15. Bölüm

BÖLÜM-14

Zeynep
zeyyneppece

BÖLÜM 14

Perdenin arkasından odayı dolduran güneş ışığı yüzünden gözlerimi yavaşça araladım. Kafamı sağ tarafıma çevirip Akay’a baktım. Gözleri açık bir şekilde beni izliyordu.

Uyandığımı görünce gülümseyip “Doğdu güneşim.” dedi. Yaklaşıp saçlarıma bir öpücük bıraktı.

“Günaydın.” dedim ben de ona dudaklarımda oluşan tebessümle.

“Senin demeni bekliyordu günüm aymak için.” Gülümsedi, beni daha çok kendine çekip sıkıca sarıldı. “Şimdi aydı günüm.”

“Akay,” dedim biraz daha sarıldıktan sonra. Hemen geri çekilip bana baktı. “Efendim, sevgilim.”

“Saat kaç?”

“Sekiz buçuk.”

“Sen ne kadardır uyanıksın?”

“On dakika kadar olması lazım. Ne oldu?”

Yatakta dikleşmeya çalıştım fakat Akay buna izin vermeyip beni tekrardan kendine çekti. “Sevgilim, hadi kalkalım.” dedim. Ama kollarım sözlerimden ayrı hareket edip ona sıkıca sarıldı. “Kalkarız,” dedi.

“Annenler uyanmış mıdır?” diye sordum.

“Uyanmış olmaları lazım.” dedi. “Bir şey mi oldu?”

“Acıktım,” dedim.

“Tamam. Hadi kalkalım.” dedi ve ilk önce kendisi kalkıp ardından da bana elini uzattı. Elini tutup ben de kalktım. Tam kapıdan çıkacakken “Akay,” diyerek onu durdurdum.

Bana bakıp “Bir şey mi oldu?” diye sordu.

Bakışlarımı ondan çekip yere baktım. “Acaba yüzüme bir şeyler mi sürseydim?” diye sordum.

“Elis.” dedi. Dibime kadar gelip eliyle iki yanağımı da yavaşça kavradı. “Yapma, böyle yapma. Kimse senin yüzündeki vey başka bir yerindeki ize bakmaz.”

“Tamam,” dedim derin bir nefes vererek. “Hadi inelim.”

Kapıyı açtı ve ikimiz de dışarı çıktık. Tam merdivenlerin sonuna geldiğimizde Selen abla mutfaktan çıktı. Bizi görünce gülümsedi.

“Elis, tatlım ben de sizi çağırmek için gelecektim şimdi. Hadi siz salona geçin, sofra birazdan hazır olacak. Çağrırım ben sizi.” dedi.

“Selen abla ben de sizin yanınıza geleceğim.” dedim.

“Tamam, gel canım. Akay da içeri geçsin.” dedi.

Akay’ın yanından ayrılıp Selen ablanın yanına doğru ilerledim. Onunla beraber mutfağa girdik.

İlk önce Lila’yı gördüm. Önündeki bebeği ile oynarken başını bize doğru çevirdi. Beni görünce bebeğini bırakıp “Elis ablam,” diyerek bana doğru koştu. Önüme gelince de bacaklarıma sıkıca sarıldı. Ben de bir elimi sırtına diğer elimi saçlarına koyup okşadım.

Lila’nın bana sarılmasından sonra kafamı kaldırınca Nilda teyzenin de bana baktığını gördüm. Lila benden ayrılınca ben de Nilda teyzeye doğru ilerledim. O da bana doğru gelip sıkıca sarıldı.

Bir eliyle sırtımı sıvazlarken diğer eliyle de saçlarımı okşadı. “Güzel kızım benim. Elis’im benim.” dedi kısık bir sesle.

Ayrıldığımızda gözlerinin hafifçe dolduğunu fark ettim. Dolu gözleri yüzümün her yerinde gezindi. Sonra iki eliyle de ellerimi kavradı.

“Burası artık senin de evin, kızım. Rahat ol, hiçbir şeyden çekinme. Ne istiyorsan yapabilirsin.” Gülümsedi. “Hem ben de senin annenim artık, güzel kızım.” dedi.

Sonra gözleri çıplak ayaklarıma takıldı. “Aa aa üşürsün kızım. Dur ben sana terlik getireyim.” dedi ve yanımızdan ayrılıp mutfaktan çıktı. Az sonra elinde bir çift pembe terlikler ile geldi. Önüme bıraktı ve “Hadi giy bakalım.” dedi. Ben de onu kırmamak için “Teşekkür ederim.” deyip terlikleri giydim.

“Sen geç içeriye otur istersen. Yemek hazır olunca çağrırız sizi.” dedi.

“Yok. Burada durmak istiyorum. Bir şeye yardım etmeme gerek var mı?” diye sordum.

“Yok, kızım. Hallediyorum ben.” deyince Lila’nın oturduğu sandalyenin yanına oturdum ve onu kendime doğru çekerek kucağıma aldım.

Sıkıca sarıldım kucağımdaki küçük bedene. Kollarını boynuma doladı Lila’m da. Geri çekildikten sonra da elleriyle yanaklarımı okşadı. Yaklaşıp iki yanağıma da birer öpücük kondurdu.

Gözümden istemsizce bir damla yaş düştü. Eliyle onu da sildi. “Canım Elis ablam. Çok mu canın yanıyor, ondan mı ağlıyorsun?” diye sordu.

Sadece başımı aşağı yukarı salladım.

Gülümsedi. “Bazen ben de düşünce dizlerim bir de avuç içlerim acıyor. Sonra annem ve babam öpüyor, geçiyor.” Yaklaşıp iki yanığıma tekrar öpücük bıraktı. “Geçti mi?”

Ben de gülümsedim. “Geçti.” dedim.

Bizi izleyen Selen abla da annesinin sofrayı kurmasına yardım ediyordu. Kızına “Annem, hadi git bakalım içeriye çağır herkesi. Yavaş yavaş gelsinler.” dedi.

Lila kucağımdan inip içeriye doğru koşmaya başladı. Ben de oturduğum yerden kalkıp zeytin ve peynir tabaklarını alıp sofraya yerleştirdim.

Bu sırada Fatih abi, Gurur amca, Akay ve Lila geldi. Sofra tamamen hazır olunca Akay’ın yanına oturdum. Diğer yanımda da Selen abla oturuyordu.

Başımı aşaıya doğru eğip kucağımda ellerimle oynamaya başladım. Oynamaktan kastım ise tırnaklarımla parmaklarımı ve avuç içlerimi çizmekti.

Bir el uzanıp ellerimi sıkıca tuttu. Kafamı yanıma çevirip Akay’a baktım. “Acıktığını söylemiştin. Ellerinle oynamayı, saçlarınla yüzünü kapatmayı bırak.” Bir elini kaldırıp onun tarafındaki saçımı kulağımın arkasına iteledi. “Lütfen, güzelim.”

Bakışlarımı ondan çekip başımı sofraya çevirdim. Nilda teyzenin yaptığı pişilere baktım. Akay hemen onlardan iki tane alıp tabağıma bıraktı.

Ona uyum sağlayarak pişileri yedim. Yemek yerken sadece ben değil sofradaki hiç kimse ses çıkarmadı. En sonunda Gurur amca “Oğlum, şirkete gelecek misin bugün?” diye sordu.

Akay cevap vermeden Selen abla “Evet, geliyor. Biz de Elis’le dışarı çıkacağız.” dedi.

Bakışlarımı ona çevirdim. “Selen abla, ben bir yere gitmeyeyim. Sen istiyorsan git ama ben gelmeyeyim.” dedim.

“Neden ya? Gidelim şöyle kız kız bir yerlere. Kafan dağılır hem de. İtiraz istemiyorum.”

“Ben de sizle geleyim.” dedi Akay.

“Hayır, sen işe gidiyorsun. Biz ikimizde şimdi kahvaltıdan sonra hazırlanıp çıkacağız.” dedi Selen abla.

“O zaman biz de Lila’mla evde en sevdiği kurabiyelerden yapalım.” deyip Lila’ya doğru gülümsedi Nilda teyze. Sonra bana döndü. “Senin istediğin bir şey var mı, kızım?”

Gülümsedim. Daha doğrusu gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldum, bilemedim. “Yok, teşekkür ederim.”

Birkaç tane zeytin ve Akay’ın zorla tabağıma bıraktığı peyniri yedikten sonra Selen ablayla beraber kalktık. Sofraya diğerleri yardım edeceğini söylediği için biz evden çıkıp Selen ablanın evine geçtik.

Selen abla kapıyı kapatıp bana döndüğü anda ona sarıldım sıkıca. Kendime engel olamadığım bir şekilde yaşlar yanaklarımdan dökülmeye başladı.

Bu ani hareketim karşısında bir an bocalasada hemen o da bana sıkıca sarılıp sırtımı okşamaya başladı.

“Elis, tatlım hadi gel salona geçelim bir.” dedi. Ondan ayrılıp peşiden ilerlediği yöne doğru ilerledim. Kahverengi ve bej renkleriyle dekore edilmiş bir salona gelince Selen abla benimle beraber L koltuğa ilerledi ve oturup beni de yanına otutturdu.

Ellerini uzatıp yanaklarımdaki gözyaşlaını sildi. “Neden bana söylemedin? Keşke daha önce söyleseydin. O zaman belki bu kadar canın yanmazdı.”

“Bilmiyorum. Dayanabilirim gibi geldi. Ama sonra birden herşey çok ağırlaşmaya başladı. Geçen akşam buradan çıkıp kendi evime gittiğimde annemin beni yetimheneye bırakmasına sebep olan adamla beni evlat edinen adamın kuzen olduğunu öğrendim. Eve bir gittim ikisi beraber koltukta oturmuş konuşuyorlar.”

“Anlatmak istemezsen anlarım ama benden çekinmene de gerek yok. Sen benim kız kardeşimsin artık.” dedi gülümseyerek. Elini saçlarıma getirip okşadı.

“Annemle evlenmek istemişti o adam yani Yasin. Annem de onu seviyordu ama adam beni istemiyordu. Çünkü ben hiç istenen bir çocuk olmadım. Annem bunu, benim yasak bir aşkın sonucunda olan bir salaklık olduğumu söylerdi hep. Babamı daha doğrusu gerçek babamı hiç görmedim. Nasıl biri bilmiyorum ama bir oğlu varmış onu biliyorum. Annem söylemişti bir keresinde. Yani belki de benim varlığımdan bile haberi olmayan bir abim var.

Neyse. Annem de onunla evlenebilmek ve bir aileye sahip olabilmek için beni bıraktı yetimhaneye. Orada Akay’la tanıştık zaten. Sonra Cemil Akar gelip beni aldı oradan. Yıllarca yanında tuttu. Sadece okula gidebildim. Diğer çocuklar gibi sokakta oyun oynamayı çok istedim ama beni hiç göndermedi. Ama bir gün beni arabasına alıp gezdireceğini söyledi. Çok şaşırdım. Belki beni artık seviyor diye düşündüm kendime engel olamadan. Ama anladım ki sonra o, yine benim canımı yakmak istemiş.”

Beni dikkatle dinleyen Selen abla kaşlarını hafifçe çattı. “Nereye götürdü seni?”

Bakışlarımı onun yüzüne kaldırıp “Anneme,” dedim.

“Nasıl yani?”

“Bir evin önüne gelince beni arabada bırakıp çıktı. Sonra evden ilk küçük bir kız çocuğu çıktı. Ardından da annem ve o adam çıktı.” Dudaklarımda acı bir gülümseme oluştu. “Kız, anneme ne dedi, biliyor musun?”

İkimiz de birbirimize bakarken başını yavaşça iki yana salladı. “Ne dedi?”

“‘Anne bana pasta yapar mısın? Sen çok güzel yapıyorsun.’ dedi. Ya, annem bana bırak pasta yapmayı bir kere bile gülümsemedi, sarılmadı. ‘Kızım’ bile demedi bana. Ben annemin yaptığı pastanın tadını hiç bilmiyorum.”

Beni tutup kendine doğru çekti. Başımı yavaşça göğsüne yasladım. “Ben yaparım sana pasta. Evet, belki anneninkine benzemez ama sen de benim pastamı yersin. Annem yapar sana. Hem ne dedi sabah sana? ‘Ben senin de annenim’ dedi.”

“Zaten benim ondan yana, senden yana şüphem yok ama işte o zaman kıskanmıştım o kızı. Anneme ‘anne’ demesini, annemin ona ‘kızım’ demesini.”

“Peki sen ne yaptın? Arabada öylece durdun mu?” diye sordu saçlarımı okşarken.

“Hayır, arabadan inip kendimi gösterdim. O adamla kıza gitmesini, onun birazdan onlara yetişeceğini söyleyip yanıma geldi. Kolumu sıkıca tutarak beni arabanın arkasına çekti. ‘Anne’ dedim ona ama o ‘Sakın bana anne deme! Bir daha sakın karşıma çıkma, gelip mutlu ailemi dağıtma’ dedi.”

Artık ağlamıyordum. Ağlamak yerine sadece derin derin iç çekiyordum. Selen abla ise sırtımı ve saçlarımı okşayıp bana destek olmaya çalışıyordu.

“Ben de ona ‘O kızda olup ben de olmayan ne?’ diye sordum. Bana ‘Aile’ dedi. Elimde olmaya bir şey yüzünden bana kızdı. O kız ona bir aileyle beraber gelmiş ama ben karalamayla, mutsuzlukla gelmişim. Öyle dedi.”

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “O adam da geçen gün eve gelince bana ‘Annen seni hiç sevmedi.’ dedi. Biliyorum.” Kafamı kaldırıp Selen ablaya baktım.

“Bir anne kendi doğurduğu kızını hiç mi sevmez? Sen de annesin mesela. Lila’yı hiç bırakmıyorsun. Annem beni neden bıraktı? Tamam, babam hiç annemin eşi olmadı ama biz annemle birbirimize de yetmez miydik? Beni sevmeye çalışsaydı belki biz de iki kişilik bir aile olurduk.”

“Sen çok güçlü bir kadınsın, Elis.” dedi. Uzanıp ellerimi tuttu sıkıca. “Çok kötü şeyler yaşamışsın ama hep dik durmuşsun. Annense çok güçsüzmüş, bir senin kadar olamamış. Kendi sevilmediği için senin de sevilmeni istememiş. Senin elinde olmayan çoğu şeyi senin üzerine yıkmış.”

“Ama ben de çocuktum. Ben istemez miydim sanki annemin mutlu olmasını, babamla beraber yaşamak? İsterdim.”

Kafasını olumlu anlamda salladı. “İsterdin, her çocuk gibi isterdin. Ama kendisi buna sebep olmuş, yani evli ve çocuğu olan bir adamı severken zaten geleceğini kurmuş. Seni de elinden tutup onun içine sürüklemiş.” dedi.

Tam o sırada kapının açılma sesini duyduk ve ardından da kapı kapanırken “Selen,” diye seslenen Fatih abiyi.

Selen abla “Salondayız, gel.” dedi.

Ardından hemen Fatih abi kapının öünde göründü. Yanımıza doğru geldiğinde elini cebine atıp çıkardığı arabanın anahtarını Selen ablaya uzattı. “Anahtarı vermek için geldim.” Sonra da bakışları beni buldu. “Bir de Elis’e bakmak istedim.” dedi.

Elini uzatıp saçıma dokundu, yavaşça okşadı. “Rahatsız olmuyorsun, değil mi?” diye sordu.

Kafamı iki yana salladım.

Önümüzde dizleri üzerine çöktü. “Abiciğim, bak bana.” dedi ondan gözlerimi kaçırdığımda. Baktım. “Çok iyi anlamasam bile biliyorum. Kendini kötü hissediyorsun. Belki de kendini bu evde fazlalık gibi hissediyorsun. Sakın böyle düşünme. Burası senin de evin. İstediğin gibi davran, rahat ol. Tamam mı?”

Kafamı olumlu anlamda sallayarak “Tamam,” dedim. “Teşekkür ederim.”

“Teşekkür etmene gerek yok. Akay benim için neyse sen de öylesin.” dedi ve saçımı son bir kere okşayıp eğildiği yerden kalktı.

Selen ablaya bakıp “Dikkat edin. Yavaş yavaş gidin gelin. Bir şey olursa arayın.” dedi.

Selen abla da oturduğu yerden kalkıp eşine sarıldı. Geri çekilince “Merak etme. Biraz gezip bir şeyler alırız.” dedi.

Fatih abi evden çıkınca biz de Selen ablayla onların odasına çıktık. İçeri girdiğimizde arkamızdan kapıyı kapattı.

“Önce giyeceklerimizi seçelim.” deyip dolabın önüne geçti. Ben de onun peşinden ilerledim.

Kendine siyah bir kot pantolon ve üzerine dar yeşil bir üst seçti. Sonra bana döndü. “Ben bunları giyeceğim, olur mu?”

“Olur,”

Kendisi eline seçtiği kıyafetleri alıp geri çekildi. “Şimdi sıra sende. Bedenlerimiz birbirine benziyor ama sen daha zayıfsın. Beli bol gelirse kemer falan takarız. İstediğini seç.” dedi.

Dolabın önüne geçip içindekilere bakmaya başladım. Gözüme açık mavi ve bacakları biraz bol görünen bir pantolon takıldı. Uzanıp onu aldım ve elimde onunla Selen ablaya baktım. “Bu olur mu?”

“Hangisini istersen onu al. Şimdi bir de üst seç.” dedi gülümseyerek.

Tekrar dolaba dönüp bu kez üstlerin olduğu yere baktım. Siyah boğazlı bir kazağı da alıp “Bunları seçtim.” dedim.

“Tamamdır. Sen burada giyin, ben banyoda giyineyim.” dedi ve odanın diğer tarafındaki başka bir kapıyı açıp banyoya girdi.

Ben de üzerimdekileri çıkartıp seçtiğim kıyafetleri giydim. Ben giydikten sonra Selen abla banyodan “Hazır mısın, geleyim mi?” diye seslendi.

Çıkardığım kıyafetleri katlarken “Gelebilirsin.” dedim. Selen abla da banyodan çıkınca bana baktı.

“Çok güzel olmuş üzerindekiler.” dedi.

Gülümsedim, ben de kıyafetleri bırakıp oan baktım.

“Teşekkür ederim, Selen abla. Sana da çok yakışmış.”

Gülümsedi o da. Makyaj masasının yanına gelirken “Ay sağ ol tatlım benim.” dedi.

Makyaj masasının yanına gelince ben de oraya geldim. “Ben kendim yapayım makyajı, olur mu?”

“Olur tabi. İstediğin her şeyi kullanabilirsin.” dedi.

İlk önce ikimiz de masanın önündeki iki ayrı tabureye oturduk. Ben kendime basit ve gayer sade bir makyaj yaparken Selen abla da kendine yaptı.

Yaklaşık on dakika kadar ikimiz de hiç ses çıkarmadan makyajımızı yaptık. Sonra ise Selen abla kendi çantasını alıp aşağıya inmeye başladı. Ben de onun peşinden aşağıya indim.

Dışarı çıkmadan önce kendisi beyaz bir spor ayakkabı giyerken bana döndü ve “Sen de spor ayakkabı giymek ister misin?” diye sordu.

Buraya gelirken kendime dair hiçbir şey almamıştım. Yürüyerek bile gelmediğim için ayakkabım bile yoktu.

“Fark etmez.” dedim kısaca. Gerçekten de fark etmiyordu.

Kendisi giydikten sonra siyah bir ayakkabıyı aldı eline ve bana gösterdi. “Olur mu bu?”

Kafamı sallayarak “Olur.” dedim ve elinden ayakkabıları alıp yere eğilerek giydim.

Ayakkabıları giydikten sonra evden çıktık. Arbanın oraya geldiğimizde Selen abla soför koltuğuna ben de onun yanındaki koltuğa oturdum. İkimiz de emniyet kemerlerini taktık. Selen abla çantasını arka koltuğa atıp arabayı sürmeye başladı.

“Elis,” dedi birkaç saniye sonra. Bana baktığını hissedip ona baktım.

“Efendim, Selen abla.”

“Sen dün duş almadın mı?” diye sordu.

“Evet,” dedim. “Neden ki?”

“Bilmem,” dedi. “Akay hiç aşağıya inmedi. Sen yıkanırken o aşağıya gelir diye düşünmüştüm. Odada mı durdu.”

Hiçbir şey söylemeden öylece durdum. Arada bana arada yola bakıp kontrol ediyordu. “N’oldu? Susup kaldın.” dedi.

“Bir şey olmadı.” dedim bakışlarımı ondan çekerken.

Güldüğünü duydum. “Olmuş kesin bir şey. Ne oldu? Anlatsana.”

Susup düşünmeye devam ettim. Harbiden biz ne yaşamıştık? Dudaklarımda olan gülümsemeye engel olamadım.

“Elis, hadi ya! Çok merak ettim.” dedi ısrar ederek.

“Selen abla bizim hiç özelimiz olamayacak mı?” diye sordum.

Gayet rahat bir tavırla “Ben varsam hayır. Unutma, görümceyim ben de.” dedi.

Sonra da bana tekrar baktı. “Öpüştünüz mü?” diye sordu.

“Bir tık daha fazlası.” dedim.

Bir anda arabayı durdurdu. Ben daha ne olduğunu anlamadan bana dönüp “Ne!” diye bağırdı.

Neyin içine düştüğümü anlamaya çalışırken Selen abla elleriyle ellerime yapıştı. “Nasıl yani? Ne demek daha fazlası?” diye sordu.

“Selen abla sence de yolun ortasında durmana ve bu kadar ani fren yapmana gerek var mıydı?” dedim.

Umursamaz bir hava takındı. “Aman, ne olacak sanki? Araba bile yok yolda. Sen onu bunu boş ver de anlat şunu.”

“Ben duş alırken o da yanıma geldi hatta beni, o yıkadı. Ama dur, sen şimdi bağırmaya başlamadan söyleyeyim üzerimde iç çamaşırlarım vardı.” dedim olayı kısaca anlatıp.

Elini ağzına kapatıp sadece bana şok olmuş gibi baktı. Gerçekten de şok olmuş olabilirdi.

“Gerçekten mi?” dedi en sonunda.

Gözlerimi kaçırıp başımı olumlu anlamda salladım.

“Ay ben biliyordum sizin rahat durmayacağınızı. Akay ne yaptı peki?”

Ona bakmazken konuşmaya devam ettim. “İlk başta utanacağımı, çekineceğimi sandığı için gerçekten isteyip istemediğimi anlamaya çalıştı. Anlayınca da benimle bebeği gibi ilgilendi.”

Önüne dönüp yüzündeki gülümsemeyle arabayı tekrardan kullanmaya başladı.

Sessiz geçen bir iki dakikanın ardından “Garip geliyor değil mi şimdi size?” dedi.

Ağzımdan çıkan mırıltıyla onayladım.

“Biz de Fatih’le lisede tanıştık. Ben lise bire başladığımda o üçe gidiyordu. Okulun ilk günü gördük birbirimizi. Onu ilk gördüğümde etkilenmiştim ama bunu kendime dahi inandıramazken ona bir şey söylemek çok garip geldi. İlk defa onunla birinci katta kantinin yanında karşılaştık. Sonraki gün yine aynı yani ikinci tenefüste ‘Acaba yine orada mı?’ diye düşünüp tekrar indim.” Dudaklarındaki tebessüm daha da derinleşti.

“Orada mıydı?” diye sordum.

Yola bakarken kafasını olumlu anlamda salladı. “Oradaydı. Ondan sonraki bir hafta da yine aynı teneffüste oraya geldik. Ben duvarın bir tarafındayken o diğer tarafındaydı. Kendi sınıfımda kimseyle derin bir arkadaşlık kurmazken aynı teneffüs oraya inip bir yabancıyla bakıştım. O zamanlar benim için yabancıydı, şimdi ise her şeyim.”

“Peki ilk önce sen mi yoksa Fatih abi mi ilk adımı attı?”

“Dediğim gibi bir hafta boyunca aynı teneffüs oradaydık ikimiz de. Sonra ikinci haftanın ilk günü yani pazartesi günü karar verdim. Yanına gidip konuşacaktım. Aşağıya indiğimde onun kendi durduğu yerde değilde benim durduğum yerde durduğunu gördüm. Yanına gittim.”

Güldü. “O yaşımda olmama rağmen dudaklarıma en cilveli gülüşümü yerleştirdim. Yakından yüzünün her yerine baktım. O da bana baktı. Elimi uzattım ona doğru. ‘Ben Selen. Sizi tanıyabilir miyim?’ dedim. O da elimi narince tutarak avcunun içine aldı. ‘Ben de Fatih. Bir haftadır aynı zamanda bakıştığım kişiyi sadece adıyla tanımayı tercih etmem ama.’ dedi. Sonra da okuldan sonra annemi arayıp kızlarla bir kafeye gideceğiz demiştim ama aslında Fatih’le buluşmuştuk.” Derin bir nefes verdi. “Öyle işte. Bir kahve içtik o zaman. Şimdi de iki çocuğumuz var. Biri de karnımda.” dedi.

“Şimdi o yıllar önceki Selen’e bunları anlatsak ne derdi?” diye sordum.

“Çok şaşırırdı. Ben bile bazen zamanın ne kadar hızlı geçtiğini düşünüyorum.” Bana dönüp kısa bir süreliğine baktı. “Sen de böyle hissedeceksin.”

“Bilmiyorum ki. Bundan iki sene önceki ben bile söyleseler şu anki yerimi şaşırırdım.” dedim.

“Mesela biz de Fatih’le ilk yakınlaştığımızda ben de böyle kendimi rüyada gibi hissetmiştim. Günlerce böyle boş boş sırıtmıştım evin içinde.” dedi.

Yol boyunca biraz daha konuştuk. O bana kendi hayatından, geçmişinden bahsetti. Ben de onu dinledim. Çok geçmeden bir alışveriş merkezinin otoparkına geldik. Arabayı Selen abla boş bir yere park edince indik ve yukarı katlara çıktık.

Gün boyunca Slen ablanın beni çekiştirmelerine uymak zorunda kaldım. Onun zoruyla bir siyah kumaş pantolon, bir lacivert eşofman altı, biri beyaz biri toz pembe iki uzun kollu bluz aldık. Ve şimdi de bana bir tane kaban bakmak için başka bir mağzaya gidiyorduk.

“Selen abla vallahi yeter. Çok şey aldın, ben bunları ne yapacağım?” dedim elimdeki torbaları havaya kaldırarak.

Gayet umursamazdı benim aksime. “Güzel güzel giyinirsin işte.” Gördüğü bir mağzaya girip beni de peşinden soktu.

“Ay, bak bu ne kadar güzelmiş. Bi geçirsene üzerine, nasıl duracak bakalım.” dedi. Askısından çıkartıp bana verdi.

Onu dinleyerek siyah renkteki kabanı üzerime giydim. Giydikten sonra da Selen ablaya baktım. “Ay, çok güzel oldu. Aynanın oraya gidip baksa bir kendine.” dedi.

Durduğumuzun yerin yanında bulunan aynanın önene geçip kendime baktım. Gayet güzel ve şık görünüyordu.

Selen abla da yanıma gelerek aynadan bana baktı. “Beğendin mi?” diye sordu.

Ona dönerek “Çok sağ ol Selen abla ama bu çok pahalıdır. Biraz daha ucuz bir şeye mi baksak?”

“Güzelim benim, sen bunların hiç birinin parasına bakmayacaksın. Sadece beğendin mi, beğenmedin mi onu söyle bana. Parasıymış, fiyatıymış önemli değil.” Eliyle koluma dokunup okşadı. “Şimdi beğendiysen alalım.”

“Beğendim, teşekkür ederim.” dedim gülümseyerek.

Üzerimden çıkarıp kasaya gittik ve bunuda alıp tekrardan eve dönmek için otoparka inip arabaya bindikve yine yol boyunca konuştuk. Ben eve gideceğimizi sanarken Selen abla beni başka bir yere getirmişti.

Arabayı durdurunca “Evet, geldik. İn bakalım.” dedi ve kendisi indi. Ben de onun ardından aşağıya indim.

Yanına doğru gidip “Selen abla, burası neresi? Neden buraya geldik?” dedim.

Arkamdan “Güzelim,” diye duyduğum sesle beraber başımı o tarafa doğru çevirdiğimde Akay’la göz göze geldim.

“Akay?” dedim şaşkın bir sesle.

“Evet, sevenleri kavuşturduğuma göre ben kaçar.” dedi Selen abla ve arabasına binip gitti.

Akay, ablası gittikten sonra yanıma geldi ve yaklaşıp yanağıma bir öpücük bıraktı. Geri çekildikten sonra “Benim güzel sevgilim.” dedi.

Gülümseyerek ona daha çok yaklaştım. “Ya, güzelin miyim gerçekten?” dedim.

“Güzelimsin, bebeğim.” dedi.

“Peki burası neresi?” diye sordum.

“Bizim şirket. Ablamdan seni buraya getirmesini istedim.”

“Gerçekten mi?”

“Evet. Hadi gel sana içeriyi gezdireyim.” dedi ve elimden tutarak beni büyük kapıdan içeriye soktu.

Onu gören bir adam yanımıza doğru yaklaştı. “Akay Bey bugünkü toplantıya…” derken Akay onun sözünü keserek “Katılmayacağım fakat eniştem burada, o benim yerime katılabilir.” dedi.

“İsterseniz haber verebilirim.” dedi.

“Olur, Kerem.” Elimi tutarak ilerlerken durup ona döndü. “Ve ayrıca odama gelmesine izin verme. Eminim onu bu işin içine soktuğum için benim yanıma gelmek isteyecek. Sakın izin verme.” dedi ve tekrardan benimle beraber ilerlemeye başladı.

“Kaçıncı katta odan? Bina dışarıdan çok büyük görünüyor.” dedim.

“Sekizinci katta.” dedi ve asansörün önüne geldi. Tuşa basıp beklemeye başladık.

“Ben yüksek katları çok severim. Hatırlıyor musun, yetimhanede bahçede yere uzanıp gökyüzünü ve uçan uçakları izlerdik.” dedim.

Bu esnada asansörün kapısı açıldı ve bir adım geri çekilerek eliyle içeriyi gösterdi. Gülümseyerek “Sağ ol,” dedim ve ondan önce geçtim. O da peşimden gelip asansöre bindi ve gideceğimiz katın tuşuna bastı.

Bana döndü ardından. “Hatırlamaz olur muyum hiç? Seninle ilgili her detayı biliyorum.” dedi.

Elini tutarken diğer diğer elimle de koluna sarılıp çenemi koluna yaslayıp ona alttan alttan baktım. “Öyle mi?” dedim.

Gülümsedi. “Öyle,” dedi.

“O zaman sana birkaç soru.” dedim ve işaret parmağımı ona doğru uzattım. “Doğum günüm ne zaman?”

“6 Temmuz 2000, çok kolay sordun.” dedi.

“Peki,” deyip düşündüm biraz. “En sevdiğim çiçek?”

“Gül,” dedi yine hiç düşünmeden.

“Burcum ne?”

“Yengeç,”

“Basit, biliyorum ama en sevdiğim renk ne?” dedim bu kez de.

“Pembe,” dedi yine zorlanmadan.

En sonunda asansörün kapısının açılmasıyla ilk önce ben arkamdan da o çıktı ve yanımda yerini aldı. Kolunu bırakıp sadece elini tutuyordum artık.

“Pes ediyorum. Ama beni biraz da sen anlat bakalım.” dedim.

“Bunu odama geçince konuşalım, olur mu?” dedi.

“Olur,” dedim. “Biliyor musun Selen ablayla beraber alışveriş yaptık. Bana çok şey aldı. Ben almak istemedim ama zorla aldı.”

Koridor boyunca yürürken “Neden istemedin, beğenmedin mi?” diye sordu.

“Yok. Beğenmediğimden değil ama… Nasıl anlatayım, çok fazla geldi. Yani ben kendime hiç öyle gidip ünlü mağzalardan almamıştım. Garip geldi, bir de çok pahalıydı. Yani zor durumda bırakmak istemedim.” dedim kısaca açıklama yaparak.

Yürümeyi bırakıp yönünü bana çevirdi. “Sevgilim sen bunların daha iyisini, güzelini hak ediyorsun.” dedi bana. Ellerini yanaklarıma koyup ona bakmamı sağladı. “Artık benim her şeyim senin. Param da, evim de, malım da, mülküm de.” Elimi tutmadığı eliyle diğer elimi alıp göğsüne, tam kalbini üzerine yasladı. “Ama burası var ya… En çok burası senin. Başka kimsenin değil, senin.”

Ben de elinin altından elimi çekip onun elini tuttum ve kendi kalbimin üzerine yasladım. “Burası senin değil mi sanıyorsun? Senin, sevgilim. Her zerresiyle, geçmişiyle, geleceğiyle, şimdisiyle senin.” dedim.

Elimi eliyle tutup geri çekti ve dudaklarına yaklaştırıp üzerine bir öpücük bıraktı. “Soldaki kapı, bir de oraya geçince konuşalım istersen.” dedi.

“Bana uyar,” dedim ve kapıyı açıp ondan önce ben odaya girdim. Kapının önünde biraz ilerledikten sonra masanın üzerinde gördüğüm kırmızı karanfiler ve yanında gördüğüm kırmızı kurdele ile bağlanmış kutuya şaşkınlıkla baktım.

Arkamı dönüp “Akay, bu ne?” dedim. Aynı zamanda da çok mutlu olmuştum.

Beni elimden tutarak masanın önüne doğru ilerletti. Kırmızı kafanfillerden oluşan buketi eline alıp bana uzattı.

“Birine karanfil vermek aşkı ve sıcaklığı ifade ediyor. Ayrıca bazen bir kayıbın arkasındaki özlemi de ifade ediyormuş. Seni on yedi sene boyunca kaybettim. İlk olarak onun özlemi, sana hissettiğim özlemi ifade ediyor bu çiçek bana. Ama genel olarak birine karanfil vermek aşkı temsil ediyor, benim sana olan aşkımı ifade ediyor. Kırmızı karanfil ise aşkın, şefkatin ve romantizmin sembolü. Derin sevgiyi ve hayranlığı anlatıyor.”

Anlattıklarını mest olmuş gibi dinledim. Bana çiçek almıştı. Bu bile çok özelken altında derin bir anlam yatan şekilde bunu seçmesi de çok daha derin bir anlam sağlamıştı benim için.

Onun elinde hala çiçekler varken sıkıca boynuna sarıldım. Akay da bir elinde çiçekleri tutarken diğer eliyle belime sarıldığını hissettim.

“Çok teşekkür ederim, sevgilim. Bunun bana olan derin anlamını sana anlatmaya kalksam kelimeler yetmez.” dedim ve geri çekilip iki elimle yanaklarını tutarak dudaklarına dudaklarımı yasladım.

Beni geriye doğru ilerletip kalçamın masaya yaslanmasını sağladı. Ben de sırtımı biraz geriye doğru yatırıp kendimi onun kollarına bıraktım. Elindeki buketi masanın bizden uzak bir yanına bıraktı ve iki eliyle beraber sırtımdan beni destekledi.

Ona olan sevgimi, aşkımı ve minnetimi kelimeler kullanmadan dudaklarına bıraktığım nefeslerde anlatmak istedim.

Birkaç dakika sonrasında yavaşça ayrıldı dudaklarımız. Gözlerine baktım hemen. Onu kendime doğru çekip sıkıca sarıldım.

Bir elini masaya yerleştirip diğer elini sırtıma koydu. Başını boynuma gömüp defalarca derin derin öpücükler bıraktı. Her bir öpücükte içim gitti. Kalbime nefes doldu.

Kafasını kaldırıp bana baktı. “Çok güzelsin, Çiçek’im.”

Gülümsedim. “Ve sadece senin Çiçek’inim, sevgilim.”

“Az önce dedim ya içerde konuşalım diye, anlatmaya başlıyorum sana seni.” dedi.

“Çok güzelsin. Basit bir cümle gibi geliyor olabilir fakat asla değil. Bana ‘Güzellik ne demek?’ diye sorsalardı bundan seneler önce sadece ‘Bir kişinin birine çekici görünmesi,’ diyebilirdim.”

“Peki şimdi?” diye sordum.

“Seni anlatırdım. Gülüşünün tatlılığını, gülünce kısılan gözlerini, utanınca başını omzuma gömmeni, bazen çok kadınsı olup bazen de minik bir bebek gibi olman ama ikisinin de sana çok yakıştığını, saçlarını, dudaklarını, sarılışını anlatırdım.”

Akay’a gülümseyerek baktım. Hiçbir şey söylemeden öylece izledim yüzünü, gözlerini.

“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu.

“Ne söyleyeyim? Sana biraz hayran kaldığım için konuşmayı unuttum.” dedim. Yaklaşıp son kez boynuma bir öpücük bıraktı.

“Evet, şimdi aç bakalım şu kutuyu. Bak bakalım ne varmış içinde.” dedi önümden çekilip. Ona arkamı dönüp kutuyu aldım tekrar ve ona yönümü çevirdim.

Masanın önünde iki tarafta da bulunan koltuğa oturup beni ve kolumdan tutarak oturttu. İlk önce kutunun kurdelesini açtım ve ardından da kapağını yavaşça kaldırdım. Kutuyu açtıktan sonra içinde bir telefon kutusu gördüm.

Akay’a döndüm. “Şaka?” dedim.

“Değil valla. Sana,” dedi.

Tekrar kutuya dönüp elime alıp açtım. İçinde son model beyaz bir telefon vardı.

“Akay, bu çok… Çok fazla.” dedim ona bakıp.

“Güzelim, ben az önce sana ne söyledim?”

“Senin olan her şeyin benim de olduğunu söyledin.” dedim.

Telefonu tutan elime uzandı. “O zaman?”

“Teşekkür ederim.”

                                  *****    

Biraz daha orada durduktan sonra kalkıp eve gelmiştik. Sonrasında ise yemek yiyip biraz konuştuktan sonra Akay’la beraber odaya çıktık.

Odaya çıkınca Akay duş almak istediğini söyleyip banyoya girmişti. Ben ise yeni telefonumu alıp yatağa uzanıp biraz kurcalamaya başlamıştım. Çektiğim ilk fotoğraf ise şirkette Akay’la beraber çekindiğimiz bir fotoğraftı. Ardındaki fotoğraf ise Akay’ın bana aldığı kırmızı karanfillerin fotoğrafıydı.

Birkaç saniye sonra odaya Akay girdi. Altında siyah eşofmanı vardı. Üzerinde ise hiçbir şey yoktu. Elinde ise saçlarını kuruladığı beyaz havlusu vardı.

Telefonu ona doğru tutup hemen bir fotoğrafını çektim ve kıkırdayarak önüme döndüm. Akay, havluyu masanın üzerine doğru atıp yanıma geldi ve yanıma oturdu.

“İyi ki bir telefon aldık. Gördüğün her şeyi çekiyorsun.” dedi gülümseyerek.

“Her şeyi değil,” dedim. “Senin olduğun ve seni hatırlatan şeylerin fotoğrafını çekiyorum.”

“Ya, öyle mi? O zaman en çok kendini çekmen lazım. Ben en çok sana bakınca kendimi hatırlıyorum.”

Elimdeki telefonu alıp kamerayı bana doğru tuttu. Ard arda iki fotoğrafımı çekti. Ben de kameraya bakıp gülümsedim.

Telefonu geri bana verdi. “İşte böyle daha iyi.” dedi.

“Sen yat, ben de bir yüzümü yıkayıp geleyim.” dedim ve telefonu bırakıp banyoya geçtim. Yüzümü Selen ablayla bugün aldığımız temizleme suyuyla yıkadım. İşim bitince tekrardan odaya geçtim.

Akay’ın yatağa yattığını görünce önce ışıkları kapatıp sonra ben de yanına uzandım.

“İyi uykular, sevgilim.” dedi.

Ben de ona yaklaşıp yanağına bir öpücük bıraktım. “Sana da iyi uykular, sevgilim.”

                                                                                                                                                                                       

                 

                                      
 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlarrr🌹🌹 Yeni bölümümüz bu şekilde. Umarım beğenmişsinizdir. Diğer bölümler için takip etmeyi unutmayın. Kendinize iyi bakın. Hoşça kalın🫶🏻🫶🏻🫶🏻

Instagram—zeynluna_

Bölüm : 08.02.2025 14:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...