4. Bölüm

BÖLÜM-4

Zeynep
zeyyneppece

BÖLÜM 4

Bazen insanlar rüya görürken gerçekmiş gibi hissederlerdi. Sanırım ben de şu an onu yaşıyordum.

Tam karşımda bana belki de benden daha şaşkın gözlerle bakan adam da bu rüyanın bir parçasıydı, değil mi? Gerçek değildi, olamazdı. Belki de olurdu.

Yıllarca kabuslarımda yaşattığım o adam şu an burada kanlı canlı bir şekilde karşımda mı duruyordu, yoksa yine bir yerlerden o adam yani Cemil Akar gelip beni yine mi götürecekti?

Karşımda bana bakan gece karası gözleri gerçek gibi görünüyordu lakin.

Gözlerimi kapattım ve birkaç saniye bekledim. Tekrardan gözlerimi açtığımda ise karşımdaydı ve bana bakmayı sürdürüyordu.

Bir kabus olsaydı giderdi diye düşündüm. Gitmemişti ama,karşımda bana bakıyordu.

Gözleri aynı diye geçirdim içimden. Saçları, gözleri ve bakışları değişmemiş. Rüyada gördüğümden daha da yakışıklı duruyordu.

Peki ben onu tanımışken ya o beni tanımamışsa? Birine benzetti ve çıkaramadıysa, adımı hatırlayamadıysa…

Hayır, hayır; böyle bir şey mümkün değil çünkü o bana eskiden baktığı gibi bakıyordu. Beni hatırlamıştı çünkü bu gözler bir tek bana böyle bakarlardı, bir tek beni bakışlarıyla aydınlatırlardı.

Lila dayısının elini tuttu ve beni göstererek “Bak dayı,” dedi. Dayısı zaten bana bakıyordu. “Bu benim güzeller güzeli öğretmenim.”

Akay, Lila’nın güzeller güzeli sözünden sonra yutkunmuş ve ağzının içinde geveleyerek “Güzeller güzeli olduğu belli zaten…”dedi. Lila bu sözü duymamıştı ama ben dudak okuyabildiğim için ne dediğini anlamıştım.

Onun dediklerinin üstüne yutkunma sırası bendeydi.

“Neden öyle kaldın ya! Bir şey de söylemiyorsun.” dedi Lila sitem ederek.

“Lila, ben öğretmeninle senin hakkında konuşayım. Sen beni kapının önünde bekle.” dedi geldiğinden beri ilk kez sesli konuşarak.

Şu an fark ediyorum ki sesi de çok güzeldi. Hafif sert, erkeksi bir tınısı vardı.

“Tamam dayım,” dedi Lila ve kapıdan çıktı, arkasından da kapıyı kapattı.

Akay da ne yapacağını bilemedi. Sağ elini kaldırıp ensesine koydu, kaşıdı ve sağa sola baktı. Sonra elini indirdi ve gözleri gözlerime değdi. İki elini de pantolonunun cebine koydu.

“Beni hatırladın mı?” diye sordu. Bakışlarından anladığım kadarıyla alacağı cevaptan korkuyordu.

Gözlerim doldu hafiften. Başımı yavaşça aşağı yukarı sallayarak “Evet,” dedim. “Peki ya sen… Sen hatırladın mı beni?”

Bana baktı birkaç saniye. Çok güzel bakıyordu. Dudaklarında derin bir tebessüm belirdi. Bana doğru bir adım attı. “Tabii ki de Çiçek’imi hatırladım.”

Onun attı adımdan sonra ben de bir adım attım. Sanki bu anı bekliyormuş gibi büyük adımlarla yanıma geldi ve beni kolları arasına aldı.

On yedi sene boyunca aramızda biriken ve bize engel olan bütün hasret bu birkaç adımda silinmişti. Sanki sarılınca Elis ve Akay kaybolmuş, yerine Çiçek ve onu ışığıyla aydınlatan Ay gelmişti.

Bir eli belimde, diğer eli sırtımdaydı. Benimse iki elim de onun omuzlarındaydı. Biraz sonra ise biri saçlarına tırmandı, diğeri de sırtına inmişti.

Çok güzel kokuyordu.

Çenemi boynunun yanına koydum ve derin bir nefes aldım. Tam o anda kafamın üstünde sıcacık dudaklarını hissettim. Bu his ile beraber ürperdiğimi hissettim.

Sanki elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibiydi. Ve onu tekrar bulduğunda kimseye vermeyecekmiş gibi.

Sıkıca sarmıştı beni. Herkesten saklamak, korumak istermiş gibiydi.

Birkaç dakika sonra istemeyerek de olsa ayrıldık. Ben ona, o ise bana baktı. Gülümsedik. O da gülümserken gözleri benim gülümsememe takıldı. Baktı. Ardından gözleri tekrar gözlerime tırmandı.

Elini yavaşça kaldırdı ve işaret ve orta parmağıyla yanağımı okşadı nazikçe. Ben de başımı eline doğru hafifçe eğerek yanağımı eline sürttüm.

Boyu benden bir hayli uzun, tıpkı rüyamdaki gibi…

Eli yanağımdan ayrılıp önüme gelen bir tutam saça uzandı. Okşadı, sevdi.

Şimdi anlıyorum ki beni, ondan başka kimse sevmemiş. Çünkü ben bir tek bu duyguları onun yanında hissediyorum.

Sanki kırılgan bir şeye dokunuyormuş, her an bozulacakmış gibi narindi hareketleri. Saçı kulağımın arkasına iteledi ve kulağıma yaklaşıp “Ben şimdi Lila’yı eve bırakayım, sonra da yanına geleyim. Biraz konuşalım. Beni bekle, tamam mı?” dedi.

Bir anda yine kaybolmamdan korkuyordu.

Kafamı salladım. “Olur, beklerim seni.”

Birkaç saniye daha birbirimize gülümseyerek baktık. Sonra geri geri adımlar attı ve kapıdan çıkıp gitti.

Arkasından öylece bakakaldım. Anın büyüsüyle o gittikten sonra yerimden kıpırdayamamıştım. Kendime geldiğimdeçantamı alarak sarsak adımlarla beraber bahçeye çıktım.

Derin bir nefes alarak temiz havayı içime çektim. Üstünden biraz geçmesine rağmen inanamıyordum. Ona sarıldım, onunla konuştum, o benimle konuştu…

Sarılınca anlamıştım, ben onu çok özlemişim. Bana sarılmasından anlamıştım, o da beni çok özlemişti.

Bir insanın sevildiğini hissetmesi çok güzel bir duyguymuş. On yedi sene sonra bu hissi tekrar hissetmiştim.

Terlemeye başlamıştım. Bir banka oturmaya karar verdim. Çantamı kucağıma bıraktım. Ellerimi kaldırıp yüzüme doğru sallayıp yel yaptım.

Deli gibi koşmak, bağırmak istiyordum. Herkesin yanına gidip “Biliyor musun, o geldi.” demek istiyordum. “Artık beni hep aydınlatacak.”

Artık onu yanımda hayal etmek veya gökyüzündeki aya bakmak istemiyordum. Yanıma bakmak istiyordum. Yanı başımda onun olmasını istiyordum.

Herkesin ayına değil, sadece bana ait olan Ay’ıma bakmak istiyordum.

Yaklaşık yarım saat daha oturup onu bekledim. Tam o sırada kafamı kaldırdım ve okulun büyük kapısının önünde siyah bir araba durdu. Durunca kapısı yavaşça açıldı. Kapı açılınca bir adam arabadan indi. Bu kişi, benim beklediğim kişiydi.

Arabadan indikten sonra yavaş adımlarla okulun bahçesine girdi. Elleri siyah kumaş pantolonunun cebindeydi. Bakışlarının beni aradığını biliyordum. Kafasını benim olduğum yere çevirdi.

Beni gördüğünde bir elini cebinden çıkardı ve güneş gözlüklerine uzattı. Gözünden çıkartıp pantolonuyla aynı renkte olan gömleğinin yakasına astı.

Banka yani bana doğru gelmeye başladı. Ben de yavaşça oturduğum yerden kalktım, çantamı elime aldım ve ona doğru adımlar atmaya başladım.

Aramızdaki mesafe azaldı ve o, tam karşımda durdu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim ve elimde tuttuğum çantayı daha sıkı tuttum.

Gözlerini üstümden ayırmadan her hareketimi izliyordu. Bu ise beni daha panik yapıyordu. Bir elini uzattı ve boşta olan elimi tuttu. Onun bu hareketi yüzünden diğer elimdeki çanta yere düştü.

Bana gülümseyerek baktı ve eğilip yerdeki çantayı aldı. Bana vermek yerine kendi elinde tuttu. Eli ise elimi tutmaya devam ediyordu.

Heyecanımı hissetmiş olmalı ki “Sakin ol,” dedi o güzel, narin sesiyle. Başımı eğdim ve ellerimize baktım. O da başını eğip benim gibi baktı ellerimize. “Rahatsız olduysan çekebilirim elimi,” dedi.

Bunu istemediği belli oluyordu. Sadece beni rahatlatmak istediği için söylemişti ama benim onun yanındayken rahat olduğumu bilmiyordu. “Çekeyim mi?”

Bir an gerçekten bırakacağını düşündüğüm için diğer elimi de elinin üstüne bıraktım. “Hayır!” Sesim biraz yüksek ve panik dolu çıkmıştı. Sesimi alçaltıp “Yani…” dedim. Kafamı kaldırıp ona baktığımda gülümseyerek beni izlediğini görünce yanaklarımın ısınmaya başladığını hissettim. “İyi, böyle kalsın. Çekme elini.”

Bir bana, bir de elinin üstündeki elime baktı. O da çantayı koluna asarak elini benim elimin üstüne koydu. Sonra bana baktı. “Ee hadi, sıra sende.”

Anlamamıştım. “Ne sırası bende?”

“El kızartmaca oynamıyor muyuz?”

“Ya, saçmalama. Ben onun için yapmadım.”

“Ya,” dedi beni taklit ederek. “Peki ne için yaptın?”

Gözlerimi kaçırdım ve başımı eğip ellerimize baktım. “Elimi bırakmaman için tuttum elini.”

En üstteki elini kaldırıp çeneme koydu ve başımı kaldırıp ona bakmamı sağladı. “Ben bırakmam, insan hayatında aynı hatayı sadece bir kere yapar da sen bırakır mısın?”

Anında “Asla.” dedim.

Çenemdeki elini tenimde gezdirerek yanağıma ulaştı. Gözlerime dikkatlice baktı. Bakışlarından birçok duygu geçti. En çok hissettiğim duygu ise özlemdi.

“Seni bir daha asla yanımdan ayırmayacağım. Kimsenin seni benden ayırmasına izin vermeyeceğim.”

Sözleri ve ses tonu o kadar narindi ki… Dolu gözlerimle ona baktım. Gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Yaş göz pınarlarımdan aktığı anda eliyle hemen sildi. Ardından da yaklaşıp an önce yaşı sildiği yere yumuşak bir öpücük bıraktı. Bir gözyaşı daha onun dudakları arasında kayboldu.

Ayrıldı yavaşça ama eli elimi bırakmamıştı. Bırakmaya niyeti de yoktu. Bana uyardı ama şu anın kalbime uyduğunu pek söyleyemezdim. Yerinden çıkacaktı sanki. Deli gibi atıyordu.

Umarım kalbimin sesini duymuyordur, diye düşünürken elini kaldırdı ve kalbimin üstüne koydu. “Kalbin çok hızlı atıyor.”

Yanaklarım kızarmaya devam ediyordu. Ben bir şey söyleyemedim ama o benim yerime de konuştu. “Kalbinin atışı çok güzel. Hissetmesi daha da güzel.” Kulağıma doğru eğildi. “Hem benim hissetmem daha da güzel.”

Bu sözleriyle kalbimin atışı daha da hızlandı sanki imkanvarmış gibi.

Bu halime gülümseyerek karşılık verdi. Kalbimin üstündeki elini yavaşça çekti. Arabasına doğru ilerlemeye başladı. Elimi tutmaya devam ettiği için ben de peşinden gittim.

Bahçeden çıktık ve arabanın yanına geldik. Akay, şoför koltuğunun yanındaki koltuğun kapısını açtı ve binmem için kenara çekildi.

Onu reddetmeden arabaya bindim. O da hemen şoför koltuğuna geçti ve bana dönerek “Bugün özel şoförünüzüm adı Elis ama benim için Çiçek olan Hanım.” dedi gülümseyerek.

Ben de gülümsedim. “Teşekkür ederim Adı Akay ama benim için beni aydınlatan Ay olan Bey.” Emniyet kemerlerimizi de taktıktan sonra araba hareket etti ve yola koyulduk.

Nereye gittiğimizi bile bilmiyordum ama sorma gereksinimi hissetmemiştim. Onunla her yere giderim. Ona güveniyorum çünkü.

Güven… Güven yalnızca beş harf ve iki heceden oluşan bir kelime miydi? Aslında benim için durum on yedi sene boyunca böyleydi. Etrafım da uçan sineğe dahi güvenemezdim. Ne zaman beni ısıracağı belli değildi. Bu ona en güvendiğim bir an da olabilirdi.

Ortaokul birinci sınıfken içten içe bir çocuğu seviyordum. Bunu da yakın arkadaşım olan Seda’ya söyledim. O da anında büyük bir kahkaha attı ve sınıfta bağırarak Semih’ten hoşlandığımı söyledi. Sınıftaki diğer öğrenciler de benimle dalga geçtiler. En acı olanıysa bu çocukların içinde Semih’in de olmasıydı.

Bir daha kimseye güvenip kendimle ilgili hiçbir şeyi dile getirmedim o günden sonra. Zaten konuştuğum çok kişi yoktu. Konuştuğum kişilerle de pek bağ kurmazdım. Okul bitince bizim konuşmalarımız da biterdi.

Akay’ı tekrardan gördüğümde aklıma gelen duygulardan ağır basanlardan biriydi güven. Artık anlıyorum ki güven sadece bir kelime değil.

Güven benim için bir duyguydu artık ama daha önemlisi bir insandı.

“Daldın,”

Duyduğum ses ile başımı yanıma çevirdim ve bana bakan kömür gözlerle karşılaştım. Bir yandan yolu kontrol ediyor, bir yandan da bana bakıyordu. Dudaklarında eşsiz bir gülümseme vardı.

“Evet, öyle oldu.” dedi ona gülümseyerek.

Bir eliyle direksiyonu tutarken benden tarafa olan elini uzattı.

“Elini versene,”

Ona bakarken gözlerimi aşağı indirdim ve aramızda duran eline baktım. Elini hadi dercesine kapatıp açmış, dudaklarını da öne doğru büzmüştü. Bu hali bana çok tatlı gelince dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçtı. Elimi aldırıp dudaklarımın önüne koyup gülümsememi kapattım.

Anında ciddileşti. Elini kaldırıp dudaklarımın önündeki elimi indirdi. “Sorun ne?” diye sordum anlamadığım için.

“Gülüşünü elinle kapatma bir daha. Çok güzel gülüyorsun, bunu saklama. Hep gül ama elinle kapatmadan gül. Sana gülmek çok yakışıyor.”

Kalakaldım. Böyle bir söz beklemiyordum çünkü Cemil Akar gülmemi hiç sevmezdi. Gülümsediğimde bile kızardı. Sesli gülmeme ise tahammülü dahi yoktu. Kızar, bağırır, vururdu. Artık onun yanında olmasam bile ben de bir alışkanlık olmuştu.

Fakat Akay’ın söyledikleri… Sanırım kalbim yine iyi değildi.

“Tamam,” dedim gülümseyerek. “Bundan sonra senin yanında böyle gülerim.”

Gözleri gülümsememe takıldı ve “Güzel,” dedi. Ardından tekrar elini bana uzattı ve tekrardan parmaklarını açıp kapattı.

Ben de gülümseyerek sol elimi kaldırdım ve onun elinin içine bıraktım. O güzel gülümsemesiyle bana baktı.

Yaklaşık on dakika sonra araba bir kafenin nünde durdu. Yol boyunca ne ben ona nereye gittiğimizi sormuştum ne de o bana söylemişti.

Önce kendi kapısını açıp indi ve sonra da benim kapımı açtı. İnmeme yardım etmek için elini uzattı ve ben de bana uzattığı elini tutup arabadan indim. Akay kapıyı kapattıktan sonra ise birlikte kafeye doğru ilerledik.

Kapıdan girdiğimizde cam kenarında olan bir masa dikkatimi çekti. Oraya doğru ilerledim. Akay da beni takip ederek peşimden geldi.

Sandalyelere oturunca bir garson yanıma geldi ve ne alacağımızı sordu. Ben bir Türk kahvesi isterken o, bir yeşil çay istedi. Çok geçmeden içeceklerimiz geldi. Garsona teşekkür ettikten sonra kahvemden bir yudum aldım. Tadı güzeldi, sevmiştim. Zaten Türk kahvesini çok severdim.

Bakışlarımı karşımda duran Akay’a çevirdim. Bir dirseğini masaya yaslamış, yanağını da avuç içine koymuş beni izliyordu. Yanağını avuç içine yasladığı için dudakları hafiften öne çıkmıştı.

Çok tatlı duruyordu. Aslan görüntüsünün ardında bir kedi yatıyordu. Yetimhanede de böyleydi. Bir tek benim ve Rabia ablanın yanındayken gülerdi. Diğer insanlara karşı soğuk ve mesafeliydi. Mesela az önce garsona bile soğuk davranmıştı benim aksime.

Ama benim karşımdaki bu bakışları gayet sıcak ve sevecendi. Bu da ben hoşuma gitmişti.

“Eee,” dedi konuşacak konu bulmaya çalışarak. “Bu on yedi sene botunca ne yaptın?”

Ağlamak ve sensiz olmak dışında bir şey yapmadım, diyemedim. “Pek de iyi zaman geçirdiğim sayılmaz.” demeyi seçtim.

“Arkadaşın var mı çok yakın olduğun?” diye sordu bu kez.

“Yok, yakın veya uzak olduğum hiç kimsem yok.” Ama şu an itibariyle sen varsın.

“Sevgilinde mi yok?”

“Yok, hiç olmadı.”

“Yaa,” dedi şaşırarak. Dudakları yek çizgi halini aldı. “Neyse,” dedi sonra kendi kendine. Söyleyeceği şeyden emin olmayan bir hali vardı. Gözlerimin içine baktı.

“Senin gittiğin sabah seni bulamayınca çok üzüldüm, Çiçek.” dedi. Ardından da çekinerek gözlerini kaçırdı. “Sen gerçekten o adamla gitmek istedin mi? Yani, tabi isteyebilirsin. Onu çok sevmiş de olabilirsin ama…”

“Ne?” diyerek sözünü yarıda kestim. Resmen ağzım şaşkınlıktan bir karış açık kalmıştı. “Size olayı böyle mi anlattılar?”

“Evet, tam olarak böyle anlattılar. Sen, o adamı çok sevmişsin ve onunla gitmek istemişsin. Ama sabaha kadar beklemek istemediğinden gece gitmişsiniz.” Derin bir nefes aldı. “Sadece bir şey soracağım, bu olay gerçekten böyle mi oldu?”

“Hayır,” dedim kafamı iki yana sallayarak. “O adam beni zorla götürdü. Zaten ben gözümü açtığımda arabadaydım. Hatta Müdire Hanım, beni para karşılığında o adama vermiş.” Son cümleyi söylerken ses tonum engel olamadığım bir şekilde kısık çıkmıştı.

“Ne…” dedi. Şaşırma sırası artık ondaydı. Aynı zamanda da kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyordu.

“Size cidden bunu mu söylediler?”

“Evet,” dedi. “O adam bir çocuk evlat edinmeye gelmiş, seni görmüş, birbirinizi sevmişsiniz ve sen onun yanına gitmek istemişsin. Sabah olana kadar beklemek istememişsiniz ve sen gecenin bir yarısı çantanı hazırlayıp gitmişsin. Bize anlatılan bu.”

Nasıl… Nasıl yapabilmişlerdi böyle bir şeyi? Vicdanları nasıl buna izin vermişti? Ama doğru, onlarda vicdan yoktu ki.

Benim takıldığım başka bir konu vardı lakin. Akay… Akay yıllarca benim onu bıraktığımı, ona bir hoşça kal demeyi bile layık görmediğimi düşünmüştü.

“Hayır!” diye panikle bağırdım. Sesim biraz yüksek çıktığı için çevremizdeki birkaç kişi bize dönüp bakmıştı. Onları pek de kafaya takmadan Akay’a baktım ve uzanıp masanın üstündeki elini tuttum.

“Hayır, kesinlikle böyle olmadı.” Kafamı iki yana salladım. Tuttuğum elini sıktım. “Ben…”

“Sen?”

“Ben seni asla yalnız bırakmazdım. Ben öyle olmasını istemedim. O ayırdı beni senden. Seni de benden… Benim seçimim değildi. Seni bırakmam ben.”

Bir anda kendimden güç bulup söylemiştim bunları. Söyledikten sonra da derin bir nefes verdim. Rahatlamıştım. Onun öyle düşünmesini istemezdim. Sonuçta beni o aydınlatıyordu. Çiçek’i sadece Ay’ı aydınlatırken Çiçek kendini öldürecek bir karanlığı neden seçsin ki?

“Sakin ol,” dedi. Benim hızlı ve hararetli konuşmamın aksine sakin bir yanıt vererek.

“Ben bilirim Çiçek’imi, merak etme sen. Beni bırakmayacağını da oradan isteyerek değil, zorla gittiğini de biliyorum. İlk an hissetmiştim yanlış bir şeyler olduğunu.” Burada biraz durdu ve masanın üstünde dirseklerinden yardım alarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Üstünde biraz bol duran gömleğe rağmen kol kasları belirgin bir şekilde göze çarpıyordu.

“Ben Çiçek’imden, Çiçek’im de benden ayrılmaz bundan sonra, değil mi?”

Kafamı salladım. “Evet,”

Kafamı salladığım için saçlarım önüme geldi. Elimi kaldırmaya yeltenince o, benden hızlı davrandı ve tutmadığım elini kaldırarak saçımı kulağımın arkasına iteledi. Sonra da “Yanında lastiğin varsa bana versene. Saçını toplayayım.” dedi.

“Olur,” dedim. Çantamı açtım ve lastiği alırken yanında bir şey gördüm. Akay’ın yetimhaneden gitmeden önce bana verdiği, kendi yaptığı kağıttan çiçek...

Her zaman çantamda taşırdım onu. Lastikten önce onu çıkarttım ve Akay’a uzattım. Önce şaşkın bir şekilde bir çiçeğe bir bana baktı. Hatırlamış olmalı ki dudaklarında derin bir tebessüm belirdi.

“Çiçek, sen bunu saklıyor musun?” diye sordu.

“Evet,” dedim gülümseyerek. “Senden gittikten sonra her zaman yanımda taşıdım.”

Oturduğu yerden kalktı ve yanıma gelip sandalyenin kollarına tutunarak yanımda dizlerinin üzerine çöktü. Çiçeği tutan elimi tuttu ve üzerine minik bir öpücük bıraktı.

Dudakları biraz elimin üstünde oyalandı. Yine birkaç insanın bakışlarının bize döndüğünü fark ettim.

“Akay,” dedim elimi çekerek. Gözleri bana döndü, elimi neden çektiğimi sorar gibi baktı. “İnsanlar bize bakıyor.” Gerçekten birkaç kişi bizi film izler gibi izliyordu

Hiç umurunda değilmiş gibi omuz silkti bana gülümseyerek bakarken. “Baksınlar. Ömrüm boyunca sadece bir keregöreceğim insanların bana bakması umurumda değil.”

“Ama ben de sana bakıyorum.”

“Sen istisnasın. Sen ömrüm boyunca, son nefesimde bile yanımda olacaksın.”

Bir an nefes alamadığımı hissettim. Bugün bunun bana söylediği kaçıncı iltifatı olduğunu bile unutmuştum. Karnımda kelebeklerin kanat çırpmasını hissediyordum. Sanırım onlarda birden bu kadar iltifatı beklemediği için devreleri yanmıştı. Olabilir böyle bir şey çünkü ben bile beklemiyordum.

“E hadi lastiğini versene.” dedi.

Kendime gelmeyi başardığımda lastiği alıp ona verdim. Arkama geçti ve ellerini saçlarıma attı. Okşadı önce, sonra da saç dibimde sıcak dudaklarını hissettim.

Sıcak dudaklarını hissedince ürpermeme engel olamadım. Elleri arasında cam varmış gibi davranıyordu. On yedi senenin ardından biri saçlarıma güzel duygular eşliğinde dokunuyordu.

Lastikle saçlarımı acıtmayacak bir şekilde topladı ve işini bitirince tekrardan dudaklarını hissettim.

Belki bu söylediklerim başkaları için gayet normal bir durum olabilirdi ama ben, kendi yalnızlığımla yüzleştim. Bütün bunlar belki de bir oyundu. Ona inanmamı sağlayacak ve sonra beni terk edecekti.

Bunları düşünmeye bir son verdim. O Akay’dı. Benim Ay’ımdı. Ben ona güvenmeyi seçtim her zaman yaptığım gibi. Az önceki düşüncemi de bir sandığa koydum, o sandığı da kilitledim ve anahtarını da sandıkla beraber uçsuz bucaksız bir okyanusa attım.

O ise tekrardan karşımdaki yerine oturmuştu. Ona döndüm ve “Şimdi daha iyi oldu. Sağ ol.” dedim gülümseyerek. Bana baktı ve benim gibi gülümsedi. Gülümseyince gamzesi çıkıyordu. Gamzesi kısılan gözleriyle birleşince gülümsemesi eşsiz duruyordu.

“Bir şey değil, Çiçek.”

Yaklaşık yarım saat daha oturduk. Onunla oturup konuşmak çok güzeldi ama eve gidip yemek yapmalıydım. Yerimde kıpırdanarak “Şey,” dedim. “Benim gitmem gerek.”

Dudaklarındaki gülümseme sekteye uğradı fakat kendini toparladı. Gitmemi istemiyordu.

“Tamam,” dedi. Çantamı alarak ayağa kalktım. Benim kalktığımı görünce o da kalktı. bana doğru birkaç adım atarak tam karşımda durdu.

Kollarını açarak bana sarıldı ve sarılırken eğilip şakağıma bir öpücük bıraktı.

Ah… Kalbim, iyi misin?

Tam ayrılacağımız sırada yavaşça parmak uçlarımda yükseldim ve yanağına derin bir öpücük bıraktım.

Sanırım benden böyle bir hareket beklemiyor olacak ki donmuştu. Evet, evet ciddi anlamda donmuştu.

Güldüm tepkisi yüzünden. Bu kez elimi dudaklarıma götürüp gülüşümü kapatmaya çalışmadım. Ona gösterdim gülüşümü zaten bir tek o hak ediyordu gülüşüm görmeyi.

Gözleri gülüşüme kaydı, baktı ama yine bir tepki vermedi. Elimle kolunu dürttüm gülmeye devam ederken. Sağ elimi kaldırdım ve yüzünün önünde salladım. Yine bir tık yoktu.

“Hey,” dedim. “Burada mısın, beni duyuyor musun?”

Burada sessizliğini bozdu ve “Seni duyuyorum ama hayır, ben şu anda cennetteyim. Cennetin her yanı çiçeklerle dolu ve çiçeklerin en güzeli ise karşımda ve bana bakıp gülümsüyor. Ayrıca bu güzel Çiçek az önce beni öptü.” dedi çocuksu bir heyecanla.

Yavaş yavaş yanaklarımın kızarmaya başladığını hissettiğim için bakışlarımı ondan kaçırdım. Fakat onun bana bakmaya devam ettiğini hissettim.

Uzun bir süre sonra ilk defa bir akışın beni rahatsız etmediğini hissettim. Hatta… Hatta gözlerini benden hiç ayırmasın istedim. Hep bana baksın istedim.

“Neyse dedim birkaç saniye sonra. Çantamı koluma astım. “Ben gideyim.”

Tam yanından geçip gideceğim sırada kolumdan tutup ilerleyip yanından gitmeme engel oldu. Eli narin bir şekilde kavramıştı kolumu, acıtmadan yavaşça sadece gitmeme engel olacak bir şekilde tutuyordu.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde kahvenin en koyu tonunda olan gözleri hemen yanımdaydı ve sadece beni izliyordu.

“Ben bırakayım seni.” Çok isterdim ama ya beni evlat edinen adam görürse. Ne yapardım?

“Çok isterdim ama beni evlat edinen adam çok tutucu. Görürse açıklayamam.”

“En azından okulun oraya bıraksam?”

Bu olurdu. “Tamam.” dedim. Akay aldıklarımızın parasını ödedi. Benimkini ödeyebileceğimi söylememe rağmen beni dinlemedi ve hepsini ödedi.

Ardından arabasına bindik ve beni okulun orada bıraktı. Ben otobüse bininceye kadar bekledi ve ben binince gitti.

Günümün geri kalanı da diğer günler gibi geçti. Yatağa uzanınca penceremden görünen aya baktım ve gülümseyerek ona “Biliyor musun, artık benim ayım da yanımda ve beni ışığıyla aydınlatacak.” dedim ve kendimi huzurlu, kabussuz bir uykunun eline bıraktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Selammm🩷 Bölümümüz bir günlük bir gecikmeyle beraber sizlerle. Dün biraz yoğun bir gün geçirdiğim için bölümü paylaşmaya fırsatım olmadı. Aklıma geldiğinde ise saatin geç olduğunu fark ettim ve bu güne bıraktım. Umarım beğenmişsinizdir🌹Sınavlarımın başlaması yaklaştığı için haftaya bu güne bölüm sözü veremem ama belki gecikmeli olabilir. Bu bölümü paylaşır paylaşmaz bilgisayarımın başına geçiyorum ve bölüm biriktirmeye devam edeceğim. Lütfen desteklerinizi esirgemeyin. Bol bol yorum yapın, oy kullanın ve beni takip edin. Eğer bunları yaparsanız beni çok mutlu edersiniz. Sizleri çok seviyorum. Beğendiyseniz buna dair ya da "Şurası şöyle daha iyi olurdu." tarzında yorumlar yapabilirsiniz. Eksiklerimi söylemeniz beni kırmaktan çok mutlu eder💕 İsterseniz isteyen kişiler yorumlara sevdikleri yazarları ve kitaplarını yazabilir, konusundan bahsedebilir. Bizlerin birbirimize de destek olması beni çok mutlu eder. İsteyenlerle instagramdan vs konuşabiliriz. Az önce de söylediğim gibi sizler benim yüzümü güldürüyorsunuz sizleri çok seviyorum. Kendinize iyi bakın🫶🏻

 

 

 

                      

                           

       

Bölüm : 20.10.2024 13:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...