Yağmur yağıyordu. Öyle çok yağıyordu ki sanki sel olacakmış gibiydi. Fırtına çıkmıştı neredeyse. Ben de kafamı dağıtmak adına elime bir kitap almış okuyordum ama odak noktam çoktan başka yere kaydığı için bir türlü dikkatimi kitaba veremiyordum.
Dedektifle anlaşalı daha 1 haftayı anca aşmıştı ve bu süre içerisinde sürekli iletişim halindeydik. Kendisi Levent’in fotoğraflarını atıyordu sürekli ama bunların hiçbirinde bir kadınla birlikte değildi. Henüz istediğim kanıtlar elime ulaşmamıştı kısacası. Sorun etmiyordum çünkü elbet bir gün görüşeceklerdi ve ben de istediğimi alacaktım.
Duygu hanım fotoğrafların dışında onun telefonunu da karıştırmamı istedi ve ben de hiç çekinmeden dediğini yaptım. Yaptım yapmasına da bir şey gözüme çarpmadı ki. Her şeyi öncesinde silmiş olmalıydı. Tek bir mesaj bile yoktu. Kendisi de o sırada duştan çıkmak üzereyken fazla kurcalayamamıştım ama tekrardan deneyecektim.
Şimdi ise camın karşısına geçip yağan yağmuru seyrediyordum. Havanın kötü olması beni de etkilerdi. Sevmezdim yağmurlu günleri çünkü Levent’le yağmurun altında çok zaman geçirmiştik. Hava durumunun bir suçu yoktu elbette ama şu an Levent’le ilgili bir şey görmek istemiyordum.
Aşktan gözüm kör olunca hiçbir şey göremez hale gelmiştim işte. Efsunlanmıştım.
Daha fazla kitap okumak istemeyip onu rafa kaldırırken yine bir mide bulantısı yüzünden lavaboya koştum. Şu sıralar gerçekten çok fazla oluyordu.1
Ablamın da bu hava beni ziyaret edesi tutmuştu. Daha çok restoranda neler olup bittiğini merak ediyordu ve küçük çocuğu olduğunu umursamadan buraya doğru geliyordu. O gelene kadar kendimi toparlamaya karar verip üzerimi değiştirdim. Ardından da dağınık odaya çeki düzen vererek alt kata geçtim. Evin her bir köşesi ruh halimi yansıtıyordu.
Ne kadar kendimi makyajın altına gizlemeye çalışırsam çalışayım ablam bir terslik olduğunu fark edecekti. Ben de zaten kendisine durumu anlatmayı düşünüyordum. O yüzden saklama çabasına hiç girmeyecektim. Yanımda bana destek olması gerekiyordu ve bunun için de önce her şeyi bilmeliydi.
Camdan ablamın bahçeye girdiğini gördüğümde kendisine yardım etmeyi düşünürken yeğenimi getirmediğini görünce yine üzülmüştüm. Bu çocuk ne zaman bana gelecekti? Çok özlüyordum onu.
Kapıyı açıp onu buyur ettiğimde ıslanan montunu, şapkasını bir çırpı da çıkarmıştı. Sadece arabadan eve yürümesine rağmen sırılsıklam olmuştu. Yağmur felaket yağıyordu.
“Ablam hoş geldin.” dedim ona sarılarak. Yanakları buz gibiydi. “Hoş buldum Defne. Bu halin ne senin? Yine mi ağladın?” Konuşmak istemiyordum ama mecburdum. “Sana kaç kere ağlama, dedim. Erken yaşta yaşlanacaksın.” Yaşlanmak umurumda mıydı ki?
En iyisi lafı dolandırmadan bir çırpı da anlatmalıydım. “Abla birazdan söyleyeceklerimi iyi dinle ve anneme kesinlikle söyleme, tamam mı?” Ciddi bir ifade takındığımı görünce o da susup kafasını salladı. Dalga geçilebilecek bir şey değildi. O yüzden tek sefer de anlatıp sakız gibi uzamasını istemiyordum. Benim için de çok zordu ayrıca. Her kadın için zordu.
“Levent beni aldatıyor. Restoranda peşinden gittiğimde bir kadınla konuştuklarını gördüm. Kadını bir sokağa çekip ben görürsem iyi şeylerin olmayacağından bahsetti. Kadın da akşam ona gelmesini istedi ama Levent gitmedi.” Tuttuğum nefesi vererek ablamın bir tepki göstermesini bekledim ancak o televizyon kanalı gibi donmuştu. Dumura uğrayacağını biliyordum ve bunu bekliyordum ama üzerinde bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim.
“Abla, iyi misin?” Elimi kaldırıp sallarken kendine gelmeyince işaret parmağımla kendisine dokundum. Heykel gibi duruyordu.
“Sen ne dedin, ne dedin? Levent seni aldatıyor muymuş?” Ses tonunda birkaç tık yükselme oldu. “Defne bu çok büyük bir suçlama, farkında mısın?”
“Evet, farkındayım ve ben kendi gözlerimle görüp kendi kulaklarımla duydum.” O adamdan artık midem bulanıyordu derken tekrar bulanmaya başlamasıyla kendimi en yakın lavaboya attım. Midem boş olduğundan doğru düzgün bir şey çıkartamamıştım ki ablamda arkamdan gelmişti.
“Miden mi bulanıyor?” diye sorunca “Evet.” deyip yüzümü yıkadım. İğrenç hissediyordum. Bu evden de bir an önce ayrılıp kendi hayatımı yeniden inşa etmeliydim.
“Defne hamile olabilir misin acaba?”2
“En son ne zaman regl oldun?” dediğinde durup düşünürken o tarihi hatırlamadığımı fark ettim. Cidden hatırlamıyordum. Ne zaman olmuştum?
“Hayır, abla ben hamile falan değilim. Almana gerek yok.”
“Emin olmak için gidip 2 tane alacağım.” Sözümü dinlemeden evde beni bir başıma bıraktığında bir süre lavabodan çıkamadım. Hamile olamazdım ki. Olmamalıydım. Böyle olursa çok kötü olurdu. Yaşadığım olaylardan sonra midemin stresten bulandığını sanmıştım. Hamile olma ihtimalim aklımın ucundan dahi geçmemişti.
Ya hamileysem? Ne yapacaktım o zaman? Bu çocuğu aldırmalı mıydım? Belki de evet aldırmalıydım. Yoksa Levent onu görme bahanesiyle sürekli gelip aklımı çelmeye çalışacaktı ve ben de maalesef salak olduğum için ona kanacak ve yeniden evlenecektim. Evet, senaryo aynen bu şekildeydi.
Ablam yağmur, soğuk dinlemeden evden çıkmasının üzerinden 5 dakika geçti ve ben hala hamile olma ihtimalimi düşünerek daha çok stresleniyordum. Bir çocuğumuz olmasını hep istedim ama olmaması gerekiyordu. O çocuk dünyaya hiç gelmemeliydi. Tabii, eğer var ise.
Ablamın gelmediği her saniye daha çok midem bulanıyordu. Hala doğru düzgün bir şey yiyemiyordum. Her ne kadar hayatımı düzene koymaya çalışsam da bir süre kendime gelemeyecektim. Bunu biliyordum.
Test yapacağımız için birkaç bardak su içerken evin içinde dolaştım bir süre. Şu testi yapıp hemen sonucunu öğrenmeye ihtiyacım vardı. Böyle beklemek tam bir eziyetti.
Camdan gözümü ayırmazken ablam sonunda kadrajıma girip koştura koştura eve gelmişti. Şimdi kalbim eskisinden daha hızlı atıyordu.
“Hadi çabuk yap.” Bana uzattığı poşetin içini açıp 2 değil de 3 test görünce kaşlarım çatıldı. “Burada 3 tane var ama.” dedim. “Emin olmak için aldım. 2 tane az gelir gibi geldi.” Hiç sorgulamayıp kendimi lavaboya attım. Ablama laf yetiştirecek gücü kendimde bulamıyordum. O yüzden ne istiyorsa yapacaktım.1
Lavabo da işim bittikten sonra testleri lavabo tezgahının üzerine koyduğumda o da gelmek istemişti. Heyecanını anlayamıyordum doğrusu.
“Eczacı 15 dakikaya belli olur, dedi.” Tamam, 15 dakika daha bekleyebilirdim. Telefonumdan dakikayı tutup kendimi başka şeylere vermeye çalıştım.
“Levent’in seni aldattığına inanamıyorum Defne. O seni çok seviyordu. Hepimiz buna gözlerimizle şahit olduk hatta.” Ablam henüz kapatmadığımız konunun hakkında konuştuğunda aynadan kendime baktım. Bitmiştim. Evet, herkes görmüştü beni ne kadar sevdiğini ama yalanmış işte. Her şey koca bir yalanmış.
“O kadınla tekrar buluşmasını bekliyorum. Fotoğrafları aldıktan hemen sonra boşanma davası açacağım. Levent sadece beni aldatmıyormuş aslında. Hepimizi kandırmış. Şirketi berbat durumda. Neredeyse batacak. Muhtemelen bizim şirketten daha kolay para akışı yapmak için benimle evlendi.” Bu da ayrı bir gerçekti. Beni azıcık da olsa sevmemişti. Her şey bir hikayeden ibaretti. Evlendikten sonra nasıl olsa ondan boşanamam sanıyordu. O yüzden kafası rahattı.
“Keşke onunla hiç tanışmasaydım.” dedim üzgün bir tonda. Zamanı geri almak elimde olsaydı onunla karşılaşmamak için her şeyimi verirdim.
“Üzme kendini. Biz senin hep yanındayız.” Ablamın desteğiyle gülümsemeyi unutmuş dudaklarım kıvrılmıştı.
Tuttuğum saati kontrol ederken yan yana koyduğum testlerin üzerinde sadece bir çizginin belirginleştiğini görünce tekrar tekrar saate bakmıştım. 15 dakika dolmuştu ve hepsinde bir çizgi vardı. Yani hamile değildim.
“Abla hamile değilim, değil mi?” Bir de ondan duymak için sorarken o da beni onayladı. Levent’ten hamile değildim! Bu gerçekten iyi bir haberdi. “Yine de kendine dikkat etmen gerek. Hasta olacaksın.” Bunu biliyordum. Kendime önem vermeliydim ama şu an sadece hamile olmadığıma sevinebilirdim. En azından ondan bir çocuğum yoktu ve olmayacaktı da.
Ardından telefonuma mesajlar düştü. “Levent bana bir konum atmış. Öğle yemeğini burada yiyelim diyor.”
“Tamam, sen de hazırlanıp git. Bakalım ne konuşacakmış?” Günlerdir ondan bir adım beklediğimi biliyordu Levent. Şimdi gitmeyi reddedersem bu durum hoşuna gitmeyebilirdi. O yüzden ablama hak vererek ona mesaj attım. Ardından da Duygu hanıma haber verdim. Belki o kadın yine bir yerlerde olup bizi izleyebilir ve elimize bir şeyler geçebilir diye.
Bakalım benimle ne konuşacaktı?
Ablamla kısa bir vedalaşmadan sonra sevdiğim elbiselerimden birini giyip Levent’i çok bekletmeden evden ayrılırken havanın açması da iyi denk gelmişti. Akşama kadar yağacağı söylenmişti ama şu anda hava güllük gülistanlıktı. Yağmur yağmamış gibiydi.
Kendi şirketine yakın bir restoranı tercih etmişti. Daha önce de gelmiştik aslında. O zaman bana kendisinin bir toplantıya gireceğini ve girmeden önce beni görmek istediğini söylemişti. Ben de gelip bu restoranda onunla görüşmüştüm.
Restorana geldikten sonra kendisinin cam kenarında oturduğunu görünce oraya yöneldim. “Merhaba.” diyerek dikkatini çekip karşısında ki sandalyeye oturdum. “Geldiğin için teşekkür ederim Defne. Seninle konuşmak istediklerim var.” Keşke hiç yüzüme bakmasaydın da ben boşanma davasını daha kolay açabilseydim.1
“Ben çok düşündüm ikimizi. Sen beni çok seviyorsun ve böyle bir şeyi de asla yapmazsın. Ben sanırım ikinizi yan yana görünce kıskandım. Biliyorum kıskanmamam gerekirdi ama kendimi tutamadım aşkım.” Elime uzanıp tuttuğunda bir tepki vermedim. “Senden çok özür dilerim. Ben büyük bir hata yaptım.” Hata değil eşeklik yaptın ama bu eşeklik sayesinde ben her şeyi öğrendim.1
“Beni affedecek misin?” Elimi ondan çektim. “Kusura bakma Levent ama-“
“Hemen bir karar verme. Biraz düşün. Bizi hayal et.” Ne saçmalıyordu bu? Biz diye bir şey yoktu artık. Bunu yakında o da öğrenecekti. Bana sadece istediğimi vermesi gerekiyordu. “Ben bizi çok seviyorum. Seni çok seviyorum. Sensiz bir hayat düşünemiyorum.” Artık benim için hiçbir ifade etmeyen bu kelimeleri dinlemek istemediğimi fark ettim.
“Çocukça kavgaları bir kenara bırakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bence 2 kişilik ailemize yeni üyelerinde katılması gerekiyor.” Demek bunun için benimle konuşup özür dilemişti. Daha az önce hamile olmadığıma sevinmiştim. Sence hamile kalmama sıcak bakar mıydım?
“İlk yılımızda çocuk yok demiştik Levent.”
“Ama ben çok istiyorum. Uzun zamandır birlikteyiz.”
“Ben istemiyorum.” dedim kesin bir dille.
“Aşkım bir düşün bak. Çok güzel olmaz mıydı? Sen, ben bir de bebek.” Beni aldattığını öğrendiğim günden beri her hareketi gözüme batıyordu. Şu an bile çok yapmacıktı. Hiç samimi değildi. Ayrılma ihtimalimiz daha da zor olsun diye elinden geleni yapıyordu.
“Levent sana istemiyorum, dedim.”
“Defne biraz düşün. Hemen karar verme. Biz çocuğumuz da olsun istiyorduk.”
“İstiyorduk evet ama hemen değil.” diyerek ayaklandım. Onunla yüz yüze gelmeyi bırak aynı ortamda bile bulunmak istemiyordum.
“Defne! Defne beni dinlemek zorundasın!” Arkamdan gelen sese kulak asmayıp yürümeye devam ettim. Arabama yönelirken önüme geçti. “Defne nereye gidiyorsun?” Sinirli bir şekilde bana bakıyordu. “Hava alacağım Levent.”
“Beni dinlemeden gidemezsin!” Aramızdaki mesafeyi kapatırken daha da sinirli görünüyordu. “SANA ÇOCUK İSTEDİĞİMİ SÖYLÜYORUM! BUNU KABUL EDECEK-“ Sözünü tamamlamasına izin vermeyerek suratına tokadı yapıştırdım. Bu ne terbiyesizlikti! Benimle nasıl böyle konuşabiliyordu?1
“LEVENT BEN SENİN KÖLEN DEĞİLİM!” Arabaya binerek oradan uzaklaşırken öfkem daha da artmıştı. Çocuk istiyormuş. Oldu canım başka? Başka ne emrediyorsunuz? O kadar sinirliydim ki öfkemi ağlayarak atıyordum ve şimdi de böyle oluyordu.
Bu esnada çalan telefonumu kim olduğuna bakmadan açıp kulağıma götürdüğümde bunu yapmamam gerektiğini anlamıştım.
“Alo, Defne hanım sizinle şu arazi hakkında konuşmamız gerek.”
Yutkunarak sesimi düzeltmek adına çaba sarf ettim. “Şu an konuşmasak olur mu? Kendimi pek iyi hissetmiyorum.”
“Yanınıza gelmemi ister misiniz?”1
“Özür dilerim. Sizi de işinizden ettim.” Kollarımı birbirine sarıp Yavuz beyin verdiği battaniyeyle ısınmaya çalıştım. Yağmur sonra tekrar yağmaya başlayınca kendime dikkat etmeden ağlayarak bir orada bir burada yürümüştüm.
Kendisine de gelmesine gerek olmadığını söylesem de beni nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde karşıma çıkmış ve evine getirmişti. Düğün günümde getirildiğim ev de diyebilirdik doğrusu. Burada çok az da olsa anım vardı.
“Özür dilemenize gerek yok çünkü beni işimden etmediniz. Ben kendi isteğimle size geldim.” Derken bakışlarında ki sıcaklık beni mutlu etmişti. Yavuz Atahan çok farklıydı. Ne kadar soğuk görünürse görünsün bir o kadar da düşünceli bir adamdı. Bir yakınlığımız olmamasına rağmen bana yardım ediyordu. Yanımda oluyordu.
“Teşekkür ederim. Her şey için. Şu sıralar hayatım çok karışık o yüzden projemizle de ilgilenemiyorum. Yoksa ne olursa olsun projenin başında dururdum.”
“İnanın hiç önemli değil. Siz iyi olun yeter.” İş ile özel hayatı karıştırmamamı söyleyen adamdan bunları duymak garip gelmişti. “Levent’ten boşandıktan sonra iyi olacağım.” dediğimde önüme sıcak bir çorba gelmişti. “Ben yapmalarını söyledim. Güzelce için. Bir de kıyafetler gelecek. Bu elbiseyle üşütebilirsiniz.”
“Ben biraz durup gidecektim Yavuz bey-“
“İyi değilsiniz. Size birilerinin destek vermesi gerekiyor ve ailenizin de bu durumdan haberi yok. O yüzden ben yanınızda olacağım.” Neden böyle bir sorumluluğun altına girdiğini anlayamıyordum ama sorgulamıyordum da çünkü buna gerçekten ihtiyacım vardı.
“Dilerseniz bu akşam ben de kalın.” İlgili davrandığı için kendisine teşekkür ediyordum ama bu fazla değil miydi? “Yok. Ben gideyim artık. Levent’te merak edip ortalığı birbirine katar.” deyip ayağa kalkarken başımın döndüğünü hissedip kendimi koltuğa bıraktım. Ensem de hissettiğim soğukluk sonrası görüşüm bulanıklaşıp tamamen kararırken Yavuz beyin sesini daha yakınımda duyuyordum.
Ayaklarımı tutup masaya koyduktan sonra birilerine seslendi.
“İyi olmadığınızı söylemiştim. Neden beni dinlemiyorsunuz?” dedi hafif sinirli bir tınıda fakat ben onu anlasam da cevap veremiyordum. Ellerim ve ayaklarım uyuşmuştu ve kıpırdatamıyordum. Bir ölüden tek farkım hala nefes alıyor oluşumdu.
“Defne hanım beni duyuyor musunuz? Defne hanım?” Onu göremiyordum ama endişelendiğini anlayabiliyordum.1
Zindan karanlığı hakimdi gözlerimde. Tek bir şey bile göremiyordum.
“Tansiyonunuzu ölçeceğim şimdi.” dedikten sonra kolumu sıyırdığını hissettim. Ardından kolum sıkılıp bırakılırken “Çok düşük. Neden kendinizi önemsemiyorsunuz? Amacınız sevdiklerinizi üzmek mi? Aldatıldınız bunu anlayabiliyorum ama kendinizi bu hale sokmanızın nedeni ne? Siz böyle yapınca bir şeyler düzelecek mi?” dediğinde hala bir tepki veremedim. Gücüm tamamen çekilmişti.
“Size hazırlattığım çorbayı da tuzlu ayranı da bir güzel içeceksiniz. Siz bunları bitirene kadar başınızdan ayrılmayacağım.” Gözlerimde ki karanlık yavaş yavaş beni terk ederken yakınımda duran Yavuz Atahan’ın kesin ifadesini bulanık da olsa görmüştüm.
___
Bir de cocuk istiyor saka gibi🤦🏼♀️🤦🏼♀️🤦🏼♀️
Neyse haftaya goruselimm👋👋1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |