

KÜFÜR VE ARGO KELİMELER İÇERMEKTEDİR!!! Kurgu hayal ürünüdür, tamamen eğlence amaçlı yazılmıştır..
Keyifli okumalar dilerim.;;))
-defileden 15 gün sanra-
Hayat herkese adil davranmazdı. Gücü yeten kendi adaletini kendi sağlar, güçsüz olan ise ezilirdi. En büyük güç paraydı, paran varsa sevilip sayılırdın ama paran yoksa sen bir hiçsindir. Bu süregelen bir gerçektir.
Güç için her daim savaşlar yapılırdı. Kazanan güç; para, para ise yönetendi. Dünyayı yöneten insanlar gücünü paradan alırlar, boşuna dememişler; para her kapının anahtarıdır diye.
Elbette herkes için para her şey değil. Fakat herkes güçlü olmak ister, güce giden yol paradan geçer. O güçlü olandı ve bu gücü elinden almaya çalışan her kim, fark etmeksizin geriye kalan küllerden ibaret olmuşlardı.
Masanın lideri oydu, kimsenin liderliğini elinden almaya gücü yetmezdi. Böyle arkadan vurmak nametlikti. Şimdi meydana çıkma sırası ondaydı ve liderin kim olduğunu tekrar gösterecekti. Başka ihtimal yoktu. Bu yolda çok can kaybetmişti. Yakarak intikam almak onun için bir gösteriydi. Ve bu gösteriyi unutanlara bizzat hatırlatacaktı.
Belki de hayatın da ilk kez yanlış bir karar almıştı ve sonuçlarına iki haftayı aşkındır katlanıyordu. Her ne olduysa o defilenin olduğu gece olmuştu. Aleyhinde kanıt elde etmek için masa üyelerinden biriyle bulunmuştu. Ve o gece ava giderken avlanmıştı.
Arkasından büyük bir baskın yapılmıştı mekanlarına. Bu göz dağı değildi, bu tamamen darbeydi. Onu liderlikten düşürmek için yapılmış bir darbeydi. Bu uğurda babasını ve gençliğini feda etmişti. Normal bir yaşantısı hiç olmamıştı, gözünü bu alemde açmıştı.
Kendisine karşı yapılan her şeye karşılık vermeyi severdi. İyi yada kötü.
Belinde ki havluyla banyodan çıkan adam giyinmek için dolabın kapağını açtı. Eşyaları fazlasıyla düzenliydi, dağınıklığı sevmezdi. Çekmeceden iç çamaşırını alıp giyindi. Havluyu kirli sepetine atarak tekrar dolabına yöneldi. Siyah ve beyazdan oluşan gömleklerine göz gezdirdi. Siyah gömleklerinden birini seçmişti. Siyah takım elbiselerinden birini de alarak hızlıca giyindi. Marka saatlerinden birini bileğine geçirdi. Üzerinde ince beyaz çizgili siyah kravatını da taktı. Kemeri ve ayakkabıları hakiki deriden özel olarak yapılmıştı. Çoraplarına kadar herşeyi siyahtı.
Tepeden tırnağa karanlıktı.
Bu gün sesizliğini şiddetli bir biçimde bozacaktı. Geri çekildiğini sanan herkese hadini bildirecekti. Komikti. Onu, bir kaç mekanını dağıtarak sindirebileceklerini zannetmeleri fazlasıyla komikti. Çekmecesinden gümüş metal silahını alarak beline yerleştirdi. İşte şimdi hazırdı.
Yemek salonuna indiğinde ona ailesinden bile daha yakın olan üç adamı masada kendisini beklediğini gördü. Onlara gözü kapalı güveniyordu. Canını, malını tereddüt etmeden emanet ettiği üç adam.
Baş köşeye yerine oturdu."Günaydın abi" dedi Harun çayını önüne alarak.
"Günaydın geçler" dedi kalın ve tok sesiyle.
"Günaydın abi" diye cevap verdi Musa.
"Sabahı şerifleriniz hayırlı olsun yanar abim" enerjik sesiyle farkını ortaya koyan İsa gülen yüzüyle karşısında ki adamlara bakıyordu.
Yanaroğlu soyadına sahipti, öldürdüğü insanları kurşun kullanmak yerine yakarak öldürdüğü için bu alemde herkes ona Yanar diye hitap ederdi. İlk öldürdüğü adamı yaktığın da kimse sorgulamamıştı ama daha sonra ateşi çokça kullanmaya başlamıştı. Sorulduğundaysa 'soyadının hakkını verdiği' cevabını vermişti.
Musa, İsa da ki bu enerjiyi bir türlü anlamıyordu, halbuki farklı bir şeyde yemiyorlardı. "Lan oğlum sen neden bu kadar neşelisin? saat 07.00 lan karga bile bokunu yememiştir."
Ağzı dolu dolu konuşan İsaya karşı Musa büyük bi pişmanlık duydu. "Bi'kere benim için saat fark etmez ben her zaman neşe doluyum tamam mı? ayrıca şu kem gözlerini üstümden çek nazar edeceksin beni kem gözlü şeytan" dedi poğaçasının yarısını ısırarak. Yanakları kocaman olmuştu.
Gözlerini deviren Musa, "sincaplara benziyorsun" dedi. İkilinin daha fazla konuşmasını istemeyen Harun, "kahvaltınızı yapın işimiz var. Sende ağzında yemek varken konuşmamayı öğren lan artık." Sürtüşmelerinden hiç haz etmezdi Harun ve onlara müdahale etti her an kendini dırdırcı kaynanalar gibi hissederdi.
Kahvaltısına devam eden İsa pek umursamadı. "Afedersiniz abimlerim" kurduğu cümle tuhaf olsada kimse sorgulamadı neticede İsaydı, onunla herşey normal oluyordu. Kafasında günün şanslı kişisini seçen adam çayından yudumluyordu. Hadsizlere had bildirmek en iyi bildiklerinin arasındaydı. Kendisine yapılan bu darbeye misliyle karşılık verecekti.
Bir an karşıda ki duvara daldı ve gözünün önüne kuğu gibi süzülerek kendisine doğru gelen -o kadın- belirdi. Kendisinden kısa olsa da kadın, ortalamanın üzerinde bir boya sahipti. Karakaş kara göz tabiri tamda ona göreydi. Simsiyah saçları ve mükemmel vücudu vardı. Soğuk eli sırtına değdiğinde nasıl kasıldığını fark etmişti. Tam olarak neden kendini kadını tutarken bulduğunu anlamasada pişman değildi. İradesi dışın da kadına çekildiğini fark ediyordu. Zayıflığa da zaafada hayatında yer yoktu, bunu sürekli hatırlasa iyi olurdu.
"ABi" irkilerek elinde ki bardağı masaya düşürdü, sinirli bakışlarını seslenen Musaya dikti. "Ne bağırıyorsun lan it" Allah'tan bardak boştu yoksa Musa'nın vay halineydi. Neden kadını düşünüp durduğunu bilmiyordu ve buna acayip sinir oluyordu. Yerinde kıpırdandı Musa, "afedersin abi" dedi sabah sabah belasını bulacağı son kişi bile değildi patronu.
"Kahvaltınız bittiyse çıkıyoruz" diyerek çıkışa yöneldi, arkasından üç adamda hareketlendi. Bu gün herkes için fazla yorucu bir gün olucaktı. Bahçeye çıktıklarında adamı gören korumalar ceketlerinin önünü ilikleyerek selam veriyorlardı.
Peş peş sıralanmış on araba vardı. Kendisi ikinci sırada ki zırhlı aracına bindi, Harun da ön yolcu koltuğuna binmişti. Konvoy halinde peşi sıra yola koyuldular. Öndeki araçta Musa vardı onlara eskortluk ediyordu. Hemen arkalarında İsa ve diğer araçlarda da kimsenin henüz haberdar olmadığı yıllardır sakladığı küçük koruma ordusu vardı. Özel eğitim verilmişti bu küçük birliğe. Tek görevleri, adamın ağzından çıkan emri kayıtsız şartsız yerine getirmeleriydi.
Gündüz vakti kimse elini kolunu sallayarak mekan basamazdı. Polisi, askeri buna müsaade etmezdi ama o savcılıkla gizli bir anlaşma yapmıştı. Hepsinin kirli işlerinin bulunduğu dosyalarını savcılığa verecekti ve eş zamanlı operasyonla baskın yapacaklardı. Daha doğrusu böyle gösterilecekti resmi kayıtlarda. O beş kişiyi evlerinde yakarak öldürecekti. Evet dört bildikleri kişiler aslında beş kişilermiş, olanları arka planda yöneten biri daha varmış. İhanetin bedeli yanarak ölmekti, bu onun yeminiydi.
Güç için anlaşamayarak birbirlerine suikats düzenleyip ölenler olarak gündeme bomba gibi düşeceklerdi. Devletle işbirliği içinde oldukları için şüphe çekmeyecekti. Masanın lideri kim ve kime meydan okuduklarını kanlı bir şekilde gösterecekti. Bulunduğu konuma kolay gelmemişti ve kendini bilmez üç beş kişiye alt olacak değildi.
-Defilenin olduğu gün-
☀️
Derin derin nefesler alıp vererek yogama devam ediyordum. Erkenden kalkıp sabah rutinlerimi aksatmadan yapıyordum. Fiziğimi korumam ve ruh halimin daha iyi olması için asla atlamadan yapmam gereken egzersizler vardı. Yoga en sevdiğimdi.
Belirlediğim sürem bitince kalkıp banyoya doğru yürüdüm. Üstümde yarım atlet ve şort vardı, üzerimden sıyıyarak kabine girdim. Rahat kıyafetler her zaman daha iyi hissettirirdi. Güzel bir duşun ardından, deri yıtmaçlı bi etek ve üzerine de gri renginde şifon crop bi buluz geçirdim. Buluz biraz gömlek tarzıydı, göğüs çatalımı tamamen açıkta bırakıyordu. Dolgun göğüslerim biraz taşmıştı ama dert değildi. Crop olduğundan açıkta kalan belim daha güzel görünüyordu. Ayağımada siyah topuklu dizlerime kadar gelen çizmelerimi geçirdim. Çizmelere karşı ayrı bir sevgim vardı. Hayatım onlarsız; yapraksız ağaç gibi, çiçeksiz bahçe gibi. Öyle işte.
Doksan altmış doksan bir vücudum var, mecazen değil gerçekten vücut ölçülerim öyleydi. Tabi belimin altmış iki santim olması bir şeyi değiştirmezdi. İki santimin hesabını yapacak değildim ya.
Lobiye inerek diyet kahvaltıma uygun bir şeyler alıp cam kenarında bir masaya oturdum. Sakince kahvaltımı yaparken karşımda ki sandalyem gürültüyle çekildi. Bakışlarımı Atıf'a diktim, bu çocuğun nexaket kurallarından haberi yoktu ve hiç olmayacaktı da. Çocuk dediğim adam 26 yaşındaydı ama yaşın pek bi önemi yoktu benim için, olgunluk sadece yaş alınca olmuyordu.
"Biraz daha kibar olabilirsin bence"
"Günaydın gezegenin en parlak gök taşı" enerjik sesiyle sırıtarak bana bakıyordu. "Günaydın Atıfcım" dedim ve kahvaltıma devam ettim. masaya detoks suyumun bulunduğu termosu bıraktı. "Bundan sonra yapıcağınız bir işiniz var mı? yada yapmak istediğiniz bi şey? tabi kendinizi yormamanız şartıyla."
Başımı olsuzca sallayarak "şimdilik yok. Kendimi akşama sakladım, bedenimi yormak istemiyorum." Cevabım karşısında memnun olmuştu. Elinde ki kahvesinden yudumluyordu.
Arkama yaslanarak yeşil çayımın olduğu fincanı elime aldım. "sen peki, umarım gün boyu tepemde dikilip durmayacaksındır." Kollarını birleştirerek masaya koydu ve biraz eğildi. "Kalbimi krıyorsunuz ama" diyerek dudaklarını da büzüştürdü. Bu kesinlikle kaldıra bileceğim bir görüntü değildi.
Yüzümü buruşturarak yan çevirdim, sol çaprazımda ki masaya takıldı gözlerim. Bir çift göze denk düştüm. Benden önce birilerinin bakışları bana takılmıştı anlaşılan.
İstemsizce iç geçirdim, sanki aldığım nefes bana yatmedi bi an. Çünkü karanlık bakışlı adam tam karşımdaydı. Gece mavisi gözleri gündüz gözüyle daha bi muazzam görünüyordu. Bakıştık bi süre, belki bir dakika yada daha az bilemiyorum. Kabaca öksürerek önüme döndüm. Ama hala bakışlarını benden almadığını hissediyordum. Atıf'ın sesiyle kendime geldim. "Bu adam neden gözlerini dikmiş sana bakıyor?" sesi huysuzca çıkmıştı. Üstelik sinirli olduğu anlarda bana 'siz' yerine 'sen' diye hitap ederdi.
"Bakılmaya değer olduğum içindir" omuz silkerek çayımdan bir yudum daha aldım. Umursamaz olmaya zorluyordum kendimi çünkü bakışı bana güzel şeyler hatırlatmamıştı. Ayrıca çayımda buz gibi olmuştu, şu bitkiler neden bu kadar hızlı soğuyor anlamıyorum.
Yandan bi bakışla Atıf'a baktım, çatık kaşlarıyla bi bana bi adama bakıyordu. "Önüne dön Atıf" hükmedici sesimle tekrar bana dikti bakışlarını. Aniden gürültüyle sandalyesini ittirerek ayağa kalktı. Anlık bir panik dalgası sardı beni, elimdekini bırakarak bende yerimde dikleştim.
Atıf'ın aynı zaman da korumam olduğunu söylemişmiydim, bodyguardım yani.
"Hayırdır bileder ne bakıyorsun" bu kesinlikle beklediğim bir çıkış değildi. Adama yönelttiği bakışları hiç hayra alamet değildi. Çatık kaşlarıyla farklı bir mizaca bürünmüştü sanki. Evet, ona kızdığım yada sert çıkıştığım anlar oluyordu fakat beni alttan alan oydu. Yani Atıf'ın şuan ki haline karşı sesim çıkmazdı. Uzun ve yapılıydı ama bazen çocuk gibi davranırdı, o halleri ona tatlı bir hava katardı.
Adam hala bana bakıyordu. Neden tepki vermediğini anlayamıyordum. Gözlerini sanki ağır çekimdeymiş gibi Atıf'tan yana çevirdi. Mimikleri bile oynamıyordu.
Atıf, adam sustukça daha da sinirleniyordu. Herhangi bir şeyin bana tehdit oluşturduğunu hissettiği an beni oradan uzaklaştırması gerektiğini söylemiştim ama şimdi adamla kavga edicekmiş gibi duruyordu. Hızla yerimden kalkıp o adama bakışlarımı değdirdim, bana bakıyordu. Kendisi de bizimle aynı anda ayağa kalkmıştı. Karşısında ki adamla tokalaşarak tekrar yerine oturmuştu.
Bizi hiç takmadığı her halinden belliydi yada kendisinde her hakkı bulan biriydi. Olası bir kazaya mahal vermemek için Atıf'ın kolundan tutarak çıkışa doğru çekiştirdim. "Yürü gidelim buradan" kolunu çekmeye çalıştıkça iki elimle sıkıca tuttum.
"Bırak kolumu! o adam bana cevap verecek!" Burnundan soluyordu.
"Atıf sakin olur musun lütfen. Kavga etmeni istemiyorum." Asansöre binerek güç bela oradan uzaklaştık. Odalarımızın bulunduğu kata geldik. Atıf hala kaşları çatık bir şekilde duruyordu ve ben bu halini kesinlikle sevmiyordum.
Oflayarak "kaşlarını düzelt yoksa erkenden kırış kırış olucaksın."
"Çok sinirliyim şuan, o adamın yüzünü gözünü patlatıcaktım." Sinirle koridor duvarına bi tane geçirdi. Anlık sinir patlamaları yaşadığı doğrudur.
"Neden bu kadar sinirlendiğini anlamadım"
"Adamın sana olan bakışını görmedin mi? sanki seni yemek ister gibi bakıyordu. İğrenç pislik herif."
"Abartıyorsun, sadece tanıdık gelmiştir yüzüm. Başka anlamlar çıkarma." Birlikte odama geçtik. Sakinleşmeye başlamıştı. Karşılıklı tekli koltuklara oturduk. Termosumu da unutmadan getirmiştim yoksa bir daha aşağıya inmek istemezdim. Atıf'ı göndermek hiç hiç istemezdim.
"Hadi ama Atıf düzelt artık şu kaşlarını"
"Bu adamın altından başka bir şey çıkacak görürsün" ben ne diyorum o ne diyor. Katılıyorum, adamda farklı bir şeyler vardı. Tabi bunu sesli dile getirip Atıf'ın adamın peşine düşmesini istemezdim.
"Ayrıca genç ve yakışıklı yüzümü kıskanma" sahte bir gülüş belirdi dudaklarımda. "Aynen, çok kıskanıyorum senin güzel ve yakışıklı suratını."
"Bende onu diyorum ya zaten, kıskanma"
"Ne kıskanıcam be"
"Eminim çatlıyorsundur şimdi"
"Ne münasebet"
"Seni tanıyorum, senden daha genç birilerini görünce iliklerine kadar kıskanıyorsun. Ve bunu tek bakışından anlıyorum." Yüzüne odaklandım, gerçekten güzel bir cilldi vardı. Siniride tamamen geçmişti. Şimdi ufak bir problem vardı, beni sinirlendiriyordu.
"At yalanını siksinler inananı" yüzünü buruşturarak tepki verdi, küfür etmemden hiç hoşlanmazdı. Benimde ağzım azıcık bozuktu.
"O adamı tanıyordun değil mi?" Hay Allah'ım ya takıldı kaldı yine, sorusuyla ondan tarafa döndüm. "Hayır tanımıyorum, tanısam bile ne olacak ki?" tek kaşımı kaldırarak dikkatle yüzünü incelemeye başladım. Adamla aramda nasıl bir bağlantı kurduysa kendi kafasında merak ettim.
Rahat bir pozisyon da iyice koltuğa yayılarak başını arkaya doğru yatırarak gözlerini yumdu. "Adam sana çok dikkatli bakıyordu, sanki seni daha önce görmüş gibi."
"Beni tanımış olma ihtimali gayet normal değil mi? Biliyorsun ki gayet ünlü bir mankenim."
"Belki de haklısındır, abarttım." Yerimden doğrularak, "hadi kalk biraz hava alalım" Atıf da ayaklanarak birlikte dışarı çıktık. Temiz hava bize iyi gelecekti.
Halbuki odamdan çıkma gibi bir düşüncem yoktu. Ah be adam, ne vardı sanki gözlerini dikip bakacak.
...
Sanki diken üstündeydim. Bir türlü rahatlayamıyordum, az sonra benim sıram gelecek ve ben podyuma çıkacaktım. Fazlasıyla heyecanlıydım. Ve gergin. Bir müddet daha kendimi böyle kasarsam vücuduma ağrı girecekti. Her şey tamamdı. Saçım, makyajım,elbise şuan her şey tam tıkırında gidiyordu. Umuyordum ki, gecenin sonuna kadar sorunsuz devam etmesiydi.
Derin bir nefes daha al Güneş, sen en iyisisin. Bunu unutma. İçimde ki ışıkla herkesi büyüleyecektim.
Podyumun hemen arka tarafında sıramızın geldiğini bildiren çalışanın bana doğru geldiğini gördüm. Sıra bana gelmişti anlaşılan. "Güneş hanım birazdan sahneye çıkmanız gerek, beni takip edin lütfen." Başımı sallayarak onayladım. "Şunu takmamda yardım edermisiniz?" diyerek elimde ki buz mavisi tül işlemeli maskeyi uzattım. Maske üzerimde ki elbiseyle uyumlu tasarlanmıştı.
Yüzümü burnumdan itibaren kapatacak şekilde sahneye çıkacaktım ve ben bunu uzun zamandır yaptığım için artık alışmıştım. Geçmişte hoş olmayan bir kaç olay yaşadığımdan kendim için bulduğum bir yöntemdi. Maskeyi takıp dikkatli bir şekilde yerimden kalkarak ismini bilmediğim çalışanı takip ettim. Ne Atıf nede Mehtap ortalıkta yoklardı. Allah bilir niye ne yaptılarda gözüme görünmüyorlardı.
Gerginliğim gittikçe artıyordu. Tek korkum ciddi bi hata yapmaktı. Evrene kötü enerji vererek etkilenmek istemiyordum. Derin bir nefes daha Güneş. Saatin kaç olduğunu çalışana sordum. "21:21 Güneş hanım" istemsizce kaşlarım çatıldı. 21:21 seni düşünüyor demek, kim? saat fallarına ayrı bi inancım var. Kimi buna hurafe desede ben inanıyordum.
Çalışan önümden çekilerek perdeyi araladı, eliyle geçmemi işaret edip çekildi. Ayağımı basamağa koyup sahneye çıktım. Büyük bir aydınlatma, açık alan için daha da göz alıcı olmuştu. Beklemeden yürümeye başladım.
Sahne hazırdı ve Güneş ILKIN ortalığın anasını ağlatacaktı.
İlk çıkışım olduğundan etrafı incelemek yerine karşıma odaklanıp yürüyüşümü devam ettirdim. Davetlilerin sınırlı olmasına rağmen mekan fazla kalbalıktı. Podyumun ucunda durup elimide belime koyarak dönüşümü tamamlayıp geri döndüm. Üzerimde buz mavisi, iki parçadan oluşan bir elbise vardı. Omuzlarımı açıkta bırakan çiçek işlemeli büstiyer ve belden aşağısı bollaşarak ayak bileğimin üzerinde biten eteğiyle uyum içerisindeydim. Ayağımda yüksek topuklu tek bant gümüş renkli ayakkabılarla ulaşılmaz göründüğümden emindim.
İlk bahar koleksiyonunun defilesiydi, toplamda otuz manken vardı ve otuz bir elbise. Davetlilere küçük bir süpriz yapacaktı bayan Casandra. Yaz koleksiyonunun bir ön gösterimi olacaktı ikinci giyeceğim elbise. Sahneden inince hemen beni ikinci çıkış için hazırlamaya başladılar. Benden sonra on kişşi daha çıkacaktı ve bu sürede hazır olmam gerekiyordu. Kapanışı ben yapacaktım.
Uzun zamandır kendimi bu kadar enerjik hissetmemiştim. Podyum benim tutkumdu adeta. Lisedeyken annemin ısrarı üzerine bir kaç yerde boy göstermiştim ama daha sonra içimde ki tutkuyu keşfetmiş ve bu yolda eğitimimi tamamlamıştım.
Babam hiç bir zaman bu konuda ne beni nede annemi desteklemedi. Hep millet ne der düşüncesindeydi. Buda uzun bi süre küs kalmamıza neden olmuştu. Hala güzel iletişim kurduğumuzu söyleyemezdim. Ben milletin ne dediğini umursayan biri değilim, olmamda. Fakat çevre baskısı diye can alıcı bir gerçek vardı. Ve bu birçok kişinin hayatını mahvediyordu.
Çevre baskısının yanına birde aile baskısıda eklenince berbat bir durum oluşuyordu. Babamın; yaptığım işi, iş olarak görmemesi en büyük sorundu. Millet; -senin kızın orasını burasını açıyor- diye konuşacak ve onun buna verebilecek cevabı yok diye ciddi sorun teşkil ediyordu. Ne büyük saçmalık ama.
Halbuki bana bir parça güvenebilseydi, benimde giyeceğim parçalarda belli ülçülerde sınır koyduğumu bilirdi. Ama güvensizliği beni tahrik etmesine rağmen yine de sınırlarımı aşmadım. Benim vücudum, istediğimi giyerim yada hiç giyinmem. Hayır, insanın vücudu kendine özeldir, onu her yerde -teşhir- etmek açmak kişiye olan saygınlığı azaltır diye düşünüyorum. Toplumumuz malum, evet isteyen istediği gibi giyiniyor kimsede buna karışmaz fakat toplumun gittikçe çürümeye başlaması su götürmek bir gerçektir.
Günümüz gençleri sosyal medyayı o kadar çok kullanıyorlardı ki; biri, bir şey yaptığında hemen herkes onu yapıyordu. Fenomenler diye bir gurup oluşmuş ve her yaptıkları sanki yapılması gerekenlermiş gibi gençler arasında yayılıyordu. Bende sosyal medyayı kullanıyordum, bir milyona yakın takipçilerim vardı fakat ben algı yönetimi yapmıyordum. Sosyal medyayı kullanan bir çok kişinin amacı algı yönetimiydi. Bunu düzeltmek ise pek mümkün görünmüyordu. Bulunduğum sektörde böyle bir düşünceye sahip olmam belki kimine tuhaf gelebilir ama toplum ahlakı gerçektende çok önemli. Yaşadığımız şeyler bana bunu gösterdi.
Bizim sektörümüzde itiraz hakkımız olmuyordu. Her iş ortamında olduğu gibi bizimde karşılaştığımız bir çok zorluk oluyor. Eğer yeni başlayan bir çaylaksanız işiniz daha da zordur. Ben avantajlı başlayanlardandım, çünkü annem cemiyette tanınmış bir kadın. Daha doğrusu sosyete cemiyetinin içinde doğmuş. Kendisi iç mimar ve herkesle kolay kolay çalışmaz buda onu seçici yapıyor. Ve ben bundan son derece gurur duyuyorum.
Şuan tamamen hazırdım. Bütün parçalar teker teker gösterilmişti ve sıra yine bendeydi. Son parçayı aynı zaman da yaz koleksiyonun da ilk parçasını podyumda sergileyecektim. Yavaşça ayağa kalkarak boy aynasına yaklaştım. Her şeyimle o kadar uyumlu görünüyordum ki; muhteşem ötesiydi.
Üzerimde omuzlarımın güzelliğini ortaya çıkaran ince askılı tül işlemeli bir elbise vardı. Çıplak ayaklarımı kapatacak uzunluktaydı. Gümüş renginde olan elbisenin birde pelerini vardı. Pelerini sahnede çıkarıcaktım ve sırt dekoltesini gözler önüne sericektim. Sırt dekoltesini daha çok göze getiren sırt zincirlerinden takmıştık. Çıplak ayaklarımın üşüdüğünü hissediyordum, sanırım gerginliktendi. Elim istemsizce kulağımda ki kaplumbağa desenli küpeme gitti. Kağlumbağaların bana şans getirdiklerine inanıyorum.
Pek çok hurafe inanışımın olduğu doğrudur.
"Güneş hanım çıkma zamanınız geldi" çalışanın sesiyle daldığım alemden koptum. Ezberlediğim yolu yürürken içimi tuhaf bir his kapladı. Gerginliktendir diye pek umursamadım. Perde aralandı, ışıklar kapalıydı. Podyuma adım attım ve durdum. Tepemde açılan spot lambasıyla yürümeye başladım. Benim dışımda her yer karanlıktı. Zifiri karanlıkta ki ay gibi.
Elimi zarifçe pelerinin iplerine götürüp yapılan düğümü çözdüm. Tam dönüş yapacağım zaman pelerin yere düştü ve bir anda ben dönecekken ayaklarıma dolandı. Adım atmak için ayağımı kaldırmaya çalışınca daha ne olduğunu anlamadan sırt üstü düştüm. Kalbim deli gibi atıyordu, büyük bir rezalet yaşıyordum. İnanamıyorum! Büyük bir panik dalgası bedenimi sardı. Her şeyi berbat etmiştim.
Hayır, düşmedim.
O kadar hızlı gerçekleşti ki olaylar ben düşmeyi beklerken, belimde ve ensemde iki el hissettim. Işıklar kapatılmıştı sanırım dönüşümü tamamlamadığımdan daha fazla rezil olmayayım diye. Sımsıkı kapattığım gözlerimi açmaya korkuyordum, tabi korkunun ecele faydası yoktu ve ben gözlerimi araladım. Yüzde binlik bir oranla bile ihtimal vermediğim bir çift göze baka kaldım.
Işıklar açıldı.
İnanılması göç bir durumun içerisindeydim. Karşımda ki adamda gözleri irice açılmış bana bakıyordu. Galiba o da bunu beklemiyordu fakat nasıl olduğunu eminim ikimizde bilmiyorduk. Hızlı bir zaman akımına tutulmuş gibi hissediyordum. Yavaşça doğruldum, ellerimi omuzlarından çekmedim o da belimi bırakmış değildi. Yüzlerimiz arasında santimler vardı. İnanılmaz heyecanlıydım. Kalbim maraton koşusuna çıkmış gibiydi.
Bu aksiliği hızlı bi'şekilde toparlamam gerekiyordu. "Beni belimden tutarak bir tur çevir" ne söylediğimi anlamamıştı. Kaşları çatık bana bakmaya devam ediyordu yada bulunduğumuz durumu yeni yeni idrak ediyordu. Zamanımız kısıtlıydı ve ben bu talihsiz kazayı sanki korografide varmış gibi lanse edecektim. "Hadi zamanımız yok, dediğimi yap" tekrar konuşmamla gözleri tülün ardında ki dudaklarıma kaydı, nefesimin dudaklarına çarpması pek hayra alamet değildi. İkimiz içinde.
Tuhaf hislerim artıyordu, gerçi bu durumda normal hissetmem anormal olurdu. Nazikçe belimden tutarak beni kaldırdı. Ayaklarım yerden kesilerek minik bir tur döndü. Belime değen soğuk parmakları vücudumda elektirik etkisi yaratmıştı. Umarım o da benden etkilenmiştir yoksa kendimi köprüden atardım. Gerçi çıkışta soluğu köprüde alacaktım çünkü bu rezillikle yaşayamazdım.
Beni yere bırakarak ellerini çekecekken sol elimle sağ bileğini yakaladım. "Bana uy" kısık sesimle hareketsiz kaldı. İnsanlara gösteri yaptığımı anlamıştı. Başını belli belirsiz salladı yani her halde. Parmak uçlarımla koluna boydan boya sürttüm. Arkasına doğru adımlayarak ilerledim. Elimi üzerinden çekmeden diğer kolunada aynı şekilde temas ettim. Göz temasımız devam etti. İliklerime kadar titriyordum. Umarım bu titremelerim dışarıdan belli olmuyordu. Neticede başıma ilk kez böyle bir şey geliyordu.
Fısıldayarak "çıkışta beni bul" dedim. Zaman kaybetmeden dudaklarını araladı ve "buldum seni, Maskeli güzel" diyerek beni allak bullak etti. Aman Allah'ım sesi muhteşemdi.
Bu adamı gecenin kahramanı ilan ediyorum.
Zar zor kendimi kulise attım. Elim ayağım hatta bütün vücudum titriyordu. Başımı ellerimin arasına alarak derin derin nefeslendim. Yüzümde ki tül maskeyi hışımla çıkardım. Ben ne yapmıştım öyle? rezilliğim diz boyuydu. Nasıl ayağım takıldı anlamamıştım bile. Allah'ım ben mahfoldum, kadının yüzüne nasıl bakacaktım. Gözlerimden düşen yaşlara mani olamıyordum. Hayatım boyunca yaptığım en büyük hataydı bu.
Önümde bir çift erkek ayakkabısı belirdi. Başımı ellerimin arasından kaldırarak ona baktım. Gecemin kahramanına. Üzerinde ki özel dikim olduğu her halinden belli olan takım elbisesiyle iş adamı imajı sergiliyordu. Bir dizini yere koyarak önümde çömeldi. Ya beni tutmasaydı? modellik hayatım büyük sekteye uğrardı.
Gece mavisi gözleri beni kendisine hayran bırakmıştı. Bu gözlerde karanlığı yakaladığıma emindim. Cebinden mendil çıkararak bana uzattı. Elimin titremesi hala geçmemişti. Mendili avucumun içine sıkıştırarak önce göz yaşlarımı sildim sonrada nazikçe burnumu sildim. Daha fazla rezillik yaşamak istemiyordum.
"Teşekkür ederim, beni büyük bir rezillikten kurtardınız" dedim. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak yutkundum. Saniyelik bakışları dudaklarıma kaydı ama hızlı toparlamıştı.
"Rica ederim" dedi. Ondan uzun cümleler kurmasını beklerdim. Yada isterdim çünkü adamın sesi muhteşemdi. Kalın ve toktu. Gözlerimin en içine bakıyordu sanki. Bu adam hadinden fazla yakışıklıydı. Keşke farklı bir ortamda karşılaşmış olsaydık. Benim rezil oluşuma tanık olmayacak farklı bir ortam olmasını dilerdim.
Adam taş taş. Yunan mitolojisinden fırlamış gibi.
Konuşmadan bir müddet daha bakıştık, ne o nede ben gözlerimizi kaçırmadık. Ve ben bu sürede ikinci bir sarsıntı geçiriyordum. Bu adam niye bu kadar dikkatli bakıyordu ki. Birden jetonum düştü, tabi ya makyajım aktı ve oda ne kadar berbat göründüğüme bakıyordur.
Bakışlarımı yüzünden kaçırarak ellerimle yüzümü kapattım. Rezilliğime rezillik katarak devam ediyordum. Kendimi kesinlikle o köprüden atacaktım. Ellerimde soğuk parmaklar hissettim. Yüzümü açığa çıkarana kadar ellerimi indirdi. "Yüzünü kapatma, güzelliğin perde arkasını hak etmiyor" dedi. Ağzım şaşkınlıkla aralandı. Kesinlikle böyle bir iltifat beklemiyordum. "Te..tteşekkür ederim" kekelemiştim. Fazla sıcak olmuştu sanki.
Bu güzel atmosferimiz birinin paldır küldür içeri girmesiyle dağıldı. "Abi, bende seni arıyordum acil gitmemiz lazım." Acele ederek konuşan adama çevirdim bakışlarımı. Uzun boylu, yeşil gözlü bir adamdı. Onun için yakışıklı demek değilde güzel bir yüzü var demek daha doğru olurdu. Sarı saçları uzun olduğundan ensesinde bağlamıştı. Kısmen yapılı biriydi.
İstifini bozmadan hala önümde diz çöken adam, "sen git geliyorum" dedi. Sarışın adam beni yeni fark ediyordu. Gözleriyle şöyle bir beni baştan aşağı taradı. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Bi'şey demeden arkasını dönerek geldiği yerden çıktı.
Bende öylece onlara bakıyordum. Adam yavaşça ayağa kalkıp kapıya doğru adım attığında bende hızla yerimden kalkmıştım. "Adın ne? yani isminizi öğrenmek isterim" panikle konuştum. Başını omzunun üzerinden bana çevirdi.
"Esat Mir" ve beklemeden hızla yürüyerek gözden kayboldu. "Bende Güneş" dedim duymamasına rağmen. Keşke adımı sorsaydı. O gün otelin lobisinde de gözlerini benden alamamıştı. Ya bu adam beni gerçekten tanıyorsa. Omurgamdan aşağı inen ter damlasını hissettim. Ben karman çorman duygular içerisindeyken Atıf ve Mehtap geldi, arkalarından da bir kaç çalışan daha gelmişti.
Şimdilik kurtarmam gereken bir imajım vardı. Sonrasını sonra düşünecektim. Ama o adam yani Esat Mir bu geceden ibaret olmayacaktı.
Bol güneşli günler herkese...
oy ve yorumlarınızı kendime istiyorum hjhjhj
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |