

Küfür ve argo kelimeler bulunmaktadır. Olaylar tamamen hayal ürünü olup gerçekle bağdaştırılamaz.
Verdiğim karardan pişman olmak istemiyordum. Ama bunu yaşamadan da anlayamazdım. Evet. Şu sahte sevgili olayını bu günden itibaren başlatmış bulunmaktaydık. Hatta bu gün ilk randevumuza çıkacaktık. Sahte randevu yani. Atıf bu kararımı pek onaylamasa da beni vazgeçirmek için çokta ısrarcı olmamıştı. Tek sıkıntı anneme danışmadan böyle bir karar aldığım için canıma okuyacaktı. Annemin gazabından Allah'a sığınırım. Felaket bir anneye sahip olmak zordu. Fazla zor.
Öğleden sonra başladığımız dergi çekinleri halen devam ediyordu. Dış mekan çekimi olduğu için çekimlerde zorlaşıyordu. Dağın başında olmamız bunu kanıtlıyordu. Derginin ismini ilk duyduğum da şaşırmıştım, böylesi bir ismi ilk kez duyuyordum. Kor alev dergisi. Değişik, farklı şeyler her zaman dikkat çekerdi. Benim de öyle. Özellikle rakamlarda. Yüklü bir miktarda ödeme yaptıklarından dolayı kabul etmiştim. Çok yüksek olmasa da dağın yamacına gelmiştik. Rüzgar hızını artırıyordu. Ceketime sarındım. Son çekim hazırlıklarının bitmesini bekliyordum. İşim bitince sahte sevgilimle randevuya çıkacaktık.
"Güneş hanım yerinize geçebilirsiniz" diyen Mehtap'la hareketlendim. Dağdan aşağıya doğru ateş yayılıyormuş gibi dekore edilmişti. Derginin ismiyle uyumlu Ateş konseptine uygun çekim yapıyorduk. Şuan üzerimde ki elbise şifon kumaştandı. Elbisenin iç kısmına küçücük led lambalar yerleştirilmişti. Sanki elbisenin etek uçlarında ateş varmış gibi bir izlenim veriyordu. İnce kumaşından ötürü üşümüştüm. Ama sorun değildi. Bu çekimde büyük bir emek söz konusuydu.
Yerime geçerek üzerimde ki ceketi Mehtap'a doğru uzattım. Başlarda Mehtap'ı gereksiz bulmuş olsamda şuan gayet kendisinden memnundum. İhtiyacım olan bir kadın yardımcıymış ve ben bunu yeni fark ediyordum. Ah ulan Atıf, arada yararlı işlerde yapabiliyor muşsun.
Fotoğrafçı Asaf'ın beni yönlendirmesiyle son çekime başladık. "Güneşcim arkan dönük dur. Başını biraz daha sola çevir. Sağ elini de başına doğru kaldır. Evet, evet harikasın." Dediklerini harfiyen yerine getiriyordum. Uzaktan robota benzediğimi düşünüyordum. "Tamam. Şimdi de bana dön." Dikkatlice döndüm. Ayağımda spor ayakkabılar olmasaydı halim ne olur kim bilir. "Başını sol omzuna çevir. Biri sana hoş olmayan bir şey söylemiş de sende alınmışsın gibi burnunu havaya dik. Okey." Burnumu havaya dikmem için alınmam gerekmiyordu ki. Burnum zaten havadaydı.
"Son kareler, bozma dur. Bana bak." kapalı gözlerimi aralayarak yüzüne baktım. Yüzüm de eksik olmayan maskeyle koyu kahvelerim iyice belirginleşmişti. "Şimdi senden maskeni çıkarmanı istiyorum." Bu istek kabul edilemezdi. "Hayır" net bir şekilde red ettim.
"Güneş, yüzünü göstermeyeceğim zaten. Saçınla çene kısmını kapatıcaz. Endişelenecek bir şey yok." dedi Asaf beni ikna etmeye çalışarak.
"Endişelenmiyorum çünkü maskem yüzüm de kalacak" dedim bende karşı çıkarak. Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. Bunu benden isteyen ilk foğrafçı değildi. Alışık olduğum bir durumdu, hem de yıllardır. "Bak, gerçekten yüzün görünmeyecek, rüzgarda esiyor görüyorsun. Bir kaç kare çekelim içine sinmezse siler baştan çekeriz." diyerek beni ikna etmeye devam ediyordu.
Birkaç dakika kadar hareket etmeden durup düşündüm. Asaf'ın daha önce benden böyle bir isteği olmamıştı. Çekimler de olduğu için rahat ettiğim nadir fotoğrafçılardan biriydi. Şuan herkesin gözü üzerimdeydi. Kabul edip etmeyeceğimi merak ediyorlardı. Gözüm Asaf'ın arkasında duran Atıf'a kaydı. Tereddüt ettiğimi görüyordu. Başını olumluca salladı ve gözlerini kapatım açtı. Bu hareketi bana güven vermişti.
"Bir şartla" dedim gözlerimi Asaf'a çevirerek. "Burada ki hiç kimse gizli yada açık fotoğrafımı çekmeyecek." Asaf hemen başını kabul edercesine salladı. Arkasın da duran çalışanlara dönerek, "Arkadaşlar toparlanmak için hazırlanmaya başlayın. Hadi milet hareket zamanı" dedi ellerini çırparak.
Maskemi çıkardım ve Mehtap'a uzattım. Elimden alınca saçlarımı ufak bir hareketle düzeltti. Rüzgar gerçekten de kuvvetli esmeye başlamıştı. Asaf memnun kalmışçasına sırıtıyordu. Gözlerimi devirdim. "Okey, şimdi dümdüz kameraya bak. Mehtapcım Güneş'in bir tutam saçını yüzünde duracak şekilde sabitle." Dedi hızlı hızlı. O da ben gibi bitirmek istiyordu artık.
Son kez poz vererek nihayet çekimi bitirmiştik. "Yine harikaydım tatlım." Beni övmesi tamamen maskeyi çıkardığımdandı. Yüzüne kötü kötü bakarak yanından geçip, bana özel kurulan çadıra girdim. Üzerimi kendi kıyafetlerimle değiştirdim. Bu gün iddialı bir parça yoktu üzerimde. Normal ispanyol paça kumaş pantolon ve önü tüylü göbeğimi açıkta bırakan bir üst vardı. İlk ravdevuma bu kılıkla gidecek olmam, kendimi dağdan aşağı bırakma isteğini uyandırıyordu. Ayağımda ki spor ayakkabılara değinmek bile istemiyorum.
Ekip hazır halde arabalara doğru inmeye başladık. Ellerimle sıkıca Atıf'ın koluna tutunmuştum. Diğer koluylada Mehtap'ı tutuyordu. Kendi başına inemiyordu sanki. Bu size farklı bir şey düşündürtmesindi. Zira Mehtap'ı kıskanmam söz konusu dahi değildi. "Beni tutman gerekirken neden onu tutyorsun?" dayanamayarak söylendim. Yan profilinden güldüğü belli oluyordu. "Ne gülüyorsun be, soru sorduk cevap ver" dedim hırsla.
"O da sizin gibi yürümekte zorlanıyordu Güneş hanım." dedi gayet sakince. "Ben zorlanmıyor..." daha cümlemi tamamlamadan ayağımın altından toprağın kaymasıyla çığlık attım. İyice Atıf'a tutdum. Hatta sırtına çıktım desem daha doğru olurdu. Bir eliyle bacağımdan destek olurken diğer eliylede Mehtap'ın kolunu tutyordu. Boğazına sardığım kollarımı sıktım. Az daha amel defterim kapanıyordu beyefendi hala onu bırakmamıştı.
"Güneş hanım beni boğmaya mı çalışıyor sunuz?" diyen Atıf'ın sesiyle ters bakışlarımı kızın üzerinden çektim. "Merak etme seni nefessiz bırakacak kadar gözden çıkarmadım." dedim.
"Çok sağ olun. Bu yüceliğiniz karşısında şapkamı çıkarıyorum"
"Sadece sana özel, Atıfcım" ismini bastırarar söyledim. Amacımın ne olduğunu anlamıştı. Düz araziye çıkmıştık ki, büyük bir toz bulutuyla yaklaşan arabalar görüş açımız girmişti. Üç tane araba peş peşe yol kenarında durdular. Kimlerin geldiği büyük merak uyandırmıştı herkeste. Aynı anda önde ve arkada duran araçtan takım elbiseli adamlar inerek ortada duran arabaya yöneldiler. Önemli birinin geldiği belli olmuştu. Ama kim?
Çekim ekibinin içinde bulunan herkes arabadan inen adama dikkat kesilmişti. Tabi ben de. Sanki ağır çekimdeymiş gibi kapı açıldı ve takım elbiseli biri daha indi. Yüzüne güneş gözlüklerini takarak bana doğru gelen Esat Mir' den başkası değildi. Koca bir siktir, beni almaya geleceğini bilmiyordum. İleriye doğru attığı her adımda sanki yeri titretiyordu. Yürüyen marka. Rüzgardan dolayı hareket eden, güneşte karamel rengine çalan saçları ayrı bir güzeldi. Heybetiyle bana doğru geliyordu. Aramızda az bir mesafe kala durdu.
Kalabalıktan fısıltılar yükselmeye başlamıştı. "Neden bu adamın sırtındasın?" hayranı olduğum sesiyle beni kendime getirdi. Evet, ben hala Atıf'ın sırtından inmemiştim. "Buraya geleceğine dair bir bilgim yoktu" dedim. Aramızda ki resmiyeti kaldırmıştım, malum o benim sevgilimdi. Sorusuna cevap vermemem kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Neden bu adamın sırtında olduğunu sorsum, Güneş." dedi birkez daha sorusunu yenileyerek.
Atıf'ın omzuna minik bir fiske vurdum. Beni yere bıraktı ve önümden çekildi. Hala Mehtap'ın kolunu tutuyordu mal deyneği. Gözümden kaçmış değildi. "Hoş geldin" dedim şaşkınlığımı bir kenara bırakarak. Aramızda ki mesafeyi kapattı ve beklemediğim bir şey yaptı. Bana sarıldı. Hemde kocaman. Sürekli şaşırmaktan ağzım gözüm yamulacaktı en sonunda.
"Hoş buldum güzelim" dedi. Ellerimi sırtına sardım. Etrafımızda ki insanlardan ötürü ne yaptığına dair pek bir fikrim yoktu. Sadece ona uyum sağlıyordum. Kokusunu solumak hoştu, fazla hoş. Burnumda maske olmadan kokusunu solumak isterdim. Benim dışım da kimler bu kokuyu alıyordu acaba. Saçmalama Güneş, ana odaklan.
Sarılma işini uzatmadan ondan ayrıldım. Gözleriyle üzerimi hızla inceledi. Etrafımız da ki insanlarada göz atmıştı. Bir anlıkta olsa düzelen kaşlarını tekrar çatmıştı. Hoşuna gitmeyen bi'şey vardı. "Esat bey hoş geldiniz. Geçeceğimiz yerin adresini sekreterinize bildirmiştim, buraya kadar zahmet ettiniz." Dedi Atıf hoşnutsuz çıkan sesiyle. Esat'ı ilk gördüğü andan beri sevmemişti. "Sevgilim için elbette zahmete gireceğim. Zira kendisi benim için önemli bir kişilik." Diyerek Atıf'a cevap verdi. Anlaşılan duyguları karşılıklıydı.
Kolunu belime sardı ve beni iyice kendisine çekti. Alttan yüzüne baktım. Topuklukarım olmadığından dolayı aramızda ki boy farkı artmıştı. Buradan bakılınca yıkılmaz bir dağ gibi görünüyordu. Bunu inkar edemezdim, yakışıklıydı. Fazla yakışıklı. Pürüzsüz yüzü güneşte parlıyordu. Acaba yüzü için hangi bakım ürünlerini kullanıyordu. Bana da çıtlatsa fena olmadı. Bunu sormayı aklıma not ettim.
"Bu çekimin yönetmeni kim?" diye sordu aniden. Zaten yüzünde olan gözlerime baktı. Bana sormuştu. "Neden?" soruya soruyla karşılık vermiştim.
"Bu dağ başında ne işiniz var?" aldığı cevaba karşılık yeni bir soru yöneltmişti.
"Dergi çekimi yapıyoruz" dedim.
"Bu soktuğumun dergisi için dağın başına gelmene gerek yoktu" sesi hiddet doluydu. Neye sinirlendiğini anlamamıştım. "Gerek varmış ki geldik" dedim aksi bir ses tonuyla. Milletin içinde benimle konuşurken dikkatli olması konusunda kendisini uyarmam gerekiyordu anlaşılan. Hala dergi çalışanları etrafımız da duruyordu. "Neyse biz gidelim artık. Asafcım ellerine sağlık, arkadaşlar sizinde. Tekrar görüşmek üzere." Diyerek çalışanların dağılmasını sağladım. Atıf'a yöneldim. "Sizde Mehtap'la birlikte gidersiniz." Dedim ve giden Asaf'a seslendim. Bana bakan bir çift lacivert gözlerin ağırlığını hissediyordum.
Ne söyleyeceğimi bilen Asaf ben konuşmadan cevap verdi. "Akşam fotoğrafların son halini atacağım merak etme." dedi ve ekibiyle araçlarına binerek uzaklaştılar. Biz kalmıştık. Atıf'ın gitmek için hareket etmediğini görünce, yapıştığım adamdan ayrıldım ve karşısına geçtim. "Hala neyi bekliyorsun Atıf, al kızı da git" dedim. Beni yalnız başıma bıraktığı için endişeliydi. Ve ben bu endişeyi anlıyordum. Yüzüme samimi olduğumu gösteren bir gülümsemeyle baktım. "Merak etme, güvende olduğuma emin olacağım."
Telefonumu elime koyarak, "Tek çalışta açılmazsa soluğu yanında alırım." dedi ve gözlerini arkama dikti. "Polislerle mekanı basarım, Güneş hanım" alttan değil dümdüz tehdit etmişti Esat'ı. Atıf'ın bu denli koruyucu davranmasını elbette anlaya biliyordum. Çünkü daha önce mafya lideri olduğu söylenen bir sevgilim olmamıştı. Yanağına minik bir öpücük bıraktım ve gitmesi için omzundan itekledim.
Arkamı döndüğümde öfkeyle kararan bakışlarla karşılaştım. Sanırım Atıf'a sinirlenmişti. Hışımla arabasına doğru sert adımlarla ilerledi. Arkasından öylece baktım. Tam olarak bu aşağılık yerde ne oldu idrak edemedim. Peşinden arabasına yöneldim. Elimi kapının koluna uzatmıştım ki biri benden önce davranarak kapıyı açtı. Sarı uzun saçlı korumaya çevirdim bakışlarımı. Gözüme fazla tanıdık geldi. Daha önce karşılaşmış gibi hissettim. Kibar bir gülümsemeyle teşekkür ettim.
Arabası da kendisi gibi kokuyordu. Ferah. "Yüzün de ki şu ifadeyi sil" sert sesini işitince irkilmiştim. Yüzümde nasıl bir ifede vardı ki. Dikiz aynasından kendime baktım. Gülümseme vardı yüzümde. Anlık öfkelensem de ifademi bozmadım. Hatta kocaman gülümsedim. "Emir kipiyle ilgili ufak problemlerim var" dedim. Yüzümden ters bakışlarını çekip önüne döndü. Bende cam tarfına dönerek yüz ifademi hızla sildim.
Arabanın durmasıyla beklemeden indim. Çabucak yanıma gelen sarı koruma kapımı kendim açtım diye hoşnutsuz bir yüz ifadesiyle bakıyordu. "Güneş hanım kapınızı ben açacaktım" dedi. Aynı bakışlarla karşılık verdim. "Kollarım çalışıyor, merak etmeyin" dedim mesafeli çıkan sesimle. Lüks bir restoranttı geldiğimiz yer. Esat Mir önden içeri girmişti. Bende peşinden girdim. Kimse yoktu. Restoranı kapattırmıştı anlaşılan.
Bizim için özel hazırlattığı belli olan masaya geçip oturduk. İkimizde konuşmamaya yeminli gibi yemek bitene kadar konuşmadık. Akşam öğünü olduğundan hafif şeyler yemiştim ama Esat Mir kırmızı et tüketmişti. Üstelik büyük bir porsiyondu. Bu cüsseyi doyurmak kolay değildi anlaşılan. Yedikleri bol protein içeriyordu. Fiziğini benim gibi yediklerine dikkat ederek koruyordu. Tabi bol bol spor yaparakta.
Esat Mir'in yanındayken maskem yüzümde kalmıyordu. Kendimi güvende mi hissediyordum? Evet. Bu adamın yanında zarar görmeyeceğimi hissediyordum. Bu hislerin normal olmadığını biliyordum ama engelde olmuyordum. Sonuçta hayatımda geçiciydi, neden güven duygusu aşılıyordu bana. Olmaması gerekirken güzeldi.
Masamızdan boşlar hızlı bir şekilde alınarak tatlılar bırakıldı. Maalesef tatlı tüketemiyordum. Önümde ki tabağa melül bakışlar atmakla meşgulken Esat Mir'in konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. "İstediğin başka bir tatlı varsa değiştirsinler tabağını" dedi. Bu adam yüz ifademi acayip iyi analiz ediyordu. "Gerek yok, tatlı tüketmiyorum zaten" diyerek cevap verdim.
"Öyle ise seninle konuşmak istediğim bir kaç şey var onları konuşalım. Daha doğrusu uyman gereken kurallardan bahsedeceğim." Dedi, nasıl kurallar olduğunu merak etmiştim. Bana kural koyacağını düşünmesi komikti ama bozuntuya vermeden dinlemeye başladım. "Öncelikle dışarıda samimi davranılacak, gerçek sevgililer gibi. Benim dışımda erkeklerle samimi olmayacaksın. Canımlı cicimli sevgi sözcükleri başka erkekler için kullanmayacaksın. Ben meshebi geniş bir adam değilim, öyle laubali davranışlara gelemem. Hele benim kadınım asla yapamaz." Dedi sert sesiyle. Tam bir kıro gibi davrandığının farkındamıydı acaba.
Onu sakince dinlemiştim. Yüzümde mimik dahi oynamadan sözünün bitmesini bekledim. Şimdiyse konuşma sırası bendeydi. Pekala kurallara kuralla karşılık verelim. "Benim için kurduğun her kural senin içinde geçerli olacak. Karşılıklı birbirimize saygı duyacağız. Her nerede olursak olalım asla özel alan ihlali yapılmayacak. 'samimi davranışlar da ' buna dahil." Diyerek özellikle altını çizdim. "Ayrıca istediğimle istediğim şekilde konuşurum, buna sadece ben karar vere bilirim. Geçici süreliğine hayatıma dahil olan sen değil" tavrımı net bir şekilde belirttim. "Altını çizerek söylüyorum, toplu bir ortamda benimle emir erinmiş gibi konuşmayacaksın. Sana demiştim, emir almakla ilgili ufak problemler yaşıyorum. Ters düşmek istemiyorsan hitap şekillerine dikkat edersin, Esat Mir" dedim.
Her hoşuna gitmeyen kelimelerimle kaşları iyice çatılmıştı. Kaşlarının arsında ki çizgi fazla belirginleşiyordu. Bu adam güzelim yüzünü mahvediyordu. Koyu lacivertlerini kahvelerime sabitledi. "Geçici olup olmadığını zaman gösterecektir, bu kadar kesin konuşma. Tükürüğünü yalamak gibi bir tabir vardır bilirsin." Dedi bilmiş bilmiş. Sesi beni benden alıyordu. Kesinlikle bir kadını etkilemek isterse sesi yeterli olurdu. Rahatsız oldum birden. Bu ne saçma bir düşünceydi böyle. Sevgilim olan adamı başka kadının geçtiği cümleyle yan yana kullanmıştım. Saçmalık, tamamen saçmalık.
Tam Esat Mir'e cevap verecekken telefonum çaldı. Atıf'tır diye açmayacaktım ama annemin aradığını görünce istemsizce yerimde dikleştim. Gözlerim telefonun ekranından Esat'ın yüzüne kaydı. Anneme bulunduğum durumu izah etmemiştim ve bunu yapmak için yanlış yerdeydim. "Müsaadenle bunu açmam lazım" dedim Esat'a. Başını evet dercesine salladı. Minik bir boğaz temizleme hareketiyle telefonu kulağıma yasladım.
"Efendim anne" dedim. Kiminle konuştuğumu öğrenmiş oldu. Annemin sesi yankılandı kulağımda. "Güneş eve gelmek için on dakikan var. Her neredeysen derhal eve geliyorsun" dedi sinirle. Anlaşılan geç kalınmış hesap sorma işini yapacaktı.
Sahte gülümsemelerimden birini yüzüme yerleştirdim. "Ah annecim iyiyim sen nasılsın?" diyerek rol yapmaya başladım.
"Bana bak Güneş, eğer kıçını kaldırıp buraya gelmezsen ben gelirim ve emin ol şuan olduğu kadar sakin kalmam" dedi sinir yüklü sesiyle. Kendini sakin diye kandırması, benim de ona inanmam yapacağım son şey olurdu herhalde.
"Ha ha anneciğim güzel espriydi. Eve geldiğimde detaylı konuşuruz. Şuan bir randevudayım." Sesim randevu kelimesini söylerken daha kısık çıkmıştı. Bu kadının üzerimde ki etkisinden kurtulamıyordum bir türlü. Randevu dediğim an Esat beni göz hapsine almıştı. İki taraf da beni erkenden diğer tarafa göndermeye çalışıyordu anlaşılan. "Tamam, öyle olsun ama bu gece mutlaka konuşacağız kızım kaçışın yok" dedi ve telefonu kapattı.
Ah anne tamda zamanıydı yani aramanın. Biz burada adama racon keselim sende azarla, olacak iş miydi? "Bunu sık sık yapar mısın?" diye sordu Esat. Neyi kast ettiğini anlamamıştım. "Neyi?" dedim anlamadığımı belirterek. Parmağıyla yüzümü işaret etti. "Şu yüzünde ki sahte gülümsemeleri" dedi beni ters köşe yaparak. Bunu beklemiyordum. Nasıl fark ettiğini bilmiyordum, bu adam gittikçe beni korkutmaya başlamıştı. Ne cevap vereceğimi şaşırdım. Cevap vermek yerine sessiz kaldım. Sessizliğim bir kabullenişti, anlamıştı.
Cevap vermeyişimi sorgulamadı. Sanırım bu konuda üzerime gelmemeyi seçmişti. Yerimde toparlanarak, "Kalksak mı artık?" sesimde ufak titreşimler olmuştu. Bu adamın bende bıraktığı etkiler normal değildi. Hem de hiç. Uzak durma konusunda dikkat edecektim güya, beni bu kadar iyi analiz eden biriyle daha önce karşılaşmamıştım. "Olur, kalkalım" dedi. Yanıma geldiğinde elini belime atarak beni kendine çekti.
Bu kısa sürede fark ettiğim bir şey varsa o da Esat'la yan yana olduğumuz zaman benimle temasını koparmadığıydı. Her defasında kendimi kendisine yapışık halde bulurdum.
Yakınlığı duygularımı alt üst ediyordu. Sanki tüm nefesim ondaymış gibi. Daha kaç gün olmuştu ki onu tanıyalı. Ama kalbim öyle demiyordu. Bu adam yakınlarına gelince maratona çıkıyormuş gibi atıyordu. Buna bir çözüm bulmam lazımdı yoksa farklı yerlere savrulabilirdi. Buna gerek yoktu. Yerinde olan her şey olduğu yerde durmalıydı.
Tekrar arabaya binerek annemin evinin adresini söyledim. Gerçi söylememe gerek yoktu, eminim biliyorlardı. Evin sokağına girdiğimizi görünce arabanın durmasını sağladım. "Güzel bir akşamdı, teşekkür ederim" dedim nezaketen. Esat beklemediğim bir hamle yaptı. Sağ elini kulağımın altına doğru yerleştirerek beni kendine çekti. Başını boyun girintine yasladı. Bu ani hareketleri karşısında öylece kalıyordum. Kalbim kulaklarımda atıyordu. "Daha güzel akşamlarımız olsun" dedi ve boynuma öpücük kondurarak uzaklaştı. Karşısında serseme dönmemek imkansızdı. Bilerek yada bilmeyerek bunu çok iyi yapıyordu.
İçime kaçan sesimle, "görüşürüz" dedim ve kendimi dışarıya attım. Özel alan ihlali mi? boş versene. Yüzüme çarpan havayla biraz da olsa kendime gelmiştim. Seri adımlarla bahçe kapısından içeri girdim. Benim girmemi bekleyen araç ben içeri girince yoluna devam etti. Bahçeye göz gezdirdim. Babamın bir yerlerden çıkmasını kesinlikle istemiyordum. Gecemin mahvolmasını istemezdim hele en son yaşadığımız kavgadan sonra. Gerçi ona hala baba hitabında bulunmam bile babalara yapılan büyük bir haksızlıktı. Bir adam iyi bir eşken, neden kötü bir baba olurdu?
⚔️
Bu kadına karşı kendimi dizginleyemiyordum. Ben de öyle bir etki yaratıyordu ki her an yanımda olsun istiyordum. Sürekli gözüm onu görsün, elim tenine değsin istiyordum. Normal bir adam değildim ve duygularımın da normal olmasını beklemiyordum ama bu kadar hızlı alışacağımı da tahmin etmiyordum. Onu Atıf denen korumasının sırtında görünce sinirden patlayacakmış gibi hissetmiştim. Benim dışımda başka bir erkeğe temas etmesi, o kişinin soluğunu kesmem için yeterliydi.
Ve ben sinirimi ona yansıtmıştım. O kadar güzel gülüyordu ki geriye dönüp o korumayı boğazlamamak için kendimle savaşmıştım adeta. Sadece bana gülebilir, dokuna bilirdi. Evet, sadece ben. Bu tavırlarım onu korkutuyor olabilirdi fakat zarar vermem Güneş'e. Asla. Kahretsin! ben onunla bir süreliğine sevgili rolü yapıcağımızı söylediğim de bile yalan söylemiştim. Güneş benim hayatıma girdi ve daimi olarak kalacaktı. Zorla değil kendi isteğiyle. Koca bir siktir. Kör karanlığıma Güneş'i istiyordum.
Ona karşı hislerimi kontrol edemiyordum, etmekte istemiyordum. Gittikçe artan bi'şeyler vardı; Karanlığımı aydınlatacak, aydınlığını hapsedecek kadar derin istekler. Güneş karanlık hislerimin esiriydi artık.
Onu her şeyiyle kafama takıyordum. Her şeyi. Yüzünde ki maskesi merakımı kamçılıyordu. Dışarıdayken maske kullanmasını anlıyordum ama her yerde takıyordu. Defile gecesinde de yüzündeydi. Konseptin bir parçası sanmıştım fakat öyle değildi. Güneş son beş yıldır maskeyle bir bütün olmuştu. Dosyası masamın çekmecesinde duruyordu. Onu araştırmıştım ve eminim maske olayıyla ilgili bilgilerde mevcuttur. Lakin ben Güneş'ten öğrenmeyi tercih ettim. Kendisi bana güven duyduğunda mutlaka anlatacaktır.
Karşımda oturan adama keskin bakışlarımı dikmiştim. Dostumun, düşmanımın belli olmadığı bir dönemde müttefikim olmayı istemesi şüphe uyandırıyordu. Uzun zamandır kendisini tanırdım. Bizim alemimizde tanınmak kolay değildi. İsmini duyurmak sağlam iş yaptığında olurdu. Bizimle ilk kez iş yapmak istiyordu. Aynı seviyede olmasak da bu sene malum listeye girmeyi başarmıştı. Tahir Demirci, güvenilir olduğuna emin olduğum da iyi bir müttefik olabilirdi.
"Seni dinliyorum Demirci, umarım aynı masaya oturmaya değer fikirlerin vardır." dedim otoriter bir sesle. Boğazını temizleyerek telefonunu çıkarıp masanın üzerine koydu. Bu; konuşmalarımızın dinlenilmeyecek güvencesiydi. Bende aynısını yaptım. Gözlerimle çaprazımda duran Harun'a işaret ettim ve gelip cihazları aldı. Şuan sadece ikimiz vardık. Son derece gizli bir görüşmeydi. Bu görüşmeden doğacak her karar iki taraf içinde yeni dönem oluşturacaktı.
"Yanaroğlu, sana yardım teklif ediyorum." dedi kalın sesiyle. Tek kaşımı havaya kaldırdım. Asla teklifsiz çıkar olmazdı. "Karşılığında ne istiyorsun" diyerek amacını öğrenmeye çalıştım.
"Sınır kapısın da kalan üç tırım var. Tam beş aydır onları ülkeye sokmaya çalışıyorum fakat itin biri işime çomak sokup duruyor."
"Kim?"
"Hamit Özberk. Yunanistan'dan mal getirtiyorum. Şerefsiz it her geçiş hakkı verildiğinde ihbarda bulunuyor. Beş aydır sınırda bağlı duruyor araçlar." dedi öfkeyle. Hamit denen adamı bilirdim, istemediği iş olunca ölse dahi mücadele etmeyi bırakmazdı. Tam bir ibneydi. Asla aklıyla iş yapmazdı. Canı ne isterse onu yapardı veya zorla yaptırırdı.
"Hamit'i bilirim, ne var o tırlarda da ülkeye girmesini istemiyor?" diye sordum olayı anlamaya çalışarak. Derin bir soluk aldı Tahir, anlaşılan zordaydı. "Tekstil ürünleri yüklü. Yanaroğlu bakışlarına dikkat et. Ben ülkesine zarar verecek kadar şerefsiz biri değilim." Hiddetle konuştu, sorgulayıcı bakışlarımdan rahatsızca. Yapmazdı, yapanı da barındırmazdım zaten. Götü yiyen yapsındı.
"Bunun Hamit'le ne tür bir bağlantısı olabilir?"
"Piç herif ülkesine gavur malı sokturmazmış. Bak Yanaroğlu, sen Hamit'e engel ol. Bende sana yarayacak önemli bir bilgiyi paylaşayım. Ne dersin?" Hamit'in neden engel olduğunu anlamıştım. Tam bir yerli malı üreticisiydi. Asla dışarıdan ürün almaz kendileri üretirdi. Bu konuda taktir ettiğim biriydi.
"Pekala, diyelim ki Hamit'i ikna ettim. Senin önemli dediğin konuyu ben zaten biliyorsam, güvenimi nasıl kazanacaksın."
"Öyleyse önce söyleyeceğimi söyleyeyim, sende ona göre karar verirsin." Dedi kurnazca. Bu söyleyeceği her neyse kesinlikle bildiğim bir şey değildi. Bunu anlamıştım.
"Konuş bakalım" diyerek konuşmaya teşvik ettim. Cebinden sigarasını çıkarıp bir dal aldı ve paketi bana doğru uzattı. İçinden bir dalda ben aldım. Sık içmezdim ama içmek için fırsatını da kaçırmazdım. Zift gibi kara gecede dumanlarımız yükseliyordu. Terasa doğru yürüyerek ayakta durmaya başladı, Tahir. Bir müddet sonra bende yanında yerimi aldım. Açık hava her zaman iyi gelirdi.
"Daha ne kadar kıvranacaksın, Demirci. Çıkar ağzında ki baklayı." dedim sessizliğe tahammül edemeyerek. Çatık kaşlarla yüzüme döndü. "Kıvranmıyorum. Şurada sigara içme keyfi yapıyoruz sikmesen olmuyordu zaten." dedi sitemle. Gece uzun bekleye bilirdim. Yan yana sigaralarımız bitene kadar sessizce geceyi izledik. Bu sessizlik pek hayra alamet değildi.
"Kaleli sana ihanet ediyor" dedi birden. Hızla yüzüne döndüm. Önce ne dediğini anlamadım. Öfkeyle yakalarından tutup duvara yasladım. "Ne sikim konuşuyorsun lan. Gebertirim seni sikik sikik konuşma." Hırsla sırtını duvara vurdum. Kafamı ateş basmıştı sanki. "Önce bir sakinleş, her şeyi anlatacağım." Diyerek yakalarını elimden kurtardı. Bırakmak istemesem de boşa kurşun sıkacak bir adam değildi.
Sinirle yüzümü sıvazladım. Öfkem yanar dağ gibi yükseliyordu. Ne sikim dönüyordu etrafımda. Daha kaç haini besliyordum. Siktir. Sandalye çekip karşımda oturdu. "Daha sakinsen anlatacağım." dedi. Öfke bulutlarının hakim olduğu gözlerimi diktim gözlerine. Gömleği sert tutuşumdan kırışmıştı. Ayakta durmaya devam ettim. Bi'şekil de kendime hakim olmam gerekiyordu. Damarlarım fokurdayan kanımla kabarıyordu adete. "Eğer tek bir kelimen yalan olursa, seni diri diri yakarım, Demirci." Diyerek tehdit ettim. Beni tanıyan herkes boşa atmadığımı iyi bilirdi.
"İhanetini öğrenmem tamamen rastlantıydı. En azından bizim için." Dedi konuşmaya başlayarak. "Hamit'in açığını yakalamak için her zaman gitti bir mekan vardı. Sadece ona ait bir loca da içer. Bir gece erkenden mekana gittim. Biliyorum locasını, gittim oraya oturdum. Tabi çalışanlar hemen müdahale etmeye çalıştılar. Kalkmıyorum lan gelsin kendisi kaldırsın gibisinden olay çıkardım. Baktım Hamit itinin geleceği yok bende fark ettirmeden koltuğun altına böcek yerleştirdim. Sonrada alt kata indim." Dedi tek nefeste. Büyük bir dikkatle Tahir'i dinliyordum, her detay önemliydi benim için.
Kaldığı yerden anlatmaya devam etti. "Böcek telefonuma bağlıydı, aynı zamanda kaydediyordum. Konuşma sesleri gelmeye başladı ama tam anlaşılmıyordu. Ses kalite ayarlarını yükseltince konuşmalar anlaşılmaya başlamıştı. Konuşmalarını kendin dinlersen anlayacaksın" dedi ve sesin kayıtlı olduğu cihazın düğmesine tıkladı. Önce hışırtı sesleri gelmeye başladı. Yavaş yavaş sesler yükselmeye devem ediyordu.
-Hayır efendim, siz ne dediyseniz harfiyen yaptım. Hiç bir sorun yoktu.- dedi tanımadığım bir ses. -O zaman Yanaroğlu nasıl öğrendi her şeyi de tepemize bindi.- Dedi Kaleli'nin sesi. Kulaklarımın beni yanılttığını isterdim. Diyalog devam etti.
-Bana bak ne yap et bana Esat'ın en gizlediği sırrını getir. O paçamdan düşmeyen itin sırtını yerle bir edecek bi'şeyler getir. İçerde ki köstebekten hala haber yok mu? -Yok efendim. Edindiğimiz bilgilere göre öldürülmüş. -Siktir git bana güzel bir haber getir Keş. -Efendim, Yunus beyi güvenle ülke dışına çıkarttık. Yanaroğlu artık istese de bulamaz onu. -İyi. En azından bir iş becermişsin. -Efendim Yanaroğlu'nun bir süredir görüştüğü bir manken var olur mu?' dedi tanımadığım ses. Cümlesi kafamda yankılandı. Güneş, tehlikedeydi. Siktir!
-Öyle mi? ne güzel. Demek sevgili de yapmış. İşimiz daha kolay olur. O kadını bul, Keş. -Tamam efendim. -Harbi seviyorsa kadını, avucumuzun içinde demektir. Yanaroğlu'nu bitirmeden huzur yok bana.-
Sesler burada kesilmişti. Yaşadığım şok muydu yoksa hayal kırıklığı mıydı bilmiyorum ama beni öyle bir sarsmıştı ki hareket etme kabiliyetimi yitirmiştim sanki. Uzun sayılacak süre boyunca öylece yerimde durdum. Yaşadığım yenilir yutulur değildi. Faysal Kaleli, babamın yegane dostu. Bildiğim kadarıyla öyleydi. Anlaşılan yanılmışım. Bunu neden yapmış olabildi? Bana ihanet edenlerin beş baş olduklarını biliyordum fakat bu beşinci kişinin amcam yerine koyduğum birinin olacağını kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Dayandığım her duvarın yıkıldığını, etrafımda ki herkesin sahte olduğunu hissediyordum. Sırtımı yaslamak için yanlış duvarlar seçmişim. Her ne yapılırsa affederdim fakat ihanet kırmızı çizgimdi. Asla kitabımda yoktu. Ne yapardım nede yapanı cezasız bırakırdım. Ben Esat Mir, etrafımda kim var kim yok demeden ateşimle ortalığı küle çevirecektim.
-Bitti-
Bol güneşli günlerimiz olsun...
okuyanlardan ricam oy ve yorum yapmanız.
hatalar olmuşsa affola. diğer bölümde görüşmek üzere....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |