31. Bölüm

BÖLÜM-30

Zeynep
zeyyneppece

Gözümü perdeden içeriye sızan güneş ışıklarıyla araladım. Bir kısmı açık olmalıydı ki gerçekten de tam gözümün içine giriyordu ışık. Bir elimi kaldırdım ve gözümü kapatarak uyumaya devam etmeye çalıştım lakin hemen sol tarafımdan duyduğum gülme sesi bunu engelledi.

Tek gözümün üzerinden elimi çekip yanıma baktığımda onun gülümsemesiyle burun buruna geldim. Dirseğini yastığa koymuş, yanağını ise avcunun içerisine yaslamıştı. Bana üstten üstten, aynı zamanda da gülümseyerek bakıyordu.

“Perdeyi kapatsana.” dedim başımı bu kez de onun göğsüne doğru gömerken. Sonrasında aniden aydınlandım ve başımı bir anda kaldırdım. Bu halime kahkaha atarken ben ise anında bakışlarımı duvardaki saate çevirdim.

Saatin yedi olduğunu görünce yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. “Akay, alarmım neden çalmadı?” diye sordum yataktan kalkmak için hamle yaparken.

Anında kolumu kavradı ve kendisine çekti beni. Bana sıkıca sarılırken ben ise ondan kurulmaya çalışıyordum. Bu çabam asla onun umurunda değildi.

“Ben kapattım alarmını.” dedi çok basit bir şeyi dile getiriyormuş gibi.

“Neden yaptın bunu ya!” diye bağırdım. “Selen ablaya ve Lavin’e sözüm var. Dokuzda dışarı çıkacağız.”

“Ve bunun için altıya alarm mı kurdun?” diye sordu.

“Evet!” dedim ve ondan kurtulmayı başarıp yataktan aşağıya atladım. Daha doğrusu atlamadım, resmen yuvarlanıp kendimi aşağıya bir çuval misali bıraktım.

Yardım etmek yerine güldü aşağılık kocam. Yatağın kenarına tutunup kendi çabamla yerden doğruldum. Dizlerimin üzerinde durup onun bana gülüşüne oldukça ciddi bir ifadeyle baktım.

“Gerçekten orada durup gülecek misin? Ben burada acı çekerken!” dedim gözlerimi kocaman açıp.

Daha çok güldü.

“Pislik!” diye bağırdım. “Evlenmiyorum seninle! Vazgeçtim!”

“Bunu söylemek için biraz geç kalmadın mı?” diye sordu sol elini havaya kaldırıp alyansını gösterirken.

“Olabilir, belki şu an karar verdim.” dedim yine ters ters.

Yataktan kalktı yine gülerek. “Bu sabah çok keyifli oluyor.” dedi. Yanıma geldi ve yerdeki beni zorlanmadan kucağına alıp yürümeye başladı.

“Bırak!” Umursamadı. “Akay!” Yine umursamadı. “Boşuyorum seni! Hemen mahkemeye gidiyorum ve boşanıyoruz!”

“Başka isteğin?” diye sordu.

“Bırak beni!” diye daha çok bağırdım.

“Unut bunu, güzelim. Asla bırakmam seni bir daha.” Bir elini bacaklarımın altından geçirirken diğer elini de belime sarmıştı. Adımlarını banyoya çevirdi, kapıyı kucağında benim olmama rağmen zorlanmadan açtı.

Lavabonun yanına geldiğimizde beni indirdi ve mermere oturttu. Kollarını da iki yanıma koyup üzerime eğildi. Bacaklarımı iki yana açtım onun daha rahat olması için. Hemen onun için açtığım araya girdi.

Altında sadece her zaman olduğu gibi siyah çamaşırı vardı. Benim üzerimde ise onun beyaz bir tişörtü vardı. Bacaklarımı açtığım için tişört belime doğru katlanmıştı ve bu durumda altım sadece bir çamaşırla kalmıştım onun gibi.

Bir elini yanımdan çekip bacağımın üzerine koydu, parmağını hareket ettirerek okşamaya başladı. Yaklaşıp boynuma kısa ama benim için etkisi büyük bir öpücük bıraktı. Ardından geri çekildi, suyu açıp ilk önce kendi yüzünü yıkadı. Yanımdaki havluyu alıp ona uzattım. Yüzünü kuruladı ve bu kez de benim yüzümü yıkadı.

Yüzümü yıkamak yerine bilerek üzerimdeki tişörte avucuna aldığı suları sıçrattı. Havluyla benim yüzümü de kuruladıktan sonra üzerime kısa bir bakış attı.

“Tüh,” dedi yalan bir üzüntüyle. “Hep üzerine geldi.” Sonrasında birden tişörtü eteklerinden tuttu ve ben daha ne olduğunu bile anlamadan üzerimden çıkarttı.

“Akay, ne yapıyorsun?” dedim. O ise beni ciddiye almadan yine az önceki gibi kucağına aldı ve giyinme odasına götürdü. Ortadaki pufun yanına geldiğinde beni bıraktı ve dolaba yöneldi.

“Ben giydireceğim.” dedi asla bıkmadığı şeyi söyleyerek. Bana uyardı. Kendimi geriye atıp dirseklerimi yasladım ve onu izlemeye başladım. Eline pembe bir üst, altım için de beyaz bir şort aldı.

Bana doğru ilerledi ve karşıma geçip elini uzatıp elimi tuttu. Beni yattığım yerden kaldırdı ve öylece karşımda durmaya devam etti. Bakışları gözlerimden daha çok başka yerlere kayınca uzanıp omzuna vurdum.

Sırıtırken gözleri gözlerime döndü. “Hadi, ver bana da giyineyim.” dedim elindeki kıyafetleri almak için hamle yapınca.

Anında kolunu arkasına aldı ve “Hayır, dedim ya ben giydireceğim diye.” dedi inatlaşarak.

“Akay,” dedim sabrım sınanırken. “Bak, evden çıkmama az kaldı. Kuaföre falan gideceğiz, nasıl makyajı ve saçımı yapacağımızı kararlaştıracağız. Sen giydireceğim dersen bu işi uzatırsın.”

“Tamam,” dedi pes ederek. Ben kıyafetleri bana verecek sanırken o, “Uzatmayacağım,” dedi.

Gülümsedim onun bu sırıtışını görünce. Çekmeceli dolabı işaret ettim. “O zaman bir tane sutyen ver.”

Kıyafetleri yatağa atıp işaret ettiğim yere gitti ve bir tane beyaz sutyen aldı. Yanıma gelip askılarını kollarımdan geçirdi ve kopçasını takma bahanesiyle kollarını bana sardı. Geri çekilince üstü alıp giydirdi.

Şortu alıp önümde dizleri üzerine çöktü. Tek tek bacaklarımdan geçirdi. Ayağa kalktı ve kalçamdan da geçirip önündeki ipi bağladı.

İşini bitirince koşarak bir tane siyah şortu ve beyaz tişörtü eline tutuşturdum, arkasına geçtim ve sırtından ittirerek odanın dışına çıkarmaya çalıştım. Onun yanında ben de dışarı çıkınca “Sen kahvaltıyı hazırlıyorsun ben de cilt bakımımı yapıyorum. Tamam mı, kocam?” dedim. Onun bir şey demesine müsaade etmeden yanağına kısa bir öpücük bıraktım ve hızlıca odamıza doğru koşmaya başladım.

Arkamdan gülme sesi gelse bile umursamadım ve odaya girip ardından da banyoya geçtim. Aynalı dolabı açarak içindeki bakım malzemelerimi çıkarttım. Sadece yüzüme maske yapıp kremlerimi sürecektim. Makyaj yapıp gelmememizi söylemişti kuaför. Dün hemen yatmadan önce duş aldığım için şimdi duş almama gerek yoktu. O yüzden ilk önce dişlerimi fırçalayıp hızlıca yüzüme maskeyi yaptım.

Zamanın dolmasını beklerken de dün sadece taradığım saçlarımı tekrardan taramaya başladım. Kurumuşlardı fakat bazı yerleri karışmıştı. Onları açınca saç şekillendirme malzemelerimle saçlarıma sadece kısa bir fön çektim.

Aynadan kendime bakarken kısa bir an duraksadım. İçimde çok değişik bir his vardı. Heyecanla karışık mutluluktu bu.

Hep aklımdan geçtiği gibi yıllar öncesine gerek yoktu, birkaç ay önceki Elis bile buna asla inanmazdı. Sadece bu birkaç ayda bile çok fazla değişmişti hayatım.

Bir iki kıyafeti dışında başka bir şeyi olmayan Elis’in bir giyinme odası vardı. Sadece yüzündeki izleri gizlemek için makyaj yapan Elis artık sadece kendisi istediği için makyaj yapıyordu. Az sayıda aldığım çakma makyaj malzemelerim de yoktu, hepsi kaliteliydi ve kocaman bir makyaj masam vardı.

Ama en önemlisi de yalnız olan, geceleri ağlayarak uykuya dalan, en ufak sesten ürken, korkak Elis yoktu. Sevilmeyen Elis artık burada değildi. Ailesi olmayan Elis çok uzak diyarlarda kalmıştı.

Yalnız değildim, geceleri kocama sarılarak uyuyordum, korkmuyordum. Seviliyordum. Ailem vardı.

Hayallerimi yaşıyordum.

İstediğim hayatın tam ortasında, tam içindeydim.

Aynadaki kendime küsmedim bu kez. Aydaki kendime gülümsedim. Sadece tek bir kelimeyi kendime fısıldadım.

“Başardın,”

Hızlıca kalan kremlerimi de sürdüm ve son kez kendime bakarak odadan çıktım. Telefonumu alırken Akay’ın telefonunu da almıştım komodinin üzerinden. Şifresi olan 0613 sayılarını yazdıktan sonra telefon açıldı.

Benim de şifrem aynıydı çünkü ikimiz beraber buna karar vermiştik. Benim doğum günüm Temmuz’un altısıydı, Akay’ın ise Mayıs’ın on üçüydü.

Birbirimizin en önemli şifresiydik.

Mutfağa doğru geçerken Instagram hesabına girdim. En son attığı fotoğraflara tekrardan göz gezdirdim. Mutfağa girdiğimde onu yağda yumurta yaparken gördüm. Telefonu masanın üzerine bıraktım ve yanına ilerledim.

Dönüp kısa bir bakış attı bana gülümserken. Arkasına geçtiğimde kollarımı omzuna doladım parmak uçlarımda yükselerek. Sarıldım sıkı sıkı ve tam sol omzunun üzerine dudaklarımı değdirerek bir öpücük bıraktım.

Sonrasında sofrayı kurdum ve beraber kahvaltımızı yaptık. Bulaşık makinasına tabakları yerleştirirken gelen mesaj ile telefonumu elime aldım. Selen abla hazır olup olmadığımı soruyordu.

Hazır olduğumu anlatan kısa bir mesajın ardından yukarı kata çıktım ve bindallımı aldım.

Evet, bugün 11 Mayıs’tı. Kınam vardı benim bugün.

Erkekler de daha sonra çıkacaktı dışarı. Biz ise kuaföre gitmeden önce bir kafeye gitmeyi kararlaştırmıştık. O yüzden daha erken çıkacaktık.

Çantamı da alınca son kez koltukta yayılmış ve telefonuna bakan Akay'ın yanına gittim.

Kınayıcı bir bakış attım başında dikelirken. “Akşama kınamız var ve sen hiç heyecanlı değil misin? Burada öylece yatıyorsun.” dedim.

Telefonu elinden bıraktı gülerken ve bana baktı. Bir bacağını diğer dizinin üzerine koymuştu. “Yine mi başladık heyecan mevzularına?” diye sordu.

Nikahımızın kıyıldığını güne atıf yapıyordu. Ve tabii ki benimle dalga geçiyordu.

Kaşlarımı çattım. “Yarın düğünde seni terk etmemi istemiyorsan benimle uğraşmayı kes.”

Benim aksime gülerken bileğimden tutarak kendisine çekti. Kucağına oturduğumda kollarıyla sıkıca sardı.

“Akay!” diye bağırdım yine. “Bırak beni!”

Daha çok sıktı beni. Bacağını bu kez arasına beni alıp öyle dizinin üzerine koydu. “Kurban olurum.” dedi sakince.

“Kime?” diye sordum sinir etmek için.

“Kime diyen kadına.” dedi başını boynuma gömüp. “Hayatıma anlam katan kadına. Hilalim olan kadına. Nefesim olan kadına.”

“Yani?” dedim başımı kaldırıp ona bakarken. Kollarımı boynuna doladım beni çok çabuk bir şekilde manipüle etmesine aldırmayarak.

“Çiçek’ime,” dedi gözlerimin içine bakarken. Kalbim yeniden yeşerdi onun bakışıyla. Gözleri parlıyordu. Parlayan gözleri hayatımı görmemi sağlıyordu.

“Ben de kurban olurum.” dedim gülümserken.

“Kime?” diye sorarak benimle aynı cevabı verdi.

Sağa doğru eğdim başımı. “Hımmm,” dedim sanki düşünüyormuş gibi. “Kime diyen adama.” dedim sonra. “Hayatıma anlam katan adam. Hilalim olan adama. Nefesim olan adama.”

Sözümü bitirdikten sonra tam dudaklarını dudaklarıma yaslamıştı ki aynı anda da zil çaldı. O, bunu umursamazken ben hışımla yerimden yani onun kucağından kalktım ve kapıya doğru koşacakken dönüp hızlıca dudağına bir buse bıraktım.

Çantamı omzuma asıp kapıya doğru koştum. Kapıyı açınca karşımda Selen ablayı ve Lila’yı gördüm.

“Günaydın,” dedi Lila heyecanla. Üzerine sarı bir pantolon ve tişört takımı giymişti. Saçlarını da yukarıdan atkuyruğu şeklinde toplamıştı.

“Günaydın,” dedi Selen abla da. Altına yeşil keten pantolon ve üzerine de kısa kollu beyaz bir gömlek giymişti. Saçlarını ise aynı kızı gibi yukarıdan toplamıştı.

“Günaydın.” dedim ikisine de gülümserken.

Yan taraftan beyaz sandaletimi alıp giyerken Selen ablanın “Bindallı?” diye sormasıyla aydınlandım. Sandaletlerimi geri çıkartmaya başlayacaktım ki arkamdan Akay’ın “Günaydın,” sesi duyulunca sandaletlerimi giymeye devam ettim.

Eğildiğim yerden doğrulduğumda ayakkabılıktaki kutuyu da aldım. Kutuyu Lila’ya uzattım ve kocamın elindeki bindallımı aldım.

“Dikkat edin, bir şey olursa arayın.” dedi Akay.

“Ya ne olabilir? Sadece kafede biraz oturup sonra da süslenmeye gideceğiz.” dedi Selen abla da.

“Yine ben söyleyeyim de benden çıksın.” Sonrasında bana döndü ve gülümsedi. “Karıma iyi bakın.”

“Aman,” dedi Selen abla da. İki eliyle omuzlarımdan tuttu ve kapıdan dışarıya çıkardı. “Yemeyiz karını, merak etme.”

“Görüşürüz,” dedim çekiştirilip ondan uzaklaştırılmama rağmen.

“Sanki günlerce ayrı kalacaksınız.” diye söylendi Selen abla arkamı dönüp çocuk gibi el sallama. “Birkaç saat sonra yine kocanın yanında olacaksın, merak etme.”

“Eminim sen de abime evden çıkmadan önce on beş kere sarıldın.” Yanımda yürüyen ve bizi izleyen Lila’ya baktım. “Doğru mu halam?”

“Doğru,” dedi başını sallarken.

Dönüp Selen ablaya sırıttım. Bak, der gibisinde Lila’yi işaret ettim gözlerimle.

“Neden kapıyı geç açtın o kadar?” diye sordu anında konuyu değiştirerek.

Çantasını açtı aynı zamanda ve arabasının anahtarını bana verdi. Hamile olduğu için araba süremiyordu, ben de yakın zamanda ehliyetimi aldığım için arabayı ben sürecektim.

“Konuyu değiştirmek yok.” dedim bagajın yanına geldiğimizde. Eşyalarımı Selen ablaların biraz önce yapmış olduğu gibi bagaja yerleştirdim. Ben şoför koltuğuna otururken ikisi de arkaya oturmuştu.

İlk önce Dorukların evine gidip Lavin’i alacaktık. “Gayet de var.” dedi ve başını iki koltuğun arasından çıkartıp bana yaklaştı. “Ne yaptınız?”

“Abla,” dedim.

“Elis,” dedi.

“Benimle uğraşmayı bıraksan mı artık? Sadece bir öneri olarak söylüyorum.” dedim aynadan ona bakıp.

“Yok canım.” dedi oldukça gıcık bir şekilde. Geriye doğru yaslandı. “Unutma ki görümcenim.”

“Ben de senin görümcenim.” dedim kısa bir hatırlatma geçerek.

İlkokuldaki çocukların bile yapmayacağı konuşmamızı kaldırımda bizi bekleyen Lavin’i görünce bitirdik. Elindeki eşyalarını ilk önce bagaja koydu ve ardından kapıyı açıp yanımdaki koltuğa oturdu.

“Selam,” dedi hepimize gülümserken. Kumral saçlarını açık bırakmıştı ve aynı saçlarının renginde olan pantolon, tişört takımı giymişti. Kolundaki alçısı hala duruyordu ve bir süre daha böyle olacak gibiydi.

Selamlaşmanın ardından arabayı tekrardan sürmeye başladım. Konuştuğumuz kafenin önüne gelince bir park yeri aradım ve arabadan inen Lavin’in beni yönlendirmesiyle geçen dakikaların ardından sonunda park edebildim.

Dışarıdaki bir masaya oturduk beraber. İçecek bir şeyler söyledik ve konuşmaya başladık.

“Acaba teyzemler gelir mi?” dedi Selen abla. “Kesin gelirler ama gelmelerini hiç istemiyorum.”

Olayı biraz biliyordum. Annem anlatmıştı birkaç hafta önce. Onlar Akay’ı evlat edinmeye karar verince bu kararlarını hiç beğenmemişler. Sadece onlar bile değilmiş. Diğerleri de onaylamamış ama pek fazla seslerini çıkartmamışlar.

“Umurumda bile değil.” dedim limonatamdan bir yudum aldıktan sonra. “Meraklı değilim ben de zaten.”

“Ben de,” diyen Lila’yla gülümsedik. İnatla bizle gelmek istediğini söylemişti Selen abla. Tabii ki de onu kırmamıştık ve yanımızda büyümüşte küçülmüş gibi dedikodu yapmasına izin vermiştik.

“Anlattıklarınızdan sonra ben de.” dedi Lavin.

“Yakın zamanda onun da kızı evlenecekmiş. Dayımın kızından duymuştum.” Göz devirdi. “Sanki kendisi aynı değilmiş gibi benimle onun dedikodusunu yapmaya çalıştı. Sonra onun yanına gidip bak senin hakkında ne dedi, diyecek.”

Çok merak ediyordum gelip gelmeyeceklerini. Acaba benim hakkımda ne düşüneceklerdi? Aklıma gelen bir şey ile moralim düştü.

Umurumda değil diyordum ama yine de düşünmeden edemiyordum. Benim tarafımdan ne annem ne babam ne de bir akrabam vardı gelebilecek. Sadece okuldaki öğretmenler ve velilerimden birkaçı gelecekti.

“Elis,” diyen Lavin ile onlara baktım.

Gülümseyip, “Efendim,” dedim.

“Ne oldu?” Tam bir şey yok diyecekken konuşmama müsaade etmeden “Sen bunları kafana mı takıyorsun?” dedi.

“Elis, ablam yapma böyle. Bak bugün senin en mutlu günün. Saçma sapan insanları aklına takıp moralini boş yere bozma.” dedi Selen abla da.

“Haklısınız ama… Nasıl diyeyim?” Durup derin bir nefes verdim. “Benim ne annem ne babam var gelebilecek. Ne de akrabam. Kan bağım olan bir tek abim var. Bu kimsesiz kızı nereden bulmuş, diyecekler.”

“Ablam,” dedi Selen abla ve uzanıp elimi sıkıca tuttu. “Boş ver, ne derlerse desinler. Boş boş konuşuyorlar zaten.” Gülümsedi bana bakarken. “Ayrıca kimsem yok derken? Biz neyiz burada?”

“Tamam ama öyle değil işte.” Durdum çünkü söyleyecek bir şey yoktu. Cümleleri nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Kendimi nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum.

O sırada Lila oturduğu yerden kalktı ve yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Ben de ona sarılırken kaldırıp kucağıma oturttum. Boynuma sarıldı minik kollarıyla.

“Ben seni çok seviyorum, halam. Sen onları boş ver, tamam mı?” dedi. Gülümsedim onun bu sözlerinden sonra. Sadece ben değil, diğerleri de gülümsedi.

Yanağına defalarca öpücükler bıraktım, sıkıca sarıldım. “Tamam benim bir tanem.” dedim. Geri çekildim ve ona gülümseyerek baktım.

Bir süre daha oturduktan sonra buradan ayırılıp kuaföre gittik. Bindallım makyajım yapıldıktan sonra da giyilebileceği için ilk önce makyajım yapılmaya başlamıştı.

Parıltılı bir makyaj yapılmasını istemiştim. Genel olarak kırmızı ve açık kahve tonlarının olmasını söylemiştim. Yavaş yavaş, şarkılarla beraber ve sohbetler edilerek yapılıyordu makyajım.

Büyük bir odada aynaların karşısına oturmuştuk. Üzerimizde buranın bizler için temin ettiği saten kısa elbiseler vardı. Her birimiz ile farklı biri ilgileniyordu. Kapının açıldığını görünce göz ucuyla oraya baktım. Gelenlerin annem ve Lale teyze olduğunu görünce gülümsedim.

Kınamız da düğünümüz de açık alanda olacaktı. Dans edeceğimiz yerin yakınlarına bir arka plan hazırlatmıştık fotoğraf çekinmek için. O yüzden zaten kına başlamadan iki saat önce gitmemiz gerekirken biz bir saat kadar daha erken gidip fotoğraf çekimlerini yapacaktık.

İleride açıp baktığımda bugünkü heyecanımı ve mutluluğumu görmek istediğim fotoğraflar olacaktı bunlar. İleride çocuklarımızın anne ve babasına bakacağı fotoğraf kareleri…

Kısa bir süre sonra ise saçlarım yapılamaya başlanmıştı. Hem salık istiyordum fakat bunu yarın için kararlaştırdığımızdan yarım toplu bir saça karar vermiştik. Önlerini arkaya doğru toplayıp tel tokalarla tutturmuşlardı ve sonrasında küçük taşlardan oluşan kırmızı tacımı takmışlardı.

Diğerleri teker teker elbiselerini giyip geliyorlardı. Selen abla büyük karnı yüzünden en rahat ettiği elbiseyi seçene kadar benden daha çok elbise denemişti geçen haftalarda. En sonunda ise lacivert, sırtından bağlamalı, ip askılı ve yırtmacı olan bir elbiseyi seçmişti. Saçlarını dalgalı yaptırmıştı ve makyajını da lacivert tonlarında yaptırıp açık kahve bir ruj sürmüştü

Lavin ise tek omzu açık, yırtmacı ve sırt dekoltesi olan kahverengi bir elbise giymişti. Saçlarını topuz yaptırarak sırtını örtmelerini engellemişti ve elbisesine uygun kahverengi bir makyaj yaptırmıştı.

Lale teyze ise bej gibi bir renkte dizlerinin hemen altında biten bir elbiseyi giymişti. Makyajını ve saçını ise daha sadece ve doğal renklerle yapmıştı.

Annem ise siyah renkteki parıltılı elbisesini giymiş yanı başımda durup benim saçımı yapmalarını izliyordu. Ona döndüm, gülümsedim.

“Annem,” dediğimde gülümsemesi genişledi ve gözleri yavaştan doldu.

“Kızım,” dedi o da.

“Saçınız bitti, Elis Hanım.” diyen kadın ile oturduğum yerden kalktım. Annemin karşısına geçtim ve ona sıkıca sarıldım. Sırtımdan dökülen saçlarımı dikkat ederek okşadı.

Geri çekildiğimizde birbirimize gülümseyerek baktık. “Çok güzel oldun annem,” dedi bana. İki eliyle bu kez kollarımı narince tuttu ve elleriyle okşadı.

“Teşekkür ederim, sen de öyle oldun.” Son kez ona gülümsedim ve bu kez de ben bindallımı giymek için arka taraftaki odaya geçtim.

Üzerimdeki kıyafetleri ve sutyeni çıkarttım. Göğüs kısmının içi süngerli olduğu için gayet rahat edecektim. Kollarını geçirirken biraz zorlansam bile en sonunda giymeyi başarınca odadan çıktım.

Ellerimle kabarık etekleri tutarak yürüdüm ve yanlarına geçtim. Hepsinin bana olan bakışlarına gülümseyerek baktım.

“Ay ablam,” diye bir tepki verdi Selen abla. Bir eliyle karnını okşarken gözleri yavaştan dolmaya başlamıştı. Umarım bu akşamı ve yarın akşamı ağlamaktan bayılmadan bitirebilirdi.

“Nasıl olmuşum?” dedim kendi etrafımda bir kez yavaşça dönüp. Karşımdaki boy aynasından kısaca kendime baktım. Çok güzeldi.

“Çok güzel olmuşsun halam.” diyen Lila’yla gülümsemem daha da genişledi. Üzerine kabarık eteği ve kuyruğu olan mor renk bir elbise giymişti. Saçlarını da salık bırakıp mor bir taç takmıştı.

Diğerlerine baktım sırtım kapıya dönükken. Onların arkama baktığını görünce ben de eteklerimi tutarak kapıya yönümü çevirdim.

Elinde kırmızı bir çiçek buketi olan, lacivert takımlarının bedenine olan uyumuyla nefesimi kesen pek sevgili kocam kapıyı açarak içeriye girdi.

Gözleri ağırca üzerimdeki bindallıda, saçlarımda ve yüzümde gezindi. Dudaklarında oluşan gülümsemesi bana bakmaya devam ettiği her saniye imkanı varmış gibi daha da artıyordu.

Elindeki çiçekle beraber bana doğru adımlar atarak tam karşımda durdu. Elini bana doğru uzatarak çiçek buketini iki elimin arasına bıraktı. Ben başımı eğip çiçeğe bakarken o da bir eliyle belimi kavradı ve bana bakmayı sürdürdü.

“Kamelya çiçeği,” deyince başımı kaldırdım ve yüzüne bakarken onu dinlemeye başladım. “Kaderi temsil eden bir çiçek. Bu çiçek, bir kişiye verildiğinde o kişiye ‘Kaderim senin elinde.’ mesajı veriyor.”

Diğer elini de çeneme getirip başparmağıyla okşadı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve “Kaderim senin elinde.” dedi. “Kaderimi seninle beraber yaşamaya hazırım.”

Dilim tutulmuş gibi onu dinlerken dudaklarımı aralayıp derin bir nefes çektim içime. Gamzeleri canıma okurken konuşmaya devam etti.

“Bu çiçeğin bir kokusu da yok. Yine bu çiçeği birine hediye etmek ‘Kokunu bu çiçeğe ver ki bu çiçeğin güzelliğiyle senin kokun dünyanın en güzel birleşimi olsun’ anlamına geliyor.”

Eğilip burnunu yanağıma sürttü yavaşça. “Kokun nefes almamı sağlıyor.”

“Canım,” dedim. Tüm gözleri üzerimde hissediyordum ve annemlerin yanında bu kadar romantikleşmesi kalbimin atışlarını değiştirmekle beraber azıcık da utandırıyordu.

“Biz yokmuşuz gibi devam edin.” diyen Selen abla ile gülümsedim ve kendimi geriye doğru çektim. Benim bu hareketime zorluk çıkartmadan bir adım kadar uzaklaştı benden. Bir elimle çiçeğimi tutarken diğer elimle de uzanıp elini sıkıca tuttum.

Diğerlerine kısa bir bakış attığımda düşüncelerimde yanılmadığımı gördüm. Abim bugün bizi rahat bırakmaya karar vermiş gibiydi sanırım çünkü gülümseyerek o da biziz izliyordu.

Ya da Akay’ın elindeki kozu düşünerek hareket edemiyordu.

“Hazırsanız çıkalım o zaman.” diyen babam ile başımı salladım. Çıkmadan önce makyajımı tazelemem gerekirse diye kuaför bana bir küçük kabın içerisine ruj koymuştu. Onları alınca kapıdan geçip dışarıya çıktık.

Bu sefer kendi arabamızın arka koltuğuna geçmiştik. Ön tarafa ise Doruk ve Lavin oturmuşlardı. Elimde çiçeğimi tutarken saçımın bozulmamasına dikkat ederek başımı omzuna yasladım. Bir kolunu arkama koymuştu, elini de belime sıkıca sarmıştı.

“Rahat mısın?” diye sorunca gülümsedim.

“Elbise beş kilo civarında olmasaydı daha rahat olurdum.” diye bir cevap verdim.

Bu söylediğimi ciddiye alıp “Rahat etmediysen yeni bir tane alalım şimdi.” deyince ben dahil arabadakiler de güldü.

“Saçmala, aşkım.” dedim alttan alttan ona bakarken. “Sonuçta bir kere oluyor bu. Ayrıca birkaç saat boyunca dayanırım elbette.”

“Heyecanlı değil misin yani?” diye sorunca anında kaşlarımı çattım. O gülerken ben ise oldukça ciddi bir şekilde kafamı kaldırıp Doruk’a baktım.

“Doruk, rota değiştirildi. Boşanmaya gidiyorum.” dediğimde Lavin güldü, Doruk “Emredersin yengem,” dedi. Akay ise Doruk’un bu tepkisine karşılık omzuna sertçe vurdu.

“Sen buna neden diyorsun ki? Deli biraz, vallahi yapar.” derken paniklemişti.

“Yengem ne diyorsa o.” dedi aynadan bana baktı.

“İyi o zaman.” dedim süzülerek. “Son bir şans veriyorum.” Yandan ona baktım.

“Emin misin?” diye soran Doruk’a Akay oldukça sert bakışlarını attı.

“Ne olsun istiyorsun sen ya!” dedi Lavin de. “Saçmalama.”

“Oğlum dua et ki bugünümü seni döverek mahvedemem.” dedi. Ardından bana döndü. Kolunu daha çok bedenime doladı ve beni resmen kendi bedenine yapıştırdı. Tabii ki kabarık eteğimden fırsat bulduğu kadar.

“Sevgilim,” dedi, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Şakağıma bir öpücük bıraktı. “Şunun yanında konuşup da ağzına laf verme be.” diye fısıldadı.

“Hıh,” dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek.

“Attığın tribe kurban olurum.” dedi şakağıma bir öpücük daha bırakıp. Anında ona döndüm ve rujum yüzünden öpemediğim için elimle bir yanağını sıkıştırdım gülümserken.

“Lavin,” diye seslendim. Onun yanından uzaklaşıp öne doğru eğildim. “Telefonumu verir misin?”

Hemen uzanıp telefonumu verince elime aldım ve geri yaslandım. Onun bedenine tekrardan sokulup kamerayı açtım. Kadraja ikimizi de aldım ve birkaç tane fotoğraf çektim.

Kendim çektikten sonra yeniden Lavin’e uzattım. Ondan bizi çekmesini isteyince arkasını döndü ve bir sürü fotoğrafımızı çekti. Telefonumu elime geri alınca hepsine teker teker baktım.

Kendi çektiğim fotoğraflardan birini sosyal medya hesabıma hikaye olarak paylaştım kocamı da etiketleyerek.

“Buraya bakın bir de iki saniye.” diyen Lavin ile başımı kaldırdım ve onun da telefonunun ön kamerasını hepimizi alacak şekilde ayarladığını gördüm. Hepimiz gülümsedik ve bu şekilde de bir sürü fotoğrafımız oldu.

Yaklaşık yarım saat geçtikten sonra kınamızın olacağı yere gelmiştik. Fotoğrafçımız olan Melis adındaki kadın ve eşi Faruk bizim yine bir sürü fotoğraflarımızı çekti. Hepsiyle bir albüm yapacaktık. Aynı fotoğraf çekimini yarın da olacaktı kınamızla düğünümüz farklı albümlerde olsun diye düşündüğümüzden.

Kınamızın başlamasına iki saat civarı kalınca hepimiz oldukça acıkmıştık. Abim telefonundaki uygulamadan yemek söylemişti. Biz kınanın olacağı yere yakın olan küçük bir eve benzeyen yerdeydik. Büyük bir odanın içinde koltuklar ve ayna vardı. Hepimiz koltuklara oturup yemek bekleyen yavru kuşlar gibi içeriye girecek abimi, Doruk’u ve kocamı bekliyorduk.

Kapının açılması ve hepsinin sırasıyla ellerinde poşetlerle girmesiyle gülümsedim. Poşetlerin fazlalığından anladığım kadarıyla oldukça fazla şey almışlardı.

Ortadaki masanın üzerine koydular ve poşetleri açıp içindeki yemekleri ve içecekleri çıkarttılar. Öncesinden plastik tabak, bardak, çatal ve kaşık gibi şeyler aldığımız için bu konuda rahattık.

Bir tane lahmacunu alıp ortasına salatadan koyup onu yemeye başladım. Üzerime dökmemem için önceden hazırlanan ve peçetelerin üst üste kucağıma koyulduğu düzenek sayesinde rahattım fakat yine de dikkat ediyordum.

Çorba da içmek istediğim için elimi kaplardaki çorbalardan birine uzattığımda Lavin benden önce davranıp eline aldı. “Akay, sen yana kaysana azıcık. Ben Elis’e yardım edeyim.” dediğinde gülümsedim.

“Hayır, Lavin. Ben hallederim, sen yemeğini ye.” dememe rağmen yanımdaki boşluğa oturdu ve kapağını açıp kabı bana verdi. Ben iki elimle kabı tutarken o kaşığı içine daldırdı ve bana yerdirmeye başladı.

“Lavin, ben de yardım ederim, sen yemeğini ye.” dedi Akay da.

Gülümsedi Lavin. “Benim için sorun yok. Asıl siz güzel bir şekilde yiyin yemeğinizi. Bir şeyler atıştırırsınız tabi o zaman da ama şimdi karnınızı doyurun.”

Ona bakarken gülümsedim. Bu yaptığı hareketin bana hissettirdiklerini anlatamazdım bile. Çok hoşuma gitmişti. Benimle bu kadar dikkatli bir şekilde ilgilenmesi kendimi daha iyi hissetmeme sebep olmuştu.

Doyduğumu söylememe rağmen tüm kabı bitirmemi sağlamıştı. Son bir saate girerken gelen misafirleri karşılayacak olan annem, babam, ablam, abim ve Lila son kez üzerlerini düzeltip dışarı çıkmışlardı.

İçeride öylece oturmak daha da panik yapıyordu insanı. Diğerleri ara ara girip çıkıyor ve etrafı kontrol ediyordu. Ben sürekli aynanın karşısında kendime ve makyajıma bakıyordum. Kocam olacak adam ise oturup sadece beni izliyordu.

Bir anda oturduğu yerden kalktı, bana doğru geldi. Gözlerimle aynadan onu takip ederken hızlıca elleri belime sarıldı ve beni havaya kaldırdı.

“Akay!” dedim beklemediğim için. O ise gülerken beni kendisine çevirdi. Havaya kaldırıp kendi etrafında bir tur dönünce beni de döndürdü.

“Hazırlık yapıyorum.” dedi en sonunda dönmeyi bırakınca. Dönmeyi bıraktı fakat beni yere bırakmadı. Elleri belimdeyken ayaklarım yere değmiyordu.

“Öyle mi?” dedim bende gülümseyerek.

“Öyle,” dedi gülümseyerek.

Gözlerini dudaklarıma çevirdi ve içi gidiyormuş gibi baktı. “O kadar çok istiyorum ki şimdi seni öpmeyi. Öyle güzelsin ki gözümde dayanamıyorum.”

Güldüm bu açık sözlülüğüyle. Uzaktan bir öpücük attım ona. “Öptüm say, aşkım.” dedim.

“Sayamam ki ben, aşkım.” dedi dudaklarını büzerek. “Ben saymayı bilmiyorum. Bana göstermen lazım. Sayıları da bilmiyorum. Öğretmen lazım.”

“Akay,” dedim gülümserken. “Hadi, bırak artık beni. Kolların ağrıyacak. Sonra güzel oynayamazsın.”

“Bırakmam,” dedi daha da havaya kaldırarak. Az önce onunla aynı boydayken şimdi bana aşağıdan bakıyordu.

“Ayrıca ben saymayı da bilmediğim için bana eylemlerle anlatman da lazım.” dedi. Uzanıp boynuma bir öpücük bıraktı. Geri çekilmedi öpse bile, burnunu boynuma sürttü derin nefesler alırken.

“Elis, hadi yavaştan hazırlanın.” diyerek birden odaya dalan Lavin ve Selen abla bizi görünce durdular.

“Ama bir durun yani, birazdan kınanız var sizin.” dedi Selen abla. İkimizin de bakışları onlara dönmüştü ve sadece bakışıyorduk. Akay’ın beni havada tutmaya devam ettiğini gören Selen abla “İndir sen de kızı. Halter kaldırıyor sanki, tipe bak.” dedi.

Yeni farkına varan ben ise Akay’ın omzuna elimle vurdum. “Bırak beni.” dediğimde istemeye istemeye beni bıraktı. Ayaklarım yere değince kollarımı ondan çektim ve kapıda bizi izleyenlere baktım.

“Ne oldu?” diye sordum.

“Ne mi oldu?” dedi Selen abla. “Kınan var da dışarıda. İsterseniz burada cilveleşmek yerine bir dışarı çıkın.”

Anında eteklerimi tutarak koltuğun yanına ilerledim. Yan taraftaki kırmızı, bilekten bağlamalı topuklu ayakkabılarımı aldım ve giymeye çalıştım. Giyemedim. Hepsi bana bakarken ben kabarık eteğimle cebelleşmeye başladım.

Bu halime dayanamayan Akay yanıma geldi ve ayağıma geçirdiğim ayakkabının bileğindeki tokasını taktı. Diğerini de aynı şekilde hızlıca giydirdi. Kalkacağım sırada elini uzatıp elimi tuttu ve beni kaldırdı.

Başımı kapının oraya çevirdiği sırada annemlerin de geldiğini gördüm. Elinde bir kutu tutuyordu. Gülümserken yanıma yaklaştı. Karşıma gelince kutuyu açtı. Bakışlarım kutunun içine iliştiğinde gördüm şey ile gözlerimi ona çevirdim.

“Anne, bunlar çok fazla.” dedim.

Kutunun içinde bir takı seti vardı. Kırmızı renk taşlardan oluşan ve oldukça parıltılı bir kolye ve küpe seti vardı.

“Öyle olur mu hiç, Elis’im?” dedi. Kutuyu yanımdaki Akay’a uzattı ve kolyeyi eline alıp boynuma taktı. Ellerini geri çekip bana baktı. Gözleri dolmaya başlamıştı yavaştan.

“Teşekkür ederim.” dedim ve başımı eğip kolyeye baktım. Bindallıma çok güzel uymuştu.

“Beğendin mi?” diye sordu.

Başımı kaldırıp ona baktım gülümseyerek. “Çok beğendim, anne.”

Kollarını sıkıca bedenime doladı. Sıkıca sarıldı, saçlarımı ve sırtımı okşadı.

Geri çekildiğimizde küpelerimi de kendim taktım. Artık hazır olduğumda diğerleri de yavaştan çıktılar. Akay yanıma geldi ve gülümseyerek bana baktı. Ben ise gülümseyerek gamzelerine.

Bir elimle çiçeğimi tutarken diğer elimle de onun koluna girdim. Son kez birbirimize baktık ve açık olan kapıdan dışarıya çıktık.

Çiçeği tuttuğum elimle yavaşça kabarık eteğimi de tuttum kolay yürüyebilmem için. Çimlerin üzerindeki yoldan yürümeye başladık. Anında tüm gözlerin bize döndüğünü hissettim.

Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde Selen ablanın ve Lavin’in gülümseyerek videomuzu çektiğini gördüm. Önümüzdeki masalarda oturan davetlilere de dudaklarımdaki naif bir gülümsemeyle baktım. Biz adımımızı attığımız anda arkamızda çalan bir şarkı vardı. Alkış seslerinin arasından duyulan bir şarkı.

Son arzum.

Başımı sol tarafıma çevirerek bana bakan gözlere baktım. Kalbimden gelen bir tebessümle ona baktım.

Oydu işte benim arzum. İlk de son da oydu benim için. Her anım, her saniyem, nefesim, hilalim oydu benim. Nefesim olmasa yaşayamazdım. Hilalim olmasaydı karanlıkta kalırdım.

Bana nefes olmuştu.

Beni karanlıktan kurtarıp aydınlığa çıkartmıştı.

Şarkı sözleri etrafımızı sararken ortadaki bizim için ayrılan alana geçmiştik. Hemen yanımıza koşan Lavin’e çiçeğimi uzatmıştım.

Karşıma geçen Akay’a baktım. Ellerini belime sardı sıkıca. Ben de iki elimle omzuna tutundum. Yavaş hareketlerle dansımıza başlarken sanki bakışları beni etkisi altına almıyormuş gibi gamzeleri de kalbimin teklemesine neden oluyordu.

Açık gitmez gözlerim

Ölsem bile sevgilim

Kulaklarımda çınlıyor

Beni anlatan sözlerin

Aşkıma hiç dokunma

Bırak öylece kalsın

Gerçek sevgi neymiş

Bilmeyenler anlasın

Aklıma beni bana anlattığı zaman geldi kısa bir anlığına. Çok kez anlatmıştı bana beni. Her seferinde de hayret etmiştim. Basit bir kadındım ben. Beni başka insanlardan ayıran, özel kılan bir şeyim de yoktu.

Benim bu düşüncelerime karşılık beni öyle bir anlatıyordu ki… Öyle saf bir sevgiyle bana yaklaşıyordu ki kalbim eriyordu.

Anlamıştım.

Ben özel değildim evet, ama beni özel kılan onun sevgisiydi.

Beni onun bakışı güzelleştiriyordu.

Sevildikçe güzelleşiyordum.

Son arzun nedir diye

Gelip de bana sorsalar

Gözlerime bakıp da

Her şeyi anlasalar

İki eli de belimdeyken beni daha sıkı kavrayıp havaya kaldırdı ve aynı birkaç dakika önce yaptığı gibi etrafında dönüp beni de döndürdü. Ayaklarım tekrardan yerle temas edince yüzünü bana yaklaştırdı. “Gözlerime bakıp da sadece Çiçek’imi sevdiğimi anlasalar.” dedi yüreğimi ısıtan sesiyle.

“Gözelerime bakıp da sadece beni aydınlatan Ay’ımı sevdiğimi anlasalar.”

Şarkı bitince bu kez de Bırak Sende Kaybolayım çalmaya başladı. Dans etmek isteyen davetliler de bizim etrafımızda dans etmeye başlamışlardı.

Abim bir koluyla Lila’yı kucağında tutarken diğer eliyle de karısının belini kavramıştı. Selen ablanın da bir eli kızını sırtındayken diğer eli abimin omzundaydı. Lavin iki eliyle Doruk’un ensesine sarılmış ve başını da omzuna yaslamıştı. Annem ve babam da birbirlerine sarılmış dans ediyorlardı. Aynı şekilde Lale teyze ve Doruk amca da.

Aşk serseri bir kuş

Bazen istesen de tutamazsın

Aç kanatlarını

Bırak korkuların orda kalsın

Biz seninle sonsuz olalım

Her sabah yanında uyansam

Gözlerinde yakamoz olsam

Ömrümü ömrüne doladım

Bırak sende kaybolayım

Sonrasında ise nedimelerim olan Selen abla, Lavin, velilerimden Duygu ve öğretmen arkadaşlarımdan Nalan ile beraber tekrardan giriş yapmıştık.

Benim evleneceğim için çok hevesli olan içinde Lila’nın da olduğu kız öğrencilerimden sekizi günlerdir teneffüslerde yaptıkları dansı yapacaktı. Onları izlerken ise oldukça eğlenmiştim. Birbirleriyle olan uyumlarını ve yeteneklerini hayranlıkla izlemiştim.

Öğrencilerimin bu küçük gösterileri bitince sıra bendeydi. Ortaya çekilen bir sandalye vardı. Kocam bey oraya oturmuş, bacaklarını hafifçe aralamış ve ellerini de birbirine kenetlemişti. Elimde etrafı süslenmiş bir testi vardı.

Ortada oturan kocamın yanına doğru ilerledim bir elimde testiyi tutarken. Dirseğimi omzuna yasladım ve en cilveli halimle ona doğru eğildim.

“Aşkın ateşine dağlar dayanmaz,

Aşkı bilmeyenler gönülden yanmaz,

Aşk bir hastalıktır tabip anlamaz,

Aşka yardan başka, yardan başka

Bana senden başka çare bulunmaz.”

Gülümsediğini gördüm bana bakarken. Elimle saçımı ona doğru savurdum. Bir elimle eteğimi tutarken etrafında dönmeye başladım. Sonrasında eteğimi tutmayı bıraktım ve elimi de hareket ettirerek oynamaya başladım.

Yanından geçerken hafifçe ona doğru eğiliyordum, omzuna elimle boylu boyunca dokunuyordum.

“Geçen ömür geçip gitsin ne çıkar

Aşk olmazsa insan hayattan bıkar

Aşk insanı can evinden yakalar

Aşka yardan başka, yardan başka

Bana senden başka çare bulunmaz

Yardan başka, senden başka

Bana senden başka çare bulunmaz

Seni anan benim için doğurmuş, canım

Hamurunu benim için yoğurmuş, canım

Seni anan benim için doğurmuş, canım

Hamurunu benim için yoğurmuş, canım”

Gözlerinin içine baktım gülümseyerek. Gözlerimin içine baktı gülümseyerek. Onun karşısında geriye doğru ilerledim ve aramızda mesafe bıraktım. Testiyi iki elimle kavradım ve sertçe önümüze doğru yere attım.

Kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü sakince. Başını hafifçe sola eğdi. Bu hareketinden yaptığımı beğendiği gayet iyi şekilde anlaşılıyordu.

Ortalık kısa sürede toplanınca bu kez de şarkılar açılmıştı ve davetlilerle beraber olarak topluca dans ediyorduk. Şarkılar değişirken benim isteğim üzerine annemin ve ablamın haberi olmadan bir şarkı çalmaya başlamıştı. İkisini de elinden tutarak yanıma, en ortaya çektim. Şarkının melodisinden hangi şarkı olduğunu anlamış olmalılar ki gülümsemeye başladılar.

Onlara bakarken ben de şarkıyı söylemeye başladım.

“Oy atlıya atlıya

Derdimin dermanına

Oy atlıya atlıya

Derdimin dermanına

Allah nasip ederse

Boynu kravatlıya

Allah nasip ederse

Boynu kravatlıya,”

Bakışlarım anneme ve ablama dönükken ikisinin elini de tuttum.

“Kaynanam melek gibi

Görümcem çiçek gibi

Kaynamam melek gibi

Görümcem çiçek gibi

Oğlunu sorarsanız

Çekilmiş ipek gibi

Oğlunu sorarsanız

Çekilmiş ipek gibi,”

Ablamın elini bıraktım ve annemin tek elini başının üzerinde çevirip etrafında döndürdüm. Aynısını ablam için de yaptım.

“Oh ya oh ya aldım ya,

Sonunda gelinin oldum ya,

Oh ya oh ya aldım ya,

Sonunda gelinin oldum ya,”

  *****

“Elis Hanım, bu şekilde oldu isteğinize göre.” diyen kuaför fırçaları göz kapağımdan çekince ben de gözümü açtım ve aynaya doğru yaklaştım.

Kirpik diplerim boyunca çekilen kaleme ve oldukça parıltılı göz makyajıma tebessümle baktım. Koltukta geriye yaslandım, başımı da geriye doğru yasladım. “Çok beğendim, diğerine de aynısını yaparsanız çok güzel olur.” dedim gözlerimi kapatırken.

“Tabii ki, hemen hallediyorum.” diyen kadın bu kez de sol gözüme geçti.

Dün en az rüya kadar güzel bir gün yaşamıştım. Kınamız her saniyesinden keyif almış ve oldukça fazla eğlenmiştim. Tüm gece boyunca neredeyse hiç oturmamıştım. Bu sebepten ayaklarım biraz ağrısa bile bu kadar güzelliğin yanında bir hiçti benim için.

Şimdi ise birkaç saat sonra başlayacak olan düğünüme hazırlanıyordum. Düğünümüz de yine açık bir ortamda olacaktı fakat farklı bir yer seçmiştik. Kınamızın olduğu yerdeki gibi yine küçük bir eve benzeyen, son hazırlıkları yapabileceğimiz yer de vardı. Aynı şekilde fotoğraf çekineceğimiz arka planlar da.

Dün kınamıza gelmemişti annemin kardeşleri. Sanırım sadece bugün gelmeyi planlamışlardı. Onların gelmemesine rağmen oldukça fazla kişi vardı.

Gelmeyenlerin arasında Buseler de vardı. Ne annesi ne de onlardan başka biri gelmişti. Gelmemelerine asla üzülmüyordum ama tek üzüldüğüm kişi Buse’ydi. Söylemese bile gelmek istediğini çok iyi bir şekilde anlayabiliyordum. Öğrencilerim teneffüslerde tahtadan video açıp dans ederken o, sırasında oturup ve başını masaya yaslayıp sadece onları izliyordu.

O günden de içimden geçirdiğim gibi düşünüyordum hala. Masumdu, en az kendi halinde akan bir nehir kadar saftı. Kendi duyguları ve başka insanların duyguları arasında kısılmıştı.

Ona hiç kızmıyordum, kalbimde ona karşı bir nefret asla yoktu ve asla da olamazdı. Sadece annesine karşı bakış açım oldukça değişmişti. Düşünceleri temiz olan bir kızdı, çevresi ise onu yavaş yavaş kirletmeye çalışıyordu.

Kınamızdan bir gün önce uyumak için yatağa yattığımda Akay’la konuştuklarımız aklıma geldi. Bana Buse’leri çağırıp çağırmadığımı sormuştu.

Ben de gruptan yazdığımı ve eğer isterlerse herkes gibi gelebileceklerini söylemiştim. Yüzü düşmüştü. Uzanıp yanağından öpmüştüm. “Boş ver,” demiştim. “Eğer gelirlerse de bizim ne kadar mutlu olduğumuzu görürler.”

“Benim Lila’mı da üzmüşler, seni de saçma sapan işlerle uğraştırdılar.” demişti sırtımı okşamaya devam ederken.

“Sen bizi üzen herkese karşı bu kadar sert mi olacaksın?” diye sormuştum ben de bir elimle ensesini okşarken.

“Benim sevdiğim insanları üzenlere karşı kin tutacağım.” demesi ise beklendikti. Durmuştu, birkaç saniye sonra ise “O it senin yanına gelmeye devam ediyor mu?” diye sormuştu.

“Sadece Buse’yi bazen almaya geldiğinde bana bakıyor, sonra da çekip gidiyor.”

“Nasıl bakıyor?” diye sormuştu. Söylediğimden rahatsız olduğu belliydi. “Seni rahatsız ediyor mu bakışları?”

“Hayır, rahatsız etmiyor. Ayrıca, nasıl baktığını biliyorum ama asla senin bana baktığın gibi bakmadığı kesin.” Yanağından öpmüştüm sonrasında uzanıp.

Annesiyle konuşmam pek de iyi bitmemişti. Ben sakin kalıp ona olayı anlatmaya çalıştıkça kızının yalan söylediğini söyleyip durmuştu. Oysa biliyordum, Buse bana asla yalan söylememişti. Bunu, ona ve annesine bakınca anlıyordum. Kimin doğru, kimin yalan olduğu belliydi.

Makyajlarımız bitince diğerleri hızlıca hazırlanmaya gitmişlerdi. Selen abla bu kez yeşil ve tek omuzlu bir abiye giyip saçlarını topuz yaptırmıştı. Lila beyaz renk bir gelinlik giymişti. Annem mor uzun bir abiye, Lale teyze siyah uzun bir abiye giymişti. Lavin ise kırmızı, enseden bağlamalı ve yine sırt dekolteli bir kırmızı abiye giymişti.

Şu an sadece benim, Akay’ın ve Doruk’un bildiği bir şey vardı. Bunu ise en güzel yerde herkesin öğrenmesini sağlayacaktım.

Ben de gelinliğimi giymeye gitmiştim ve bu kez arkasındaki ipleri bağlayamadığım için ellerimle göğüslerimden düşmemesi için gelinliğimi tutarken odanın kapısını açıp “Abla,” diye seslenmiştim.

“Ne oldu, Elis?” diyerek yanıma geldi. Yanıma gelince sırtımı ona döndüm.

“Bağlayamadım ben bunu.” dedim başımı arkama çevirirken.

“Tamam, bağalarım.” dedi ve ipleri tuttu elleriyle. Kısa sürede bağladıktan sonra eteklerimi tutarak ona döndüm. Gülümsedi üzerimdeki gelinliğe bakarken. Ben de onun kapının kenarına doğru çekilmesiyle dışarıya çıktım.

O sırada Akay’ın çoktan geldiğini ve ayakta durarak beni beklediğini gördüm. Takım elbisesiyle bir bütün gibi görünen aynı renkte bir kravat takmıştı. Bakışlarım ellerine düştüğünde bu kez elindeki beyaz bir çiçek buketini gördüm. Yanıma doğru ilerledi ve bir eliyle belimi kavrayıp kendisine çekti.

Çiçeği bana doğru uzattı. “Manolya çiçeği; saflığı, sadakati ve bağlılığı temsil ediyor. Aşkın asilliğini temsil ediyor. Aşkın ne kadar asil olduğunu anlatmak için kullanılırmış.”

Çiçeği elime aldım ona bakarken. İki elimle sıkıca tutarken o konuşmaya devam etti.

“Düşündüm ki, bu kadar asil bir kadına en fazla aşkın asilliğini anlatan bir çiçek yakışır.” Bana doğru eğilip yanağıma bir öpücük bıraktı.

Kelimler ağzımdan çıkmazken ve sadece onun büyüsüne kapılmışken kısa süre içerisinde buradan çıkıp arabalara yerleşmiştik. Dünkü gibi biz arka koltuğa otururken önümüzde Lavin ve Doruk vardı.

   *****

Düğünlerinin olduğu yere çoktan gelmişlerdi. Telefondan söyledikleri yemekleri de eğlenerek yedikten sonra Nilda, Gurur, Selen, Fatih ve kızları gelmeye başlayan misafirleri karşılamak için girişin orada duruyorlardı.

Bazı kişiler gelmişken Nilda içten içe bir kişinin gelip gelmeyeceğini merak ediyordu. Gelinin öğretmen arkadaşlarından biri olan genç kadına gülümsemesiyle “Hoş geldin, kızım.” derken ona şeker ve kolonya uzatan torununa baktı kısa bir an. Sonrasında başını sağa doğru çevirdi ve gördüğü yüzler ile nasıl tepki vereceğini bile bilemedi.

Kız kardeşi Nesrin yanında ilerleyen ailesi ile birlikte büyük beyaz kapıdan içeriye girmişlerdi. Hepsine baktı Nilda, üzerlerine giydikleri ve yaptıkları makyajın abartısına baktı. Yeğenin yanındaki genç adam onun sevgilisi olmalıydı.

“Nesrin,” dedi tam karşısına geçince. “Hoş geldiniz.”

Aynı Nilda’ya benziyordu Nesrin. Aralarındaki tek fark kahverengi gözleriydi. Onun dışında birbirlerinin aynısıydılar.

“Nilda,” dedi o da. “Hoş buldum.” Bakışları etrafta gezindi kısa bir an. Sonrasında yüzünde alaycı bir ifadeyle gülümsedi. “Kendi kanından olmayan bir çocuk için sence de fazla değil mi bunlar?”

“Amacın olay çıkartmaksa şimdiden git.” dedi Nilda sertçe. “Oğlumun ve kızımın en güzel gününü mahvetme.” Tam bir şey söyleyeceği sırada elini aralarına kaldırdı. “Ayrıca ben senin gibi toplumun benim için sunduğu kalıplara uymam. Doğurmakla anne olunmuyormuş, değil mi?”

Nesrin de aynı şekilde baktı. Kızından üç yaş büyük olan bir oğlu vardı fakat asla birbirleriyle konuşmuyorlardı. Onun hiçbir kararına saygı duymamıştı Nesrin. Okulda sırf birkaç derste başarısız olduğu için onu defalarca kez cezalandırmış ve odasına kilitlemişti.

Onun aksine Nilda çok severdi Mehmet ve eşi Selin’i. Doğru düzgün konuştuğu bir tek onlar vardı. Mehmet ise şimdi eşiyle birlikte bir şirkette çalışıyordu. Evet, bir dönem dersleri kötü olabilirdi çünkü hedefleri yoktu. Liseye geçince ise ilk gün aynı sınıfa düştükleri Selin ile derslerine asılmaya başlamıştı. Onunla aynı üniversiteyi kazanmayı hayatı boyunca yaptığı en iyi şey olarak hatırlayacaktı.

“Her seferinde benim yüzüme bunu mu vuracaksın?” diye sordu.

“Her seferinde kendi beceremediğin anneliğin hırsıyla benim anneliğimi kıskanmaya devam mı edeceksin?” dedi Nilda da gram çekinmeden.

“Annemle bu şekilde konuşamazsın!” dedi sertçe yanındaki kızı. Adı Sedef’ti ve her şeyiyle annesinin kopyası gibiydi.

Fakat Selen de aynı annesinin kopyasıydı.

“Asıl senin annen benim kardeşim hakkında bu şekilde konuşamaz, Sedef!” dedi Selen de. “Annemin de az önce dediği gibi, olay çıkartıp kardeşimin en mutlu gününü bozacaksanız gidin.”

O esnada bakışlar Nilda’nın omzuna atılan elin sahibine döndü. Birbirlerinden başka kimseyi görmeyen bu iki aile hemen yanlarına gelen Mehmet ve Selin çiftinden de habersizdi.

“Teyzem,” diyen genç oğlana döndü Nilda’nın gözleri. Sarı saçlar ve kahve bir çift göz gördü. Ona gülümseyerek bakıyordu.

“Teyzem,” dedi Nilda da. Sıkıca ona sarıldı. Ondan bir hayli uzun olan beden de ona sarılırken hafifçe eğilmek durumunda kalmıştı.

Gözlerini Selen’e çevirdi sakince. Gülümsedi. Selen da aynı şekilde ona.

“Hoş geldin, oğlum.” dedi Nilda ayrıldıklarında gülümserken.

“Hoş buldum, teyzem.” derken gözü sadece önündeki ona gülümseyen kişilerdeydi. Arkasındakileri umursamıyordu bile. Ne annesi ne babası ne de kardeşi umurundaydı.

Nilda bu kez hafifçe eğilerek Mehmet’in elini tutan kız çocuğuna sarıldı.

“Nilda teyzem,” diye şakıdı Öykü.

“Güzelim benim.” dedi Nilda da.

Küçük kızdan ayrıldıktan sonra Selin’e uzandı ve ona da sarıldı. Kucağındaki küçük kız bebeğini kucağına aldı. Öykü beş yaşındayken İnci’nin bir yaşına girmesine iki ay kalmıştı.

Mehmet bu kez “Abisinin gülü,” diyerek ona gülümseyerek bakan bedene sarıldı. Sedef değildi sarıldığı kişi. Ona daha çok kardeşlik yapan ve çocukluğunun yanında geçtiği Selen’di.

Geri çekilince büyüyen karnına baktı tebessümle. “Çınar geliyor desene.” dedi.

“Geliyor dayısı, geliyor.” diyen Fatih’e döndü bu kez. Dosta bir sarılma gerçekleşti ikisinin arasında da. Gurur’la da aynı şekilde kısa bir sarılmanın ardından birbirine sarılan kızlara döndü bakışları.

“Seni çok özledim.” dedi Öykü.

“Ben de çok özledim.” dedi Lila.

Mehmet eğilip ikisini de kucağına aldı ve kollarıyla sarıldı.

Arkasına bakmamaya devam ediyor ve sadece gülümsüyordu. Ailesi yanındaydı, arkasında kalanlar önemli değildi.

“Ben şu kardeşimi bir göreyim. Neredeler?” diye sordu.

Selen elini arka taraflarında kalan yere uzattı. “Oradalar.” Sonrasında Öykü’ye döndü. “Babanla gideceksen git, sonrasında da hemen gel yanımıza. Gelenlere şeker verirsin.” dedi gülümseyerek.

Lila tekrardan annesinin yanına gelirken ve diğerleri oradan uzaklaşmışlardı. Nesrin gitmemişti bir yere, duruyordu öylece.

“Hani, nerede kızın ailesi? O da mı senin Akay gibi annesiz ve babasız.”

İşte bu Nilda için patlama noktası olmuştu.

“Benim annesi, var mı bir diyeceğin! Gelinimin annesi benim, başka birine gerek yok!” dedi sertçe. “Ne canını yaktı? Senin o sevmediğin oğlumun mutluluğu mu battı sana?” Yüzünü ona yaklaştırdı. Parmağını suratına doğru salladı. “Daha çok batsın, Nesrin! Benim oğlumun mutluluğunu gördükçe rahat edeme!”

“Ne batması ya? Sen ne diyorsun?” diyen Sedef, Selen’in bakışlarını görünce susmak zorunda kaldı.

“Asıl siz ne diyorsunuz? Var mı gerek ailesine? Sizin sanki bir aileniz varmış gibi insanları eleştirmeyi bırakın. Sanki senin ailen tam!” Önüne gelen saçını omzunun üzerinden geriye attı. “Oğlun çığlık çığlığa ağlarken ona sahip çıkan annemdi, sen neysen bahsediyorsun? Burada gelip bize aile dersi mi vereceksin şimdi! Senden bin kat iyi bir anneye annelik mi öğreteceksin! Git önce kendin öğren!”

Fatih bir elini eşinin beline sarıp okşadı rahatlatmak için. Aynı zamanda karşısındakilere baktı. “Benim abisi, var mı diyeceğin bir şey? Benim kız kardeşim Elis. Ailesi de kanı da canı da benim.”

“Mesut!” dedi Gurur da. Susmuştu ama buraya kadardı. “Ya sessizce geçin içeri oturun ya da şimdi buradan gidin! Ailemi üzmenize göz yumamam.”

“Nesrin, sus da geç içeri.” dedi kolundan kavrarken. “Hadi,”

Hızlı adımlarla içeri geçmişlerdi. Arkalarına bile dönüp bakmamışlardı.

“Sinirlerimi alt üst etti pislikler.” dedi Selen bir eliyle karnını okşarken.

“İyi misin, kızım?” diye soran babasına gülümsedi.

“İyim ama oğluma dua etsinler. Sinirlenip canımın içini tehlikeye atamam.” dedi.

“Anne, boş ver sen onları. Kendine dikkat et.” diyen kızına baktı. Bakışları çok masumdu.

“Annem,” dedi eğilmeye çalıştı ama davul gibi karnından eğilemedi. Fatih ona yardım etmesiyle Lila’yı kucağına aldı. Sıkıca sarıldı kızına.

   *****

Koltukta oturup zamanın gelmesini beklerken sadece ikimiz kalmıştık. Zorlansam bile ayaklarımı yukarıya kaldırıp Akay’ın dizlerinin üzerine koymayı başarmıştım. O ise topuklu ayakkabılarımı giydirmiş ve ayak bileklerimi ovuşturuyordu.

O sırada kapının tıklatılması ile ayaklarımı onun kucağından çekip yere bıraktım. Bakışlarımı yavaşça aralanan kapıya çevirdim. Bir adam açmıştı kapıyı, eliyle küçük bir kızın elini tutuyordu. Akay onu görünce hemen oturduğu yerden kalmıştı. Ben de eteklerimi tutarak kalktım ve onlara doğru ilerledim.

“Abi,” dedi Akay ve ona gülümseyerek bakan adama sıkıca sarıldı. Dostane bir şekilde omuzuna iki kere vurdu adam, o da aynı şekilde ona.

Arkasından içeriye giren, en az bir kuğu kadar zarif kadına döndüm. Üzerinde siyah bir elbise vardı ve elbisesiyle aynı renkte bir şal takıyordu. Belirgin yüz hatlarını siyah bir gözlük tamamlıyordu. Kucağında ise yüzü kendisinin kopyası olan bir bebeği tutuyordu. Gülümsemesine karşılık ona naif bir tebessümle baktım.

Sonrasında bakışlarımı ondan çekip “Hoş geldiniz.” diyen Akay’a baktım.

“Gelmez olur muyuz hiç? Ben burada kardeşimi en mutlu gününde yalnız mı bırakacağım?” dedi.

Hepsinin bakışları bana dönerken Akay elini uzatıp elimi kavradı.

“Elis,” dedi beni tanıtarak. “Karım.” Sonra da bana döndü. “Kuzenim Mehmet abim ve eşi Selin abla.”

Onları tabii ki de tanıyor ve kim olduklarını biliyordum. Annem, Akay ve Selen abla defalarca kez anlatmışlardı.

“Memnun oldum,” diyerek elini uzatan adama ben de elimi uzatarak tokalaştım. Sonrasında isminin Selin olduğunu bildiğim kadınla sarıldık. Bir eliyle sırtımı okşarken diğer eliyle bebeğini tutmaya devam etti.

“Çok güzel olmuşsun, tatlım.” dedi Selin abla ayrıldıktan sonra. “Sonunda tanışabildik.”

“Çok teşekkür ederim, siz de çok güzel olmuşsunuz. Ayrıca ben de sonunda tanıştığımıza çok sevindim.”

“Çok güzel olmuş,” diyen kız çocuğunun sesini duyunca ona döndüm. Aynı Mehmet abi gibi sarı saçları vardı fakat kıvırcıktı. Bana gülümseyerek baktı. Üzerinde mavi, çiçekli bir elbise vardı.

“Teşekkür ederim, sen de çok güzel olmuşsun.” dedim.

“Saçların da çok güzelmiş.” dedi beni incelemeye devam ederken. “Keşke benim saçlarım da senin gibi olsaydı.”

Gülümseyerek ona doğru eğildim. Ellerimle yarım toplanmış saçlarını okşadım. “Hiç de bile.” dedim elimi saçlarında gezdirmeye devam ederken. “Asıl keşke benim saçlarım senin gibi olsaydı. Ne kadar güzel, kıvır kıvır. Hem de sapsarı, prenses gibi. Sana çok yakışıyor.”

Gözlerinin parıldadığını gördüm bir an. Biraz utandığını babasının tuttuğu eline daha çok yanaşıp sallanmaya başlamasından anladım.

“Utandı ablası,” diyen babasına “Ya, baba,” demesi ise bugün gördüğüm en tatlı şeydi.

Adının Öykü olduğunu hatırlamama rağmen, “Adın Öykü’ydü değil mi?” diye sordum.

Başını olumlu anlamda sallarken “Hı hı,” dedi.

Eğildiğim yerden onun yanağını okşayıp kalktım ve bu kez de Selin ablanın kucağındaki kız çocuğuna ilerledim. “Burada da ikinci bir prenses varmış.” dedim. Ona bakarken gülümsemeye başladım.

“İstersen kucağına alabilirsin.” diyen Selin ablaya baktım. Söylediği şeyin ardından gülümserken “Ama ilk bebeğin kız olur bak.” dedi.

Bunu tabii ki ben de biliyordum. Bakışlarımı Akay’a çevirdim ve kısaca ona baktım. Kollarımı uzattım İnci’yi almak için. “Alıyorum bak,” dedim.

“Al bak,” demesine karşılık gülümseyerek İnci’yi kollarımın arasına aldım.

“Ay, sen çok güzelsin.” dedim ona daha yakından bakınca. Ellerini boynuma doğru uzattı, yumruk yapmıştı. Ağzını açıp kapattı gülerken. Üzerinde mor bir elbise vardı. Başında ise pembe bir bandana. Çok tatlı duruyordu. Saçları da yine babası gibi sarıydı.

“Akay, baksana.” dedim onun yanına doğru giderken. Bir elini belime diğer elini de İnci’nin karnına koydu. Ona doğru eğilip baktı gülümserken.

“Öykü, sen de git yanlarına, bir fotoğrafınızı çekeyim. İlerde kızınız olursa kızlarıma bir teşekkür edersiniz artık.” dedi gülümserken.

Akay, yanımıza gelen Öykü’yü tek hamlede kucağına almıştı. Bir eliyle belime sarılmaya devam ederken bizi çeken kameraya bakıp gülümsedim.

Birkaç tane fotoğrafımız çekilince onlar da çıktılar ve kısa bir süre sonrasında da biz çıktık. Yine bir elimle çiçeğimi tutarken diğer elimle onun koluna girmiştim. Bu kez biz dansımızı edeceğimiz alana kadar sade bir melodi çalmıştı.

Çiçeğimi yine yandan elini uzatan Lavin’e uzattım ve en ortaya geldiğimizde benim ellerim onun ensesine, onun elleri benim belime sarıldı. O sırada kulağıma çalınan ses ile gülümseyerek onun bana baktığı gibi ona baktım. Rafet El Roman’dan Bana Sen Lazımsın çalıyordu.

Ne güz, ne güller ister

Bu kalp bir sende titrer

Yak hadi durma

Senin bu küller

Ne yazı, ne kışı bekler

Bu kalp bir seni özler

Vur hadi durma

Senin bu izler

Bana sen lazımsın

Başımı omzuna yasladım. Gözlerim bir saniye bile gözlerinden ayrılmamıştı. Ona baktıkça heyecanım tatlı bir sevince yerini bırakıyordu. Bir bakışı bile içimdeki karmaşayı dindiriyordu.

Ardından şarkılar teker teker açılmaya devam etti. Dün oynadığımız gibi yine annem ve ablamla aynı şarkıyla oynamıştık.

Bugün dünden farklı olan bir şey vardı. Üzerimde hissettiğim birkaç kişinin bakışı. Asla rahatsız olup geriye çekilmiyordum. Ayrıyeten daha çok eğleniyor ve bunu da belirtmekten hiç çekinmiyordum. Bilerek onların gözünün içine bakarak eğleniyordum.

En sonunda ise elimde bu kez kırmızı güllerim vardı. Bu gülleri ben seçmemiştim, özel olarak başka biri seçmişti. Kendi çiçeğimi atamayacaktım. Onu bir çerçevenin içinde saklayacaktım. Şimdi ise elimde tuttuğum gülleri gelin çiçeği sayarak arkamda toplanan kızlara atacaktım.

Daha doğrusu atmayacaktım, bunu şu anlık sadece üç kişi biliyorduk.

Arkada Sevmek Zamanı çalarken ben ise doğru zamanı bekliyordum. Çiçeği başımın üzerinden atacak gibi yaptım fakat son anda atmadım. Onun yerine arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

Elimde çiçeği tutarken adımlarımı sadece tek bir kişiye çevirmiştim.

Lavin’e.

Bana şaşkın bir şekilde bakarken yine de elini uzatıp çiçeği tuttu. Bu esna da ise şarkı değişti. Lavin’in arkasındaki kadınlar yavaşça ve alkışlayarak yanlara doğru çekilirken ben de geriye doğru gittim ve kameranın sadece onları çekmesine izin verdim.

Doruk, elinde bir kutunun içinde tektaş bir yüzük tutuyordu. Lavin’in arkasında tek dizinin üzerinde çömeldi. O esna da ise etrafta bizim dans ederken etrafımızı kaplayan dumanlar çıktı.

Bu kez bizim için değil, Doruk ve Lavin içindi.

Lavin, arkasından ayrılan kadınları fark edip arkasını döndü ve hemen arkasında dizinin üzerinde çökmüş, elinde bir kutunun içinde tektaş yüzüğü tutan sevgilisine şaşkınca baktı. İki elini de kaldırıp dudaklarının üzerine kapattı.

“Benimle evlenir misin, sevgilim?” dedi Doruk. Şarkı sesinden duyulmuyordu fakat kımıldayan dudaklarından bunu anlamak zor değildi.

“Ömrüm boyunca bir tek seni sevdim, sadece sana aşık oldum. Kalbimi seninle hissettim. Benim, bizim kalbimiz olmaya ömrümüz boyunca devam eder misin?”

Ne kadar şaşırsa bile hemen başını salladı Lavin ve ellerini dudaklarının üzerinden çekti. “Evet,” dedi.

Doruk eğildiği yerden kalkınca yüzük Lavin’in umurunda bile olmadı. Sadece sevgilisini kendisine çekip sarıldı. Sıkı sıkı sarıldı.

Sormadım neden nasıl şu göğsümde yerin hazır

Komşuyuz uzak değil senin evin benim canım

Vuslatın bi’ başkadır dalıp gider bakışlarım

Mecnunum sanılmasın şarkılar ağlatır

Sarılmaları bitince ise titreyen elleriyle titreyen ellere taktı yüzüğü Doruk. Birbirlerine baktılar gülümseyerek. Uzanıp karşısındaki kadının alnına derin bir öpücük bıraktı.

Duyduğum en güzel şarkısın

Güneşli günlerim, baharlarım

Senin gibi seven olmadı, dokunmadı, sarılmadı

Koştuğum en güzel manzara

Nefeslerim, adımlarım

Senin gibi öpen olmadı ısıttığın avuçları

 *****

Düğünümüz bitmiş ve gece yarısı biz eve gelene kadar çoktan geçmişti.

13 Mayıs’a girmiştik.

Araba evimizin önünde durunca ona bakmaya devam ediyordum. Bana döndü elleri direksiyonun üzerinde durmaya devam ederken.

“Kocam,” dedim nazlı nazlı. Uzandı ve yanağıma bir öpücük bıraktı. Ardından kapısını açtı ve arabadan indi. Bu kez benim kapımın önüne geldi ve elini uzatarak inmeme yardım etti.

Yere ayaklarımı basınca bagajda kalan eşyalarımızı ve takılan altınları asla umursamayıp sadece telefonlarımızı elime aldım. Sonrasında kapıyı kapattım. Akay da kapıları kilitleyince bahçe kapımızı açtı ve içeriye girdik.

Evimizin kapısı açmak için cebinden çıkardığı anahtarı bana uzattı. “Gönlümün kapılarını sen açtın, evimin kapılarını da sen aç bari.” dedi göz kırparak.

Kıkırdadım ve kilide anahtarı sokarak çevirdim. Kapı açılınca içeri girmek için tam bir adım atacaktım ki birden ayaklarım yerden kesildi.

Beni kucağına alarak öyle geçmişti kapıdan. Gülümseyip ona sıkıca sarılmaktan başka bir şey yapamadım. Boynuna kollarımı sararken başımı göğsüne yasladım. Merdivenlerden çıktıktan sonra tek eliyle beni kucağında tutmaya devam ederken odamızın kapısını açtı.

“Doğum günün kutlu olsun, kocam.” dedim rujumu umursamadan yanaklarına bir sürü öpücük bırakırken.

Gülümsediğini gördüm. Bir şey söylemeyip gözlerime baktı sadece. İlerlemeyi bırakıp öylece ayakta durdu yatağın önünde.

“Seni var ya,” diye mırıldandı. “Elis sen var ya,”

“Evet,” dedim bacaklarımı sallarken. Başımı da şirin görünmeye çalışıp iki yana doğru eğdim. “Ben varım,”

“Sonum olacaksın.” dedi. “Bana nefes olduğun gibi nefesimi de sen mi alacaksın?”

“Yok,” dedim gülümsemeye devam ederken. “Ben sana her saniye nefes olmaya devam edeceğim.”

Bir anda dudaklarımı dudağına yasladım. Beni öpmeyi kısa bir an kesti. Sırtımın yumuşak yatakla buluştuğunu hissettim. Kapanan gözlerimi açınca onun da tek dizini yatağa, araladığım bacaklarımın arasından eteğimin üzerine yaslayıp üzerime eğildiğini gördüm. Yüzünü bana yaklaştırınca bakışlarım rujumun bulaştığı dudaklarına düştü.

“Bir kere öpsem ikinin hatırı kalır.” deyince gözlerine döndüm. Dirseklerini yatağa yasladı beni arasına alıp. “İki kere öpsem üç küser. Üç kere öpsem dört yüzüme bakmaz.”

“Doğum günün kutlu olsun.” dedim tekrardan kollarımı boynuna sarıp. “İyi ki doğdun. İyi ki kader bizim yollarımızı birleştirdi. İyi ki benimle evlendin.”

“En güzel kararım. Kendimi işte bu yüzden seviyorum.”

Dudaklarını boynuma ilerletti ve derin bir nefes çekti içine. Islak dudağını hissedince ağzımdan inlemeyle karışık derin bir nefes verdim.

“Sesine de kurban olurum. Ağzından çıkan her bir ses için ölürüm. Dudakların nefesim oldu.”

Konuşurken dudakları konuşurken tenimin üzerinde hareket edince titredim sakin kalmaya çalışarak. iki elimle ensesine daha sıkı tutundum ve onu daha çok kendime çektim. Tırnaklarımı ensesi boyunca gezdirdim. Bir elini aşağıya doğru ilerletip belimi sıktı, ardından da kalçamı eteğin üzerinden tutup sıktı. Bu hareketinden sonra tırnaklarımı ona daha sert bir şekilde bastırdım.

Sonrası için kelimelere gerek yoktu. Pencereden içeri sızan ay ışığıydı sadece bedenlerimizi aydınlatan. Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Gördüğüm hilal ile gülümsedim. “Hilal var.” dedim.

“Hilal var.” dedi benim gibi. “Nefesim de var.” Dudaklarını benim dudaklarıma yasladı.

Bugün benim hayatımın anlamı doğmuştu. Benim için en önemli gündü. Kalbimi tüm saflığıyla, temizliğiyle, sevgisiyle ona açtım ve onu sevmeye devam ettim.

 

 

 

   
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlarrr herkeseee💞💞 Yeni bölümümüz bu şekildeydi. Umarım beğenmişsinizdir. Eğer beğendiyseniz yorum yapmayı, oy kullanmayı be beni takip etmeyi unutmayın. Sizleri çok seviyorum ve eğer ufacık bir şeyler bile başarabildiyse bunların hepsi sizin sayenizde. Düşüncelerinizi bana Instagram yoluyla da iletebilirsiniz. Zeynluna hesabımın adı ve oradan da iki kurgumla ilgili videolar paylaşıyorum. Eğer beni oradan da takip ederseniz çık mutlu olurum. Yeni bölümümüz için ili hafta sonra diye söz veremem çünkü bildiğiniz gibi okullar açılıyor ve buralardan bir tık uzaklaşmam gerekiyor. Yine elimden geldiğince yazmaya ve bunları size ulaştırmaya çalışacağım. Bu hafta diğer kitabıma yeni bölüm atamayacağım çünkü bitmedi daha. Belki eğer biterse haftaya veya iki hafta sonra atabilirim ona da bölümü. Kendinize çok dikkat edin. Hoşça kalınnn💞💞💞💞

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 30.08.2025 12:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...