
Sabah uyandığımda gözlerimi yine Akay’ın göğsünde açmıştım. Erken uyandığım için evde başka kimse uyanmamıştı ve ben de müstakbel gelin olmanın verdiği öz güven ile mutfağa inip tek başıma kahvaltı hazırlıyordum.
İlk önce çayı yapıp pankek yapmaya başladım. Evde ne kadar yemek yapımını öğreten videolar izlesem bile çoğu güzel tarifi yapmıyordum, yapmayı hak eden insanlar için bu tariflerimi saklıyordum. Şimdi ise bütün hünerlerimi göstermenin tam zamanıydı.
Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartıp sofrayı güzel bir şekilde kurdum. En son çay bardaklarını yerleştirirken mutfağın kapısından beni izleyen Akay’ı gördüm. Kollarını göğsünde bağlamış beni ve yaptıklarımı izliyordu.
“Günaydın,” dedim önüme gelen saçlarımı omzumun üzerinden arkama atarken. Kapının yanından benim olduğum yere doğru gelmeye başlayınca ben de bardakları dizmeyi bitirmiştim. Ona dönmeyip bilerek masadaki tabakları düzenliyormuş gibi göründüm.
Tam arkama geldi ve ellerini önümdeki sandalyeye koyarak beni kendiyle masanın arasında kıstırdı. Dudaklarını saçlarımı arkama attığım için açık kalan boynuma yaslayıp hem öptü hem de derin bir nefes çekti içine hep yaptığı gibi. Sonra kulağımın yanına dudaklarını getirip “Günaydın güzellik,” dedi.
Bu hareketi ne kadar hoşuma gitse ve kıkırdasam bile biraz diken üstündeydim. Her an bu mutfağa başka biri girebilirdi ve bizi bu şekilde görebilirdi. Bu yüzden “Akay,” diye sızlandım. “Biri görecek, uzaklaş biraz.”
Uzaklaşmak yerine sandalyedeki ellerini karnıma sarıp sıkıca sarıldı. “Görsün,” derken gayet rahat bir tavrı vardı ama benim ona karşın gözlerim kapının olduğu yerden ayrılmıyordu.
“Karım değil misin?”
“Değilim,” dedim gülerek.
“Ama olacaksın, bunu da herkes biliyor.” Sadece bizim olmamıza rağmen kısık sesle konuştu. “En kısa sürede hem de.”
“Hmm,” dedim bu kez de masadaki kahvaltılıkların yerini ayarlarken. “Ne kadar kısa bir süre mesela?”
“Abinden seni istedikten hemen sonra desem?”
Aynı onun gibi “Olur desem?” dedim ve ikimizde güldük.
Çayın kaynamaya başladığını düşünerek geri çekilmeye ve onun kollarının arasından çıkmaya çalıştım ama beni bırakmayıp üstüne üstlük daha sıkı sardı.
“Akay, bak tamam, bırak artık beni. Çay kaynadı, menemene yumurtayı kıracağım. Bak annenler gelecek, yarım yamalak kalmasın sofra.”
“Nesi varmış sofranın? Benim karımın ellerinden çıkmış, mis gibi işte. Ciddi soruyorum, sen ne kadardır buradasın? Ben uyurken kalkmışsın, hiç duymadım.”
“Beni bırakırsan söylerim.” dedim inatlaşarak.
“Beni öpersen bırakırım.” dedi o da benden daha çok inatlaşarak.
Bedenimi ona doğru döndürüp kalçamı sandalyeye yasladım. Yaklaşıp yanağına öptükten sonra beni yine bırakmayınca “Ee, hadi ama! Öp dedin, öptük.” dedim.
“Öp dedim ama yanaktan demedim ki.” Gözleri dudaklarıma kayınca elimi kaldırıp omzuna vurdum. “Bana bak,” dedim parmağımı suratına doğru sallayarak. “Şurada hanım hanımcık, hamarat gelin rolünün içindeyim, beni çileden çıkarma. Yüzü verince astarını isteme, çekil şimdi!”
Bana hem şaşkın hem de gülümseyerek baktı. Sanırım bunu beklemiyordu ama bence artık alışması gerekiyordu. “Bence artık şaşırma ya, kendimi kötü hissetmeye başlıyorum böyle olunca.” dedim. Kaşlarımı çattım tepki vermemeye devam ettiğini görünce.
“Ne oldu sana, uzaylılar seni kaçırıp çip falan mı taktılar?” dedi en sonunda.
Küçük bir kahkaha attım. “Bu benim en doğal halim, hayatım.” Kolunu belimden çekti bana ayak uydurarak. Ben tezgahın önüne geçince o aynı yerinde kaldı, gözlerini üzerimde hissetsem bile dönüp bakmadım. Arkam ona dönükken gülümsemeye devam ettim. Yumurtaları başka bir kabın içinde kırıp çırptıktan sonra ocağın üzerindeki menemenin altını açıp yumurtaları döktüm. Çayı da demleyip en son küçük cam kaselerin içine balları ve çikolataları koydum. Sırasıyla onları da masaya götürürken “Ben kalktığımda saat sekizdi.” dedim. Fırının saatine baktım. “Şimdi saat sekiz buçuk, uyanır mı annenler hemen?”
“Birazdan uyanırlar.” dediği sırada kapıdan içeriye Nilda teyze girdi. Bir bize bir de sofraya baktı. Yanımıza doğru gelirken “Kızım,” dedi.
Gülümsedim. “Günaydın,” dedim neşeli neşeli.
“Bunların hepsini sen mi hazırladın?” diye sordu.
Başımı salladım. “Evet, ben yaptım. Nasıl, güzel görünüyor mu?”
Gülümsedi bana, elini koluma koyup okşadı. “Çok güzel görünüyor, güzel kızım benim. Eline sağlık.” Aldığım cevapla daha çok neşelenirken Nilda teyze bu kez Akay’a döndü. “Ablana bir mesaj at da gelsinler kahvaltıya. Gelinimiz bize kahvaltı hazırlamış.”
Tatlı tatlı gülümsemeye devam ettim. Biraz sonra mutfağa diğerleri de gelince çayları da koydum ve oturup kahvaltımızı etmeye başladık.
Lila pankekleri görünce çok heyecanlandı. “Hala bunları sen mi yaptın?” dedi.
“Evet, halam.” dedim ben de. Onun için bir tane pankek alıp üzerine çikolata sürdüm ve uzattım. “Al bakalım, acaba beğenecek misin?”
Hemen ona uzattığım pankeki alıp kocaman bir ısırık aldı. Ağzının kenarlarına da çikolata bulaştı fakat hiç takmayarak büyük bir keyifle bir ısırık daha aldı. Ağzı dolu dolu “Çok güzel olmuş.” dedi.
Onu böyle gördükçe ısırasım geliyordu. Çok tatlı ve bir o kadar da yerinde duramayan bir çocuktu. Şu an sandalyede otururken bile sürekli sallanıyordu.
Gülümsedim onu izlemeye devam ederken. “Afiyet olsun bir tanem.”
Diğerleri de yemeye başlayınca ben de bir tane pankek alıp üzerine çikolata sürerken Selen abla “Elis,” dedi.
“Efendim, abla.”
Ortadaki menemenden yerken “Sen bunları bu kadar güzel yapmayı nereden öğrendin? Valla ben bir kere pankek yapmaya çalıştım garip olmuştu. Zaten bir daha da yapmadım.” Yandan kızına baktı. “Lila artık bunu senden her zaman ister.”
“İstesin.” dedim ben de hemen. “Ne zaman isterse yaparım, değil mi halam?”
Bu kez de bir tane zeytin alırken “Evet, halam.” dedi Lila.
Herkes sakince yemeğini yerken bir süre sonra tekrar Selen abla tekrardan “Dün demiştik ya,” dedi. “İsteme yapacak mıyız?”
“Yapacağız tabii ki.” dedi abim coşkuyla. Akay’a baktı göz ucuyla çayını içerken.
“Peki ne zaman?” diye sordu Lila da. Bu durumdan dolayı çok keyifliydi. “Halamla dayım evlenecek, çok mutluyum. Düğün de olacak mı?”
“Düğün şu an değil, dayım. Yaza olur ama bence, şimdi sadece evleneceğiz.” dedi Akay.
Konuşulanları dinliyordum ama bir şey demiyordum ya da diyecek bir şey bulamıyordum. Çatalımla tabaktaki domateslere sol elimle uzandım. Tam karşımda oturan Selen ablanın bakışları kısa bir an elime düştü sonra gözlerini başka bir yere çevirdi. Ardından tekrardan elime daha doğrusu yüzüğüme baktı. Sağ elindeki çatalı tabağına bırakıp elimi bileğimden yakaladı.
Böyle bir şey beklemiyordum, çatal elimden düştü ve “Abla,” dedim şaşkınlıkla. Elimi kendi suratı yaklaştırdı ve baktı dikkatlice.
“N’oldu kızım?” dedi Nilda teyze. Herkesin gözleri birden bize döndü. Selen ablanın yanında oturan abim de elime doğru baktı. İfadesi mutluyken bir an da ağzı beş karış açık kaldı. Ben ise hafifçe gülümseyerek onlara bakıyordum.
Selen abla gözlerini kısarak elimi yüzünden uzaklaştırdı. “Gözüm kamaştı resmen. Uzaydan bile görünür.” dedi. Sonra elimi benim yerime hareket ettirerek diğerlerine gösterdi.
Hepsi gülümseyerek bakınca ben de göz ucuyla Akay’a baktım. Bana ve elime bakıyordu. Durumdan gayet hoşnut gibi duruyordu, gülümsemesinden belliydi.
“Ay kızım,” diyen Nilda teyze ile ona döndüm. “Çok güzel, sana da çok hoş olmuş.”
“Teşekkür ederim.” deyip Selen ablaya döndüm. “Elimi alabilir miyim artık abla?”
Elimi bırakıp kendi önüne döndü ve çatalını alıp yemeğe devam etti. “Valla diyecek bir şey bulamıyorum ama güzel.” Göz kırptı. “Yakışır benim çifte kumrularıma.”
Önüme dönecekken elime bakmaya devam eden abime takıldı gözüm. Sanki hayatının şokunu yaşamış gibi bakıyordu. “Abi,” dedim ve bu kez gözleri gözlerime değdi.
“Fatih, abartma ya!” dedi Selen abla. “Evlenecekler ve kıza yüzük almış işte. Anormal bir durum yok.”
“Neyse, yok bir şey.” deyince herkes yemeğine döndü fakat ben anlıyordum onu. Çok uzun yıllar sonra karşılaşmıştık ve ikimiz de kardeş olduğumuzu bilmiyorduk. Öğrendikten sonra hızlı bir şekilde abi olmaya adapta olamamıştı. Bazı şeyleri çok abartıyor ve beni çok kıskanıyordu.
Yine de abimdi, yıllar sonra tanıştığım abim. Aramızdaki bağ gün geçtikçe daha da derinleşiyor ve anlaşılıyordu.
Benim için de oldukça garipti bu durum ama alışmaya başlıyordum yavaşça. Arkamda bir abi gölgesini hissetmek hiç de kötü değil, aksine çok güzel bir histi. Onunla bundan sonra diğer herkesle olduğu gibi hiç ayrılmak istemiyordum.
Kahvaltı bittikten sonra yine kurduğum gibi sofrayı toplamıştım. Gurur amca ve abim işe gitmek için evden çıkarken Akay da Doruk ile buluşacağını söyleyerek çıkmıştı. Saat öğleye doğru geldiği için Lila’nın isteği üzerine poğaça yapıyordum. Selen abla ve Nilda teyze mutfakta sandalyelere oturmuştu, hep beraber konuşuyorduk. Lila ise Nilda teyzenin tüm ısrarlarına rağmen yere yani halının üzerine oturmuş bebekleriyle oynuyordu. Üşüyüp karnının ağaracağını söyleyince içeriden bir yastık getirip Lila’yı onun üzerine oturtmuştum.
Unu yavaş yavaş döküp yoğurmaya başlarken Selen ablanın “Ay, Elis, şuna bak.” deyip telefonu bana doğru uzatmasıyla ona döndüm. Telefonda gri renginin farklı tonlarının bulunduğu bir nevresim takımı vardı. “Çok güzel değil mi? Sepete ekliyorum.” Telefonu tekrardan kendine çevirdi ve ekrana birkaç kere dokundu.
Evim için eşyalar seçme derdine girmişti. Ne kadar engellemeye kalksam da durduramamıştım.
“Abla,” dedim. Kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı. “Güzel, hoş da biraz erken değil mi sence de?”
Nilda teyze de “Evet,” dedi. “Onlar bir gün beraber bir yere gidip görerek alırlar. Şimdi buradan uğraşmayalım, geç gelmesin ya da başka bir şey olmasın.”
“Ay, tamam.” dedi telefonunu kapatıp elinden bırakırken. Ben de işime geri dönerken Selen ablanın “Kız, sen ne yapıyorsun orada?” dediğini duydum ama dönmedim. Elime yapışan hamurdan kurtulmak gibi dertlerim vardı.
“Bebeğimi uyutuyorum.” dedi Lila da. Sonra da kendince ninni mırıldanmaya başladı.
“Lila,” dedim ben de arkamı dönmeden.
“Efendim, halam.”
“Ödevler yapıldı mı?” dedim hemen. Öğretmen olmak böyle bir şeydi.
“Yaptım, dün akşam çabucak bitirdim bugün ve yarın yapmamak için.”
Ben poğaçaları fırına attım ve pişene kadar oturup konuştuk. En sonunda da nefis poğaçaların tadına baktık.
*****
Akay, evden çıktıktan sonra Doruk’u arayıp nerede buluşacaklarını anlatmıştı. Zaten oraya çok fazla gittikleri için neresi olduğunu çok iyi biliyorlardı. İzmir’in deniz kenarı bir yerinde iskelenin üzerinde beklerken buldu Doruk, Akay’ı.
İlk tanıştıklarından bu yana çoğu kişiyle arkadaş olmayan ve dışarıdan soğuk görünen Akay bir tek Doruk’un yanında kendi gibi olmuştu. Arkadaş kelimesi çok asit kalırdı aralarında.
Dost kavramını bilmezlerdi ikisi de. Birbirleriyle tanıştıktan sonra gerçek bir dostluğu görmüşlerdi.
Burası ikisi için bir sığınak noktası gibiydi. En kötü oldukları zaman burada buluşur ve konuşurlardı. Selen ilk bebeğini kaybettiğinde burada ağlamıştı Akay. Annesi bir trafik kazası geçirince burada ağlamıştı Doruk. Biri ağlarken diğeri destek olmuş ve teselli etmişti.
Şimdi ise yine Doruk ağlayacak ve Akay ona sarılıp teselli edecekti.
Akay’ın yanına doğru ilerleyip oturduğu banka oturdu. Ellerini önünde birleştirip sakince yere bakmaya başladı. Akay ise dönüp yeri izleyen Doruk’a baktı.
Bir elini kaldırıp omzuna sardı. “Üzülme oğlum bu kadar. Tek kişiden ibaret değil ki hayat. Yarın öbür gün başka biri çıkar karşına, unutursun.”
Doruk bu kez dizlerine dirseklerini yasladı ve daha da eğildi. “Konu o değil ki.” dedi.
“Ne o zaman konu? Yeliz’e üzülmüyor musun?” diye sordu Akay. Elini çekip aynı doruk gibi dirseklerini dizine yaslayarak eğilmişti.
“Ben Yeliz’e üzülmüyorum. Ben kendime acıyorum.” Dönüp Akay’a baktı bu kez. “Salak gibi inanmışım lan! Beni sevebileceğine mal gibi kanmışım!”
Hızlıca oturduğu yerden kalkınca Akay da peşinden kalktı. Eline ceplerine koyarak denizin yanına geldi. Yukarıdan baktı hırçın sulara. Ayağıyla kenardaki taşlara vurup suya düşmelerini sağladı.
“Oğlum yapma böyle.” Ilımlı olmaya çalışıyordu Akay. “Sakin ol.”
Akay’a döndü bu kez Doruk. Gözlerinde kırgınlığın yanında kızgınlık da vardı. “Yapmayayım, sakin kalayım, öyle mi?” Sesini yükseltip bağırdı. “Sen sakin ol lan o zaman! Ben olmayacağım!”
“Ne yapacaksın? Gidip kendini mi öldüreceksin? Hiç gerçek olmamış bir aşk uğruna?” Artık o da sesini yükseltmeye başladı. “Git lan o zaman.”
“O Metin denen piçi öldüreceğim!” dedi geriye doğru dönmüşken Akay uzanıp kolundan tuttu. “Dursana oğlum.” dedi. “Nereye?”
“Ya kendimi öldüreceğim ya da onu.”
“Öldürüp ne yapacaksın? Ya da kendini öldürüp? Onlara değeceğini mi düşünüyorsun?” Durdu bir iki saniye. “Ben kardeşimin kendisini saçma sapan insanlar için ateşe atmasına izin verecek gibi mi duruyorum oradan?”
“Sen dur o zaman, ben atarım kendimi ateşe!”
Tam tekrardan dönüp gideceği sırada Akay “O kız seni hiç sevmedi.” deyince Doruk’un ilerlemeye başlayan ayakları durdu.
“Seni sadece bir oyun olarak gördü. Elis’i de aynı şekilde. Amaçları intikam almaktı, senin de kalbini kırarak aldılar. Vuruldum lan ben! Elis’i vuracaklardı, ben o vurulmasın diye vuruldum. Ben de alacağım o insanlardan intikam ama böyle değil Doruk, bu şekilde değil. Anlıyorum seni ama düşünmeden hareket ediyorsun. Sen zararlı çıkacaksın, buna izin vermem. Sadece ben değil kimse izin vermez.”
Arkasını dönüp ona bakan arkadaşına baktı kısa bir an. Akay eliyle bankı gösterdi. “Otur şuraya, adam akıllı konuşalım. Ben seni buraya kendini veya başka birini öldürmen için çağırmadım!”
Adımlarını banka çevirip oturunca Akay da yanına oturdu. Aralarındaki kısa bir sessizliğin sonucunda Doruk dönmeden, denize bakmaya devam ederken “Elis böyle bir şey yapsaydı sen nasıl olurdun?” diye sordu. Sorduğuna bile pişmandı ama ne diyeceğini merak etmişti. Böyle konuşmak kolaydı sonuçta.
“Elis yapmaz böyle bir şey.” dedi o da denizi izlemeye başlarken. Denizi izlerken bile aklına gelen mavilikleri düşünmekten kendini alamadı. Ondan bir an bile şüphelenmemişti. O, hiçbir zaman böyle bir yapmazdı.
“Öyle demek kolay, ben de öyle düşünmüştüm.” dedi Doruk. Ellerini birbirine çarptı. “Ama sonuç belli. Söylenecek bir şey yok ama çok şey var aslında.”
“Söyle oğlum, söyle. Bir saniye bile ben seni dinlemekten gocunmadım.” İkisi birbirine baktı.
“Başka zamanlar öyle demiyorsun ama, n’oldu bana karşı bir garipsin bu aralar.” dedi arkasına yaslanırken.
“Kabul et bazen çekilmez bir hal alıyorsun. O gün açtığın o şarkı neydi mesela?”
“Bu benim her zamanki halim, bal peteğim. Biraz daha bekleseydiniz ve senin beni dövmenden emin olmasaydım ‘Evlenmeliyiz’ de çalacaktım. Hatta ‘Evli, Mutlu, Çocuklu’ da.”
Yüzünü ekşitti Akay. “Sakın ha,” dedi. “Bir daha yapma bunu.”
“İyi, ben de düğününüzde açarım. Söyle sahnenin ortasına geçip oynarım.”
“Sahne ne lan? Sanki ilkokul gösterisi için sahneye çıkıyorsun.” dedi Akay.
“Allah, Allah. Maden sen çok biliyorsan sen söyle. Bal gibi de sahne.”
“Aynen, istersen Maşa kostümüyle gel de tam olsun.”
Aydınlanmış gibi gülümsedi Doruk. “Vallaha da olur. Fatih abi de Koca Ayı kostümü giyer.”
İkisi de bir an bu durumu hayal edince Doruk güldü ve Akay da yüzünü ekşitmekle ve gülmek arasında kaldı.
“Vay be,” dedi biraz sonra. “Evleniyorsun demek.”
“Öyle oluyor.”
Düşündü bir an. Bu güne kadar ne çok şey yaşamıştı. Küçücüktü onunla ilk karşılaştığında. Şimdi ise kocaman ama bir tek onun yanında küçük. Onu her gülümserken gördüğünde ve kendi de gülümsediğinde küçük Akay aklına geliyordu.
Zaman çoğu şeyi değiştirdi, diye geçirdi aklından sessiz bir şekilde. Onu da değiştirmişti her şeyi olduğu gibi, Elis’i de. Eskiden karşısında olan küçük kız çocuğu da bazen üzgündü ama şimdi o kadın kırgındı. Ona kötü şeyler yaşatan bu hayata kırgındı.
Hastanede kaldığı bir günden anı düştü aklına. Elis’i göğsünde uyuttuğu günün sabahı uyandıktan sonra uzun uzun konuşmuşlardı. Elis, kendisine onlarda kaldığı ilk gün gördüğü kabusu anlatmıştı. Orada da Akay’ın vurulduğunu söylemişti. On yedi sene boyunca gördüğü kabusu da anlatmıştı. Ardından da tekrar karşılaşmadan önceki gün gördüğü rüyayı.
Garip olan şu ki kendisi de aynı rüyayı görmüştü. Bunu söyleyince ikisi de şaşırmıştı.
Yine de güzeldi, rüya. Her zaman da güzel olmuştu
“Elis’e yüzüğü verdin mi?” diye soran Doruk yüzünden düşüncelerini bir kenara bırakıp arkadaşına döndü.
O yüzüğü aldığını ilk Doruk’a söylemişti. Her şeyi biliyordu bu yüzden.
“Verdim, akşam siz gittikten sonra verdim.”
Dudaklarında bir tebessüm oluştu arkadaşının merakını ve heyecanını görünce. “Ne yaptı?” diye sordu.
“Çok mutlu oldu, aslında evlenme teklifi ettim ve o da kabul etmişti ama birden yüzüğü görünce ne yapacağını şaşırdı.” Gülümsedi. “Onu öyle görmek çok güzeldi.”
“Sevindim senin adına.” Elini omzuna atıp dostça vurdu. “Hep mutlu ol kardeşim, bunu çok hak ettin.”
Yeni bölümümüz bu şekildeydi. Umarım beğenmişsinizdir. Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın. Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın.💞💞💞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |