Zil çalınca sınıftan öğrencilerime veda edip çıktım. Bugün cumaydı ve iki günlük hafta sonu tatili başlıyordu.
Sınıftan çıkıp öğretmenler odasına doğru ilerlemeye başladım. Dolabıma eşyalarımı bırakmam gerekiyordu.
Öğretmenler odasına girince orada olan arkadaşlarıma gülümsedim ve nasıl olduklarını sordum. Onlar da teşekkür ederek iyi olduklarını söylediler ve benim nasıl olduğumu sordular. Hepsine teşekkür ederek iyi olduğumu söyledim.
Eşyalarımı bana ait olan dolaba koyunca elimdeki anahtar ile kilitledim ve anahtarı da kolumdaki çantamın içine attım. İşimi bitirince de odadakilere veda ederek oradan ayrıldım.
Bahçeye çıkınca Lila ve Akay’ı gördüm. Lila, beni görünce hemen koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. Ben de hemen eğilip ona sarıldım. Onu kucağıma alarak eğildiğim yerden doğruldum.
Kısa bir süre onu o şekilde tuttuktan sonra yere bıraktım ve onun boyuna yakın olabilmek için ona doğru eğildim.
“Öğretmenim,” dedi gülümseyerek.
“Biriciğim,” dedim ben de onun gibi gülümseyerek.
Akay da bu sırada elleri cebinde, gözünde siyah güneş gözlükleriyle bize doğru geliyordu. Göz göze gelince bana gülümsedi. Tabi ki ben de ona gülümsedim.
“Ben sana bir şey diyeceğim.” diyen Lila’yla bakışlarımı ona çevirdim.
“Yarın bize gelir misin? Anneannem ve dedem seninle tanışmak istiyorlar.” dedi bir anda.
Şaşırdım bana böyle bir şey söylemesine fakat bende onlarla tanışmak istiyordum. Sonuçta onlar benim sevgilimin ailesiydi.
“Tamam, bir tanem. Yarın gelirim.”
“Yaşasın!” dedi ve tekrar bana sarıldı.
Ona sarılırken gözlerimi ileriye çevirdim. Akay, gözlüklerini çıkarmıştı ve kollarını göğsünde bağlayarak bizi izliyordu.
Lila benden ayrıldı ve arkasında kalan dayısına dönüp onun yanına koştu. Akay’ı elinden tuttuğu gibi çekiştirerek benim olduğum yere getirmeye çalıştı. Akay da ona uyarak benim olduğum yere doğru ilerlemeye başladı. Yoksa Lila’nın o cüssede birini çekiştirerek getirmesi kesinlikle ama kesinlikle imkansızdı.
Yanıma geldiklerinde ise Lila, dayısına döndü ve “Dayı biliyor musun, öğretmenim bize gelmeyi kabul etti.” dedi.
“Duydum, canım benim.” dedi Lila’ya fakat gözlerini benim üstümden bir saniye bile çekmedi.
“Peki yarın saat kaçta geleyim?”
“Saat iki gibi alırım ben seni burdan. Sonra da eve geçeriz. Akşam da yemek yedikten sonra seni bırakırım.” dedi.
“O zaman biz şimdi gidelim, Lila. Öğretmenin de evine gidip dinlensin. Zaten yarın bütün gün birlikte olacağız.” dedi Akay ve bana göz kırptı.
“Evet, ben de eve gideyim.” dedim ve Lila’ya el salladım. O da bana el salladı.
Akay ‘a da sadece gülümsedim. O da bana gülümsedi. Sonra da elini kaldırarak önce kalbine dokundu ve ardından da beni işaret etti. Dudaklarını oynatarak “Kalbim senin.” dedi.
Ben de önce kalbime dokundum ve sonra da onu işaret ettim, dudaklarımı oynatarak “Kalbim senin.” dedim.
Yanaklarımın kızardığını hissedince arkamı döndüm ve otobüs durğına yürümeye başladım. Otobüs geldi ve kendime boş bir yer bulup oturdum. Evin oraya gelince de oturduğum yerden kalktım ve kapılar açılınca da indim ve eve kadar yürüdüm.
Eve gelince de ilk başta kıtafetlerimi çıkarttım ve üstüme rahat bir şeyler geçirdim. Günlük işeri yaptım. Tam yemek yaparken kullandığım bulaşıkları yıkaken o geldi.
Kapı açıldı ve sertçe kapandı. Sonra adım seslerinin benim olduğum yere geldiğini duydum.
Mutfağa girdi ve bana doğru yaklaştı. Arkan ona dönüktü ama onun bana doğru yaklaştığını hissediyordum. Tam arkamda durduğunda elini belime koyduğunu hissettim. Ardından saçlarımda onun pis dudaklarını hissettim.
Saçımdan nefret ettim o an. Bir an önce yarın olmasını istedim. Yarın olup da saçlarımın Akay’ın dudaklarında temizlenmesini istedim.
Yıkansam bile geçmezdi çünkü ben artık her pisliğin yıkanarak geçmediği öğrenmiştim. Onu geçirmenin tek çaresinin biri tarafından gerçekten, saf bir duyguyla sevilmek olduğunu anlamıştım.
O pis sesiyle “Kızım,” dedi. Az önce öptüğü yeri eliyle okşadı. Ardından beni kollarımdan tutup kendine doğru çevirdi. Bana bakarken tekrar “Kızım,” dedi.
İçimden defalarca “Ben senin kızım değilim!” dedim ama o hiç birini duyamadı. Bu sözler içimden defalarca geçti fakat hiç biri dudaklarımın arasından çıkamadı. Korktum çünkü. Korktum canımı yakmasından.
Hıçkırıklarımı içimde tuttum fakat gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Hemen elimi kaldırıp aktığı anda, ona göstermeden o yaşı sildim ve bir adım yana kayarak onunla aramda bir mesafe koydum.
Sonunda benden ayrılmış, ellerini çekmişti.
“Ben yarın bir velime gideceğim.” dedim olayı bir an önce açarak.
“Kim o?” Anında ifadesi ve bakışı serleşmişti.
“Bir öğrencimin annesi çağırdı beni. Yarın saat iki gibi okulun oradan beni alacak. Akşam da yemekten sonra geleceğim. İyi insanlar, merak etme.” Merak edeceğini düşünmüyordum ama yine de söylemiştim.
“Tamam,” dedi ve bana arkasını dönerek mutfaktan çıktı.
Derin derin nefes alıp vermeye başladım. Ellerimi havaya kaldırarak yüzüme doğru sallayarak yel yapmaya ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Günün geri kalanı da aynı geçti. Biraz yemek yedim ve bulaşıkları yıkayınca yarın giyecekliri ayarladım.
Dizimin iki parmak üstünde biten siyah eteğimi ve kare yaka olan kısa kollu bluzumu ütüleyip masanın üstüne bıraktım.
İşimi bitirince de atağıma yattım ve yüzümü cama döndüm. Ay orada duruyordu.
Uyumakta zorluk çektim çünkü yarın için çok heyecanlıydım. Resmen Akay’ın yani sevgilimin ailesi ile tanışacaktım! Acaba beni severler miydi?
Bunları düşünmeye son verdim ve ne kadar heyecanlı olsam da haftanın yorgunluğuna yenik düşerek kendimi derin bir uykunun kollarına bıraktım.
*****
Sabah çalan alrmın sesiyle gözlerimi yeni bir güne açtım. Ve her sabah yatığım gibi başucumdaki telefonu alıp mesajlar kısmına girdim. Onun ismini bulup mesaj attım.
Mesajı atar atmaz Akay’dan cevap geldi.
Sana da günaydın, benim güzel sevgilim. Saat ikide okulun önünde seni bekliyor olacağım.
Ayaklarımı yere uzatarak terliklerimi giydim ve telefonumu yatağa atarak tuvalete doğru ilerledim. Yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki kendime bütün kusurlarıma rağmen gülümsedim. Çünkü onlarda benden bir parçaydı ve onlar olmasa ben de olmazdım.
Tuvaletten çıkınca mutfağa girerek kahvaltı hazırlamaya başladım. O esnada onun odasının kapısının açıldığını duydum.
Adımları mutfağa doğru ilerledi. Bir süre sonra da tam arkamda durduğunu hissettim.
Beni kendine döndürdü ve yüzüme baktı. Eli kaldırdı ve yanağıma doğru ilerletti. Yanağımı okşarken “Günaydın, kızım” dedi o iğrenç sesiyle
Mecburen “Günaydın,” dedim ben de ona karşılık olarak.
Elini yanağımdan çekip boğazıma doğru ilerletmeye başladı. Tam boğazımın üstüne gelince de elini doladı ve sıktı. Çok sert değildi fakat yine de canım yandı ve nefes almakta zorluk çektim.
Ellerimi, onun ellerinin üstünden boğazıma koydum. Elini çekmeye çalıştım fakat beceremedim. Diğer eliyle iki elimin de bileğinden tuttu ve güçlü bir şekilde sıktı.
Canım yandı ama sesimi çıkaramadım.
“Bugün sana izin verdim ama aklın başında davran.” Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. “Yoksa olacakları bilmek bile istemezsin.”
Sözlerinin ardından beni yana doğru iterek bıraktı. Son anda yanımdaki masaya tutunarak düşmekten kurtuldum.
O da arkasını dönerek mutfaktan çıktı. Arkasında bıraktığı yıkıma dönüp bir kere bile bakmadı.
Hemen koşarak odama ilerledim ve kapıyı kapatarak arkasına çöktüm. Dizlerimi karnıma çektim. İki elimi birden ağzıma kapatarak hıçkırıklarımı yutmaya çalıştım.
Her zaman olduğu gibi yine yuttum, içime attım. Diğerlerinin yanına gömdüm bu acılarımı da ve üstüne toprak atarak sakladım.
Kimse bilmedi oradaki acıları. Kimsenin haberi olmadı.
Bir süre orada o şekilde durdum, göz yaşlarımda boğulmak istedim. Sonra da her zaman yaptığım gibi oradan yavaşça kalktım. Elimi yüzüme götürüp göz yaşlarımı kendim sildim. Acıyan bileklerimi kendim ovdum acısının geçmesi için.
Bir keresinde parkta düşen bir çocuğu görmüştüm . Ağlıyordu. Annesi yanına koşmuştu hemen. Çocuğunun avuç içini defalarca öpmüştü. Çocuk da ağlamayı bırakıp annesine sarılmıştı.
Şu an yanımda benim bileklerimden öpecek kimsem yoktu. O yüzden kendi bileklerimden kendim öptüm. Kendi yaramı kendim sardım. Çünkü benim ne güzel bir annem ne de güzel bir babam vardı.
Bir tek sevgilim vardı. Ona da bazı şeyleri anlatamazdım. Onun bana yaptıklarını eğer Akay’a anlatırsam bana daha kötülerini yapabilirdi. Belki de Akay’a ve ailesine…
Suyumu sürahiden bardağa doldurdum ve birkaç yudumda hepsini bitirdim.
Onun evden çıktığını duyduğum kapı sesiyle anladım. Odamdan çıkıp tuvalete girdim. Yüzümü defalarca soğuk su ile yıkadım. Dişlerimi de fırçalayıp tuvaletten çıkıp odama gittim.
Dün gece hazırladığım kıyafetlerimi giydim. Kıyafetler üstümde çok güzel durmuştu.
Giyinmem bitince tarağımı çıkartıp saçlarımı taradım. Ardından makyaj malzemelerimi çıkarıp ilk başta yüzümdeki izleri kapattım. Kirpiklerime maskara sürdüm ve ruju yanaklarıma hafifçe dokundurarak allık görüntüsü elde ettim. En sonunda da hafif kırmızı olan ruju dudaklarıma sürerek bütün makyaj malzemelerimi beyaz çantamın içine koydum.
Aynadan kendime tekrardan baktım ve boğazımın hafiften kızardığını gördüm. Çok belli olmuyordu ama yine de çantamdan kapatıcıyı çıkarttım, biraz boğazıma sürdüm ve sonra da tekrardan çantamın içine koyarak fermuarı çekerek kapattım. Telefonumu da alarak çantanın önündeki küçük kısıma koyup orayı da kapattım ve evden çıktım.
Otobüs durağına geldiğimde yaklaşık beş dakika sonra otobüs geldi. Otobüse bindim ve boş bir yere oturdum. Okulun oraya gelinceye kadar camdan dışarısını izledim.
Okulun önüne gelince yerimden kalktım ve otobüsten indim. İner inmez gözlerim Akay’ı aramaya başlamıştı. Ve onu yolun diğer tarafında beni beklerken gördüm.
Altında her zamanki gibi siyah kumaş pantolonu vardı. Üstünde de üstten iki düğmesini açık bıraktığı beyaz gömleği vardı. Tabi gözlerinde de her zaman olan siyah güneş gözlükleri vardı.
Onu görünce hemen yolun diğer tarafına geçerek ona doğru koşmaya başladım.
O da beni görünce gözlüğünü tek eliyle çıkartarak diğer kolunu yana doğru açtı. Dudaklarında beni gördüğünde olan tebessümü vardı.
Onun yanına gelince boynuna sıkıca sarıldım. O da tek eliyle beni belimden tutarak havaya kaldırdı ve etrafımda bir tur döndürdü.
Böyle bir şey beklemediğim için şaşırdım fakat kollarımı ona daha sıkı sardım. Dudaklarımdan şen bir kahkaha firar etti.
Beni yere indirdiğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve dudaklarını yanağıma bastırdı.
Çevredeki bazı insanların bize baktığını görüyordum fakat pek de umrumda değildi. Şu an tek ilgilendiğim kişi yanımdaki sevgilimdi.
Dudaklarını yanağımdan çekti ve benden biraz uzaklaştı ama elini belimden çekmedi. Benim de ellerim onun omuzlarında duruyordu.
Bu kez ben ona yaklaştım ve onu yanağından öptüm.
Dudaklarım biraz uzun bir süre yanağında oyalandı. Çekildiğimde birbirimize gülümseyerek baktık. Ayaklarımda siyah topuklu ayakkabılarım olduğu için boyuna daha yakındım.
Beni elimden tutarak arabasının yanına götürdü. Kapıyı açtıve oturmam için yana kaydı.
“Sağ ol.” dedim ve koltuğa oturdum. O da kapıyı kapatarak sürücü koltuğunun kapısı açtı ve oturdu.
Kapıyı kapattı ve arabayı çalıştırmadan önce elini uzatıp elimi tuttu. Elimi dudaklarına götürerek minik bir öpücük bıraktı. “Ne demek, benim güzel sevgilim.”
İltifat konusunda çok becerikliydi. Her bir sözüyle kalbimin atışını nasıl yükselteceğini biliyordu.
Ona gülümsedim, o da bana gülümsedi ve yaklaşıp burnumun ucuna da minik bir öpücük kondurdu. Sonra benden uzaklaşıp arabayı sürmeye başladı ama yol boyunca elimi hiç bırakmadı.
“Annem, ablam ve Lila şu anda evdeler fakat babam ve eniştem saat beş gibi gelecekler.” dedi.
Gözleri bana döndü. “Nasıl, heyecan var mı?” diye sordu.
Derin bir nefes verdim. “Evet,” dedim. Sonra da “Sence beni severler mi?” diye sordum.
“Şaka yapıyorsun, değil mi?” dedi söylediğime şaşırarak. “Ben bu dünya üzerinde seni sevmeyecek tek bir insan olduğunu bile düşünmüyorum.”
“Gerçekten, sevgilim. Hatta seninle tanışmayı o kadar çok istiyorlar ki sabahın yedisinden beri ayaktalar. Annem evin içinde seferberlik ilan etti. ‘Kızım gelecek, kızım gelecek’ diye dolaşıyor. Sabah uyanalım diye bir Adile Naşit gibi merdivenlerden çan çalarak inmediği kaldı.”
Benimle tanışmaya ne kadar meraklı olduklarnı duyunca dudaklarımda bir tebessüm oluştu. Asla böyle bir şey duymayı beklemiyordum.
Yol boyunca biraz daha sohbet ettik. Biraz da geçtiğimiz yerlerdeki evleri ve insanları inceledim.
Sonunda evlerine geldiğimizde öyle heyecanlıydım ki kalbim deli gibi atıyordu.
Arabadan indik ve Akay, bana bakarken elini uzatıp elimi tuttu. Sımsıkı tuttu elimi, sanki beni rahatlatmak ister gibi gülümsedi.
Diğer elini de kaldırıp kapının yanındaki zile bastı. Ve birkaç saniye sonra kapı açıldı.
Karşımda sapsarı, uzun saçları olanbir kadın gördüm. Hemen yanında ise Selen Hanım ve yanında Lila duruyordu.
Kadının, Akay’ın annesi olan Nilda Hanım olduğunu hemen anlamıştın.
Gülümsemesi ile bize bakıyordu. Adeta gülümserken gözlerinin içi parlıyordu.
“Kızım,” dedi bana bakarken. “Hoş geldin.”
Ardından bana doğru ilerledi ve sıkıca sarıldı. Bir elini saçlarıma götürerek okşadı. Ben de, ona aynı şekilde sarıldım.
Hayatımda ilk defa sarıldığm bir insanın kollarında anne sıcaklığını hissetdim o zaman. Anne kokuyordu. Benim annem asla böyle kokmuyordu ama. İlk defa gerçekten bir anne kokusu aldım. Bu duygu çok güzeldi.
Bir süre öyle kaldıktan sonra yavaşça birbirimizden ayrıldık fakat beni asla bırakmadı. Elleri narin bir şekilde kollarımdan tutuyordu. ülümserken aynı zamanda dolu dolu olan gözleriyle bana bakıyordu.
“Hoş buldum, Nilda Hanım.” dedim ben de gülümserken.
“’Hanım’ ne, güzel kızım? ‘Nilda teyze’ demen yeterli.”
“Ay, benim güzel kızım!” dedi ve bana sarıldı.
Arkamdan “Anne bana bu kadar sarılmadın ya!” diye bir ses yükselince Nilda teyzeyle gülürek ayrıldık.
“Bir sus oğlum, şurada güzel kızıma sarılıyorum. Değil mi, kızım?” dedi
“Evet,” dedim ben de gülümseyerek.
Sonra Nilda teyze de bana dönerek “Ayakta kaldın, kızım. Hadi içeriye geçelim.” dedi.
“Ben korkuluk gibi burada mı dikileyim?” dedi Akay da.
Nilda teyzeyle kol kola girdik ve salona doru ilerlemeden önce “Saçmalama oğlum, gel sen de.” dedi Akay’a yönelik. Yürümeye başladığımızda “Çok saçmalamaya başladı bu çocukta.” diyerek sevgilimi bana ispiyonladı.
Salona geçince de ikili koltuğa oturdu ve benide yanına otutturdu. Ben oturunca da Lila koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. Ben de ona sarıldım.
Ayrıldığımızda da “Hoş geldin, öğretmenim.” dedi
Onu çekip dizlerimin üstüne yan bir şekilde otutturdum. “Hoş buldum, canım benim.” dedim. “Ama bana burada ‘öğretmenim’ demene gerek yok, ‘Elis abla’ demen yeterli bir tanem.”
“Tamam, Elis abla.” dedi gülümseyerek.
O esnada salona Selen Hanım girdi ve bana doğru geldi. Lila’yı kucağımdan indirip yanımdaki küçük boşluğa otutturdum. Normal bir insanın oturamayacağı boşluğa küçük olduğu için rahatça yayılmıştı Lila.
Ayağa kalkarak tam karşıma gelen Selen Hanım’la birbirimize sıkıca sarıldık.
“Sen de bana ‘Selen abla’ de, tamam mı?”
“Tamam, Selen abla. Öyle derim.”
Birbirimize gülümsedik ve o da karşımızdaki koltuğa geçerken ben de az önce oturduğum yere oturdum. Yanımdaki Lila’yı da hemen çekip yine dizlerimin üstüne otutturdum.
Bu kez de salona Akay geldi. Benim yanıma oturamayacağı için ablasının yanına geçip tam karşıma oturdu. Gözlerini bana çevirip içimi ısıtacak şekilde bana gülümsedi.
“Ee, kızım nasılsın?” dedi yanımda oturan Nilda teyze.
Bakışlarımı sevgilimden çekip sevgilimin annesine baktım.
“İyiyim, Nilda teyze. Siz nasılsınız?”
“İyiyiz biz de, güzel kızım. Aynı işte, ben evdeyim Selen ablanla. Akay’lar da şirkete gidiyorlar, çalışıyorlar.” Durdu bir iki saniye. “Keşke baban da gelseydi. Onunla da tanışırdık.”
Ne diyeceğimi bulamadığım için bir iki saniye duraksadım. Ama sonra, “O başka zaman gelir artık.” dedim.
“İyi, o zaman. Siz bilirsiniz. Ama kessinlikle bir gün babanla da gel.”
“Bakarız bir gün.” dedim ona ayak uydurmak için gülümseyerek.
“Elis, siz Akay’la yetimhane de tanıştınız değil mi?” diye sordu Selen abla da.
“Evet, orada tanıştık.” Akay’ın bana baktığını hissederek bakışlarımı ona çevirdim. Evet, bana bakıyordu. Ama bu bakış beni asla rahatsız etmiyordu, asla da etmezdi.
“İyi ki de tanışmışız.” dedi Akay.
Yalnız olmadığımız ve burada annesiyle ablasının da olduğu için bir tık utanmıştım.
“Bence de ya! Yoksa bu çocuk bizim elimizde patlardı.” dedi Selen abla ve bir kahkaha attı sözünü bitirince.
“Ne var ya! Doğru değil mi sanki?” Sonra bana döndü ve “Bak, bu sen yokken kendini dişi sinekten bile sakındı. Öyle zamanlar geçirdi yani. Sen can simidi gibi yetiştin.” dedi.
Bakışlarımı Akay’a çevirdim. Şaşırmıştım açıkçası. Çünkü genç ve yakışıklıydı, kızların ilgisini çekebilecek bir yapısı vardı.
Sanki Selen abla içimden söylediklerimi duymuş gibi “Birkaç kız gelmişliği var yanına ama hiç birine yüz vermedi seninki. Yallah, bacım der gibi yolladı hepsini.” dedi.
Artık Selen abla, Nilda teyze ve Lila kahkahalarla gülüyorlardı. Benimde dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçarken tekrardan Akay’a baktım.
Aferin sana der gibi baktım. O da karşılık olarak ne sandın der gibi baktı.
Bir süre daha havadan sudan konuştuktan sonra Nilda teyze ve Selen abla mutfağa gittiler. Selen abla giderken Lila’yı da aldı ve bu sayede bizi baş başa bırakmış oldu.
Yalnız kalınca Akay oturduğu yerden kalktı ve karşıma geçip elini bana uzattı. Ben, bir eline bir ona bakarken “Hadi, kalksana.” dedi.
Elimi elinin içine bırakkırken o da elimi sıkıca tuttu ve oturduğum yerden kalktım. Ayağımda Selen ablanın verdiği ev terlikleri olduğu için benden bir hayli uzun duruyordu.
Beni merdivenlere doğru ilerletti. Merdivenleri çıkmaya başlayınca “Nereye gidiyoruz?” diye sordum.
Beni peşinden ilerletirken “Odama,” diyerek soruma kısa bir yanıt verdi.
Merdivenleri çıkınca da koridorun en sonundaki odaya doğru ilerlemeye başladık.
Kapının önüne gelince bana döndü ve gülümsedi. Ardından da kapıyı açtı ve önce benim girmem için bir adım kenara çekildi.
Odanın içine bakınca gördüğüm şeylerle şok oldum. Yatağın üstünde hayatımda gördüğüm en güzel ve en büyük çiçek buketini gördüm. Hemen yanında da bir kutu vardı. Pembe bir kutuydu ve kutunun renginde bir kurdeleyle bağlanmıştı. Ayrıca pembe olan tek şey o değildi. O büyük çiçekler de pembe renkli bir gül buketiydi.
Arkamı dönüp Akay’a baktım. Dudaklarındaki tebessümle beraber beni izliyordu. Dayanamadım e hemen boynuna atlayarak ona sıkıca sarıldım.
O da bana sarıldı sıkıca. Bacaklarımı da onun beline dolayarak daha sıkı sarıldım ona. Düşmemem için sıkıca bir eliyle belimden tutuyordu. Diğer eliyle de saçlarımın uçlarını okşuyordu.
Dudaklarını kulağıma yaklaştı ve bir şarkı sözü mırıldandı.
Sıkı sıkı sarıldı bana. Etrafımda beni bir kere daha döndürdü. Beni kucağından bırakmadan odaya girdi ve ayağını kaldırdı ve kapıyı ittirerek kapattı.
Beni en sonunda yere indirdiğinde yaklaştı ve dudaklarını alnıma bastırdı. Bir süre o şekilde durduk.
Ardından dudaklarını alnımdan çekti faka benden uzaklaşmadan “Hadi,” diye fısıldadı. Bakışlarıyla yatağın üstünde duran pembe kutuyu işaret etti. “Aç bakalım.”
Ona gülümsedikten sonra yatağa doğru ilerledim ve kenarına oturdum. Kutuyu kucağıma aldım. Önce üstündeki kurdeleyi çözdüm ve sonra da kapağı yavaşça kaldırarak içinde ne olduğuna baktım. Gördüğüm şeyler ile ağzım beş karış açık kaldı.
Bu bir küpe, kolye ve bileklik setiydi. Hepsi de en az ay kadar parlak ve ışıl ışıldı. Altın rengindeydiler ve çok güzel görünüyorlardı.
Kolyeyi elime aldığımda ucunda yine altın harflerle ‘Çiçek’ yazdığını gördüm. Yazının yanında da bir hilal vardı. Kolyeyi bırakıp bilekliği elime aldım. Bunda da küçük küçük pembe çiçekler vardı. Küpenin ise ucunda pembe çiçekler vardı.
Biraz ilerimde beni elleri cebinde izleyen Akay’a baktım. “Akay,” dedim ona gülümserken. O da olduğu yerden yanıma doğru ilerlemeye başladı. Ben de kutuyu yan tarafıma bırakıp ayağa kalktım.
Tam karşıma gelince bir elini cebinden çıkartıp belime koydu ve bedenimi kendi bedenine çekti.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Güzel, değil mi?” Nefesi yüzüme çarpıyordu. Diğer elini de cebinden çıkarttı ve yüzümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına iteledi.
Kafamı evet anlamında salladım. Yüzünü yüzüme daha da yaklaştırdı. Artık neredeyse burunlarımız birbirine değecek konumdaydı.
“Ama senden güzel değil, sevgilim.”
Kalbim tekledi. Bu hallerine daha yeni yeni alışıyordum. Ama onun hiç acıması yoktu.
Bir elimle sözlerine düşmemek için omzuna sıkıca tutundum. Diğer elimi de ensesine koydum. Parmak uçlarımda yükselip iki yanağına da birer öpücük bıraktım.
Hareketimi beğenmiş olmalı ki iki elini de belime sıkıca doladı.
Ben ona, o da bana baktı bir süre. Durduk öyle. Zaman sanki bizim için durmuş gibiydi. Dünya sanki bizim için dönmeyi bırakmıştı.
En sonunda Akay “Kolyeyi sana takmamı ister misin?” dedi.
Kafamı sallayarak onu onayladım. Konuşamadım çünkü sanki onun etkisi altındayken konuşma yetimi kaybetmiştim. Gerek yoktu da zaten, bizim birbirimize bakışlarımız yeterdi.
Ardından kolyeyi aldı ve arkama geçti. Ben de ona yardımcı olmak için saçımı elimle saç tarafıma topladım. Kolyeyi saçlarımın altından geçirdi ve taktı. Ardından da arkamdan ayrılıp önüme geldi.
Gözlerini boynumdaki kolyeye çevirdi. Baktı biraz bir şey söylemeden. Derin bir nefes verirken gözlerini boynumdan koparıp gözlerime çevirdi. “Çok güzel oldun, sevgilim benim.” Yaklaşıp dudaklarını burnumun ucuna değdirerek minicik bir öpücük bıraktı.
Burnumun ucundan öpünce ben de kıkırdayıp burnumu kırıştırdım. Bu tepkime gülümseyerek ve tekrar burnumun ucundan öperek karşılık verdi.
Ardından da ondan ayrılıp yatağın üzerine tekrar oturdum ve küpelerimi kendim taktım. Akay da yanıma oturarak beni izlemeye başladı.
Küpelerimi takınca bilekliği alarak ona uzattım. “Sen takar mısın?”
Elimden bilekliği aldı ve “Tabi takarım, güzelim. Yeter ki sen iste.” dedi.
Elimi ona uzattım ve o da bilekliği taktı. Bilekliği taktı fakat elimi bırakmadı. Yüzünü elime yaklaştırdı ve bileğimin biraz altından öptü.
Sabah olanlardan sonra… Bizim kalplerimiz birlikteydi. Bilmese bile acıyan bileğimden öpüp orada çiçekler açtırmıştı dudaklarıyla.
Dudakları elimin üzerinde oyalanmaya devam ederken gözlerini bana çevirdi. Elimi yavaşça aşağıya indirdi. Birbirimize karşı koyamadık ve tekrardan sıkıca sarıldık.
Başımı göğsüne yasladım, ellerimi sırtında birleştirdim. O da çenesini başımın tepesine koydu ve ellerini belimin iki yanına koydu.
Ne kadar o sekilde durduğumuzu bilmiyorum fakat bir süre sonra bir kapının açılıp kapandığını duyduk.
Akay da saçımı öptü ve sonra da oturduğu yerden kalktı. Beni de elimden tutup ayağa kaldırdı. “Hadi, bakalım. Aşağıya inelim. Babam ve eniştem geldi.”
Saatler önceki heyecan tekrardan belirmişti içimde.
Akay ise anlamış olmalı ki “Heyecanlanma, bebeğim. Sakin ol.” dedi o güven veren ses tonuyla.
Kapıyı açtı ve elimden tutarak benimle beraber odadan çıktı. Merdivenlerden inerken ise Fatih ağabeyin sesini duyduk.
“Nerede ya bunlar! İlk saaten kızı odaya mı attı bu herif!”
Akay da sesi kimin söylediğini anlayınca “Ya sabır, başladı yine!” diye söylendi. Bense bu heyecanımın üzerine bir de yanaklarımın kızardığını hissetmeye başladım.
Merdivenden inince salonda olduklarını anladık ve oraya doğru ilerledik. Salona girmeden önce de elimi Akay’ın elinden çekmiştim.
“Neden çektin elini?” diye sordu anında.
“Babanın karşısına öyle mi çıkalım?” diyerek sorusuna soruyla yanıt verdim.
“Evet,” dedi ve tekrar elimi tuttu.
“Sadece şimdilik elimi bıraksan?”
Bizim tartışmamızı ise salondan gelen bir ses böldü.
“İstediğiniz gibi gelin ama gelin yani. Meyve verdim.”
Selen ablanın sesi ile salonun içine bir bakış atınca hepsinin bize baktığını ve gülümsediğini gördüm.
Utançtan yerin dibine girebilecek duruma gelmiştim.
Nilda teyze Akay’la birleşmiş ellerimize gülümseyerek bakıyordu.
Elimi hemen çektim elinin içinden ve onun elinin üstüne de minik bir şamar attım.
Akay’ın babası olduğunu tahmin ettiğim adam yani Gurur amca yanıma geldi. Bana gülümsedi ve sarılabilir miyiz, kızım?” dedi .
Ben de kafamı evet anlamında sallayarak benim için açtığı kollarının arasına girip Gurur amcaya sıkıca sarıldım. Hayatımda ilk defa yalan olmayan bir babaya sarılmanın verdiği mutluluk ile az önce yaşananları çoktan unutmuştum.
Ayrılınca birbirimize gülümseyerek baktık. “Hoş geldin, kızım.” dedi Gurur amca.
Bu kez de karşıma Fatih ağabey geçti ve kollarını iki yana açarak bana gülümseyerek baktı. Ben de ona gülümsedim ve kollarının arasına girdim.
Bana sarılırken “Hoş geldin, Elis’ciğim.” dedi. Sonra da “Elis’ciğim dememde bir sorun var mı?” dedi.
“Hayır, kesinlikle. İstediğiniz gibi hitap edebilirsiniz. Hoş buldum bu arada.”
Ayrıldığımızda herkese kocaman gülümsedim. Ardından hepimiz koltuklara oturduk. Tabii ki de Akay, beni kendi yanından başka bir yere otutturmamıştı.
Bir buçuk veya iki saat kadar oturup sohbet etmiştik.Bütün salonu kahkahalarımız doldurmuştu.
Açıkçası en son ne zaman bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Belki de hiç bu kadar eğlenmediğim için de olabilirdi.
Bu güzel sohbet sayesinde Akay’ın ailesini yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Hepsi çok iyi insanlardı. Birbirlerine karşı olan bağları inanılmaz derece de güçlüylü. Her insanın imrenebileceği bir aileydiler.
Keşke, demiştim. Keşke benim de böyle bir ailem olsaydı. Keşke babamı bir kere bile olsa görseydim, kim olduğunu bilseydim. Keşke annem benden bir adam uğruna vaz geçmeseydi, bırakmasaydı, yok saymasaydı.
Ama haine derler ya ‘her kötü şeyin altanda bir hayır vardır’ diye, benim hayatım bu sözün açıklamasıydı sanki. Mesela annem beni hiç yetimhaneye bırakmasaydı Akay’la asla tanışamayabilirdim. Bu da demek oluyor ki, asla sevildiğimi hissetmeyecektim.
“Sevgilim,” diye kulağıma doğru fısıldadı Akay. “Daldın gittin, iyi misin?”
Kafamı, kucağımda birleştirdiğim ellerimden koparıp hemen yanımda oturan Akay’a baktım.
“İyiyim, sevgilim. Bir problem yok.” dedim gülümseyerek.
O da bana gülümsedi ve yaklaşıp yanağıma dudaklarını değdirerek minik bir öpücük bıraktı. Afallamıştım bu hareketi karşısında çünkü böyle bir hareket yapmasını beklemiyordum.
“Çüş, lan!” dedi Fatih ağabey.
Kafamı onların olduğu yere çevirdiğimde hepsinin bizi izlediğini gördüm.
Fatih ağabeyin yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Gurur amca da aynı Fatih ağabey gibi bakıyordu ama aynı zamanda da gülümsüyordu.
Şüpesiz bu durumdan en çok eğlenen kişiler Nilda teyze, Selen abla ve Lila’ydı.Üçü de yüzlerindeki tebessümle beraber bize bakıyordu. Lila’ysa ellerini çenesinin altında birleştirip bakıyordu bana ve dayısına.
“Baba, bağırma ya!” dedi Lila eğlenen bir ses tonuyla. “Hem çok güzeller. Ben de büyüyünce böyle olacağım.”
Fatih ağabey bakışlarını kızının söylediği söz ile bizden ayırmayı başarmıştı. “Kızım sen ne diyorsun?” dedi ona. Sonra da bize döndü ve “Görüyor musunuz küçücük kızın aklına soktuğunuzu? Allah’ım ya!” dedi.
Daha fazla duramadım ve utançla oturduğum koltuktan kalktım. Ellerimle yüzümü kapatarak salondan çıktım. Çıkarken de arkamdan atılan birkaç kahkaha sesini ve peşimden gelen adım sesini duydum ama duymamazlıktan gelmeyi seçtim.
Adımlarımı mutfağa doğru ilerlettim. Arkamdaki adım sesleri de iyice yaklaşmıştı. Ardından bir el kolumu tutarak beni mutfağa çekiştirerek birlikte girmemizi sağladı.
Bedenimi kollarının arasına çekerek sıkıca kollarını etrafıma doladı. Kim olduğunu ise daha kokusunu duyduğumda anlamıştım.
Her ne kadar kızgın olsam bile bu fırsatı kaçırmadan ben de ona kollarımı dolayarak sarıldım.
Brnunu şakağıma sürterek yanağımaa indirdi. Oradan ise boynuma… “Benim güzeller güzeli sevgilim utandı mı?” Dudaklarını sakince, hiç acelesi yokmuş gibi yavaşça boynuma değdirdi.
Bir eliyle belime sarılıyorken diğeri ile sırtıma dökülen saçlarımın uçlarını okşuyordu. Belimdeki eliyle de yavaş yavaş belimi okşuyordu.
Ben de bir elimi gece karısı saçlarının arasına daldırıp okşadım. Tabi ki boyuna yetişebilmek için parmak uçlarımda yükselmem gerekiyordu.
Aslında ben kısa bir kadın değildim, boyum 1.71’di. Onunda boyu tahminime göre 1.90 civarındaydı. Yani aramızda yaklaşık yirmi santimetre vardı.
Bunları düşünmeyi bıaktım ve sarılmaya devam ederken Akay’ın omzuna sert sayılabilecek bir yumruk attım.
Akay bana şaşkın bir şekilde baktı. Böyle bir hareket beklemiyor olabilirdi. Aslında burnunu kanatmışlığım bile vardı.
“Elis?” dedi soru sorar gibi bir ses tonuyla. Sonra ise gülümsedi. “Bak bu iki oldu, sevgilim.” Sonra da yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Ama bu hareketlerin beni daha çok etkiliyor, güzelim. Bilmeni isterim.”
Elimle göğsünden ittirerek kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama pek başardığım söylenemezdi. Kıpırdamamıştı bile.
“Orada cidden böyle bir harekete gerek var mıydı?” dedim kızgın bir şekilde ama sesimin içeri gitmemesi için fazla bağıramıyordum.
“Vardı. Çünkü sen benim sevgilimsin. Onlar sanki bunu bilmiyor. Ben seni onların yanında öpmeyeceğim de kimi öpeceğim? Ben kendimi sende buldum. Senin yanında huzur buldum.” Sözlerine kısık sesle devam etti. “Sen benimsin, ben de seninin. Bu böyle, kimse değiştiremez. Hep de böyle olacak. Hem de ay ışığını kaybedene kadar, sevgilim.”
Bu sözlerin ardından bir tık utanmıştım açıkçası. Biliyordum bunu ama birden duyunca kalbime iyi geldiği söylenemezdi. Bakışlarımı ondan çevirip yere bakmaya başladım.
Eliyle çenemi tuttu ve ona bakmamı sağladı. Bu hareketlerime karşın dudaklarının bir köşesi yukarıya doğru kıvrılmıştı. Sonra da hiç beklemediğim bir hareket yaparak tam dudağımın kenarına dudaklarını saniyelik değdirdi. Fakat bu saniyelik hareket bile beni kalp krizinin eşiğine getirmişti.
O geri çekilince hemen iki elimi de üst üste dudaklarımın üstüne kapattım. O ise bu hareketime daha fazla gülümsedi ve bu sefer de ellerimin üstünden olsa bile tam dudağımın hizasına dudaklarını değdirdi.
Dudaklarımızın arasında sadece ve sadece ellerim vardı!
Gözlerim kocaman açılınca ellerimi de dudaklarımın üstünden istemsizce çektim. Dudaklarım aralanmış bir şekilde az önce olanların etkisinde ona bakıyordum.
O da daha fazla gülümseyerek bana tekrardan sarıldı. Dudaklarını saçlarıma değdirdi. “Bu hareketlerin var ya… Aşığım sana kızım. Hem de deli gibi.” Sözlerinden sonra dudaklarını tekrardan saçımdan öptü.
Birkaç dakika daha sarıldık birbirimize. Ardından da yavaşça ayrıldık. “Salona geçelim mi?” dedim.
Elleri belimin iki yanında durmaya devam ediyorken “Olur, güzelim. Ama bu kez elimi tut, tamam mı?”
Elimi hazır bekleyen elinin içine bırakırken gülümsedim. “Ben hep senin elini tutarım ki, biriciğim.”
Söylediğim söz ile yüzünü buruşturdu. “’Biriciğim’ ne, kızım? Ben senin altı yaşındaki öğrencin miyim? İstersen alfabeyi tekrardan öğret.”
Sözleri ile minik bir kahkaha attım. O ise söylenmeye devam ediyordu. “Biri ‘balım’ der, öbürü ‘biriciğim’ der. Allah’ım sen sabır ver.”
Ellerimi yüzüme sürerken “Amin, biriciğim, amin.” dedim.
“Sen var ya…” dedi ve yaklaşıp yanağıma sert bir öpücük bıraktı.
Kafamı geriye çekerek ondan kurtuldum ve elini tekrardan tutarak kapıya doğru ilerlettim. “Hadi, gidelim içeri.” dedim. O da bana uyarak peşimden geldi.
Salona girince gözler bize döndü. Lila gülümseyerek bize bakmaya devam ediyordu. Fatih ağabey de Gurur amcanın yanındaki tekli koltuğa oturmuş sırıtarak bize bakıp “Ne yaptınız? Öpüşüp, barıştınız mı?” dedi.
Bu esnada da Akay beni az önce oturduğumuz yerimize çekiştirdi. İkimiz de yan yana oturunca Fatih ağabeye dönüp “He, ağabey. Öpüşüp, barıştık.” dedi umursamaz bir ifadeyle. Artık alışmış olmalıydı eniştesine, takmıyordu. Ama şahsen ben hiçbir zaman alışamayacaktım bu gidişle.
Az önce yaşananların üstüne bu sözleri duyunca utanmıştım fakat her ne kadar başarısız olsam da belli etmemeye çalıştım.
“İyi, iyi” dedi Gurur amca da gülümseyerek.
Herkes bir süre sessiz bir şekilde oturdu. En sonunda bu sessizliği Nilda teyze bozdu. “Hadi artık, kalkın da yemeği yiyelim geç olmadan.”
Biz de bu sözden sonra yerimizden kalktık ve mutfağa doğru ilerlemeye başladık. Elim tabii ki de Akay’ın elinin içindeydi.
Mutfağa girdiğimde benim için Akay’ın ve yoğun isteği üzerine Lila’nın yanına bir sandalye çekilmişti.
Sofrayı kurarken ben de onlara yardım etmek istiyordum. Fakat bunu dile getirdiğimde Selen abla da Nilda teyze de karşı çıkıyordu. Yine de şansımı denemek istedim.
“Siz bugün çok yoruldunuz ama.”Biraz da ben yapayım, siz oturun.”
“Sofra hazır kızım, sadece yemekleri servis edeceğiz.”
Bir şey yapacaktım, bunu kafama koymuştum. Hayırlı gelin olacaktım.
Gülümseyerek “İyi, bari. İçekleri doldur sen.”
Ben de bir iş yapacağım için gülümseyerek Masanın köşesindeki sürahiye uzandım. Ev yapımı bir limonataydı bu. Çok güzel, taze taze limon kokuyordu.
Limonataları dikkatlice çiçekli bardaklara doldurdum. Bardakların çiçekli olması da dikkatimi çekmemiş değildi.
Kafamı kaldırıp Akay’a baktım. Onun da bana baktığını gördüm. Gözleriyle elimdeki bardağı gösterdi. Gülümseyerek anladığımı gösterdim.
Ben içecekleri doldururken Nilda teyzeyle Selen abla da yemekleri servis ettiler ve hep birlikte yemekleri yemeye başladık.
Kırmızı mercimek çorbası, köfte ve makarna vardı yemekte. En sevdiğim yemeklerdi bunlardı.
Akay bana yaklaştı ve kulağıma doğru eğilip “Anneme senin bunları sevdiğini söyledim. O da bunları yaptı.” diye fısıldadı.
Dönüp ona baktım. “Gerçekten mi, unutmadın mı?
“Ben seninle ilgili olan hiçbir şeyi unatmam. Sadece beynime değil, kalbime de yazarım. Ayrıca evet, gerçekten öyle dedim. ‘Sevgilim bunları seviyor, bunları yapar mısın?’ dedim. O da ‘Tabii ki yaparım ben güzel kızıma.’ dedi.”
Birbirimize gülümsedik ama bu anımız Fatih ağabeyin “Flört etmeyi bırakın da yemeğinizi yiyin.” diyen sesi ile ikimiz de suçlu bir çocuk gibi önümüze döndük ve yemeği yemeye devam ettik.2
Yemek çok güzel geçti. Kahkahalar neredeyse evden taşıp sokağa yayıldı ve kimsenin anlamadığı gibi ben de zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamadım.
Herkes masadan kalktığında ben de kalktım. “Ben de artık gideyim, geç oldu. Babam merak etmesin.”
‘Baba’ sözcüğünü dışımdan normal bir insan gibi, içimden de iğrenerek söyledim. O pisliğin bana baba olmaktan başka her hayrı dokunmuştu ama bir tek baba olamamıştı. Canımı yakmıştı, beni her gece ağlayarak uyumaya zorlatan şeyler yaşatmıştı. Yoldan geçen bir insandan bile bir farkı yoktu artık benim için. İçimde ona karşı gram bir sevgi zerresi yoktu.
“Yaa,” dedi Lila yanıma gelerek. “Gitmesen olmaz mı?”
Onun karşısında dizlerimin üstüne çökerek ellerini tuttum. “Ben de kalmak isterim ama gitmem lazım, bir tanem.”
“Elis,” diyen Selen ablanın sesi ile bakışlarımı bu kez ona çevirdim. “Bir de ben konuşsam babanla. Belki ben konuşunca kabul eder.”
“Sanki liseliyiz de arkadaşımızın bizde kalması için ailesini arayıp izin alıyoruz.” Fatih ağabeyin sözleri ile herkes güldü. Sanırım durumu gerçekten de bu özetliyordu.
“Tamam.” dedim en sonunda teklifi kabul ederek. “Ama içeride konuşalım Selen abla.”
Neden olduğunu pek anlamamış olsa da “Olur,” diyerek kabul etti.
Lila da bizimle gelmek istediğinde Selen abla onu durdurdu ve “Biz Elis ablanla ikimiz konuşalım, kızım. Siz bekleyin.” dedi ve tekrardan bana dönerek gözleriyle merdivenlerim olduğu yeri işaret etti.
Merdivenleri çıkmadan önce salona girerek telefonumu elime aldım. Birlikte merdivenleri çıkınca Akay’ın karşısındaki odaya girdik.
Sanırım bu oda Selen abla’nın odasıydı. Pembe bir yatak, beyaz bir dolap ve bir masa vardı. Ayrıca beyaz makyaj masası ise pencerenin önünde duruyordu. Sade ama tatlı bir odaydı.
Elimdeki telefonu açarken Selen abla “Neden diğerlerinin duymasını istemedin?” diye sordu.
Aramalar kısmına girerken derin bir nefes verdim. Bakışlarımı ona çevirmeden önce ‘babam’ yazan kişinin üstüne tıkladım. “Çünkü çok bağıracak, biliyorum.” dedim dudaklrımdaki acı tebessümle beraber.
O sırada o, telefonu açtı. “Saat kaç oldu, haberin var mı lan senin!” diye bağırdı. Alışmıştım artık buna, verdiğim tek tepki onun sesini duyunca anında kaybolan tebessümüm oldu. “Ne halt ediyorsun lan sen orada!”
“Baba,” dedim hayatım boyunca en nefret ettiğim kelimeyi söyleyerek. “Ben bu gece burada kalabilir miyim?”
“Olmaz, seni öğrencine gönderdim ben; sen ne yapıyorsun orada lan!” diye bağırdı yine.
Bu durumda olaya Selen abla müdehale etti. Telefonu eline aldı ve “İyi akşamlar beyefendi. Ben Elis Hanım’ın velisiyim. Bu gece burada kalması bence hem Elis Hanım için hem de kızım yani öğrencisi için çok iyi olur. Kızım da gitmesini istemiyor. Yarın bu saatlerde de eve gelir. Siz hiç merak etmeyin.” dedi onun bir kelime etmesine bile müsaade vermeden.
Biraz sessiz kalıp Selen ablanın söylediklerini düşündü. En sonunda da “Tamam o zaman. Bu gece kalsın siz de istiyorsanız.” dedi u dönüşü yaparak. “Ama yarın bu saatlerde evde olsun.” diyerek de şartını sundu.
“Oldu o zaman, iyi akşamlar.” dedi Selen abla ve onun bir şey demesine müsaade etmeden telefonu kapattı. Yüzünü buruşturarak kapanan telefona baktı. “Adam başka bir kadının sesini duyunca benliğini unuttu.”
Telefondan başını kaldırıp bana baktı. Gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Birkaç adım bana doğru attı ve sıkıca bana sarıldı.
Anında ben de ona kollarımı doladım. Bir ablaya sarılma duygusunu hayatımda ilk defa yaşıyordum. Rabia abla da vardı ama o daha çok kendini bir anne gibi hissettiriyordu.
Kendimi tutamadım ve kirpiklerimin ucunda hazır bekleyen bir damla yaş usulca gözümden akarak yanağıma düştü.
Bu sarılma belki bir çok anlamda olabilirdi dışardan bakan biri için ama bizim için sadece ben yanındayım, merak etme, kardeşim ve biliyorum, abla sarılmasıydı bizim için. Bunu ikimiz de biliyorduk.
Birbirimizden ayrıldık fakat Selen abla nazikçe kollarımı tutmaya devam ediyordu. Bana destek oluyordu.
“Akay anlattı bana her şeyi.” Seni para karşılığında aldığını biliyorum. “Sana kötü bir şey yapıyor mu?” diye sordu fakat yüzünde alacağı cevaptan korkan bir ifade vardı.
“Hayır,” Evet, “Bana Kötü bir şey yapmıyor.” Bana vuruyor. “İyiyim ben.” Canım yanıyor.
İyileri dışımdan, iyileri ise içimden söyledim. Gözlerinde bu duruma pek inanmadığını belirten bir ifade vardı ama beni zorlamadı.
“Bir şey olursa ilk beni ara, tamam mı güzelim?”
Kafamı aşağı yukarı salladım. O da bir elini uzatarak az önce gözümden akıp yanağıma düşen göz yaşını eliyle sildi. Gülümsedi bana, ben de ona gülümsedim.
Elini yanağımdan indirdi ve elimi tuttu. Önce bereber odadan çıktık sonra da merdivenleri indik ve salona girdik çünkü biz yukarıda konuşurken herkes salona geçmişti.
Biz salona girince Fatih ağabey bize baktı ve “Sonunda geldiniz. Ortadan ikiye çatladım meraktan.” dedi.
“Gidiyor musun, Elis abla?” Diye sordu hemen yanımıza koşan Lila.
“Hayır, bir tanem. Gitmiyorum. Yarın bu saatler de gideceğim eve.” dedim.
“Yaşasın!” diye bağıran Lila’nın boyuna gelebilmek için eğildim ve ona sarıldım.
Bakışlarımı Akay’a çevirince bana gülümseyerek baktığını gördüm. Ben de ona gülümsedim.
Selen abla da bu esnada bizim yanımızdan ayrılıp kocasının yanına gitti. İkili koltukta oturan eşinin yanındaki boş alana oturdu. Fatih ağabey de tek kolunu eşinin arkasından geçirerek ona uzak olan omzunun üstüne koydu ve eşinin kafasını omzuna koyup sıkıca sarıldı. Dudaklarını da başının tepesine değdirip küçük bir öpücük bıraktı.
Onlar çok güzel ve herkes için örnek bir çiftti. Birbirlerini çok seviyorlardı ve bunu göstermekten de asla çekinmiyorlardı.
Lila’yla birbirimize sarılmamız bitince o, annesi ile babasının yanına gidip aralarına oturmuştu.
Akay da bana “Elis,” diye seslendi. Ona döndüğümde eliyle yanındaki oş alana iki kere vurarak yanına gelmemi işaret etti.
Gözlerimi gözlerinden ayırmadan yanına ilerledim ve işaret ettiği yere oturdum.
O da elini omzuma koyarak bedenimi göğsüne doğru çekti.Ben de karşı çıkmayarak kafamı göğsüne yasladım ve sonsuza kadar ait olduğum gövdeye tekrardan sokuldum.
Biraz daha oturduk ve sohbet ettik hep beraber. Sonrasında Selen abla da yerinden kalktı ve bir anda kayboldu. Geri geldiğinde ise elinde bir adet kulaklık ve yüzünde ise derin bir gülümseme vardı.
“Kızım, bunlar ne?” diye sordu Nilda teyze Selen ablanın elindekilere bakarken.
“Onları anladık, kızım” dedi Gurur amca da olaya dahil olarak.
“Oyun oynayacağız.” diye açıkladı Selen abla. “Kulaklığı bir kişi takacak, diğer kişi de ona bir kelime seçip anlatmaya çalışacak.”
“Güzel, oynayalım o zaman.” dedi Fatih ağabey de eşine bakarken.
“Önce ben!” diye heyecanla bağırdı Lila.
“Tamam,” dedi Selen abla. “Peki anlatmak mı istersin, tahmin etmek mi?”
“Dayım!” derken parmağıyla Akay’ı işaret etmişti.
“Tamam, haydi kalkın o zaman.” dedi Fatih ağabey ve eşinin elinden kulaklığı alarak teleona bağlayıp şarkı ayarladı.
Kulaklığı Lila’ya taktılar ve ardından da şarkıyı açtılar. Müzik açılınca da Lila bir anda her şeyi unutarak şarkıya eşlik etmeye başladı.
Sen savaşla aşkı karaıştırmışsın
Sen beni hep düşman, varsaymışsın”
Şarkıyı bağırarak söylüyor ve asla durmadan yerinde zıplıyordu. Gözlerini de kapattı ve bizi takmadan şarkıyı söylemeye devam etti. Selen abla ona seslendi fakat duymadı. En sonunda Fatih ağabey kulaklığı çekip alınca Lila, gözlerini açtı ve şarkıyı söylemeyi bırakıp bize baktı.
“Kızım, sen şarkı söyleyip gözlerini kapatmayacaksın.” dedi Fatih ağabey. “Dayına bakarak onun söylediği kelimeyi tahmin etmeye çalışacaksın.” Kulaklığı takmadan önce emin olmak için tekrardan “Anladın mı?” diye sordu.
Lilaa başını salladı ve babası kulaklığı tekrar taktı. Akay da aklından bir kelime seçti. Seçtiği kelime ise dondurmaydı.
Lila, kelimeyi birkaç tekrar sonrasında doğru tahmin etti. Onlardan sonra ise Nilda teyze ile Gurur amca yaptılar. Ardından da Lila tekrar yapmak istedi ve bu kez o, bana sordu.
En sonunda sıra Fatih ağabey ile Selen abla’ya geldi. Kulaklığı Fatih ağabey takıp Selen ablanın karşısına geçti.
Müziği açmadan önce Selen abla “Ben bir kelime değil, cümle söyleyeceğim.” dedi. Herkes onu onayladı ve müzik açıldı.
“Baba,” dedi ilk önce selen abla.
“Kaba,” diye tahminde bulundu Fatih ağabey.
Selen abla başını iki yana salladı ve sonra “Ba-ba,” diye heceleyerek söyledi.
“Baba,” diyerek doğru bildi Fatih ağabey.
“Oluyorsun,” diyerek cümleyi tamaladı Selen abla.
Fatih ağabey ilk seferde anladı bu sefer. “Oluyorsun,”
Biz hepimiz şaşkın bir şekilde bakarken kafasını aşağı yukarı salladı.
“Baba olu…” Ne söylediğine dikkat edince duraksadı Fatih ağabey. “Ne?” dedi ve kulaklığı çıkartıp koltuğa doğru fırlattı.
Selen abla elini kotunun arka cebine soktu ve bir test çıkardı. Hamilelik testi…
“Baba oluyorsun.” diye tekrarladı ve dolu gözlerinden bir damla yaş yanağına doğru süzüldü.
Hepimiz bu manzarayı şaşkın ve dolu gözlerle izliyorduk. Kucağımdaki Lila bile hareket etmeden anne ve babasını izliyordu.
Nilda teyze de elini ağzına kapatarak kızı ve damadına bakıyordu.
Fatih ağabey yerinde taş kesilmiş gibi duruyordu. Selen abla da eşine derin bir gülümsemeyle bakıyordu.
Gözlerini eşinin elinde tuttuğu teste çevirdi. Derin bir nefes verdi. Ben de Selen ablanın eline baktığımda elinin gözle görülür bir şekilde titrediğini gördüm.
Fatih ağabey de şoku atlatınca hemen eşinin yanına ilerledi ve ona sıkıca sarıldı. Selen abla da ellerini Fatih ağabeyin sırtında birleştirdi fakat elleri titremeye devam ediyordu.
Fatih ağabey de bir eliyle kendisinden biraz kısa olan eşinin saçlarını okşarken belindeki diğer eliyle yavaşça belini okşuyordu.
Bu sırada kucağımda oturan Lila başını bana çevirdi ve “Elis abla, şimdi benim kardeşim mi olacak?” dedi.
Gülümseyerek elimi saçlarına attım. “Evet, güzelim.” Elimin altındaki saçlarını okşadım. “Sen abla olacaksın.”
Selen abla ve Fatih ağabey sarılmayı bırakmıştı. Fatih ağabey eşinin ellerini tutarak titreyen ellerinin üstüne birer öpücük kondurdu.
Ellerini bıraktıktan sonra yavaşça eşinin karşısında iki dizinin üstünde çöktü. Bir elini Selen ablanın beline koydu. Yaklaşıp dudaklarını karısının henüz belirginleşmemiş karnına yasladı. Öptü.
Kafasını geri çektikten sonra elini koydu ve “Merhaba, bebeğim.” dedi gülümseyerek.
Ardından başını dizlerimin üstünde oturan kızına çevirdi ve “Gelsene, kızım.” dedi. “Gel ve kardeşinle tanış.”
Lila kucağımdan indi ve anne ve abasının yanına doğru ilerledi. Elini annesinin karnına, babasının elinin yanına koydu. “Merhaba, kardeşim.” dedi ve babasından gördüğü gibi dudaklarını annesinin karnına yaslayıp öptü.
Ağlamamak için zar zor dayanan Selen abla için bu olay bardağı taşıran son damla olmuştu. Eğilip kızına sıkıca sarıldı ve yanağına derin bir öpücük bıraktı. Bie elini kızının sırtından çekti ve gözünden akan yaşları sildi.
Onlar ayrıldıktan sonra Selen abla eğildiği yerden doğruldu ve kollarını iki yana açarak “Sarılmak için davetiye mi bekliyorsunuz?” dedi gülümseyerek.
Nilda teyze sanki hep bu sözü bekliyormuş gibi anında yerinden fırladı ve kızına sıkıca sarıldı.
Gurur amca da damadının yanına gidip ona sarıldı ve omzuna iki kere dostça vurdu. Ardından da Akay eniştesinin yanına gidip ona sarıldı.
Anne kız ayrılmamaya yemin etmişler gibi sarılmaya devam ederken ben de Fatih ağabeye sarıldım.
“Teşekkür ederim Elis.” dedi ve bana ve Akay’a baktı. “Darısı sizin başınıza.”
Az önce ağlayan Selen abladan minik bir kahkaha sesi yükseldi.
Utandığım ve böyle bir şey beklemediğim için başımı biraz önüme eğerek saçlarımla kızaran yanaklarımı kapatmaya çalıştım.
Arkamdaki Akay’dan önce derim bir nefes verme sesi geldi. Sonra da “Böyle bir durumda bile bizimle mi uğraşacaksın?” dedi.
Selen abla yanıma geldi ve “Utandırmayın Elis’imi.” dedi ve bana sıkıca sarıldı. Ben de hemen ona sarıldım.
Benden ayrılınca da babasına ve Akay’a da sarıldı sıkıca. Gurur amcanın kızına sarılırken gözlerinin dolduğunu gördüm. Baba olmak böyle bir şeydi işte…
Sarılmaları bitince de “Hadi, fotoğraf çekinelim!” dedi Selen abla.
Telefonunu koltuğunun üstünden aldı ve kamerayı açıp bize doğru tuttu. Lila, babasının kucağına çıkmış ve ona sıkıca sarılıyordu.
Onların ailecek çekineceğini düşündüğüm için hafiften yana çekilerek kadrajdan çıktım. Ama Akay, onun yanında olmadığımı görünce elini bana uzatarak, “Gelsene yanıma.” dedi.
“Yok,” dedim kollarımı kendime sararak. “Siz ailecek çekinin fotoğrafı.”
“Saçmalama, kızım. Gel yanımıza, seninle çekinelim fotoğrafı.” dedi Gurur amca.
“Evet, kızım.” dedi Nilda teyze. Gözleri bir anlığına Akay’a kaydı. Ardından tekrar bana bakınca imayla “Hem artık sen de ailemizden sayılırsın.” dedi.
Selen abla da gülümsedi ve “Hem daha seninle daha en iyi anlaşan gelin görümce olacağız.” dedi.
“Ne de olsa müstakbel gelinimizsin.”dedi Fatih ağabey de.”
“Hadi, Elis abla. Sen de gel.” diyerek babasının kucağından olaya dahil oldu Lila.
“Hem sence ben neden hamile olduğum haberini senin yanında verdim sanıyorsun? Ailemizin her üyesi bir arada olunca vermek istedim. Yoksa iki gündür saklamamın başka bir anlamı olamaz.”
“Ne yani sen hamile oluğunu iki gündür biliyor musun?” diye sordu Fatih ağabey.
“Evet, biliyordum. Sadece Elis’in yanında söylemek istedim.”
“Geliyor musun artık?” dedi Akay kaşlarını kaldırarak.
Kollarımı iki yanıma indirerek Akay’ın yanına doğru ilerledim. Akay’ da elini belime koydu ve yandan bedenimi bedenine çekti.
“Çekiyorum!” dedi Selen abla. “Üç, iki, bir.”
Tam fotoğraf çekileceği sırada Akay dudaklarını şakağıma yasladı. Fotoğrafta o, beni öperken; ben de, onun öpüşüne kapılmış bir şekilde çıkmıştık.
Selen abla telefonu indirince Lila da babasının kucağından inerek annesini yanına gitti. “Anne, hadi. Fotoğraflara bakalım!” dedi heyecanla zıplayarak.
“Anasının kızı,” diye mırıldandı Fatih ağabey.
Selen abla da eşine döndü ve ters ters baktı. “Tabii ki annesinin kızı. Ya kimin olacaktı?”
“Oğlum olunca da o da benim oğlum olacak. Siz, ana kız olunca kıskanmıştım.” dedi.
“Ya, öyle mi? Peki erkek olacağını nereden biliyorsun? Ya kız olursa,üçe bir kaybedersin.” dedi.
“İçime öyle doğdu valla.” dedi. Sonra da elini kaldırdı ve ağzına hayali bir fermuar çekti.
Selen abla eşini fazla takmayarak elindeki telefona döndü. Ama bence dönmese daha iyiydi. Çünkü telefondaki gözleri anında sevgilim ve bana dönmüştü.
“Ne oldu?” dedi Fatih ağabey ve o da yaklaşıp fotoğrafa baktı. Tabi ondan sonra herkes de fotoğrafa baktı.
Fatih ağabey de fotoğrafa bakınca bakışları bize döndü. “İki dakika normal duramıyor musunuz siz?”
“Sevgilimi öptüm sadece. Ne var bunda?”
“Git başka yerde öp o zaman. Aile var burada.”
“Sana mı soracağım? Ayrıca sen de az önce karını öptün. Biz sana bir şey dedik mi?”
“Evet, öptüm ama dediğin gibi o, benim karım. Ayrıyetten de az önce sevindirici bir haber aldım ben. Senin gibi canım sıkıldıkça öpmüyorum.”
“Ay, yeter!” diyerek Akay ve Fatih ağabey’in tartışmasına son noktayı koydu Nilda teyze. “Kim kimi öperse öpsün. Başım ağrıdı.” dedi ve tekli koltuğa oturdu. O oturunca biz de yerlerimize oturduk.
Saat geç oluncaya kadar oturduk ve sohbet ettik. Lila ise bu arada başını benim dizime koymuş, ayaklarını ise dayısının kucağına uzatmıştı.nBen saçlarını okşarken Akay da ayaklarını ovalıyor, bazen ise gıdıklıyordu.
Lila’nın iyice mıyıştığını gören Selen abla “Geç oldu saat de. Biz kalkalım artık.” dedi ve kendi oturduğu yerden kalkarken Fatih ağabey de onun kendi başına kalkmasına endişelendi.
“Selen neden tek başına kalkıyorsun, ya bir şey olsa!” derken eşinin kalkmasına yardım etti.
“Ya saçmalama, Fatih. Beş-altı haftalık anca. Kalkabilirim kendim, sorun yok.” dedi.
“Olsun, ben yardım edeyim sana. Hamilesin sen, dikkat etmen lazım, güzelim.”
Derin bir nefes verdi Selen abla. “Ne olursun rahat bırak. Endişeleniyorsun ama gerek yok, hayatım. Sakin ol, bir problem yok.” dedi kocasını sakinleştirmeye çalışarak.
“Ablam Lila’ya hamileyken çok zorluk çekti, eniştem de ondan endişeli bu kadar.” diye bana olayı açıkladı.
Bunu duymak beni üzmeye yetmişti çünkü Fatih ağabeyin gözlerindeki korku yerindeydi. Eşinin karnına bakarken gözleri buğulandı.
Ben de ona dönerken “Gerçekten mi?” diye sordum.
“Evet, neredeyse Lila’yı da ablası gibi kaybedecektik.” dedi.
Fatih ağabeyin Lila’yı kucağına almak için yanımıza geldiğini görünce “Sonra anlatırım.” dedi ve gülümsedi ama o gülümsemenin altında derin bir acı gördüm.
Bu sırada Fatih ağabey yanımıza yaklaştı ve Lila’yı kucağına aldı. “İyi akşamlar.” dedik birbirimize ve Selen abla da Fatih ağabeyin koluna girerek evden çıktılar.
Onlar çıkınca Nilda teyze bana seslendi. “Kızım, gel hadi sana giyecek bir şeyler ayarlayalım. Rahat uyu.” dedi ve merdivenlere doğru ilerledi. Ben de çantamı alarak peşinden ilerledim.
Merdivenleri çıkınca sağ taraftaki ilk odanın kapısını açtı. Önce o girdi ve arkasından da ben odaya girdim.
Odada çift kişilik bir yatak, büyük bir dolap ve bir makyaj masası vardı. Odada bir tek yatak başlığı ve dolap açık gri rengindeydi. Onun dışındaki duvarlar ve perdeler de dahil olmak üzere her şey beyaz renkliydi. Ayrıca yatak örtüsü ve yastık kılıflarının da siyah olması da odaya ayrı bir hava katıyordu.
Bu odanın Nilda teyze ve Gurur amcaya ait olduğu gayet belliydi.
Nilda teyze dolabı açarak biraz karıştırdı. Sonra elinde açık gri olan panda görselli uzun kollu bir tişört ve gri kumaşın üstünde siyah kalpler olan uzun bir altı bana uzattı.
“Al bunları kızım. Geceleri serin oluyor diye bunu seçtim ama istersen başka da veririm.”
“Gerek yok, ben bunları giyerim. Teşekkür ederim, Nilda teyze.” Gülümsedim. O da bana gülümsedi ve kıyafetleri bana verdi.
“Ne demek, benim güzel kızım.” dedi. Sonra da eliyle odanın içindeki kapıyı gösterdi. “Bak, burası tuvalet. İstersen burada giyin istersen orada giyin. Lavabonun yanındaki dolaptan da istediğini kullanabilirsin. Krem falan var veya makyajını çıkarmak istersen çekinme, kullan. Şimdi ben çıkayım.” dedi ve odadan çıktı.
Odada tek başıma kalınca elimdekilerle tuvalete ilerledim. Kapıyı açınca beni aynı odaya benzeyen, yarısı beyaz yarısı gri olan bir banyo karşıladı.
Hızlıca üstümü değiştirdim ve sonra da Nilda teyzenin sözünü hatırlayınca aynanın yanındaki dolabı açarak içinden makyaj temizleme jeli alarak yüzümü yıkadım.
Aynaya baktım. Yüzümdeki izler uzaktan pek belli olmasa da yakından bakınca belli oluyordu.
Banyoda çıkarak yatağın üstüne bıraktığım çantadan kapatıcımı aldım ve banyoya geçip sadece belli olan yerlere kapatacak kadar sürdüm.
İşimi bitirince önce banyodan çıktım, ardından da çantamı ve kıyafetlerimi alarak odadan çıktım.
Odadan çıkınca kapının yanında kollarını göğsünde bağlamış Akay’la karşılaştım.
Çıktığımı görünce kollarını iki yanına indirdi ve beni baştan aşağıya süzdü. Dudağının bir kenar yukarı kalktı.Karşıma geçti ve bir elini saçıma atarak kulağımın arkasına iteledi. Diğer elini de belime koyup bedenimi kendine çekti.
“Çok güzelsin, sevgilim.” dedi ve saçıma bir öpücük kondurdu.
Akay’ın arkasından gelen bir öksürük sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim ve merdivenlerin başında bizi izleyen Nilda teyze ve Gurur amca ile karşılaşınca Akay’ı göğsünden iterek kendimden uzaklaştırdım. O da arkasını dönerek anne ve babasına kısa bir bakış attı.
Kafamı hafiften önüme eğdim. Utanmıştım.
“Kızım,” dedi Nilda teyze. “Selen ablanın odası hazır. Yorulmuşsundur sen de, hadi geç odaya.”
“Benim yanımda da kalabilir.” dedi Akay. Bakışlarımı ona çevirdim. Onun da bana dudaklarındaki tebessüm ile baktığını gördüm.
“Ona Elis kızım karar verecek.” dedi Gurur amca. Bakışlarımı Akay’da çekip onlara baktım. İkisi de bizi yüzlerindeki gülümseme ile izliyorlardı.
Selen ablanın anlattıklarından sonra gerçek olup olmadığıma inanamıyormuş gibi bir halleri vardı.
“Olur,” dedim utana çekile. “Akay’ın yanında kalırım ben.”
“Tamam o zaman.” dedi Nilda teyze. Sonra bana dönüp “Bir şey olunca gel yanıma kızım. Çekinme sakın, artık burası da senin bir evin.”
Gülümsedim. “Gelirim, Nilda teyze.” dedim. Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrılıp odalara geçtik.
Odanın içine girince ışığı açtım ve odanın içine doğru ilerledim. Çiçeğin ve kutunun yatağın üstünde oldunu gördüm.
Adımlarımı oraya doğru çevirdim. Çantmı ve kıyafetlerimi tek elimle tutarken diğerlerini de diğer elimle tutmaya çalıştım. Masaya doğru ilerledim ve elimdeki bütün eşyaları oraya koydum.
Tam arkamda Akay’ın olduğunu hissediyordum. Ben masanın önünde durunca o da iki ekini bedenimin yanından geçirerek masaya koydu. Bu sayede beni masa ile kendi arasında kıstırdı. Verdiği nefesler ensemi okşuyordu.
Yavaşça ona döndüm ve kalçamı masaya yasladım.Ellerimi de masanın üstünde olan ellerinin yanına koydum.
Yakınlığımızdan dolayı nefeslerimiz birbirine karışıyordu.
Ellerini masadan çekip belimin iki yanına koydu ve beni havaya kaldırarak masanın üstüne otutturdu. Bacaklarımı hafif aralayarak oradaki yerini aldı.
Bir elini kumaşın üstünden bacağıma yerleştirdi ve baş parmağını hareket ettirerek yavaşça okşamaya başladı.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerini gözlerime dikti ve dikkatle baktı. Belimdeki elini çekerek saçlarıma attı ve saçlarımı bir omzumda topladı.
Yaklaşıp dudaklarını yanağıma yasladı. Oradan da dudaklarını tenime sürterek boynuma indirdi. Derin bir öpücük bıraktı boynuma.
Gözlerimi kapattım anında ve onun öpücüğünün hissinde kayboldum. Dudaklarımdan derin bir nefes verdim.
Kafasını boynumdan kaldırıp bana baktı. Gülümsedi, gülümsedim. Omuzlarında olan ellerimle onu daha da kendime çektim ve ben de onun yanağına bir öpücük bıraktım.
Kafasını benden uzaklaştırmadan yanağını yanağıma yasladı ve iki eli de belimi buldu. Sıkıca sarıldık birbirimize.
Kulağıma doğru “Seni çok seviyorum.” dedi fısıldar bir ses tonuyla.
Bir elimi omzundan çekerken ensesine koydum. “Ben de… Ben de seni çok seviyorum.”
Kafasını geri çekti. Yüzünde derin bir gülümseme vardı.
“Sen bana aşık mısın?” dedim dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçarken.
“Evet, ben sana küçüklüğümden beri aşığım. Küçükken bile sana olan hislerimin arasında bu vardı. Sen, benden gidince anladım. Ben seni sadece sevmiyormuşum, aşık olmuşum. Nasıl olduğunu bile bilmeden, birden bire seni kalbimin en saklı köşesine koymuşum.” Derin bir nefes aldı. “Peki sen, sen bana aşık mısın?”
Çenemi göğsüne yaslayarak ona alttan alttan baktım. “Evet, ben de sana aşığım. Küçükken de seni çok seviyordum ama o zaman bu duygunun bu kadar baskın olacağını bilmiyordum. Şimdi ise daha iyi anlıyorum. Ben, sana aşığım Akay.”
“Peki, bana bir kere ‘aşkım’ desene.” dedi gülümseyerek.
“Aşkım.” dedim. O bana gülümseyerek baktı ama ben bunu sesli dile getirmekten bir tık utanmıştım. Kafamı omzuna gömerek yüzümü sakladım.
Bu hareketime karşın sadece gülümsemekle ytinmedi, küçük bir kahkaha bile attı. Kafasını bana eğip saçlarımın üstüne dudaklarını değdirdi.
Elini çeneme uzatarak kafamı kaldırdı ve ona bakmamı sağladı. “Sana bir şey diyeyim mi?” dedi. Kafamı salladım. “Bu hallerin çok tatlı.” dedi ve bana tekrardan sarıldı.
Ondan ayrılınca “Kolyeyle rahat yatamam, çıkartır mısın?” dedim.
“Olur, çiçeğim.” dedi ve kolyemi çıkarttı.Kolyeyi eline alıp çiçeğin yanına koydu. Sonra benden iki adım uzaklaşarak yere inmeme izin verdi.
İnince de kendim küpelerimi çıkarttım ve kolyenin yanına bıraktım. Bileklik duruyordu çünkü onu çıkartmaya gerek yoktu, onunla uyuyabilirdim.
Akay ise yatakta oturmuş, beni izliyordu. Yanına ilerledim ve oturdum. Ona doğru döndüm. “Eee, az önce anlatacağın şeyi anlatsana. Tabi anlatmak istersen.”
Bakışları buğulandı. Yalnız kaldığımız için bütün gardını indirmişti. Derin bir nefes aldı. “Ablam, Lila’dan önce bir kere daha hamile kalmıştı. İlk çocuğu olacağı için çok mutluydular eniştemle. Ama bir gece olanlar oldu. Telefonum çaldı. Saat gece iki buçuk. Arayan eniştemdi.”
Artık gözleri dolmaya başladı. “Ablam, gece sancıyla uyanmış, o zaman da ağustos olduğu için hava sıcak. Battaniyeyle uyumuyoruz. Elini karnına atıyor ablam. Ama bir ıslaklık hissediyor.” Artık benim de gözlerim dolmaya başladı.
“Eniştemi uyandırıyor hemen. Eniştem kalkıp ışığı açıyor hemen, ıslaklığın ne olduğunu anlamak için.” Gözümüzden aynı anda bir damla yaş yatağa aktı. “Kan, beyaz çarşafın her yeri kan. Hemen beni aramış, eniştem. Telefonu açtığımda ‘Akay, çabuk gelin. Ablan iyi değil.’ dedi bana. Anında elim ayağım titredi. Hemen kalkıp annemle babamı uyandırdım. Üstümüzü bile değiştirmeden ablamlara gittik. Eniştem ablamı kucaklamış bahçeye indirmiş biz gittiğimizde. Ama ablam nasıl ağlıyor. İki eliyle birden karnına sarılmış ‘Bebeğim!’ diye bağırıyor. Arabalara binip hemen hastaneye gidiyoruz. Ama altı kişi gittiğimiz hastaneden beş kişi olarak çıktık.”
“Yeğenimi, bize beyaz bir kutunun içinde verdiler. Ablam fenalaştı, üç gün hastanede yattı. Biz de beyaz kutunun içindeki yeğenimi gömdük. Babam, eniştem ve ben.”
Gözünden birkaç damla yaş daha aktı. Onu ilk defa böyle görüyordum, ilk defa ağladığını görüyordum. Onu kendime çekerek sarıldım. Sıkı sıkı…
Başını boynuma gömdü ve ellerini sırtımda birleştirdi. Birkaç damla yaş gerdanıma düştü.
“Lila’da da ablam düşük tehlikesi geçirdi. Oturduğu koltuktan aniden kalkınca oldu. Sancı girdi bir anda. Bu kez hepimiz onun yanındaydık, hepimiz şahit olduk bu duruma. Yine aynısı olacağı için çok korktuk. Kanaması başladı. Hemen hastaneye gittik. Çok şükür bu kez olmadı kötü bir şey ama ablam iki hafta hastanede yattı. Durum riskli diye.”
“Lila’nın ablası ölmeseydi sonraki gün cinsiyet partisi yapacaktık kendi aramızda. Bir tek ben biliyordum kız olacağını.”
Başını gerdanımdan kaldırdı. Bana baktı. “Lila da erken doğdu. Yedinci ayda dünyaya geldi. On dokuz ağustos, saat on üç sıfır beş. Ama bizim en çok canımızı yakan ablasının annesinin karnından uçtuğu günde doğmasıydı.” dediğinde yanlış duydum mu diye düşündüm.
Sanki düşündüklerimi duymuş gibi “Evet,” dedi. “Bizim en acılı günümüzle en mutlu günümüz aynı gün. Fakat ne doğumu ne de doğumdan sonrası kolay geçti. Kırk iki gün hastanede kaldı Lila. Onu orada bırakıp eve geldik ama çok zordu, Elis. Canımızdan can gitti her gün. Diken üstünde durduk. Çalan her bir telefonda nefesimiz kesildi.”
“Ama sonunda eve geldi. O, bizim prensesimiz gibi. En çok ona değer veririz, bir dediğini ikiletmeyiz. Çevremizden bazıları ‘Yapmayın, bu kadar çok. Şımartmayın.’ dedi ama biz hiç birini dinlemedik.” dedi.
“Çok üzüldüm, Akay. Keşke bütün bunlar olurken yanında olabilseydim, seni teselli edebilseydim.” dedim. Elimi kaldırarak yanaklarındaki yaşları sildim ve iki yanağına da birer öpücük bıtaktım.
“Neyse ne, olanlar bu işte. Az önce hamile olduğunu öğrendiğimizde de eniştem o yüzden donup kaldı. Korktu çünkü. O hep en komik gibi durur ama çok canı yandı. Bir tek benim yanımda ağladı bebeğini kaybettiğinde. O da çok üzüldü ama hep ablamı teselli etti. Hep güçlü durması gerektiğini düşündü.”
Birkaç saniye durdu. “Ablam kaç kere evden kaçıp tek başına mezarlığa gitti, biliyor musun? Bir yağmur yağdı mı, şimşek çaktı mı hemen arabaya atlayıp gidiyordu.
Rüyasına girmiş bir keresinde. ‘Anne yağmur yağarken korkuyorum, yanıma gel.’ diyen bir bebek görmüş rüyasında. Bazen de bize hiç haber vermeden basıp gidiyordu. Bir keresinde de yine gitmiş mezarlığa, hiç birimizin haberi yok. Ablam nerede diye arıyoruz her yeri. Telefonunu arıyoruz, asla açmıyor. Sonra eniştemin aklına geldi. Hemen mezarlığa gittik. Kıvrılmış yatmış toprağın üstüne. Sırılsıklam olmuş. Bir de uyumuş orada, o yüzden duymamış telefonu. Sonra uyandırmadan eniştem kucağına aldı ve eve getirdi. Ama işin garibi de şu ki bir tek orada rahat uyuyordu. Eniştemin yanında olsa bile birden çığlık atarak uyanıyordu.”
“Ama derler ya olanla ölene çare yok diye… Canımız çok yandı ama ayakta durmalıyız. Bak, Lila sağlıklı şimdi. Bundan önemli ne var? Diğer çocuğu da sağlıkla dünyaya gelsin, başka bir şey istemem. Hem sen de varsın yanımda. Yıllar sonra seni de buldum.” Gülümsedik birbirimize.
“Ben senden hiç girmem, Akay. İyi gününde, kötü gününde yanında olurum.”
“Hadi, yeter bu kadar ağlamak.” Elini kaldırdı ve dolabını işaret etti. “Bana bir tişört seçer misin?” dedi ve elini gömleğinin düğmesine gütürdü ve bir düğmeyi açtı.
Yataktan kalktım ve ona arkamı dönerek dolabın kapağını açtım. Anında yüzüme Akay’ın güzel kokusu çarptı.
Bütün tişörtler özenle katlanmıştı. “Uzun kollu mu seçeyim, kısa kollu mu?” diye sordum.
“Kısa kollu seç, zaten sen varsın. Sana sarılınca ısınırım.”
O, bunları söyledikten sonra gözüme benim üstümdekiyle uyumlu gri bir tişört gözüme ilişti. Elimi kaldırıp onu dikkatlice çıkarttım.
Elimde tuttuğum tişörtle arkamı döndüğümde onu birkaç adım uzağımda, üstünde bir şey olmayan Akay’la karşılaştım.
Gözüm bir anlığına göğsüne değdi ama sonra anında arka tarafta kalan gece lambasına çevirdim.
Tepkime dudaklarındaki gülümsemeyle karşılık verdi. Bana doğru birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Elini çeneme uzattı ve kafamı kaldırarak ona bakmamı sağladı.
Yüzüne bakarken “Akay,” diye mırıldandım.
Elimdeki tişörtü eline tutuşturdum. O da tişörtü alınca arkamdaki dolabın diğer kapağını açarak siyah bir eşofman altı çıkardı.
Tekrardan bana baktı ve “Üstümü değiştirip geliyorum, güzelim.” dedi ve bana arkasını dönerek banyoya doğru ilerledi.
O, banyoya girince ben de elimi kaldırarak kendime doğru salladım ve yel yaparak kendime gelmeye çalıştım.
Birkaç dakika içind banyonun kapısı yavaşça açıldı. Bakışlarımı ona çevirdim. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Bana doğru ilerledi.
Elindeki kıyafetleri sandalyenin üstüne koyduktan sonra karşıma geçti. Bir elini belime koyarak beni kendine çekti. Göğüslerimiz birbirine çarptığında yutkunduğu gözümden kaçmadı.
Ellerimde anında omuzuna tutundu sıkıca. Bir elimi yavaş hareketlerle ensesine doğru ilerlettim. Tam ensesine gelince tırnaklarımı ensesine sürttüm.
Belimdeki eli de canımı acıtmayacak şekilde belimi sıktı bu hareketime karşılık olarak. Gözleri dudaklarıma kaydı. O bakınca ben de gözlerindeki bakışlarımı dudaklarına çevirdim.
Bakışlarımız aynı anda tekrardan gözlerimize döndü. Yüzünü yüzüme daha fazla yaklaştırdı. Neredeyse burunlarımız birbirine değecekken durdu.
“Çiçek,” diye fısıldadı dudaklarıma doğru.
“Akay,” diye fısıldadım ben de dudaklarına doğru.
Diğer elini de elime attı ve bedenimi iyice kendine yasladı. Boyuna biraz daha yakın olmak için parmak uçlarımda yükseldim.
“Ayaklarımın üzerine bas.” dedi.
“Sen benim canımı yakmazsın, Çiçek.” dedi gözlerime bakarak.
Ayaklarımla ayaklarının üstüne bastım. Aynı zamanda da parmak uçlarımda durmaya devam ediyordum. Canının acıyıp acımadığını anlamak için yüzüne dikkatlice baktım ama gözle görülen hiçbir duygu değişimi yoktu, sadece bana olan güzel bakışları vardı.
Gözlerini tekrardan dudaklarıma çevirdi. Benim için uzun olabilecek bir süre baktı. Sonra gözlerini tekrardan gözlerime çevirdi ve bana izin ister gibi baktı.
Beni öpmek istiyordu. Anlamıştım. Ayrıca ben de onu öpmek istiyordum.
Kafamı salladım ve dudaklarım ile dudaklarının buluşmasına izin verdim.
Yavaşça bana yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Birkaç saniye öyle bekledik. Sonrasında ise nazikçe dudaklarını hareket ettirerek beni öpmeye başladı.
Bu duygu… Bu duygu çok farklıydı, garipti ama bir o kadar da güzeldi.
Dudaklarımın arasındaki dudaklarını hissetmemle beraber kalbim deli gibi atmaya başladı.
Ona karşılık vermeye başladım. Omzundaki elimi yanağına koydum. O da belimdeki bir elini yavaşça sırtımda gezdirmeye başladı. En sonunda elini enseme getirdi. Elini saç diplerimde dolandırdı. Ensemi canımı acıtmayacak bir şekilde tuttu.
Bir süre sonra dudaklarını dudaklarımdan çekti fakat benden ayrılmadı, bedenimi bırakmadı.
Alnını alnıma yasladı.İkimizde gözlerimiz kapalı bir şekilde durduk. Saçımdaki eli saçlarımın uçlarını okşamaya başlamıştı. Belimdeki eli de belimi okşamaya başladı.
Gözlerimi açınca bana bakan keskin kahveleriyle mavilerim buluştu. Az önce beni öptüğü dudaklarında derin bir gülümseme vardı. Ben de ona gülümsedim.
Yanağındaki elimi hareket ettirerek ben de onun yanağını okşadım. Sonra da elimi tekrardan omzuna koydum ve sıkıca sarıldım ait olduğum gövdeye.
Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama benim için bir ömre bedeldi.
Sonra birden bir elini sırtıma, diğer elini de dizlerimin altına koyarak beni kucağına aldı. Anında kollarım boynuna dolandı ve dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçtı. Saat geç olduğu için fazla sesli gülemiyordum.
Benimle birlikte yatağın yanına geldi ve battaniyeyi kenara itti. Beni yatağa bıraktı ve “Kay bakayım.” dedi.
Ben yana doğru kaydığımda o da yanımdaki yerini aldı. Beni kendine doğru çekti sıkıca sarıldı. Kafamı göğsünün üstüne, tam kalbinin olduğu yere koydum.
Gözlerimiz birbirine kilitlendi. Yaklaşıp dudaklarını alnıma yaslayıp minik bir öpücük bıraktı.
“İyi geceler, sevgilim.” dedim.
“İyi geceler, sevgilim.” dedi o da.
İkimiz de gözlerimizi kapattık ve yıllar önceki gibi birbirimize sarılarak uykuya daldık.
Selaammmmlaaarrrr herkeseee🌹 Bölümü beğendiniz mi? Beğendiyseniz lütfen yorum yapın ve oy kullanarak bunu bana hissettirin. Yine bölümü iki haftada bir paylaşacağım. Bu benim için çok iyi oldu çünkü ders çalışmak ve test çözmekten hiçbir şey yapamadım uzun zamandır. Paragraf çözmekten beynim alev falan aldı. Malum ikinci sınavlar yaklaşıyor. Ayrıca geçen hafta cumartesi günü de doğum günümdü. Ailem ile kutladık. Ve ailecek diziler sarmış durumdayız o yüzden bana hafta içi 8 den sonra ulaşılamıyor malesef.
O zaman size kendinize iyi bakın diyorum ve sofrayı hazırlamak için annemin yanına gidiyorum. Hoşça kalın bir tanelerimm❤️🩹❤️🩹
Okur Yorumları | Yorum Ekle |