

Küfür ve argo kelimeler bulunmaktadır. Tamamen hayal ürünü olup gerçekle bağdaştırılamaz.
Keyifli okumalar dilerim..
Yaşadığım hayal kırıklığı, göğsüme saplanmış keskin bir hançer gibi sızlıyordu. Yaşadığım kırıklığı; yaşatan kişiden beklediğim son umut kırıntılarının toz olmasıydı belkide beni böyle sarsan. Artık aramızda aşılmaycak duvarlar örülüydü. Ben fazla mı hayal perestim yoksa mahrum bırakıldığım sevgiyi mi düşledim. Hayır. Ben baba sevgisine ihtiyaç duyan zavallı bir çocuktan başkası değildim.
Aslında zavallı olan ben değil sevgisini vermeyen babamdı. O'na kırgınlıklarımın hadi hesabı yoktu. Artık eskisi gibi hissetmiyordum. Bazı şeyleri algılamadığım dönemlerde, sürekli kavga çıkarır, hırçınlaşırdım ama yaşadıkça fark ettim ki babamın sevmediği tek kişi bendim. Kuzenlerimi bile daha çok seviyor. Halbuki kızı olan bendim. Tek çocuğu olmasına rağmen tek bir sevgi kırıntısını bile çok görürdü. Saçımı okşadığını bilmem mesela, elimden tuttuğunu, herhangi bir veli toplantısı için okula geldiğini.
Tarık Ilkın, bu günden itibariyle tamamen hayatımdan çıkardığım biriydi. Benim için hiç bi'şey ifade etmeyen sıradan bir insandı artık. Saatlerdir beton zemine oturmuş öylece çimenleri izliyordum. Kendimi nasıl o evden attım hatırlamıyorum. Eğer denk geldiğim taksi beni almasaydı, tüm yolu yürüyerek dönerdim. Takatim tükenmiş, adım atacak halim bile yoktu. Belki Atıf'ı aramam iyi olurdu.
Biraz uzağıma düşen telefonumu zorlanarakta olsa alıp Atıf'ı aradım. Bir kaç kez çaldı ve uykulu sesini duydum. "Hayırdır Güneş, bu saatte. İyi misin, neredesin?" Dilimden hangi kelimenin dökülmesi gerektiğini seçemedim. "A..Atıf" diye bildim. Telefondan hışırtı sesleri yükseldi. "Nerdesin?" diye sordu endişeli sesiyle. "Evdeyim" dedim zorlanarak. "Olduğun yerde kalıyorsun ve bende on dakika içinde yanındayım." Dedi ve kapattı.
Zor zamanlarım da hep yanımda olmuştu. Yine olacaktı. Usul usul yamacıma yaklaşmıştı Atıf. İlk koruma talep ettiğimde geçici süreliğine gelmişti. En azından ben öyle olacağını sanmıştım. Öyle olmadı, Atıf beş yıldır tek arkadaşım oldu aynı zamanda. Soğuk ve kibirli davranışlardan dolayı kimseyle arkadaş olamazdım. Ne okulda nede geri kalan kısımlarda. Halbuki ben zor bir insan değildim, beni anlamaları zordu.
Küçük bahçeyi adınlatan far ışıklarıyla Atıf'ın dediği gibi kısacık sürede geldiğini anladım. Oturduğum yerden kalkmaya çalıştım ama olmadı. Sabit durmaktan bacaklarım uyuşmuştu. Hareket etmeye çalışırken Atıf aceleyle beni tutup kucağına aldı. "Güneş, ne bu halin? bu saatte dışarıda ne işin var?" endişeli sesi kulaklarımı doldurdu. Usulca başımı omzuna yasladım. Cevap vermek istiyordum ama ağzımı bir türlü açamıyordum.
Kendimi bitmiş gibi hissediyordum.
İçeriye geçince kapıyı arkamızdan kapattı. Fazla kuvvet kullandığından olsa gerek evde yankılandı kapı sesi. Bomboş, soğuk ve sessiz evim. Tıpkı benim gibi. Beni koltuğa dikkatlice bıraktı. Kendi kendine saydırıyordu. Ne dediğini anlamayacak kadar algılarım devre dışı kalmıştı sanki. Evin sıcaklığını hissettikçe titremeye başladım. İlk bahar da olmamıza sebep akşamları hala serindi. Gözlerimi sıkıca kapattım. Kendimi bu kadar berbat bir duruma düşürdüğüme inanamıyordum. Bu halimi kimse görmemeliydi. Belkide Atıf'ı çağırmak doğru bir hareket değildi.
Üzerime örtülen ince bataniyeyle sertçe yutkundum. "Neden bu halde olduğunu deli gibi merak ediyorum ama sen istediğin de anlatacaksın, biliyorum." Yumuşak sesi genzimin yanmasına neden oldu. Bana bu kadar içten davranan tek kişiydi. Saçımda bir el hissettim. Usul usul okşayan, şefkat dolu bir el. Baba eli görmemiş saçlarım, Atıf'ın dokunuşlarıyla gözlerimin dolmasına neden oluyordu. Göz yaşımın düşmemesi gerekiyor. Başımı ufak hareketlerle iyice koltuğa yasladım. Böylece Atıf'ın eli düştü saçımdan.
"Güneş" usulca fısıldadı ismimi. "Ağlamak istiyorsan ağla. Kendini tutma, bizden başka kimse yok. İstersen kapıda beklerim. Yeterki biraz da olsa ağla."
Kendimi bırakırsam asla toparlanamazdım. Biliyorum, düşersem kalkışı olmazdı. Örtüyü iyice yüzüme çektim. Elimde olsaydı kendimi cam fanusun içine kapatırdım. Kimsenin görmediği bir fanus. "İnsanlar üzüldüklerinde ağlarlar, üşütünce hasta olurlar." Atıf Konuşmaya devam ediyordu. Bu gece için sessizliğe ihtiyacım vardı ama boğulmaktanda korkuyordum. "Güneş, hastaysan iyileşmen için yatman gerekir. Üzüldüysen ağladığında daha iyi hissedersin. Düşmen gerekiyorsa yerde soluklanman içindir. Kendi kendine zorbalık yapıyorsun." Diyerek haklılık payını ortaya koydu.
Neyin ne olduğunun farkındaydım. Bilakis kasten yapıyordum. "Daha önce hiç kendine ceza veren birine denk gelmemiştim." Bu gece susmak bilmeyen biri olmuştu. Devam etti. "Seni ilk gördüğüm günün akşamı istifa mektubumu vermiştim biliyor musun." Bana katlanmak kolay değildi. "Red edildi talebim. Neymiş efendim, işinde en iyi olan adam benmişim. Böylesine önemli bir kadını korumanın altından anca ben kalkabilirmişim."Dedi kendini beğenmişlikle. Dudaklarımın arasından 'hıh' diye ses çıktı. Ona odaklandığım için, iç kargaşamdan uzaklaşmıştım.
Başını bana doğru çevirdiğini anladım. "Ne, yalan mı? kim benim seni koruduğum kadar iyi koruyabilir ki. Hakkımı da yemezsin be vicdansız." dedi sitemle. Takılıyordu sadece. Tek amacı, beni benden uzaklaştırmaktı. Yine konuşmaya başlamıştı ki susturdum. "Susta biraz uyuyacağım" dedim. Görmesemde bana ağzını yamultarak dil çıkardığını biliyorum. Son derece başarılı korumamın bazı yetenekleri de vardı. "Dilini ağzında tut." Dedim mayışmış sesimle.
Uyku iyice bastırıyordu. "Oha nasıl gördün. Bismillah. Ben şöyle diğer tarafa oturayım sen rahat rahat uyu." Diyerek benden kaçtı tabiri caizse. Halim olsaydı gülerdim. Ama vücudum külçe ağırlındaymış gibiydi. Sessizlik devam ederken kendimi uykunun sakin kollarına teslim ettim.
Omuzlarıma ceketimi de alarak yavaş ve dikkatli adımlarla alt kata indim. Koltuğun kenarına başını yaslayarak uyumaya devam eden Atıf, benden bihaberdi. Bu gece daha fazla bakıcılığımı yapmasını istemiyordum. Arabanın anahtarını da alarak kendimi dışarıya attım. Gizli gizli iş çevirmek kesinlikle bana göre değildi. Sessiz olmaya çalıştıkça daha çok gürültü yapanlardandım. Neyseki Atıf'ın uykusu hafif değildi.
Şapka takmak istemiyordum ama tanınmamak için güneş gözlüğü takıcaktım. Maskem olmazsa olmazımdı zaten. Arabayı gece mekanlarının olduğu caddeye doğru sürmeye başladım. Saat gece yarısını geçiyordu. Biraz kafamı dağıtıp eğlenmek istiyordum. Alkol tüketmem yasaktı. Neyseki dans etmek gibi güzel bir hobim var.
Büyük bir mekanın önünde durarak arabadan indim. Bulunduğum sokak insan kaynıyordu. İçeri girmek için uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Fazla mı popüler bir yere denk gelmiştim acaba. Anahtarımı alan vale arabamı park etmek için götürdü. Ön kapıdan girmek, kalabalığın arasına karışmaktan ziyade arka çıkışına yöneldim. İlk kez bara gelmiyorum ama aylar olmuştu gelmeyeli. Düzenli uyku ve kaliteli beslenme olmazsa olmazımızdı. Bu işi yapmak istiyorsak bağlı olduğumuz şirketin kurallarının dışına çıkamazdık.
Temkinli adımlarla arka kapıdan girdim. Tahmin ettiğim gibi oldukça sakin, birkaç kişinin dışında kimse yoktu. Onlarda sigara içen çalışanlardı. Güneş gözlüklerimi çıkarıp çantama attım. Üç beş adım ilerlemiştim ki çalışanlardan iki kişi beni karşıladı. "Hanımefendi, hoş geldiniz. Locanız bu tarafta beni takip edin lütfen." Dedi, tahminen yirmilerinin ortalarında olan adam. Yanında ki kadında ceketime doğru uzanarak aldı. "Sizin ve eşyalarınızın güvenliğinden biz sorumluyuz." Diyerek beni şaşırttılar. Beni tanımış olmaları imkansızdı. Fakat tanıyorlarmış gibiydiler.
Kadın özel güvenlik tarzında sivil giyinmişti ama adamın üzerinde garson kıyafetleri vardı. Ben gelmeden önce bunları Atıf mı ayarladı acaba? uyanık mıydı yoksa? "Hoş buldum. Çantamıda alabilirsiniz" dedim kadına hitaben. "Fakat sizin bana eşlik etmenize gerek yok. Güvenliğimin de tehlikede olduğunu sanmıyorum. Şimdi müsaadenizle." Onlara arkamı dönererek içeriye doğru adımladım. Büyük alana girmemle inanılmaz ses ve gürültüyle kulaklarıma ağrı girdi. Buraya gelmem doğru değildi. Üstelik yarında devam eden dış çekim vardı.
Üst kata çıkınca seri adımlarla ilerliyordum ama nereye oturacağıma karar vermemiştim. Önüme geçen adamla duraksadım. Az önce beni kadınla birlikte karşılayan adamdı. Ortalara doğru ilerledi ve diğer localara nazaran daha küçük olan locanın önünde durdu. Bu şekilde davranmaları kişiseldi. Evet, kesinlikle benim kim olduğumu biliyorladı. Etrafa meraklı bakışlar atmak yerine geçip oturdum. "Efendim, ne arzu edersiniz?" yüzüme değilde önümde ki masaya bakan garsonla daha çok işkillendim. Daha önce hiç böyle karşılanmamıştım. Adamın gitmesini istediğimden kısaca meyve aromalı kokteyl istedim.
Üçlü deri koltuk ve masadan başka bir eşya yoktu içeride. Burayı birinin kendine özel olarak yaptırdığına dair iddiaya bile girerdim. Etrafı camlarla kapatılmıştı ama mahremiyet söz konusu dahil değildi. Mühim olan bu değildi. Şuan önemli olan iki şey vardı. Bir; ben neden burada özel olarak ağırlanıyordum. İkincisi; buranın sahibi kimdi. Kısa sürede içeceğim gelmişti. Garson gitmek yerine yan tarafta durmaya başladı. Bu adamı bana hizmet etsin diye mi görevlendirmişlerdi? Kafamı toparlamak için geldiğim mekana bakın. Ne bu gizemli haller edalar.
"Hey, sen" diye seslenerek adamı yanıma çağırdım. Bir eli arkasında önümde saygıyla durdu. "Buyrun, efendim" dedi. "Sizi Atıf mı ayarladı?" diye sordum. Atıf değildi hissediyordum fakat yinede sormadan edemedim. "Bahsettiğiniz kişiyi tanımıyorum efendim" diyerek yanılmadığımı anladım. "Peki, benim kim olduğumu biliyor musun?" sorgulama işini elden bırakmadım. "Efendim şahsınızla ilgili bir bilgilendirme yapılmadı." Dedi ve geriye doğru adımladı.
Sorularımdan sıkılmışmıydı, o zaman bana doğruyu söylerdi. "Öyleyse patronunu çağırmanı rica ederim" dedim. Başını önünden kaldırmadan tekrar cevap verdi. Neden yüzüme bakmadığını anlamış değildim. "Kendisi birazdan burada olacaktır, efendim." Dedi beni krize sokarcasına. Adamdan doğru düzgün bir cevap bile alamamıştım. "Bana efendim demenin lüzumu yok. İsmim Güneş." Tutumunu devam ettirdi. "Nasıl isterseniz Güneş hanım." Derin bir nefes aldım ve sorgulama işine devam ettim.
"İsmin neydi?"
"Ufuk, hanımefendi" bu adam neden illa bir saygı sözcüğü kullanmak zorundaydı ki!
"Memnun olmak isterdim Ufuk'cum fakat pek yardımcı olduğun söylenemez" dediğimde şakaklarından yüzüne doğru akan ter damlasını fark ettim. Onu zorladım mı? Hayır. Beni zorlayan oydu, doğru düzgün cevap vermiş olsaydı çoktan gitmiş olurdu. "Pekala, bana patronunun ismini bahşeder misin?" diye daha kibar bir şekilde konuştum. Yüzü daha çok terlemeye başladı. Bu kadar tedirgin olmasının bir nedeni olmalı. "Efendim, kendisi birazdan burada olacaktır. Başka bir isteğiniz yoksa müsadenizle." Diyerek beni tekrar krize soktuğunun farkında bile değildi.
"Eğer bir daha bana efendim dersen.." daha cümlemi tamamlamadan içeriye tüm heybetiyle Esat Mir girdi. Ufuk'un ensesinden tutarak başını sertçe eğdi. "Rahatsız mı etti?" diye sordu. Telaştan ayağa kalkıp adamı elinden çektim. "Ne yapıyorsun, bıraksana adamı. Rahatsız ettiği yok, sohbet ediyorduk sadece." Dedim aceleyle. Ufuk başını kaldırmadan koşar adımlarla yanımızdan ayrıldı.
Birkaç saniyede jetonum düştü. Tabi ya Esat Mir! Bu kesinlikle onun işiydi. Ayakta karşılıklı durduk. "Burası senin mekanın mı?" diye merakla sordum. "Bu adamla kadını sen mi ayarladın?" Gece mavisi gözleriyle önce tepeden tırnağa beni inceledi sonrada kalktığım yere geçerek oturdu. Bu sesizliği evet mi demekti. Çıldırıcaktım gerçekten, belirsizlikten nefret ederdim ve bu gece evren benden taraf değildi.
Eliyle yanında ki boşluğa iki kez üst üste hafifçe vurdu. Yanına oturmamı istiyordu. Dev cüssesiyle bütün yeri kaplamıştı, banada küçücük bir yer kalmıştı. İkiletmeden oturdum. Sıkışsakta rahatsız olmadım. Olmam lazımdı.
"Buraya gelmem tamamen raslantıydı" dedim sesizliğimi bozarak. Olayların kendiliğinden geliştiğine asla inanmazdım. Buraya denk gelmem tamamen kaderin ufak oyunuydu. Berbat geçen gecenin bana daha ne süprizleri vardı merak ediyordum doğrusu.
"İçmeye gelmedin mi?" diye sordu birden. Gözlerim bir yudum bile almadığım bardağa takıldı. İçmem yasaktı ve yanımda Atıf olmadan bunu hiç yapmadım. Ben çizgileri aşan biri olmamıştım hiç. Önüme konulan yasakları bu gece çiğneyecekmiş gibi hissediyordum. "Alkol almam yasak" dedim çekinmeden. Bu adama karşı fazla açık olmam gerekiyormuş gibi hissetmem normalmiydi.
Başını yüzüme çevirdi, gözleri yüzümde gezindi bir müddet. Bakışları boynumdan göğüslerime doğru kaydı. Büstiyerden taşan göğüslerimde oyalandı. Yurkunmuştu, hareket eden âdem elmasından bunu anlamıştım. Aramızda hissedilen bir enerji vardı. Sadece ben değil Esat'ta bunu biliyordu. Bu çekime engel olmak zorundaydım. Bir süre sonra beni hayatından çıkarıcak bu adamdan etkilenecek değildim.
"İçmek istiyor musun?" diye sordu. Gözleri fazlaca üzerimde oyalanmıştı ve ben giyimimle ilgili bi'şey söyleyeceğini düşünürken beklemediğim bir soruyla karşılaştım. "Evet" dedim kısaca, yine ona karşı şeffaf davranmıştım. Kapıda bekleyen adamlardan birine bi'şeyler getirmelerini söyledi. Ne içiceğimize dair fikrim yoktu ama Esat ne içecekse bende ondan içecektim. Eminim sert olacaktı tam istediğim gibi.
"Şu daracık küçük parçaları giymeyi seviyorsun" dedi. Beklediğim gibi üstümdekilere laf etmişti. "Yakıştığını inkar etmeyeceğim ama her yerde bundan giymezsen daha sağlıklı olur." Dedi kalın sesiyle.
"Seviyorum ve giymeyede devam edeceğim. Nerede ne giyeceğimi gayet iyi biliyorum. Buraya gelirken boğazlı elbise giymem garip olurdu." Dedim ve devam ettim. "Ayrıca ilişkimizde sınırları koruyalım. Dün bir bu gün iki hayırdır." Bacak bacak üst üste atıp iyice sırtımı yasladım. Beyefendi rahattaça oturduğundan köşeye sıkışmıştım halbuki birazcık kayabilirdi.
"Asıl sana hayırdır, gece gece ne işin var burada" erkeklere has bi'şekilde bacağını diğer dizinin üzerine koydu. Tek kaşı havada bana sorgularcasına bakıyordu. Gerçekten bu adamı anlamakta zorlanıyordum. Sanki kaç yıllık sevgilimmiş gibi davranıyordu üstelik hesap sorma hakkı buluyordu kendinde.
"İzin mi alıcaktım senden. Kafamı dağıtmak istedim ne var bunda?" diyerek karşılık verdim. Bana karşı nasıl bir tutum sergilerse aynısıyla karşılık alacaktı. "Elbette rahatlamaya ihtiyaç duyman normal. Dışarı çıkmadan önce yada herhangi bir yere gitmeden önce beni arayıp bilgi vermeni tavsiye ederim. Zira güvenliğin herşeyden önce gelir benim için." Dedi beklemeden.
İçeceklerimizin gelmesiyle sustum daha fazla uzatmak istemiyordum. Neticede kafamı dağıtmaya gelmiştim. İçip içmemekten tam emin olmasamda ilk yudumu aldım. Boğazımdan akıp giden zehirin bir müddet de olsa yaşadıklarımı unutturmasını istiyordum. Alkole karşı dayanıklılığım yoktu yinede bardakları peş peşe diktim. Hızlı gittiğimin farkındaydım. Esat buna engel olmuyordu, sanki yanında rahatlamamı ister gibiydi.
Hızlı içtiğimden çakır keyif olmuştum bile. Boş bardağı sertçe masaya koydum. "Öğk bune be, bok gibi" Alkol kesinlikle bana göre değildi. Başım dönüyor, midem yanıyordu. Şişeyi yarılamıştım. Bardağımı Esat dolduruyordu. Bana engel olması gerekmezmiydi. Öyle olurdu dizilerde, kadın çok içince adam engel olurdu. Hah, doğru ya biz dizi çifti değildik.
"Engel olsana içmeme be adam" diye dayanamayarak yükseldim. Oturduğum yer mi sallanıyordu yoksa ben mi kendimi sallıyordum. Yapışık oturmamıza rağmen üzerime iyice eğildi. Elinde ki bardağı ağzıma yasladı. "Ne kadar içmek istiyorsan içersin. Unuttun mu dün bir bu gün iki, sana neden karışayım." Diyerek beni mors etti. Ne yani az öncenin intikamını mı alıyordu. Kinci herif.
"Aman, bana karışmaya hakkın yok zaten" dedim burun kıvırarak. Ağzıma yaslı bardağını da elimin tersiyle iteledim. Bardağından içecek değildim. Söylediğim hoşuna gitmemişti, bunu çatılan kaşlarından anladım. İçmek üzere kaldırdığım bardağı elimden aldı. Daha fazla içmeme engel mi olacaktı. Anlamayarak yüzüne baktım. Beyefendi olağan hareketlerle kapıda ki adama masayı temizlemesini söyledi.
"Daha fazla içmeyeceksin, Güneş. İstediğin gibi engel oluyorum." diyerek bardağından yudumladı. Gözlerimi yüzünden çekemiyordum. Yakışıklı suratını saatlerce izleyebilirdim. Yakışıklıydı. Çok yakışıklıydı. Bu adam neden bu kadar yakışıklıydı.
"Biraz daha böyle bakmaya devam edersen nazar ediceksin beni" sesi ima doluydu.
"Güzel bir suratın var" dedim pat diye. Hay dilime, sussam iyi olur.
Dudağının kıvrılışını izledim, hoşuna gitmişti. O da haklıydı benim gibi bir kadın tarafından beğenilmişti. "Beni yakışıklı bulduğunu sesli söyleyecek kadar cesaretlisin"
Baş dönmem artmış, midem çalkalanıyordu. Esat hareket etmeye başlamıştı. Dur, bir dakika, kaç tane vardı ondan. İşaret parmağımla saymaya çalıştım. "Bir, iki hareket etmesene üç, dört" saymaya çalışmam Esat'ın parmağımın ucunu tutup indirmesiyle başarısız oldu. Dudağımı üzüntüyle büzdüm. "Ne yaptığını sorabilir miyim, Güneş" dedi yumuşak bir sesle. Bu sese içim gidiyordu. "Sizi sayıcaktım ama sen izin vermedin" dedim ama ne kadar anlaşılır konuştum emin değildim. Sanırım sarhoş olmuştum.
"Beni saymaya evde devam etmek istermisin?" diye sordu. Bu kadarcıkmıydı yani, eve gitmek istemiyordum. Omuzumu indirip kaldırdım. "Hayır, eve gitmek istemiyorum" dedim peltekleşen dilimle. Kafamın içinde şarkılar çalmaya başlamıştı. "Sessizim nefessizim bu aralar kederliyim...*" Kendi kendime mırıldanırken üst üste attığım bacaklarımı esnetmek için hareket ettirdim ama olmadı. Bacağımı hissetmiyordum. "Lan , bacağım yok.Siktir! Bacağım koptu." Diye telaşla yerimden kalkmaya çalıştım.
Bu halime şaşırıp kalan Esat bıyık altından gülüyordu. "Ne gülüyorsun be, bacağım koptu benim" diye ağlamaya yakın bir sesle yakındım. Yerimden kalkmama engel olan Esat bacaklarımı masanın üzerine koydu. Rahatlayan bacaklarımı hissediyordum artık.
"Bacaklarım çalışıyor mu Esat?" Bakışları yüzümde takılı kaldı. Sesim fazla masum çıkmıştı. Yüzünde anlamadığım bir ifade vardı. "Kim üzdü seni?" diye aniden sordu. Bunu beklemiyordum. Duvarlarıma çarpan sesi içimde yankı yapmıştı. "Neden bu gece kederlisin, Güneş?" sormaya devam ediyordu. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Bu kadar hızlı anlamasını beklemezdim.
Anlamıyormuş gibi davrandım. "İsmini kim koydu ve neden iki tane" şarhoşken ağzımdan bi'şeyler kaçırmaktan korkuyordum. Bu haldeyken söylediklerimi kesinlikle dikkate almasını istemezdim. "Esat'ı annem, Mir isminide babam koymuş" dedi. Cevap vereceğini düşünmemiştim. "Ya" dedim harfleri uzatarak. İsmi güzeldi. "İsmin çok güzel, Esat'ı kullanıyorsun ama ben Mir ismini daha çok beğeniyorum" konuşmaktan kendimi alamıyordum. Sarhoş olunca böyle mi oluyordu?
"Hadi kalk bakalım, bu gece yeterli senin için" dedi ve ayaklanarak benide kaldırdı. Yeterli değildi, hala kulaklarımda çınlayan o ses vardı. Huysuzca kollarımı ellerinden çektim. "Banane ya gitmek istemiyorum. Hem bacaklarım da çalışmıyor." Dedim. Hareketlerim fazla çocuksuydu. Sarsak adımlarla ilerlemeye çalıştım fakat adım attığım zemin sallanıyordu. Topuklu ayakkabımı yere sertçe vurdum. "Sallanmasana be!" dedim sinirle. Arkadan bir çift kol vücudumu kaldırarak kucağına aldı. Artık havadaydım.
Kollarımla Esat'ın boynuna sarıldım. Kokusu çok hoştu. Yüzümde ki maskenin ipini çekiştirdim çıkarmak için ama bir türlü çıkmıyordu. "Maskenin yüzünde kalması gerekmiyor mu, Güneş?" Esat'ın sesini duyunca ne yapmaya çalıştığımı anladım. Tekrar boynuna doladım kollarımı. Böylesi dahi iyiydi. Vücuduma çarpan havayla dışarıya çıktığımızı anladım. "Mir, eve gitmek istemiyorum." dedim mırıldanarak. "Evim soğuk, sessiz hiç sıcak değil. Ruhsuz, tıpkı benim gibi" ve devam ettim. "Gecelerin nasıl, ben..Uzun zamandır yıldızları görmüyorum. Gecelerim artık yıldızlı değil, sisli gecelere sahibim."
Adım atmayı bıraktı. Gözlerimi açmadım, yüzümü görsün istemedim. İyice boynuna yaslandım. Saçlarımı yalayıp geçen nefesi kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Kısacık bir zaman diliminde birbirimizi tanısakta ondan etkilendiğimi inkar edemezdim. Karanlık bir havası vardı. Ve bu beni cezbediyordu.
Büyük bir ikilem yaşıyordum. Bir yanım ona kapılıp giderken, diğer yanım buna pişman olacağımı söylüyordu. Ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Belkide akıntısına kapılıp gitmek sonradan pişman etmeyecekti. Kim bilir...
-bitti-
Bol güneşli günlerimiz olsun;;))
Bölümü nasıl buldunuz? Oy vermeyi ve yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfen.
Hatalar olmuşsa affola, diğer bölümde görüşmek üzere...
Sevgilerle..
*sessizim/mustafa mert koç
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |