Akay telefonuna en değerlisinden gelen böyle bir mesaj yüzünden kafayı yemiş gibiydi. Hızlıca odasından çıkıp merdivenlerden indi. Salona girdi ve “Baba, enişte çabuk olun. Beni takip edin.” dedi ve aynı hızla salondan çıktı.
“Oğlum ne oluyor?” dedi Nilda. Hepsi bir anda salondan fırtına gibi geçen Akay’ı anlamaya çalışıyordu.
Arkasını dönüp onlara baktı Akay. “Elis’e bir şey oldu.” dedi ve ayakkabılarını giyip hızlıca çıktı.
Hepsi ayaklarına ellerine gelen ilk şeyi geçirip onun peşinden ilerlediler.
“Ne oldu Elis’e?” diye sordu Fatih.
“Bilmiyorum ama bir şey oldu.” derken çoktan arabaya doğru ilerliyordu. Arkasını dönüp annesine ve ablasına baktı. “Lila’yı alın ve içeri geçin.” Babasına ve eniştesine döndü ardından. “Beni takip edin.” dedi tekrardan.
Kimse ne olduğunu anlayamamıştı ama bir şeyden eminlerdi. Akay’ı ilk defa bu kadar panik, aynı zamanda da kedinden emin görüyorlardı.
Akay kapıyı açarak sürücü koltuğuna geçerken Gurur ve Fatih de son anda koltuklara yerleşmişlerdi.
“Bu ne hız oğlum? Ne olmuş Elis’e? Biri bir şey mi yapmış?”
Gayet net bir cevap verdi Akay. “Bilmiyorum, kim ne yaptı bilmiyorum. Ama ona bir şey yapanı, kılına dahi dokunanı sağ bırakmayacağım. Bir tek bunu biliyorum.”
*****
Kollarındaydı en değerlisi. Sıkıca tutmuştu Çiçek’ini. Başını göğsüne, tam kalbinin üzerine koymuştu. Ait olduğu yere.
Yüzünü gördüğü ilk an kalbine bir kurşunun girdiğini hissetmişti. Onun en çok korktuğu şey Çiçek’inin canının yanmasıydı. Ve en çok korktuğu şey gerçek olmuştu.
İçinde derin, sonunun asla gelmeyeceği bir öfke vardı. O adamın suratına attığı yumruklar bile dindirememişti öfkesini. Zaten istediği kadar hırpalayamamıştı onu çünkü Elis’e ulaşması gerekiyordu. Elis yanındaydı ama içinde kendine olan öfkesi içini sarmıştı.
O adamın kaçmasına nasıl izin verdin, diye düşündü içinden. Onu nasıl bıraktın da elinden kaçırdın?
Araba yavaşlayarak durdu evlerinin önünde. Fatih arkasını dönerek baktı onlara. “Uyudu mu?” diye sordu.
Akay kafasını sallayarak “Uyudu,” dedi.
Arabadan kucağındaki Elis ile bereber çıktı. Bir saniye bile bırakmayacaktı artık onu. Bırakınca ne olduğunu kendi gözleriyle görmüştü.
Fatih ve Gurur da arabadan çıkıp eve doğru Akay’ın arkasından yürümeye başladılar. Onları ise kapının önünde bekleyen Selen, Nilda ve Lila karşıladı.
“Oğlum ne oldu kızıma?” diye sordu Nilda. Şaşkın bakışlarına hakim olamayaıp eliyle ağzını kapatarak baktı oğluna ve oğlunun kucağındaki kıza.
Selen ise ortamda ne olduğunu anlamayan ve irkilen kızını kendine daha da çekti. Bir eli kızının saçlarını okşuyordu sakince. Diğer elini de karnına koymuştu. Gözleri ise hemen yanına doğru gelen Fatih’in gözlerini buldu.
Akay kucağındak sıkı sıkı tuttuğu bedenle beraber kapının oraya doğru yürüdü hızlı adımlarla. Hızlı yürüyordu ama kucağındaki bedeni sarsmamaya da dikkat ediyordu.
Ayakkabılarını eğilmeden kolayca topuklarına basarak çıkarttı ve içeri girdi. Ardından da merdivenlerden çıkarak gözden kayboldu.
Diğerleri de arkasından bakakaldı. Özellikle de durumu bilmeyen Selen, Nilda ve Lila. Diğerleri de hızla onların yanlarına geldi. Lila hemen babasına dönüp onun kucağına çıkıp ona sarıldı.
Selen, Fatih’e dönüp “Ne olduğunu anlatacak mısınız artık?” dedi.
“Önce içeri geçelim.” dedi Gurur ve hepsi ayakkabıları çıkartıp salona geçip oturdular.,
Hepsi oturunca Nilda “Anlatın bakalım artık ne olduğunu.” dedi. Fatih başını eğerek kucağındaki kızına baktı. Diğerleri vermek istediği mesajı anlayınca Selen el attı duruma.
“Anneciğim, bana bir bardak su getirir misin?” dedi kızına.
Lila kafasını sallayarak babasının kucağından kalkıp mutfağa doğru ilerlemeye başlayınca Fatih anlatmaya başladı.
“Akay arabayı tek katlı bir evin orada durdurdu. Ardından hemen inip evin kapısını yumruklamaya başladı. Onu hayatımda ilk defa bu kdar öfkeli gördüm. Neyse, sonra bir adam açtı kapıyı. Akay’a baktı, ‘Sen misin bu kızın sevgilisi?’ dedi. ‘Onu kurtarmaya mı geldin?’ gibisinden zırvalamaya başladı herif. Akay da buna bir iki yumruk çaktı. Sonra çöp poşeti gibi attı iti. Bize dönüp ‘Odalara bakın.’ dedi ve kendisi de gitti. Sonra kucağında Elis’le geldi.”
Burada durdu birkaç saniye. “Ne yapmış adam Elis’e? Vurmuş mu?” diye sordu Nilda. Selen sadece eşine bakıyordu.
“Buna vurmak denmez artık. Kızın suratı o kadar kötü ki. Zaten görürsünüz.” dedi Gurur.
Selen derin bir nefes verdi. “Ben anlamıştım. Allah kahretsin ki ben anlamıştım!” dedi ve ellerini suratına götürüp ovaladı.
“Sen nereden anladın?” diye sordu Fatih eşine.
Ellerini yüzünden çekti Selen. “Hani geçen akşam Elis’le beraber çıkmıştım. Babasını arayacaktı. Nasıl bağırdı kıza. Sesini öyle bir yükseltti ki ben bile tırstım. Sonra ben ona demiştim ‘Bir şey olursa bana söyle.’ diye. Bir de dün ona makyaj yapacaktım. ‘Silelim suratını da öyle yapalım, üzerine yapmayalım’ dedim. İstemedi ama silemek. Israr etmeme rağmen istemedi.” dedi.
Bu sırada Lila elinde bardakla salona geldi. Bardağı annesine verdi ve tekrar babasının kucağına çıkıp oturdu.
“Ne olmuş Elis ablama?” diye sordu.
“Bir şey olmamış güzelim. Yüzü uf olmuş sadece.” dedi Selen kısa bir açıklama yaparak.
“Peki neden dayımın kucağındaydı?” diye bir soru daha yöneltti.
“Uykusu geldi. Ondan, uyudu gelirken.” dedi bu kez de Fatih. Elini kızının saçına koyarak okşadı sarı saçlarını.
Selen kızının getirdiği sudan bir yudum alıp bıraktı sehpanın üzerine bıraktı. “Çıkayım bir yanlarına diyeceğim ama biraz yalnız dursunlar. Rahatsız etmeyelim.” dedi.
*****
Akay, Elis’i bir saniya bile kucağından bırakmadan odasına çıktı. Bir eliyle kapıyı açtı ve içeri girip ardından kapattı.Yatağına yaklaşıp Elis’i yatağa bıraktı. Hemen yanına oturdu.
Elis gözlerini hafifçe aralayıp Akay’a baktı. “Akay,” diye fısıldadı.
“Güzelim, buradayım. Yanındayım, sevgilim. Geçti hepsi, artık bir saniye bile bırakmayacağım seni.” dedi ve elini nazikçe saçına koydu. Okşadı.
“Senin odandayım, değil mi?” diye sordu bu kez.
“Evet, benim odamdayız.” dedi. Sonra dayanamayıp “Elis,” dedi.
“Kimdi o adam? Ne yaptı sana, yüzüne?” diye sordu.
Elis yattı yerde dikleşmek istedi. Hemen anladı Akay bunu ve ellerini Elis’in koltuk altlarına koyup onu dik bir konuma getirdi.
Cevabı vermeden sıkıca sarıldı Elis, Akay’a. İşte artık kendini güvende hissediyordu. Göz yaşlarını rahatça akıtabilirdi. Öyle de yaptı. Omuzlarına sıkıca sarılıp kendine çekti sevgilisini.
Akay da Elis’e daha da yaklaşıp ellerini beline koydu. Sıkıca çekti kendine. Çok canının yandığını biliyordu. Onun canının acısını geçirene kadar ve onun canını yakanların canını almadan durmayacaktı, biliyordu.
Bir elini saçına çıkardı güzelinin. Hışkırarak ağlarken saçlarını okşadı onun. Sonra kendinden biraz uzaklaştırıp yüzüne baktı.
Elleriyle yüzünü kapattı Elis. İstemiyordu onun karşısında böyle durmayı, güçsüz gözükmeyi. Ama sadece onun yanındayken böyle olacağını da biliyordu.
Akay, Elis’in yüzündeki ellerini çekti ve dudaklarına yaklaştırıp iki elinin de hem avuç içini hem de üzerini öptü.
Tekrardan yüzüne baktı Çiçek’inin. “Sen bu yüzden mi sürekli makyajlı duruyordun, yüzünü gizlemek için mi?”
Göz yaşları akarken kafasını salladı Elis. “Çok çirkin, değil mi? Yüzüm çok kötü görünüyor. Çirkinim ben.” dedi ve alnını sevgilisinin omzuna yaslayıp ağlamaya devam etti.
Akay dayanamadı böyle düşünmesine. En çok da böyle düşünmesine, kendini böyle görmesine üzüldü.
Elleriyle belinin iki kenarına dokundu kuş kadar hafif bir şekilde. “Bak bana, kaçırma gözlerini.” dedi. Elis onu dinleyip kafasını kaldırıp ona baktı.
“Bir daha böyle düşünme. Senin güzelliğini yüzündeki bir iz silemez. Gücü yetmez buna. Sen çok güzelsin. Hatta ay bile seni görse küser, bir daha parlamazdı. Çok ayrı, çok farklı bir güzelsin sen.” dedi.
Ağlaması çoktan sade iç çekişlerine dönmüştü Elis’in. “Gerçekten mi?” diye sordu. Hafifçe gülümsedi. Onun gülümsediğini gören Akay da gülümsedi. Kafasını sallayarak onu onayladı.
“Şimdi söyle bana kim yaptı sana bunu?” dedi. Elini uzatıp korkarak yüzüne uzattı. Yanağına dokundu tüy kadar hafif bir şekilde.
Elis’in dudaklarındaki tebessüm daha da yayıldı. Elini onun yanağının üzerindeki eline yasladı. “Sen benim canımı yakmazsın. Dokun, yüzüme dokun, okşa ki ben de kendimi seveyim. Benim nefretimi yalnız sen alırsın.” dedi.
“Peki söyleyecek misin artık. Üçüncü soruşum oldu.” dedi Akay. Elinin altındaki yanağı hafifçe okşadı.
Derin bir nefes verdi Elis. “Beni evlat edinen adam.”
“Cemil Akar,” diye tekrar etti Akay sesli bir şekilde. Bu ismi beynine kazıdı asla unutmamak üzere. “Peki neden?” diye sordu bu kez de.
“Seni öğrendi. Benim sevgilim olduğunu öğrendi. Ondan böyle…” devam edemedi. Sadece baktı gözlerine.
“Başka bir şey yaptı mı sana?” diye sordu. Şu an sadece zaten oldukça çekingen ve kırılgan olan Elis’i daha fazla korkutmamak için kendine hakim oluyordu. Yani olmaya çalışıyordu ama dişlerini sıkıca sıktığı için kasılan çenesi Elis’in gözlerinden kaçmamıştı.
“Hayır. Sadece yıllarca süren psikolojik ve fiziksel şiddet. Ruhumu öldürdü o benim.” dedi sanki bu çok basit bir şeymiş gibi söylerken.
“Güzelim, sen nasıl bunları bu kadar basit söylüyorsun?” diye sordu Akay da. Oldukça şaşkın olduğu ses tonundan bile anlaşılıyordu.
“Alıştım,” dediği anda Elis, Akay hemen sözünü keserek, “Hayır, buna alışılamaz. Sen buna alışamazsın, sevgilim.” dedi.
Bu kez Akay, Elis’i kendine doğru çekerek başını göğsüne yasladı. Sıkıca sardı. Omuzlarının altına kadar uzanan simsiyah saçlarını okşadı bir eliyle.
Oysa Elis’in karanlık ve siyah olan tek şeyi saçları değildi. Artık geçmişi ve çocukluğu da kapkaraydı. Zamanın ve geçmişin derinliklerine gömülmüştü. Bunları o asla açmak istemezdi. Bilirdi çünkü.
Geçmiş her zaman can yakardı. İnsanın geçmişte yaşadığı şeyler onu kırar ve üzerdi. En çok da çocukluk. En çok da çocukluk anıları can yakardı. İstenmeyişler, terk edilişler, sen ne kadar bağırırsan bağır insanların seni anlamayışı, gün içinde herkese ‘her şey yolundaymış gibi’ görünüp geceleri ağlamak…
İnsanı en çok geleceği heycana uğratırdı. Ama bazen de o gelecek yaşanır ve geçmişte kalarak yine en büyük acı olurdu. Umutlar, hayaller, heyecanlar ve bir zaman yaşanılan sevinçler de orada kalırdı. En büyük acı olurdu.
“Hayat herkese adil davranmaz. Ben de o davranmadığı kişilerdenim sanırım. Ama sonra sen çıktın karşıma. Yıllar sonra tekrar ve artık canım yanmıyor.” Kafasını kaldırıp Akay’ın gözlerine baktı. “Sanırım artık açık yaralar da kabuk bağladı ve daha da güçlendi. Artık yara tekrardan açılmaz.”
“Açılmaz tabi, asla izin vermem. Seni artık asla yalnız bırakmayacağım. Kimse bunu engelleyemez.” dedi ve gözlerinin içindeki derinliğe baktı.
Sessiz bir cümlesi vardı. Sen de gitme benden, olur mu?
Gülümsedi Elis. Asla, dedi o da. Asla senden gitmem.
“Söyle, sevgilim. Ne istiyorsun?”
“Benim çok uykum var. Biraz uyusam ayıp olur mu?” dedi.
“Tabi güzelim. Uyu sen, dinlen. Asla başka bir şeyi düşünme.” dedi ve Elis’e yardım ederek tekrardan sırt üstü yatırdı. Yatağın köşesindeki battaniyeyi alıp üzerini güzelce örttü.
“Tek başıma durmak istiyorum. Sen aşağı in istersen.” diyen Elis’i onayladı ve yaklaşıp alnına derin bir öpücük bıraktı.
“Tamam, sevgilim. Ben aşağıdayım. Tek bir seslenişine bakar yanına gelmem, tamam mı?” dedi. Elis gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı.
Akay tam odadan çıkacakken Elis “Akay,” diye seslenince durdu ve ona dönüp “Efendim, sevgilim.” dedi.
“Yarın okul var. Ben gidemeyeceğim.” dedi.
“Sen onu kafana takma. Ben hallederim, merak etme. Uyu ve dinlen sadece.” dedi Akay ve ona gülümseyip odadan çıktı.
Eli kapının kolunda kaldı. Dışarı çıktı odadan ama yüzü gözünün önünden gitmedi. Nasıl yapabilmişlerdi böyle bir şeyi?
Öfkesine çok zor hakim oluyordu. Gözlerini kapatık derin bir nefes verdi burnundan. Gözlerini açıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladı sonra.
Aşağıdakiler Akay’ın geldiğini görünce dikkatle ona baktılar. Sıkıca sıktığı eline gitti bakışları Fatih. Dönüp yanındaki eşine baktı ardından. Selen, bir elini karnına sarmışken diğeriyle eşinin üzerindeki beyaz kazağın kolunu iki parmağı arasında sıkıca tutuyordu.
Akay’ın yüzündeki ifadeden kızgın olduğu çok belliydi. Ateş çoktan her tarafını sarmıştı. Öyle ki artık bu ateşin içinde kül olmaktan da korkmuyordu. Ama yanacaksa eğer yakardı. Asla tek başına olmazdı o alevlerin içinde.
Nilda, “Oğlum,” diyerek oturduğu koltuktan kalktı ve Akay’ın yanına ulaşarak sıkıca sarıldı ona.
Bir oğlu olmasını çok istemişti Nilda. Dünyalar güzeli bir kızı olmuştu ama bir oğlu olamamıştı. En sonunda eşiyle beraber bir çocuğu evlat edinmeye karar vermişlerdi.
Çevreden çok kötü tepkiler almıştı lakin bu kararı sonucunda. Çoğu kişi onu kötülemişti. En acısı da bu kişilerin içinde kendi annesi ve eşinin ailesinin de olmasıydı.
Tüm bu kötü bakışlara ramen oğlunu da kızı kadar çok sahiplenmişti. Hiçbir zaman ne kızının ne de oğlunun gözünü bir şeyde bırakmıştı. Kızına ne kadar çok sahip çıktıysa oğlunun da o kadar arkasında durmuştu.
Onun kadar eşi Gurur da sahiplenmişti oğullarını. Nilda yıllar önce en saf duyguyla aşık olduğu bu adama tekrardan aşık olmuştu.
Aynı yıllar önce ilk sarıldığı kadar sıkıca sarıldı oğluna Nilda. Boyunun bir hayli üzerinde olan oğlu kaç yaşında olursa olsun annesinin yanında aynıydı. Nilda için hiç değişmemişti oğlu.
“Oğlum, benim. Merak etme annem. Biz buradayız, bundan sonra asla kimse dokunamaz kızıma.” dedi.
Oğlunu yıllar sonra ilk defa bir kızın yanında bu kadar mutlu görmüştü. Elis’e olan bakışlarını görmüştü oğlunun. İçi gidiyordu resmen. Yıllar önce Gurur’un kendine olan bakışları anımsatmıştı ona.
Onun için aynı küçük oğluydu ama yıllar sonra Akay’ının gerçekten büyüyüp kocaman bir adam olduğunu anlamıştı bu bakışlarından.
Akay’ın kolları da annesine sarılmıştı. Çocukluğundan beri ağlamak istemediği zamanlarda annesinin yanına koşar ve bşını göğsüne yaslardı.
Artık o kadar küçük değildi. Büyümeyi emretmişti hayat ona. Bir kızı severek büyümeyi… Yanında olmasa bile hep onu düşleyerek büyümeyi.
“Anne, çok canı yanmış mıdır?” diye fısıldadı kulağına doğru. Başka kimse duymadı, sadece ikisi duydu.
“Geçer oğlum, geçer. Bundan sonra sen varsın yanında. Senin yanında onun canı hiç yanmaz. Merak etme.” dedi ve yavaşça ayrıldı. Gözlerinin içine baktı.
Selen de yerinden kalkıp Akay’ın yanına doğru ilerledi. Elini uzattı ve elini sımsıkı tuttu. “Konuşalım mı biraz ikimiz?” diye sordu.
Akay yavaşça gözlerini açıp kapatınca ikisi de merdivenlerden çıkarak Selen’in eski odasına ilerlediler.
İçeri girince Selen Akay’ın da içeri girmesini bekledi ve girince de kapıyı kapattı. Akay ilerleyip yatağın köşesine oturdu. Selen de hemen yanına oturup sıkıca ona sarıldı.
Selen ve Akay öz kardeş değillerdi ama birbirlerinin sessiz çıplıklarını ilk birbirleri duyarlardı. Canlarının ne kadar yandıklarını bir tek ikisi bilirdi. Hissederlerdi birbirlerini. Kardeşlikten daha güçlü bir vardı aralarında. Bu bağ ikisinin de haberi olmadan zamanla oluşmuştu aralarında.
Hep beraber gülüp ağlamışlardı. Birinin mutluluğu diğerini de etkiliyordu. Aynı gözyaşlarının etkilediği gibi.
Elini kendisine candan bağlı olan kardeşinin saçına uzattı Selen. Onun her zaman sessiz gözyaşlarına kadar bilirdi.
“Biliyorum, çok canın yanıyor. Sevdiği birini öyle görmek bir insanın kıyameti ama dayan ablacım. Yanındayım. Her zaman yanındayım, her anında buradayım.”
Geri çekilip ablasına baktı Akay.
“Koruyamadım abla, koruyamadım. Yüzüne bak, o herif ne hale getirmiş benim güzelimin yüzünü. Ben öpmeye kıyamıyorum. Kırk kere düşünüyorum canını yakar mıyım, kızartır mıyım diye. Bir tane şerefsizin çıkıp yaptığına bak! İzlere bak… On yedi sene bu adamın yanında kaldı bu kız. Kim bilir kaç kere yüzünü bu hale getirdi, vurdu, canını yaktı. Benim onu böyle görünce bile canımdan can gidiyor. Bu kız on yedi senedir bunları mı çekiyor? Ben yanında yoktum. Allah kahretsin ki ben yanında yoktum! Koruyamadım, bana emanetti o. Hani ben neredeydim? Ben onun gözyaşlarını silemedim. Onu göğsümde saklayamadım!”
“Tamam, sakin ol. Bağırma, sesini, bağırdığını duyarsa daha çok korkar.” dedi Selen.
“Ben ne yapacağım? Bilmiyorum. Onun çaresiz bakışlarını görmek istemiyorum. Gülmesini, sevinmesini istiyorum. Hıçkırarak ağlamasını istemiyorum. Çok çaresiz hissettiriyor.” dedi Akay kendine hakim olmaya çalışarak sesini kısarak.
“Kim yapmış bunu?” diye sordu Selen. Oysaki cevabı biliyordu.
“Onu evlat edinen adam. Geberteceğim onu.” Dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. Ellerini saçlarına daldırarak karıştırdı.
Dönüp Selen’e baktı Akay. “Abla,” dedi.
Ellerini saçından çekip dirsekleri hala dizlerinin üzerinde dururken ellerini birbirine kenetledi. “Okul var yarın. Elis gidemez bu halde. Kendisi de söyledi bana. Sen bir mesaj falan yazsana gruptan.”
“Hayır, kendi telefonundan. Zaten odaya girdiğimde kırık bir şekilde duruyordu yerde. Kırmış heralde.” dedi.
“Sen bana bir anlat bakayım. Neden böyle oldu? Yani neden böyle bu kadar yapmış o adam?” diye sordu Selen.
“Benim Elis’in sevgilisi olduğumu öğrenmiş. Nasıl olduğunu bilmiyorum, o kadarını sormadım şimdi. Zaten yeterince kötü halde. Daha çok üzerine gitmek istemedim.” dedi Akay.
“Tamam, ben bir mesaj atarım. Yarın yollamazlar öğrencileri. En azından yarın gitmez. Sonrasına artık Elis karar verir.” dedi Selen ve Akay’ı rahatlatmak için hafifçe gülümsedi.
Akay ablasına bakarken “Teşekkür ederim, abla.” dedi.
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.🌺🌺🌺
Okur Yorumları | Yorum Ekle |