“Elis, hadi kalk yerden. Gel bak sandalyeye otur, abiciğim.”
Kafamı sadece iki yana sallamakla yetindim. Konuşmadım. Söyleyecek bir sözüm yoktu çünkü. Yanağımı tekrardan kendime çektiğim dizlerime yaslayıp o büyük kapıya ve üzerindeki yazıya baktım.
Geldiği ilk an ameliyata almışlardı benim canımı.
Ben ise yere oturmuştum. Bacaklarımı kendime çekip sarılmıştım. Gözlerimin ağlamaktan acıdığını hissediyordum. Kızardıklarına emindim.
Fatih abi ise yanımdan bir saniye bile ayrılmamıştı, beni yalnız bırakmamıştı. Belki de gerçekten öz abimdi. Belki de Cemil Akar doğru söylüyordu. O, bana hiç tanımadığı kız kardeşinden bahsetmişti.
Benim yerden kalkmadığımı görünce Fatih abi de yanıma oturdu. Kolunu arkama atıp sırtıma yerleştirdi elini. Beni göğsüne çekerek sarıldı bana.
“Fatih abi,” Başımı kaldırıp ona baktım.
“O adam… Cemil Akar, doğru söylüyor olabilir mi?”
Neyden bahsettiğimi anladı hemen. “Bilmiyorum, Elis. Ama öğreneceğim. Benim bir arkadaşım bu işlere bakıyor. Hallederiz.” Omzumu hafifçe sıkıp sırtımı okşadı. “Sen şimdi bunu düşünme. Hem ben senin her türlü abinim. Öz olmam ve olmamam önemli değil. Değil mi?”
“Öyle,” dedim ve başımı tekrardan ameliyathaneye çevirdim.
Biz geleli yaklaşık yarım saat olması gerekiyordu. Hala çıkmamıştı. Hiçbir doktor da gelip bir şey dememişti. Sadece bekliyorduk. İyi bir haberi bekliyorduk.
Gurur amca ve Doruk ameliyathanenin karşısındaki koltuklara oturmuşlardı. Doruk hem sevdiğinden ihanete uğramıştı hem de en yakın arkadaşının vurulduğuna şahit olmuştu.
Yeliz’e hiçbir zaman güvenmemem gerekiyordu. Ona asla inanmamalıydım. O da aynı annesi, babası ve babasının kuzeni gibi mahvetmişti beni. Sadece beni değil, benim yüzümden sevdiğimi de, Akay’ı da mahvetmişlerdi.
Zaten hep böyle olmaz mı? İnsanı en sevdiği hüsrana uğratmaz mı? Ya da sevmek istediği, çabaladığı, kendini sevdirmeye çalıştığı, sadece “Beni sev” diye ağlamadığı kaldığı…
Benim yüzümden olmuştu. Bunu biliyordum. Eğer ben o gün Akay’a mesaj atmasaydım ve onun yanına gitmeseydim onların pis eli benim sevgilime ve sevdiklerine değmezdi.
Keşke ben vurulsaydım da o yaşasaydı.
Keşke kurşun benim bedenime girseydi de ona bir şey olmasaydı.
“Fatih,” diyen Selen ablayı duyduğumda başımı koridora çevirip baktım. Selen abla, elini tuttuğu Lila ve Nilda teyze yanımıza doğru geliyorlardı. Hepsinin yüzünde aynı korku ve endişe vardı.
Onlara bakmayı kendime suç olarak gördüm. Selen ablayla kısa bir an göz göze geldik. Ben başımı tekrar ameliyathaneye çevirince gözlerimiz ayrıldı.
Benden nefret ediyorlardı belki, yüzümü bile görmek istemiyorlardı fakat ben inatla burada duruyordum. Kendimi yüzsüz gibi gördüm bir anlığına ama en azından onun iyi olduğunu öğrenebilmeliydim.
Fatih abinin yanımdan kalkıp onların yanına gittiğini hissetsem de dönüp bakmadım. Bacaklarıma daha sıkı sarılıp kendimce saklanmaya, görünmez olmaya çalıştım. Belki o zaman onları varlığımla rahatsız etmezdim.
Benim yüzümden oradaydı. Ben ölmeyeyim diye oradaydı. Keşke izin vermeseydim önüme geçmesine. Ama anlayamamıştım ki… Benim için bunu yapabileceğini anlayamamıştım….
Tam o sırada yanıma birinin geldiğini hissettim. Bakmadım yine de, bakamadım. Bir el saçıma dokundu yavaşça. Yanımda çöktüğünü hissettim. “Elis, kızım. Hadi bak bakalım bana.” diyen kişi Nilda teyzeydi.
Zorla kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerime baktı. Yanağıma akan bir yaşı elini kaldırıp sildi. Sonra da beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı.
Sanki hep bu anı bekliyormuşum gibi başımı göğsüne yasladım ve hiç durmayan gözyaşlarımı akıttım. Bir eliyle saçımı okşuyordu.
İlk defa bir anne sıcaklığını bu denli fazla hissediyordum. İlk defa bir anne duygusuna bu kadar çok ihtiyacım olduğu içindi belki de bu his.
Nilda teyze de bunu anladığı için “Geçti kızım. Geçti annem.” dedi sırtımı sıvazlarken.
Kafamı kaldırıp ona baktım. Bana ilk defa biri annem demişti. İlk defa birini kendi annem gibi görmüştüm.
Bana hafifçe gülümseyerek baktı. “Hadi gel bakalım, kızım. Bir elini yüzünü yıkayalım.” İlk önce kendi kalkıp sonra bana elini uzattı. Onun elini tutarak oturduğum yerden kalktım.
Beraber kadınlar tuvaletinin önüne geldiğimizde içeri girdik. Lavaboların önüne geldiğimizde tekrardan karşıma geçti.
“Sana annem dememden rahatsız mı oldun?” diye sordu.
“Hayır,” dedim. “Sadece… Garip hissettim. Kendi annem bile bana hiç öyle demedi.”
“Ama ben de senin annenim.” Gülümsedi sakince ama bir o kadar da derin bakan gözlerle. “Değil mi?”
“Öyle oluyor sanırım.” dedim sadece kısık çıkan sesimle.
Bir iki saniye duraksadıktan sonra “Elis,” dedi Nilda teyze. “Sen kendini mi suçluyorsun bu yaşananlardan dolayı?”
Ne diyeceğimi bilemedim ama bakışlarımdan anladı beni.
“Kızım, yapma böyle. Bunların hiç biri senin yüzünden olmadı.” dedi. Ses tonundan gerçekten de beni suçlamadığı belli oluyordu. Hatta beni anlıyor ve yardım etmeye çalışıyor gibiydi.
“Eğer ben o gün Akay’ı arayıp sizin yanınıza gelmeseydim hiçbir şey böyle olmayacaktı. Benim bir anlığına yaptığım bir bencilliğin sonucunu şu an Akay çekiyor. Ya da Yeliz’e hiç güvenmeyecektim. Onun da diğerleri gibi olabileceğini düşünmeliydim.”
Ben daha konuşmaya devam edecekken bana sarıldı Nilda teyze. Ben de kollarımı ağırca kaldırıp onun sırtına doladım.
“Sakın böyle düşünme, kızım. Eğer orada sana bir şey olsaydı hiç biriyle konuşmazdım. Benim kızımı nasıl koruyamadınız, kaç tane adamsınız diye kızardım.” Durdu biraz. “Hem sen bizden daha öncesinden tanıyorsun. Güçlüdür benim oğlum. Ona hiçbir şey olmaz.”
Geri çekilip yüzüme baktı. Eliyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Şimdi ağlamayı bırakalım artık. Akay uyandığında sen böyle görse ne kadar üzülür biliyor musun?”
Yüzümü yıkadım ilk önce. Nilda teyze çantasından peçete çıkartıp bana verdi ve yüzümü güzelce kuruladım. Tam çıkacağımız sırada “Nilda teyze,” dedim.
“Söyle kızım.” deyince bir an nasıl söyleyeceğimi bulamadım sonra derin bir nefes verip olduğu gibi söyledim.
“Fatih abi beni abim olabilir.”
Bakışlarından çok şaşırdığı belli oluyordu. Sanırım gerçekten böyle bir şey duymayı beklemiyordu.
“Nasıl yani?” dediğinde sesinden hissettiği şaşkınlık bariz bir şekilde belliydi.
“Beni evlat edinen adam yani Cemil Akar söyledi. Fatih abi bana hiç görmediği kız kardeşinden bahsetti. Benim de abim vardı hiç görmediğim. Biz kardeş olabiliriz.” diyerek bir açıklama yaptım.
“Fatih’in bir arkadaşı vardı sanki, bu işlerle uğraşıyordu. Onunla konuştu mu hiç?” dedi.
“Bana siz gelmeden önce bahsetti ama konuşmadı sanırım daha. Bana da çok garip geldi ama hikayelerimiz ve olanlar uyuşuyor.”
Tuvaletten çıkarken elini sırtıma koydu ve okşadı. “Hallolur, güzel kızım benim. Sen merak etme.”
*****
Fatih, kızını kucağına alıp sıkıca sarılmıştı. Korktuğuna çok emindi. Kim korkmazdı ki bu durumda? Ne kadar güçlü durmaya çalışırsa çalışsın kendisi bile ne hissettiğini daha tam olarak bilemiyordu.
Şaşırmıştı, hem de çok şaşırmıştı. Böyle bir şeyi asla beklemiyordu. Evet, bir kardeşi vardı ama onu karşısında görmek çok garipti.
Aklına annesi geldi, ona gülümseyerek bakan yüzü ve daha sonrasında onun gülüşünü sonsuza kadar solduran babası. Babasını ve o kadını asla affetmeyecek, annesini asla unutmayacak ve kız kardeşini de asla yanından ayırmayacaktı.
Yanındaki eşine döndü bakışları. Selen de hemen sarılmıştı ona. Saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı. Kızını da son kez öptükten sonra kucağından indirip Gurur’un ve Doruk’un yanına bırakmıştı. Selen’in elini tutup kenara bir yere çekmişti.
“Selen, sana bir şey söyleyeceğim.” dedi.
“Söyle, aşkım. Dinliyorum, ne oldu?”
Derin bir nefes verdikten sonra “Elis benim kardeşim olabilir.” dedi Selen’in gözlerinin içine bakarken.
“Ne, kim söyledi bunu?” dedi Selen şaşkınlığına engel olamıyorken.
“Buna emin misiniz?” dedi Selen bu kez.
“Onun dediği hiçbir şeye güven olmaz. Test yaptıralım diye düşündüm. Zaten bu hastanenin içinde. Elis gelince bir saç telini verse yeter.”
Kısa bir an düşündü Selen. Elis, ona hiç tanımadığı abisinden bahsetmişti. Babasını ve abisini hiç görmediğini söylemişti. Fatih’in de babası annesini bir kadınla aldatmıştı. Bir kız kardeşi olduğunu biliyordu.
“Elis bana hiç görmediği bir abisinin olduğunu söylemişti. Abisini ve babasını hiç görmediğinden bahsetmişti. Olabilir aslında.” dedi aklından geçen düşünceleri söylerken.
“Bilmiyorum, Elis zaten benim kardeşim gibiydi. Kardeşim olarak görüyorum ben onu. Ama öz kardeşim olması… Değişik. Bunca zamandır aramızdaymış benim öz kardeşim.”
Selen Fatih’e sıkıca sarıldı. “Her şeyin üstesinden gelinir, aşkım. Her şey çözülür.”
*****
Tuvaletten çıktıktan sonra tekrardan ameliyathanenin önüne geldik. Lila benim geldiğimi görür görmez hemen yanıma koştu ve bana sarıldı. Ne kadar kendimi güçsüz hissetsem bile onu kaldırıp kucağıma aldım ve onunla birlikte sandalyelerden birine oturdum.
Bacaklarını iki yanımdan aşağıya doğru sarkıttı. Ben onun saçlarıyla oynarken o da elini yanağıma götürdü. Islak olmalı ki eliyle sildi.
“Ağladın mı? Yanakların ıslak bir de gözlerin kızarmış biraz.” dedi.
“Üzüldün mü? Ondan mı ağladın?” diye sordu bu kez de.
“Ben de çok üzüldüm. Ama dayım bana bir keresinde ağlarken ‘Sen ağlayınca ben de çok üzülüyorum. Benim üzülmemi istemiyorsan ağlama.’ demişti. Ben ağlamıyorum onu üzmemek için.” Gülümsedi. “Sen de ağlama. Çünkü dayım sen ağlarsan da üzülür.”
Onu kendime çekip sıkıca sarıldım. O da bana sarıldı. Saçlarının arasına derin derin öpücükler bıraktım defalarca. Gözlerimi kapatıp Akay’ı düşündüm Lila’yla öyle konuşurken.
Gözlerimi açınca yan tarafımda oturan Selen ablaya baktım. Bana ve kızına bakıyordu. Yanında sırtını duvara yaslamış Fatih abi vardı. Elini Selen ablanın omzunun üzerine koymuştu.
Diğer tarafa baktığımdaysa Doruk bir kenara oturmuştu. Nilda teyze ise Gurur amcanın yanındaki boş yerdeydi.
Bir süre daha o şekilde bekledik orada. Sonra ameliyathanenin açılan kapısı yüzünden hepimiz ayağa kalkıp o tarafa doğru ilerledik. Lila benim kucağımdan inip babasına gitmişti.
İçeriden erkek, beyaz saçlı, yaşlı bir doktor ve yanındaki uzun sarı saçlı kadın hemşire çıktı. Bizi görünce “Akay’ın yakınları sizlersiniz sanırım.” dedi eldivenlerini ve maskesini çıkartırken.
“Evet, Doktor Bey. Nasıl durumu?” diye sordu Gurur amca.
“Öncelikle endişe gerektirecek bir durum yok.” deyince hepimiz tuttuğum nefesi verdik. “Ama çok riskli bir olay atlattığını da söylemem gerekli. Bir süre kendisine çok dikkat etmeli.”
Doruk bu kez “Peki görebilir miyiz?” diye sordu.
Buna yandaki hemşire cevap verdi. “Şimdi normal odaya alacağız. Daha kendine gelmedi. Yavaş yavaş kendine gelecek. Sonra tabii ki hepiniz görebilirsiniz ama şimdi hastayı yormamak için sadece bir kişi gelebilir.” dedi.
Bir iki saniyenin ardından Nilda teyze “Elis girsin içeri,” dedi.
Dönüp ona baktığımda “Yok, Nilda teyze. Benim girmeme gerek yok. Siz girin.” dediğimde hemen karşı çıkarak “Kendini çok hırpaladın. Sen gir, bir gör rahatlarsın sonra.” dedi.
Diğerlerine baktığımda hepsi onaylayan bakışlarla bana bakıyordu. Çok istiyordum ama onu nasıl göreceğimden de korkuyordum. Hem benden önce girmeyi hak eden kişiler de vardı.
“Elis, sonuçta biz de gireceğiz yanına. Sadece ilk sen gir. Annemin dediği gibi kendini çok yordun. Gör ve rahatla.” dedi Fatih abi de.
“Tamam o zaman.” dedim ve hemşire “Benimle gelin,” deyince onu takip etmeye başladım.
Biraz yürüdükten sonra bir odayı işaret ederek “Akay Bey burada.” dedi. Kapıyı yavaşça açtığımda Akay’ı gördüm hastane yatağında yatarken. Yanında bu kez erkek bir hemşire vardı ve serum ile ilgileniyordu.
Benim odaya girdiğimi anlayınca döndü ve kısa bir an bakıştıktan sonra “Bir saniye, hemen çıkıyorum.” dedi ve işini bitirince odadan çıktı.
Yavaş adımlarla beraber yatağın yanına geldim. Gözleri kapalı bir şekilde uzanıyordu. Kısa bir an ne yapacağımı bilemedim. En sonunda onu rahatsız etmemeye çalışarak yanına oturdum.
Elimi yanağına uzattım ve diğer yanağına uzun bir öpücük bıraktım. Geri çekilmeyip başımı omzuna yasladım gücümü çok vermeden.
“Özür dilerim, sevgilim. Benim yüzümden oldu bu. Eğer Yeliz’e inanmasaydım bunların hiç biri olmayacaktı. Benim yüzümden oldu bunların hepsi. Belki de seni hiç bu işlere karıştırmamam gerekiyordu.”
Derin bir nefes çektim içime. Güzel kokusu ciğerlerimin her köşesini doldurdu.
Gözümden bir damla yaş aktı. “Ağlamak istemiyorum ama seni böyle görmek çok kötü. Senin canın bir kere yanınca ben paramparça oldum. Hiç böyle bir olmasını istemezdim. Benim için kendini ateşe attın.”
Artık gözlerimden yaşlar hızlı hızlı akmaya başladı. Onun kokusunu içime çekerken sakinleşmeye çalıştım.
Sonrasında bir şey oldu, bir anda saçımda bir eli hissettim. Sakince saçımı okşamaya başlayan bir el…
Başımı kaldırınca Akay’ın gözleriyle göz göze geldim. Bir eli saçlarımı yavaşça okşuyordu ve bana bakarken gülümsüyordu.
“Akay…” dedim şaşkınca. Ama şaşkınlığım bana söyledi ilk kelimeyle daha fazla artmıştı.
Gülümseyerek bana bakarken “Evlenelim,” dedi bir anda.
Bakışlarım kısa bir an boşluğa düşerken aynı anda dudaklarımda hafif de olsa şaşkın bir tebessüm oluştu.
Elini saçımdan yanağıma doğru ilerletti. Yanağımı okşadı. “Evlen benimle. Seninle evlenmek istiyorum.”
“Akay,” dedim yine tekrar. Böyle bir şeyi duymayı özellikle de böyle bir durumda bunu söylemesini beklemiyordum.
“Evet veya hayır,” dedi alacağı cevaba atıfta bulunarak.
“Evet, evlenelim.” dedim tüm bu şaşkınlığıma rağmen. “Seni çok seviyorum.”
Beni kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. Ben bir yerine bir şey olacak diye ona dokunamazken o, bana sıkıca sarıldı. Tabii ki ben de ona sarıldım hemen ama yine de dikkat etmeye çalışıyordum.
Böyle bir şeyi beklemiyordum ama benden ondan başka kimi isteyebilirdim ki? Geçen akşam ki konuşmamızın üzerine böyle bir şey olacağını biliyordum ama bu durumdayken ve bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum, tahmin bile etmiyordum.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı sarılmaya devam ederken. Dudaklarını dudaklarıma yaslayıp bir öpücük çaldı. Nazikçe öptü beni. Tabi ben de onu.
Geri çekilince birbirimize baktık gülümseyerek. Gözleri gözlerimden ayrılıp yanaklarıma değdi. “Çok mu ağladın?” diye sordu gözleri tekrardan gözlerimi bulurken.
Başımı salladım. “Çok korktum, Akay. Neden böyle bir şey yaptın? Benim için…”
“Senin için her şeyi yaparım. Her şeyimi sana veririm, bende bir şey kalmayacağını bile bile. Sen yaşarsan ben yaşarım çünkü. Ben yaşasam bile senin canın yanıyorken ben zaten ölüyüm. Yine aynı şey olsa yine yaparım.” Elini saçlarımın uçlarında hissettim. “Hem senin için ölmek ne kadar güzel, haberin var mı? Bir de ölürken son nefesi senin dudaklarında vermek?”
“Akay, kimse ölmüyor artık. Sen de ben de birbirimiz için yaşayacağız.” Kıkırdadım. “Hem bir evlenme teklifi de aldım artık. Benim kocam olacaksın sen. Ben de senin karın.”
Gülümseyerek boynuma dudaklarını değdirdi. “Böyle bir karım olacağı için çok şanslıyım.”
Tekrar kıkırdayıp geri çekildim, bana baktı. “O zaman sen de bir daha ben suçluyum demeyeceksin, suçu kendine atmayacaksın, güzelim.”
“Sen onları duydun mu?” Duymamıştı sanıyordum oysaki.
“Duydum. Ve bir daha senden böyle bir şey duymayacağım. Kimse böyle bir şey planladıklarını bilemezdi. Suçlu sen değilsin, onlar. Anlaştık mı?” Gözlerinden kendimi suçladığım için üzüldüğü belli oluyordu.
“Tamam, anlaştık.” Oturduğum yerden kalkmak için hareketlendiğimde bileğimden yakaladı beni. “Nereye?” dedi.
Gülümsedim. “Merak etme, bir hemşireye veya doktora uyandığını söyleyeceğim. Annenler de senin yanına gelmek için sabırsızlanıyorlar.” dedim. Beni bırakınca kapıdan çıktım ve gördüğüm hemşireye Akay’ın uyandığını söyledim.
Biraz daha ilerleyince odayı arayan Nilda teyzeyi, Selen ablayı ve Lila’yı gördüm. Beni görünce hemen yanıma doğru geldiler.
“Nasıl?” diye sordu Selen abla. “İyi mi?”
“Hem da nasıl iyi.” dedim. “Kendine bile geldi.”
“Gerçekten mi?” diye sordu Nilda teyze. Başımı olumlu anlamda salladım ve onları odanın oraya getirdim. Diğerlerinin nerede olduğunu sorunca su ve yiyecek bir şeyler almaya gittiklerini söylediler. Selen abla da hemen odanın numarasını mesaj olarak Fatih abiye attı.
Odaya girdiğimizde başında iki tane hemşire vardı. Bizim geldiğimizi görünce aynı az önceki gibi gülümsedi.
Lila hemen “Dayım,” diye koşarak sarıldı. Akay da az öncekinden biraz daha dik oturduğu için ona daha rahat bir şekilde sarıldı.
“Kızım, dur dikkat et. Yanlış bir şey yapmayın.” diyen Selen abla telaşlı gibiydi.
“Bir şey olmuyor, gayet rahat gibi duruyor. Merak etme Selen abla.” dedim.
Bana baktı yandan ve hafifçe gülümsedi. “Nasıl anladınız acaba bir şey olmadığını derdim de… Neyse şimdi kurcalamayayım.”
“Selen abla ya,” dedim hayıflanarak.
“Sorayım mı sormayayım mı şimdi?”
“Rahat bırakabilir misiniz artık benim sevgilimi ve bana siz de sarılabilir misiniz?” diyen Akay ile ilk önce Nilda teyze ona sıkıca sarıldı. Ardından da Selen ablayla sarıldılar.
Birkaç dakika sonra içeriye Fatih abi, Doruk ve Gurur amca geldiler. Onlar da Akay ile konuştular ve sarıldılar.
Bir süre daha durduktan sonra Fatih abi “Hadi bakalım siz şimdi eve gidiyorsunuz, saat geç oldu. Ben de burada kalırım.” dedi.
“Fatih abi ben kalayım. Bugün perşembe zaten. Yarın da gitmem okula, zaten bir haftaydı. Cumartesi, pazarda ben kalırım. Sonra sen kalırsın.” dedim hemen itiraz ederek.
“Olur mu ki öyle? Sen kalır mısın?” diye sordu Gurur amca.
“Olur, gerçekten olur.” dedim gülümseyerek.
“Bir şey olursa arasın. Dikkat edin kendinize.” dedi Nilda teyze de.
“O zaman biz gidelim. Daha sonra konuşuruz zaten telefonda.” dedi Selen abla.
Vedalaştıktan sonra onlar gittiler ve biz odada baş başa kaldık. Ben camın önündeki koltuğun üzerine oturdum. Camın önüne gelen kuşları izlemeye başladım.
“Neye bakıyorsun?” diyen Akay ile ona döndüm.
Ona bakarken aynı zamanda da elimle kuşları işaret ettim. “Kuşları izliyorum. Bir sürü kuş var.”
Hafifçe kıkırdadım. “Öyle müstakbel kocam.”
Gülümseyerek bana baktı. Eliyle yanındaki boş alana vurdu. “Yanıma gel bakalım, bir de öyle müstakbel kocam de.”
Hemen oturduğum koltuktan kalkıp yanına oturdum. Ayakkabılarımı çıkartıp bağdaş kurup karşına geçtim. “Ben sürekli senin yanına gelip durmayayım. Koltukta yatarım ben. Rahatsız olma sen, yat rahatça.”
Kolumdan tutup beni göğsüne doğru çekti ve yanına yatmamı sağladı.
“Sence ben müstakbel karımdan rahatsız olabilir miyim?”
Başımı kaldırıp yüzüne baktım alttan alttan. “Olmaz mısın?”
“Senin hiçbir şeyinden rahatsız olmam.”
*****
Akay göğsünde uyuyan Çiçek’ine baktı. Saçlarını elini kaldırıp hafifçe okşadı. Elinin tersini yanağına getirip kırılgan bir cama vuran nefes kadar hafif bir şekilde dokundu.
Yaşadığı çoğu şeyin bazen bir hayal olup olmadığını düşünmeye zorluyordu beyni. Bu kadar güzel olabilir miydi her şey? Peki ya bu kadar kusursuz?
Yaşam ve ölüm bazen kendini hatırlatıyordu. Bu hiçbir şeyin kusursuz olmadığının bir göstergesiydi. Ama göğsünde yatan kişi her şeyin kusursuz ve mükemmel olabileceğinin bir inancıydı sanki.
Zaman geçtikçe çoğu şey de onunla beraber geçer ve gider. Bunun önüne geçilemez ama bazı şeyler bu geçip giden zamanın hızına kapılmadan sadece sevgi ve aşktan etkilenir.
Onlar da bu aşk ve sevgiden etkilenmişti. Etkilenmeye de devam ediyorlardı ve edeceklerdi de.
Akay, bu dünyada sadece, kendinden bile çok onu sevmişti. Tekrar olsa yine aynı şeyi defalarca yapardı. Biri olmadan diğeri hep boşlukta kalırdı çünkü. Yerini, yurdunu ve bulunduğu yeri bilemezlerdi.
Nefesleri kendilerinden daha çok birbirleri içindi.
Hayalleri ve düşlerinde sadece birbirleri vardı. Geleceklerini durup düşününce yalnızca birbirlerine ait hayaller kuruyorlardı.
Evlenmek, birini evlenecek kadar çok sevmek garip bir duygu gibi geliyordu Akay’a. Bu düşüncesinden yıllar sonra gördüğü tanıdık bir yüz ile vazgeçmek zorunda kalmıştı. Artık eskiden kendi kendine düşündüğü şeyden utanıyordu.
Yanılmıştı. Elis’le tekrardan karşılaştıkları ilk gün bu düşünceyi tekrardan hatırlamıştı. Onu gördüğü ilk gün severek evlenmeye inanmıştı.
Şimdi ise odasındaki komodinin üçüncü çekmecesinde küçük, siyah bir kutunun içinde tektaş bir yüzük vardı. Bu yüzüğü Elis, onlara kalmaya gelmeden önceki gün almıştı. Belki hemen bunu söylemeyecekti hemen ama elinin altında olmasını istemişti.
Onsuz tek bir gün dahi geçirmek istemiyordu. Onun karısı olmadığı tek bir daha geçirmek ona ateşin üzerinde yalın ayak yürümek gibi geliyordu. Ne eksik ne de fazla.
Elinin altındaki siyah, uzun saçları okşarken kendine hakim olamayarak bir şarkıyı mırıldanmaya başladı.
Kalbim senden, senden vazgeçmeyecek
Korkma, içimde aşkın hiç bitmeyecek
Eğer istersen sonsuza dek sürecek
İnan bu adam hep seni, seni sevecek
Gönlüm senden, senden vazgeçmeyecek
Korkma, içimde aşkın hiç bitmeyecek
Eğer istersen sonsuza dek sürecek
İnan bu adam hep seni sevecek”
Bakışlarını göğsündeki sevgilisinden çalan ve ardından açılan kapıya çevirmişti. Kadın bir hemşire elindeki ilaçlar ile içeriye girdi ama gördüğü manzara yüzünden “Kusura bakmayın, sadece ilaçlarınızı getirmiştim.” dedi mahcup bir tavırla.
“Önemli değil,” dedi Akay ve ilaçları içti. İlaçlarını içerken bile kendi canını yakmamaya değil de Elis’in uyanmamasına dikkat etmişti.
Hemşire odadan çıkınca tekrardan döndü sevgilisine. “Ah, benim güzelim. Çok yorulmuşsun, belli. Uyu bakalım. Başını yasladığın o kalbim senin için hep orada.”
Bir aradan sonra hepinize merhaba. Umarım bölümü beğenmişsinizdir, düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın. Gelecek hafta yeni bölümle görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın hoşçakalın 🫶🏻🫶🏻🫶🏻
Okur Yorumları | Yorum Ekle |