
BÖLÜM 9
Bir depodaydım. Evet, depo gibi bir yerdeydim.
Şaşkınlık içinde etrafıma bakındım. Ve tam karşımda onu gördüm. Aramızda yaklaşık otuz adım kadar mesafe vardı. O kişi beni Akay’dan ayıran, hayatımı çalan, bana vuran, bağıran adamdı.
Cemil Akar.
Kafamı iki yana salladım. Bir adım geriledim. Sonra bir adım daha ve bir adım daha… En son adımımı attığımda sırtım bir bedene çarptı. O kinin Akay olmasını umarak arkama döndüm. Ama çarptığım kişi Akay değildi.
Arkamı dönünce boyu yaklaşık 1.80 olan bir adamla karşılaştım. Kel ve şişman bir adamdı. Anında kolumu yakaladı ve arkamı dönmemi sağladı.
Bu adam bana bir yerden tanıdık gelmişti ama kim olduğunu anlayamamıştım.
Kolumu onun elinden kurtarmaya çalıştım. “Bırak!” diye bağırdım. Ama o kolumu bırakmak yerine diğer kolumu da tutup sırtımda birleştirdi. Daha çok sıktı. “Bırak be…”
Sözlerimi yarıda kesen şey karşımda gördüğüm görüntü olmuştu.
Cemil Akar bir adım yana çekildiğinde arkasında sandalyeye bağlı Akay’ı gördüm.
Onu yanımda görmek isterken karşımda bu şekilde görünce dudaklarımın arasından çıkan acılı feryada karşı koyamadım. Ona doğru bir adım atmaya çalıştığımda arkamdaki adam iki kolumu birden sıkıca tuttu ve beni kendine çekti.
Akay’ın gözleri bana baygın baygın bakıyordu. Gözleri kapandı kapanacak gibi duruyordu. “Akay!” diye bağırdım ve o da gözlerini kırptı bir kez bana bakarak. Bu iyiyim demekti bizim dilimizde.
Kollarımı onun elinden kurtarmaya çalıştım, daha çok çırpındım ama o canımı daha fazla yakmaktan başka bir şey yapmadı. Arkamdan kulağıma doğru fısıldadı. “Uslu dur.”
O an dafa zla emin olmuştum. O da Cemil Akar gibiydi.
Akay’ımın yanında duran Cemil Akar elini beline attı. Yavaşça Akay’ın arkasına geçti ve beline götürdüğü elini havaya kaldırdı.
Boğazımı yırtacak güçlükte bir çığlık attım. Çünkü havaya kaldırdığı elinde bir silah vardı.
Silahı Akay’ın başına yasladı. Akay ise sanki olacakları biliyormuş gibi gözlerini sakince kapattı. Bense kollarımı tutan ellerden kurtulmaya çalışıyordum.
“Yapma! Ona dokunma, bırak onu!”diye bağırdım. “Akay! Sevgilim, bırakma beni. Akay…”
Artık gücümün tükendiğini hissediyordum. Ayaklarım bedenimi tutacak gücü kendilerinde bulamıyordu. Yavaşça yere çöktüm. “Akay,” diye fısıldadım son kez. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum.
Silahı Akay’ın kafasına biraz daha bastırdı. “Üç,” dedi o pis sesiyle. Hr zamanki o pis sırıtışını kuşandı. “İki,” Gözlerim Akay’a değdi. Gözlerini kapatmış, olacakları bekliyordu. “Ve bir.” dediği an silah yükses sesli bir gürültü çıkartarak patladı. Silahın sesini bastıracak kadar güçlü bir çığlık attım ve başımı önüme eğerek o görüntüyü görmekten kendimce kurtuldum.
Sıçrayarak gözlerimi açtım. Gözümü açtığım anda yanımdaki, bir elini saçlarıma atmış, okşayan Akay’la karşılaştım. Diğer eliyle de yanağımdaki göz yaşlarını siliyordu.
“Güzelim benim.” Yaklaşıp saçımı öptü. “Geçti sevgilim, geçti. Bak, ben yanındayım. Korkma, buradayım, yanındayım.”
Dolu gözlerimle ona baktım. Sonrada onu kendime çekerek sıkıca sarıldım. Ona sarılınca güvenli bölgemdeydim, bu gövdede ağlayabilirdim. Kimse beni bunun için suçlamazdı. Bu yüzden göz yaşlarımı onun göğsüne akıtmaktan çekinmedim.
Bir elini sırtıma koydu ve diğer eliyle de saçlarımı okşamaya başladı. Bense kollarımı sıkıca sırtına sarmıştım.
Yatakta oturur konuma geldi ve beni de yanına çekti. Ama bunları yaparken bir saniye bile kollarını bedenimden çekmemişti.
“Canım sevgilim benim. Korkma sen. Ben senin yanındayım.” dedi saçlarımı okşamaya devam ederken. “Ne gördün rüyanda. Anlat bana.”
Ona hiçbir şey söylemeden göğsünde iç çekmeye devam ettim. Sonra kafamı kaldırdım ve gözlerine ıslak gözlerimle beraber baktım. Onun az önce sildiği yanaklarım yine ıslanmıştı. Ama o bıkmadan elini tekrardan yanağıma koydu ve eliyle yaşları temizledi. Ardından diğer yanağımdaki yaşları da sildi.
“Beni hiç bırakma.” dedim ve başımı eğerek önünde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Belki karşımda başka biri olsa bebek gibi olduğumu söyleyebilirdi ama Akay elini çeneme koyarak ona bakmamı sağladı.
“Bak bana bakayım.” Gözlerimi gözlerine çevirdim. “Güzelim benim. Ben seni hiç bırakır mıyım? Her ne gördüysen unut onları. Tamam mı? Ağlama, ağlama yoksa her akan bir damla yaş için seni ağlatan kişiyi o yaşta boğarım. Onu bir saniye bile yaşatmam. Tamam mı?”
Kafamı yavaşça salladım ona bakarken. Hıçkırıklarım yavaş yavaş dinmeye, yerini ona bakarken dudaklarımda oluşan gülümseme almıştı.
O da bana gülümsedi. “Ha şöyle, gülümse. Gülümsesin benim güzel gülüşlüm, ağlamasın.” dedi.
“Su ister misin, Çiçek’im?” diye sordu sonra bana.
“Olur.” dedim ona bakarken.
Komodinin üstündeki bardağa ve sürahiye uzandı. Suyu bardağa doldurdu. Bardağı tam bana uzatacağı sırada “Bu bardaktan ben içmiştim, istersen sana başka bardak getireyim.” dedi.
“Saçmala, Akay. İçerim tabi.” dedim ve elindeki suyu alarak içmeye başladım.
“Sen de haklısın, dün geceden sonra aynı bardaktan da içersin yani.” diye mırıldandı.
Onun söylediğini duyunca lıkır lıkır içtiğim su boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Benim öksürmeye başladığımı görünce gülmeye başlamıştı.
Öksürmem biraz durulunca “Gülme!” diye ona kızdım.
Daha çok gülmeye başlayınca bardağın dibinde kalan suyu yüzüne attım.
İşte artık gülme sırası bana geçmişti.
Benden böyle bir hareket beklemiyor olacaktı ki yüzüne şaşkın bir ifade geçmişti. Elimdeki bardağı benim tarafımdaki komodinin üstüne bıraktım ve ayğa kalktım.
“Seni var ya…” dedi ve o da yataktan kalktı.
Kahkaha atarak kapının oraya ilerledim. Tam kapıyı açacağım sırada elleri belime dolandı. Beni kendine çevirip havaya kaldırdı.
Beni havaya kaldırdığı için ben de bacaklarımı onun beline doladım. Omuzlarına ise sıkıca tutundum.
O ise bir elini belime sarmışken diğer elini de sırtıma koymuştu.
“Sen beni mi ıslattın şimdi?” diye sordu.
Ben gülerken o da yüzünü bana yakaştırdı. İki adım ilerledi ve sırtımın duvara yaslanmasına neden oldu. Bedenini bedenime bastırdı ve hafif ıslak yüzünü ve alnına hafiften dökülen saçlarını, yüzüme ve boynuma sürtmeye başladı.
“Ya, dur…” dedim bir elimle yüzünü itmeye çalışırken.
Durdu ve kafasını kaldırıp gözlerime baktı. Elimi yine ensesine doladım. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım.
Akay’ın bakışları dudaklarıma kaydı. Ben de onun dudaklarına çevirdim gözlerimi.
“Elis,” dedi ve gözleri tekrardan gözlerimi buldu. Ben de dudaklarından kopardığım bakışlarımı gece karası gözlerine çevirdim. Yüzlerimiz birbirine o kadar yaklaşmıştı ki dudaklarımız neredeyse birbirine değecekti.
Sesli bir şekilde nefesimi dudaklarına doğru verdim.
Gözleri tekrardan dudaklarıma döndü. Çok değil, bir iki saniye bakıp tekrardan gözlerime döndü bakışları. Ardından “Seni öpebilir miyim?” diye sordu.
Cevap verme gereksinimi duymadan aradaki kısa mesafeyi kapatıp dudaklarımı dudakları ile birleştirdim.
İlk başta benden böyle bir şey beklemediğinden olsa şaşırdı. Fakat ardından dudaklarımı kabul etti ve ilk başlardaki nazikliğinden eser kalmadan beni öpmeye başladı.
Bu büyülü anımızı bozan ise komodinin üstündeki Akay’ın telefonunun çalması oldu.
Akay bu durumu pek takmadı. Fakat ben ellerimi omuzlarına koyup onu kendimden biraz uzaklaştırdım. Benden ayrılmak istemiyormuş gibi onu kendimden uzaklaştırmama surat astı.
“Ne oldu.” diye sordu.
“Telefonun çalıyor.”
“Çalsın.” dedi bütün umursamazlığıyla.
“Belki önemlidir.”
“Emin ol, şu anımızdan daha önemli hiçbir şey yok.”
Minik bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan. “Tamam, hadi bırak şimdi beni.”
Bu sırada telefonun çalması durdu. Ardından da tekrardan çalmaya başladı.
Söylenerek beni yere indirdi ve çalan telefonuna doğru gitti. Çalan telefonunu eline alınca “Allah’ım sabır ver.” dedi yüzünü semaya kaldırarak. Sonra tekrardan telefonuna baktı ve “Bir sen eksintin.” dedi.
Telefonu açtı ve kulağına yasladı. “Ne var, lan! Ne var da sabah sabah arıyorsun beni!” diyerek az önceki ponçik hallerinden uzaklaştı.
Konuşmalarını merak ettiğim için ben de yanına gittim ve ona yaklaştım. Sanırım bu arayan kişi geçen arayan kişinin ta kendisiydi.
“Sana da günaydın, balım.” dedi telefondaki kişi.
“Sen arayınca geri karadı, kardeşim.”
Akay’ın sözü üzerine dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamadım. Zaten onun yanında hiçbir şeye engel olmuyordum. Mesela ona olan hislerim gibi…
Telefondaki kişi sesimi duymuş olmalı ki “Ooo” dedi. “Telefonu neden geç açtığın belli oluyor. Neyse ben sizi tutmayayım. Bay.”
Bu sözlerin ardından telefon kapanmış olacak ki Akay telefonu kulağından çekerek yatağın üstüne fırlattı. Ardından da bana doğru döndü.
“Evet,” dedi biraz uzatarak. Zaten yanında olduğun için elini belime atarak bedenimi kendine çekti. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “İstersen kaldığımız yerden devam edelim.”
Gülümseyerek elimi kaldırdım ve bir elimle omuzuna tutunurken diğer elimle de ensesinin biraz üstündeki saçlarını okşamaya başladım.
Tam dudakları ile dudaklarım birbirine değcekti ki kapı hızla açıldı ve içeriye “Günaydın!” diye bağıran Lila girdi.
Onun geldiğini görünce Akay’ı hemen iterek kendimden uzaklaştırdım. Arkamı dönüp “Günaydın, tatlım.” dedim gülümseyerek.
Neyseki bir şey anlamamıştı. Koşarak benim yanıma gelip sarıldı. Mis kokan saçlarına bir öpücük bıraktım. Sonra da ona sarılmak için eğildiğim yerden doğruldum. O da dayısının yanına gitti ve onun kucağına çıkıp sarıldı.
Akay’ın yüz ifadesinden bu durumdan memnun olmadığı hatta içinden sövdüğü bariz belli oluyordu.
“Bana ‘Günaydın,’ yok mu dayı?” dedi Akay’ a sarılan Lila.
“Günaydın bücür, günaydın.” dedi ve Lila’yı kucağından yere indirdi. Ardından da kısık bir sesle devam etti.
“Keşke bir rahat bıraksanız da benim de günün aydın olsa.”
Onun ne dediğini anlamayan Lila, “Ne dedin, dayı? Duyamadım.” dedi.
“Bir şey demedim, dayım. Boşver sen.”
“Anneannem sizi yemeğe çağırıyor.” dedi ayı anda ikimizin de elini tutup kapıya doğru çekmeye çalıştı. “Hadi, gidelim.”
“Dur, dayıcığım. Biz daha yüzümüzü yıkamadık. Sen in şimdi, biz birazdan geliriz.” dedi Akay. Lila da kafasını olumlu anlamda salladı ve dışarı çıktı.
Lila dışarı çıkınca Akay bana baktı. Gözlerimi kaçırarak çantamı aldım ve banyoya ilerledim. O da arkamdan gelmek istediğinde “Sen dur burada.” dedim ve banyoya girip kapıyı kapattım.
Yüzümü su ile yıkadım ve kapının arkasındaki havlu ile kuruladım. Ardından da yüzüme makyaj yaptım. İşimi bitirince de kapıyı araladım ve Kapının önündeki Akay ile yüz yüze geldim.
Bakışları dudağıma sürdüğüm kırmızı ruja kaydı. Sonra gözlerime döndü ve yaklaşıp dudağımın kenarına minik bir öpücük bıraktı.
“Ben de seni öpmek istiyorum ama rujum bulaşır.” dedim.
“İlk işim bulaşmayan bir ruj almak olacak, sevgilim.”
“Ya, saçmalama.” dedim ama cevabı karşısında erimeye başlamıştım.
“Bekle ve gör.” dedi sadece ve yatağın üzerindeki siyah bir tişörtü işaret etti.
“Benim tişörtüm. Sana çıkardım, bunu giy.” dedi. “Üstünü değiştirince seslen.” Ardından da arkamda kalan banyoya girdi ve kapıyı kapattı.
Ben de yatağaa ilerledim ve üstümü çıkarttım. Aramızda sadece bir kapı vardı ama bu beni hiç etkilemedi. Başka biri olsa asla razı olmazdım bu fikre ama o farklıydı, o Akay’dı.
Yatağın üstündeki tişörtü elime aldım ve üstüme geçirdim. Giydikten sonra “Gelebilirsin.” dedim.
Kapı açıldı ve tuvaletten çıkıp bana baktı Akay. Bakışları üstümdeki ona ayit olan tişörte çevrildi. Birkaç adımda yanıma geldi ve elini belime koydu.
Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve “Her halinde olduğu gibi çok güzelsin. Ama seni bana ait bir şeyin içinde görünce gözüme daha da güzel geldin, güzelim.” diye fısıldadı.
Ardından dudaklarını kulağımız yanından uzaklaştırdı. Elini elime uzattı ve elimi tuttu. Sıkıca… Hiç bırakmayacakmış gibi…
Kapının yanına geldiğimizde bana baktı ve yavaşça kapıyı açtı. Ardından birlikte odadan çıktık. Merdivenlerden indik ve mutfağın kapısına geldik. Ama tam kapıdan içeriye bir adım atmıştık ki o an bir şey oldu.
Önce yüksek bir ses çıktı ardından da Akay ile başımızdan aşağı küçük renkli kağıtlar döküldü. Tam o anda da bir şarkı sesi ortamı doldurdu.
“Dualar eder insan, mutlu bir ömür için
Sen varsan her yer huzur, huzurla yanar içim
Çok şükür bin şükür seni bana verene
Yazmasın tek günümü sensiz kadere
Ellerimiz bir gönüllerimiz bir
Ne dağlar denizler engeldir sevene”
Karşımızda gördüğüm Nilda teyze, Gurur amca, Selen abla, Fatih ağabey, Lila ve tanımadığım kumral bir erkek bizi alkışlıyordu.
“Sakın bana bu karşımdaki kişinin Doruk olduğunu ve bu planın onun başının altından çıktığını söylemeyin.” dedi Akay dişlerini sıkarak.
“Bu şarkı kalbimin tek sahibine
Ömürlük yârime gönül eşime
Bahar sensin bana gülüşün cennet
Melekler nur saçmış aşkım yüzüne”
(İrem deribi-Kalbimin tek sahibine)
Tanımadığım erkek elindeki tuzluğu mikrofon olarak kullanarak şarkıya eşlik ediyordu. Aynı zamanda da eliyle bizi gösteriyor ve yanımıza doğru geliyordu.
Herkes bize gülerek bakıyordu. Açıkçası ben nasıl bir yere düştüğümü anlamaya çalışmaktan gülmeye fırsat dahi bulamamıştım.
“Kapat şu şarkıyı!” dedi sinirli bir sesle Akay.
Tuzluğu mikrofon olarak kullanmaya devam ederek telefonunu eline aldı ve müziği kapattı. Ardından da tekrardan yanımıza geldi ve bana elini uzattı.
“Merhaba, yenge. Ben Doruk.” diyerek bana kendini tanıttı.Ama ben sedece tek bir kelimeye takıldım. Yenge mi?
“Merhaba, ben de Elis. Memnun oldum.” dedim ve uzattığı eli sıktım.
“Ben de memnun oldum, yenge.”
“Doruk, Allah aşkına bas git. Yoksa kimse seni elimden alamayacak.” dedi Akay gözleri kapalı bir şekilde. Sanırım kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Nilda teyze, bak oğlun bana ne diyor.” diyerek bizim yanımızdan koşar adım uzaklaştı ve Nilda teyzenin arkasına geçti. Oradan Akay’a dil çıkarttı. Ardından da “Sana değil, yenge. Şu yanındaki yürüyen somurtmaya.” diyerek kime dil çıkarttığını da ayrıntıyla belirtti.
“Lan, senin ne dediğini kulakların duyuyor mu?” dedi ve benim yanımdan ayrılıp Doruk’a doğru bir adım attı. Doruk da çığlık atarak bu kz de Fatih ağabey’in arkasına geçti. Akay da Fatih ağabeyin tam karşısında oturan babasının arkasına geçmişti.
“Elis, geç kızım sen. Otur yemeğe başla.” dedi Nilda teyze. Akay ve Doruk’u pek takıyor gibi görünmüyordu.
Ben de sakin adımlarla yerime geçtim ve oturdum. Yanımda oturan Lila da gülümseyerek dayısını ve Doruk abisini izliyordu.
“Sen neden geldin?” diye sordu Akay kızgın bir ses tonuyla.
“Yengemle tanışmaya geldim.”
“Lan ne yapacan yengenle tanışıp?”
“Belki senin dedikodunu yaparız. Selen ablam da gelir, oturur kahve içeriz.” dedi Doruk da. Sempatik bir çocuktu. Sevmiştim Doruk’u, iyi birine benziyordu.
“Selen ablan artık tek kişi değil, Doruk’cuğum.” dedi Fatih ağabey.
Doruk, Akay’ı unutup Selen ablaya döndü. Şöyle bir baktı ona. “Yok ya, o kadar kilo almamış, Fatih ağabey. Niye öyle dedin ki şimdi.” dedi.
Doğru ya, dün akşam Doruk yoktu.
“Yok oğlum ya, saçmalama. Ben ondan demedim.” dedi ve Fatih ağabeyin başladığı sözü Selen abla devam ettirdi.
“Ben hamileyim, Doruk.” dedi.
Doruk kal gelmiş gibi durdu. Sonra da dudaklarında bir tebessüm göründü. “Gerçekten mi?” diye sordu. Selen ablanın güzleri dolmaya başladı. Ama yine de gülümseyerek başını salladı.
Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Kalkarken Fatih ağabey ona yardım etti. Kalktığında Doruk sıkıca Selen ablaya sarıldı. Selen abla da ona sarıldı.
Doruk, Selen ablanın kulağına bir şeyler fısıldadı ama sadece onlar duydu. Ayrıldıklarında da Selen abla ona bakarken kafasını salladı. “Umarım.” demekle yetindi ama bakışları apayrıydı.
Yıkık bir kasaba vardı o bakışlarda. Selin götürdüğü evler, depremin yıktığı barakalar, fırtanın söküp attığı çardaklar vardı. En fazlada bir ana yüreği vardı. Sarsılmış ama sapasağlam yerinde duran ana yüreği vardı.
Sadece bazı analarda olan yürek. İşte anneleri ayıran tek özellik buydu.
Ardından Fatih ağabey de oturduğu yerden kalktı ve Doruk’a sarıldı. Onlar da ayrıldıktan sonra da Akay ve Doruk sakinlediler ve Akay benim yanıma otururken Doruk da Lila’nın istediği üzerine onun yanına oturdu.
Hepsimiz birlikte kahvaltımızı ettik. Kahvaltıdan sonra ben de Nilda teyze ye bulaşıkları makineye doldurmak ve sofrayı toplamak için yardım ettim. Bu esnada Doruk da kahvaltıdan önce Akay’la benim başımda patlattığı konfetiyi temizliyordu.
Akay da kapının kenarına omzunu yaslamış Doruk’u izliyodu.
“Bak, şurası kalmış.” diye ayağıyla bir kenarı Doruk’a gösterdi. Elinde süpürgeyle ortamı temizleyen Doruk kafasını kaldırıp Akay’a çevirdi. Sonra da bana döndü.
“Yenge şunu alsana başımdan. Dır dır dır susmadı sabahtan beri mahalle karısı gibi.” dedi ve sonra da Akay’a döndü. “Çok biliyorsan sen yap, kardeşim.”
“Evet, oğlum. Sen ne arıyorsun burda, git içeri babanın yanına. Biz de geliyoruz şimdi.” dedi Nilda teyze.
“Ben size bakmıyorum ki. Ben Elis’e bakıyorum.” dedi. Anında bakışlarım ona döndü. Bana baktı ve göz kırptı.
“O zaman bana neden söyleniyorsun?” diye sitem etti Doruk.
Sabahki telefondan sonra sana biraz (!) kızgın sanırım Doruk.
“Gördüğüm şeyi de söylemeyim mi, canım kardeşim?” dedi Akay da ona gülümseyerek.
“Hadi, bitti işler geçelim içeriye.” dedi Nilda teyze de ellerini mutfak bezine sildikten sonra.
Doruk yerleri süpürmeyi bitirince fişi çekti ve süpürgeyi alıp bizden farklı bir odaya girdi. Bizse salona girdik ve koltuklara oturduk. Doruk da gelip Akay’ın yanına oturdu.
Akay dönüp ona baktı. “Oğlum başka yere otursana. Ne diye tünedin yanıma!”
“Yok ya, bu koltuk daha güzel. Diğerlerinden daha rahat hissettiriyor.” dedi koltukta iyice yayılarak.
“Elis ablası,” dedi Selen abla. Bakışımı ona çevirdim. “Lila; sen, Akay ve Dorukla beraber filme gitmek itiyormuş.” dedi. Bir elini kıznın saçlarına koymuş okşuyordu.
“Benim için bir sorun yok. Diğerleri de isterse gideriz, tatlım.” dedim Lila’ya gülümseyerek.
“Yaşasın!” dedi ve benim yanına gelip dizlerimin üzerine oturdu ve yanağıma bir öpücük bıraktı.
“Benim için de bir problem yok.” dedi Akay.
“Problem ne, yeniyor mu?” dedi Doruk da gülümseyerek.
“Eee, Elis ablana var da bana yok mu bir öpücük?” dedi Akay, Lila’ya yanağını uzatırken.
Lila, dayısının yanağına ir öpücük bıraktı hemen. Sonra Doruk da “Hani bana, hani bana.” dedi. Lila da uzanamayacağı için kucağımdan indi ve Doruk’un yanına gidip onun yanağına da bir öpücük bıraktı.
Fırsattan istifade Akay dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve “Lila aracılığıyla olsa bile ayağın yanağıma değdi.” dedi. Bir an ne dediğini anlayamadım ama sonra Lila’nın önce beni öpüp sonra da onu öpmesini kastettiğini anladım. Hafiften gülümsedim.
“Salaksın sen ya.”
“Hayatımda ilk defa böyle bir karalama yedim, kalbim kırıldı.” dedi fakat üst dudağı usulca yukarı kıvrıldı.
“Böyle davranmaya devam edeceksen daha çok duyarsın.”
“Senden duyduğum ve duyacağım her şeye razıyım, güzelim.”
Bu esnada “Lila, git kızım Elis ablanın yanına. Fırsat bırakma bu ikisi.” dedi Fatih ağabey.
“Ya, Fatih, rahat bırak çocukları.” dedi Selen abla eşine.
“Tamam, hayatım. Rahat bıraktım, sen nasıl istersen.” dedi Fatih ağabey de hemen. Selen abla da ona yandan bir bakış attı ve aynı zamanda da gülümsedi.
Sonra da bana döndü ve “Elis, gel ben sana kendi kıyafetlerimden vereyim.” dedi ve Fatih ağabeyin de yardımıyla yerinden kalktı.
“Yok, Selen abla. Zahmet etme sen.” dedim ama o, yanıma gelip elimi tutup beni oturduğum yerden kaldırdı. “Hadi, gel. Zahmet falan etmem.”
Onu zorlamak istemesem de kırmak da istemiyordum. O yüzden peşine takıldım. Peşimizden Lila da geldi ve bana Karamel adındaki köpeğini göstermek istediğini söyledi.
Onların evinin oraya geçtiğimizde etrafı tellerle kaplı bir alanın içinde kahverengi bir kulübe olduğunu gördüm.
Lila, “Karamel,” diye bağırdığında da kulübenin içinden bir köpeğin çıktığını gördüm. Lila’yı görünce havlamaya başladı, Lila da hemen onun yanına doğru koşmaya başladı.
“Kızım, telin kapısını açma. Sonra geri koymak zor oluyor.” dedi Selen abla Lila’ya.
“Tamam, anne.” dedi Lila koşarken.
Biz de Selen ablayla beraber yavaş yavaş yürüyerek oraya doğru ilerledik. Biz yanlarına geldiğimizde Lila, elini tellerin arasından sokup Karamel’in tüylerini okşuyordu.
Karamel beni görünce kafasını kaldıp bana baktı. Ben de Lila’nın yanında eğilip elimi Lila gibi tellerin arasından sokup Karamel’e dokunmak istedim. O da kafasını elime doğru yaklaştırdı ve ben de başının üzerini okşadım.
“Merhaba, Karamel.” dedim sesimi nazik çıkarmaya çalışarak.
Karamel de benim sözlerime karşın iki kez havladı.
“Sevdi seni.” dedi kollarını göğsünde bağlayarak bize bakan Selen abla. “Lila, sen burada kal. Biz Elis ablanla yukarı çıkalım.” dedi.
“Tamam, anne.” dedi Lila. Biz de Selen ablayla beraber eve doğru yürümeye başladık. Selen abla elindeki anahtar ile kapıyı açtı. Birlikte içeri girdik.
Ev, genel olarak koyu gri tonlarında olan bir evdi. Kapının biraz ilerisinde yukarı katlara çıkan merdivenler vardı.
Merdivelere doğru ilerledik. Tam ilk basamağa çıkacağımız sırada Selen abla “Elis, elini tutayım mı çıkarken?” diye sordu.
“Tabii ki tutabilirsin, Selen abla.” dedim ve elim ile elini sıkıca tuttum.
“Teşekkür ederim, biraz korkuyorum da.” dedi basamakları yavaş yavaş çıkmaya başlayınca.
“Akay, akşam anlattı biraz.” dedim. Başını bana çevirdi. Göz göze geldik. Dolu gözleri gözlerime değdi. Bir iki saniyelik duraksadı ama sonrasında tekrardan yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya devam ettik.
En sonunda merdivenler bitince koridorun başındaki ilk odaya girdik. İçeri girdiğimizde kapıyı kapattı ve bana sıkıca sarıldı.
Ne olduğunu anlamasam da hemen ben de kollarımı ona dolayıp sıkıca sarıldım. Başını omzuma yasladı ve minik minik hıçkırmaya başladı. Sanki kollarım arasında bedeni küçücük kalmıştı.
Onu da kendimle birlikte yavaşça yatağın oraya ilerlettim. Yatağın kenarına oturdum ve onu da yavaşça yanıma otutturdum.
Kollarını sırtımda birleştirdi ve göz yaşları omzuma tane tane düştü. Ellerimi saçına götürüp nazikçe okşamaya başladım.
Biraz sonra kafasını kaldırıp kırmızı gözleriyle bana baktı. Ellerimi kaldırıp yanağındaki yaşları sildim ama çok geçmeden yerine yenileri eklendi.
“Çok… Çok kötüydü, Elis. Canım o kadar yandı ki, anlatamam. Canımın parçasına sahip çıkamadım ben, olmadı, yapamadım. O kadar çok ağladım ki gözümdeki yaşlar bitti sandım. Hani bazen insan sadece ağlamak ister ya ben, o zaman ağlamaktan nefessiz kalmak istedim. Neden yaşadığımı sorguladım ben kaç gece. Canımın parçası yoksa ben de olmamalıyım diye düşündüm.”
Yeniden hıçkırarak ağlamaya başladığında onu tekrardan kendime çektim ve bu defa ben sıkıca sarıldım.
“Sana imreniyorum, biliyor musun?” dedim ona.
Gözleri bana çevirdi ve bana baktı. “Neden?” diye sordu.
“Nasıl bu kadar güçlü durmayı beceriyorsun?” diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim.
“Ben de bilmiyorum ki, hayat bir şekilde seni bu raddeye getiriyor.”
“Evet, yaşadıkların kolay şeyler değil kesinlikle ama en azından arkanda sana bu kadar destek çıkan bir eşin var, annen, baban ve öz olmasa bile kardeşin var. Sen çok güçlü kadınsın. İşte bu yüzden sana imreniyorum. Hayata da küsebilirdin.”
“Sana küsmediğimi sandıran ne ki?”
“Yüzünde olan gülümseme. Onu kaybetmiyorsun.”
“Bak, mesela şu an yok.”
“Bir Lila’yı düşün o zaman. Onun sana ilk ‘Anne’ deyişini düşün.” Gerçekten de bir iki saniye sonra dudaklarında minik de olsa bir tebessüm oluştu. “Bak, işte gülümsedin. Kızının bir anını düşünmek bile seni gülümsetti.”
“Zaten bir tek onun için gülümsüyorum.” dedi hala dudaklarındaki küçük gülümsemeyle beraber.
“Yetmez mi?”
Kafasını salladı, “Yeter.” dedi. Sonra da bana bakarken dudakları arasından nefes vermeyle beraber minik bir gülme sesi çıktı. “Elis, valla sen nasıl bir şeysin ya? Böyle bir durumda bile beni gülümsettin.”
Benim de dudaklarımda onu biraz bile olsa tebessüm ettirmemin mutluluğunu yansıtan gülümseme oluştu.
“Şimdi aşağı inince Fatih’e ‘Mezarlığa gidelim mi?’ diye soracağım. Siz de Lila’yı götürünce rahat olur gidip gelmemiz.” dedi. Sonra da “Biliyor musun hamile olduğumu ilk kimin öğrendiğini?” diye sordu.
“Kim?” diye sordum ben de.
“Kızım. Evde testi yapıp hemen arabaya atladım ve mezarlığa gittim. Kendim bile bakmadan önce kızıma gösterdim, sonra kendim baktım. Kardeşi olacağını ilk o öğrendi.” dedi. Dudaklarındaki gülümseme ise kendini az öncekinden daha fazla belli ediyordu artık.
“Ya, ne kadar güzel. Kardeşini ilk o öğrendi demek.” dedim onun heyecanına eşlik etmek için. Kısa bir an karnına bakış attım. Sonra da ona bakarak “Karnına dokunabilir miyim?” diye sordum.
Kafasını salladı ve “Tabii ki, sormana bile gerek yok.” dedi.
Temkinli hareketlerle elimi yavaşça karnının üzerine koydum ve elimi hareket ettirerek karnını okşadım.
“Fatih doğru söylüyor aslında.” dedi Selen abla.
“Neyi doğru söylüyor?” dedim. Elim ise karnını nazikçe okşamaya devam ediyordu.
“ ‘Darısı sizin başınıza’ derken.” dediğinde bakışlarını karnından çekerek ona baktın ve sonra da gözlerimi kaçırdım. “Selen abla, ya…” dedim mızmızlanarak.
“Ay, utandın mı sen? Ama kenarda köşede Akay’la fingirdeşirken hiç utanmıyorsun.” dediğinde bakışlarımı tekrardan ona evirdim.
“Ne?”
Yüz ifademi gördüğünde dudaklarının arasından çıkan kahkahaya engel olamadı.
“Hani dün Akay, seni öpünce sen de kalkıp gitmiştin; sonra da Akay yanına gelmişti ya. Biz de Akay’ın arkasından gittik ve szi kapının kenarından izledik.” dedi kahkahaları biraz durulunca.
“Şaka yapıyor ol, lütfen.” dedim bir ihtimal de olsa.
“Maalesef. Hatta Akay’ın ilk önce seni dudağının kenarından öpütüğünü de gördük. Sonra sen de elini dudağının üzerine kapattın ve o da senin elinin üzerinden tam dudağının hizasına bir öpücük bıraktı.” dedi gülümseyerek.
Elimi karnından çektim ve iki elimle birden yüzünü kapattım. Kafamı da hafif aşağıya eğdim. “Nilda teyzeyle Gurur amca da orada mıydı?”
“Lila bile oradaydı.” diyerek anlamam gerekeni anlamamı sağladı.
“Hepsini mi gördünüz?”
“Noktasına, virgülüne kadar.” dedi kendinden emin sesiyle.
Sonra da “Elis,” dedi. Elimi yüzümden çekip ona baktım.
“Efendim.”
“Öpüştünüz mü?”
Gözlerim büyüdü ve bakışları ondan çekip karşımdaki duvara çevirdim. Bu soruya verebilecek cevabım yoktu ama aynı zamanda da çok cevabım vardı.
Elini ağzına kapattı ve “Gerçekten öpüştünüz mü?” dedi şaşıran bir ses tonuyla.
Kafamı ağır ağır sallamakla yetindim.
Resmen benden daha çok heyecanlanarak “Sordum ama pek ihtimal vermiyordum. Kız, nasıl oldu?” dedi.
“Ne ‘Nasıl oldu’ Selen abla? Oldu işte birden. Ben bile anlamadım.” dedim bakışlarımı ona çevirerek.
“Bir kere mi oldu?” diye sordu bu kez de.
“İki,”
“Peki ne zaman oldu?”
Sanki sözlüdeymiş gibi heyecan yapmıştım.
“Gece, yatmadan önce; bir de sabah kalkınca.”
“Sana bir şöyleyeyim mi? Ben bunu Akay’a sorsam ağzından laf almak için iki saat uğraşırdım.” dedi.
Aslında ben de kendime şaşırmıştım. Böyle bir şeyi kolay kolay anlatmazdım kimseye ama Selen abla da öyle bir duygu hissetmiştim ki anlatmanın daha doğru olduğunu düşünmüştüm.
“Ama başka birine anlatma, tamam mı?”
“Tamam, anlatmam da sen gerçekten utandın mı?” diye sordu.
Bakışlarımı ondan çektim ve kafamı hafifçe ‘evet’ anlamında salladım.
“Ya, saçmalama. Bu gayet doğal bir şey, utanmana da gerek yok.”
“Biliyorum ama nedense öyle oldu.” dedim ve gözlerimi çevirip ona baktım.
“Ya, ben seni yerim. Bu tatlığa bak.” dedi beni kendisine çekerek sıkıca sarıldı.
Birkaç saniyenin ardından ayrıldık ve Selen abla da oturduğu yerden yavaşça kalktı. Ben de kalkınca dolaba doğru ilerledi. Yavaşça dolabın kapısını açtı ve bana döndü.
“Gel de kıyafet bakalım sana.” dedi. Yanına doğru ilerledim ve dolabın içindeki sıra sıra olan elbiselere baktım.
Eliyle uzun kollu ayak bileği hizasına kadar uzanan hafif yırtmacı olan siyah bir elbiseyi gösterdi. “Bunu giymek istermisin? Bence sana çok yakışır ama istersen başka bir şey de giyebilirsin.” dedi.
“Olur, bunu giyeyim. Çok güzelmiş.” dedim ve Selen elbiseyi dolaptan çıkartıp bana uzattı. “Kapının önündeyim, giyinince seslen.” dedikten sonra odadan çıktı ve kapıyı kapattı.
Üstümdeki kıyafetleri çıkarttıktan sonra elbiseyi dikkatlice üzerime geçirdim ve dolabın yanındaki boy aynasında üstüme baktım.
Elbise, bedenime tam oturmuştu ve güzel görünüyordum. Ama bir şey eksikti: Akay’ın bana aldığı kolye ve küpeler. Onları da takınca tam olacaktı sanki.
“Gelebilirsin, Selen abla.” diye seslendim ve ardından da kapı aralandı ve içeriye yüzündeki gülümseme ile Selen abla girdi.
Bakışları üzerimdeki elbisede gezindi ve en son gözlerime değdi. “Ay, çok güzel olmuşsun. Sanki elbise senin için yaratılmış, Elis.” dedi.
“Teşekkür ederim. Gerçekten olmuş mu?”
“Tabii ki olmuş, tatlım. Hatta çok yakışmış sana.” dedi ve yanıma gelip “Sana makyaj da yapayım mı?” diye sordu.
Kafamı olumlu anlamda sallayıp “Olur,” dedim.
“Yüzündeki makyajı sil o zaman. Daha güzel olur.” dedi.
Yüzümdeki makyajı silme fikri pek hoşuma gitmemişti çünkü yüzümdeki izleri görmesini istemiyordum. Görürse yaşananları anlayacak ve beni rahat bırakmayacaktı. Biliyordum.
“Yok ya, gerek yok o kadarına. Bunun üzerine yap.”
“Neden ya? Sil işte laflarken hepsini baştan yapayım. Bir şey olmaz.” diye ısrar etti.
“Uğraşma şimdi, yorma kendini.” dedim başka bir şey sormamasını umarak.
“Sen bilirsin, ısrar etmeyeceğim. Bunun üzerine yapalım o halde.” diyerek ikna oldu benim söylediklerime.
Derin bir nefes vererek Selen ablanın işaret ettiği tabureye oturdum. O da bir tabure daha yanıma çekti ve o da ona oturdu.
Sade bir makyaj yapmasını istedim ama asla öyle yapmayacağına emindim. İşi bitince de aynaya bakınca doğru düşündüğümü anladım.
Kendimi ilk defa bu kadar makyajlı gördüğüme yemin edebilirim. Gözlerime eyeliner çekmişti, parıltılı bir göz makyajı yapmıştı.
“Abla, karıştırdın sanırım. Düğüne gitmiyorum, sadece avm’ye gidip animasyon filmi izleyeceğiz.”
“Bence güzel oldu, beğenmedin mi?” dediğinde yüzü düştü.
“Beğendim, valla beğendim. Çok güzel olmuş ama biraz abartı olmamış mı sence de?”
“Yoo,”
“Yani güzel mi?”
“Çok güzel. Hem de çok.” derken ‘o’ harfini biraz uzatmıştı. Yüzüme gülümseyerek bakıyordu.
“Rujunu da tazeleyelim mi? Yemek yedik ya.” dedi.
Kıramadım. “Tamam, sür.” Sonra da ekledim. “Kırmızı olsun.”
“Tamam,” dedi ve eline aldığı ruj ile bana döndü. Ruju dudaklarıma dikkatlice sürdü. Sürünce geri çekilip bana baktı.
“Çok güzel oldun.” dedi gülümseyerek.
Aklıma gelen şey ile, “Ruj bulaşır mı?” diye sordum.
“Yani, evet. Bulaşır. İstersen başka sürelim.”
“Yok ya, kalsın. Sürdün o kadar, silmeyelim şimdi.”
Oturduğum yerden kalktım ve boy aynasının karşısına geçip son kez aynadan kendime baktım. Sonra da evden ayrılıp bahçeye çıktık. Lila bizi görünce yaımıza geldi.
Benim yanıma geldi ve “Elis abla, çok güzel olmuşsun.” dedi.
“Çok sağ ol bir tanem benim.” dedim ve onu elinden tutarak yürümeye devam ettik. Nilda teyzelerin evinin önüne gelince Akay’ı ve Fatih ağabeyi arabaya yaslanmış konuşurlerken bulduk.
İkisinin de bakışları hemen bize çevrildi. Akay ile gözlerimiz kesişti. Gözleri ilk başta üzerimdeki elbisede gezindi. Ardından da yavaşça tekrar gözlerime tırmandı. Gözleri birkaç saniye gözlerime takılı kaldı. Sonra dudaklarıma indi. Orada gözlerimde durduğundan daha fazla oyalandı.
Bu esnada da biz onların yanına ulaştık. Akay hemen elini belime attı. Beni yanına çekti. Başını bana doğru eğdi ve yüzünü boynuma doğru eğdi. Nefesini boynumda hissettim.
Yüzünü boynumdan çekti dudaklarını kulağıma doğru ilerletti.
“Sırrınız nedir?” diye sordu.
“Ne sırrından bahsediyorsunuz?”
“Bu kadar güzel olma sırrı. Çünkü hayatımda gördüğüm en güzel kadınsınız. Bunun bir sırrı olmalı.”
“Sırrım çok yakışıklı bir sevgili tarafından koşulsuz şartsız sevilmek ve onu sevmek. Bilmem anlatabildim mi?”
Yüzünü benden hafifçe uzaklaştırdı. Yanımda olduğu için başımı ona doğru çevirdim. Dudağının bir tarafı hafifçe yukarı kalkmıştı.
Bakışları tekrardan dudağıma kaydı. “Eğer bu ruj bulaşmıyor ise nasıl anladığımı çok güzel bir şekilde ifade edeceğim.”
“Maalesef, ruj oldukça bulaşıcı. Şansınıza küsün.”
“Tüh, keşke olmasaydı. O zaman siz bunu en iyi şekilde anladığımı gösterirdim.”
“Bana da göstermek ister misin?” diyen Fatih ağabey ile bu romantik havamız dağıldı. Bakışlarımızı onlara çevirdik ve kısa bir an bakıştık. Resmen onların orada olduğun unutmuştuk. Fakat Akay, son söylediğini diğerlerine göre biraz daha yüksek sesle söylediği için diğerlerini duyduklarını düşünmüyordum. Yani umarım duymamışlardı.
“Yok, sadece Elis’e özel.” dedi ve bana göz kırptı.
“Neyse, o zaman Doruk’u da çağırın da gidin siz.” dedi Selen abla bakışları bizim üzerimizden çekeriz.
“Anne ben de mor elbisemi giymek istiyorum.” dedi Lila annesinin yanına giderek.
“Kızım oradayken söyleseydin keşke.”
“Ama şimdi aklıma geldi. Ne olur giyeyim, lütfen, lütfen.” Lila ellerini avuç içleri birbirine gelecek şekilde birleştirip çenesinin altında hizalamıştı.
Selen abla da bu bakışlara kıyamayıp “Tamam giy ama ben gidemem bir daha.” dedi. Sonra bakışları bana döndü. “Elis, sen götürsen olur mu?”
Başımı aşağı yukarı sallayıp “Tamam ben götürürüm, Selen abla.” dedim ve elimi Lila’ya uzatmadan önce Akay’a döndüm ve “Kolyeyi ve küpeyi getirebilir misin?” dedim.
“Tabii ki getiririm.” dedi
Lila’nın elini tuttum ve birlikte onların evlerine gittik. Lila’nın odasına girdik ve o, elbisesini giyerken ben de ona yardım ettim. Ardından da evden çıkarak Akay’ların yanına gittik.
Bu kez arabanın önünde Doruk, Nilda teyze ve Gurur amca da vardı. Akay’ın elinde ise bana aldığı kolye ve küpe vardı.
Akay’ın yanına gittim ve “Sağ ol, ben takarım.” diyerek elimi uzattım ama bana vermedi.
“Arkanı dön, ben takacağım.” dedi.
“Ama…” dedim itiraz etmeye çalışarak fakat “Güzelim, haydi.” diyerek sözümü böldü.
Nilda teyze ve Gurur amcaya kısa bir bakış attıktan sonra gözlerimi kaçırdım. Arkamı döndüm ve Akay’ın kolyeyi takmasına izin verdim.
Başımın üzerinden geçirerek kolyeyi gerdanımın üzerine bıraktı ve kolyeyi taktı. Ardından ben de ona döndüm ve elimi açıp “Küpeleri alabilir miyim? Onları ben takarım.” dedim.
Elindeki küpeleri avucuma bıraktı ve, “Tabii, hanımefendi. Buyrun.” dedi gülümseyerek.
“Dayı, bak bana! Nasıl olmuşum? Güzelim değil mi?” diyen Lila yüzünden birbirimizden bakışlarımı ayrıldı. İkimiz de ona döndük.
Lila koşarak yanımıza geldi ve önümüzde kendi etrafında döndü. Akay da dayanamadı ve onu koltuk altlarından tutarak kucağına aldı. Yanağına minik bir öpücük kondurdu.
Çekilince “Çok güzel olmuşsun benim minik bücürüm.”
“Hadi ya, ne zaman gidiyoruz?” dedi Doruk.
Akay da Lila’yı kucağınından indirdi ve “O zaman gidelim.” dedi. Elindeki çantamı bana uzattı. Söylemeyi unutmuştum ama o, çantamı almayı unutmamıştı.
“Yenge sen öne geç, ben Lila’yla arkaya otururum.” dedi Doruk.
“Benim için fark etmez. İstersen sen otur.”
“Yok yok, otur sen. Ben de Liloşumun yanına geçeyim.” dedi ve Lila’nın yanağından makas aldı.
“Eh, tamam o zaman.” dedim ve diğerleriyle yaptığımız kısa bir vedalaşmadan sonra soför koltuğunun yanındaki kapıyı benim için açan Akay’a alttan kısa bir bakış atıp koltuğuma geçtim.
Akay da arabanın önünden dolanarak kendi kapısını açıp oturdu. Bu sırada da Doruk ile Lila arka koltuğa geçip oturmuşlardı. Kemerlerimizi takınca Akay, arabayı çalıştırdı ve evin önünden uzaklaşmaya başladık.
“Dayı müzik açalım mı?” diye sordu arkadaki Lila.
“Sen istiyorsan tabii ki açarız. Ne istersin?”
“Öyle Kolay Aşık Olmam!” diye bağırdı Lila kollarını iki yana havaya kaldırarak.
Başını bana çevirip baktı ve telefonunu açarak bana verdi ve “Şarkıyı açar mısın?” dedi.
Elindeki telefonu yavaşça aldım ve “Tabii açarım.” dedim ve birkaç saniye sonra şarkının melodisi arabayı doldurdu.
Akay, bir taraftan arabayı kullanırken arada da bana bakıyordu. Bu esnada da şarkı giriş yaptı.
“Öyle kolay aşık olmam
Ama senin ayrı bir havan var
Seni gördüğümde beynim oyunlar oynar”
(Can Ozan ve Damla Eker-Öyle Kolay Aşık Olmam)
Şarkı sözleri arabanın içini doldururken onun bana bakması da içimde anlamlandıramadığım bir heyecanın filizlenmesine sebep oldu.
Konuşmasa bile gözlerinin içiyle şarkı sözlerini tekrarladığını anlayabiliyordum.
“Lan oğlum yola baksana kaza yapacağız!” diye bağırdı Doruk aramızdaki bakışmaya atıfta bulunarak.
“Ben ikisini de aynı anda idare ediyorum, merak etme sen.” dedi yolu kontrol ettikten sonra tekrardan bana bakarken.
“Niye, sen Batman misin?” diye sordu bu kez Doruk.
Soru yüzünden dudaklarımdan kaçan minik kıkırtıya engel olamadım. Lila’nın da benim gibi güldüğünü duyum.
Akay ise verilen cevap karşısında derin bir nefes aldı ve “Yok, ben Hulk’um.” dedi onu takmayan bir şekilde.
“Bence de ya! Yoksa bu cüssenin başka anlamı olamaz.” İki koltuğun arasından kafasını ve elini uzatıp onu işaret ederek “Doğru söyle aslında yüzün gözün yeşil değil mi? İnsan içine çıkarken bir şey sürüyorsun. Adı neydi ya…” dedi.
“Fondöten,” diyerek kısa br hatırlatma geçtim.
“Hah, fondöten. Ondan sürüyorsun değil mi?” dedi ve ona doğru parmağını salladı.
“Lan oğlum, otur şuraya. Saçma salak konuşma.” diyerek sabır çekti ve önüne dönerek yola konsantre oldu.
Bir süre daha arabanın içinde Lila’nın isteği üzerine birkaç şarkı daha açıldı. Zaten avm buraya pek fazla uzak olmadığı için yolculuk uzun sürmedi. Akay, arabayı avmnin otoparkına park edince “Evet, çıkabiliriz.” dedi ve hepimiz aynı anda arabadan indik.
Lila, Doruk’un elini tutarak önümüzden ilerlemeye başladı. Ben ve Akay da el ele tutuşarak arkalarından onları takip etmeye başladık.
Avmnin içerisindeki yürüyen merdivenlere çıktık ve sinama salonunun olduğu yere geldik. Bu esnada Lila, Doruk’u bırakıp yanımıza geldi ve bizim ellerimizi tutup sürüklemeye çalıştı.
“Azıcık hızlı olsanıza ya!”
“Dayıcığım biz normal bir hızla yürürken sen uçuyordun. O yüzden geride kalmış olabilir miyiz acaba?” dedi Akay ama ona ayak uydurup peşinden gittik.
“Yavaşsınız işte.” dedi ve büyük ekranda yer alan filmleri incelemeye başladı. Birkaç saniye baktıktan sonra da eliyle birini işaret etti.
“Ben bunu izlemek istiyorum!”
İşaret ettiği film bir animasyon filmiydi. Ekrandaki resmi ise gayet renkli ve ilgi çekici durduğu için bunu seçmesine pek şaşırmadım.
“Tamam, buna gidelim.” dedi Akay.
“Siz de buna gitmek istiyor musunuz?” diye sordu bana ve Doruk’a bakarak.
“Korku filmi desem…” derken Doruk, Akay anında sözünü kesti. “Hayır!” Doruk, Akay’a baktı ve “diyeceksiniz.” diye cümlesini tamamladı.
“Gerçekten küçücük çocuğun yanında korku filmi izlemeyi mi düşündün?” diye sormadan edemedim.
“Eğlenceli ama…” diye söylense bile hepimiz Lila’nın işaret ettiği film için bilet aldık.
Biletleri aldıktan sonra avmnin içini biraz dolaşma kararı aldık. Yemek yememizin üzerinden fazla zaman geçmediği için aç değildik. Bu yüzden film bitince yemek yemeye karar verdik.
Film yarım saat sonra başlayacağı için filmden önce yapacağımız pek bir şey yoktu. O yüzden de filmin başlamasına on dakika kala yerlerimize geçmiştik.
Benim bir yanımda Akay, diğer yanımda da Lila oturuyordu. Lila’nın yanında da Doruk oturuyordu.
Akay’ın elini sırtım ile koltuğun arasına koyduğunu hissettim. Elimi biraz sırtımda gezdirdikte sonra bedenimi yandan kendine çekti ve onun omzuna başımın gelmesini sağladı.
Elimi ise belime indirdi ve sıkıca bedenimi kavradı. Yaklaşıp alnıma dudaklarını değdirerek minicik ama etkisi çok büyük bir öpücük bıraktı.
Kafamı kaldırarak onunla göz göze geldim. Dudaklarında tebessüm öyle gözeldi ki… Öyle bana özeldi ki… Öyle bana gözeldi ki…
Yaklaşıp yanağına yumuşacık bir öpücük bıraktım. Yüzümü geri çektiğimde tekrardan başımı omzuna yasladım ve kocaman ekrandaki filmi izlemeye başladım.
Filmin ilk yarısı bitince hepimiz yavaşça yerimizden ayaklandık ve sinema salonundan çıktık. Lila’nın canı kayısılı meyve suyu çektiği için hemen onu aldık ve film başlamadan önce tekrardan yerlerimize geçtik.
Filmin diğer yarısı da bitince eşyalarımızı alıp sinema salonundan ayrıldık. Artık yavaş yavaş acıkmaya başladığımız için yemek yemeye karar verdik.
Lila’ya ne yemek istediğini sorduğumuzda pizza yemek istediğini söylediği için avmdeki bir pizzacının önündeki masalara oturduk ve siparişimizi verip beklemeye başladık.
“Ben çok beğendim filmi. İyi ki gelmişiz. Sizi çok seviyorum.” dedi Lila hepimize bakarken. Dayanamadım ve yanımda oturan Lila’nın yanağına öpücük bıraktım ve saçını okşarken “Bizde seni çok seviyoruz, tatlım benim.” dedim ona gülümserken.
Pizzalarımız geldiğinde hep birlikte gülerek onları yedik. Daha sonra da Lila avmnin dışarıdaki oyun alanına gitmek istediğini söyledi.
Yanımda Akay’la beraber yürürken duraksadı ve sonra da “Doruk, sen Lila’yı istediği yere götür. Bizim ufak bir işimiz var, birazdan geliriz yanınıza.” dedi ve elimi elinin içine hapsederek onların gittiği yolun tersine doğru gitmeye başldı.
Peşinden giderken anlamlandıramayarak “Akay, ne oldu? Nereye gidiyoruz?” dedim.
Gözlerini bna çevirdi ve gülümsedikten sonra tekrar önüne dönerek ilerlemeye devam etti.
Birkaç dakika yürüdükten sonra makyaj malzemeleri satan bir dükkanın önüne gelince durdu ve bana döndü.
“Sabah sana dediğimi hatırlıyorsun, değil mi?”
İlk işim bulaşmayan bir ruj almak olacak, sevgilim. Bekle ve gör.
Beklemiştim ve gayette iyi görüyordum.
“Sen, nasıl… Nasıl…” diyerek kelimeleri ağzımın içinde gevelerken bedenini bana yaklaştırdı ve elini belime atarak beni de kendi dibine çekti. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
“Ben sana ne zaman tutamayacağım bir söz verdim?” diye sordu.
Yüzü yüzümün dibindeyken daha da güzel görünüyordu. Fakt şu an benim burada kalpten gitmeyeceğimin bir garantisi yoktu.
“Hiçbir zaman.” dedim konuşmayı tekrardan hatırlayınca.
Resmen dengelerimle oynuyordu!
“Resmen dengelerimle oynuyorsun, Çiçek. Senden önce böyle bir adam değildim ben.” dedi sanki az önce söylediklerimi duymuş gibi.
“Asıl sen benim dengelerimle oynuyorsun. Senin yanında adımı unutuyorum ben.”
Güldü. Nefesimi kesecek bir şekilde güldü.
“Adın neymiş bakalım senin?”
“Senin sevgilin.” dedim kollarımı omuzlarına koyup parmak uçlarımda yükseldim ve yanağına dudaklarımı yaslayıp derin bir nefes çekerken içime öptüm onu.
Belki bu kadar şaşırmam sizin için biraz saçma olabilir. Sonuçta o, senin sevgilin, sana böyle küçük süprüzler yapabilir diyebilirsiniz fakat ben böyle şeylere hiç alışkın değilim.
Birinin beni bu kadar düşünmesine, bana değer vermesine, benim için sürekli bir şeyler yapmasına alışkın değilim. Ben bir tek onun için vardım sanırım, beni bir tek o görüyordu.
“Hadi, girelim o zaman.” dedi ve elini belimden çekip elimi kavradı.
Kafamı salladım ve beraber mağzanın içine girdik. Bizim içeri girdiğimizi gören sarı kısa saçları olan altında dizlerinin bir karış üzerinde biten düz eteği ve üzerinde uzun kollu beyaz bir gömlek olan 1.60 boylarında bir kadın bize doğru ilerledi.
Gözleri tam anlamıyla Akay’ın üzerindeydi. Kocaman gülümseyerek ona döndü ve “Hoş geldiniz beyefendi.” dedi
Akay bir anda ciddi bir ifadeye bürünüp sadece kafasını ağırca sallmakla yetindi.
Pardon da ben bura yok muyum acaba?
Kadın sonra bana döndü ve sadece kuru bir “Hoş geldiniz.” dedi. Ardından tekrar Akay’a dönüp tüm dişlerinin görüneceği şekilde gülümsedi. “Neye bakmıştınız?”
“Ruj. Kırmızı kalıcı bir ruj.” diyerek olabildiğince az konuştu Akay.
Kadın bana kısa bir bakış attıktan sonra Akay’a dönüp “Kız kardeşiniz için mi bakmıştınız?” diye sordu.
Bir dakika… Sanırım benim kulaklarımda bir sorun var,değil mi? Kesin ben yanlış duydum. Kız kardeşiniz mi dedi o?
“Kız kardeşim değil.” dedi samimiyetten uzak bir sesle Akay.
“Ha, kusura bakmayın. Arkadaşınız o zaman.” dedi bu kez de.
“Arkadaşım da değil.” dedi Akay aynı ses tonuyla.
“Sevgilisiyim.” dedim dayanamayarak. Biraz daha saçmalarsa bu kadın kendimi tutamayacaktım. Şu an bile kendime zar zor hakim oluyordum.
“Sevgilisiyim ben onun. Canım benim bana sürpriz yaparak buraya getirdi. Bana verdiği bir sözü yerine getirdi de.” Diğer elimle onun benim elimi tutan koluna sarıldım ve yüzüne baktım. Bana az önceki ifadesinin tam tersi olan gülerken belirginleşen gamzesiyle ve kısılan gözleriyle bakıyordu. Ben de ona gülümseyip bakışlarımı karşımdaki kadına çevirdim.
Bu kez de ben ona kocaman gülümsedim.
“Çok sever beni, kıyamaz asla bana. Ben de onu çok severim. İnanır mısınız her sabah bana ‘Günaydın, sevgilim, bir tanem’ diye mesaj atar. Bir tek beni düşünür, başka hiç kimse umrunda değildir.”
Kafamı yandan omzuna doğru yatırıp yasladım. “Herkesin benim sevgilime benzeyen bir sevgilisi olmalı. Bakın dikkat ettiyseniz benim sevgilime benzeyen dedim çünkü benim sevgilim gibi olan kimse yok başka, bir o.”
“İsterseniz beni takip edin, size istediğiniz ürünü göstereyim.” dedi ve hızlı adımlarla reyonların arasında ilerlemeye başladı.
Akay’ın kolundaki elimi çektim ve biz de onun arkasından ilerledik. Rujların olduğu reyonun önüne gelince bir tanesini eline aldı ve bana uzattı. “Buyrun. Bu çok satan ve sevilen ürünlerimizden. Beğenirsiniz.” dedi ve ruju elinden aldığım gibi hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşıp gözden kayboldu.
Bakışlarımı elimdeki ruja çevirdim. Bildiğim ve çok ünlü olan bir markaydı. Rengi de tam kan kırmızısıydı, çok güzel görünüyordu.
Akay elimi tutmaya devam ederken tam karşıma geçti ve diğer eliyle çenemi tutup kafamı kaldırdı. Bu sayede gözlerim gözlerine çevrildi.
Gülümsedi. Gamzesi canımı almak istermiş gibi kalbime battı yine. Az önce yaşanan durumdan gayet memnun olduğunu yüz ifadesinden anlıyordum.
“Kıskandın beni.” dedi kendinden emin bir şekilde.
“Ne? Hayır, yok öyle…” Bana olan bakışını görünce cümlem yarım kaldı. “Yani… Tamam, biraz olabilir. Birazdan birazdan biraz fazla… Of, tamam ya! Kıskandım işte! Nasıl baktığını görmedin mi? Bir de kız kardeşin mi, arkadaşın mı diye soruyor.”
“Öğrendi ama sevgilim olduğunu. Sorun çözüldü.”
“Tamam, öğrendi ama öğrenene kadar olan bakışlarını görmedin mi?”
Elini çenemden çekip iki elini de belimin kenarına koydu. Ben ise kollarımı göğsümde bağlamış ona bakıyordum.
“Bu sence benim umrumda mı?” diye sordu kafasını yüzümün hizasına doğru eğerek.
“Değil mi?”
“Cık, değil. Sadece sen umrumdasın benim. Başka hiçbir şey beni ilgilendirmiyor.”
“Gerçekten mi?” diye sordum dudağımı büzerek.
“Gerçek tabi. Beni sadece sen ilgilendirirsin. Gerisini gram takmam, umrumda olmaz. İlle de sen yani.” dedi ve Beni kendine çekerek sıkıca sarıldı.
“Bıraksana beni ya! Sinirliyim sana.” desem de kolları çözüp hızlıca ensesinde birleştirdim.
“Sen bırakmazsan ben de bırakmam. Yani hiç bırakmam.” dedi. Saç diplerimde dudaklarını hissettim. Derin bir nefes çekti içine saçımdan.
Parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı yanağına yasladım ve ben de derin bir nefes çektim içime.
Yüzümü geri çekince o bana yaklaştı ve burnumun ucuna kendi burnunu sürttü.
“Başka yer bulamamışlar da koskoca mağzanın ortasında cilveleşiyorlar. Ayıp, ayıp…” diyerek yanımızdan geçen kırklı yaşlardaki kadının sözleri ve bize olan bakışlarından dolayı Akay’dan birkaç adım uzaklaşmak istedim fakat belimi tutan elleri buna izin vermedi.
“Akay, bıraksana beni. Bak insanlar var etrafımızda.”
“Umrumda değil. Onlar kendi işlerine baksınlar, gözlerini kapatıp gezsinler rahatsız oluyorlarsa.” dedi gayet umursamaz bir tavırla.
“Burada bizden başka kimse olmasaydı seni asla bırakmazdım ama…” derken Akay cümlemi tamamlamama müsaade etmeden lafımı kesti.
“Cümlenin devamıyla ilgilenmiyorum.” dedi.
Gülerek “Ya,” dedim. Ardından da kısık bir sesle mırıldandım. “Akay,”
“Güzelim,” dedi anında benim gibi mırıldanarak.
“Seni çok seviyorum.” Alnımı alnına yasladım.
“Ben de… Çok seviyorum. Benim olmanı, bana bakmanı, öpmeni… En çok da gülüşünü seviyorum, sevgilim.”
“Sevgilim.” diye tekrarladım onu içim giderek.
“Eve gidince beni öpersen şimdi seni bırakırım.” dedi tebessümüyle beraber.
“Her zaman,” dedim ben de gülümserken. Ardından da geri çekildim. Bu kez verdiğim söz karşılığında beni bırakmıştı. Sıcacık kollarının arasından çıkınca üşüdüğümü hissettim. Beni öyle bir etkisine alıyordu ki ondan ayrılınca her zerrem üşüyordu.
Elini uzatıp önce elimi tuttu sonra da elimdeki ruju aldı. Kasaya geldik ve ruju görevliye verip parasını ödedi. Ardından da ruju bana uzattı. Ben de ruju çantamın içine koydum.
Parası benim için fazlaydı fakat Akay, ruju satın alırken bir kere bile tereddüt etmemişti.
İşimizi bitirdikten sonra yine el ele yürüyen merdivenlerde zemin kata indik. Lila’nın gitmek istediği açık oyun alanına geldik.
Lila bir salıncakta sallanırken Doruk da arkasında onu sallıyordu. Bizim geldiğimizi görünce Lila’nın yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Bir eliyle salıncağın zincirine tutunurken diğer elini kaldırıp bize doğru salladı.
Ben de elimi kaldırıp ona salladım gülümserken. Yanlarına gidince de yaklaşıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. “Bende, bende!” deyince dayanamadım ve ona yanağımı uzattım. O da benim onu öptüğüm gibi kocaman öptü beni.
“Hoş geldiniz. Hallettiniz mi işinizi?” diye sordu Doruk.
İkimizin de Lila’da olan bakışlarımızı Doruk’a çevirdik. “Hallettik, hallettik.” dedi Akay.
Ardından bana döndü ve az önce Lila’nın yanındaki boş salıncağı işaret etti. “Hadi, sen de bin. Seni sallayayım.”dedi.
Anlayamamıştım. “Ben mi bineyim?”
“Evet, hadi başka biri gelmeden bin salıncağa.” dedi gülümseyerek.
“Ya, saçmalama. Olur mu ki öyle?”
“Neden olmasın.”
“Peki,” dedim ve yavaşça salıncağa oturdum. Akay da arkama geçti ve beni sallamaya başladı.
Birkaç kişinin bakışlarının bize döndüğünü fark ettim. Takmadım fakat. Şu an önemsediğim tek şey mutluluktu.
Kafamı yanına çevirip bize gülümseyerek bakan Lila’ya baktım. Kocaman gülümsedim.
Bizim küçükken kaldığımız yetimhanede de vardı salıncak. Yine ben böyle otururdum, Akay da beni sallardı. O zamanlar boyum kısa olduğu için salıncağa tek başıma çıkamazdım. Hemen Akay beni kucağına alıp öyle otuttururdu salıncağa. Bazen de ikimiz beraber oturur sallanırdık.
Hatta bazen sallanan salıncakta onun kucağında otururken kafamı göğsüne yaslar sıkıca sarılırdım ona. Sonra da gözlerimi odada, yatağımda açardım.
Meğersem ben onun göğsünde uyuyunca o, beni uyandırmadan kucağında taşıyarak odaya götürüp kendi yatağına bırakıyormuş. Sonra kendisi de yanıma kıvrılıp uyuyormuş.
Beni onun taşıdığını bilemeden önce beni kanatlı perilerin odama taşıdığını düşünüyordum. Sonra ise onun beni taşıdığını öğrendim.
Bir keresinde de ikimizde o salıncakta uyumuştuk. Bizi ise Rabia abla bulmuştu. Sonra da ikimizi de kucağına alarak odamıza çıkartmıştı.
Rabia ablayı çok severdim ben. Hatta orada Akay’dan sonra en sevdiğim kişiydi. Bazen işlerinden zaman buldukça yanıma gelirdi, beraber resim çizerdik.
Sadece beni değil Akay’ı da çok severdi. Ona hep ‘Bir tanecik oğlum benim’ derdi. Bana da ‘Sema gözlü güzel kızım’ derdi.
Bir keresinde Akay’a sormuştum “Sema ne demek?” diye.
“Gökyüzü demek. Senin gözlerin de mavi, gökyüzü de mavi. İkisi de çok güzel ama en güzeli sensin.” demişti bana.
Şimdi anlıyorum ki onun biz küçücükken de bana olan bakışları aynıydı. Gülümsemesi, gamzeleri bir tek banaydı. Gamzelerine dokunmayı çok severdim. O da bunu bildiği için hep gülümsedi benim yanımdayken.
Geceleri uykum gelmediğinde onun yatağının yanına gider ve onun yanına yatardım. Benim geldiğimi anladığında gözlerini açardı. Gülümserdi.
“Uykun gelmedi mi?” diye sormuştu bir keresinde kısık bir sesle.
Kafamı sallamıştım iki yana. “Gel,” deyip koluna açmıştı hemen. Ben de gülümseyerek onun küçücük olsa bile içine beni sığdırabilen göğsüne başımı yaslamıştım.
İki koluyla birden sarılmıştı bana. Bir elini saçlarıma çıkartmıştı. Okşamaya başlamıştı. Saçımı okşayınca hemen mıyıştığımı biliyordu. Ben de elimi onun sırtına götürmüştüm.
Akşam uyurken ve sabah uyanınca gördüğüm ilk ve son yüz onun yüzü oluyordu.
Hasta olduğumda bile yanımdan ayrılmazdı. Şuruplarımı bana hep o içirirdi. İçmek istemediğimde nazımı hep o çekerdi. Bir kere bile laf etmezdi. Beni ikna etmeye çalışırdı.
Diğer çocukardan çilek resmi olan bir sticker alıp şişenin üzerine onu yapıştırırdı. Tadının güzel olduğuna beni inandırırdı. İçiyormuş gibi yapardı inadıma devam etiğimde. Tadının çok güzel olduğunu söylerdi.
“Elis,” diye bana seslenen Akay sayesinde anılarımdan uzaklaşıp tekrardan içinde bulunduğum zamana geri gelmiştim.
İki elimle demirlere yapışıp “Daha hızlı salla.” dedim eskiden de dediğim gibi.
“Hay, hay efendim.” dedi ve beni daha hızlı salladı.
Oyun parkında zamanımız çok güzel geçmişti. Bol bol eğlenmiş ve gülmüştük. Uzun zaman sonra ilk defa salıncağa binmiştim. Uzun zaman sonra ilk defa beni yine o sallamıştı salıncakta.
Saatin üçe yaklaştığını görünce yavaşça toparlanıp arabanın olduğu otoparka indik ve arabaya binip avmden ayrıldık. Yaklaşık yarım saat sonra ise yine evlerine gelmiştik.
Akay arabayı park edince hep beraber indik ve evin ziline basarak kapının açılmasını bekledik.
Kapıyı bize gülümseyerek Nilda teyze açtı. “Hoş geldiniz, çocuklar. Ay, benim küçük prensesim gelmiş, güzel kızım gelmiş.” diyerek önce Lila’ya sarıldı. Sonra da bana dönüp sıkıca sarıldı.
Ben de ona kollarımı doladım hemen. Mis gibi kokan anne kokusunu içime çektim. Ayrılınca da birbirimize kocaman gülümsedik.
Kendimi gerçekten birileri tarafından sevilen biri gibi hissetmeye başlamıştım.
O sırada salonun kapısından elinde pembe kupası ile çıkan Selen ablayı gördüm. Lila onu görünce onun yanına koştu ve annesine sarıldı. Selen abla da tek eliyle kızının sırtını okşadı gülümseyerek.
“Dur annecim, bak elimde ıhlamur var. Dikkat et, sıcak.”
“Tamam, anne.” dedi Lila ve geri çekilerek annesinin elini tuttu.
Selen abla bakışlarını bana çevirdi sonra. Göz kırptı her şey yolunda der gibi. “Hadi,dikildiniz orada siz de gelin.” dedi ve salona geçti. Biz de onu peşinden takip ederek salona geçtik.
Selen abla ikili koltuğa oturdu ve Lila’yı da çekip dizlerinin üzerine otutturdu. Elindeki çayı ortadaki beyaz sehbanın üzerine koydu ve kızına sıkıca sarıldı. Başını göğsüne yaslayıp saçlarına defalarca öpücük bıraktı.
Selen abla çok güzel bir anneydi. Kızını çok seviyordu. Kötü şeyler yaşamıştı ama kızı için ayakta durmaya hep devam etmişti. Şimdi küçücük bir bebeği daha olacaktı.
Ben de onların yanına oturup onları izledim. Selen abla kafasını kaldırıp bana baktı ve dolan gözlerini şimdi gördüm.
Gülümsedi. Dolu gözleri gülümsemesine engel olamadı.
Ben de ona gülümsedim. Lila kafasını annesinin göğsünden kaldırıp “Anne, biliyor musun biz de Ayça’nın izlediği filmi izledik. Çok güzeldi. Sonra da yemek yedik. Parka inip salıncakta salladı beni Doruk abim. Dayım da Elis ablayı salladı. Çok eğlendik, çok güldük.” dedi.
“Dayın da Elis ablanı mı salladı?” dedi hafif bir kahkahanın ardından.
“Evet, çok eğlendik.” dedi Lila da.
“İyi, iyi… Güzel geçmiş gününüz belli ki.” dedi Nilda teyze de gülümseyerek. Akay ile Doruk da diğer koltuğa oturdu ama Nilda teyze ayakta durmaya devam etti.
“Nilda teyze, sen neden oturmuyorsun?” diye sordum.
“Kızım ben yemek hazırlıyordum. Şimdi yine gideceğim.” dedi.
Ben de yerimden kalktım ve yanına gittim. “Ben de geliyim, beraber hazırlayaylım.”
“Sen yorulma kızım, hallederim ben şimdi.”
“Yok, yok ben de geleyim. Sen gösterirsin ne yapmam gerektiğini, yardım ederim sana.”
“İyi, bakalım. Hadi gel o zaman gidelim.”
“Anne, ben de geleceğim.” dedi Selen abla Lila’yı kucağından inirik yanına otuttururken.
“Sadece oturacaksan gel, iş yaptırmam sana.”
Oturduğu yerden sakince kalktı Selen abla. “Tamam, otururum sadece.” dedi ve kızına döndü. “Sen burda dayınla Doruk ağbeyinin yanına kal kızım, tamam mı?”
“Tamam anne, evden oyuncaklarımı alabilir miyim?” diye sordu Lila annesine.
“Tamam, gidin alın beraber.” dedi ve onlar evden çıkarken biz de mutfağa girdik.
Selen abla sandalyelerden birine oturdu ve elindeki ıhlamurunu içmeye devam etti. Nilda teyze ise bana dönüp “Patatesli ve tavuklu soslu yemek yapacağım tencerede. Yanına da pilav yaparım. Yersin değil mi kızım?” diye sordu.
Gülümsedim. Beni düşünüyordu.
“Yerim Nilda teyze, yemek seçmem ben. Sana hangisi daha kolay geliyorsa onu yap. Ben de senin ‘Yap’ dediklerini yaparım.” dedim.
“Kolay ki kızım, zor bir şey yok. Tavuğu buzluktan çıkarmıştım zaten, onları kesip patates soyulacak. Sonra salça, baharat koyulup tence ocağa koyulacak. O arada da pilavi yaparız.”
“Tamam, yaparız beraber ama önce ben bir üzerimi değiştirsem olur mu?” diye sordum.
Selen abla bardağın dibindeki çayı bir yudumda içti ve masanın kenarına tutunarak yerinden doğruldu ve annesinin yanına gidip bardağı bangonun üzerine koydu. Sonra da bana dönüp “Haydi gel, ikimiz gidelim. Sen de üzerini değiştirirsin.” dedi ve yanına gelip elini koluma koydu.
“Sen yorulacaksın ama.” dedim başımı yanıma çevirip ona bakarken.
“Cık, yorulmam. Sonra ineriz zaten tekrar.” dedi ve kendisiyle beraber beni de ilerleterek kapıdan çıkarttı.
Tam dış kapının yanına geldiğimizde kapı açıldı ve içeriye Akay ve Lila girdi.
“Abla, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu Lila’nın elini tuttarak.
“Üzerimi değiştireceğim, Selen abla da benimle gelmek istedi.” dedim ona bakarken.
“Öyle mi?” Bana baktı ve ardından gözleri omzuma asılı çantaya kaydı. Dudakları iki yana kıvrıldı. Ablasına döndü ardından. “Sen dur burada istersen. Ben Elis’le beraber giderim. Yorulma sen.”
Selen abla iki elini de beline koydu ve kaşlarını yavaşça havaya kaldırıken kafasını hafifçe sağa yatırdı. “Yok ya, başka? Ben giderim Elis’imle.” dedi ve tek kolu ile bana sarıldı ve elini omzumun üzerine koydu. “Vermem güzelimi sana. Zaten iki kere…” Bakışları kızına kayınca sustu. “Neyse. Anladınız siz.”
“Neyi anladı onlar anne?” diye sordu Lila.
“Boş ver annem sen. Senin bilmene gerek yok. Haydi sen dayını kolundan tut da Barbie oynayın. Biz de geleceğiz.” dedi ve Akay’a doğru ilerleyip eliyle onu yana iteledi ve kapıdan çıkarak beni de peşinden ilerletti.
Yanından geçerken Akay bana ne kadar masum akışlar atsa da maalesef duramadım. Ben de ona gülümsedim ve dudaklarımı öne çıkararak bir öpücük attım.
Bakışları saniyelik bir sekilde dudaklarıma indi ve yutkunup Selen ablayla giden bena arkamızdan masum bakışlar attı. Lila da anında onu tuttuğu elinden çekerek salona çekiştirmeye çalıştı. Sonra kapı yavaşça kapandı.
Selen ablayla beraber onların evinin bahçesine geçtik. Diğer evdeki kapının yanından aldığı anhtar ile evin kapısını açtı ve hemen ayağımıza geçirdiğimiz terlikleri kenara bırakıp içeri girdik.
Birkaç adım ötede kalan merdivenleri beraber çıktık ve üst kata çıkınca sabah girdiğimiz odaya girdik.
Geniş yatağın yanında duruyordu çıkardığım kıyafetler. “İstersen bunları da giyebilirsin ama sana yeni kıyafet de verebilirim.” dedi Selen abla.
“Yok ya, zahmet etme.”
“Hayır, zahmet falan olmaz. Bak dolaba, istediğini seç.” dedi ve dolabın yanına yaklaşıp iki kapağı açtı. “Diğer kısımlarda Fatih’in kıyafetleri var. Gel bak buraya.”
Yavaşça dolaba yaklaştım ve Selen ablanın kapağını açtığı yerlere baktım. Sonra Selen ablaya döndüm.
“Hani sabah diyordun ya mezarlığa gideceğiz diye, gittiniz mi?” diye sordum.
Derin bir nefes aldı. Dudaklarında silik bir tebessüm oluştu.
“Gittik. Siz çıktıktan sonra önce hastaneye gittik sonra da oraya işte.”
“Ne dedi doktor? İyi miymiş durumu bebişin?” Benim de dudaklarımda onun gibi bir tebessüm oluştu.
Sağ elini kaldırıp karnının üzerine koydu ve yavaşça okşadı, içindeki cana tüm sevgisini sundu.
“İyiymiş. Şu anlık bir problem yok dedi doktor. Ama hareketlerime dikkat etmemi de söyledi.” dedi sakin bir ses tonuyla.
Bu kez ben yanına gidip sıkıca sardım kollarımı ona. Kokusunu derin bir nefesle beraber içime çektim. Gözünden akan bir damla yaşın omzumu ıslattığını hissettim.
“Her şey çok güzel olacak, abla. Merak etme. Ben, biz her zaman senin yanındayız, arkandayız. Bak, artık ben de varım. Belki beni kız kardeşin olarak görürsün. Yaşadığın her zorlu süreci beraber aşacağız.”
“Sen zaten benim kız kardeşim gibisin, Elis. Ben ilk defa kendimi yeni tanıdığım birine bu kadar açtım.” dedi. Benden ayrılıp dolu gözleriyle ve dudaklarındaki duygulu tebessümle bana baktı.
“İyi ki gelmişsin hayatımıza. İyi ki kızımın öğretmeni oldun da Akay’la tekrardan karşılaştın.”
Böyle sözler duymayı beklemiyordum. Beni sevdiğini biliyorum, sevmese bana bu kadar özelini anlatmazdı ama bu kadar bana değer verdiğini söylemesi de beni şaşırtmıştı.
“Ben de iyi ki sizi tanıdım. Böyle düşünmen beni çok mutlu etti.” dedim.
Gülümsemesi daha da büyüdü. “Hadi, sen üzerini değiştir şimdi. Hazırlanınca dışarı çık, seni kapının önünde bekliyorum.” dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı ve ardından da kapıyı kapattı.
Dolaptan kare yaka beyaz renk askılı bir bluz ve siyah beli lastikli bir alt seçtim. Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp seçtiğim alt ve üstü giydim.
Odadan çıkmadan aklıma gelen şey ile duraksadım. Çantamı alıp içini açtım ve kırmızı rujumu elime aldım. Msanın üzerindeki rulodan bir yaprak koparttım e dudaklarıdaki ruju olabildiğince sildim.
Rujun jelatinini açtım öncelikle. Biraz etrafıma bakındıktan sonra kapının yanındaki küçük çöp kutusunun içine jelatini ve peçeteyi attım.
Rujun kapağını açtım ve ananın karşısına geçip dudaklarıma elimden geldiğince güzel bir şekilde sürdüm. Rengi tamı tamına kan kırmızısı gibiydi. Hafif koyu ama gayet parlak duruyordu.
İşimi bitirince ruju çantama koydum ve çantamı da omzuma asıp odadan çıktım. Kapının önünde dediği gibi Selen ablayı beni beklerken buldum.
“Hazırsan çıkalım.” dedi.
Kafamı salladım olumlu anlamda. “Olur,”
Önce merdivenleri indik ardından da evden çıktık. Diğer eve geldiğimizde Selen abla yine elindeki anahtar ile kapıy açtı.
Eve girdiğimizde Selen abla’yla beraber mutfağa girdik. Çantamı masanın üzerine bıraktım. Biz gelene kadar Nilda teyze yemeğin bir kısmını hazırlamıştı.
“Nilda teyze çok hızlısın ya. Ben neyi yapayım?”
“Gerek yok kızım ben şimdi yemeği ocağa koyayım, kısık ateşte yavaş yavaş pişsin.” derken başka bir ses onun lafını böldü.
“Bence de gerek yok. Sen bir benim yanıma gelsene.” Arkamdan duyduğum ses ile oraya döndüm. Kollarını göğsünde bağlamış bana kıstığı gözleri ile bakan Akay’la karşılaştım.
Gülümsedim ve dudaklarımdaki ruju fark ettirmeya çalıştım. Hemen neyi göstermeye çalıştığımı fark etti ve bakışları dudaklarıma kaydı. Dudakları iki yana kıvrıldı ve hafifçe dişleini göstererek güldü.
“İyi bakalım, sen git o zaman.” dedi Selen abla da dudaklarındaki tebessüm ile.
Ben de masaya az önce bıraktığım çantamı tekrardan aldım ve Akay’ın yanına doğru ilerledim. Benim ona doğru geldiğimi görünce kollarını çözdü ve elini bana uzattı. Diğer elimle hemen elin tuttum.
Beni merdivenlerden çıkarken arkasından ilerletti ve kendi odasının önüne gelince kapıyı hılıca açıp odaya benimle beraber girdi.
Kapıyı kapattıktan sonra sırtımı kapıya yasladı ve önüme geçti. Kafasını bana doğru eğdi ve bakışları dudaklarıma kaydı. Aynı zamanda bir eli belimi buldu. Diğer elini de yüzüme çıkarttı ve işaret ve orta parmağının dışıyla yanağımı okşadı.
Elimi yanağına doğru eğdim ve ona alttan alttan bakışlar attım. Sonra da dayanamayıp ellerimi önce omzuna koydum. Ardından da ellerimi omzundan ensesine ilerlettim.
Bir elimi orta boylu sık dalgalı saçlarının arasına daldırdım. Diğer elimi de ensesine dolayıp yüzünü biraz daha kendime çektim.
Benimde onun gibi bakışlarım saniyelik olarak dudaklarına kaydı fakat ardından hemen gözlerine çıktı.
Konuşmuyorduk, yalnızca gözlerimiz birbirini buluyordu.Bizim konuşmamız için kelimelere ihtiyacımız yoktu. Biz, birbirimizin gözlerinin içine bakınca kelimelerimizi anlıyorduk. Bu bize yetiyordu, fazlasına gerek yoktu.
Gözlerimin içine baktı birkaç saniye daha. Ardından da iyicene yüzünü yaklaştırdı ve dudaklarını dudaklarıma değdirdi.
Ne kadar birkaç kere daha bu durumu yaşamış olsak da benim içimde hala aynı heyecan vardı. Bu duygu bütün duygulardan çok farklı bir şey olduğunu daha iyi anladım şimdi.
İlk başta hareket etmeden durdu ve derin verdi dudaklarıma doğru. Ardından da yavaşça beni öpmeye başladı.
Sakin değildi bu kez. Artık sürekli bölünmek canına tak etmişti sanırım. Ondan sakin olmasını isteyen de yoktu.
Üzerimdeki bu tatlı heyecanı bir kenara bırakmaya karar verdim anlık olarak. Olabildiğince ona onun gibi karşılık vermeye çalıştım.
Ensesindeki elimi omzuna çektim. O da yanağımdaki elini enseme getirdi ve belimdeki elinin baskısını arttırdı.
İki dudağının arasına alt dudağımı aldı ve naerince bir öpücük bıraktı.
Nefeslenmek için dudaklarımız ayrıldı. Gözlerimi gözlerine çevirdim. O bana, ben de ona gülümsedim. Zaten bir tek gülümsememi ondan esirgemiyordum ve asla da esirgemezdim.
Dayanamayıp bakışlarımı dudaklarına çevirdim. Kalıcı rujum pek de iyi iş çıkarmış gibi görünmüyordu. Çok fazla olmasa da dudaklarındaki renk gayet belirgindi.
Dayanamayıp karşımdaki görntüye minik bir kahkaha ile baktım. Geri durmadım. Baş parmağımı dudağına doğru uzattım ve parmağımı sürtüp engin birazının parmağıma geçmesini sağladım. Ardından da permağımı ona gösterdim.
“Anlaşılan pek başarılı değilmiş.”
Gülümsedi, gayet derin gülümsedi hatta. “Başarılı değilmiş değil de bize dayanamadı bence.” dedi. Hak veriyordum.
“Olabilir aslında.” Yüzümü tekrardan yaklaştırdım. “Desene bize bizden başka hiçbir şey dayanamıyor diye.”
Ensemdeki elini çekti ve şakağıma düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına iteledi. Yaklaşıp dudaklarını boynuma değdirdi. Derin bir nefesin dudaklarımdan firar etmesine engel olmadım bu hareketi karşısında.
O ise dudaklarını tenime değdirerek minik minik öpücükler bıraktı. Nemli dudakları tenimde asla geçmeyecek etkisini bırakarak kulağımın altına, çene kemiğimin üzerine geldi.
“Sana çok aşığım, Elis. Bunu defalarca söyledim, defalarca da söylerim. Bir keresinde bile sıkılmam.”
“Ben de… Ben de sana çok aşığım. Her şeye rağmen senin yanında olacağım. Kimse artık seni benden beni de senden ayıramaz.”
Kafasını geri çekti ve benimle göz göze geldi. “Çok güzel söyledin, sevgilim. Sen benimsin artık, vermem seni asla başka birine. Ben de seninim, senin emrine amadeyim.”
Dayanamayarak onu kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Elleri belimin iki yanını sıkıca tuttu. Kafasını ise gerdenıma gömdü ve derin bir nefes çekti içine tenimden.
Belimdeki elleri beni havaya kaldırdı. Ona ayak uydurarak ben de bacaklarımı beline doladım ve ellerimi omzuna sıkıca sardım.
Dudaklarını son bir kere gerdanımın üzerine değdirerek izini bıraktı ve kafasını kaldırarak benimle göz göze geldi. Beni bırakmadan bir eli belime sarılıyken diğerini sırtıma çıkardı. Sırtımı kapıdan ayırarak benimle beraber banyoya doğru ilerledi.
Sırtımdaki elini saniyelik çekip kapalı olan kapıyı açtı. İçeri beraber girdik. Tam lavabonun önüne gelince beni mermerin üzerine otutturdu. Gerileyip bana baktı. Gözleri yüzümün her bir zerresinde gezindi.
Ellerini bacaklarımın yanına mermerin üzerine koydu ve üzerime doğru eğildi. Ben de ellerimi onunkilerin üzerine koyup sırtım duvara değene kadar geriledim. Sırtım soğuk duvarla buluşmuştu lakin onun üzerime eğilmesi son bulmamıştı.
Gözlerim benim sayemde kırmızılaşan dudaklarına düştü. Geri durmadım, çekinmedim. Elimi kaldırıp başparmağımla dudaklarına dokundum.
Gülümseyip dudaklarını parmağım için araladı. Prmağımı yavaşça dudaklarının arasına doğru ilerlettim. Dişleri değdi önce parmağıma. Ardından da ıslak dilini hissettim hemen parmağımın başında.
Hafifçe gezdirdi parmağımın etrafında dilini. Ardından ben de ıslak parmağımı dudaklarının üzerinde gezdirdim. En sonunda elini kaldırdı ve bileğimden tuttu elimi. Mermerin üzerine indirdi ve mermer ile kendi eli arasına sıkıştırdı.
Yüzünü tekrardan yüzüme yaklaştırdı ve dudaklarıma doğru fısıldadı. “Çok güzelsin, Çiçek’im.”
Ellerimle ensesine dokundum. İyicene ona yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına değil de tam kenarına değdirdim.
“Ve sadece senin Çiçek’inim, sevgilim.”
Kafasını geri çekti ve arkamda kalan aynadan yüzüne baktı. Dudaklarındaki ve çevresindeki kımızılığı görünce gülümsedi. Göz ucuyla bana bakıp “Bana ne yaptığını görüyor musun?” dedi.
“Peki sen benim kalbime ne yaptığını biliyor musun?”
“Gayet iyi biliyorum.”
Öyle mi der gibi baktım. “Ne biliyorsun mesela?”
“Benim için ne kadar yanıp tutuştuğunu.” dedi bir çırpıda.
Minik bir kahkaha ile çenemi göğsüne yaslayıp ona alttan alttan baktım. “Doğru mu biliyormuşum?” dedi cevap vermediğimi görünce.
Kafamı sallayarak “Doğru biliyormuşsun.” dedim.
Yaklaşıp dudaklarını alnıma yaslayıp derin bir nefesle beraber öptü. Gözlerimi kapatıp bu iki saniyenin bir ömrüm olmasını diledim.
Biraz öyle durduktan sonra geri çekildi ve musluğu açıp yüzünü yıkadı. Hemen yanımdaki havluya uzanıp aldım ve ona uzattım. Yüzünü kuruladı.
Ben de o sırada yere inip aynadan kendi yüzüme baktım. Dudaklarımdaki ruj çevresine hatta çeneme kadar dağılmıştı. Alnımdan ve boynumdan da öptüğü için oralarda bile hafif kırmızılıklar vardı.
Dönüp beni izleyen Akay’a ağzım beş karış açık bir şekilde baktım. “Asıl sen ne yapmışsın ya! Baksana şu suratımın geldiği duruma.” dedim sesimi biraz sert çıkararak.
İnceledi yüzümü, boynumu, gerdanımı… Dudaklarında tebessüm kuruldu. Ardından en son gözlerime gelirken “İstersen daha fazla da yapabiliriz.” dedi umursamazca.
“Ben ne diyorum, sen ne diyorsun. Ya şimdi Lila gelse dalsa içeri. Ya da annen veya ablan gelse. Ben bu suratla nasıl çıkayım onların karşısına?”
“Az önce hiç böyle bir şey söylemedin. O zaman gelseydi biri daha büyük bir problem olmaz mıydı senin için?” dedi kollarını göğsünde bağlayıp kapının pervazına yaslanırken.
“O zaman akıl mı bıraktın. Hem zaten dün biz mutfaktayken herkes görmüş bizi.” dedim.
“Biliyorum.” dedi sadece.
“Nasıl yani?”
“Gördüm ablamı bize bakarken.” dedi gayet normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. “Ablam varsa onun tek olma şansı yok, anlamak zor değildi.”
“Ve hiç ‘Duralım’ da mı demedin?” diye sordum şaşkın bir ses tonuyla.
“Neden deseydim?” derken yine insanı çıldırtacak kadar sakindi.
Ellerimle saçlamı geriye doğru attım. “Neden mi gerçekten? Böyle bir şeyi onların önünde mi yaşayacaktık?”
“Ama yaşamadık.”
“Ama yaşayabilirdik.”
“Ben sonuca bakarım.”
“Belli,” dedim ve kapının oraya gidip onu iteleyerek kapının ağzından çekilmesini sağladım. Tam yanından geçerken elini uzatıp bileğimden kavradı. Dönüp ona baktım ve “Bırak,” dedim.
Yüzümü inceledi birkaç saniye bileğimi bırakmadan. “Sen hakikaten kızmışsın.” dedi yeni anlıyormuş gibi.
“Günaydın.” deyip göz devirdim ve kolumu çekerek ondan kurtardım.
Tam yatağın üzerine atmış olduğum çantama uzanacaktım ki Akay arkamdan belime sarılınca nefesim kesildi ve hareket edemedim.
Koca elleri karnıma sarılmıştı ve sırtım tamamen onun göğsüne yaslanmıştı. Dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı ve “Benim güzeller güzeli bebeğim kızmış mı sevgilisine?” dedi ninni gibi olan sesiyle.
Her ne kadar kızgın olsamda dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluştu. Bebeğim mi demişti o?
“Ya bıraksana.” dedim biraz kelimeleri uzatarak.
“Ya bırakmam.” dedi o da beni taklit ederek. “Ayrıca kızgınken daha bir çekici olduğun konusunda eminim artık.”
“Öyle mi?” dedim ben de kollarımı onun kollarının üzerine sararak.
“Öyle, bebeğim.”
Engel olamadığım bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan. “Hoşuna mı gitti, bebeğim?” dedi bu halimi görünce.
“Evet,”
“Bebeğimsin, bir tek benim bebeğimsin.”
“Bebeğinim,” dedim onaylayarak. “Bir tek senin bebeğinim.”
Biraz o şekilde birbirimize sarılı bir şekilde durduk. Sonra da ondan ayrılarak çantamı aldım.
“Ne yapacaksın?” diye sordu çantamı alınca.
“Hiç, yüzümü yıkayıp tekrardan makyaj yapacağım.” dedim.
Yüzüme baktı, gülümsedi. “Bence sil bir daha hiç yapma.”
Gülümsedim. Acı bir gülümsemeydi bu. Asla onun karşısına o yüzümle çıkamazdım, anlardı. Bu kötülüğü ona yapamazdım.
“Yok ya, böyle daha iyi hissediyorum. Birkaç sivilce çıktı yüzümde, kötü duruyor.” Oysaki yüzümde hiçbir sivilcenin yapamayacağı bir yara vardı.
“Sen bilirsin ama sen her halinle güzelsin. Israr etmiyeceğim, kendini nasıl iyi hissediyorsan öyle dur. Hiçbir şey senin güzelliğini engelleyemez.”
Acama gerçekten makyaj olmadan yüzümü görse benim bile sevmeyerek baktığım suratımı sever miydi?
“Teşekkür ederim ama şimdi annenlerde var ya ondan süreyim.” dedim ve çantamı da yanıma alarak tuvalete girip kapıyı kapattım.
İlk başta yüzümü yıkadım suyla. Ardından da havluyla kurulayıp çantamdaki malzemeleri kullanarak kısa süren bir makyaj yaptım. Doğru söylemek gerekirse ruj tam olarak kurumuş olmalı ki silerken zorlandım.
İşimi bitirdikten sonra ise çantamı da alıp kapıyı araladım ve dışarı çıktım. Akay, beklediğim gibi aşağıya inmemiş ve beni beklemişti.
Çıktığımı görünce elini uzattı ve “Hadi inelim, belki babamlar bu gün erken gelirler.” dedi. Uzattığı eli tuttum ve başımla onu onayladım.
Kapıyı açtı ve eliyle dışarıyı gösterdi. “Önden buyuyrun, lütfen.” dedi.
“Çok sağ olun.” dedim ve koridora çıkan ilk adımı ben attım. O da benden sonra ttı ve beraber yan yana devam ederek merdivenleri indik.
Salona geldiğimizde Lila’yı ve Selen ablayı evcilik oynarken gördük. Nilda teyze ise koltukta oturmuş açtığı bir televizyon programını izliyordu.
“Hoş geldin, komşum.” diyordu Lila elindeki bebeği konuşturarak.
“Hoş buldum, komşum.” dedi Selen abla da elindeki bebeği konuşturarak. Başını bize doğru çevirdi ve göz göze geldik. Gülümseyip ayağa kalktıve yanıma gelip elinde tuttuğu bebeği bana uzattı.
“Ben bir bardak su içeceğim. Sen oyna biraz da Lila’yla.” Sonra da kulağıma yaklaşıp sadece Akay ile benim duyacağımız bir şekilde “Sonuçta yeni gelin sayılırsın. Biraz evcilik oyna.” dedi ve güldü.
Aynı zamanda Akay da dayanamayıp güldü. Ama ablasına dönüp “Sen otur en otur yine de. Ben su getiririm.” deme” demei ihmal etmedi.
“Yok, ablam. Ben alır gelirim, sağ ol.” dedi ve salondan çıktı.
Elimdeki bebeğe baktım önce, sonra da karşımda yere çömelmiş Lila’ya. Bana heyecanla bakıyordu. Hemen onun yanına gittim ve onun gibi yere oturdum.
“Şimdi ne yapıyoruz bakalım?” dedim.
“Şimdi sen benim komşummuşsun, bana çay içmeye ve tatlı yemeğe gelmişsin. Ben de sana bunları yapmışım.” diyerek kısaca ne yaptıklarını bana özetledi. Sonra da bebeğini benim elimdekinin karşısında tuttu. “Hadi, ye bakalım komşum.” dedi.
Kocaman çay bardağını kendi elimle destekleyerek sanki bebeğin elindeymiş gibi gösterdim. O sırada tam karşımdaki koltuğa oturmuş beni dikkatle izleyen Akay’a kaydı gözlerim. Gülümseyerek beni izliyordu. “Sanki o bardak biraz büyük değil mi? Yani bakın asla çook demiyorum, birazcık.” dedi işaret ve başparmağının arasında az bir boşluk bırakıp bize gösterip.
Lila dayanamayıp kahkaha attı. “Bence o kadar büyük değil ya. Altı üstü bebekle aynı boyda.” dedim.
Olayın dğılmaya başladığını fark edince “Sabote etme bizi. Biz burada çay içiyoruz. Hatta ev sahibim izin verirse sen de gelebilirsin. İzin verir misin, komşum?” dedim sonra da Lila’ya dönüp.
“Olur, o da gelsin ama bebek yok ki ona göre.” dedi. Bu sırada da elinde su bardağı ile Selen abla giriş yaptı. “Bebeksiz oynayın o zaman.” diye bir öneri sundu.
“Olur, bebeksiz oynayalım.” dedi ve bebeği kenara bıraktı. Ben de yanımıza gelen Akay’a uzattım. “Koltuğa koyar mısın?” dedim. O da “Elbette,” deyip koydu.
Üçümüz de yere oturduk ve oyunu kurmaya başladık.
“Şimdi,” dedi Lila bize bakıp. “Şimdi siz bana misafirliğe gelin. Bide siz karı koca olun.” dediği anda Selen abla ve Nilda teyze anında kendilerine hakim olamayıp kahkaha ile gülmeye başladılar.
Akay’la başlarımızı birbirimize çevirip göz göze geldim. O an gözlerinde öyle bir şey gördüm ki nefes almayı unuttum. Bkışları öyle naif ve öyle narindi ki…
“Niye güldünüz ya? Ne dedim ki ben?” dedi Lila annesi ve anneannesine anlamayarak bakarak.
“Bir şey yok kızım, hadi devam edin siz. En son evlendirdin bu ikisini.” dedi Selen abla ama hala gülmeye devam ediyordu.
“Evet, hoş geldiniz. Ne iyi yapıp geldiniz.” dedi oyuna başlayarak.
“Hoş bulduk, canım.” dedim ben de .
“Hoş bulduk.” dedi Akay da.
“Buyrun. Size kendi ellerimle çay ve kek yaptım. Afiyet olsun.” diyerek önce çayları önümüze koydu. Pembe bardağı elime alarak dudaklarıma değdirmeden hafif yaklaştırarak içiyormuş gibi yaptım. Akay da beni taklit ederek aynısını yaptı.
“Nasıl olmuş, beğendiniz mi?” diye sordu Lila ellerini çenesinin altında birleştirerek.
“Çok sevdim eline sağlık. Çok güzel olmuş.” dedim ben de gülümseyerek.
Lila benden aldığı cevabı beğenip bu kez de Akay’a döndü. “Sen beğendin mi?” diye sordu.
Akay bana baktı ve “Kusura bakmayın, karımdan başkasıyla konuşmuyorum.” dedi. Gerekli yeri de söylerken sesinde bir baskı hissettim.
“Ya saçmalama. Kız bekliyor bak, doğru düzgün cevap ver.” dedim.
“Güzel ama karımdan güzel değil.” dedi bu kez.
“Yaa, ama doğru düzgün oynayalım! Elis abla,” dedi ve oturduğu yerden kelkıp yanıma geldi ve kucamıma oturdu ve kollarını bana doladı. Ben de hemen ona sarıldım.
Kafasını kalbimin üzerine koydu ve yanımda oturan dayısına yandan bir bakış attı. Sonra da kafasını ve bedenini onun olmadığı tarafa çevirdi.
“Küstüm.” dedi ve bana daha sıkı sarıldı.
“Ben de küstüm o zaman.” dedi Akay ve o da bize sırtını döndü.
“Ya, ne yapıyorsun? Çocukla çocuk olmasana.” dedim ama gülmemek için kendimi zor tuttuyordum. Ve bu durumda sadece ben değil Selen abla ve Nilda teyze de vardı.
“Boş ver sen onu, onlar her gün böyleler.” dedi Selen abla. “Birazdan döner sarılırlar.”
“Sarılmam.” dedi Lila.
“Ben de sarılmam.” dedi Akay.
Fakat az önce Selen ablanın söylediği gibi lila birkaç saniye sonra kucağımdan kalktı ve dayısının yanına gitti. Karşısına geçip ona sarıldı. Akay da onu kucağına aldı ve sarıldı.
“Ben sana küsebilirim ama sen ana küsme.” dedi Lila dayısına sarılmaya devam ederken.
“Sen küsersen ben de küserim.”
“Tamam, o zaman ben de küsmem.”
Sarılmaları bitince tekrar döndüler ve az önce hiçbir şey olmamış gibi oynamaya devam ettiler.
Lila bu kez de tabaklara oyuncak kekten koydu ve önümüze bıraktı. “Hadi yiyin keklerinizi.” dedi.
Akay’la tabakları elimize aldık ve kekleri yiyormuşuz gibi yaptık. Tabağı bıraktıktan sonra Lila’ya döndüm ve “Eline sağlık komşum. Çok güzel olmuş.” dedim.
Akay da tabağı bıraktıktan sonra “Çok güzel olmuş, çok beğendim.” dedi.
Lila ellerini çırptı. Sonra yanımıza koşarak geldi ve ikimize birden sarıldı.
Akay ve ben de tek kolumuzu ona sarardık. Ben diğer kolumu Akay’ın sırtına koyarken onun da elinin belimin yanında olduğunu hissettim.
Lila geri çekilince biz de ayrılmak durumunda kaldık.
Sonra ana dönüp ben susadım, benimle beraber mutfağa gelir misin?” dedi.
Akay benden önce oturduğumuz yerden ayaklandı. Elini bana uzatıp kalkmama yardım etti. “Sen burada kal, biz getiririz.” dedi ve elimi bırakmadan benimle beraber salondan çıktı ve mutfağa ilerledi.
Dolabı açıp bir bardak çıkardı. Sürahiden suyu doldurdu. İşi bitince bardakla beraber bana yaklaştı ve dudaklarımın dibine soktu bardağı. “İç,” dedi.
“Lila’ya götürmeyecek miyiz?”
“Uzun zamandır içmedin su, susamışsındır.” dedi. Elimi uzatıp almaya çalıştığımda ise vermedi.
“Verirsen ben de içerim.” dedim.
“Ben içireceğim.” dedi.
Gülümseyip dudaklarımı araladım. Suyu içirirken üzerime dökülmesin diye de diğer elini çenemin altına koydu.
Su bittikten sonra geri çekildim. O da arkasını dönüp aynı bardağa bira zsu koydu ve içti. Sonra da bardağı lavabonun içine bıraktı. Yeni bardak aldı ve doldurdu.
Bir elinde bardağı tutarken diğer eliyle önünü gösterdi. Ne demek istediğini anlayıp önünden ilerledim.
Geri salona gelince bardak ile Lila’ya yaklaştı ve ona da aynı bana içirdiği gibi içirdi. Sonra da bardağı sehbanın üzerine bırakıp oturdu koltuğa. Ben de onun yanına gidip oturdum.
O çok iyi bir insandı. Belki beni bile hak etmeyecek kadar iyiydi. Gerçek ailesi olmasa bile etrafında o aile sıcaklığını hissettiren bir ailesi vardı.
Benimse bir tek onum vardı. Bir tek o var. Başka kimsem yok. Ne beni böyle seven bir ailem ne de bana çok değer veren arkadaşlarım.
Aklıma eskiden duyduğum ve asla unutamadığım söz geldi.
Seni öz annen bile sevmedi! Ne zaman gülmsedi sana, ne zaman saçını okşadı? Söyle! Ben sana nasıl iyi davranayım o zaman?
Oydu bana bunları söyleyen. Göz yaşlarımın sebebi olan tek kişi. İnanmıştım ben ona. Belki beni sever, iyi davranır diye düşünmüştüm yine de. Ama asla böyle olmadı.
Koluma dokunan el ile irkildim. Başımı Akay’a çevirdim. Bana bakıyordu.
“Sevgilim, iyi misin?” diye sordu.
Başımı salladım olumlu anlamda. “Senin yanındayken iyiyim bir tek.”
“Bundan sonra hep iyi olacaksın o zaman.” dedi ve bir kolunu omzumun üzerine bırakıp beni göğsüne çekti. Başımı yasladı ait olduğum gövdeye.
Bunda sonra hep iyi olacaktım, doğru diyordu. Ben bir tek onun yanındayken mutluydum. Beni ve bütün kötü anılarımı iyiye çevirebilirdi.
Yarım saat kadar öyle oturduk ve televizyon izledik. Sarıp sarmalad beni. Ardından kapının açılma sesini duyunca Lila annesinin yanından hızla kalktı ve kapıya doğru koştu.
“Babam!” dediğini duyduk gözden kaybolduktan sonra. Ben de Akay’dan uzaklaşıp aramıza biraz mesafe bıraktım. Bana garip garip bakınca da kafamla kapının olduğu tarafı işaret ettim ve önüme döndüm.
Tam o sırada da salona Gurur amca ve kucağındaki Lila ile Fatih ağabey girdi. Selen abla hemen oturduğu yerden kalktı ve eşinin yanına gidip aralarındaki Lila’ya rağmen sıkıca sarıldılar.
Fatih ağabey ilk önce karısının şakağına bir öpücük bıraktı. Kızının da saçına bir pücük bıraktı ve Selen ablaya bakıp “Teşekkür ederim.” dedi.
“Asıl ben teşekkür ederim sana.” dedi Selen abla da.
“Neye teşekkür ediyorsunuz?” diye sordu hiçbir şey anlamayan Lila annesine ve babasına bakıp.
Birbirleri için olan ve asla eksilmeyen sevgilerine ve kurdukları aileye…
“Boş ver kızım, önemli değil.” dedi Selen abla ve eşinden ayrıldı fakat elinden tutup az önce oturduğu koltuğa ilk kendi oturdu sonra da eşini yanına oturttu.
Biraz daha oturduk. Sohbet ettik. Bir saniye bile sıkıldığımı hatırlamıyorum, bu ortam bana terapi gibi geldi adeta.
Bir süre sonra Nilda teyze yerinden kalktı ve “Ben sofrayı hazırlayayım. Birazdan seslenirim size.” dedi.
Hemen ayağa kalktım. “Ben de geleyim Nilda teyze. Beraber hazırlayalım sen yorulma.” dedim ve onunla beraber mutfağa doğru ilerledim.
Beraber sofrayı hazırladık. Sonra ben içecekleri doldururken Nilda teyze de içeri gidip yemeğe gelmelerini söyledi.
Hep beraber yemeğimizi yedik. Nilda teyze döktürmüş diyebilirdim. Çok güzel yapmıştı her şeyi.
Yemeklerimizi yedikten sonra tam sofrayı toplarken telefonumun çaldığını duydum. Hemen salona gittim ve çantamı açıp içinden telefonumu çıkarttım.
O arıyordu. Hemen açtım telefonu ve kulağıma götürdüm.
Anında o sert sesini duydum. “Nerde kaldın sen? Yine ne işler döndürüyordun!” dedi.
Boğazımdaki yumruya hakim olup yutkundum. “Yeni yemekyedik şimdi. Birazdan çıkarım.” dedim.
“Acele et sana bir hediyem var. Misafirin var.” dedi ve telefonu kapattı beşka bir şey söylemeden.
Misafir mi? Bir de benim misafirim mi?
Telefonumu tekrardan çantama koydum. Çantamı da yanıma alıp mutfağa girdim.
“Müsadenizle ben artık gitsem. Şimdi babam aradı da merak etmiş, bir de misafirimiz varmış.” dedim.
“Sen bilirsin kızım. Tekrar gel ama kesinlikle.” dedi Gurur amca.
“Gelirim.” dedim. “Ben bir kıyafetlerimi değiştireyim.” dedim ve Akay’ın odasına çıktım. Masanın üzerindeki kıyafetlerimi alıp giydim.
Aşağıya indiğimde hepsine teker teker sarıldım, vedalaştım.
Akay bırakacaktı beni eve. Ounla beraber arabaya bindik ve yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Sessizce sürdü arabayı, ben de zamanı dışarıyı izleyerek geçirdim.
Evin önüne geldiğimizde durdu araba. Bana döndü ve beni kendine ekip sarıldı. Ayrıldığımızda gülümsedim ve “Hoşça kal.” dedim.
“Sen de.” dedi ve çantamı alıp arabadan çıktım. Çantamdan anahtarı çıkardım ve hemen kapıyı açıp içeri girdim ve ardımdan da kapıyı kapattım.
Salona doğru ilerlemeye başladım. Tam kapının yanına geldiğimde gördüğüm yüz ile durmak zorunda kaldım.
Bu adam benim sabah rüyamda gördüğüm adamdı ve kim olduğunu şimdi gayet iyi anlabiliyordum.
“Hoş geldin, Elis.” dedi Yasin Akça.
Selamlarrrr💖💖 Normalde bu bölümü atmayacaktım ama içimden geldi ve sabah sabah bir güzellik yapayım dedim. Ama bundan sonra ne zaman atacağımı bilmiyorum çünkü sınavlarımın başlamasına az kaldı ve benim çok çalışmam lazım arkadaşlar. Neyse siz kendinize iyi bakın. Umarım beğenmişsinizdir bölümü. Beğendiğinizi bana hissettirmeyi unutmayın🫶🏻🫶🏻 Kendinize dikkat edin görüşmek üzere
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |