
Lavin sakince oturuyordu geniş bahçelerinde. Elinde tuttuğu sigarasından derin bir nefesi içine çekti.
Evinin bahçesindeydi, kocasıyla beraber yaşayacağı evdi bu.
Evlilik teklifinin üzerinden bir aydan bile fazla gün geçmişti. Bugün 29 Hazirandı. Bu sürede kolundaki alçı çıkmış, ev satın alınmış ve içerisindeki dekorlar hazırlanmıştı. Ahşap ve beyaz renkleriyle tasarlanmış evleri iki katlıydı ve Lavin’in şu an oturduğu geniş bir bahçesi vardı.
Çok hazırlıksız yakalanmıştı Lavin. Beklemiyordu kendisine bu kadar bir sevgi sunulabileceğini. Sanki bu bedendeki kişi o gün değişmişti. Farklı biri gibi hissediyordu kendisini. Nefes alışı, bakışı, görüşü bile farklıydı.
Bir adam gelip onu çok fena değiştirmişti. Ayarlarını resmen alt üst etmişti.
O sırada sigarası dudaklarındayken hemen arkasında işittiği “Lavin,” diyen adamla sigarasını ağzından çıkartıp yere attı ve anında üzerine basıp görmesini engellemeye çalıştı.
Doruk onun yanına oturdu. “Ne yapıyordun sen?” diye sorunca Lavin gülümsemeye çalıştı.
“Hiçbir şey.” dedi fakat ağzındaki sigara kokusunun ikisi de farkındaydı.
“Sigara mı içiyordun sen?” dedi Doruk ona bakmaya devam ederken.
“Doruk,” dedi Lavin. İnkar edemiyor, onun gözlerinin içine bakarak yalan da söyleyemiyordu.
“Güzelim sen neden kendini zehirliyorsun bunu içip?” diye sordu. Kendisi de arada içiyordu fakat bu umurunda değildi.
“Sen de içiyorsun.” dedi Lavin.
“Beni boş ver, güzelim.”
“Neden Doruk, neden seni boş vereyim? Sen nasıl beni düşünüyorsan ben de seni düşünüyorum. Ayrıca ben çok nadir içiyorum. Şimdi de canım çektiği için aldım bir tane.”
Gözlerini ondan kaçıran kadının çenesine elini uzattı ve ona bakmasını sağladı.
“Tamam, hayatım.” dedi başka bir şansı olmadığını anlayınca.
“Doruk,” diye mırıldandı ona bakarken.
“Söyle,” dedi sakince.
“Az önce yarım bıraktım.” dedi masumca.
Derin bir nefes verdi Doruk, Lavin’in ona olan bakışlarını görünce. Elini cebine attı. Sigara paketini çıkarttı. İçinden bir tane çıkartıp önce yanında onu izleyen kadının iki dudağı arasına, sonra da kendi dudağının arasına koydu. Çakmağını çıkarttı ve eliyle siper ederek Lavin’in sigarasını yaktı. Kendi sigarasını da yakınca kenara koydu. Bir kolunu kaldırarak Lavin’e sarıldı, aynı zamanda da göğsünü açtı sadece tek bir kişi için.
Başını sevdiği adamın göğsüne, tam kalbinin üzerine yasladı Lavin. Onun kalp atışlarını dinlemeye başladı sigarasını içerken.
Doruk da farkındaydı Lavin’in sürekli bu hareketi yaptığının. Bu yüzden sürekli onun sol tarafında olacak şekilde oturur ve yatardı.
Aralarındaki sözsüz bir anlaşma gibiydi bu.
Anlatmıştı her şeyi en başından başlayıp. Yaşadığı, tanık olduğu her şeyi teker teker, yavaşça anlatmıştı.
Lavin’in canının çok yandığının farkındaydı Doruk. Aklına kazımıştı anlatılan her şeyi. İsimleri, dış görünüşleri ve yaşattıkları şeyler tamamen beyninin bir kısmındaydı.
Onları o şekilde bırakmayacaktı, biliyordu.
Nefeslerini rahatça almaları bile canını yakıyordu.
Sigarasının dumanını üfledi karşısına doğru. Bittiğini fark edince önlerindeki sehpadaki küllüğe bastırdı. Ardından da Lavin aynısını yaptı. Az önce yere attığı sigarayı almak için eğileceği sırada Doruk ondan önce davranıp eğildi, sigarayı aldı ve küllüğe koydu.
Ardından başını göğsüne yaslayıp ona bakan kadına baktı. Bir elini uzatıp yanağını okşadı sakince. Eğilip başının üzerine dudağını yasladı ve saçlarındaki vanilya kokusundan içine çekti.
“Uykun gelmedi mi?” diye sordu Doruk.
Lavin ona bakmayı sürdürürken başını iki yana salladı. “Saat daha dokuz.”
“Olsun,” dedi saçını okşamaya devam ederken. “Yarın yorulacağız.”
Gülümsedi Lavin ona bakarken. Yarın olacak kınalarından bahsediyordu.
“Doruk” diye mırıldandı. Bir eli sevgilisinin göğsünün üzerindeyken diğerini uzatıp kirli sakallarına dokundu.
“Lavin,” diye mırıldandı o da. Diğer eliyle beline sıkıca sarılıp bedenini kendisine doğru daha da çekti.
“Ben nasıl seni buldum? Ben ne yaptım da seni buldum?”
Derin bir nefes verdi. “Senin bir şey yapmış olmana gerek yok. Ben her halükarda seni bulurum.”
Uzanıp dudaklarını sevdiği adamın dudaklarına yasladı Lavin. En nazik öpüşünü sundu ona, kendisinden daha naif bir karşılık aldı.
Her bir sarılışında, öpüşünde, gülüşünde canı canlanıyordu Doruk’un. Onu seviyordu, her zerresiyle seviyordu.
“Batu,” diye mırıldandı Doruk alınları birleşince. “Kalbimin batusu.”
“Batu ne demek?” diye sordu Lavin nefesini düzene sokmaya çalışırken.
“Hakim olan, galip gelen, demek.” Bu kez dudaklarına minik bir öpücük bıraktı. “Kalbimin batusu.”
“Kalbimin batusu.” diye mırıldandı Lavin de.
Ardından Doruk’un kolları Lavin’in bedenine sarıldı, oturdukları yerden kalktı onu kucağına alırken. Anında başını omzuna yasladı Lavin de.
Derin bir nefes çekti içine doğru. “Batum,” diye mırıldandı.
Evin içine girmiş ve merdivenlerden odalarına çıkıyorlardı. Doruk duyduğu söz ile güldü. Onun güldüğünü duyan Lavin de gülümsedi dudakları boynuna temas ederken.
“Bana bunu söylemeyecektin, artık seni sıkana kadar bunu söyleyeceğim.” dedi.
Doruk başını boynuna gömen kadına baktı odalarına girince. “Senin dudaklarının arasından çıkan bir söz beni nasıl sıksın, güzelim?” dedi yatağın yanında dikelirken.
Lavin de başını kaldırıp ona baktı. Gülümsediler birbirlerine. Ardından sırtı yumuşak yatakla buluşan Lavin, hemen yanına ve sol tarafında kendisinin olacağı şekilde yatan adamın göğsüne başını yasladı.
Kalp atışlarını dinleyerek uykuya dalmadan önce aklında bir düşünce şimşek gibi çaktı.
Yıllar önce en son babasının kalbinin atışını dinleyerek uyuyordu. Şimdi ise ona tekrardan kalbini açan bir adam vardı yanında. Yine kulağını yaslayıp uyuyabileceği bir kalp de…
*****
“Lavin, uyan güzelim.” diyen ses ile gözlerini araladı Lavin. Dünkü kına yorgunluğundan sonra eve geldikleri gibi yatağa yatıp uyumuşlardı. Üzerlerine bile başka bir şey giymeyip sadece iç çamaşırlarıyla uyumuşlardı.
Gözlerini yavaşça açınca ilk önce ona bana derin gözlerle karşılaştı. Gülümsedi. Ona bakan adam da gülümsedi.
“Günaydın,”
“Günaydın.”
Hızlı bir şekilde yataktan kalktılar ve Doruk kahvaltıyı hazırlarken Lavin kısa bir duş aldı. Kahvaltı ettikten sonra ise Lavin bulaşıkları yerleştirirken Doruk duş aldı.
Kıyafetlerini alarak ikisi beraber bir şekilde evden çıktılar. Lavin’i bir kuaföre bıraktı ve kendisi de erkeklerin toplandığı bir kafeye gitti.
“Ee, nasıl hissediyorsun bakalım?” diye sordu Fatih elindeki Türk kahvesinden bir yudum alırken.
“Anlatamam.” dedi Doruk anında gülümserken.
“Asıl sen anlat. Tekrardan baba olmak nasıl bir duygu?” dedi Akay Fatih’e. Kahvesinden yudum içtikten sonra “Nasıl olsa bir baba adayıyım.” diye mırıldandı. Ne kadar sessiz olsa bile Fatih bunu anında duymuştu.
“Oğlum seni öyle bir döverim ki bir ay yerinden kalkmazsın. Salak salak konuşma.” dedi anında Fatih.
“Neden?” diye sordu Akay da.
“Ne nedeni?” diyerek yükseldi. “Benim kardeşim daha küçük.”
“Hatırlatırım ablamla o daha yirmi yaşındayken evlendin ve ablam Lila’yı yirmi üç yaşında doğurdu.”
Diyecek bir cevap bulamayınca öylece göz kırpıştırdı Fatih. Doğru diyor olabilirdi.
“Neyse ne,” dedi sanki hiç böyle bir şey konuşmamış gibi. Öylece kahvesini içmeye devam etti.
Aralarındaki bu havayı ise Fatih’in hemen yanındaki bebek arabasındaki oğlunun mırıltıları dağıttı. Anında elindeki fincanı bırakıp oğlunu aldı kolları arasına.
“Babacığım,” dedi ona bakıp gülümserken. “Ne oldu? Acıktın mı sen?”
Onu bir koluyla tutmaya devam ederken elini masanın üzerindeki biberona attı. Oğlunun açıp kapattığı ve yemek aradığı dudaklarının arasına biberonun ucunu yerleştirdi. Çınar bebek sütünü içerken masadaki herkes onu izlemeye başladı.
Selen evde sütünü bir biberonun içine yeteri kadar koyup yanlarına vermişti. Birkaç saatliğine annesinden ayrı kalabileceğini düşünmüşlerdi fakat Çınar gözlerini araladığı her anda yanında annesini görmediği için huysuzlanıyordu. Bunun hepsi farkındaydı ki Lila ne kadar annesine bağlıysa Çınar da aynı şekildeydi.
Bu konudan şüphesiz en memnun olan kişi Fatih’ti. Herkesin dudaklarından çıkan sadece tek bir cümle vardı.
Selen’e benziyor.
Bu cümleyi her duyduğunda sanki yüreğini hissetmeye başlıyordu. Bu ana kadar donuk olarak hissettiği kalbinin içinde sıcak bir sıvının gezindiğini hissediyordu.
Üzülme ama aynı Selen, diyorlardı.
Her seferinde içinden gülüyordu Fatih.
Üzülmek mi?
Daha çok yaşadığını hissediyordu.
Bu dünyada, nefes aldığı süre boyunca gözleri sadece tek bir göze bu denli aşkla bakmıştı ve sadece de ona bakardı.
Aşık olduğu kadına benzeyen iki bebeği vardı. Bu, onun için dünyada cenneti yaşamakla aynı histi.
Sevdiği kadına bir erkeğin daha aşkla baktığına tanık olmuştu bu bir ayda. İlk başlarda bu hoşuna gitse bile sonrasında burnundan geleceğinden haberi yoktu.
Fatih, Selen’e oğullarının önünde her sarılmaya çalıştığında bir çığlık sesi ayırıyordu onları. Çınar’a döndüklerinde ise çatık kaşlarla karşılaşıyorlardı.
Bu olay Selen’in hoşuna giderken memnun olmayan kişi Fatih’ti. Karısına ne zaman yaklaşmaya çalışsa hemen bir çığlık duyuyordu. Küçük bey bunu sanki hissediyormuş gibi ne zaman en ufak bir yakınlaşma olursa aralarına giriyordu.
Selen gülerek oğlunun yanına gidip kucağına alıp sıkıca sardığında ise anında ona bakıp onu öpen annesine gülücüklerini saçıyordu.
“Oğlum,” diye mırıldadı alnına bir öpücük bırakırken.
Aynı anda dudaklarını biberondan ayıran minikten çıkan minik pırt sesiyle hepsi güldü.
“Seni çok seviyor abi,” dedi Doruk gülerken.
Aynı anda babasının yüzüne bakarken mırıltılar çıkartarak gülümsedi Çınar. Ellerini havaya kaldırıp babasının yeni çıkmaya başlayan sakallarında gezdirdi elini. Yanağına, çenesine, burnuna dokundu mis kokulu elleriyle.
“Kıyamıyorsun yine babana, değil mi?” diye mırıldandı.
Onu onaylar gibi mırıldandı Çınar. Gazını da çıkarttıktan sonra kucağından bırakmadan ayaklandı Fatih de.
“Nereye?” diye soran Akay’a oldukça bıkkın bir şekilde baktı.
“Maça,” diyerek aynı bıkkınlıkla cevap verdi. “Nereye olabilir? Arabaya gidiyorum altını değiştirmeye.” Arkasında onları bırakıp kucağındaki oğlunu pışpışlayarak kapıdan çıktı. Yer bulamadıkları için arabayı uzak bir yere park etmişlerdi.
Adımlarını oraya çevirip ilerlerken yanına bir kadının yaklaşmasıyla gözlerini kısa bir anlığına ona çevirdi. Bakışlarını oğluna geri döndürünce genç bir kadın kucağındaki oğluna bakıyordu.
“Merhaba,” dedi Fatih’e gülümserken. “Kardeşiniz çok tatlı, adı ne?”
“Allah aşkına uza bacım. Seninle uğraşamam bir de.” dedi oldukça ters bir şekilde.
“Neden ki? Belki bir kahve içeriz.” dedi kadın ona bakıp gülümsemeye devam ederken.
Fatih ise asla onunla göz göze gelmeyip başını eğmişti ve önüne bakıyordu. “Bak bacım,” dedi oldukça umursamaz şekilde. “Kucağımda oğlum, aklımda kızım, kalbimde karım var. Buradan sana ekmek çıkmaz, uza.”
Kadının suratı düşerken omzundaki oğlunun sırtını okşaması sonucu bir pırt sesi daha duyuldu. Kadın hızlıca arkasını dönüp giderken Fatih güldü oğluna bakıp.
“Aferin sana, aslan parçası.” Anahtar ile kapıları açtı arabanın yanına gidince ve arka koltuğa oğluyla beraber oturup kapıyı kapattı. Alt açma örtüsünü koltuğun üzerine serdi. Çantanın içindeki diğer malzemeleri alıp altını güzelce temizledi oğlunun.
“Ama seninle biraz konuşmamız lazım be paşam.” dedi yeni bezi altına koyarken. “Annenle çok fazla aramıza girmeye başladın. Unutma ki bundan hiç hoşlanmıyorum. Tamam, oğlumuzsun ama o da benim karım.”
Bezi bağlayıp badisini çıtçıtladı. Pantolonunu da altına giydirdi ve ona doğru eğildi.
Çınar onu dikkatle dinliyormuş gibi yaptı. Sonrasında ise güldü. Ciddi ciddi babasının ona anlattığına gülümsedi.
“Neye gülüyorsun oğlum?” diye sordu Fatih kaşlarını çatıp. Bu görüntü miniğe daha komik gelmiş olacak ki daha çok gülümsedi.
“O zaman seninle bir anlaşma.” Uzanıp oğlunun elini kurban pazarlığı yaparmışçasına tuttu ve aynı şekilde salladı. “Bu akşam deliksiz birkaç saat uyuyorsun.”
Ihhh diye bir ses çıkardı Çınar. Fatih buna daha çok bozuldu.
“Sen nasıl uyumak için annenin tenine ihtiyaç duyuyorsan ben de duyuyorum. Bu konuyu anlaşmamız lazım.” Aklına gelen bir fikirle gülümsedi. “Bak sana ne diyeceğim. Anneni bana bırak, sen git halanı al. Ona yapış, sakın bırakma, dayın ona sarılamasın.”
Oğlunun bu kez gülümsediğini görünce o da güldü. “Ne dersin?”
Mırıldandı ağzını açıp kapatırken Çınar.
Keyfi yerine geldi Fatih’in. “Anlaştık.”
*****
“Ay çok heyecanlıyım.” diyen Lavin ile gülümsedim. Sürekli aynadan üzerindeki gelinliğine bakıp duruyordu.
“Lavin, Allah aşkına otur yerine. Bak, zaten yorulacaksın düğünde.” dedim omzumdaki Çınar’ın sırtını elimle ovarken.
Hala olmak böyle bir şeydi.
Anası ve babası dışarıda fotoğraf çekinirken omzumda minik bey ve kucağımda yatan minik hanım vardı.
Ayrıca abimden öğrendiğim üzere çocukları bu akşam da bize kitlemişti.
Asla şikayetçi değildim lakin. İki tane minik kalbi yanı başımda hissetmek kalbimi canlandırıyordu.
“Elis, oldu mu ya gerçekten? Acaba tacı çıkartsam mı?” deyip bana dönmesi ile derin bir nefes verdim.
“Oldu Lavin, oldu kardeşim. Yeter artık, bir sakinleş. Bak, dün ne kadar güzel geçti. Bugün de aynı öyle geçecek. Sadece rahatla.””
Üzerine balık model, bedenini saran bir gelinlik giymişti. Belinden ise ayrı bir kumaş olarak dökülen uzayan kuyruğu vardı. Kolları ise düşüktü ve gerdanı tamamen açıktaydı.
Benim üzerimde ise koyu yeşil ve yırtmacı olan bir abiye vardı. Saçlarımı ise ensemden zarif bir topuz yaptırmıştım. Kucağımda yatan Lila saçını bana iki tane balıksırtı olarak ördürmüştü. Üzerinde ise benim gibi yeşil bir elbise vardı. Önü daha kısayken arkaya doğru kuyruğu uzuyordu ve bel kısmında bir kurdele vardı.
Çınar’a ise minik bir takım giydirmiştim. Takımına uyumlu lacivert papyonu ise onu tam ısırılacak gibi duruyordu. Hatta dayanamayıp uzandım ve top gibi olan yanaklarına dudaklarımı değdirip içime kokusunu çeke çeke öptüm.
Rujumu bilerek daha sürmemiştim. Onları öpemeden dayanamayacağımı biliyordum. O sırada Çınar’ı öpmemi bırakmamı sağlayan Lila’nın “Hala, ben,” deyip kollarını kaldırmasıydı.
“Güzelim,” dedim ve onu bir elimle sırtından tutarak kaldırdım. Alnına, yanaklarına ve burnuna dudaklarımı değdirerek öptüm aynı zamanda kokusunu içime çekerken.
Şu an olduğu gibi yanımda hem Lila hem de Çınar varsa eğer ikisine de sarılıp öpüyordum. Aralarında bir kıskançlık olması ben de dahil herkesin en istemediği şeydi. Hepimiz aynı şekilde yaklaşıyorduk onlara.
Kapı açıldı ve içeriye annem girdi. Burası da annemlerin eviydi. Kuaförde hazırlanıp eve gelmiştik ve son hazırlıkları yapıyorduk.
Açık kapıdan içeriye Selen abla sarı elbisesinin eteklerini tutarak girdi. Gülümseyerek Lila’ya ilerledi ve onun başının geride olmasından yararlanıp açıkta olan boynuna doğru eğilip hızlca derin bir öpücük bıraktı. Lila gülerek başını daha geriye attı.
Sonrasında ise aynı şekilde omzumdaki Çınar’ın başına bir öpücük bıraktı. “Güzel yavrularım benim. Ne güzel doğurmuşum ya ben!” diye bağırdı.
Çınar anında annesine dönüp kollarını uzattı. Selen abla da onu kucağına aldı. Bir eliyle onu tutarken diğerini Lila’ya uzatıp saçını okşadı.
“Halası benim kızımın saçını ne güzel örmüş böyle. Prenses gibi olmuş.”
Sonrasında oğluna döndü. Ona gülümseyen gözlere baktı. “Benim oğlumu da çok yakışıklı yapmışsın ya halası. Bu ne böyle!”
O sırada dışarıdan bir korna sesi duyuldu. Geldiklerini anlayan Lavin ellerini küçük bir çocuk gibi çırptı. “Geldiler,”
Lila’yı kucağıma alarak cama çıktık. Burası Selen ablanın eski odasıydı. Camı ise tam olarak evin önüne ve yola bakıyordu. Selen abla elini telefonuna atarak videoyu başlattı ve önce yoldan sırasıyla gelen arabaları ve yakılan meşaleleri çekti. En önde ise arabada olmayan sadece Doruk vardı. Arkalarındaki herkes camlardan sarkmış vaziyette kornaya basıyordu.
Kamerayı yavaşça Lavin’e döndürdü. Arkasındaki manzaraya dudaklarındaki gülümsemeyle bakmaya devam etti bir anlığına. Sonrasında ise kameraya dönüp baktı aynı tebessümle.
O kadar güzel gülüyordu ki anlatmaya kelimelerim yetmezdi. Gözlerinin en derin yerinde onu görüyordum. Küçük Lavin’i. O çocuk ilk defa bu kadar gün yüzüne çıkmıştı sanki.
Sonrasında ise aşağıya indik beraberce. Kapıyı çaldı Doruk. Hemen Lila’yı kucağımdan indirdim ve kapının yanına gitmesine izin verdim.
Kapıyı sadece kafası görünecek kadar açtı. “Doruk abi,” dedi gülümseyip. “Kapı açılmıyor,” Şirince uzatarak söyledi.
Gülme sesi duyuldu dışarıdan. “Abiciğim,” dedi sonra Doruk. “Sen de mi ya?”
“Ben de,” Elini de araladığı kapıdan çıkarttı. Açıp kapattı zannımca.
Bir hışırtı sesi duyuldu ardından. Büyük ihtimal elini cebine atıp önceden hazırlamış olduğu parayı çıkartmıştı. Ardından Lila kenara çekilip kapıyı sonuna kadar açtı.
O esnada Doruk görüş açımıza girdi. Gri bir takım elbise giyip aynı renkte bir kravat takmıştı. O anda ikisinin de gözleri birbirine karıştı. Gülümsediler. Belki onları tanımayan biri bu gülümsemeyi basit bir şey sanabilirdi ama hayır, bu tam olarak böyle değildi.
Gözlerinden belliydi olan biten.
Birbirlerine o kadar saf bir sevgiyle bakıyordular ki…
“Güzelim.” diye fısıldadı Doruk. Bakışları baştan aşağıya onun üzerinde dolandı. Aynı şekilde Lavin’in de.
Bakışları sevgilisinin elinde tuttuğu güllere düştü. Kıpkırmızıydı.
Bakışları sevgilisinin dudaklarına düştü. Kıpkırmızıydı.
İkisinin arasındaki bu bakışmanın ben de dahil herkes farkındaydı. Lavin de Doruk’un nereye baktığını anlayınca dudaklarında utangaç bir gülümseme meydana geldi.
Elindeki çiçeği sevgilisine uzattı Doruk, alnına dudaklarını yaslayıp öptü onu.
Ardından arabalara bindik. Bu kez sadece yerler farklı değil roller de farklıydı. Biz Akay’la öndeyken Doruk ve Lavin arkadaydı.
Düğünün olacağı yere gitmeden evde yemek yemiştik. Annemin yaptığı karnıyarıktan Lavin’e ben yedirmiştim. Gerek olmadığı söylemişti fakat onu dinlememiştim.
Kucağıma aldığım saklama kabını açtım ve arkaya yani Doruk’a uzattım. “Annem yaptı, biz yedik şimdi siz de yiyin.”
“Teşekkür ederim, Elis.” dedi ve kabı alıp içindeki kaşıkla yemeye başladı.
“Bana yok mu? Ben direksiyon mu kemireyim? Ben de açım.” dedi oldukça ters bir şekilde.
“Sana da var kocam!” dedim ve büyük siyah çantamın içinden onun için de çıkarttım.
“Nasıl yiyeceğim ben? Araba kullanıyorum? Sen mi yedireceksin?” dedi bana bakıp.
“Çek sağa ben süreyim.” dediğimde bana uydu ve arabayı sağa çekti. Konvoyun başında olduğumuz için arkamızdaki araçlar durmuştu.
Kapımı açtım ve indiğimizde hızlıca yerleri değiştirdik. Abim camı açıp “Ne oldu?” diye sorunca elimdeki saklama kabını gösterdim hafifçe kaldırıp. Anlaması gerekeni anladı ve biz de çoktan yerlerimize oturduk.
Saklama kabını onun kucağına attığımda eğilip hızlıca ayakkabılarımı çıkarttım ve onları da kabın yanına kucağına bıraktım. Çıplak ayaklarla olmamı umursamadan arabayı ben sürmeye başladım.
“Ay, Elis ben ruju almayı unuttum!” diyen Lavin’e aynadan baktım.
“Çantamda.” dedim.
“Elis, ablamda Çınar’ın çantasını göremedim. Nerede onun eşyaları?” diye sordu Akay.
“Ben bu çantaya aldım birkaç parça şey.”
“Elis, bu çanta karadelik mi? O kadar şey nasıl sığdı şu kadarcık çantaya?” diyen Doruk’la güldüm.
Doğru diyor olabilirdi.
Yarım saate yakın bir sürede düğün salonuna geldik. Kapalı bir alan olmasına rağmen oldukça ferahtı, tavanın yüksekliği ve beyaz ortam bunu en çok sağlayanlardı.
Gece boyunca dün olduğu gibi çok eğlendik. Tabii ki tüm gece boyunca Çınar’la ilgilenmiştim. Yüksek müzik sesinden rahatsız olmasın diye de kulağına kulaklığını takmıştık.
Kucağımda onu tutmaya devam ederken ortaya doğru ilerlemeye başladım. Lavin kucağımdaki küçük beyi görünce ona doğru uzandı ve kucağına aldı.
Yüzünün hizasında havaya kaldırdı ve onu sıkıca tutarak ellerini hareket ettirerek oynatmaya başladı.
“Lavin,” dedim gülerek. “İlk bebeğin erkek olacak.”
“Ben inanmıyorum öyle şeylere Elis.” dedi ama dudaklarındaki gülümseme yerli yerindeydi. “Olursa da olsun, şunun beyefendiliğine bak!”
Selen abla da yanımıza doğru geldi. Çınar tabii ki de annesini görünce kollarını ona uzattı. Ablam da ona kıyamayıp hemen kollarının arasına minik bedenini aldı.
Bugün üzerindeki sarı elbisesiyle daha rahat görünüyordu. Dünkü elbisesi oldukça dar olduğu için neredeyse tüm gece ayakta dikelmişti. Nasıl olsa içine girerim diye son anda almıştı elbiseyi. Girmişti girmesine ama giydikten sonra direk yutmuş gibi olmuştu.
Yine de dün de bugün de çok fazla eğlendik. Ailemle çok güzel günlerim olmuştu, daha fazla olacağına da emindim.
*****
“Teşekkür ederim.” dedi Doruk kollarını ona dolayan bedene.
“Neden teşekkür ediyorsun?” diye sordu Lavin Doruk’un çıplak göğsüne başını yaslayıp. Kalbinin üzerine…
“Hiç, öylesine.” Başını yanına çevirip onunla göz göze geldi. Burnunun ucuna dudaklarını değdirdi. “Senin yüzünden her gün sana söylediğim basit bir kelime.”
Bir kez daha emin oldu Lavin. Onu gerçekten seven bir adamla beraberdi. Onu gerçek bir hisle seven bir adamın kolları arasındaydı.
O kolların arasına, kalbinin atışını dinlerken gözleri yavaşça kapandı.
Ömrünün en mutlu uykusuna daldı.
Merhaba. Uzun bir süre bölüm atamadım kusura bakmayın💞 Umarım bölümü beğenirsiniz. Eğer beğenirseniz yorum yapmayı ve düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın. Yine ayda bir bölüm atmaya çalışacağım. Kendinize çok dikkat edin görüşmek üzeree💖💖🌸
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |