25. Bölüm

BÖLÜM-24

Zeynep
zeyyneppece

“Siz burada ne yapıyorsunuz? Bu adam kim Melike?” diye bağırdı Salih. Gördüğü şey yüzünden sinirlerine hakim olamıyordu. Karısını kendi yatak odalarında hiç tanımadığı bir adamla sarmaş dolaş yatarken görüyordu.

“Salih, senin burada olmaman gerekiyordu. Ne zaman geldin?” derken yataktan doğrulmaya çalıştı. Hızla kalkıp sadece iç çamaşırlarının olduğu bedenine sabahlığını giyerek kuşağını kapattı.

“Erken gelmeseydim ne olacaktı? Beni keyifle aldatmaya devam mı edecektin?” derken yataktan kalkıp üzerine tişörtünü giyen adama yöneldi. “Seni gebertirim orospu çocuğu? kimsin lan sen!”

“Salih dur!” diyerek Cenk’in yakasına yapışan elleri geri çekmeye çalıştı. “Sana dur dedim!”

Sesleri duyan daha henüz beş yaşındaki Lavin uyuduğu yatakta gözlerini açtı. Ne dediğini anlamamıştı ama babasının sesini duymuştu. Evde çok olmazdı babası. Sürekli başka şehirlere giderdi işi için. Bu yüzden babasının geldiğini anlayınca yataktan doğruldu ve kumral uzun saçlarını geriye iterek yumuşacık pembe terliklerini ayağına geçirdi.

Odasından çıkıp hızla sesinin geldiği yöne yani anne ve babasının yatak odasına gitti. Kapıdan içeriye hızla girdi ve “Babam!” diye bağırdı.

Gördüğü görüntüyle dudaklarındaki gülümseme yavaşça yok oldu. O, odadaki herkese bakarken annesinin, babasının ve tanımadığı adamın gözleri ona dönmüştü.

“Baba,” dedi tekrardan. Gözlerini babasının o adamın yakasındaki ellerine takıldı. Bakışlarından çekindiği belli oluyordu.

“Babam, bir tanem. Şimdi git, güzel kızım. Yanına geleceğim ben senin.”

Lavin geri geri adımlar atarak odadan çıktı ama kapının yanında durarak oradaki kişilere görünmeden izlemeye başladı.

“Çek şu elini kolunu!” dedi Cenk sinirle. Salih elini tiksinir gibi çekince tişörtünü düzeltti. “Ne oldu? Kıskandın mı karını?”

Salih bu kez Melike’ye döndü. “Nasıl yapabildin sen bunu? Nasıl bizim yatağımıza başka birini alabildin?”

“Sen evde oluyor musun ki? Bir tane kızın var ama sanki ikimizin değil de sadece benim kızım gibi! Hiç yoksun, Salih. Ben artık seni sevmiyorum.” Elini uzatıp yanındaki adamın elini tuttu. “Ben Cenk’i seviyorum.”

Histerik bir şekilde güldü, sinirlerinin bozulduğunu hissediyordu. “Ben kızımız için, senin için uykusuz bir şekilde yedi saattir yoldaydım. Senin bana sürprizin bu mu?” Kırıldığını belli eden bir şekilde sesi kısık çıkıyordu. “Bugün 13 Nisan,”

Anlayamamıştı Melike. “Ne alaka?” diye sordu.

“Bugün benim doğum günüm, Melike. Senin bana hediyen bu mu?”

Lavin biliyordu babasının doğum günü olduğunu ama annesi unutmuştu. Dün akşam babası için resimler çizmişti ve bu sabah da eğer gelirse ona veririm diye düşünmüştü, mutlu etmek istemişti.

“Ben,” diye konuşmaya başladı ama ne diyeceğini bilemediği için duraksadı.

“Unuttun, değil mi? Ya da bana bu hediyeyi mi layık gördün gerçekten?” Tekrardan ikisinin üzerine yürüdüğünde elini kaldırıp Cenk’in suratına defalarca yumruk attı. Melike çığlık atıp ikisini ayırmaya çalıştı ama başaramadı.

Cenk de Salih’in yüzüne bir yumruk attığında Salih odadaki camın yanına geldi. İkisine bakıp balkon kapısına doğru ilerledi ve balkon kapısını açıp dışarıya çıktı.

“Salih, ne yapıyorsun?” diye bağırıp arkasında koştu Melike. Ama Salih durmuyordu. Balkona çıktığında “Herkes duysun!” diye bağırdı. “Bu kadın beni bu şerefsizle aldattı!”

Birkaç kişi cama veya balkona çıkınca Melike utanarak “Salih, sus!” dedi ama nafileydi. Salih durmak bilmiyor gibi sürekli aynı şeyi bağırıyordu.

En sonunda sırtını balkonun korkuluklarına döndü ve Melike’ye baktı. “Yalan mı da bağırıp duruyorsun? Yatağımızda, odamızda, evimizde bu adamla değil miydin?”

Salih’in üzerine yürüdü Melike. “Seni sevmedim diye bunu bana yapamazsın. Ben senin kızının annesiyim, beni rezil edemezsin!”

“O zaman bir kızın var gibi davransaydın! Nasıl bu adamı kızımızla aynı evin içine sokabildin!” diye sesi yükseltti Salih.

Birazdan olacaklar herkes için geri dönülmez bir olay olacaktı. Lavin bunu bilmeden odanın içine doğru ilerledi ve yatağın yanına kadar gelerek onları izlemeye başladı.

“Asıl şerefsiz sensin!” diyen Melike Salih’in yakasına yapışıp ona bir tokat attı. Dayanamadı ve bir tokat daha attı.

Elini bile sürmediği, canını bir saniye bile yakmadığı, saçının bir telini dahi koparmadığı kadından yediği bu tokatlar onu yaralamıştı.

Melike en sonunda Salih’i tüm gücüyle göğsünden itti. Geri doğru adımlayan Salih kendini kontrol edemedi ve korkuluklardan geriye doğru giderek dördüncü kattan yere düştü.

Melike ve Cenk öylece kalakalmışken aralarındaki en büyük şoku Lavin’in yaşadığını görmüyorlardı.

“Baba!” diye tüm gücüyle bağıran minik hızla balkona koştu ve iki eliyle korkuluklara tutunarak aşağıya baktı. Yerde yatan gözleri kapalı babasını görünce boğazını yırtacak hatta bu küçük bedenden kimsenin çıkamayacağını düşündüğü kadar yüksek sesle çığlık atarak evin kapısına yöneldi. Hızlı adımlarla merdivenlerden inerek balkonlarının altına koştu. Babasını orada görünce yanına çömelerek yere oturdu.

Babasının başını tutarak minik bacaklarının üzerine koydu ve boynuna sıkıca sarıldı. Hıçkırarak ağlarken gözyaşları babasının yanaklarını ıslattı. Islak yanaklarına defalarca kez öpücük bıraktı.

Başını kaldırıp ona baktığında bacağında bir sıcaklıkla beraber ıslaklık hissetti. Elini babasının kendisiyle aynı renk olan kumral saçlarına götürüp bacağıyla kafasının arasına getirdi. Elini kaldırdığında minik parmaklarında kan gördü.

“Baba, kalk.” dedi. “Baba, kan var, çok kan var.” Babası yerinden kalkmadı, hareket etmedi. “Korkuyorum,” Korktuğunu söylerse ona korkma kızım deyip sarılacağını düşündü ama ses yoktu. Ona sarılan kollar da.

Kızgın bakışlarını yukarıya çevirdi. Balkondan ona bakan iki kişiyi gördü ama hedefi annesiydi. “Sen yaptın,” dedi elini kaldırıp onu gösterirken. “Babamı sen ittin, sen yaptın!”

“Güzelim, gel sen buraya.” diye ona uzanan kollara gitmek yerine annesinden gözlerini ayırıp babasına daha sıkı sarıldı. Başını göğsüne koydu. Tam kalbinin üzerine. Babasının kalbinin üzerine yatmayı çok severdi. Onun kalbinin atışı en güzel ninniydi.

Şimdi yoktu kalp atışı.

Kulağını biraz daha bastırdı duymak ümidiyle.

Yine yoktu.

“Lavin, hadi ablacığım.” diye onu zorla kucağına almaya çalışan komşularını dinlemedi bile. “Bırak,” dedi sadece.

Başını kaldırıp son kez babasının yüzüne baktı. “Seni çok seviyorum, baba. N’olursun beni bırakma.” Yanağına bir öpücük daha kondurdu ve ona tekrar sıkıca sarıldı. Sarılırken dudaklarından tek bir cümle çıktı.

“Doğum günün kutlu olsun, baba.”

Birkaç ay geçince mahkeme olmuştu ve Lavin’in de bir psikolog eşliğinde ifadesi alınmıştı. Her şeyi olduğu gibi anlatarak annesinin bunu yaptığını söylemişti. Bunun sonucunda annesi otuz yıl, o adam ise yirmi yıl hapis cezası almıştı.

******

“Off ya, ne oldu şimdi sana?” dedi Lavin birden duran motoruyla uğraşırken. Yere eğilmişken yanında duran bir başka motoru hissetti ama kafasını kaldırıp bakmaya tenezzül dahi etmedi.

“İstersen yardım edebilirim.”

“Yok, gidebilirsiniz.” demesine rağmen yanına eğilen adama sinirli bir şekilde “Amacın ne?” diye çıkışarak yüzüne baktı en sonunda. Gördüğü yüz tanıdık bir yüzdü. Kaskın içinde sadece gözleri görünürken onun da kaskın içindeki gözlerine gülümseyerek bakıyordu Doruk.

“Amacım tanıdığım kadına yardımcı olmak.”

“Senin burada ne işin var?” dedi hafif bir şaşırmayla beraber.

“Yolumun üstündeydi, geçerken seni gördüm. Sanırım bir şey olmuş.”

“Evet,” dedi Lavin. Başka birinin yardımı değildi bu, onun yardımıydı. “Anlamadım ben de.”

“Bir bakayım,” dedi ve Lavin eğildiği yerden kalkınca onun baktığı yere baktı. Sonra ayağa kalkıp inceledi. “Benzin göstergesi arızalanmış büyük ihtimal. Var gösteriyor ama arızalandığı için yanlış gösteriyor.” Başını kaldırdı. “Benim bir tanıdığım var, yanında kilit varsa kilitle. Ben arayayım şimdi onu.”

Tamam anlamında başını salladı Lavin. Doruk, telefonunu çıkarttı önce ve ardından kaskını tutup çıkarttı. Yüzünde sadece üzerindeki deri ceket, kazak ve kot pantolon gibi siyah olan bandana kaldı. Tek elinde kaskını tutarken telefonda bir şeyler yaptı ve kulağına götürdü.

Lavin, ilk önce olayı anlatan ardından konumu anlatan adamı dinledi. Birbirlerini iki kez görmüşlerdi ve bu da üçüncüydü. Buna rağmen sanki uzun süredir tanışıyormuş gibi davranmasını dikkatle inceledi.

Sadece bir tanıdık diye geçirdi içinden Lavin. Daha fazlası olamaz.

Sadece yardım ettim diye geçirdi içinden Doruk. Daha fazlası olamaz.

“Teşekkür ederim,” dedi Lavin ona dönen gözlere bakarken. “Görüşürüz.”

Tam kaskını çıkaracakken “Nereye?” diyen adama döndü.

“Evime,”

“Tamam da kaskını neden çıkartıyorsun?” diye sordu.

Gülümsedi. “Yürürken kask mı takacağım? Gören deli der.”

“Yürüyeceğini kim söyledi?”

Kaşlarını kaldırdı. Eliyle kendisini işaret etti. “Ben söyledim.”

Doruk kendi kaskını da taktı ve motoruna bindi. Yanına dönüp onu izleyen kadına baktı. “Atla,” dedi başıyla arkasını işaret ederken.

“Ne?”

“Ne ne? Atla işte, sen söyle nereye gideceğimi ben süreyim. Bırakırım ben seni.”

Lavin bir an durdu bulunduğu yerde. Ne yapacağını bilemedi ama yine de “Yok, ben kendim giderim. Zahmet olmasın sana.” dedi.

Karşısındaki adamın gülümsemesini kısılan gözlerinden anladığında “Yanlış bir şey mi dedim?” diye sordu. Kaskı yüzünden yüzünün görünmediğine çok mutluydu çünkü yanaklarının yandığını ve yine sıcakladığı hissediyordu.

Bu bakışlar karşısında kendini bir garip hissediyordu, onu anlamıştı.

“Olmaz,” dedi tane tane. “Sana dair hiçbir şey bana zahmet olmaz. Sadece yardımcı olmak istiyorum yanlış anlamazsan.”

“Yok,” derken adımlarını motora doğru çevirdi. “Yanlış anlamam.”

Motorun arkasına oturduğunda elleriyle oturduğu kısmın arkasına sıkıca tutundu. “Bana sarılabilirsin, tutunmak için.” demesine rağmen inatla arkasına daha sıkı tutundu.

“Yok, ben iyiyim.” dedi ve sağ elini kaldırıp ileriyi ve sağı işaret etti. “Buradan döneceksin sonra da…” diye konuşmaya devam ederken ona uzatılan telefon ile sözü kesildi.

“Adresi buraya yaz, daha kolay olur benim için.”

Lavin adresi girip telefonu geri uzatınca motor hareket ederek ilerlemeye başladı. Bir süre gittiklerinde kırmızı ışığı görünce Doruk sert bir fren yaparak Lavin’in ona sıkıca sarılmasına sebep oldu.

“Ne yapıyorsun, Doruk? Biraz yavaş ol.”

Tam karnına sarılan eller geri çekilecekti ki sol eliyle elleri sıkıca kavradı. “Sen sarılmazsan sarılmanın bir yolunu buluruz.”

Nefesinin boğazına asılı kaldığını hissetti ve zar zor da olsa yutkundu. Anlayamadı, ne gerek vardı şimdi bu söze?

“Düşmemek için,” diye açıkladı kendini. “O yüzden sardım kollarımı.”

Güldüğünü duydu Doruk’un. Yeşil ışık yanınca iki eliyle elini Lavin’in ellerinin üzerinden çekti fakat Lavin onun karnına sarılmaya devam etti.

“Kollarını sarıyorsun demek. Bence sarılıyorsun ama, neyse.”

Lavin de gülümsedi ama bunu kendisinden başka biri görmedi. “İnmek istiyorum, ben giderim evime. Sana katlanamayacağım.”

“Ben sana katlanmayı çok istiyorum ama, ne yapacağız böyle?”

“Ha ha ha, çok komikmiş. Öldüm gülmekten.” dedi Lavin yalan bir gülüşle. Şaka yaptığını düşündü.

Şaka yapmadığını söylemeyi düşündü Doruk ama vazgeçti. Daha doğrusu sırtına yaslanan beden ile ne diyeceğini unuttu. Lavin bu kez ona daha sıkı sarılmıştı. Hızını biraz daha arttırdı Doruk. Rüzgar arkalarından estiği için ilk önce bir şampuan kokusu burnuna geldi ardından omzuna ve kaskına çarpan saçları fark etti.

“Kusura bakma,” dedi Lavin ve saçlarını geri çekmek için bir elini sardığı bedenden çekti. Kısa bir anlığına olsa bile dengesini kaybedince Doruk tek elini arkasına atarak onun beline sardı ve daha çok kendisine çekti.

Lavin de minik bir çığlık atarak ona sarılan elini biraz daha yukarı çıkarttı ve diğer elini de omzuna koydu, kendini daha çok ona çekerek göğsüyle onun sırtını bir bütün haline getirdi.

Doruk, motoru kenara çekip durdurdu ve kendisi inerken kaskını çıkartıp motorun üzerine koydu. Lavin’in de kaskını çıkarttı ve kendi kaskının yanına koydu. Yüzünün yarısını kaplayan siyah bandanasını indirdi ve uçuşan saçlarını kulaklarının arkasına tutturdu.

“İyi misin? Özür dilerim, o kadar hızlı gitmemeliydim. Bir şey olmadı bir yerine, değil mi?” dedi. Lavin onu ilk defa bu kadar paniklemiş olarak görmenin etkisiyle bir şey diyemedi ve sadece başını salladı hayır anlamda.

Yanaklarını tuttu iki eliyle ve okşadı nazikçe. Lavin şaşırmıştı kendisine olan bu ilgi karşısında. Ona en son ilgiyi babası göstermişti. Başka hiç kimse onunla ilgilenmemişti. Ne annesi ne on sekiz yaşına kadar kaldığı yetimhanedekiler. İlk defa uzun yıllar sonra bir ona nazik davranıyordu.

Doruk ellerini geri çekti ve beline astığı çantasının içinden küçük bir su çıkarttı ve kapağını açtı. Uzatmadan önce “Yanımdan bir tek bu var, ben içmiştim bir iki yudum. İçmek istemezsen anlarım.” dedi.

Lavin başını iki yana salladı ve “İçerim, sorun değil.” dedi. Elini uzattığında Doruk şişeyi ona vermedi ve kendi elleriyle dudağını yaklaştırıp içmesini sağladı. Lavin suyu içince geri çekti ve yine çantasının içine koydu. O sırada telefonu çalınca sırtındaki çantasını çıkartıp içini açarak telefonunu çıkarttı.

Ekrandaki Can yazısıyla yüzü düştü. Bu pislik onun abisi falan değildi. Hatta hiçbir şeyi değildi. Bu sadece babasını öldüren annesinin yardımcısı, babasını aldattığı adamın oğluydu. Onunla hiçbir kan bağı yoktu. Ne annesi annesiydi ne de babası babasıydı. Kendisinden beş yaş büyüktü ve ona takıntılı bir manyaktı.

“Güzelim ne yapıyormuş benim?” diyen iğrenç sesi duyunca gözlerini Doruk’a çevirdi. Doruk, ne anlatmak istediğini anlayınca arkasını dönüp uzaklaştı.

“Bana bir daha öyle deme! O pislik ağzından bana dair bir söz çıkmasın artık!”

Karşı tarafın gülme sesini duydu. Daha da sinirlendi. “Gülme, beni arama artık. Sevmiyorum seni, rahat bırak. Siktir git hayatımdan!”

“Aaaa, senin ağzından bunları duymak istemiyorum ama ben.”

Dişlerini sıkarak, “Git hayatımdan, bırak beni artık.” dedi.

“Hadi bir kapıyı aç da göreyim o güzel bedenini,”

Nefesinin kısıldığını hissetti. “Git evimin önünden, evde değilim. Komşuları rahatsız etme.” dedi ama gitmeyeceğini adı gibi biliyordu.

“Bir kere beni dinlesen, yanıma gelsen sen benden ayrılmak istemeyeceksin.” derken kendine inancı tamdı. Lavin ona asla bakmıyordu ama o bıkmadan, usanmadan ona bakmaya devam ediyordu.

“Gelince o yüzünü görmek istemiyorum.” deyip telefonu kulağından çekti ve yüzüne kapattı.

Ona dair her şey rahatsız ediyordu. Bakışları mesela, giyinik olsa bile çıplak hissediyordu. Yine aynı yere vurdu olayları. Eğer annesi bu pisliğin babasıyla olmasaydı Can da ona musallat olmazdı.

Evet, tam olarak musallat olmuştu.

Annesini sevmemesine bir neden daha buldu. Onun hapisten çıkmasına on bir yıl varken Can’ın babası Cenk’in çıkmasına bir sene kalmıştı. Seneye çıkacaktı oradan ve belki de onun peşine düşecekti.

Sonuçta onların hapis cezası almasının en büyük etkeni kendisiydi.

Ellerini yüzüne kapattı ve akan bir damla gözyaşını saklamaya çalıştı.

Babasının katili olan adamın oğluyla o ne kadar istemse bile konuşmak zorundaydı. Eğer telefonlarını açmazsa tehdit etmeye başlıyordu. Onu da öldürüp babasının yanına yollayacağından bahsediyordu.

Korkuyordu işte. Ne yapabilirdi ki? Elinden bir şey gelmiyordu. Polise de gidemezdi, onu yakalatana kadar çoktan ölü bulunurdu.

“Lavin, ne oldu?” diyen Doruk’un sesini duydu ama ellerini yüzünden çekmedi. Ellerinin üzerinde başka eller hissetti ve ona karşı çıkmayıp yüzünü açığa çıkarttı.

“Benim yüzümden mi ağlıyorsun?” dedi. Onun da sesi üzgün çıkıyordu. “Telefonla konuştuğun kişi mi bir şey dedi?”

Başını iki yana salladı Lavin. “Su içebilir miyim?” dedi derin bir nefes alıp gözlerinin altını eliyle silerek.

“Hemen,” diyen Doruk şişeyi geri çıkarttı ve Lavin’e içirirken bir elini üzerine damlamaması için çenesinin altına koydu. Büyük yudumlarla suyu bitirince geri çekti şişeyi ve başparmağını alt dudağına götürerek ıslaklığı sildi.

“Sağ ol,” dedi Lavin. Gülümsedi.

Bir elini yanağına götürerek okşadı. “Eğer bir şey anlatmak istersen seni hep dinlerim.”

“Teşekkür ederim buraya kadar getirdiğin için ama ben giderim. Zaten yakın buraya, az kaldı. Şimdi biri görmesin.” derken komşuları kastedeceğini düşünmesini umdu.

Doruk anlayışla başını salladı. Sonrasında “Şimdi motor benim tanıdığımda, hazır olunca sana ulaşmam lazım. O yüzden telefon numaranı alabilir miyim?” dedi.

Lavin başını salladı aynı zamanda motordan inerken. “Olur, sen ver telefonunu bana yazayım şimdi.” Ona uzatılan telefonu aldı ve kendi numarasını yazdı. “Lavin, diye yazıp kaydettim.” diyerek telefonu bir kez çaldırdı. Kendi telefonu çalınca aramayı kapatıp telefonunu Doruk’a uzattı.

“Bir şey soracağım,” dedi Lavin hafif bir gülümsemeyle.

“Dinliyorum,”

“Sen benim numaramı sadece motor için mi aldın yoksa onu mu bahane ettin?”

“Yani,” dedi Doruk. Bandanasını indirdiği için onun da Lavin gibi olan gülümsemesi gözler önündeydi. “Belki bir gün başka bir şey için de arayabilirim.”

Başını sola eğdi Lavin. “Hımm,” diye mırıldandı. “Mesela?”

“Mesela bir kahve içmek için olabilir. Eğer istersen.”

Sırt çantasının içine telefonunu koydu ve kaskı eline alıp geri geri adımladı. “İsterim.” Sonrasında ekledi. “Belki bir gün.”

“Görüşürüz,”

Arkasını dönüp bir ara sokağa girmeden önce son kez gülümsedi Lavin. “Görüşürüz.”

Kaskı bir elinde tutarken diğer elini pantolonunun cebine koydu. Yüzündeki gülümsemenin neden dolayı olduğunu bilmiyordu ama hoşuna gidiyordu. O yüzden soldurmadı gülüşünü.

Tam evinin sokağına gidecekken kolunu tutan el ile iki duvarın arasındaki küçük boşluğa çekildi. Çığlık atacakken bunu tahmin eden el, ağzının üzerine kapanmıştı.

İşte bu gülüşünün solmasına sebep olmuştu.

“Sen nereden geliyorsun böyle gülerek?” dedi Can. Sırtını kendi göğsüne yaslamıştı ve elleriyle kadının bedenini sıkıca tutuyordu.

“Bırak orospu çocuğu!” dedi bağırarak Lavin ama sesi boğuk çıkmıştı.

“Senin gibi bir kadına hiç yakışmıyor. Kadınlar küfür eder mi hiç?” dedi onu kınayan ses.

“Senin ve baban gibi orospu çocukları için az bile dediklerim. Daha fazla küfrü hak ediyorsunuz.” dedi sinirle. “Bırak yoksa o bir şey sandığın bacak arana tekme atarım.”

“Öyle mi?” dedi gülerek. Ona inanmıyordu. “Sen de o cesaret var mı? Varsa yap da görelim, sen de başka şeylere tanık olursun ama. Görmediğimi sanma o adamı. Kim o? Ne işin var senin onun yanında, motorunda?”

Duyduklarına şaşırmıştı Lavin. Onu etrafında hiç görmemişti. “Sen beni mi takip ettin?”

“Şans eseri gördüm diyelim. Kim o?”

“Ağzımdan elini çekersen söylerim kim olduğunu, bu şekilde konuşsam kendi sesimi bile duyamıyorum.”

Ağzındaki el çekilmeden önce “Hele bir bağırmayı dene sana yapabileceklerimi sen de ben de biliyoruz.” derken ona zarar vereceğinin altını çiziyordu.

El çekilince ilk önce derin bir nefes aldı. Ardından “Bir tanıdık. Öğretmen arkadaşlarımdan birinin kocasının arkadaşı. Motorum bozulunca yardıma geldi ve evime bırakmayı teklif etti. Ben de kabul ettim.” dedi.

“O yol hiç de senin evin gibi durmuyordu, neden orada bıraktı?” derken bedenini saran bir eli tam göğüslerinin altına gelerek orayı sıkıca kavramıştı.

“Ben istedim.”

Can güldü dalga geçer gibi. “Sen istedin öyle mi?”

“Öyle,”

Dudaklarını kulağına yaklaştırarak nefes verdi. “Sence ben buna inanır mıyım? O yavşağın beni görmesini istemedin, çünkü seninle benim aramda bir şey var sanacaktı. Sen de bunu istemediğin için orada indin.”

Dediklerinden sadece bir tanesine takıldı Lavin. “Onun hakkında düzgün konuş!” diye bağırdı.

Karnındaki diğer elini boğazına sardı. Çok bir baskı uygulamasa da parmaklarını sararak sıktı. Lavin iki elini de onun elinin üzerine sardı ve tırnaklarını batırarak çizdi. İki tırnağının arasına derisini alarak kıstırdı tüm gücüyle. Canı acıdığı için inleyen adam durmayıp diğer eliyle de Lavin’in bileklerini tutmaya çalıştı.

Lavin ona izin vermeyip hızlı bir şekilde dikkatini dağıtmasından yararlanıp başını kolunun altından geçirip ona döndü ve tüm gücüyle bacak arasına bir tekme attı.

“Orospu!” diye bağıran ve iki elini bacak arasına götüren adamdan kurtulup yere eğildi ve kaskını hızla alıp ona uzanan elden kaçtı. Hayatında hiç koşmadığı kadar hızlı koştu. Arkasına baktığında geldiğini gördü ve hızını daha da arttırarak koşmaya başladı. Bir sokağın önünden geçerken gelen arabadan son anda koşarak kurtuldu. Saçları önüne gelince tek eliyle geri doğru itti.

Başka bir sokağa girerken oldukça farklı sokaklara girerek ondan kurtulmaya çalışıyordu. Evine doğru gidiyordu ama oldukça farklı sokaklara saparak gitti. En sonunda arkasını dönünce kimseyi göremedi ve eğilerek ellerini dizlerine yaslayıp hızlı hızlı nefes alıp verdi.

Öksürdü nefes alması kolaylaşana kadar. Koşmaya başlamadan önce boğazının sıkılması onu kötü yönde etkilemişti. Bir duvar kenarına oturup sırtını yasladı ve kaskını yanına koyarak iki eliyle boğazına sarıldı ve derin derin nefes alıp vermeye başladı. Saçlarını geriye attı ve bileğindeki lastikle dağınık bir topuz yaptı.

“Amına koyduğumun pezevengi,” diye mırıldandı. “Sensin orospu asıl, şerefsiz. İt!”

Birkaç dakika sonra kendine gelince oturduğu yerden kalktı ve kaskını eline alarak koşmadan ama hızlı adımlarla evine doğru ilerledi ama içten içe tırstı.

“Evime girmekten korkuyorum siktiğimin iti yüzünden! Şaka gibi,” diye mırıldandı. Evinin sokağına geldiğinde hem tetikteydi koşmak için hem de sessizce yürüyordu etrafı inceleyerek. Kimseyi görmeyince derin bir nefes vererek anahtarını hazırlayarak apartmandan içeri girdi ve ikinci kattaki evinin önüne geldi.

Can gelmemişti evinin önüne ama günlerce hep tetikte duracaktı. Çünkü onu izleyip en güzel zamanda onun karşısına çıkmayı bekliyordu.

 

         

   

   
 

 

 

 

 

 

Sekamlar herkese🫶🏻 Umarım yeni bölümü beğenmişsinizdir. Beğendiyseniz oy kullanıp yorum yapmayı ve beni takip etmeyi unutmayın. Bu bölümden hemen sonra diğer kurguma yeni bölümü atacağım. Kısaca bahsetmek gerekirse asker kurgusu olduğunu ve geçmişte bir karşılaşmaya dayalı olduğunu söyleyebilirim. Ona da bir şans verirseniz beni çok mutlu edersiniz. Bundan sonraki bölümleri duruma göre iki haftada bir veya haftada bir şeklinde paylaşabilirim. Sizleri çok sevdiğimi unutmayın. Kendinize çok iyi bakın ve düşüncelerinizi bana yazın. Görüşmek üzere💞💞💖💖

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 21.06.2025 13:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...