
Siyah saçlarını geriye taramıştı. Giydiği lacivert takım düğün gününde ki kadar yakışmış görünüyordu. Baskın parfümüyle de yine kendisinin burada olduğunu bas bas bağırıyordu.
Fakat hala anlayamıyordum? Bu nasıl olabilirdi?
“Merhaba, siz Defne hanım olmalısınız.” Yavuz denen adam hiçbir şey olmamış gibi davranınca şaşkınlığımı daha sonraya saklamak zorunda kalıp onun gibi davranmaya karar verdim. “Evet, benim. Memnun oldum Yavuz bey.” deyip Zehra’yla birlikte projeksiyonla ilgilendim. İlk ben sonra da onlar sunumunu yapacaktı. Ortaokulda heyecanla tahta da bekleyen çocuklar gibiydim. Sunum stresini geçtim bu adam nasıl olur da karşıma çıkardı, onu anlayamıyordum. Kendisi de benim aksine hiç şaşırmamıştı. Karşısında beni bulacağını önceden biliyor gibiydi.
“Defne hanım iyi misiniz?”
“İyiyim Zehra.” Gözlerim ara sıra onu buluyordu gerçek mi diye. Beynimin bana oyun oynadığını zannetmiştim bir an ama öyle değildi. Kanlı canlı buradaydı. Site için bizimleydiler.
Babam kısaca hal hatır sorarken sunumu açıp sahte bir öksürükle dikkatleri üzerime topladım. Karşımda oturan genç adam sandalyeye yaslanmış ve dirseğini de masaya yaslarken iki parmağını da çenesinin altına yerleştirmişti. Diğer elinde de bir kalem tutuyordu.
Bozuntuya vermeyip gülümsedim. “Öncelikle tekrardan hoş geldiniz.” Sunumun ilk sayfasını açtım. “İlk olarak sitemizin ismini ne koyabileceğimizi düşünerek bir araştırma yaptım ve Gönenç ismini uygun buldum. Gönenç, refah, huzur, mutluluk demek. Zengin insanlara bunu vaat ederek siteyi inşa edeceğiz zaten. Bu ilk adımımız olacak. Sitemiz toplamda 700 daireden oluşmakla birlikte çocuklar için park, piknik alanı, otopark, küçük bir market, açık ve kapalı alanda olmak üzere iki yüzme havuzu ve bisiklet sürme yolu olacak şekilde bir proje hazırladım.” Daire sayısının daha fazla olmasını istemiştim aslında ama onlara yer verirsek bu şekilde kimse satın almazdı. İnsanlar şehirden uzaklaşmasına rağmen arada bir şehir hayatını özlüyordu ve bu site onlara istediklerini vermeliydi.
Sonra ki sayfaya geçerek binaları nasıl yerleştireceğimizden bahsederken zaman da öylece akıp gitmişti. Zorlu geçen günlerimden sonra sunumu yapmış olmanın rahatlığıyla yerime geçerken mafya kılıklı Yavuz bu sefer kendi planından bahsetmişti. Sadece işime odaklanmak istememe rağmen arada gözlerimiz birbirine değdiğinde ister istemez rahatsız olmuştum. Sonuçta düğün günü kuaförden kaçırılan kendisi değildi.
Yaşadığım travma hayatım boyunca benimle olacak gibiydi.
Kendisinin anlattığı sunumda daire sayısı 950 kadardı. Hemen hemen benimle aynı fikri paylaşan Yavuz’un sadece para düşündüğü belliydi.
Açık alanda bir yüzme havuzu, park, market ve bir de mini bir sinema salonu olması gerektiğini anlatmıştı. Böyle dümdüz düşünüldüğünde benim planımın yanından bile geçilemeyeceği ortadaydı ancak kendisinin kullandığı kelimeler ve herkesle ayrı ayrı hitap ederek konuşması sunumunu daha çekici hale getirmişti ancak yeterince iyi bir fikir değildi. Ben beğenmemiştim. Sinema salonu ne alakaydı? Koca bir sitede yaşayacak insanlar için çok gereksizdi. Herkes film izlemek istediğinde salon yetersiz gelecekti ya da herkes farklı filmler izlemek isteyince ortalık karışacaktı. Yeterince uğraşmadığı belliydi.
İşini benim kadar ciddiye almamıştı. Önemsememişti.
Kendisi de yerine geçtikten sonra babam ikimizin sunumu da çok beğendiğini söylemişti. Aynı şekilde toplantıda ki diğer herkes de buna benzer şeyler söylediğinde bir sonuca varılamamış olması beni huzursuz etmişti. Neden bir karar alınmıyordu?
Benim fikrimin daha iyi olduğu aşikardı.
Yine de bir şey demeyip toplantının sona ermesini beklemiştim. O zaman babamla konuşacaktım.
“Defne hanım sizin fikirleriniz de gayet iyi görünüyor.”
“Teşekkür ederim.” deyip hiç muhatap olmamayı tercih ettim diğerleriyle.
Aynı şekilde toplantının bitiminde onları şirketin dış kapısında uğurlarken de hiç konuşmayıp şu günün bir an önce bitmesi için dua ettim.
Beni kuaförden götüren adamları da arabalarının önünde bekliyorlardı. O, 3 avanağın yüzünü hiç unutabilir miydim ki? Onlar da benim gibi tepki vermezken son anda biri elini kaldırıp sallamaya yeltenmiş ve yanındakinin uyarısıyla arabaya binerek uzaklaşmışlardı.
Bu kabus erken bitse de bir süre benimle olacaktı.
“Aşkım!” Onların arkasından gelen Levent’in sesiyle yutkundum. Doğru ya Levent, Yavuz’u tanımıyordu. O gün yaşananlardan bahsederken Yavuz’un adından hiç söz etmemiştim.
Elinde bir buket çiçekle ceylan gibi seke seke yanıma gelmişti. “Defne nasıl geçti? Beğendiler mi?” Çiçeği bana uzatınca koklamam gerektiğini düşündüm. “Beğendiler ama karşı tarafınkini de beğendiler. Bir kez daha toplanacağız sanırım.” Henüz bir tarih tartışılmamıştı ancak yakında belirlenirdi ve ben de o zamana yeni fikirler üretmeliydim.
“Olsun canım. Kendini üzme.” Kolunu omzuma atıp yanağımı öperken birlikte odama birer kahve söylemiştik. “Yine üzerinde çalışmam gerekecek.”
“Kendini gereksiz şeyler için fazla yoruyorsun. Biraz kendinle ilgilen. Hem ben senin kocanım her zaman yardımcı olurum.”
Son cümlesi hariç diğerlerinde takılı kaldım. “Güzel değil miyim, anlamadım.” Yanaklarımı kavradı. “Senin beynin de akmış anlaşılan.” Ciddi ciddi konuşunca koluna vurmuştum bir tane. “Kahvelerimizden sonra evimize geçelim.”
“Ama daha-“
“İtiraz istemiyorum. Kocan olarak duruma müdahale ediyor ve seni buradan kaçırıyorum.” Yalnız kaçırıyorum demezsek.
…
Karışık bir şekilde uyandığımda Levent’i yanımda bulamayınca yatağımızdan kalktım. Geçen sefer tatlı almak için yanımda yoktu. Bakalım bu sefer ki bahanesi ne olacaktı?
Aşağı kattan gelen sesle birlikte ayaklarım beni oraya yönlendirdi. Merdivenleri bitirmeden masanın hazırlandığını görünce bir çocuk kadar sevindim. Kocam sürekli benim için bir şeyler yapıyordu. Ben bu adamı yerdim! Yer.
“Ama Defne seni ben uyandıracaktım. Neden kendin kalktın?” Hayatımın aşkının hafif tatlı bir sinirle konuşması bile ayrı iyi geliyordu bana. Beni düşünüp sürekli bir şeyler yapıyordu ve ben kendimi prensesler gibi hissediyordum. Aslında sevgiliyken de böyleydi. O hep beni düşünürdü. Benim için uğraşırdı. “O zaman yarın erken kalkarsam kalkmamış gibi yaparım. Sen de gelip kaldırırsın.” Kahvaltı işini yine ona yıkarken masaya adımladım. Gerçekten enfes görünüyordu. Evlendiğimizden beri iştahımın açıldığını söylemiş miydim? Ah, sanırım evet.
“Sana balla kaymak süreyim.” Hızlıca dediğini gerçekleştirirken ben de portakal suyumdan bir yudum aldım. “Elma şekerim bugün de şirkete gidecek misin?”
“O nasıl soru hayatım? Ben orada çalışıyorum. Elbette gideceğim.” Bal ve kaymağı sürdüğü ekmeği aldım ondan. “Ben belki kendine izin verirsin sandım.” Benimle vakit geçirmek istediğini bu şekilde belli ediyor olmalıydı. “Ama istersen yarın gitmeyebilirim.”
“Benim için böyle bir şey yapmana gerek yok. Sadece her gün evimizde birlikte olsak yeter.” Ekmeğimi güzelce bitirirken arada ona bakıp dalıyordum. Çok yakışıklıydı ve benimdi. Birbirini delice seven nadir çiftler arasındaydık ve bu sevgi hiç bitmeyecekti.
“Bana aldığın çikolatalardan tekrar alır mısın? Ama bu sefer bitterli olmasın ben sütlü seviyorum.” Kendimle ilgili minik bir hatırlatma yaparken kocam beni onaylamıştı. Bana pek çikolata almazdı. Hatta hiç almamış da diyebilirdik ama ne olduysa ilk defa dün almıştı ve beni çok mutlu etmişti.
“Benden başka istediğin bir şey var mı?”
“Gözünün benden başkasını görmemesini istiyorum.” Parmaklarını çeneme koyup dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. “Bu isteğin yıllar önce gerçekleşti zaten.” Birkaç ton düşük sesi fısıltıyla karışık bir şekilde bana ulaştığında yanaklarım da bir yanma hissettirmişti. Bazen bana öyle bakıyor, öyle konuşuyordu ki kalbim duracak gibi oluyordu.
Ne olursa olsun onu gerçekten çok sevecektim.
Aşk dolu kahvaltımız sonrası kocam yine beni bırakmakta ısrarcı olunca ona karşı gelemezken son anda bir işinin çıkmasıyla özür dileyip benden önce yarılmıştı evden. Ben ise ilk olarak şirkete gitmeyi planlıyordum elbette ama bizimkine değil. Şu Yavuz Atahan’ın şirketine. Kendisiyle görüşmem gerektiğini düşünüyordum ve şu anda da bu düşüncemi gerçekleştirmek adına yolumu değiştirmiştim.
“Merhabalar size nasıl yardımcı olabilirim?” Girişte bulunan kadına “Ben Defne Sönmezcioğlu. Sara holdingten geliyorum. Yavuz Atahan’la inşa edilecek site ile ilgili görüşmeye geldim.” diye cevap verdim. Kadın bilgisayarından bir şeyler kurcalarken “Yavuz bey şu anda müsait görünüyor. Size eşlik edeyim.” deyip beni asansörün önüne getirdi.
Birlikte onun olduğu kata çıktığımızda kapısının önünde duran sekretere beni bırakınca sanki birine emanet edilen çocukmuşum gibi hissetmiştim. Galiba ben hala bir çocuktum. Büyümemiş bir çocuk. “Defne hanımdı, değil mi?” Baş sallamasıyla onu onaylarken “Ben Yavuz beye geleceğinizi haber ettim.” diyen sekretere teşekkür ederek içeri girdim.
Koltuğunda oturan Yavuz önündeki dosyayı kapatarak bir kenara koydu. “Hoş geldiniz Defne hanım.” Kaçırıldığım günkü adam değildi sanki. Onunla evlenmek istemediğimi sesim kısılana kadar bağırmama rağmen bu kadar soğuk olduğunu hatırlamıyordum. Sanırım işinde ciddi biriydi. Kendisinin sohbet etmesini de beklemiyordum ayrıca.
“Siteyle alakalı konuşmaya geldim.” Sesimin içime kaçtığını hissettiğimde boğazımı temizleme gereği duydum. Onun karşısına ilk çıkışımda değildi. Peki neden çekingen bir hale bürünüyordum? Buna uygun bir kılıf bulamayacaktım.
“Sizi dinliyorum.” Karşısında ki sandalyeye geçtim. “Bir kez daha sunumla uğraşmayıp direkt anlaşalım.” Gözlerini birkaç saniyeliğine benden ayırıp “Olur, anlaşalım.” dedi. İtiraz etmemesine sevindim doğrusu. Kendisini çok tanımasam da pek anlaşamayacağımızı düşünmüştüm.
“Siz de benim projemin oraya en uygun olduğunun farkındasınızdır o zaman.”
“Bir dakika, bir dakika sizin projeniz mi? 700 daire çok az. Bizi zarara bile sokabilirsiniz.”
“Bunun olma olasılığının çok düşük olduğunu toplantı da açıkladım.” Kenara koyduğu dosyayı eline alıp açtı ve bana çevirdi. “Benim projemde evleri biraz uyguna sunarsak satılma olasılığı daha yüksek. Kar oranımızda hepimizin onaylayacağı şekilde.” Hayır kurumu olmadığımızı gayet iyi bilmesi gerekiyordu. “Biz zenginlere ev satıyoruz. Durumu olmayan insanlara yardımcı olmaya çalışmıyoruz, Yavuz bey.” Son sözümün üstüne bir şey diyemeyeceğini anlamış olmalıydı. “Yine de sizin fikirleriniz bence yetersiz.” Komik.
“Aynı o gün olduğu gibisiniz. İnatçı ve laftan anlamıyorsunuz. Sizin saçmalıklarınız yüzünden kendi düğünüme yetişemeyecektim.” Seviyemi korumaya çalışıyordum ancak onu gördükçe içimdeki öfke açığa çıkıyordu.
“İş ile özel hayatınızı karıştırmazsanız iyi olur.”
İyi olur mu?
İYİ OLUR MU?
“Bakın ben buraya sizinle kavga etmeye gelmedim. Site hakkında-“
“Bence siz atlatamadığınız kaçırma olayı hakkında tartışma çıkarmaya gelmişsiniz. Halbuki özür dileyip bu olayı kapattığımızı sanıyordum.” Bilmediğim bir şekilde ona sinir oluyordum artık. Patlamak üzere olan bir yanardağ kadar doluydum.
“Sizin yüzünüzden nasıl bir gün geçirdiğimden haberiniz var mı? Az daha eşimle evlenemeyecektim.”
“Onu o kadar çok seviyorsunuz ki parmağınızda ki yüzüğü takmayı unutuyorsunuz sanırım.” Yüzük parmağımı gizlice kontrol ederken yüzüğün orada olmadığını anlayınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Neredeydi?
Onun önünden daha fazla kötü bir konuma düşmemek için kendimi toparladım. “Yüzüğümü takmayı unutmuş olmam sizin bir kızla zorla evlenmeye çalıştığınızı unutmuş olduğum anlamına gelmiyor. Gülçiçek sizin yüzünüzden perişan haldeydi.”
“Onun kaçmasına da siz yardım ettiniz, değil mi?”
“Bunu da nereden çıkardınız? Kız kendi kaçtı, gitti. Her neyse ben de gidiyorum. Sizin laftan anlayacağınız yok.” dediğimi yaparak şirketten çıkarken Levent’i aradım. Onunla konuşup kaçan keyfimin yerine gelmesini istiyordum. Onun adına tıklayıp kulağıma götürdüğümde karşıdan gelen eski bir arkadaşımın el sallamasıyla birbirimize doğru yürüdük.
Tatlı bir şaşırma tonuyla “Defne, naber?” dedi. Kendisini görmeyeli yıllar olmuştu. Biz eskiden yakın arkadaştık ama sonra kendisi üniversiteyi uzakta okuyunca aramızdaki bağ zamanla eskimişti ama birbirimizi nerede görsek sanki hala çok yakınmışız gibi davranırdık. Bence hala da yakındık. Diğerleri gibi birbirimizi çıkarlarımız için sevmiyorduk.
Büşra, çok cana yakın bir kızdı. Bir kere sohbet edince ondan kopmak mümkün olmuyordu. Kendisine ister istemez bağlanıyorduk.
Levent telefonumu açmayınca çok da üstelemeyip Büşra’ya sarıldım. Kendisi benim liseden arkadaşımdı. “İyiyim. Sen nasılsın?”
“İyi ben de. Uzun zamandır görüşmüyorduk. Duyduğuma göre evlenmişsin.”
“Evet, öyle oldu.” Yüzüğümü bir yerlerde unutmamış olsaydım şu anda ona gösterebilirdim. “Sen,” diye başladım söze. “Kendine ne yaptın böyle? Daha da güzel olmuşsun.”
“Teşekkür ederim! Aslında stilimi değiştirdim sadece. Geçen gün hep aynı giyinmekten sıkıldığımı fark edip kendime bir stilist tuttum ve o beni baştan sona değiştirdi. Yeni bir ben ortaya çıkardı.” Kendi etrafında neşeyle döndü. Benden çok daha genç görünüyordu. “İyi yapmışsın. Sana çok yakışmış.” diyebildim sadece. Benim de şöyle bir değişikliğe ihtiyacım vardı.
“Vaktin var mı? Oturup konuşalım.” Çok iyi olurdu. Yavuz yüzünden yay gibi gerilmiştim. “Olur, konuşalım.”
Kafelerden birine girerek birer tatlı sipariş ettikten sonra Büşra heyecanlı heyecanlı hayatından özet geçmeye başlamıştı. Ben de onu dinlerken hala Levent’in bana dönüş yapmamasına takılmıştım. Genellikle o toplantıdan bu toplantıya koşuyordu ve şimdi de muhtemelen öyleydi ama ben karısıydım. Bana torpil geçebilirdi.
“Defne burada mısın?” Büşra elini şıklatınca daldığım yerden uyanıp “Ne oldu?” dedim. “Asıl sana ne oldu? Ne bu halin?”
“Levent, yani eşim telefona bakmadı da.”
“Erkeklerin peşine bu kadar düşmeyeceksin. Yoksa senden bunalırlar.” Kırk yıllık uzmanmış gibi konuşunca ciddiyetimi bozmadan sormaya devam ettim. “Ama kocamı merak edemez miyim?”
“Et tabii ama telefonuna bakmadı diye de 10 kere arama.” Peki, tamam, bunu yapabilirdim.
…
Arabayı garaja park ettikten sonra yorgun argın evime girdim. Büşra’yla konuşmak bana çok iyi gelmişti. Ondan sonra karamsarlığı bırakıp işime dönmüştüm. Levent’i de bir daha hiç aramamıştım. O da aynı şekilde beni aramamıştı. Kısacası akşama ondan bir haber alamamıştım.
Anahtarla kapıyı açtıktan sonra içeriden gelen sese kulak kesildim. Levent biri ile görüşüyordu. “Tamam, biliyorum. Canım elbette orada olacağım. Ben daha önce seni yalnız bıraktım mı?” Bunları kime söylüyordu?
“Aferin işte böyle. Evli olmamın bununla bir ilgisi yok. Evli olmadığım halde de ben hep yanındaydım. Seninle birlikteydim. Bak boşuna üzdün kendini.” Karşı tarafın sesini de duyamıyordum ki. Kiminle konuşuyordu? Söylediklerinden bahsetmiyordum bile.
“Evet, o saate oradayım. Her zaman olduğu gibi.” Ona biraz daha yaklaşırken gözlerim saklanabileceğim bir yer aradı.
“Ben de seni seviyorum.”
Yoksa beni aldatıyor muydu? Hayır, Levent bunu bana asla yapmazdı çünkü beni çok seviyordu. Değer veriyordu.
“Bugüne kadar onun haberi oldu mu sence? Defne gelmek üzere kapatıyorum. Görüşürüz.” dedikten hemen sonra bedenini benim olduğum tarafa döndürdüğünde yutkunmuştu.
“Defne?”
__
Sonra ki bolum de goruselimmm❤️❤️❤️❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.72k Okunma |
214 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |