32. Bölüm

BÖLÜM-31

Zeynep
zeyyneppece

“Akay, şuraya oturalım.” dedim elimle ilerideki şezlonglardan yan yana duran iki tanesini işaret ederek.

Hiçbir şey demeden bana uydu ve benim onu çekiştirmeme karşı koymadı. Bir elinde plaj çantamızı tutarken ben ise onun benden tarafa olan koluna sarılmıştım.

Şezlonga doğru ilerleyince çantamızın içinden iki tane havlu çıkartıp serdik hızlıca. Kendimi şezlongun üzerine bıraktım. Akay da aynı şekilde yanıma kendini bıraktı.

Üzerimde açık pembe bir bikini takımı vardı. Onun üzerine ise bol yine pembe ve büyük çiçeklerle süslenen bir elbise giymiştim. Ayak bileğimin biraz üzerine kadar dökümlü bir şekilde geliyordu, eteklerinin ucu da fırfırlıydı.

Akay ise şu anlık üzerine beyaz kısa kollu bir gömlek geçirmişti. Altında da siyah deniz şortu vardı.

Başımı ona doğru çevirdim. Bana bakan gözlerine gülümsedim.

Balayı adı altında üç günlüğüne Antalya’ya gelmiştik. Dün ilk günümüz olduğu için biraz etrafı gezmiştik. İlk defa şehir dışına, İzmir’den başka bir yere gitmiştim. Doğrusu çok hoşuma gitmişti.

Okulların kapanmasına kısa bir süre kalmıştı. Cuma günü gelmiştik ve Pazar günü geri gidecektik. Bilerek kısa bir zaman seçmiştik çünkü tatilde tekrar geleceğimizi söylemişti. Zaten minik öğrencilerimden de çok uzun bir süre ayrı kalamazdım.

“Yatmaya mı geldin?” diye sordu ve ardından yatalı iki saniye bile olmadan geri kalktı. Elini bana uzattı, beni dekendisiyle beraber kaldırdı.

“Duralım işte burada.” dedim masumca göz kırpıştırarak.

“Olmaz,” dedi ve elimi bırakıp kendi gömleğinin düğmelerini hızlıca açıp çıkarttı üzerinden.

Karşılaştığım manzaram oldukça güzeldi ama bunu sadece ben görmem gerekiyordu. Başımı iki yanıma çevirip bakındım hızlıca. Uzağımızda oturan ve denizin içinde yüzen birkaç insandan başka kimse yoktu çevremizde.

Ona doğru ilerleyip ellerimi çıplak göğsünün üzerine koydum. Uzanıp yanağına bir öpücük bıraktım her ihtimale karşı.

Geri çekildiğimde gülümsediğini gördüm. Ben de gülümsedim ve onun boşluğundan yararlanıp şezlonga geri kendimi attım.

O da bana doğru eğilerek yanımdaki boşluğa benim gibi oturdu. “Elis,” dedi. “Seni tanımıyorum mu sanıyorsun?” Elini uzatıp yanağımı tüy kadar hafif bir şekilde okşadı.

“Yüzme bilmiyorum, ilk defa denize gireceğim.”

“Biliyorum,” Gülümsedi huzursuzluğunu atmam için. “Yanında olduğunu bilmiyor musun be güzelim?”

“Biliyorum,” dedim aynı onun gibi. “Ama işte yine de nasıl diyeyim. Değişik hissediyorum.”

İki eliyle ellerimi sıkıca tuttu ve dudaklarına yaklaştırıp birer öpücük bıraktı. Sonrasında başını kaldırıp bana baktı. Kendisi kalkarken beni de kaldırdı.

“Hadi bakalım,” dedi bir elimi kavrayıp ilerlemeye başlarken. Onu ise ben durdurdum. Dönüp baktı neden yaptığımı sorar gibi. İki elimle üzerimi işaret ettim.

“Elbiseyi çıkartmayayım mı?” dedim. Üzerime baktı kısaca.

“Yok,” dedi ardından. “Kalabilirsin bence. Eğer çıkartmak istiyorsan odamıza çıkabiliriz.”

Omzuna serçe vurdum. “Arsızlaşma,” dedim aynı sertlikle. “Sen çıkartabiliyorsun da ben çıkartamıyor muyum? Ne fark var?”

“Kıskanamaz mıyım kızım?” dedi elini belime koyarken. “Sana bakan tüm gözleri oymak isteyemez miyim?”

“Canileşme,” dedim fakat az önceki kadar sert söylememiştim. Ellerimi göğsümün önündeki düğmelere atarak çözmeye başladım. Karnıma kadar olanların hepsini çözünce eğilip ayaklarımdan çıkaracakken önümden birden arkama geçti. Gülerken hızlıca bacaklarımdan geçirdim ve onu da çantanın içine kocamın gömleğiyle birlikte koydum.

Ona döndüğümde sadece bikinimin kapladığı bedenine baktığını gördüm. “Eğer hala istiyorsan denize girmeyip odamıza çıkabiliriz.”

Tekrardan omzuna vurdum gülümserken. “Vazgeçtim, bana yüzmeyi öğret.” dedim ve uzanıp elini tuttum.

Yavaş bir şekilde yürüyecekken bilerek hızlıca yürüdü ve bu da yetmemiş olacak ki kucağına aldı. Kollarıyla sıkıca sararken tek amacı bedenimi olabildiğince örtmekti.

Suya yaklaştığında ayaklarımı suya değdirmeyi amaçlayarak aşağıya doğru sarkıttım. Değdiremedim. Daha doğrusu sadece ayaklarım değmedi. Birden kendini suyun içinde buldum.

Beni ileriye doğru resmen bir çuval patates atar gibi fırlatmıştı. Su o kadar derin olmasa bile benim gibi yüzme bilmeyen biri için panik ataklıktı. Suyun içinde çırpındıkça daha çok batıyordum. Bu da beni daha panik yapmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Birden bir kolun belime sarıldığını ve beni yukarıya doğru kaldırdığını hissettim. Can havliyle ona sarılıp kendimi kurtarmayı istedim.

Beni havaya kaldırıp suyun içinden sonunda çıkarttı. Gözlerimi açamazken onun olduğunu hissettiğim yerlere sertçe şamarlar atmaya başladım.

“Geri zekalı!” diye bağırdım. Elimin altında hissettiğim omzuna vurdum öksürürken. “Köpek!” Güldüğünü duyunca daha da sinirlerim yükseldi. “Komik mi pislik, ha, komik mi? Geberiyordum ben burada!” Kafasının ortasına elimin tersiyle bir şamar daha attım gözümü zar zor açarken. “Salak, pislik!”

Anında elleri bileklerimde yakaladı. “İnsanların içinde daha fazla dövme istersen.” dedi masumca.

“Neden yaptın?” Sesim titriyordu çünkü üşüyordum. Su acayip soğuktu ve göğsümün hemen altına kadar geliyordu. Üst bedenim de ıslandığı için daha fazla üşütüyordu.

“O kadar mı üşüdün sen?” dedi gerçekten titrediğimigörünce.

“Yok ya o kadar sıcak ki terden öldüm.” dedim oldukça ters bir şekilde.

“Kıyamam,” deyip kollarıyla bedenimi sardı sıkıca sanki az önce bana kıyan o değilmiş gibi.

“Gördük kıyamamanı.” dedim aynı terslikle. Tersliğime devam etmeme rağmen kollarımı omzuna ve ensesine sardım.

“Tam bir pisliksin, farkındasın değil mi?”

“Farkındayım.” dedi tüm rahatlığıyla. Elleri sırtımdaydı ve sıkıca tutuyordu bedenimi.

“Şimdi seni anında affettireyim mi?” dedi yüzünü bana yaklaştırırken.

Gelecek olanın farkına varıp en cilveli halimle ona gülümsedim. İki elimle ensesine tutundum ve dudaklarımı yanağına yasladım.

“Seni bırakmayacağım, sakın korkma, tamam mı?” dediğinde başımı geri çekip ona baktım anlamazken.

“Neden?” diye sorduğum anda kolları belime daha sıkı tutundu ve dudaklarını benim dudaklarıma yaslayıp ikimizin bedenini suyun içine çekti.

Panik olacağım sırada beni tutanın onun olduğunu fark ettim. Asla bırakmazdı. Adım gibi emindim.

Bedenimi onun kollarına, nefesimi dudaklarına bıraktım.

Kendi içinde tuttuğu nefesini araladığım dudaklarıma verdiğini, ciğerlerimin bu kez onun nefesiyle dolduğunu hissettim.

Beni tutmaya devam ederken yavaşça suyun üzerine, sadece başımız görünecek kadar çıktı. Bacaklarımı ona dolayıp kalçasının üzerinde durdurdum.

Bakışları etrafımızı kolaçan etti kısa bir anlığına. Sonrasında yakınımızda biri olmadığına kanaat getirip dudaklarıma bir buse bıraktı. Bir eliyle yüzüme dökülen saçlarımı geriye doğru çekti. Sonrasında iki eliyle de kalçamı kavradı, bedenimi kendisine daha çok çekti.

Kendisi suyun içinde ayaklarını hareket ettirerek ilerledi daha derin bir kısma. Bir saniye bile beni bırakmadı ve bana haber vermeden suyun içine girmedi.

Bir süre geçtikten sonra benim yüzmemi sağlamam için yardım etmeye başladı. Ayaklarımı ne zaman çırpacağımı, kollarımı ve bedenimi nasıl kullanacağımı bıkmadan, usanmadan teker teker, defalarca anlattı.

Saatler geçti biz kumsaldan çıkmadan. Yer yer yüzdük yer yer de dinlendik. Sonrasında artık az bile olsa bir şeyleröğrenince odamıza çıkıp kısa bir duş almıştık.

Hazırlanmamızın ardından akşam yemeğimizi yemek için otelin açık büfesine indik. Bir masaya oturup yemeklerimizi söyledik ve önümüze gelen yemeklerimizi yemeye başladık.

Bir süre geçince yemeğimizin bitmesine az bir zaman kalmıştı. O sırada telefonumun çaldığını fark ettim. Hemen elime alıp ekrandaki isime baktım.

“Kim arıyor?” diye sordu kocam.

Ekrandaki Annemmm yazısını görünce gülümseyerek ilk ona gösterdim sonra da hemen telefonu açıp kulağıma götürdüm. “Annem,” dedim.

“Kızım,” Sesinin değişik gelmesiyle “Anne ne oldu?” diye sordum. Hem heyecanlıydı hem neşeliydi fakat ufak bir panik de vardı.

“Selen’in suyu geldi. Hastaneye gidiyoruz, kızım” demesi ise oldukça beklenmedikti.

“Ne?” diye o kadar yüksek bağırdım ki etraftaki insanların bakışlarını üzerimde hissettim. Asla umurumda olmayarak Akay’a döndüm.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Ablamın suyu gelmiş, Akay.” dedim ve oturduğumuz yerden aniden kalktık.

“Versene telefonu.” demesi ile ona uzattım ve masanın üzerindeki çantamı da alarak arkasından odamıza doğruilerlemeye başladım.

“Abla,” diyen sesini duydum. Yanına yaklaştığımda ablamın yüksek bir sesle çığlık attığını duydum.

Sonrası ise acayip ani gelişmişti. Nasıl valizlerimizi toparladığımızı bile hatırlamıyordum. En fazla on dakika içerisinde otelden çıkmıştık ve şu an arabadaydık.

“Abimi arıyorum.” dedim ve telefonumu çıkarttım. Hoparlöre alıp aramızda tuttum. Telefon açılınca abimin sesini duymayı beklerken Lila’nın sesi kulaklarımıza çalındı.

“Hala,” dedi.

“Halam,” dedim anında. Sesinin boğuk bir şekilde gelmesinden ağladığı belli oluyordu.

“Ne oldu? Neden ağlıyorsun aşkım?” diye sordum.

“Annem çok bağırıyor. Beni yanına almadılar. Lavin ablam yanımda. Korktum.”

“Güzel kızım benim.” dedi Akay da gözleri yolu takip ederken. “Sen asla korkma, tamam mı? Annenin şimdi canı yanabilir ama çok kısa süre sonra geçecek. Hem o senin de ağladığını görürse daha çok üzülür, biliyor musun?”

“Tamam,” dedi burnunu çekip.

“Elis, neredesiniz?” diyen bu kez Lavin’in sesiydi.

“Geliyoruz ama gelmemiz altı saati bulur. En kısa sürede gelmeye çalışacağız.”

“Tamam, siz merak etmeyin.”

Telefonu kapatmış fakat aralarda sürekli konuşmuş ve durumunu takip etmiştik. Üç saati geçince doğuma almışlardı ablamı.

Biz merakla gelecek olan bir telefonu beklerken ise Lavin’den bir mesaj gelmişti bir saat kadar sonra. Bir fotoğraftı bu.

“Akay, Lavin fotoğraf attı.” dediğim gibi arabayı sağa çekip durdurdu. Bana doğru döndüğünde ikimizin de bakışları telefonumdaydı.

Derin bir nefes alarak mesajlar kısmından Lavin’in üzerine tıkladım. Ardından da çıkan fotoğrafı büyütmek için onun üzerine.

Nefesimin kesildiğini hissettim. Gördüğüm minik bebekle nefesim boğazıma takıldı.

Üzerinde uzun kollu bir takım, ellerinde eldiven, başında ise üzerindeki gibi mavi ve beyazın karışımı olan bir şapka vardı. Beşiğinde yatıyordu sakince. İki ellerini de yumruk yaparak yanağının hizasından tutmuştu. Gözlerini ise sıkıca yummuştu.

“Akay,” dedim. “Çınar,”

“Çınar,” dedi.

“Çok güzel, baksana ellerine.”

“Çok güzel.” dedi benim gibi.

Arabayı tekrardan çalıştırıp sürmeye devam etti. Birkaç saat sonra gecenin birinde hastanede olduk. Bahçede bizi bekleyen Lila, Lavin ve Doruk’u görünce yanlarına doğru ilerledik.

“Hala, dayı!” diye bağırdı Lila bize koşarken. Tam önümüze gelince bir koluyla benim bacağıma, diğer koluyla da Akay’ın bacağına sarıldı. Akay onu anında kaldırıp kucağına aldı. Ben de uzanıp yanağına bir öpücük bıraktım.

Hastanenin içerisine girip onların bizi yönlendirmesiyle beraber bir kapının önünde durduk. Elimi uzatıp yavaşça açtım ve bir adım atarak içeriye girdim.

“Ablam.” dedim gülümseyerek onu görünce. Kucağında tuttuğu minik beyin de gözlerinin bize döndüğünü fark edince ona doğru gittim.

“Halam,” dedim ona yaklaşıp. Yanlarına gidince ablamın gözlerinin dolduğunu ve ağlamak üzere olduğunu gördüm.

“Ne halası be?” dedi oldukça ters bir şekilde. “O dünyaya gözlerini açınca halasıyla dayısı yoktu benim oğlumun yanında.”

“Senin bu oğlun da tam gelecek zamanı buldu be annesi.” dedim gülümserken. Çınar’a dikkat ederek ilk önce kollarımı ablama doladım. Saçının üzerine dudaklarımı değdirerek öptüm onu ve mis kokusundan içime çektim.

“Canım ablam benim.”

“Elis,” dedi gözleri dolarken.

Sonrasında ondan ayrıldım ve odanın içindeki banyoya geçip ellerimizi kocamla beraber hızlıca yıkadık. İçeriye geri geçince abimin bakışlarını gördüm. Ona ilerleyip sıkıca sarıldım. Anında kollarını sırtıma sardı ve başını boynuma doğru eğdi.

“Abim,” dedim. “Hayatımda gördüğüm en iyi babasın.” diye fısıldadım.

“Halası, artık gelin alın çocuğumu kucağınıza. Siz gelene kadar halam, dayım deyip durdu.” diyen Selen abla ile gülerek abimden ayrıldım.

“Ay ben seni yerim.” dedim ve kollarımı açıp Çınar’ı göğsüme yasladım.

“Çınar,” diyen sesini duydum Akay’ın, hemen yanıma gelip onun elini eldivenin üzerinden tutmuştu. “Dayım,”

Sadece gözlerini açıp ikimize bakıyordu. Gözleri gözlerimi bulunca gülümsedim. Ağzını açıp kapadı aynı kuş yavruları gibi. Akay’ın tutmadığı elini uzatıp yanağıma dokundu. Yanağımdan ise dudağımın üzerine getirdi.

Eğilip boynundan öptüm derin bir nefesi içime çekerken. Mis kokusu ciğerlerime dolarken geri çekildim gülümseyerek. Benim yaptığım gibi Akay da onu öptü ve içine kokusunu çekti.

“Azıcık da sen al kucağına.” dedim ve Çınar’ı bu kez onun kollarının arasına bıraktım.

Herkes buradaydı. Lale teyze ve Demir amca camın önünde duruyorlardı. Selin abla ve Mehmet abi bile kucaklarındaki kızlarıyla buradaydı.

Hepsine teker teker sarıldım ve yine Çınar’ı kucağıma aldım. Çok tatlı, masum, küçücük bir melekti.

Şapkasını çıkarınca bir tutam olarak görünen saçlarının sarı olduğunu gördüm. Gözlerime, bana bakan cam gibi gözleri ise yeşil renkliydi.

Selen abla ikinci kez kendisini doğurmuştu fakat bu kez kendisinin erkek haliydi.

25 Mayıs, biricik yeğenimin doğduğu gündü.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlar🫶🏻 Normalde daha erken atacaktım bölümü ama şimdi fırsatım oldu. Umarım beğenmişsinizdir. Lütfen oy kullanmayı, yorum yapmayı ve beni takip etmeyi unutmayın. Bölüm bir ay sonra civarında gelebilir kesin bir zaman söyleyemiyorum. Kendinize çok dikkat edin. Görüşmek üzere💞💞

Bölüm : 28.09.2025 17:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...