma geçip boğazıma doladı elini. “Sen ne yaptın!” diye bağırdı an öncekinden daha yüksek bir sesle.

“Dur…” diye bağırmaya çalıştım ama sesim dudaklarımın arasıdan fısıltı gibi çıktı.

“Bak,” dedi ve elindeki telefonu yüzüme doğru tuttu. “Kim bu adam?” dedi.

Fotoğrafa baktım. Akay ile ben vardım fotoğrafta. Geçen gün gittiğimiz kafenin önünde çekilmişti bu fotoğraf. İkimiz de birbirimize sıkıca sarılıyorduk. Aynı zamanda o, benim saçımın üzerine bir öpücük bırakıyordu.

Elimi elinin üzerinden boğazıma doladım. Tırnaklarımı geçirdim elinin üzerine. Yumruğumu suratına doğru birkaç kez savurdum. Yana doğru sendeledi. Son attığım yumrukla dengesini sağlayamadı ve yere düştü.

Hemen onun yanından ayrılıp salon koştum ve telefonu alıp odama koştum. Kapıyı arkamdan kapattım. Kilit yoktu kapımda. Bilerek yoktu.

Sırtımı kapıya yaslayıp hemen telefonu açıp mesajlar kısmına girip onun adının üzerine tıkladım. Hemen mesaj yazmaya başladım.

Evimdeyim, yardım et. N’olursun çabuk ol, Akay. Canım çok yanıyor. Yardım et, yanıma gel. Sana ihtiyacım var.

Tam mesajı attığım anda hemen çevrimiçi oldu ve mesaj yazmaya başladı.

Geliyorum, sevgilim. Dayan, hemen geliyorum. Canını yakan her kimse onun canını alacağım, geliyorum güzelim.

Acele et, lütfen. Yanıma gel.

Bir şey daha yazıyordu ki arkamdaki kapı hızla açılmaya çalıştı. İzin vermedim. Tüm gücümü kullanarak kapının açılmasını engellemeye çalıştım.

Olmadı lakin. Benim güçsüz bedenim ona karşı koyamadı. Kapı açılırken sendeleyerek geri çekildim. Elimde hala sıkıca tuttuğum telefonum vardı.

Bana gülümseyerek baktı. Ama o gülümsemesi normal değildi. Akay gibi gülümsemiyordu mesela.

Yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Adımlarım geri geri gitti. Dudağı patlamıştı ve kafasının kenarından hafifçe kan akıyordu. Yere düştüğünde dolaba vurmuş olmalıydı.

Bana doğru gelmeye devam ederken “Şimdi anlaşıldı senin durumun. Bu sesini yükseltmelerin, kendini üstün görmelerin buna mı bağlıydı? Bu şerefsize mi bağlıydı?”

“Ona hakaret etme!” diye bağırdım.

“Ona mı güveniyorsun gerçekten? O mu seni kurtaracak?” dediğinde artık dibimdeydi. Daha fazla geri gidemezdim çünkü arkamda duvar vardı.

Eli elimdeki telefona uzandı. Direnmeye çalıştım ama olmadı, telefon çekip aldı elimden. “Yazdın ona, değil mi? Şimdi gelip seni kurtaracak mı?” dedi ve telefonu sağa doğru fırlattı. Duvara çarpan telefon kırıldı.

“Bak, yok telefon, kırıldı. İnandın mı gerçekten birinin seni sevdiğine? Seni bir insan sevebilir mi?”

“Sevdi, o beni sevdi.”

Tüylerimi ürperten bir kahlaha attı. “Sonunda biri seni sevmiş. Aslında onun seni sevmesi şaşırtıcı. Annen bile sevmedi seni. Baban bile terk etti annenle seni.”

“Canımı mı yakmaya çalışıyorsun?” diye sordum.

“Hayır, sadece gerçekler. Gerçekler canını mı yakıyor?”

“Yakmalı mı?” diye sordum bu kez de. Zaman kazanmalıydım.

Bir elini uzatıp saçıma dokundu. Elini ittirdim hemen. “Dokunma bana!” diye bağırdım.

“Sus, bağırma.” dedi ve elimi ağzımın üzerine kapattı. Diğer eliyle de ellerimi bileğimden tutup göğsümün üzerine bastırdı.

“Her şeyin suçlusu sensin! Şimdi de bir şerefsize güvenip bana mı vurdun sen? Bak suratıma, bak! Sen yaptın bunu. Ben şimdi seni makvetmez miyim! Mahvederim.” dedi ve ağzımdaki elini çekip yanağıma sert bir yumruk attı.

Ağzımın içine kendi kanımın tadı doldu. Durmadı, acımadı tekrar tekrar vurdu. Canım yandı ama bağırmadım. Sadece gözümden bir damla yaş yanağıma kadar ulaştı.

Artık ayaklarımda bedenimi taşıyacak güç bulamıyordum. Kendimi bırakmaya çalıştığımda beni tutarak sağ tarafa doğru yere sertçe bıraktı. Ellerimle kendimi tutarak düşüşümü yavaşlattım.

Durmadı, bu kez de yanıma yere çöktü ve elini yanağıma koydu. Okşadı ama duygudan yoksun bir temastı bu.

Tam o sırada kapı yumruklanmaya başladı ve Akay’ın sesi gelmeye başladı.

“Elis! Buradayım, geldim.” dedi ve kapıyı yumruklamaya devam etti.

“Hah, geldi senin ki. Dur, bir hoş geldin diyeyim.” dedi ve yanımdan kalkıp odadan çıktı.

Sonra kapının açılma sesini ve Akay’ın sesini duydum. Ne dediği bek belirgin değildi.

Kapalı gözlerimi aralayıp kapının oraya baktığım anda Akay’ı gördüm. Koşarak yanıma geldi ve beni kucağına alıp yerden kaldırdı.

“Geldim, güzelim. Buradayım.” dedi.

Sanki küçücük bir bebek gibi kalmıştım kucağında. Elim ile sıkıca üzerindeki deri cekete tutundum. “Akay,” diye fısıldadım. Daha çok şey söylemek istiyordum ama kelimeler dudaklarımdan çıkmıyordu.

Anladı ama o beni. Nasıl olduğumu da anladı. “Yorma kendini, sevgilim. İyi olacaksın. Geldim, yanındayım.” Beni kucağında taşırken aynı zamanda da hızlı hızlı yürüyordu.

“Buldun mu?” diye bir ses duydum. Bu sesin sahibini tanıyordum. Fatih ağabeydi.

“Buldum, burada.” dedi Akay da. Kafamı göğsüne gömdüm. Bir tek burada güvendeydim.

Ne kadar kendime hakim olmaya çalışsam da ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım onun kucağında. Bir eli bacaklarımın bir eli de sırtımdaydı, bedenimi kendine çekmiş sıkı sıkı tutuyordu.

“O nerede?” dedi Akay.

“Kaçmış, biz de diğer odalara bakarken kaçmış.” dedi Gurur amca.

“Elis,” diye bana seslendi Fatih abi. “İyi mi?” derken bu soruyu Akay’a yönelik sormuştu.

Kafasını eğip bana baktığını hissettim ama kafamı kaldırıp ona bakmadım.

“Olacak” dedi ve yaklaıp saçımın üzerine dudaklarını değdirerek bir öpücük bıraktı. Ağlamam onun yalnız bir öpücüğüyle azaldı.

“Hadi, arabaya geçelim.” dedi Gurur amca.

“Eve mi gideceğiz?” diye sordu Fatih abi.

“Elis, iyi misin? Bir yerin ağrıyorsa ilk hastaneye gidelim mi?” diye sordu Akay bana.

“İyiyim, bırakma beni.” dedim. Uzun bir süre bunu sayıklayacaktım sanırım.

“Tamam, o zaman eve gidiyoruz.” dedi ve kucağında benimle beraber arabanın arka koltuğuna oturdu. Diğerleri de oturmuş olmalı ki araba hareket etmeye başladı.

Kafamı kaldırarak ona baktım. Bir eli sırtımdayken diğer eliyle önüme gelen saçımı çekti. Yüzümün her bir yerine baktı. Gözlerinden anladım. İçi acıyordu bakarken.

“Güzelim benim, sevgilim. Sana nasıl yaptı bunu?” dedi.

“Bırakma beni,”

“Bırakmam, asla bir saniye bile ayrılmam yanından.” dedi ve eğilip tekrar saçımdan öptü.

“Uyuyabilir miyim? Çok yoruldum.” dedim. Göz kapaklarımı açık tutmak için çabalıyordum.

Elini başıma koyup göğsüne çekti. “Uyu güzelim, uyu.”

Bu sözü bekleyen göz kapaklarım kapandı ve en değer verdiğim kişinin göğsünde ömrümün en tatlı uykusuna daldım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın 🌺🌺

                                             

 

Bölüm : 19.01.2025 17:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...