8. Bölüm
zey-ka / Görünen ve Görünmeyen / 7. Elimden tut

7. Elimden tut

zey-ka
zirvelerbenimm

Yazılanlar hayal ürünü olup gerçekle bağdaştırılamaz. Küfür ve argo kelimeler bulunmaktadır..

 

Severek okumanız dileğiyle, keyifli okumlar.....

 

 

 

 

Siz istemediğiniz veya istenmediğiniz bir yerde zoraki bir şekilde durdunuz mu? Evet, ben durdum; şuan olduğu gibi. Sayamayacağım kadar çoktu o anlar. Masanın başında oturan babamın sesini her işittiğimde ona karşı öfkem kabarıyordu. Sözde iş toplantısıydı işin dışında her şey konuşuluyordu. Tarık Ilkın'ın ilk kez yemek masasında bu kadar konuştuğuna şahit oluyordum. Birilerine yaranmak için yapmayacağı şey yoktu.

Kolumu kucağıma indirmek isterken elim yanlışlıkla çatalıma çarptı ve yere düştü. "Dikkat etsene" kendini tutamadan konuşan babamdı. Şaşırtmazdı beni hiç. Gözlerimi gözlerine diktim. Bu tepkisini kendisi de beklemiyor olacak ki yanında ki adama mahcup bakışlar atıyordu. "Daha dikkatli olmalısın, Güneş" diye toparlamaya çalıştı. Yere düşen çatalımı, geldiğinden beri gözlerini göğüs dekoltemden çekmeyen Selçuk denen adam yerden kaldırıp masaya koydu. Bu gereksiz ilgi çekme çabaları ben tarafından gülünç görünüyordu. Teşekkür etme gereği duymadım.

Faysal beyin gözleri sık sık yüzümde ki maskeye kayıyordu. Sebebini araştırarak öğrendiğini tahmin etmek pekte zor değil. "Güneş kızımızın yüzünde ki maskesinin özel bir sebebi yoksa neden taktığını öğrenebilir miyim." Beklediğim soruyla başımı kaldırıp yüzüne baktım. Cevabını bildiği soruları sorması komikti. "Sizin de dediğiniz gibi; özel sebeplerimden ötürü açıklamak istemiyorum. Bu konuda anlayış göstermenizi bekliyorum." Dedim. Alışagelmiş sorular ve cevapları. Babam, Faysal beyin ilgi odağını işle ilgili konuşmasıyla dağıtmıştı. Özel misafirinin benimle konuşmasını bile istemiyordu ama beni aynı masaya oturtmuştu.

Yemeğe başlanmasıyla sessizlik hakim oldu. Kimseden ses çıkmıyor, tabaklarında ki yemekle meşgul oluyorlardı, benim dışımda. Bacağıma bir şeyin temas etmesiyle irkildim. Eğilip bakma gafletine düşmemek için özel bir çaba sarf ettim. Karşımda oturan oldukça rahatsız hissettiren Selçuk beyin rahat durmadığını anlamam uzun sürmedi. Yine de aldırış etmedim.

"Ee Güneş kızımız neler yapıyor? Yaptığı işine devam mı edecek yoksa farklı planları var mı?" diye sordu Faysal bey. Kendisini pek sevmesem de sorusuna cevap vermeye gayret ettim. Tarık Ilkın işimden utanç duyduğu için Faysal beyin sorusunu duymamış gibi yaparak önünde ki suyu yudumluyordu. Bu hali komikti, gerçekten de. "Evet, işimi seviyorum ve yapmaya da devam edeceğim. Herkesin ileriye dönük planları vardır, keza benimde öyle. Erken konuşmayı sevmem o yüzden gerçekleştiğinde duyacağınızdan emin olacağım, Faysal bey." Dedim kendimden emin bir ses tonuyla.

Sorgulayıcı bakışlarıyla beni göz hapsinde tutuyordu. Önden giden göbeğiyle pekte iş adamlarına benzemiyordu. Kalın kaşlı tıknaz bir adamdı. Bu akşam beni özellikle görmek istemesine pek bir anlam veremedim. Yanında getirdiği oğluyla tanışmamı istemişse bu ultra gereksiz bir istek olurdu. "Bizim Selçuk'ta moda tasarımı mezunu, onunla da ortak bir çalışma yapmanızı isterim açıkçası. Sen ve Selçuk, iyi iş çıkaracağınızı düşünüyorum." Dedi.

Böyle bir düşünceyi tahmin etmesem de asla kabul etmezdim. İlk karşılaşmamızda güzel enerjisini hissetmediğim kimseyle tekrar görüşmemek için elimden geleni yapardım. Teklifini duyunca babam hızla bana çevirmişti bakışlarını. Gözlerinde ki tiksintiyi saklama gereği duymadan bakıyordu. Onu bir parça bile mi gururlandıramamıştım. Yüzüne bakmak, varlığını bilmek bile bana travma yaşatıyordu ve bunun farkında değildi.

İçimde beslediği öfkeden habersizdi.

"Bu güzel teklifiniz için teşekkür ederim fakat şuan devam eden sözleşmelerim var. sözleşmeleri yenilediğimizde yada farklı bir şirketle devam etmek istersem mutlaka sizinle görüşmek isterim. Üstelikle menajerimin haberi olmadan anlaşma imzalamıyorum." Diyerek kibar bir şekilde teklifini ret ettim. Tarık Ilkın'ın beni hor gördüğünü gösteren bakışları rahatsızlığımı katlıyordu. Biran önce bu masadan kalkmak istiyordum.

Kendi kanından olana değil de düşmanına bakıyordu sanki. Nefret dolu.

"Pekala, öyle olsun ama seni Selçuk'un düzenleyeceği defilede görmek isterim. Özel misafirimiz olarak." Dediğinde maskenin ardında ki sahte tebessümle karşılık verdim. Görmese de. "Sizinle çalışmak için fırsat kolladığımdan emin olabilirsiniz Güneş hanım" dedi gereksiz Selçuk. Benimle konuşmaya çalışmasını Esat görseydi eminim uzun bir süre konuşmak istemeyecekti çünkü Esat'ın, Selçuk'u hoş karşılamayacağını iyi biliyorum. Özellikle göğüslerime diktiği gözlerini oyardı. Aklıma düşenlerle önümde ki tabakla uğraşmaya başladım. Esat'ı neden bu şekilde düşündüğüme dair en ufak bir fikrim yoktu.

O'nu görmek istiyordum. Esat'ı özlemiştim. Gün boyunca ne görüştük nede konuştuk. Beni ihmal etmesi hoş değildi. İşlerinin yoğun olduğunu elbette biliyordum fakat bu iki dakikalık bir telefon görüşmesine engel değildi. Daldığım iç dünyamdan annemin sesiyle sıyrıldım. "Kızım, yemeğini soğutma" Önümde ki yemekler yiyebileceğim türden değildi. Oldukça ağır ve kalorisi yüksek gıdalardı. Bu akşamın menüsünü bizzat babamın belirlediğini duymuştum mutfak çalışanlarından. Hah, bunu kasten yaptığını elbette biliyorum.

Sofrasına oturduğum yetmiyormuş gibi birde yemeğini yememe asla izin vermezdi. Benim için hava hoş tabi, nasıl bir kazançla elde ettiği belli değilken, sofrasına gelen yemeği yiyecek değildim. "Tokum ben, size afiyet olsun" dedim. Alttan bacağıma cimdik atmasıyla hızla döndüm. Gülümsemesiyle, "Olsun yine de bir kaç lokma yiyebilirsin bence, değil mi?" uyarı dolu gözlerine bakmaktan sıkılmıştım. Farklı bir çatalla salataya yöneldim. Bacağımı acıtmıştı.

Yiyormuş gibi yapıyordum, bu ne kadar inandırıcıydı emin değilim. Maskeyi yüzümden indirmeden öylece tabakta ki yemeği çevirip durdum. Bu safradan asla bir lokma dahi inmeyecekti boğazımdan. Savaşsa savaş. Bana meydan okuyan babam olsa dahi gözünün yaşına bakmam. Beni karşısına aldığını anladığında her şey için çok geç olacaktı ve o bunun bedelini ödeyecekti.

Bir süre daha bekledikten sonra yerimden ayaklandım. "Müsaadenizle ben bir lavaboya gideceğim" dedim ve salondan ayrıldım. Peşimden kimsenin gelmediğine emin olarak dış kapıya yöneldim. Serin hava yüzümü yalayıp geçti. Temiz hava aldıkça rahatlıyordum. Durmadan ilerledim. Bahçeden çıktığımda kimse ortalıkta yoktu. İsa buralarda bir yerde olmalıydı. Malum, Beyefendinin kesin talimatıyla peşimden ayrılmayacaktı.

Her zaman bahçede olan korumalar özellikle bu gece çekilmişlerdi. Tarık Ilkın, misafirlerinin mahremiyetine ne kadar önem verdiğini göstermeye çalışmıştı. Gereksiz her hareketin içinde o vardı.

Atıf'ı son konuşmamızdan beri hiç görmemiştim. Onunla ilk kez bu kadar ciddi bir kavgamız oldu. Gerçi kavga demek doğru olmazdı, Atıf sinirlerine hakim olamayıp yıkıp geçmişti. Ona kırgınlığım büyüktü. Abartı bir tepki verdiğini anlayacaktı illaki. Adım attıkça evden uzaklaşıyordum ve bu ihtiyacım olan tek şeydi. Önüme çıkan sokağa saptım. Tenha bir yola benzemiyordu, eminim arkamdan İsa çaktırmadan beni takip ediyordu. Korkmamı gerektirecek bir şey yoktu.

İlerledikçe karanlığın arttığını ve etrafın iyice sessizleştiğini fark ettim. Yine de korkmuyordum. Arkamdan gelen ayak seslerinin kime ait olduğunu bilmek korkmamı engelliyordu. Adım atmayı bırakıp arkamı döndüm. Ama kimse yoktu. Bir an adım seslerini yanlış duymuş olabileceğimi düşündüm ama hayır. Ben adım attıkça adım sesleri de çıkıyordu. "İsa, saklanmana gerek yok. Arkamdan geldiğini biliyorum." dedim.

Sessizliğin hakim olduğu sokakta bana yaklaşan adımları duyuyordum. Eğer İsa değilse bu kimdi? Korku tüm bedenime yayılırken arkamı dönüp hızlı adımlarla bulunduğum sokaktan çıkmaya çalıştım. Nerede olduğumu bilmiyordum, yine de durmak yerine koşar adımlarla ilerliyordum. Hayır, hayır...Beni bulmuş olamazdı. Yakınıma gelmeye cesaret edemezdi.

Kulaklarımda atan kalp atışlarımla olabildiğince koşmaya çalışıyordum. Yıllar öncesinde kalan acıları tekrar yaşamak istemiyordum. Attığım her adım bana geçmişten bir kesit getiriyordu. "Bırak beni!" Yakarış seslerim kulaklarıma ulaşıyordu. Ne kadar hatırlamak istemezsem de asla unutamadığım acı hatıralardı. Geçmişte kalması gerekirken gün yüzüne çıkmalarına engel olmam gereken acı hatıralar.

"Çek ellerini! Dokunma bana!" Kulaklarımı kapatmak istiyordum, sesleri duymak beni mahvediyordu. Nefeslerim sıklaşıyor, gözlerimin önü kararıyordu. Ayağımda ki topukluların zeminde bıraktığı sesten dolayı hangi tarafa yöneldiğim duyuluyordu. Duvardan destek alarak topuklularımı çıkardım ve koşmaya başladım. Ayağıma batan cisimleri umursamadan sadece koştum.

Beni takip eden adım sesleri vardı ve ben onların kim olduğunu bilmiyordum. Köşeyi dönmemle çöp konteynırlarının olduğunu gördüm ve hemen koşup arkalarına saklandım. Damarlarımda ki adrenalin seviyesi yükseldikçe kulaklarım uğuldamaya başlıyordu. Elimle yüzüme gelen saçlarımı geriye doğru atınca avucumda sıkı sıkı tuttuğum telefonumu fark ettim. Acelece Atıf'ın numarasına tuşlayıp aramayı cevaplamasını bekledim. Açan olmadı. Atıf bana olan sinirini can güvenliğimi hiçe sayacak kadar önemsiyordu.

Hayal kırıklığıyla tekrar arama tuşuna bastım ama yine açan olmadı. Kimi aramam gerektiğini bilemiyordum. Düşünmekte güçlük çekiyordum. Korku ve panik kalp atışlarımın zirveye çıkmasına neden oluyordu. Kollarımı dizlerimin etrafına dolayarak başımı yasladım. Birinin beni kurtarmasına ihtiyacım vardı. Birden aklıma Esat'ın numarasını kaydettiği düştü. Telefonu kulağıma yasladığım an bulunduğum yere doğru yaklaşan ayak seslerini işittim.

Elimi ağzıma yasladım, en ufak bir seste hayatım tehlikeye girebilirdi. Esat'ın sesi hoparlörden yükseldi. Adım sesleri durdu. Ağzımı açtığım an yerimi öğrenecekti. Çaresizlikle kahroldum. Yaşadığım korkuyu asla tarif edemezdim. Tekrarı olan bir korku tarif edilemezdi. Esat'ın sesini duydum, ona cevap vermem gerekiyordu. Bir müddet daha hareketsiz kalarak etrafı dinledim.

"Güneş cevap versene güzelim. Neredesin sen. Güneş!" Hattın ucunda ki hışırtı sesleri yükseldi. "Güneş, neden konuşmuyorsun güzelim, konuşsana." Sesimi duymadıkça sinirlendiğini anlıyordum. "Harun! derhal İsa'yı ara, neredelermiş öğren. İki dakikan var. Bana Güneş'in yerini bul!" Hiddet dolu bir ses tonuyla konuşmasını duyuyordum. Ben daha tek kelime etmemişken, tehlikede olduğumu düşünüp yerimi tespit ediyordu.

Başımı minik bir açıyla sokağı görebileceğim şekilde uzattım. Ortalıkta kimse yoktu ama benim çıkmamı bekliyor olabilirdi. Fısıltıyla konuşmaya çalıştım.

"Güneş!"

"E..Esat" dedim titreyen sesimle. Duraksadığını anladım kesilen nefes sesiyle. "Siktir"

"Güneş, sakin ol. Korkma güzelim, bana nerede olduğunu söyle" Esat'ında sesinde panik vardı. Bana güvende olduğumu hissettirecek kadar sakindi de. Bunu nasıl başarıyordu?

"Bilmiyorum. Esat, lütfen bul beni!" Vücudum zangır zangır titriyordu. "Tamam, tamam sakin ol sen. Beş dakika içinde yanında olacağım güzelim. Korkma" sakin çıkan sesi beni de sakinleştiriyordu.

"Susma güzelim, benimle konuşmaya çalış" Galiba arabaya biniyordu, arkadan kapı kapatma sesi yankılanmıştı. Esat, beni almaya geliyordu. Travmam tetikleniyordu. Titremeye devam edenken telefonun düşmemesi için iki elimle tutuyordum. Sokakta sessizlik hakimdi, her kimse gitmiş olabilirdi. Esat'la konuşmaya devam ettim.

"Neden bu gün beni hiç aramadın?" diye sormam son derece saçmaydı. Bulunduğum durum mantıklı davranmamı engelliyordu. Hattın ucunda minik bir duraksama oldu. Esat, pat diye böyle bir soru soracağımı beklemiyordu.

"Aramamı mı bekledin?" dedi soruma soruyla karşılık vererek. Evet, beklemiştim. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"Hayır" sesim titrememişti. Onunla konuşmak gerçekten de rahatlatıyordu. Bana uyarak devam etti.

"Bende sen ararsın diye beklemiştim" Telefonda flörtleşmemiz hoşuma gitmemeliydi.

"İlk adımı benden mi bekledin?" Bozmadan devam ettirdim. Melodi gibi gelen sesini her işittiğimde bulunduğum ortamdan uzaklaşıyordum.

"Siz kadınlar ilk adımı erkeklerden beklediğiniz için doğru düzgün ilişki yürütemiyorsunuz. Kadınların ilk adımı attıkları her ilişkide nihai sonuç fazla uzun sürmez." Dediğin de şaşırıp kaldım. Bu bilgiyi nereden edindiğini deli gibi merak etsem de tuttum kendimi.

"İlişki uzmanı olduğunu bilmiyordum" dedim ima dolu sesimle. Ve devam ettim, "Bu bilgiyi tecrübe edecek kadar ilişkin olmuş anlaşılan"

"Yanılıyorsun, ben ilişki adamı değilim" dedi beklemediğim bir cevaptı. Tekrar cevap vermeye yeltenmiştim ki sokakta yankılanan seslerle iyice yerime sindim.

"Geldim güzelim, neredesin" dediğinde hızla yerimden ayaklandım. Konteynırların arkasından çıktığımda sokağın ortasında tüm heybetiyle duran Esat Mir'i gördüm. Kulağımda ki telefonu indirdim ve koşar adımlarla ilerledim. Son gücümle kucağına atladım. Beni göğsüne bastırarak kabul etti. Kollarımı beline dolayarak sıkıca sarıldım. Güven duygusunu en zirvede hissetmem tamamen onun varlığındandı.

Başımın tepesine minik öpücükler bırakıyordu. O'da korkmuştu değil mi? Yüzüme bakmak istedi ama ben başımı göğsünden kaldırmadım. Hiç zorlanmadan belimden tutup kucağına aldı. Göğsünden ayrılan başımı boynuna yasladım. Sık nefesleri göğsüme çarpıyordu. Solukları öfke ve hiddet doluydu.

"Neredesin lan sen! İt! Senin dalağını sikerim, puşt!. Sana Güneş'in yanından ayrılma demedim mi? Nerede ne bok yiyordun?" Esat'ın sokakta yankılanan sesiyle irkildim ve bunu fark etti. İsa'ya kızmasını istemezdim fakat canımın tehlikeye girdiğini de inkar edemezdim. İçinde ki öfkeyi bastırmaya çalıştığı sesiyle İsa'yı muhatap aldı. "Ben çağırana kadar gözüme gözüküp ceddini siktirtme." dedi küfür saçan sesiyle.

Karanlığı yarıp geçen adımlarıyla ilerleyip arabaya bindik. Kendisi de yanıma binip beni göğsüne yasladı. Yavaş yavaş titremelerim azalıyordu. Güven duygusunu en içimde hissediyordum. Bunu yaparken ekstra bir çaba sarf etmiyordu. Kendinden emin oluşu beni etkisi altına alıyordu.

Fark ettirmeden beni kendine bağlıyordu.

 

🚬 

 

Kucağında ki kadını dikkatli bir şekilde yatağına yatıran Esat Mir, damarlarında kaynayan öfkeyle acelece odadan çıktı. Adımları sert ve öfke doluydu. Güneş'i tehlikeye atan herkese karşı içinde kin birikiyordu. Ve bu normal değildi. Dış kapıya çıktığında adamlarının bir kısmı bahçede dizilmiş ondan gelecek emirleri bekliyorlardı. Biran bile düzelmeyen çatık kaşlarıyla Musa'ya baktı.

"Sen burada kalıyorsun. Bu civarda kuş uçsa bile haberim olacak." Dediğinde Musa, ceketini ilikleyerek öne doğru çıktı. "Emredersin abi" Esat Mir arkasını dönüp ilerlerken durdu ve geriye doğru dönüp karanlık odanın pencerelerine baktı. Yatağında yatan kadın uyanmadan geri dönmeliydi. Güneş uyandığında ilk onu görmeliydi. Gözlerini her ilk açışında onu görmesini istemesi bencillik miydi? Hayır. Onu her gördüğünde göğsüne vuran organ bunun bencillikle ilgisinin olmadığını fısıldıyordu.

Gözleri tekrar Musa 'yı buldu. "Canından öte onun canı" dedi. Musa, "Emanetin, emanetimdir abi" diyerek güvence verdi.

Peş peşe arabalara binerek sık sık kullandıkları depoya doğru yola koyuldular. Arabayı kullanan Harun, Esat'ın öfkesini bir nebzede olsa dinmesini umarak konuşmaya başladı. "Güneş daha iyi mi? diye sorduğunda Esat silahında ki mermileri kontrol ediyordu.

Harun'a bir müddet cevap vermedi. Sanki ağzını açsa herkese ateş püskürtecekmiş gibi hissediyordu. "Daha iyi olacak" dedi. Sesinde ki katılığı fark eden Harun, ne söylerse söylesin pek bir etkisi olmayacağını anlamıştı. "Çocuğun üzerine çok gitme. Böyle olacağını bilemezdi." Burnundan sert nefes veren Esat, içinde patlamak üzere olan ateşe engel olamıyordu. "Bunu başka biri söylerse inanırdım." dedi. Haklıydı, Harun ihtimallere pekte inanan bir adam değildi.

Esat; gözlerini her kapattığında, Güneş'in ona doğru çaresizce koştuğunu görüyordu. Kaburgasının altında ki organının daha önce hiç bu kadar sıkıştığını hatırlamıyordu. Babasını kaybettiğinde bile. Güneş'in bakışlarında ki kederine ortak olmaya çalışacaktı. Gözlerinde ki yakarış adeta içini parçalayacak cinstendi. Eğer bu bakışın kelimelerle bir karşılığı olsaydı bu; Elimden tut olurdu.

Kısa sürede deponun önünde duran arabadan hışımla indi. Şuan ne yaparsa yapsın ona karşı gelecek tek bir Allah'ın kulu yoktu. Esat'ın gazabına denk gelen nasipsiz kalmazdı. Bunu bilen adamları bir kaç adım gerisinden onu takip ediyorlardı.

Depoda bekleyen İsa kaderine boyun eğmişti. Hatalıydı biliyordu fakat böyle olmasını da istemezdi. Gürültüyle açılan kapının ardından kimin geldiğini biliyordu. Oturduğu sandalyeden doğruldu ama çenesine inen şiddetli darbeyle geriye sendeledi. Doğrulmasına izin vermeyen Esat bir yumruk daha indirdi. Bu darbeyle yere kapaklanan İsa, çenesinden gelen sesle gözlerini sımsıkı kapatıp açtı. Esat, çenesini kırmış olabilirdi.

"Abi, yemin ederim böyle olacağını bilsem yengemi asla yalnız bırakmazdım." Diyen İsa, pişmandı. "Bunun bir özrü yok biliyorum ama bana sırtını dönme. Senden başka kimsem yok." Hatasını kabul eden bir daha tekrarlamazdı. İsa'nın yüzüne bakmadan dış kapıyı işaret etti. "Dışarıda bekle" dedi fakat İsa yerinden kıpırdamayınca hışımla üzerine yürüdü.

Tekrar İsa'ya vurmak üzereyken Harun tarafından engellendi. "Sakin olmalısın. Şuan önemli olan İsa değil." Dedi. Esat onu da ittirerek adeta kükredi. Depoda yankılanan sesi dışardan bile duyulmuştu. Öfkeden kalınlaşan sesiyle "Şu kameralardan bir şey çıktı mı?" diye sordu. Harun, arkada ki adamlardan birine işaret verdiğin de adam elinde tuttuğu laptopu getirip önlerine bıraktı. Ekranda ki videonun oynatma tuşuna basarak izlemeye başladılar.

Video oynadıktan bir kaç dakika sonra ekranda Güneş belirdi. Evinden çıkarken ki görüntüler yoktu. Neyse ki geçtiği sokaklarda kameralar mevcuttu. Güneş, ilerlerken durup arkasına bakıyordu. Yüzünde beliren korkuyu fark etmişti Esat. Çene kasları seğiriyordu kasılmaktan. Esat ekrana o kadar dikkatli bakıyordu ki Güneş'in ayakkabılarını çıkarmak için eğildiğinde elbisesinin arka yırtmacını bile net bir şekilde görüyordu. Harun'a yandan attığı bakışlarıyla mesajı alan Harun gözlerini ekrandan çekip deponun içinde gezdirmeye başladı.

Güneş, koşarak onu bulduğu yere saklanmıştı. Peşinden giden adamda ilerleyip tam o noktada durdu. Esat'ın aklı karışmıştı. Adam, Güneşin orada olduğunu biliyordu fakat bir müddet durduktan sonra oradan uzaklaşıyordu. "Derdin ne siktiğimin puştu" Sinirle yüzünü sıvazladı Esat. "Nerede kaldı lan bunlar?" Bu hallerine alışık olan Harun, gayet sakindi. "Gelirler birazdan" Sözünü bitirir bitirmez kapıdan içeriye girenlere çevirdiler bakışlarını.

Harun'un tek isteği Esat'ın elinden bir kaza çıkmaması, yani en azından işin aslını astarını öğrenene kadar kendini tutmasıydı. "Bırakın lan beni! Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Bıraksana oğlum, koyduğumun puştları" Bağırarak kendini tutan adamlardan kurtarmaya çalışan Selçuk'tan başkası değildi. Esat Mir öfkesinin zirveye çıktığını hissediyordu. "Gel gel, ben sana bir koyacağım daha da kimse koyamayacak. Siktiğimin piçi!" Selçuk, yüzüne aldığı darbeyle sarsıldı.

Onu tutan korumalar olmasaydı yere yığılırdı. Selçuk, o an oraya boşuna getirilmediğini anlamıştı. Esat gerekçesi olmadan asla yargılama yapmazdı. Harun yakasından tutarak sandalyeye oturttu ve az evvel izledikleri videoyu başa sararak tekrar oynatma tuşuna bastı. Görüntüleri izledikçe rengi değişen Selçuk, neden burada olduğunu net bir şekilde anlamıştı. Ve bunu açıklaması kolay olmayacaktı.

"Esat, yemin ederim kötü bir niyetim yoktu." dedi titreyen sesiyle. "Sadece konuşmak istemiştim. Güneş'te karanlık sokakta yürümeye devam edince bende korkmasın diye takip ettim."

"Güneş mi?" diye çok farklı bir yere takıldı Esat.

"Yalnız takılman gereken kısım orası değildi" diye düzeltme yaptı Harun ama tek cevabı çatık kaşlar oldu.

Esat, üzerine eğildiği Selçuk'un altına kaçırtacak kadar korkmasına neden oluyordu. "Güneş hanım yani" Esat'ın yüz ifadesinde herhangi bir değişiklik olmayınca iyice panik oluyordu. "Güneş hanım abla... Bacım" konuştukça saçmalamaya devam eden Selçuk'u Harun, arkadan kafasına geçirdiği şaplakla susturdu.

"Sus lan, sıçtın sıvama bari." Dedi konuşmasına dayanamayarak.

"Ne yani amacın sadece konuşmaktı öyle mi? Hah, buna inanmamı mı bekliyorsun göt lalesi" sabrının sınandığını düşünen Esat, işi nihayetine tez elden kavuşturmak için Selçuk'un yüzüne bir yumruk daha geçirdi. "Yemin ederim abi, kötü bir niyetim yoktu." yalvarmaya başlayan Selçuk'a göz devirmekle yetinmişti Harun. İnce bir mesele olduğu için karışmıyordu ama oda daha fazla sabır göstermek istemiyordu. "Hadi lan konuşta herkes evine gitsin. Bak saat gecenin yarısını geçmiş, baban merak eder şimdi seni."

"Harun abi yemin ederim ben bir şey yapmadım" şansını Harun'da kullanmak isteyen Selçuk'un cevabı Harun tarafından kaburgasına inen darbeydi. Yana devrilen sandalyesiyle birlikte öylece kaldı. Anlaşılan bu gece konuşacağı yoktu beyefendinin. Esat, Selçuk'un yakasından tutup yüzüne doğru kaldırdı, "Yarın tekrar konuşalım, belki unuttuğun yada atladığın kısımlar vardır. Hatırlaman için şafak sökene kadar vaktin var." Dedi ve sertçe yere doğru savurdu.

Ayağının altında ki toprağı adeta ezercesine ilerleyen Esat Mir, arabasının kapısını açarken omuzunun üzerinden İsa'ya baktı. Esat, suçlu olduğunu biliyordu fakat yine de aşırıya kaçmak istemiyordu. "Tekrar geldiğimde konuşmuş olsun, yoksa senin bir dilin olmayacak İsa" dedi ve arabaya bindi. Şuan tek istediği eve gittiğinde uyuyan bir adet Güneş'ti. Sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. Huzursuzdu. Doğrusu huzuru evinde hatta yatağında uyuyordu.

Esat, bu yaşadığı duygulara fazlasıyla yabancıydı fakat bir o kadarda tanıdık geliyordu. Kabullenmişti. Güneş, karanlığına aydınlıktı.

 

...

 

 

Göğsümün üstünde bir ağırlık vardı ve ben gözlerimi açamıyordum. İçime derin bir soluk çekmeye çalıştım ama nefesim yarıda kesildi. Elimi boğazıma sardım, gittikçe ciğerlerim acıyor, nefes ihtiyacıyla sarsılıyordum.

Biri ismimi zikredip duruyordu fakat tepki veremiyordum. Ciğerlerimin nefessizlikten yanmasına dayanamayacak kadar gücüm çekiliyordu. Son gücümle derin nefes çekip irkilerek yerimden doğruldum. "Şhh, sakin ol. Sadece bir kabustu." Esat'ın beni göğsüne yaslamasıyla hareketsiz kaldım. Nerede olduğumu anlamadığımdan kendimi yataktan atmaya çalışmamı engelliyordu. "Mir" soluklarım hala düzensizdi.

"Güneş, içimi ateşe verme." ne demek istediğini anlamıyordum. Gördüklerimden sonra kafam allak bullaktı. Başımı göğsünden kaldırdım ve yüzüne bakmaya başladım. "Neden? Eğer seni rahatsız hissettirdiysem tekrarı olmaz" dedim boğuk bir sesle. Yeni uyanmanın etkisiyle sesim tam açılmamıştı.

"Rahatsızlık değil, bana bu şekilde seslenmen içimi acıtıyor" dedi naif bir ses tonuyla. Yarı aydınlık odada gece incileri ışıl ışıldı. Göğsümde ki sıkışma tekrar baş göstermişti. Esat'la her yakınlaşmamızda bunu yaşıyordum. Cevap vermek yerine başımı tekrar göğsüne yasladım. Beni sarıp sarmalamasına izin verdim.

"Rüyanda ne gördüğünü anlatmak istersen dinlerim" dedi. Anlata bileceğim kadar hatırlamıyordum ki. Tam olarak emin olmasam da hatırladığım kısımları ona anlatacaktım. Benimle bu kadar yakından ilgilenme zorunluluğu olmamasına rağmen bunu itinayla yapıyordu ve ben minnet duygusuyla dolup taşıyordum.

Boğazımı minik bir öksürükle temizleyip anımsadığım kısımları anlatmaya başladım. "Orman gibi bir yerdi sanırım, birilerinden kaçıyordum. Koşmaya çalıştıkça sürekli yere düşüyordum." dizlerimde ki hayali sızıyı hissediyordum hala. "Karanlıkta kaçmamı engelleyen biri vardı. Görmedim ama varlığını hissettim. Devamını hatırlamıyorum, sadece çok korktuğumu ve bu korkunun beni iyice çıkmaza sürüklediğini anımsıyorum." Dediğimde hala aynı pozisyondaydık. "Akşam üzeri olanlardan dolayıdır."

Beni sıkı sıkı bastırdı sıcaklığına. "Güneş" dedi ve bir müddet durdu. "Sana söz, bu saatten sonra saçının teline dahil tek bir zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Asla." Sesinde ki kararlılık beni umutlandırsa da adlandıramadığım bir duyguyu da beraberinde getirdi. Ve devam etti. "Mir olarak sana yemin ederim, tek başına mücadele ettiğin son gece olacak."

Güvenle gözlerimi kapattım. Yaşadıklarımdan ötürü ne tepki vermem gerektiğini çözemesem de sarılmasına karşılık verdim. İlerleyen zamanlarda bu sözünün benim için ne kadar zorluk çıkaracağından bihaber sarılmaya devam ettim.

 

 

 

-bitti-

umarım güzel bir bölüm olmuştur.

Yorumlarınızı ve oylarınızı dört gözle bekliyorum.

Bol güneşli günlerimiz olsun....

Bölüm : 08.05.2025 18:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...