4. Bölüm
zey-ka / Görünen ve Görünmeyen / 3. Bir Soluk

3. Bir Soluk

zey-ka
zirvelerbenimm

Yazım yanlışları olmuş olabilir.

keyifli okumalar...

 

 

İnsan hayatının pek çok noktasında yaşadığı hayatı sorgular. Kimi hak ettiğine inandığı hayatı yaşar, kimi ise daha iyilerini hak ettiğini düşünerek yaşar. Ortak noktaları; bulundukları hayatını yaşıyor oldukları gerçeğidir.

Keza ben de sayısız defa hayatımı sorguladım. Eskiden sıradan bir ailenin çocuğu olmak nasıl bir duygu diye merak ederdim. Özellikle aile sorunlarımızın artığı zamanlar. Sonra anladım ki, insanoğlu için ne yazılmışsa onu yaşar. Kader... Var olduğuna inandığım büyük gerçek.

Sorgulama işi son nefeste dahi bitmiyordu sanırım. Esat Mir'le tanışmam için ille düşmem mi gerekiyordu? Onunla neden daha önce tanışmamıştık ki. Üstelik tanınmayacak bir adam da değildi. Koca bir of koyuverdim.

Bizi bir araya getiren kader değil de neydi? Kendimi şak diye kollarında bulmam kaderin bize cilvesiydi. Net.

Önüm de ki açık bilgisayara hayretler içerisinde bakıyordum. Bu gördüğüm şeyler hakikaten doğru muydu. Esat Mir bu sene vergi rekortmeni seçilen, büyük bi iş adamıymış. Daha önce onu görmemiş, duymamış ve bilmemiş olmam tamamen saçmalıktı. Acaba, görüpte hatırlamıyor olabilir miydim? Hayır. Bu hiç olmazdı, bu yüzü bir kere gören ömür billah unutamazdı. Benim ise unutmam mümkün değildi. Yine koca bir of.

İtiraf etmeliyim ki, adamdan acayip hoşlandım. Üstelik iki defa görmeme rağmen. Yüksek auraya sahipti ve bu beni fazlasıla cezbediyordu. Karanlık bakışlı prens. Yaşadığım o talihsiz kazanın üzerinden iki hafta geçmişti ve ben bu süre içerisinde odamdan dışarıya adım atmadım. Ev kedisi gibi yatağımda pinekliyorum. Öğlen saatleri olmuştu ve ben kendi kendime yemek yemeyi yasakladığım için feci şekil de açtım. Evet, kendime ceza vermiştim. Bunu yapardım, başarılı yada başarısız olduğumda bunlar bana ödül veya ceza olarak geri dönerdi. Psikopatça davranışlarımın olduğunu kabul ediyorum.

Düşüncelerimin içerisin de kaybolmuşken odamın kapısı tıklatıldı. O malum gecede sabaha karşı otelden çıkış yapmıştım. Halbuki bir kaç gün orada kalarak dinlenecektim. Hah, eve geri dönmem kendime verdiğim cezalardan biriydi. "Efendim" diyerek yüksek sesle bağırdım. Odama kimsenin girmesini istemiyordum, kendimden geçmiş halimi birileri görürse, kendimi iyice aciz hissederdim. Çünkü ben her zaman dimdik dururum.

Bir Güneş ILKIN kolay yetişmiyordu. Aslında olan, öyle olmak zorundaydım değil mi?

"Güneş hanım Atıf bey geldi sizi salonda beklediğini söylememi istedi."

Oflayarak yan döndüm, geceliğimle hayatta salona inmezdim. "Kendisine, inmeyeceğimi boşuna beklememesini söyle" telefonumun titreşimini hissediyordum ama bakmak istemiyordum. Son iki haftadır kendimi her şeyden soyutlamıştım adeta. "Şey.. Güneş hanım böyle söyleyeceğinizi de söyledi. Eğer kendiniz inmezsenin bizzat gelip odanızdan sizi kucaklayarak indireceğini iletmemi istedi." Dedi çekingen sesiyle. Ne? hadsiz herif, hah beni nasıl tehdit edebilirdi ki. Kişisel alanıma kimseyi sokturmazdım. Yorganımı tekmeleyerek yatağımdan çıktım. İtiraf etmeliyim ki tehditi son derece vazgeçiriciydi.

Banyoya geçerek rutin işlerimi hallettim. Yüzüm çökmüştü sanki, zayıflamış mıydım? Umarım bu zayıflamam bel ölçüme de yansımıştır. Acele etmeden hatta bir tık daha yavaş hareket ederek hazırlanmaya başlam. Beni tehdit ederek odamdan çıkaran mal deyneği bunu hak ediyor.

Bütün zerafetimle merdivenlerden indim. Çizmelerimin zeminde bıraktığı sesle salona teşrif ettim anlaşılıyordu. Eğer eski dönemler de yaşamış olsaydım; kesinlikle kraliçe olurdum. Önemli bir kişiliğe sahip olduğumdan emin olurdum. Gerçi şu sıralar önemli kişilğime çekiç darbesi inmişti ama konumuz bu değil. Elinde ki telefonla uğraşan Atıf gelme sesimi duymasına rağmen sabit oturmaya devam ediyordu. Adam helallik almaya mı geldi yoksa? yok canım daha neler. Benim ondan helallik almam gerekir doğrusu. Ya istifa etmeye geldiyse, mümkün değil, istifa etmek istese kaç gündür bekliyor olmazdı herhalde. Yoksa sıçtım. Pek belli etmesem de Atıf benim için değer verdiğim yegane insanlardan biriydi. Koskoca beş seneyi birlikte devirmiştik.

Yan tarafında ki tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Sağ kolumu koltuğun kolçağına yerleştirdim. Bakışlarını bana çevirince baştan aşağıya şöyle bi süzdü. ''Nihayet teşrif edebildiniz Güneş hanım'' sesinden kinaye akıyordu. ''Baklememeni söylemiştim'' enerjimin düşük olduğu sesimden belli oluyordu. Ciddi misin der gibi kaşları havalandı. Daha fazla dayanamamış olacak ki hemen lafa girdi. ''Kaç gündür size ulaşmak için yırtınıyorum!'' Hayret edercesine bakmaya devam etti. ''Sizde ki rahatlık beni öldürecek. Kaç gündür bomba gibi düştüğünüz magazin sayfalarında sınız biliyor musunuz? Üstelik o adamla sevgili olduğunuzu düşünüyor herkes.'' Dedi son derece sert bir tavırla. What? Sevgili mi? Ben ve o. Kulağa hoş geldiğini inkar edemezdim.

O adam: Esat Mir

Atıf fazla gergin duruyordu. Sorun sevgili bilinmemiz değil de neydi. Soru dolu bakışlarımı takındım. Ne sormak istediğimi anlamıştı. "Sahnede, sizi düşmek üzere olduğunuz da tutarken çekilen fotoraflar manşetleri süslüyor, hemde iki hafta geçmesine rağmen." Dedi. Bu iyi olmadı işte. ''Eğer olaylar hızla ilerlemeden sıcağı sıcağına bir açıklama yapsaydınız böyle saçma düşüncelere yer kalmazdı." Dedi hayıflanarak. Uzun süre konuşulacaktım anlaşılan ama başka bi'şey daha vardı. Atıf koltuğun kenarına doğru kayarak kaşının ucunu kaşıyordu.

Bu tavrı beni huzursuzluğa sevk etti. "Hadi söyle, başka ne oldu" dedim sakin çıkan sesimle. Ellerini kenetleyerek yerinde dikleşti. "Yanaroğlu kaç gündür sizinle iletişime geçmek istiyor. Sizi tutan adam yani. Şuan sizi şehir dışına yakın bir mekanda bekliyor. Eğer görüşmeyi red ederseniz daha sonra siz isteseniz de sizinle görüşmeyeceğini net bir şekilde bildirdi." Sakin kalmaya devam ettim. Bunu beklemiyordum hemde bu gün. O görüşme olucaktı malum geç kalınmış bir görüşmeydi.

"Tamam. Bana on dakika ver, sonra çıkıyoruz." Dedim üst kat merdivenlerine yönelerek. "Güneş, o adam bir mafya lideri. Onunla aynı masaya oturmak akıl karı değil." Adımlarım sekteye uğradı Atıf'ın kurduğu cümleleri duyunca. Nasıl yani. Mafya derken? Atıf'a cevap vermeden seri adımlarla odama girdim. Daha sonra bunun üzerine düşünecektim. Şimdi değil. Mafyalara çokta uzak biri değildim aslında.

Üzerimdekileri çıkararak, askıdan kalın askılı dizlerimin üzerinde biten siyah elbisemi giyindim. Gerdanım fazla boş görünüyordu. Hemen ince zincirli bir kolye taktım. Elbisem dar kesim olduğu için çizme giymek yerine çok beğenerek aldığım siyah parlak stiletto ayakkabıları tercih ettim. Saçlarım açıktı ellemedim. Yanıma çanta alma gereği duymadan hazır bir şekilde alt kata indim. Her adım attığım da elbisemin arkasında ki yırtmaç baldırlarıma kadar açılıyordu. Çıkış kapısına geldiğimde Atıf'ın arabanın yanında beni beklediğini gördüm. Geldiğimi görünce yerine geçmek için hareket etmişti ama birden durup bana bakmaya başladı. Kaşlarını çatıp sesli nefes verdi. "Madem bu kadar hızlı hazırlanıyorsun beni niye o kadar beklettin?" Dedi. Ne yani sinirlenmiş miydi? "Kaç yıldır birlikteyiz ilk kez bu kadar hızlı hazırlandığını gördüm. Akıl sağlığıma mukayet ol Allah'ım" başını göğe doğru kaldırmıştı, sabır istercesine.

Arka kapıyı açarak "fazla vaktimiz yok demedin mi?" dedim bıkkın çıkan sesimle. Öyle bi'şey demediğinin elbette farkındaydım.

Beklemeden "Hayır" diyerek reddetti.

"O zaman ben diyorum. Fazla vaktimiz yok Atıf."

Arabaya yerleşerek yola koyulduk. Neden merkezde değilde daha uzak bir yerde buluşuyoruz pek anlam veremedim. Ne kadar arabayla uzun yol gitmeyi sevsem de şuan tedirgin olduğumu itiraf ediyorum. Küçükken ailemle şehir dışına çok iş seyahati yapardık. Sahte aile gösterileri.

...

Şehirden fazlasıyla uzaklaşmıştık ve nihayet arabanın durmasıyla geldiğimizi anlamış oldum. Atıf'ın kapımı açmasıyla arabadan indim. Ne kadar yakın olsakta dışarıda patron ve çalışan ilişkisi içerisindeydik. Etrafıma göz gezdirdim. Karşım da ki mekan fazla küçük görünüyordu. Tabelası yoktu, tamamen ahşaptan yapılmışa benziyordu. İçeri geçmek için ilerledim. Atıf kapıyı açarak bana öncelik verdi. Kapının hemen yanına uzaktan okunamayacak kadar küçük harflerle bir yazı asılmıştı.

Kalbinde kimse yokken birini sevmek kolaydır. Fakat, kalbindekini unutmak için birini sevmek, yükü ağır bir iştir.**

Yazı o kadar ağır bir anlam içeriyordu ki, bunu herkesin anlayacağını sanmıyorum. Beni çokça etkilemişti. Anlaşılan bunu yazan aynı yükten muzdaripti. Yüzüme her zaman ki gibi soğuk bakışlarımı takındım. İçeri girdim. Ateşe ilk adımı attığımın farkında olmadan. Tam karşıda oturan, bakışlarını üzerime sabitleyen Esat Mir'i gördüm. Rahat bir pozisyonda oturuyordu. Kollarından birini yanında ki sandalyenin üzerine doğru uzatmıştı. Omuzları ne kadar da genişti öyle. Bu adam tam benim tipimdi. Her genç kızın kafasında belirlediği bir erkek tipi vardır. Ve ben, benimkiyle bakışıyordum. Neyse ki dışarıdan ne düşündüğüm belli olmayacak kadar sabitti mimiklerim. İçerisi dışarıdan göründüğünden daha büyüktü. Ama kimsenin olmayışından sebep ne konuşulursa rahatlıkla duyulurdu.

Yan masada oturan biri daha vardı. Delici bakışlarıyla hareketlerimi takip ediyordu. Bu adamdan ürpermiştim. Siyah saçları, kalın kaşları, koyu kahve gözleri ve keskin yüz hatlarıyla, bana yaklaşanı keserim der gibi. Yada bu adama yaklaşanı delik deşik ederim havasına sahipti. Uzun süre bakamayıp gözlerimi çektim.

Kapının ağzında bir kaç saniye duraksamanın ardından kendimden son derce emin adımlarla ilerledim. Karşısında durdum. Ayağa kalkarak ceketinin ilk düğmesini ilikledi. Bu hareketi hanesine artı bir puan kazandırmıştı. Ve çok uzundu. Yani fazla uzundu, bu adam niye bu kadar uzundu ki? Acaba annesi on yaşına kadar emzirmiş olabilir miydi?

Tokalaşmak için elini öne doğru uzattı. "Hoş geldin" dedi. Bu iyi değildi hemde hiç iyi değildi. Sanırım ben Esat Mir'in sesine vurulmuştum. Defile gecesinde de tuhaf hissetmiştim, şimdi de. Resmiyeti ne zaman aradan kaldırdığımızı hatırlamıyorum. Gerçi o gecede benimle resmi konuşmamıştı. Demek ki konuşma şekli böyleydi. Yada her neyse. Havada duran elini tuttum, "Hoş buldum" dedim nezaketen elini sıkarak. Ellerimiz ayrı düştü. Elinin sıcaklığından sonra elim üşümüştü. Tuhaf...Fazla tuhaf. Masayı gösterek oturmam için işaret etti. "Tanımadığım bir adamın masasına oturmayı tercih etmiyorum." Diyerek beni ayağına çağırmasına karşı tepkimi ortaya koydum.

Tek kaşını kaldırarak kahvelerime dikti gece mavisi gözlerini. "Tanışmak için oturmayı tercih edebilirsin. Bu da bir seçenek." Mantıkla verilen güzel cevabına karşın, sandalyeyi çekerek oturdum. Nedense gözüme fazla hevesli görünüyordu.

"İnzivandan çıkabilmişsin" dedi imayla. Ne yani kendimi odaya kapattığımı biliyor muydu? istemsiz kaşlarımı çattım. Atıf eğer sen şom ağızlılık yapmışsan var ya, ananı avrandını... "Bunu da nereden çıkarıyor sunuz" dedim mesafeli çıkan sesimle. "Kaç gündür seninle irtibata geçmeye çalışıyorum ama olanlar senin umurunda değil tabi." Dedi kinayeyle.

"Sizinle bir hukukumuz yok o yüzden resmiyete önem verelim lütfen" dedim. "Ayrıca olanlarla fazlasıyla ilgileniyorum. isteseydiniz asistanıma mesajınızı iletebilirdiniz"

"Kendini odaya kapatmandan belli." dedi imayla. "Ayrıca şahsi meseleme başkalarını karıştırmak istemedim" Niçin benimle bu şekilde konuştuğunu anlayamıyordum. Yüzüme sahte olduğu beş metre öteden bile belli olan bir gülümseme yerleştirdim. "Peki, beni buraya çağırma amacınızı öğrene bilirmiyim artık." dedim. Biran önce, gerçekten konuşmamız gereken meseleyi konuşmak istiyordum.

Kendisi de lafı uzatmadan asıl konuya geçti. "Pekala, hakkımız da çıkan asılsız haberleri görmüşsündür. Bu sevgili olayını gerçeğe dönüştürmek istiyorum." Dedi beni ters köşe yaparak.

"Nasıl yani?" yüzümde anlamadığıma dair bir ifade vardı. Kesinlikle böyle bir isteğinin olacağını asla tahmin etmemiştim.

"Yanlış anlaşılma olmasın. Herkes bizi bir süre gerçekten sevgili olarak bilmeli. Tabi biz gerçekten sevgili olmayacağız. Senin için de uygun olacağını düşündüm." diyerek beni daha çok şaşırttı. Sahte sevgili derken? ben bu adamla neler düşüneyim onun söylediği şeye bak.

Kollarımı birleştirerek iyice arkama yaslandım. Çatık kaşlarla yüzüne bakmayı sürdürdüm. "Benim nasıl bir çıkarım olacak eğer kabul edersem. Üstelik bir süre dediniz, neden?" aklım da ki soru işaretlerini ortadan kaldırmalıydı. Konuştuğumuz konunun saçmalığı da cabası. Ayrı ayrı masalarda oturan Atıf ve diğer adam da ne konuştuğumuzu işitiyorlardı. Sahte sevgili anlaşmamıza bir de şahit tutyorduk. Rezalet.

"Beyler bize biraz müsade edin" dedi emir verircesine. Göz temasımızı kesmemişti. Atıf'ın benim onayım olmadan beni yalnız bırak mayacağını bildiğimden başımla onayladım. Yine de çıkmakta tereddüt ediyordu. İkiside çıkınca Esat Mir kollarını masanın üzerine yerleştirerek eğildi.

"Bu aralar benim için rayında gitmeyen bir kaç mevzu var. Ve medyanın odağını farklı yöne çevirmem gerek. Senin için de talihsiz bir anıyı daha iyi değerlendirmek mantıklı değil mi?" dedi, konuştukça beni sesine hayran bırakarak. Etraflıca düşünmek istiyordum. Benim için birini sahtede olsa hayatına almak hemen olacak şey değildi.

"Talihsiz bir anımı daha iyi değerlendirmek için tek seçeneğin siz olduğunuzu mu düşünüyor sunuz"

"Ekstra bir açıklama yapmana gerek kalmadan 'sevgilimle ilk kez podyumu paylaştım' demen yeterli olacaktır. Magazin sayfaların da kolllarımda çekilen boy boy fotoğrafların var. Benden daha iyi bir seçeneğinin olduğunu zannetmiyorum."

"Yani?"

"Neden inat ediyorsun?" seslice nefesini verdi. Sanırım onu fazla uğraştırdığımı düşünüyordu. Halbuki daha bi'şey görmemişti.

"Sizinle inatlaşmıyorum, sadece tam olarak ne yapmayı amaçladığınızı öğrenmek istiyorum" diyerek açıkça belirttim. "Elbette, sorgusuz sualsiz kabul etmen saçma olurdu. Başta da dediğim gibi; medya bu aralar yaptığım her şeye fazla meraklı. Özellikle şu papraziler. Bende odak noktalarını farklı yöne çevirmek istiyorum. Yeterince net mi? Her şey olağan akışına döndüğün de bu sevgili olayını tekrar gözden geçiririz" dedi tok sesiyle. Güzel. Eğer açıklama gereği duymasaydı bir dakika bile kalmazdım, çıkar giderdim. En azından laf anlatmasını bilen biriymiş.

"Düşünmek istiyorum"

"Elbette, bu hafta içinde bana kararını bildirirsin" dedi. Elini kaldırarak arkama doğru masamızı işaret etti. Sanırım yemek servisinin yapılmasını istemişti. Balık pişirilen küçük bir işletmeydi. Merkeze uzak olmasına rağmen deniz kenarına yakındı. Sessizce yemeğin gelmesini bekledik. İkimizde birbirimizi göz hapsinden çıkarmıyorduk. İlk izlenim her zaman çok önemlidir.

Önüme enfes görünen bir tabak bırakıldı. Açlığım kendini tekrar hatırlatıyordu. Yesem mi yemesem mi diye kararsızdım. Bir yudum su içtim, karar vermek adına bir kaç saniye elde etmek için. "Kalorisi düşük bir tabak merak etme, sana kilo aldırmayacaktır" Esat Mir benim kararsızlığımı görmüştü ve açıklama gereği duydu. Şaşırmadım desem yalan olurdu. Beni bu kadar dikkatli inceledi demek. Bu adam beni fazla şaşırtıyordu.

Yemeğime başladım, feci şekilde açtım. Bir kaç lokma anca yiyebildim. Kahretsin! iki çatal daha alırsam mideme kramp girerdi. Nazikçe dudaklarımın kenarını sildim. Esat Mir büyük bir iştahla yemeğine devam ediyordu. Onu izlemek, tok birini bile acıktıracak cinstendi. Hoş bir manzaraydı. Ama yemek yiyen birini izlemek, yemek adabına uygun olmadığından gözlerimi üzerinden çektim.

"Neden yemeğine devam etmiyorsun Güneş?" diyen sesiyle tekrar odak noktam olmuştu. ilk kez ismimi söylemişti. "Bu kadarı kafi. İkramınız için teşekkür ederim Esat Mir bey" dedim. Kendisi de ağzını silerek bir yudum su aldı.

"Fark ettim de biz daha tanışmadık, arada kimse olmadan." Bunu bende fark ediyordum. Ne garipti, birlikte yemek bile yedik ama daha tanışmış değiliz. "Doğru, tanışmadık daha" dedim bende onu onaylayarak. Ayağa kalkıp öne doğru çıktı. Anlamıştım. Bende karşısına geçtim.

"Merhaba, ben Esat Mir Yanaroğlu"

"Merhaba bende Güneş Ilkın. Tanıştığımıza memnun oldum"

"Benim kadar mı?" cevabıyla tek kaşım havalanmıştı. Sorusunu es geçtim.

"Müsadenizle, biz artık gidelim"

"Tabi" dedi aramızda ki kısacık mesafeyi kapatarak. Benden bir kafa boyu kadar uzundu. Ayağımda ki topuklulara rağmen anca çenesine gelebilmiştim. Bu kadar yakın olması kalp ritmimi bozdu. Başını boyun girintime doğru eğdi. Geriye adım atmamak için kendimi zor tuttum. Boynumdan derin bir soluk çekti ve "memnuniyetim artıyor" dedi.

Vücudum kaskatı kesildi. Bu kadar cüretkar davranacağını tahmin etmemiştim. Yüzü yüzme fazla yakındı, gözlerini kırpmadan tepkimi ölçüyordu. Bende ki nezaket buraya kadardı. "Geri bas" diye tısladım adeta. Dudaklarının kenarı kıvrıldı. Geriye doğru adımlayarak uzaklaştı. Ellerini ceplerine yerleştirip gözleriyle vücudumu izlemeye başladı. Neden böyle kabaca davrandığını anlamış değilim, üstelik karar verme aşamasında olmama rağmen.

"Bir daha sakın sınırlarınızı aşmayın" dedim sert bir sesle.

"Güzel, sana karşı hadini bilmeyenlere bu tepkinden daha sert bir tepki göster." Başta ne değini anlamasam da sonradan jetonum düştü. Beni test etmişti. Cepte keklik miyim değil miyim diye. Nasıl bir karaktere sahip olduğuma dair kendince fikir sahibi olmuştu. "Kime nasıl had bildireceğimi gayet iyi biliyorum. Ve siz bana emir veremezsiniz. Yerinizi bilin." sert tavrımı sürdürdüm.

Bu görüşmenin bu şekilde ilerleyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Cevap verme gereği duymadan eliyle kapı tarafını gösterdi. Bu artık gidebilirsiniz demekti. Hışımla arkamı dönüp saçlarımı savurarak dışarıya çıktım. Kendini bilmez ulkala herifin tekiydi. Böyle biri benim tipim olamaz. Dış görünüş her şey değil, buda kanıtı işte. Burnuma dolan tuz kokusuyla derin bir soluk çektim içime. Atıf dışarı çıktığımı görünce hemen arabanın kapısını açtı. Biraz gerimizde duran adama çevirdim adımlarımı. Tam karşısında durdum. Yüzünü çok net görüyordum. Kaşından kulağına doğru uzanan bir yara izi vardı. "Patronuna söyle, benim kendini beğenmiş ukala biriyle işim olmaz. Hadi eyvallah." Dedim adamın cevabını beklemeden arabaya bindim.

Atıf'ın arabayı çalıştırmasıyla geldiğimiz yolu dönmeye koyulduk. "Güneş hanım" Atıf'ın sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Ben olduğuma dair mıldandım. Aynadan sürekli beni kontrol ediyordu. "Peki ne konuştuğunuzu benimle de paylaşacak mısınız?" Beklediğim soru gelmişti. "Arabada konuşulacak bir konu değil Atıf. Akşam yedi de evde ol, o zaman detaylıca konuşacağız." Dedim düşünceli olduğumu belli eden bir ses tonuyla.

🔥

Kadın mekana girdiği gibi Esat kendini yine tuhaf hissetmişti. Buna nasıl bir anlam yüklemesi gerektiğini bilmiyordu. Ona doğru geldiğinde attığı her adımda, içinde bi'şeyler sarsılıyordu sanki. 34 yıllık hayatında daha önce böyle tuhaf hisleri olmamıştı. Hayatına elbette birilerini almıştı ama hiç biri bu kadın gibi değildi. Neden Güneş'i diğer kadınlarla kıyasladığına anlam verememişti. Kesinlikle bu kadından uzak durmalıydı. Ona sevgili olmayı teklif etmesi tamamen saçmalıktı. Üstelik aklında böyle bir seçenek dahi olmamasına rağmen şak diye söyleyi vermişti. Sıkıntıyla sakalını kaşıdı.

Esat da ki sıkıntının farkında olan Harun, sesizce onu izliyordu. Esat'tan bir yaş küçüktü Harun ama ona abi gözüyle bakardı. Birlikte büyümüşlerdi. Harun'un babası vaktin de Esat'ın babası Mustafa Yanaroğlu'un gövenlik şefiydi. Mustafa bey öldüğünde babası da işlerden elini ayağını çekmişti. Esat'ı yalnız bırakmamıştı ama eskisi kadar da aktif olmamıştı. Yıllar boyu Harun'u bu iş için hazırlamıştı babası. Ve vakti geldiğinde yerini almıştı. Esat ve Harun yakın iki dosttu. Birbirlerinin sıkıntılarını konuşmadan anlayacak kadar yakın iki dost.

"Esat tahminen ne zaman konuşmaya başlarsın" dedi Harun. Etraflarında kimse yokken araya resmiyeti sokmaz, samimi davranırlardı. Aralarında ki bağı herkes bilirdi. Esat Mir bakışlarını Harun'a çevirdi. Yüz ifadesinden bir şey anlaşılmıyordu ama Harun bilirdi. Olaylar iyice sarpa sarıyordu.

Konuşmaya devam etti Harun. "Neden kadına öyle bir teklifte bulundun? böyle bi'şeyin bahsi geçmemişti." Dedi gözlerini kısarak.

"Ne bileyim oğlum, söyleyi verdim işte" dedi aksi çıkan sesiyle. Esat kendini fazla gergin hissediyordu. Kadına karşı davranışlarına engel olmamıştı. Zira kadının kokusu başını ağrıtacak kadar güzeldi. Neden kadının kokusunu soluduğunu da bilmiyordu. Bu gün ona ne oluyorsa hiç bir fikri yoktu.

"Hay sikeyim" diyerek hışımla yerinden kalktı. "Kalk lan sen de bana bir ağrı kesici bul." Sinirle söylendi. "Oturdun buraya, dırdırcı kadınlar gibi soru sorup durma." Cama doğru yaklaştı. Hava kara bulutlar tarafından esir alınmış gibiydi. Halbuki Güneş yanındayken, hava cıvıl cıvıldı. İlk baharın bir etkisi yoktu yani.

Farkındaydı Harun, Esat'a o kadın çarpmıştı. Usulca yerinden kalktı, hala Fahri ustanın makanındaydılar. Harun, Esat'a bakmadan söyleyeceği son cümlelerini söyleyerek gitti. "Kadına her ne yaptıysan yada söylediysen özür dilesen iyi edersin yoksa onu anca rüyanda görürsün."

Ne anlaması gerektiğini anlamıştı Esat. O son hareketi yapmayacaktı. Güneş'i araştırmıştı. Hemde en ince ayrıntısına kadar. Ve ne kadar kabul etmek istemese de Güneş tam onun tipiydi. Sıkıntıyla iç geçirdi. Dertli başına yine dert açıyordu.

☀️

Kimsesizlik zordu. Ailen varken kimsesiz olmak daha zordu. Baba kelimesi benim için, sevgi, güven yada merhamet ifadelerini çağrıştırmıyordu. Çünkü, babam vardı yaşıyordu ama benim için yoktu. Annem vardı sadece. Tek kişilik bir aile. Ben doğmadan önce mutlu bir evlilikleri varmış, annem öyle söylerdi. Bülent bey iyi koca olmuştu ama iyi bir baba olamamıştı. Ben, hergün aksatmadan görevini yerine getiren güneş değil, esip gürleyen rüzgar olmak isterdim.

Gözlerimi duvar da ki saate çevirdim. 16:16 olduğunu gördüm. Eşit sayıları yakladığım için biraz da olsa rahatlamıştım ama bu saatin anlamı pek hoş değildi. Beni aldatan kimdi? Pek arkadaş canlısı olmadığımdan arkadaşım yoktu. Atıf'ın dışın da. Sevgilim de yoktu. Beni kim aldatabilir ki. Hah sahte sevgili adayım. Tek seçenek.

Adım seslerini duyunca başımı sese doğru çevirdim. Yardımcılarımdan biri elinde kocaman bir çiçek buketiyle bana doğru geliyordu. Yine hayranlarımdan biri olmalı. Evime çiçek kabul etmemeyi yıllar önce anlamıştım. Yerimden doğruldum, çiçek buketine yaklaştım. "Güneş hanım bu çiçekler size gelmiş efendim" dedi yardımce kız.

Koca bir papatya buketiydi. Kimin gönderdiğine dair pek bir fikrim yoktu. Kan akışım hızlanmıştı. Titreyen ellerimle buketi kucağıma aldım. "Özel kurye getirdi efendim." Başımla onaylayarak kızı gönderdim. Üzerinde küçük bir zarf vardı. Şükür ki not bırakmıştı gönderen her kimse.

Zarfı açarak okudum. "Papatyalar bana seni hatırlattı. Güneş gibi hoş kokulu. Bugünkü kaba davranışımdan ötürü özürlerimi iletiyorum. Vereceğin kararda bu özrümü göz önünde bulundurmanı temenni ediyorum. EMY.

Esat Mir Yanaroğlu, isminin baş harflerini yazmıştı. Bütün tedirginliğim yok olmuştu. Özür dilemesi hoş bir hareketti. En azından kabaca davrandığının farkındaydı. Kararımı vermiştim aslında ama özür dilemesi ve papatya göndermesi bu kararımı tekrar gözden geçirmemi gerektiriyordu.

Esat Mir ne yaptığını bilen bir adamdı. Ve ben ona kapılmamak için büyük mücadele verecektim.

 

-Bitti-

 

bol güneşli günlerimiz olsun.....

oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

dipnot- ** kısımda ki söz şahsıma aittir.

Bölüm : 20.12.2024 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...