22. Bölüm

BÖLÜM-21

Zeynep
zeyyneppece

 

Bahçede ilerlerken bir elimle Lila’nın elini tutuyordum. Karşıda yan yana abimi ve Akay’ı görünce gülümseyerek onların olduğu yere yöneldik.

“Babam,” diye koşarken çoktan elimi bırakmıştı Lila. O babasına doğru giderken ben de Akay’ın yanına doğru gidiyordum.

“Selam,” dedim ve hemen kolunun altındaki yerimi aldım. Saçlarıma derin bir öpücük bırakıp nefes çekti içine.

Hep yaptığı bu hareket karşısında dudaklarımda bir tebessüm oluştu. Saçımı öptüğünde içine derin bir nefes çekmeyi ihmal etmiyordu. Sanki nefesim sensin der gibiydi.

“Selam,” dedim sesimdeki neşeyi de belli ederek.

Çok mutluydum çünkü sözlümdü o benim! Ve birazdan sözlümle evimiz için eşya seçmeye gidecektik.

“Hadi bakalım, şimdi biz eve gidelim babacığım.” dedi abim kucağındaki Lila’ya doğru. Elini uzatıp Lila’nın okul çantasını ona vermemi istedi. Çantayı ona doğru uzattığımda bana göz kırptı ve arabasına doğru ilerledi.

Akay, elimi avucunun içine alıp sıkıca tuttu. Tam arabaya doğru gidecektik ki gördüğüm yüz ile göz devirmemek için kendimi zor tuttum.

Burak yüzündeki gülümsemeyle beraber bana doğru yürüyordu. Buse’nin dayısı olan ve bana yürümeye çalışan Burak. Ve sadece çalışmakla kalacak olan Burak.

“Elis,” deyince Akay’ın gözleri de onun olduğu tarafa döndü. Birkaç saniye içinde karşımıza gelen kişi ile bakışları sertleşti ve gözlerini kısarak ona baktı.

“Bir problem mi var?” diye sordum. Mesafemi korumaya çalışıyordum ama yine de sert davranmamaya çalışıyordum.

“Aynen, bir problem mi var?” dedi Akay da. Ama sesinden ve bakışlarından da anlaşıldığı kadar nazik olamayacağı belliydi.

“Siz kimsiniz?” dedi gayet rahat bir tavırla.

“Kocasıyım!” diye yükseldi. “Evleneceği adamım. Elis benim sözlüm.”

“Öyle mi? Siz misiniz?” derken pişkinliği devam ediyordu.

“Evet, benim.” dedi Akay ona doğru bir adım daha atarak. “Ne oldu? Beğenemedin mi?”

“Akay,” dedim uyararak. Elini sıktım hafifçe. Bana dönüp baktığında gülümsedim.

“Az önce de karımla sorduğumuz gibi,” Gözlerini benden geri çekip Burak’a baktı. “Bir problem mi var?” Tam ağzını açıp konuşacaktı ki bu kez de “Asıl siz kimsiniz?” diyerek bir soru daha yöneltti.

“Burak ben,” dedi elini uzatarak. “Buse’nin dayısıyım. Siz de Lila’nın dayısısınız, değil mi?”

Uzattığı elini hemen tuttu diğer eliyle. Sertçe sıktığını anlamak çok da zor olmasa gerekti.

“Evet, ta kendisiyim.” Son kez elini sıkıp geri çekti ve Burak’ın gözlerinin içine bakarak elini pantolonuna sürterek sildi.

“Ben şey için gelmiştim.” dedi Burak. “Elis’i eğer ihtiyacı varsa eve bırakmak için gelmiştim.”

“Yok, çok sağ ol.” dedim ben de Akay’ın koluna sarılarak. “Biz de şimdi kocamla evimiz için eşyalar seçmeye gidiyorduk, değil mi hayatım.”

Gözlerini bana çevirdi ve gülümsedi kısa bir an. Sonra geri Burak’a döndü ve “Evet, aynen.” dedi. “Evimize eşya seçemeye gidiyoruz.”

“O zaman ben gidiyorum.”

“Aynen, bence de git.”

“Görüşürüz, Elis.” dedi yine de bana dönerek.

“Umarım görüşmeyiz çünkü elimde kalacaksın.” dedi sessizce Akay. Ona bakıp eliyle elimi sıkarak arabaya doğru yönlendirdi. Kapıyı açıp önce benim oturmamı sağladıktan sonra kendisi de oturdu.

Arabayı çalıştırıp ilerlemeye başladı fakat ne bana dönüp bakıyor ne de bir şey diyordu. Bu sessizliğine daha fazla dayanamayarak “Akay,” dedim. Sessizliğini korumaya devam edince direksiyonun üzerindeki eline uzandım. “Gerçekten trip mi atacaksın bana?”

“Ben trip falan atmıyorum.” dedi. Burnundan verdiği sert nefes tüm durumu özetliyordu oysaki. “Kim o yavşak?”

“Ne diyorsun ya! Düzgün konuş,” dedim kızarak.

“Ben sana nasıl hitap edeyim diye sormadım, Elis. O kim diye sordum.” Elinin üzerindeki elimi çektim ve yandan onu izlemeye devam ettim. O da bana göz ucuyla bakıp geri yola döndü.

“Kendisinin de dediği gibi Buse’nin dayısı.”

“Seninle ne alakası var?” dedi bu kez. Sanırım kıskanmıştı.

“Çünkü öğrencimin dayısı. Bazen o almaya geliyor, kısa kısa muhabbet ediyoruz. Ben de pek memnun değilim, merak etme.” dedim ben de.

“Merak ettim,” dedi arabayı ağaçlı bir yolda birden durdurmadan önce. Ne olduğunu anlamadım ama gözlerim onu buldu. Bana döndü bir an önce. “Merak ettim!” dedi diğerini söylediğinden daha yüksek bir sesle. “Seni ilgilendiren, seni kırabilecek bir şeyi nasıl merak etmeyebilirim ben?”

Sesi ilk başa göre alçaltmıştı. “Nasıl kırabilir beni?”

“Senin ne kadar narin olduğundan haberin yok mu?” Elini uzatıp saçımın ucunu okşadı. “Ben senin saçına dokunmaya kıyamıyorum, ya biri daha seni kırarsa?” Biri daha… “Ya sana benim baktığım gibi biri daha bakarsa diye aklım çıkıyor, Elis.”

Saçımın ucundaki elini tutup aşağı indirdim ve iki elimle tek elini sıktım. “Bana sen gibi bakan biri olamaz bir daha. Hem beni sen gibi başka biri nasıl tekrardan bana böyle baksın?”

Elini tutan elimi başparmağıyla okşadı. “Bakmaz, değil mi?”

Başımı sakince iki yana salladım. “Bakamaz, bakmaz.”

“Sen bakar mısın?”

“Bakmam, bakamam.” dedim az önceki gibi. “Sen bakar mısın?”

Eğilip iki elimin de üzerini öptü. Sonra yaklaşıp dudaklarını tişörtümün açıkta bıraktığı boynuma değdirdi. Islak dudaklarını hissedince ürperdiğimi hissettim. Dudaklarımın arasından sesli bir nefes verdim.

“Sence?” Dudakları çeneme doğru hareket ediyordu. “Bakabilir miyim?” Başını hafifçe iki yana salladı. “Bakmam güzelim, bakamam. Bakarsam nefes alabilir miyim sence? Alamam, benim nefesim sensin.”

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerimin en derinine baktı. Dudaklarını dudaklarımın tam üzerine getirince durdu ve derin bir nefes verdi, onun verdiği nefesi içime çektim. Sonrasında ben derin bir nefes verdim, verdiğim nefesi bu kez de o içine çekti.

Yavaş bir şekilde yaklaştı ve alt dudağımı iki dudağının arasına aldı. Nazikçe ama çekiştirerek öptü. Bir süre bir şey yapmadan beni öpmesine izin verdim. Sonra ben de onu sakince öpmeye başladım dudaklarımı hareket ettirerek.

Dudaklarını geri çekip yüzüme baktı. Sonrasında yanağıma sanki bir tüy gibi dudaklarını değdirdi. Elini belime sarıp bedenimi kendine doğru çekti.

“Akay,” diye mırıldandım.

“Söyle, sevgilim.” derken hareket eden dudaklarını yanağımda hissettim.

“Biz şu an bir arabanın içindeyiz.” derken bu gerçeği kendim de idrak etmeye çalışıyordum. Biz şu an bir arabanın içindeydik ve araba da bir yolun ortasında duruyordu. Ortalıkta insan görünmüyordu fakat bu içinde bulunduğumuz olayı geri plana atmıyordu.

“Farkındayım.” derken elini gömleğimin arkasından içeri sokmuş ve bol oyuğuma dokunuyordu.

“Yolun ortasındayız,” dedim bu kez de ama söylediklerimi duymuyormuş gibi duruyordu. Diğer elini de tenimde hissettim. Biri belimde kalırken diğeri sırtıma doğru uzanıyordu.

“Dışarıdan içerisi görünmüyor.” diye bir açıklama yaptı. Bu açıklama beni tatmin etmemişti ama onu gayet de tatmin etmiş gibi duruyordu. Eli tam sutyenimin kopçasının altına gelmişti, tenimi okşuyordu. “Beni durdurabilecek tek şey sadece sensin.”

Kollarımı omuzlarına sardım. Dudaklarımı sakince çenesine yasladım. Birkaç gündür tıraş olmadığı için hafif belirginleşen sakallarını hissettim. Dudaklarımı sürterek yanağına geldim.

Sırtımı okşayan eli saniyelik bir şekilde durdu ama daha sonra bedenimi birden kucağında buldum. Dizlerinin üzerinde yan bir şekilde otururken kollarım yine boynuna dolandı. Yüzüne bakınca bana gülümseyerek baktığını gördüm.

Geri durmadım, çekinmedim. Çekinecek bir şey yoktu bunda zaten. O benimdi, ben de onundum. Bir bacağımı diğer tarafına atıp tam kucağına oturdum.

Bu hareketimden sonra dudaklarını birbirine bastırdı. Ellerini belimin iki yanına indirdi. Biraz daha aşağıya kaydırıp kalçamın üzerine getirdi.

“Akay,” diye mırıldandım. Derin bir nefes verdim. Koltuğun iki yanındaki dizlerimden güç aldım ve dizlerimin üzerinde doğruldum. Bir elimle ensesindeki saçlarını okşarken diğer elimi teninde gezdirerek çenesine getirdim. Yüzüne yukarıdan bakarken çenesini havaya kaldırdım, bana aşağıdan bakmasını sağladım.

Dudaklarımı yaladım gözlerinin içine bakarken, dişlerini göstererek gülümsedi. Başını aşağıya indirmeden gözlerini hareket ettirerek bedenime baktı. Göğsüne yasladığım göğüslerime baktı.

Onu durdursaydım çoktan durdururdum, anladı.

Bir eliyle kalçamı hafifçe sıkınca dudaklarımın arasından kopan inlemeye engel olmadım. Benden çıkan bu ses yüzünden ademelmasının ağırca hareket ettiğini ve yutkunduğunu gördüm.

Derin bir nefes çektim içime, göğsüm daha da şişti ve kendimi ona daha çok yasladım. Bir elini kalçamdan çekip belime ilerletti. Belimden karnıma geldi, oradan da tam göğsümün altına…

“Durayım mı?” diye sordu sadece. Emindim ki dur dersem anında dururdu. Ama ben asla durmak istemiyordum ve onun da durması şu an en son istediğim şeydi.

“Sakın, sevgilim.” dedim kesik kesik nefes alırken. “Sakın durma, eğer durursan yüzümü bir daha asla görmezsin.”

Güldü sakince. Elini iki göğsümün arasından ilerletti. Cevap vermedi ama bunların hepsi bir cevap niteliğindeydi ikimiz için de. Kendimi hafifçe geri çekip eli için mesafe bıraktım. Bu da onun için cevaptı.

Bir erkeğin bana dokunması hep korkulacak bir şey gibi gelmişti. Şimdiye kadardı bu lakin. Bana dokunsun diye yanıyordum, kavruluyordum. Tam sol göğsümün üzerine gelen eli de onun için yandığımı doğrulayan nitelikteydi. Gömleğin üzerinden bile olsa elini, hareketini her santimine kadar hissediyordum.

Eli göğsümden kopup biraz daha yukardaki düğmemim üzerine geldi. Tek eliyle açtı bir düğmeyi, diğer düğmeleri de açmaya başlarken gözleri gözlerimi buldu. Bir eliyle kalçamı aşağıya doğru bastırdı. Dizlerimin üzerinde durmaktan vazgeçip kucağına oturdum. Oturduğum anda kasıklarıma çarpan sertliği ile bacaklarımı birbirine bastırmak istedim ama yaptığım bu hareket kendimi ona daha çok bastırmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı.

İnledim, engel olamadığım bir dürtüyle kedimi ona biraz daha yasladım. Dişlerini sıktığını gördüm. Düğmemin üzerindeki eli durmuştu. Henüz sadece üç düğmeyi açasına rağmen dekolteli bir şekilde göğüslerim belli oluyordu.

“Elis,” dedi dişlerinin arasından. “Çiçek,” diye düzeltti sonra. “Benim Çiçek’im,”

Bir düğmeyi daha açınca dudaklarını boynuma bastırdı. Başımı geriye atıp ona yer açtım. Oradan gerdanıma indi, bir eli düğmeleri hızlı bir şekilde açmaya devam ediyordu. Ben de bir elimi ensesinden çekip omzundan kolunun üst kısmına indirdim. Tırnaklarımı geçirdim, aşağı doğru sürtmeye devam ettim.

Tüm düğmeleri açınca dudakları sol göğsümün sutyenin açık bıraktığı yerlerinde gezinmeye başladı. Nemli dudakları tenimin her santiminde geziniyor ve gezindiği her yere imzası gibi ıslaklığını bırakıyordu.

Burası benim diyordu sanki, benim olanı alıyorum.

“Kalbin sadece benim olsun.” dedi başını kaldırıp gözlerime bakarken. “Bu bencillik değil, değil mi?”

“Değil,” dedim anında. “Olsa bile sadece senin bencilliğin olsun.”

Tam kalbimin üzerine eğilip bir öpücük daha bıraktı. “Bu kalbin var ya,” dedi yemin eder gibi. “Ölürüm,” Bu kez de kumaşın hemen kenarına değdi dudakları. “Ölürüm ben bu kalbin için, güzelim.”

“Ölme,” dedim aldığım derin nefesten sonra. “Yaşayalım biz beraber ikimizin de kalbi için.”

Elini kumaşın üzerinden tam göğüs ucuma getirince aldığım nefes boğazıma asılı kaldı sanki. Çok ani olmuştu ama asla da şikayetçi değildim.

Gözleri sadece göğüslerimin üzerinde dolanıyordu. Beyaz sutyenin iki göğsümün arasındaki kısmına bakınca küçük beyaz çiçek işlemesini gördü. Eli hemen oraya gidip çiçeğe dokundu.

“Çiçek,” dedi ama benden değil, oradaki çiçekten bahsettiği belliydi.

“Evet, çiçek. Sutyen alacaktım geçenlerde, bunu görünce hemen aldım.”

“Hımm,” diye mırıldandı. “Kocanın bence bunu bir kontrol etmesi gerekiyor. Kopabilir belki,” Eliyle biraz güç uygulayıp çekti ve çiçek kopup iki parmağının arasında kaldı. “Bak koptu,”

Şaşkınca, “Akay, ne yaptın?” dedim ama beni takmayıp iki koltuğun arasındaki boş alana koydu.

“Saklayacağım, hem bence daha fazla almalısın bu türden.” dedi Gömleğinin kollarını tutup çekti. Çıkarmama yardım edince biran önce kurtuldum gömlekten.

“Ama olmaz ki böyle.” dedim mızmızlanarak. “Bir bana bak bir de sana, ben nasılım ama sen giyinik bir şekilde duruyorsun ve beni soyuyorsun.”

“Bir bana bak kısmından sonrasını dinlemedim.” dedi gülümseyerek ama sonra da kendi üzerini çıkarttı. Üstü çıplak bir şekilde karşımda durunca elimi omzuna koyup aşağıya doğru ilerlettim. Benim de elim onun göğsünün üzerinde gezindi. En son karnının üzerinde durdum. Kasları elime çarptı, hafifçe elimi hareket ettirdim.

Ellerini sutyenimin arkasına götürüp kopçasını açtı. Dudaklarımın arasından çıkan nefesle beraber ürperdiğimi hissettim. Ellerini oradan çekti ve gözlerimiz sadece birbirine bakarken ellerini askılarıma getirip yavaşça aşağıya çekti. Askıları kollarımdan çıkarıp yan koltuğa, gömleğimin üzerine attı.

Göğsüm nefesimle beraber inip kalkıyordu. Gözlerime son kez baktı ve ardından gözlerini indirip karşısında üstü çıplak bir şekilde duran bana baktı.

O bana bakarken ben de onun yüzüne bakıp ifadesi anlamaya çalışıyordum. İlk başta çenesi kasıldı, sonrasında ifadesinin sertleştiğini gördüm. Gözlerini bir kez daha kaldırıp bana baktı.

İzin istiyordu, anlamıştım. Birkaç saniye sonra “Dokunabilir miyim?” demesi onu doğru anladığımın bir göstergesiydi.

Cevap vermeden elimi uzatıp elini kavradım ve sol göğsümün üzerine yasladım. Elinin üzerinde elim varken benim elimi biraz daha bastırmama karşılık olarak parmaklarıyla göğsümü kavradı.

Ben elimi geri çektim ve boynuna sıkıca tutundum. Bir diğer elini çıplak sırtıma yasladığında ben de eline doğru kendimi bıraktım. Büyük eliyle sırtımın çoğunu kaplıyordu ve düşmemem için sıkıca tutuyordu.

Parmaklarını hareket ettirerek okşadı yavaşça. Kasılıp kaldım, ne yapacağımı bilmedim. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve dudaklarına doğru inledim.

Bu hareketim üzerine göğüs ucumu parmaklarının arasına alıp canımı acıtmayacak şekilde sıktı. Dudaklarını dudaklarıma yasladı ve kısa bir öpücüğün ardandan dudaklarını bu kez de boynuma bastırdı yine. Ardından köprücükkemiğimin üzerine geldi, oradan da göğüslerimin üzerine. Sert nefesini iki göğsümün arasında hissedince kendimi yine ona bastırdım.

Kesik kesik nefes verip dudaklarını sol göğsümün üzerine getirdi. Öptü nazikçe, ardından göğüs ucuma gelip dudaklarının arasına aldı ve dilini hissedince kasılıp kaldım.

“Akay!” diye bağırıp ensesindeki saçlarını çekiştirdim.

“O kadar güzelsin ki,” dedi mırıltıdan farksız bir sesle. “Sana sahip olduğum için, benim olduğun için çok şanslıyım. Bencillik değil bu.”

“Evet,” dedim. “Bir tek sen…” Tekrar dilini hissedince ve diğer eliyle sağ göğsümü avucunun içine alınca gözlerimi kapattım. Ne diyordum diye düşündüm. “sen bana böyle ol.”

Sıcaklığının tam kasıklarımın üzerinde olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Aramızda sadece bir kumaş parçası vardı. Ve ilk sefer hissettiğimden daha fazla hissedince onu gerçekten zorladığımı hissettim.

Elimi kaydırarak tekrardan karın kaslarına getirdim. Okşadım, tırnaklarımı sürttüm. Dili ve dudakları birkaç saniyeliğine durup başını kaldırıp bana baktı. Elini çekip elimin üzerine koydu. Daha aşağılara inmemi engelledi.

“Yanarız, Elis.” dedi uyaran bir ses tonuyla. “Yanarız, yanarsın.”

“Sönmek isteyen kim?” diye sordum açıkça. Bu açık sözlülüğüm karşısında dudaklarında bir gülümseme meydana geldi.

“Bir arabada bile olsak yanmak mı istiyorsun?”

Cevap veremedim ama o benim yerime tekrar yanağıma bir öpücük bıraktı. Geri çekilmeyip tekrar tekrar öptü. Tenimden derin bir nefes içine çekti.

“Sen beni istemiyor musun?” dedim en sonunda.

Dudakları yanağımdayken güldü. Hatta öyle yüksek bir sesle güldü ki bir an ne dediğimi tekrar düşünme ihtiyacı içimi kapladı.

“Sence,” dedi gözleri gözlerimi bulurken. Elini elime bastırarak onun tenine daha çok dokunmamı sağladı. “Ben seni istemeyebilir miyim? Senin için bu kadar yanarken?”

“İstiyor musun?” dedim tekrardan.

Yine güldü. Elini boynuma getirdi, oradan da çeneme. “Sen nasıl bir kadın oldun?” dedi. Sanırım her geçen gün benimle daha iyi tanışıyordu.

“Karşında gördüğün gibi bir kadın.”

“O zaman bu kadını çok sevdim. Hep karşımda bu kadının olmasını istiyorum.” dedi. Çenemi hafifçe okşarken “Bu konuyu tekrar konuşalım, seni isteyip istemediğimi. Evimizdeyken, odamızdayken, sadece ikimiz varken. Olur mu?”

“Olur,” dedim ve çenemdeki elini kavrayıp avuç içine bir öpücük bıraktım.

Bana birkaç saniye daha baktıktan sonra yan koltuğa uzanıp sutyenimi aldı ve bana kendisi giydirip kopçasını da taktı. Ardından gömleğimi kollarımdan geçirip düğmelerini ilikledi. Ben de onun kazağına uzanıp onu giydirdim.

Beni kaldırıp tekrardan yan koltuğa oturttu. Son kez dudaklarıma bir öpücük bırakıp geri çekildi ve arabayı tekrardan hareket ettirip sürmeye başladı.

Biraz sessizce durduktan sonra, “Akay,” dedim.

Anında “Söyle güzelim,” diye cevapladı.

“Benim her şeyim o evde kaldı. Senin aldığın resim defteri, kolye, bileklik, küpe seti, çocukken yaptığın kağıttan çiçek. hepsi orada. Benim öğrencilerime aldığım kitaplar da kaldı. Onlara etkinlik çekmek için aldığım kitapları da almadım.”

“Boş ver,” dedi. “Kalsın, yenisini alırız.” Dönüp dikkatlice bana baktı. “Oraya bir daha gitme.”

“Gitmem ama yine de onların orada kalmasını istemiyorum. Alabiliriz ama onlar gibi olmaz ki. Mesela o çiçek, benim için çok önemli.”

“Tekrar yaparım.” dedi anında. Yola bakarken gülümsüyordu. “Sen o çiçeğe ben yanında yokken bakmadın mı?” Başımı olumlu anlamda salladım. “Şimdi de ben senin yanındayken yaptığım çiçeğe bakarsın. O çiçek ayrılmamızın, bu çiçek birleşmemizin, biz olmamızın sembolü olsun. Olur mu?”

“Olur,” dedim. “Yine yap,”

“Olur,” dedi. “Yine yaparım.” Uzanıp tek eliyle elimi kavradı ve dudaklarına yaklaştırıp üzerine bir öpücük kondurdu.

“Geçenlerde okula bile Lila’nın kitaplarından alıp götürdüm. Onları okudum, şimdi alalım mı birkaç tane?” diye sordum.

“Tabii ki alırız, güzelim.” dedi. Elimi elinden çekip yanımdaki çantama uzandım ve su şişemi alıp birkaç yudum içtim. Kapağını geri kapatmadan önce ona içip içmeyeceğini sordum. İçmeyeceğini söyleyince geri çantama koydum.

“Benim de maaşım beş gün sonra yatacak, şimdi temel şeylere bakalım daha sonra tekrar gelip benim maaşımdan alışveriş yaparız.” dedim. Her ne kadar benim olan her şey senin deseydi de sürekli onun parasıyla alışveriş yapmak beni rahatsız ediyordu.

“Seninle bunu aşamadık mı? Ben ne dedim sana?”

“Benim olan her şey senin dedin ama sürekli senin parandan bir şey almayalım. Bana bir sürü şey aldın zaten, ben de evim için kendi paramdan alışveriş yapmak istiyorum.” dedim kendimi açıkladım.

Yandan gülümseyerek bana baktı. Gözleriyle göğüslerime kısa bir bakış attı. “Kendi paranla bu tarz şeyler alabilirsin. Mesela az önce gördüğümden daha güzel ve çiçekli şeyler.” Göz kırptı. “Anladın sen,”

Gülümsedim. “Senden hediye de bekleyebilirim.”

Öyle mi der gibi baktı.

Öyle der gibi baktım.

“Hay hay, efendim.” Tekrardan önüne dönerken sırıttığını gördüm. “Çok beğeneceğini düşünüyorum.”

“Sana ait olan her şeyi çok beğeneceğimi düşünüyorum.” dedim elimle omzuna tüy gibi dokunup okşarken.

“Nasıl geçti bugün?” dedi kısa bir sessizliğin ardından. Bugün okulda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlaması vardı.

“Güzeldi, bir buçuk saat sürdü gösterilerin hepsi. Çok güzel yapmışlar. Ben de sınıfıma yaptırmak istiyorum.”

“Yaptır, sevgilim. Benim sevgilimden daha güzel kim yaptırabilir ki?”

Güldüm. Bedenimi biraz ona doğru döndürüp yüzüne baktım. Gülümsedi. “Doğru muyum?” diye sordu tekrardan.

“Bilmem ki, yaptırabilir miyim? Çok isterim aslında ama olur mu ki güzel?” dedim.

“Yaparsın,” Sesinde gururu hissettim. “Ben de izlemeye gelirim.”

“Gelir misin?” diye sordum ama iki eli kanda olsa dahi geleceğini biliyordum.

“Gelirim tabi!” diye coştu birden. “Sen orada olacaksın da ben gelmem mi?”

“Bir konuşmam lazım diğer öğretmenlerle. Belki Öğretmenler Günü’nde yaparım bir şeyler. Bakarız.”

Konuşacak konularımız bitmişti ama yol devam ediyordu.

Aklıma gelen yeni bir şey ile “Yeni bir öğretmen geldi okula.” dedim. “Hani bir tane öğretmen vardı ya kalp hastasıydı, bahsetmiştim sana.” Başını sallayarak onayladı. “Çalışmaktan çok yoruluyormuş ve emekli olmak istedi dönemin ortasında. O yüzden de yeni bir öğretmen geldi onun yerine. Birinci sınıf olduğu için konuştuk yeni gelen kadınla da. Adı Lavin, kumral saçları var. Bence çok güzel biri.”

“Benim sevgilimden de mi güzel? İmkanı olamaz.”

Gülümsedim sadece. “Valla bilmiyorum ama konumuz bu değil, sevgilim. Ben sana başka bir şey anlatıyorum.”

“Anlat bakalım, sevgilim.”

“İyi birine benziyor, benden bir yaş büyük. Bir de motoru var, çok güzel.” deyince ben anında, “Sana da alalım.” dedi. Gülümsedim fakat yine de “Yok, ben motor sürmek istemem ama ehliyet almak isterim. Olur mu?” dedim.

“Yeter ki sen iste, yaparsın.” Sonra da kısa bir duraksamanın ardından “Doruk da motor sürüyor.” dedi.

Şaşırmıştım, Doruk’un motor sürebileceğini hiç düşünmemiştim. “Gerçekten mi?”

Başını evet anlamında salladı aynı zamanda yola bakarken. “On dokuz yaşından beri sürüyor yani altı senedir.”

Ben de başımı sallayınca yeniden yüzümü cama döndüm ve yolu izlemeye devam ettim. Her zaman gittiğimizden farklı bir avmye gidiyorduk çünkü Akay orada daha fazla ürünün olduğunu ve daha büyük mağazalar olduğunu söylemişti. Diğerinden daha uzaktı ama yine de daha güzel eşyalar için sabretmem gerekiyordu.

Yine de camdan dışarıyı izlerken hızlı geçen zaman ile avmnin önündeydik. Akay’ın dediğinden bile daha fazla büyük olduğunu o zaman fark ettim. Arabayı otoparka park edince beraber indik ve el ele mağazaları dolanmaya başladık.

Evin boyamasını ve tadilat işleriyle Gurur amca ilgileneceğini söylemişti, bizden sadece evi hangi renge boyatmak istediğimizi sormuştu. Ben de beyaz demiştim. Sadeliğin ve ferahlığın yansıması olan, huzurumuzu en iyi şekilde yansıtabilecek olan beyazı seçmiştim. Evin mobilyalarını da buna uygun seçmek istiyordum.

İlk önce koltuk bakmaya karar verince onların olduğu yere ilerlemeye başladık. Evi boş bile olsa dolanmıştım nereye ne alabileceğimi bulmak için. Kapı açılınca hemen sağ tarafında üst kata çıkan bir merdiven bulunuyordu. Koridorun sol tarafında yerine daha kapı gelmese bile oradan geçince görülen oldukça geniş ve büyük bir salon vardı. Karşısında ise yine oldukça geniş bir mutfak ve banyo vardı.

Üst kata çıkınca da karşılıklı odalar ve banyo vardı. Bir tane yatak odasının içinde ayrıyeten bir banyo daha vardı. O oda dışında yanında bir, karşısında iki oda ve bir banyo olmak üzere üç oda vardı. Yatak odasının yanındaki odayı da giyinme odası olarak düşünmüştük.

Karşımızdaki koltukların arasında ilerlemeye başladık. Aklımda bir L koltuk almak vardı. Özellikle onları inceliyordum.

“Bir tane L koltuk alalım mı?” diye sordum.

“Sen ne istersen, hangisini beğenirsen onu alalım.” demesiyle gülümsedim ve diğer elimle hep yaptığım gibi koluna sarıldım.

“Bu nasıl?” dedim karşımızdaki koltuğu kastederek. Koyu gri bir rengi vardı ve çok güzel duruyordu.

O da gözlerini üzerinde gezdirip “Güzel,” dedi beni onaylayarak.

Onun elini bırakıp koltuğun yanına gittim vee elimi üzerinde gezdirerek kumaşına baktım. Onun dışında hemen hemen aynı renklerde bir tane ikili koltuk ve iki tane de daha açık renkte tekli koltuk aldık.

Sonrasında beyaz renkli bir yatak ve iki yanına koymak için iki çekmeceden oluşan komodine baktık. Giyinme odası için ise bana bir makyaj masası ve bir tane oldukça büyük, içine çok şey sığabilecek aynı zamanda bir kapağı aynalı olan dolap aldık. Ayrıyeten de beyaz bir ayna daha dikkatimizi çekti.

Halıların ve perdelerin olduğu farklı bir mağazaya girince oradan salon için açık gri yuvarlak bir halı ve bahçeye açılan sürgülü cam kapı ve büyük pencere için beyaz renkli düz tül perde aldık. Kendi odamız için renk katmasını amaçlayarak gri renkli perde ve perdeden daha koyu halı aldık. Banyolar için ise küçük paspaslara baktık. Ayrıca çok merak ettiğim için giyinme odasında tüylü yuvarlak beyaz bir halıya şans verdik. Üzerindeki büyük siyah pufa ve odanın havasına çok uyacağını düşünüyordum.

Ben her şeyi en ince detayına kadar düşünürken ve incelerken yanımdaki kocam olacak beyefendi ise benim beğendiğim her şeyi beğenip onları alma görevini üstlenmişti. Sen ne düşünüyorsun diye sorduğumda her seferinde sen ne istersen o olsun demişti.

Günün sonunda ev için gerekli olan eşyaların çoğunu alınca hepsinin bu hafta içinde gelmesi gerektiğini söylemiştik. Sonuçta evlenmemize ve resmi olarak karı koca olmamıza çok az kalmıştı. Bu cumartesi, 4 Kasım’da sade bir nikah ile evlenecektik.

Eşyalar hallolunca bu kez de ilk önce bana elbise ve daha sonra ona takım elbise bakmaya başladık. Yazın düğünde beyaz bir elbise giyebileceğim için şimdi tozpembe bir elbiseyi denemiştim. Kabinden çıkmadan önce aynadan kendime baktım.

Elbisenin etekleri yere kadar uzanıyor ve ayaklarımı bile örtüyordu. Üst kısmı bedenime yapışık dururken etekleri kabarıktı. Kolları ise üşütmemesi için bileklerime kadar olacak şekilde uzundu ama bu şekilde de çok tatlı görünüyordu. Omuzları ve gerdan kısmı açıktı, ayrıca göğüs dekoltesi hoş ve yeterli bir şekilde belli oluyordu.

Kabinin perdesini çekip dışarı çıktım ve kabinlerin olduğu alandan uzaklaşıp kıyafetlerin olduğu yere geçtim. Akay’ı hemen karşımda görünce adımlarımı ona doğru ilerlettim.

Karşısındaki bana ve üzerimdeki elbisede gözlerini gezdirdi. Tek tek eteğine, beline, kollarına baktı. Göğüslerinde bağladığı kollarını çözerken gözleri bu kez elbisenin göğüs dekoltesinde durdu. Gerdanıma bakarken gülümsemeye başladı.

Bakışları karşısında tebessüm ederek eteklerimi tuttum ve “Nasılım?” diye sordum. “Güzel olmuş muyum?”

Ellerini belime yerleştirip sıkıca ama canımı yakmayacak şekilde kavradı. Yüzüme bakarken gözlerimiz buluştu.

“O kadar güzelsin ki…” dedi ninni gibi olan sesi. “O kadar güzel ki…” Bir eli elimi tutarak havaya kaldırdı ve başımın üzerinde çevirerek kendi etrafımda bir tur dönmemi sağladı. Dönerken bir elimle elini tutarken diğer elimle elbisenin eteklerini kaldırdım.

Tekrardan yüzü yüzüme dönünce sıcakladığımı hissettim ve derin bir nefes alıp göğüslerimin şişmesini sağladım. Gözleri arsızca oraya dönünce elimi kaldırıp omzuna vurdum.

“Nereye bakıyorsun sen?” dedim bana bakmasını sağlayarak.

Sırıtarak “Hiç,” dedi. “Bir süre önce baktığım hatta bakmakla yetinmeyip öptüğüm yere bakıyorum. Durursam yüzünü göremeyeceğimi söyleyen kadına bakıyorum.” Sadece ikimizin duyacağı şekilde fısıldadı. “Karım olacak kadına bakıyorum.”

Aldığım nefesler boğazıma takılınca “Eee,” diye geveledim. Ensemdeki saçların terden sırılsıklam olduğunu hissediyordum. “O zaman ben bunu çıkartayım, alalım ve sana bakmaya gidelim.” deyince “Ben de geleyim mi?” diye sordu. “Çıkartmana yardım ederim.”

Bir daha ona bakmayıp göz teması kurmadan hızla kabinlerin olduğu yere gittim. Elbiseyi çıkartıp kendi kıyafetlerimi giydikten sonra geri çıktım ve elbiseyi alıp mağazadan çıkana kadar onunla göz teması kurmadım.

Mağazadan çıkınca en sonunda eli elimi kavradı ve “Elis,” dedi.

“Hı,” dedim sadece ama yine de elini sıkıca tutuyordum.

“Rahatsız olmadın değil mi? Ben öyle dedim ama hoşuna gideceğini düşünmüştüm.” deyince onları söylediği için pişman olduğunu sesinde hissettim.

“Hayır,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Sadece azıcık utandım. Sonuçta ilk defa bu kadar yakınlaştık.”

Güldüğünü duydum. “Utandın mı? Gerçekten mi?” dedi.

“Hı hı,” dedim az önceki tepkimi tekrarlayarak. “Utanamaz mıyım?”

“Utanırsın tabi ama orada söylediklerinden sonra utanabileceğini düşünmemiştim.” İlerlerken eli elimi bırakıp belimi kavradı. “Kıyamam ben sana,” dedi saçıma bir öpücük kondururken.

Başımı ona doğru eğerken “Neyse, bırak şimdi bunları. Sonuçta sen benimsin ben de seninim. Bir tek senin yanında öyle olurum. Çok az utandım ama pişman değilim.” dedim onu daha fazla germemek için. “Sen de olma,”

“Senin içinde olduğun hiçbir şeyden pişman olmam. Yeter ki sen olma.” Eğilip yanağımdan öptü beni. “Rahatsız olduğun bir şey olunca durdur beni.”

“Bence şu an bu konuyu daha fazla konuşmayalım.” dedim gözlerine bakarken. “Senin dediğin gibi bunları da tekrardan evimizde konuşuruz, insanların yanında, dışarıda veya bir arabada değil. Olur mu, sevgilim?”

“Olur, sevgilim. Sen ne dersen o olur.” dedi tekrardan sırıtarak.

O sırada ona takım elbiseyi alacağımız yere gelmiştik. İçeri geçince kendisine beğendiği siyah bir takım elbiseyi alıp denemek için yanımdan uzaklaştı. Bir süre etrafa ve başka takımlara bakarak onu bekledim. En sonunda kabinlerden çıkan sevgilime baktığımda nefesimin kısa bir anlığına kesildiğine şahit oldum.

Üzerindeki takım sanki onun için yaratılmıştı, bedenine öyle güzel oturmuştu ki bir kere bakanda tekrar bakma isteği uyandırıyordu.

Koşar adım hemen yanına gittim, ellerimi ceketinin üzerine koyup yakalarını düzelttim. Her hareketime gülümseyerek bakıyordu.

Onu baştan aşağıya süzüp “Yakışmış,” dedim.

“Yakışmış,” dedi beni taklit ederek. “Azıcık mı, çok mu?”

Ellerim omuzlarına doğru ilerlerken en son ensesine sarıldı. “Çok,” dedim uzatarak tatlı tatlı.

“O zaman bekle beni kendi kıyafetlerimi giyeyim de bunları alalım.” Yanağıma son bir öpücük bırakıp geri geri ilerledi ve en son kabinlere girdi. Çıkınca onun kıyafetini de aldık ve el ele otoparka inip arabaya bindik.

Çok yorulduğumu hissediyordum ama tatlı bir yorgunluktu bu. Bu günleri düşünerek yaşadığım hayatımda artık yeni sayfaları açık yeni hayata başlama zamanı gelmişti.

Arabada başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi sakince kapattım. Bir elim Akay’ın avuç içindeyken kendimi belki de hayatımın en mutlu uykusuna davet ettim.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlarr💞 Yeni bölümümüz bu şekildeydi. Umarım beğenmişsinizdir. Beğendiyseniz lütfen beni takip edin ve yorum yapıp ile oy kullanın. Sizleri çok ama çok seviyorum. Kendinize çok iyi bakın💞💞💞

 

 

 

 

                                                    

                                                                                               

                                                           

Bölüm : 10.05.2025 14:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...