
“Akay!” diye bağırdım tüm gücümle. Sabrım son noktadaydı. “Kalk artık şu yataktan!”
Bir yandan aynadan kendime bakmaya çalışıyor, diğer bir yandan da küpelerimi takmaya çalışıyordum. Bir de yataktan kalkmamaya inat eden kocamı uyandırmaya çalışıyordum.
“Bak iniyorum aşağıya, kahvaltı hazırlayacağım.” Adımlarımı makyaj masasının önünden yatağa doğru ilerlettim. Başına kadar örtündüğü battaniyeyi çektim ve yüzüyle çıplak göğsünün bir kısmı gözlerim önüne serildi. “Eğer şimdi kalkmazsan aç kalırsın.”
Yüz üstü yatarken tek gözünü açıp bana baktı. Karşısında gördüğü elleri belinde ona kızgın bakışlar atan ben onda aynı duyguları hissettirmediğinden gülümsediğini belirginleşen gamzelerinden gördüm.
Bir elini uzatıp bileğimden yakaladı ve sırt üstü dönerken beni de yatağa çekti. “Bence sen de gel. Okula gitmene iki saat var daha ve sen bir saattir bana kalkmam için baskı yapıyorsun.”
“Akay!” diye bağırdım tekrar. “O kadar uğraştım saçım ve makyajım bozulacak. Eğer bir şey olursa o makyaj malzemelerini sana yediririm!”
Güldüğünü duydum başını boynuma gömmüşken. “Yine tahditlerle dolu bir sabah. Mükemmel.” Dudaklarını boynuma bastırdı.
“Yaaaa!” diye bağırdım tekrardan. “Bırak beni, kahvaltı hazırlamam gerek.” Uzanıp dişlerimi yanağına yaklaştırdım ve çok sert olmayacak şekilde ısırdım.
Geri çekilince süzülerek yataktan çıktım ve ayakta dikelip ona gülümseyerek baktım. “Bak sen şuna,” dedi.
“Bence daha fazla sen de yorulma ben de yorulmayayım.”
Üzerindeki battaniyeyi iteledi ve yataktan bacaklarını aşağıya uzattı. Oturur konuma geldiğinde altında sadece siyah çamaşır olan bedenine baktım. Ben pijamalarımla yatarken o her akşam bu şekilde yatıyordu. Üşürsün dediğimde her seferinde sen varsın, diyordu. Üşürsem sana sarılırım.
Elini kaldırıp bana uzattı. Elini saniyesinde tuttum ve beni kendisine doğru çekmesine izin verdim. Dizinin üzerine oturdum ve onun elleri benim belime sarılırken ben de ensesine sarıldım.
“Bugün senin günün, güzelim benim. Öğretmenler günün kutlu olsun.”
Evet, bugün 24 Kasım öğretmenler günüydü. Ben ilk defa öğretmen olarak öğretmenliğimi kutlayacaktım. Kendime dair inançlarım vardı. Ben en büyük hayallerimden biri olan hayatı yaşıyordum. Sanki bir peri masalıydı bu.
Evlendiğimiz günün üzerinden on sekiz gün geçmişti. Bugün on dokuzuncu güne girmiştik. Ve yine evet, günleri teker teker sayıyordum.
“Çok heyecanlıyım.” dedim. Gerçekten de heyecanlıydım çünkü bugün aynı zamanda Lavin’le beraber sınıflarımızı birleştirip öğrencilerimize şarkı söyletecektik.
“Heyecanlanma, en güzel gösteriyi siz yapacaksınız. Ben sana inanıyorum.” Dudaklarını sakince benim dudaklarıma yasladı ve bir süre öyle durduktan sonra ayrılınca yanağına bir öpücük daha bıraktım ve kucağından kalkıp odadan dışarı çıktım.
Merdivenlerden neşeyle hızlıca indim ve mutfağa girdim. Evimin en sevdiğim bölümlerinin arasında kesinlikle burası bir numara olabilirdi.
Hemen buzdolabını açtım ve sırasıyla içinden kahvaltılıkları çıkarttım. Yumurtaları kırıp krep yapmak için çırparken öğrencilerimin birkaç saat sonra söyleyecekleri şarkıyı mırıldanmaya başladım.
“Anlat bana öğretmenim
Eskileri yenileri
Öğret bana öğret bana
Bir yol göster geleceğe
Bilgi sende
Işık sende
Doğru sende
İnanç sende
Sevgi sende
Görgü sende
Sabır sende
Güzel sende
Öğretmenim
Öğretmenim…”
Salatalıkları soyarken arkamdan belime sarılan ellerle gülümsedim. Bıçağı ve salatalığı bırakıp arkamı döndüm. Yüzümüz birbirine yaklaşmışken kalçamı tezgaha yaslayacağım sırada belimdeki elleri aşağıya doğru indi ve kalçama yaslandı.
Gülümsedik ve beni bir anda havaya kaldırarak kucakladı. Arkamdaki tezgahta malzemeler olduğunu fark edince bir eli sırtımdayken diğeri bacaklarımın altına gelip sıkıca tuttu.
Her halükarda benim işime gelirdi, boynuna sıkıca sarıldım ve yanağına öpücükler bıraktım. Artık bazı şeyleri tahmin edebildiğimden ruju şimdi sürmemiştim, çıkarken sürecektim.
O yüzden kocamı rahatça öpebilirdim.
Beni yemek masasının üzerine oturttu ve üzerime doğru eğildi. Bacaklarımın arasına girmek istedi ama altımdaki uzun pembe renkli saten etekteki yırtmaç yürümemi kolaylaştıracak kadardı. Bacaklarımı onun araya girmesi için açılamayacaktı.
Ellerini eteğe atıp çekiştirdi. Yukarı çekmeye çalışıyordu ama beceremiyordu.
“Yırtma sakın.” dedim.
“Söz veremem,” dediğinde ellerimle ellerini ittirdim.
“Özenle aldığım eteğimi yırtamazsın,” dedim kızarak.
“İşime taş koyuyorsa yırtarım Ya da şimdilik çıkar, sonra giyersin.”
“Çıkartırım çıkartmasına ama evden çıkmamıza bir saat var. Acele bir şekilde yemek yemeliyiz. Şimdi çıkartmamam,” dediğimde dudaklarını büzdü. Eğer eteği çıkartırsam durmayacağını ikimizde biliyorduk.
Yaklaşıp onu bacaklarımın sol tarafına çektim ve yine birbirimize yaklaşmamızı sağladım. Ne kadar memnun olmasa da elinde olanla yetinmesi gerektiğini fark etti ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı.
Gülümseyerek aynı zamanda dudakları araladığımda hemen yanımda masanın üzerinde duran telefonum çalmaya başladı.
“Akay, dur bir saniye.” dedim ve o derin bir nefes alırken telefona uzandım. Ekranda yazan Görümciş yazısıyla karşılaştım.
Selen ablaydı.
Onu telefonuma bu şekilde kaydetmiştim, o da beni. Hatta evlendikten sonra birbirimize bu şekilde hitap etmeye başlamıştık. Onun bana sarılırken dediği şey ‘Tebrik ederim görümcem.’di. Ben de ona ‘Teşekkür ederim görümcem.’ demiştim.
“Kim?” diye bir umut soran ve melül bir şekilde bakan kocama telefonun ekranını kısa bir süre gösterdim ve sonrasında kulağıma yaklaştırıp açtım.
“Günaydın hala.” diyen Lila’nın sesine karşılık gülümsedim.
“Günaydın halacığım.” dediğimde Akay’a elimle çekilmesini gösteren birkaç hareket yaptım. Çekilince masanın üzerinden aşağıya indim ve telefonu hoparlöre alıp tezgaha bıraktım.
“Uyandınız mı?” diye sordu.
Ben cevap vermeden Akay “Halan bir saattir ayakta. Altıda kalktı.” diyerek beni ispiyonladı.
“Beni de şimdi annem uyandırdı.” Yeni uyandığı belli oluyordu sesinden. “Çok uykum var ama çok heyecanlıyım. Akşam uyuyamadım ben, biliyor musunuz?”
“Ben de çok heyecanlıyım,” dediğimde Akay “Ben size güveniyorum, en güzelini siz yapacaksınız.” dedi.
“En mi dayı?” diye sordu Lila n harfini uzatarak.
Gülümsedik. “Evet,” O da n harfini uzatarak “En güzeli,” dedi.
“Lila, kiminle konuşuyorsun?” diyen Selen ablanın sesi geldi. Lila sanırım ondan habersiz aramıştı bizi.
“Halam ve dayımla,” diye seslendi Lila ve koşma sesleri geldi.
“Elis, kahvaltı yaptınız mı? Yapmadıysanız gelin bize, hazırlarız beraber.”
“Biraz hazırladım ben, siz hazırlanıp gelin. Sen uğraşma.” dediğimde Akay’ın yüzünün düştüğünü fark ettim ama hiç bozuntuya vermedim. “Olur mu?”
“Olur valla, hiç yalan söyleyemeyeceğim canım hiçbir şey yapmak istemiyor.”
Gülümsedim. “On dakikaya falan hazır olur.”
“Tamam, biz de Lila giyinsin geliriz. Görüşürüz.” dedi ve ben de “Görüşürüz,” deyince telefonu kapattı.
Bakışlarımı yanımda bana bakan sevgili kocama çevirdim. Ama bakışları pek de sevgili değildi.
Neye bozulduğunu bilsem bile “N’oldu?” diye sordum.
“Hiç, n’olacak?”
Güldüm. Elime bıçağı alarak bu kez de domatesleri doğramaya başladım. “Bence sen, kendi aileni benim kadar sevmiyorsun.”
Kalçasını tezgaha dayayıp tak solumda durdu. “Bence ben karımı herkesten daha çok seviyorum ama karım, görümcesini bana tercih ediyor.”
“Abartma,” dedim yandan kısa bir bakış atarak. “Kimseyi sana tercih etmem ama kadın hamile zaten. Yorulmasın diye şey ettim ben.”
Yüzünü yanağıma yaklaştırdı ve gülümserken “Ondan mı şey ettin sen?” dedi yine ve yine benimle dalga geçerek.
Dayanamayıp güldüm. Başımı hem ona doğru hem de arkaya doğru atarak dudaklarının boynuma gelmesini sağladım. Ben de onun boynuna dudaklarımı değdirdim.
Geri çekilince gözlerimi üzerinde gezdirdim. Beyaz bir kazak ve kahverengi keten bir pantolon vardı üzerinde. Kazağı benim kazağıma benziyordu hatta aralarındaki tek fark bedeni gibiydi. Dün tıraş olduğu için yüzü tam bir pamuğa benziyordu.
“Çok mu beğendin kocanı?”
“Hep beğeniyorum kocamı.” deyip göz kırptım.
“Kocam seni var ya…” deyip anında dudaklarıma yapıştı.
Ne olduğunu bir an anlayamasam bile bana uyardı. Ben de onu öptüm. Dudaklarımız ayrılınca gülümsedim ve ben geri önüme dönerken o da arkama geçerek ellerini karnıma sarmıştı. Sırtım göğsüne yaslıyken çenesini köprücük kemiğimin yanına koydu ve ben başka bir domatesi soyarken beni izlemeye başladı.
“Sen domatesleri bana tercih mi ediyorsun?” diye sordu. Ne kadar şakayla karışık söylediğini tahmin etmek istesem de bir yanım da bunu ciddi söylediğini düşünüyordu.
“Abimler gelince kahvaltı diye seni mi masaya koyayım?” diye sordum ben de.
“Bu yine domatesleri seçtiğin gerçeğini değiştirmez.”
“Bu yine seni masaya koyacağım gerçeğini değiştirmez.”
Gülümserken aynı zamanda gözlerini devirdiğini anlayabiliyordum. Ben de gülümsedim. Geri çekilip sofrayı kuracağım sırada onun beni bırakmaması yüzünden hareket edemeyince kafamı yana çevirdim ve yanağına dişlerimi çok da canını yakmayacak şekilde geçirerek ısırdım.
Kafasını kaldırıp bana bakınca göz göze geldik. O da yaklaşıp benim yanağımı hafifçe ısırdı. Ben küçük bir çığlık atıp kaçmaya çalışınca beni kollarıyla yakalamaya çalıştı ama başarılı olamadı.
“Hadi, abimler gelmeden sofrayı hazırlayalım.” dedim ve işaret parmağımı ona doğru uzattım. “Sen şunları sofraya koy, ben de çayları koyacağım.”
Ben yanından geçerken o da iki elini önünde bağlayarak gülümsedi.
“Emredersiniz, hanımefendim. Siz nasıl arzu ederseniz, güzel karım.”
Ona bakıp gülümsedim ve öpücük attım. Bu tepkime güldü ve ona emrettiğim işleri yapmaya başladı. İki eline tek seferde dört tabak almaya kalkıştığında “Ne yapıyorsun?” dedim yandan bakarak.
“Masaya taşı, dedin. Taşıyorum işte,” dedi neyi kastettiğimi anlamayarak. Gözlerimle tabakları işaret ettim.
“Sakın kırma, sen temizlersin.”
Göz kırptı çapkınca. “Sen kocanı boş sanıyorsun sanırım. Ben de daha ne marifetler var, bir gör sen.”
“Bence hava atma yoksa…” dediğim anda tabak düşecekken ben ileri atılıp son anda kayan tabağı tuttum. Gülerken cümlemi tamamladım. “patlarsın.”
“Karım varsa patlamam, o beni tamamlar.” diyerek kıvırıp yanağıma bir öpücük bıraktı hızlıca. Gülümserken geri gittim ve çayları da bardaklara koyduğum sırada kapı çalınca “Akay, çayları da masaya koy, ben kapıya bakacağım.” diyerek hızlıca mutfaktan çıkıp kapıya doğru ilerledim.
Kapıyı açınca gördüğüm yüzlerle ve “Günaydın,” diyerek bana sarılan minik sayesinde gülümsedim. Ben de ona sarılarak “Günaydın benim güzelim.” dedim.
Ardından içeri geçip kapıyı kapattım ve beraberce mutfağa doğru ilerledik. Mutfağa girince masaya çayları koyan Akay’ı görünce gülümsemem mümkünmüş gibi daha fazla genişledi.
“Ooo,” dedi abim Akay’ı görünce. “Size de günaydın hanım köylü Akay Bey.”
“Sen sanki farklısın, kardeşime laf söylüyorsun bir de.” dedi Selen abla. Sonra bir kolunu omzuma atıp “Haksız mıyım, görümcem?” diye bana sordu gülümseyerek.
“Kusura bakma abi ama haklı. Şimdi lütfen kocamı rahat bırak.”
“Hadi kızım, otur bakalım şuraya.” diyerek Lila’ya yöneldi abim. Bizi takmadığını belli etmeye çalışıyordu. “Hadi siz de oturun.” derken yine bize bakmıyordu.
Hepimiz sofraya oturduğumuzda kahvaltımızı etmeye başladık. Bir süre sonra Akay, sol elini masanın altına indirdi ve elini bacağımda hissettim. Ben dönüp ona bakınca o bana bakmamakta ısrarcıydı. Hafifçe gülümsediğini belli belirsiz fark ettim.
“Annemler ne zaman gelecek?” diye sordu bana bakmak yerine.
“Gösteri onda olduğu için biraz geç kalkacaklarmış, gösteri saatine yakın okula gideceklermiş.” diye açıklama yaptı Selen ablam.
Akay’ın eli biraz daha yukarıya gelince ve parmaklarıyla okşamaya başladığında gülümseyerek yemek yemeye devam ettim.
Hepimiz yemeğimizi yedikten sonra okul saati yaklaşınca evden beraber çıktık. Birlikte bizim arabaya bindik. Sürücü koltuğuna Akay, yanına abim ve biz de arkaya oturmuştuk. Lila yine yol boyunca yeni izlediği bir animasyon filmini anlatarak bizim başka bir konu hakkında konuşmamızı yasaklamıştı.
Okula geldiğimizde Lila’yla beraber arabadan indik. Diğerleri arabayla farklı bir yere gidecekti. Lila’ya sürpriz yapmak için onun çok istediği bir oyuncak bebeği almaya gideceklerdi ve saat ona yaklaşırken geri geleceklerdi.
Tek omzuma Lila’nın çantasını ve kendi çantamı asmıştım, yanımda yürüyen miniğin elini tutuyordum. Sınıfımıza çıkınca bir iki öğrencimin geldiğini gördüm ve onlar da yanımıza gelip bana sarıldılar.
Kızlar pembe bir etek ve beyaz bir gömlek giyerken erkeklerse mavi pantolonlarla beyaz gömlek giymişlerdi. Kızların saçları yapılı değildi çünkü onları bu sabah ben yapacaktım. Pembe kurdeleler almıştım ve saçlarını örünce onlarla bağlayacaktım. Erkeklere ise mavi papyonlar almıştım. Bugün ders işlemeyecektim, onun yerine bir günlük kaçamak yapıp şarkılar açacaktık.
İlk dersimiz başlayınca tahtayı açıp kız öğrencilerimi serbest bırakıp erkek öğrencilerimi teker teker yanıma çağırıp papyonlarını takıyordum. Şarkılar sıra sıra değişirken tüm erkekleri hazırlamıştım. Sıra kızlara gelince onların saçlarını örüp kurdelelerini taktım. Hepsi hazır olunca fotoğraflarını çekip sınıf grubuna ailelerinin görmesi için attım. En son minik aynamı ve makyaj malzemelerimi çıkartıp makyajımı tazeleyip rujumu sürdüm.
Programın başlamasına yarım saat kadar kalınca ve görevli sınıflar inmeye başlayınca biz de aşağıya inip Lavin’in sınıfıyla buluşup çocukları sıralarına geçirdik. O da öğrencileri aynı benim yaptığım gibi kendisi hazırlamıştı. Hepsi yan yana gelince ve sıralarına geçince çok tatlı olmuşlardı.
Lavin’le konuşurken gözlerinin arkama takıldığını hissedince ben de arkama döndüm ve Akay’la Doruk’u gördüm. Hemen tatlı bir gülümsemeyle yanıma gelen Akay’an benim için açtığı kolunun altına girdim. Eğilip yanağıma bir öpücük bıraktı.
Doruk da, “Yenge, ben bir Lila’nın yanına gitsem olur mu? Sıraya girmişler ama,” deyince başımı salladım. “Gidebilirsin,” dediğimde yanımızdan uzaklaşıp ona el sallayan Lila’nın yanına gitti.
Açık söylemek gerekirse hayatımın bu kadar kısa sürede bu kadar değişebileceğini asla tahmin edemezdim. İlk önce sevgili olmuştum sonra eş. Önce öğretmen olmuştum sonra hala olmuştum. Elis olup görümce ve kardeş olmuştum. Ve yine ilk Elis olup sonra kızları olmuştum. Ayrıca yenge de olmuştum.
Zaman hızlı geçiyordu. Zamanı tutamıyordum, kimse tutamıyordu. Keşke şu an dünya dursaydı. Çok güzel bir zamandı. En sevdiğim insanlar yanımdaydı.
Belki de birçok insanın hayalini yaşıyordum.
Belki de yıllar önceki benin hayalini yaşıyordum ve bu sanırım belki değildi.
Kendi hayalimin içindeydim.
Bu her şeye değerdi.
“Neye daldın öyle güzel güzel?” diyen nefes almamı sağlayan sese döndüm. Başımı geriye atıp omzuna yasladım.
“Hiç, öylesine.” Kısa bir duraksamanın ardından “Çok güzel bir hayatımız var bu günlerde.” dedim.
Akay gülümseyerek “Maşallah, de.” diye beni uyardı.
Ben de gülümseyip “Maşallah,” dedim.
O sırada bir öğretmen gelip “Hazır mısınız hanımlar?” dedi Lavin ve bana bakarak. Biz de hazır olduğumuzu söyleyince birazdan programın başlayacağını söyleyince Akay, Doruk’a seslendi ve ikisi beraber dışarı çıktılar.
Geri Lavin’e dönünce gözünün daldığını gördüm. Üstelik gözü arkasını dönük bir şekilde merdivenlerden inen Doruk’taydı. Ya da bana öyle gelmişti.
“Lavin,” diye tekrar seslenince ve elini koluna yavaşça koyunca ona dokunmamdan irkilip neredeyse yerinden zıpladı. Tepkisine karşılık “Özür dilerim, korkutmak istemedim.” dedim.
O da gülümsedi ama bunu içten yapmadığı belli oluyordu. “Özür dilemene gerek yok, gözüm takılmış sadece.”
“Doruk’a mı gözün takıldı?” diye sordum.
Bir an duraksadı ama sonra “Ne?” dedi.
“Diyorum, Doruk’a mı gözün takıldı?”
“Yok ya, öylesine. Ayrıca ben ona bakmadım.” dedi ama tavırları anında değişmişti. “Neyse, hadi gel.” Ellerini çırparak kendi arasında konuşan çocukların dikkatini çekti. “Haydi çocuklar, şimdi susup sıranın bize gelmesini bekliyoruz.” dedi.
Üstelemedim. Ben de onun yanına geçtim ve beklemeye başladık. Biz ikinci sıradaydık o yüzden sıranın bize gelmesi hızlı sürmüştü. Lavin arkadan gelirken ben en öndeki ve merdivenlere dizilecek ilk öğrencimin elini tutarak kendimle beraber çıkarttım. Lavin de gelince biz kenara geçtik, belki unutan ya da heyecanlanan olur diye kenardan biz de onlara gösterecektik.
Şarkı açılınca arkasındaki her şey ip söküğü gibi gelmişti. Yaklaşık beş dakika süren gösterimiz bitince herkesten çok yüksek seste alkış sesi çıkmıştı. Hafifçe arkama baktığımda Selen ablanın elindeki bir peçeteyle gözlerini sildiğini gördüm. Bu hepimiz için alışık olduğumuz bir durum olduğundan hafifçe gülümseyip geri öğrencilerime döndüm.
Hepsi gülümseyerek diğer velilerin arasında ailesini bulmaya çalışıyorlardı. En sonunda onlara öğrettiğimiz gibi hafifçe eğilerek selam verdiler. Sonrasında sıralarına dikkat ederek diğer öğrencilerin yanına yani İstiklal Marşı’nda durdukları sınıf sıralarına geçtiler.
Lavin kendi sınıfının yanında dururken ben de kendi sınıfımın yanına geçtim. Başımı hafifçe arkama çevirip onunla göz göze geldim. Gülümseyerek bana bakıyordu. Elinde tuttuğu telefonunu görebileceğim kadar havaya kaldırdı. Sessiz bir kelimesi vardı.
Çektim.
Bu kez bakışlarımı hafiften Selen ablaya çevirip tekrar ona döndüm. Beni anladığında elini havaya kaldırdı ve her zamanki der gibi bir hareket yaptı. Gülümseyip geri önüme döndüğümde öğrencilerime gurur dolu bir bakış attım.
Onlar benim ilk çocuklarımdı, yaptıkları her şey içimi huzurla dolduruyordu. Başını kaldırmış bana bakan hemen yanımdaki adı Deniz olan öğrencilim sırtına elimi koyarak okşadım gülümserken.
“Güzel oldu mu öğretmenim?” diye sorduğu soru karşısında imkanı varmış gibi daha da büyüdü gülümsemem.
“Çok güzel oldu, bir tanem. Aferin size güzel çocuklarım.” Son cümlede hepsine teker teker baktım.
Garip bir histi. Çocuklar tarafından sevilmek ve onları sevmek içimi huzurla dolduruyordu. İçimden bir ses benim çok güzel bir anne olacağımı söylüyordu. Geçmişte bu konuda ne kadar tereddüt etsem bile Akay’la tanıştıktan sonra kendime ve ona inanıyordum.
Biz çok güzel anne ve baba olurduk.
*****
“Güzel olmuştu değil mi anne?” diye okuldan çıktığımız ilk andan beri sorduğu soruyu sormaya devam ediyordu Lila.
“Tabii ki çok güzeldi annem benim. Ağladım neredeyse.” dediğinde ona baktım.
“Ne?” dedi ona baktığımı görünce. “Tamam, biraz daha fazla olabilir. Ama abartmadım yani.”
“Yandaki kadınlar dönüp bize baktı. Ayrıca babasının kucağındaki bir çocuk da senin ağladığını görünce ağlamaya başladı.”
Selen abla öne doğru uzanıp Akay’ın omzuna vurdu. “Abartma, duygulandım sadece. Çocuğa gelince zaten küçük bebek, her şeye ağlamış olabilir, tek bana değil.”
Onları asla takmayan ve aferin almaya odaklanmış olan Lila bu kez de Lavin’e döndü. “Lavin öğretmenim, güzel yaptım mı ben?” diye sordu.
Lavin gülümsedi ve “Çok güzel yaptın, güzelim.” dedi. Sonrasında “Ama bana okulda olmadığımız zaman öğretmenim demene gerek yok. Elis’e nasıl hala diyorsan bana da Lavin abla deyebilirsin.”
“Tamam, Lavin abla.” dedi gülümseyerek. Bu kez de başını geriye atarak bana bakmaya çalıştı. Kucağımda olduğu için zorlanıyordu ama yine de başını göğsüme yaslayıp zor da olsa göz temasını kurdu.
“Hala, nasıldı?” diye sordu.
Defalarca çok güzel olduğunu söylemem rağmen tekrardan “Çok güzeldi, aşkım.” dedim. Gülümseyerek önüne döndüğünde arabanın içini taradı gözleriyle sadece sormadığı dayısı kaldığını fark edince öne doğru uzandı ve iki koltuğun arasındaki boşluktan kafasını çıkarttı.
“Dayı,” dedi nazlı nazlı.
“Lila,” dedi Akay da onu taklit ederek.
“Beğendin mi?” derken sağa sola sallandı.
“Beğendim,” derken Akay da hafif bir şekilde sağa sola sallandı.
Hepimiz gülümserken Lila da gülümsedi. Akay, “Ama bir şey yaparsan daha çok beğenirim,” deyince Lila “Ne, ne, ne?” diye bağırmaya başladı.
Akay bağını sola uzattı ve “Beni öpersen,” dediği anda Lila onun yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.
Okul bitince bir yere yemek yemeye gidelim diye düşünmüştük fakat Doruk ve Lavin’i de ayırmamıştık. Onlara bunu teklif ettiğimizde kabul etmişlerdi. Bizim arabada bu kişiler varken Doruk’un arabasında bir tek Fatih abi ile ikisi vardı. Nilda annem ve Gurur babam da gösteri bitince eve gitmişlerdi.
Bir restorana geldiğimizde arabadan indik ve içeriye girdik. Kalabalık olduğumuz için bize uygun bir masaya oturduk ve ne yiyeceğimizi sipariş ettik. Yemekler geldiğinde Selen abla hepimizin yemeğinden bir çatal aldı. Ondan sonra da Lila tatlarına bakmak isteyince hepimizin yemeği üçüncü el olmuştu. Bu kimse için bir şey fark etmiyordu, gülerek yemeğimizi yemeye devam ettik.
Lavin, bu gün de okula motoruyla gelmişti ve onu tekrardan okulun oraya bırakmamız gerekiyordu. Bizim eve gidebilmemiz çok uzun olacaktı eğer onu biz bıraksaydık. Bunu konuşurken abim, “Ee Doruk sizin ev okula daha yakın. Sen bıraksan olur mu? yani tabi ikiniz de isterseniz, yine bizim için bir problem olmaz. Sadece fikir sundum.” dedi.
“Size zahmet olmasın, ben giderim bir şekilde evime.” dedi Lavin. Buradan dolmuşa binerse iki tane dolmuş değiştirmesi gerekiyordu, yürüyerek gitse de çok uzun sürerdi.
“Benim için problem değil, istersen seni götürürüm.” dedi Doruk. Lavin de ona dönünce göz göze geldiler çünkü Doruk zaten ona bakıyordu.
“Teşekkür ederim ama dediğim gibi bakarım ben başımız çaresine, zahmet olmasın.” dedi nazikçe gülümseyerek.
Gözlerini ayırmadan Doruk, “Sorun değil,” dedi. Ardından çay bardağını eline alarak büyük bir yudum aldı.
“Hala, çay,” diyen Lila’ya döndüm ve masanın üzerindeki soğuması için bıraktığımız bardağını alıp yanımda oturan miniğe uzattım.
Biraz daha oturduktan sonra dışarı çıkıp vedalaştık. Arabalara dağıldık ve eve doğru gitmeye başladık.
*****
Lavin, Elis’le vedalaştıktan sonra önünde ilerleyen Doruk’u takip etmeye başladı. Beyaz renkli bir arabanın yanına geldiklerinde Doruk, yolcu koltuğunun kapısını açtı ve Lavin’e baktı.
Lavin ona açılan kapıdan geçerek koltuğa oturdu. Doruk kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna oturdu. Emniyet kemerini takınca başını hafifçe yanına çevirdi ve emniyet kemerini takmadan oturan kadına baktı.
“Lavin,” diye seslenince bakışlar hemen ona döndü. “Emniyet kemerini takmamışsın.”
Lavin başını eğip önce kendi üzerine baktı, takmadığını görünce “Kusura bakma, unutmuşum. Hemen takarım.” diyerek uzandı ama panik yaptığı için beceremedi.
Onun bu tatlı telaşını minik bir tebessümle beraber izledi Doruk. Daha sonra ona doğru uzandı ve ellerini ellerinin üzerine koyarak yardım etti. Genç kadın başını kaldırıp bu simayla yüz yüze gelince içine bir nefes çekti.
“Sorun değil,” dedi önce Doruk. “Yardım edeyim.” Ellerini hızla geri çekti Lavin ve emniyet kemerinin takılmasını izledi.
Doruk emniyet kemerini takıp ellerini geri çekti ama bedenini tam olarak çekmedi. “Nefesini verebilirsin yoksa boğulacaksın.” dedi tam anlamıyla önüne dönmeden önce.
Nefesini tuttuğunu bile fark etmeyen Lavin nefesini dışarıya doğru verdi. Araba hareket edince sıcakladığını hissetti ve elini salık saçlarının kapladığı ateş gibi yana ensesine attı. Eliyle sildi ve yanındaki bedene döndü.
“Ne oldu?”
“Sıcak,” Sesi kısık çıkınca hafifçe boğazını temizledi. “Sıcakladım da camı biraz açar mısın?”
“Hava on altı derece ve serin.”
“Arabanın içi de sıcakmış bir de benim bu kazağımın içi çok yünlü…” diye anlatmaya devam ederken yine aynı paniği karşısında gülümsedi Doruk. Yandan başını çevirip ona baktı.
“Açarım, açıklamana gerek yok.” dedi ve yavaşça camı yarıya kadar açtı.
“O zaman neden soruyorsun?” diye kendince gayet akıllıca bir cevap verdi Lavin.
Cevap Doruk’a da mantıklı gelince birkaç saniye kaldı öylece. Sonrasında gayet rahat bir cevap vererek “Hiç, öylesine,” dedi. “Ayrıca senin sorduğum soruya bu kadar panik olacağını düşünmemiştim.”
Kaşlarını çattı Lavin aynı zamanda kollarını göğsünün üzerinde bağlarken. “Ben mi panik yaptım?” diye sordu.
“Görüne köy kılavuz istemez, Lavin.”
İftira atılmış gibi bir tepki verdi. “Yo, ben panik olmadım.”
“O zaman neden nefesini bile vermeyi unuttun.”
“Hiç,” diyerek az önce onun verdiği tepkiyi taklit etti. “Öylesine.”
Bir süre sessiz bir şekilde yol aldıklarında Lavin, telefonun çalması sebebiyle çantasının içinden telefonunu çıkarttı. Ekrandaki Can yazısını görünce anında aramayı kapattı. Birkaç saniye sonra tekrardan çalınca ve yine aynı kişi arayınca yine kapattı. Şu an onun sesini duymak en son istediği şeydi.
“Önemli biriyse aç, ısrarcı biri sanırım arayan.” dedi Doruk. Telefon tekrardan çalmaya başlayınca Lavin pes ederek telefonu açıp telefonu kulağına yaklaştırdı. Eğer telefonu açmasaydı defalarca arar ve evine gidebileceği gerçeğiyle yüzleşti.
“Neden açmıyorsun sen telefonunu? Yanında süs diye mi taşıyorsun o siktiğimiz telefonunu?”
Duyduğu sesle yüzü sanki imkan varmış gibi daha da düştü. “Neden arıyorsun?” dedi cansız bir tınıyla.
“Uyudun mu? Evinin önündeyim, hiç ışık yok.”
“Orada ne işin var? Evde değilim, çık git oradan.” Konuşmasının duyulmaması için elini ağzının üstüne koydu ve “Git dedim sana,” dedi sert bir şekilde. Konuşmasının duyulmaması için çabaladığını anlayan Doruk bir şarkı açtı.
“Hava karardı, neredesin sen?”
“Sana hesap vermek zorunda mıyım? Neyimsin ya benim?”
“Sen ne kadar kabul etmesen de abinim senin kızım. Hem ne o müzik sesi, nerede raks eyliyorsun? Hangi erkeğin yatağındasın?”
“Bana bak!” diye bağırdığında sesini çok yükselttiğini fark etti ve sesini alçaltarak devam etti. “Beni namusla vuracak en son kişi sensiz. Ayrıca abimsen benim iyiliğimi düşünmen lazım, kötülüğümü değil. Evime geldiğimde seni görmek istemiyorum. Siktir git kapımın önünden.”
Telefonu kulağından indirip hızlıca kapattı ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Arabada çalan şarkıyı dinledi.
Beni yak kendini yak, her şeyi yak
Bir kıvılcım yeter, ben hazırım bak
İster öp okşa, istersen öldür
Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk
Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk
Abisiydi, öyle mi? O pislik onun abisiydi, öyle mi? Bazı zamanlar öyle demiyordu ama, mesela şimdi namus bekçisi olurken ona olan bakışlarını bilmiyor muydu? Lavin’i o bakışların ne kadar rahatsız ettiğini bilmiyor muydu?
Seni içime çektim bir nefeste
Yüreğim tutuklu, göğsüm kafeste
Yanacağız ikimiz de ateşte
Bir kıvılcım yeter, hazırım bak
Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk
“İyi misin?” diye sordu Doruk. Lavin sadece başını sallamakla yetindi. Şarkıyı dinlemeye devam etti.
Allah’ım, Allah’ım
Ateşlere yürüyorum
Allah’ım acı ile
Aşk ile büyüyorum
Onun hiç uğruna öleceği bir aşkı olmamıştı, hatta hiç aşkı olmamıştı.
“Sen hiç birine aşık oldun mu?” diye sordu Lavin bakışlarını ona çevirerek.
“Hayır,” dedi anında Doruk, hiç düşünmeden verdi cevabı. “Sen?” diye sordu o da.
“Hayır,” dedi Lavin. “Peki olmak ister miydin?”
“Bilmiyorum, ben onu aramak istemiyorum, o beni bulsun istiyorum. Sen?”
“Bilmiyorum, bir gün karşılaşırız belki. İkimizin de aklında hiçbir şey yokken kendiliğinden olur. Yavaş yavaş ama derin. İkimizin de içinin en derinliğine işler.”
Beni yor hasretinle, sevginle yor
Sevgisizlik ayrılıktan daha zor
Dilediğin kadar acıt canımı
Varlığın da, yokluğun da yetmiyor
Varlığın da, yokluğun da yetmiyor
En son okulun yanına geldiklerinde arabadan inmeden önce “İyi akşamlar,” dedi ve hızlıca arabadan indi. Doruk onun arkasında bakakalmışken hemen yanlarındaki motoruna binip çalıştırdı ve hızlıca oradan ayrıldı.
Değişik bir duygu hissetti Doruk. Telefonda kiminle konuştuğunu deli gibi merak etmişti ama bir şey diyememişti.
O kadar samimi değillerdi.
Yine de bu duyguya bir isim koyamadı. “Nesin sen?” dedi kısık sesle kendi kendine.
Aklına bir şey düştü ama sonrasında vazgeçti. Bunun olabileceğini düşünmedi. Sadece Elis’in bir arkadaşı dedi.
Aklında hep bu şekilde kalacağını düşündü. O sadece Lavin’di. Elis’in arkadaşı Lavin.
Selamlar💗Sınavları olduğu için bir süre yoktum ama bunu çok iyi bir şekilde telafi edeceğim. Bundan sonra bölümleri aynı şekilde cuma günleri paylaşacağım. Haftaya ve belki de ondan sonraki haftada bu kitaba bölüm gelmeyebilir ama yarın tekrardan hesabıma girip kitaplarımı kontrol etmenizi rica ediyorum. Yarın yepyeni bir kurguyla karşılaşabilirsiniz. Sizleri çok seviyorum ve bu kurguya nasıl bir şans verdiyseniz yeni kurguma da şans verirseniz çok mutlu olurum. Beni takip etmeyi, beğenip ve yorum yapmayı unutmayın. Yarın görüşürüz💞💞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |