Evvvetttt yeniden beraberiz <3 Biraz kısa bir bölüm oldu ama ağır olduğu için devam edemedim bir süre. Ortada kesilmiş gibi bitti ama neyse ki sonraki bölüm de hazır ve kısa sürede gelecek. Bu yüzden çok beklemeden arka arkaya iki bölüm okuyacağız. 23. bölümü de pazar gününe kadar düzenlemeye çalışacağım inşallah <3
Hepinizi seviyorum, iyi okumalar.
***
22. BÖLÜM
"Bay Carter"
Televizyondaki renkli ışıkların hiçbir tesiri yoktu. Kırmızı birkaç renk çarptı gözlerime ve sonra ansızın kapandı. Tüm elektrikler aynı Çağlar gibi ansızın gitmişti. Hira'nın panikle ayağa kalkışını duydum. "Burnuma kötü kokular geliyor." Panikle ben de ayağa kalkmıştım.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, gitme vakti gelmiş miydi? Cama çarpan far ışıkları odayı aydınlattığında Hira belindeki silahı tuttu. "Arkamda kal Efsun." Bir süre sonra araba değil kamyonet sesi olduğunu anlamıştım. Kapıları sesli bir şekilde açılmıştı ve anlamlandıramadığım gürültü sesleri yükseliyordu.
Kapının çalınmasını, ekibin bizi almasını bekliyorduk. Hira temkinli bir şekilde kapının ardında dikiliyor ben de hemen yanındaydım. Kapının çalınmasını bekliyorken ansızın güçlü bir şeyle tekmelenmesi ve Hira'nın yere düşmesi aynı anda olmuştu. "Hira!" diyerek üzerine atıldım çaresizce.
Kapıdan giren maskelerin ardındaki gözler vahşice bakıyordu. "Kalk ayağa! Kalk çabuk!" Kolumdan çekiştirmeye başladığında yalpalayıp ben de yere düşmüştüm. "Kalk dedim, geç şuraya!" Omzumu çektim, iğrenir gibi. "Bırak beni!"
Hira'yı da yerden adeta sürükler gibi kaldırmışlardı. Ne olduğunu bile anlayamayacak kadar karmaşık hissediyordum. Kusmak ve ağlamak arasında gidip geliyordum. Bu vahşiler Türk askeri olmaktan çok uzaktı. Peki bizden ne istiyorlardı?
"İçeriyi arayın hemen! Kadın varsa getirin, adamları olduğu yerde vurun!" Kanımı dondurmuştu bu cümle.
Hira'nın adamlara kolay kolay izin vermeyeceğini biliyordum fakat silahını yerde görünce içimdeki umutlar kırılmıştı. Yalnızca bir iki kişi değil en az altı kişi olduğunu ancak kapı eşiğini geçince görebilmiştim.
"Telefonlarını alın hemen." Emir veren adam uzaktan izliyorken bir tanesi üzerime geliyordu. "Yok telefonum! İçeride." diyerek uzaklaşmasını istedim ama olmadı. Ellerinin cebime değişi, orada da kalmayıp vücudumun belli yerlerine değişi iğrenç hissettirmişti. "Yok dedim, bırak beni!" Beni dumuyordu, sanki bir robot gibiydi. Ellerinin izleri sanki hala üzerimdeydi.
Hira, onu tutan adamı omzunu silkeler gibi köşeye fırlattığında kamyonetin arkasından birkaç çığlık kopmuştu. Gözlerim kapısı yarı açık kamyonetin kasasına takıldı; kadın doluydu.
Seslerinden bile nefret akıyordu. Hira'nın üç adamla boğuşurken çaresiz haline yardım etmek istedim. Arkası dönük halde olanın dizinin iç kısmına attığım tekme onu yalpalatmış ama aynı zamanda öfkeyle arkasını dönmesine sebep olmuştu.
"Seni-" Cümlesini bitirmeden yüzüme inen tokat yanağımı yakmıştı, dizlerim üzerindeydim. İlk birkaç saniye hissizce kalıp sonrasında canım deli gibi acımıştı. Sonra gözlerimi bile açamadan kıyafetimin ense kısmından sürüklenmeye başlayınca acı dolu feryadımı tutamadım.
Hira'nın da benden bir farkı yoktu. Onların güçleri karşısındaki elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Hepsi iri yarı askerlerdi ve aldıkları emir her neyse bizi yaralamaktan çekinmiyorlardı.
"Geç şuraya!" Kamyonetin arkasına fırlatıldığımda başımı vurduğum demir yüzünden gözlerim de kapanmıştı. "Hira." diye fısıldadım çaresizce ve hemen peşimden de o yaka paça edilip içeri itilmişti.
Ellerimle destek alarak doğrulmaya çalıştım. Kadınların korku dolu bakışları, yaralı yüzleri ve ağlayan gözlerini görmek korkudan titrememe sebep olmuştu. "Ben... İyiyim. Sen iyi misin?" Kelimelerin nasıl çıktığını bilmiyordum dudaklarımdan.
Hira, dağılmış saçlarla kadınlara bakakaldı. "Bizi nereye götürüyorlar? Kim bunlar?" Çaresizce yutkundum. "Adın ne senin?" diye sordu kadın Hira'ya. Hira kuşkulu gözlerle baktı bir süre ve cevap vermedi.
Kadın yüzünde korku olmayan dik başlılıkla cevapladı. "Benim adım Meltem, bu komşum Nilay, şuradaki mavili Ezgi, bak şu da Eylem. Hepimiz Türk kökenliyiz; en iyi ihtimalle toplu mezarda öldürmeye götürüyorlar, kötü olanı söylemek bile istemiyorum." Kadın sözlerini bitirip dizini kıvırdı ve kolunu da onun üzerine yerleştirdi.
Hira ile birbirimize çaresizce bakıp kamyonetin sallantısında dik durmaya çalıştık. Çağlar ve diğerlerinin yokluğumuzu fark edip bizi aramasını umdum. Bir gözümden düşen gözyaşını Hira sildi, "Bizi almaya gelirler." dedi güven verir gibi. "Hep geldiler, biliyorum."
Gecenin karanlığında birkaç saat yol gitmiştik. İçeride hava namına bir şey kalmamış, kimse bağırıp çağırmaya bile yeltenmiyordu. Bizden önce çokça hırpalanmışlar zaten. Bizden de kötü haldelerdi.
Motorun duruşuyla tüylerim diken diken olmuştu. Gıcırdayarak iki yana açılan kapı karanlığa açılmıştı yine. Sabah olmasına daha çok vardı, üşüyordum ve korkuyordum. En köşedeki kadının kolundan tutup "İnin artık!" diye bağırmaya başladıklarında çaresizce itaat ediyorduk. Ellerindeki devasa silahlar ve sayıca bizi zapt edecek güçte olmaları bizi hareketsiz kılıyordu. Hepsi nizam içinde hareket ediyor, aldıkları emirleri ciddiyetle gerçekleştiriyordu.
Kamyonetin içinden çıkıp birkaç adım attım. Eski, küçük bir fabrikanın önündeydik. Her yeri silahlı askerlerle dolu, etrafı tellerle çevriliydi. Tüylerim diken diken olmuş titriyordum. Burası... Burası neydi böyle?
"Bakınmayın öyle! Geç içeri, geç! Teyze sen de kıpırdan artık! Bunu neden getirdiniz, kaç yaşındaki kadına gerek mi vardı!" diye bağırdı leş ağızlılardan biri. İri yapıları yüzünden korkulacak bir şey yoksa bile korkuyorduk.
Kadını içimizden ayırıp silahının tetiğine basmış ve alnının ortasından vurmuştu. Vurulup yere düşüşüyle arasındaki o zaman diliminde ömrüm geçmişti gözlerimin önünden. Tüm pişmanlıklarım ve yaşayamadıklarım. Sonra ölüm korkumun düşündüğümden de büyük olduğunu fark ettim. Birinin ölümüne bu denli yakından ilk şahit oluşum değildi belki ama tüylerim diken diken olmuştu. Artık gerçekten korkulacak bir şey olduğunu idrak etmiştim
Kadınlar çığlık çığlığa koşuştururken içlerinde biri havaya ateş atmaya başlamıştı. "Kesin o lanet sesinizi ve içeri geçin!" Titrek ellerle Hira'nın bana uzattığı koluna tutundum. "Sakın ayrılma benden." diye fısıldadı. O da korkuyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Gözlerinin titrediğine şahit oldum, belki de örgütteki anıları nüksediyordu.
Kocaman gözlerle içeri itildim. "Domuz gibi uyuşuksunuz hepiniz!" Sırtımda hissettiğim namlu titrememe sebep olmuştu ve daha da seri bir şekilde hareket etmeye başlamıştım.
Merdivenlerden düşmemek için büyük çaba sarf etmiştim. Rutubet kokulu büyük bir odaya hepimizi tıkmaya çalışıyorlardı. İçeride zaten var olan kadınların yanlarından geçip onların üzerlerine düşmemeye çalıştım. Hepsi perişan haldeydi. Kimi yaralıydı kimi hırpanamış; kimiyse baygın.
"Sesinizi kesin ve zıbarın bir süre!" Demir kapıyı öyle sesli kapatmıştı ki olduğum yerde sıçradım. İçeridekiler bizim gelişimizle uğuldaşmaya başlamıştı. Etrafa korkak gözlerle bakındığımızı görüp "Geçin bir yere oturun yoksa onları kızdıracaksınız." dedi sessizce.
Hira dona kalmış halde önümde duruyordu. Kolunu tutup onu köşeye doğru çektim ve diğerleri gibi oturduk. Kolundaki tutuşumu gevşettim, titriyordu açıkça. Yakınımızdaki kolu yaralı kadınlardan biri doğruldu. "Siz de Türk müsünüz?" Başımı salladım. "Bizi öğlen getirdiler. Herkes Türk burada."
Konuşamıyordum. Yaşadıklarımı idrak etmeye çalışıyor ve bu pis yerden kurtulmak istiyordum. Ansızın nasıl düşmüştük böyle bir çukura? Çağlar yokluğumuzu fark etmiş miydi, beni merak ediyor muydu?
Güçlüklerden hep ağlayarak kaçardım, ağlamak istiyordum fakat Hira'nın donuk hali güçlü olmam gerektiğinin sinyallerini veriyordu. Gözlerim içeriyi taradı, kadınlar hep belli bir yaşın üzerindeydi.
"Ne kadardır buradayız Nevra?"
"Bilmiyorum canım, bilmiyorum. Saatleri unutalı çok oldu."
"Ben kendimi iyi hissetmiyorum."
"Biri yardım etsin arkadaşım bayıldı!"
"Burada da bir kadın yatıyor! Göz göre göre öldürecek misiniz bu kadar insanı?"
"Bunlar cani, görmüyor musunuz fayda etmiyor sözleriniz!"
"Çocuklarımı geri verin iğrenç herifler!"
Diğer tarafta bir kaos çıkmıştı. Hira "Bunlar Green örgütünden." diye fısıldadı kulağıma. "Hareketlerinden, tavırlarından anladım."
"Hepsi mi?" dedim dehşetle. Hala gözleri donuk baksa da korkuyu görebiliyordum.
"Bir çoğu öyledir. Kalanı da ordudan."
Kapı kırılır gibi açılmış içeri silahlı biri girmişti. "O pis ağızlarınızı kapalı tutun yoksa vururum hepinizi!" Sesi yankı yapıyordu.
"Hepimizi tıktınız buraya bari bir lokma ekmek verin, öleceğiz açlıktan."
Kadına sanki cüzzamlı gibi bakıp ayağının ucuyla itti oturduğu yerden. "Dünyadan bir Türk daha silinir işte."
Bunların derdi tam anlamıyla bizdik.
***
Ne kadar zaman oldu bilmiyordum geleli. Vakit algım kapanmış, yalnızca Hira'yı görüp duyabiliyordum. Kadınların hepsi kendilerince ağıt yakıyor ve umutla bekliyorlardı.
"Nerede bizim askerimiz?" diye söylendi biri. "Konstantinopolis hani hepimizindi?"
Geldiğimizden beri ilk kez konuşmuştum. "Hiçbir zaman hepimizin olmadı ki. Konstantinopolis kurulduğundan beri tek amaçları anlaşmazlık çıkarıp Yunanistan topraklarına dahil edebilmekti. Anlaşmazlığı görünürde çıkardılar, görünmeyen tarafta da soykırım yapıyorlar işte."
Kadın merakla süzdü beni. Perişan görünüyordum ama burada herkes böyleydi. Havasızdık, bir parça ekmek ve suyla yaşıyorduk. Belki iki belki de üç gün olmuştu. Ara sıra gelip fenalaşanları ya da bayılanları alıp götürüyorlar ve ardından birkaç el silah sesi yankılanıyordu.
Burası duygudan arındırılmış bir vahşet yuvasıydı. Saçlarım birbirine yapışmış, hissettiğim hiçbir şey gerçek değilmiş gibiydi. Gözlerimi yumduğumda önümde beliren Çağlar sayesinde bir nebze de olsa unutuyordum varlığımı. Fakat hemen ardından açılan gözlerim yine pislik yuvasında olduğunu idrak ediyor ve çığlık atmak istiyordu.
İçeri girip yeniden güçsüz düşenlere bakınıyordu bir grup. "Barış Bakanı'nın kızını arıyorlar diğer ekiptekiler." Hira'yla anında göz göze geldik. Dizlerimde yatıyordu ve hızla doğruldu, beni çekip arkasına aldı oturduğu yerde. "Görünme." diye fısıldadı. Etrafımızdaki kadınların garip bakışlarına maruz kaldık.
"Resim göndereceklerdi ama bir türlü gelmedi. Her yerde sinyal kesiciler var."
Derin bir nefes vermek istedim ama olmadı. Aranıyordum. Hem de iğrenç bir örgüt tarafından. Amaçlarının ne olduğunu sorgulamak dahi istemiyordum.
Olduğum yerde daha da küçüldüm. Arabada gördüğümüz kadın, Meltem gözlerini benden ayırmadı bir süre. Adamların gidişiyle Hira'nın yanına geçtim yeniden. "Ne yapacağız? Yakında düşer fotoğraf." diye fısıldadım.
Hira'nın bu kadar çaresiz bakışlar attığını son birkaç gündür daha çok görür olmuştum. Güçlü yapısı örgütün yakınında olmasıyla yerle bir olmuştu. Meltem aniden oturduğu yerden kayıp yanımızda bitti. "Saçlarını kesip biraz da yara izi yapın bununla." Avucundaki küçük, katlanan çakıyı gösterdi.
"Saçlarım mı?" Elim istemsizce saçlarıma gitti. Ben saçlarımı çok severdim. Zamanımın çoğunu onlara bakım yapmakla geçirdiğim günler olmuştu. Hem... Hem Çağlar çok severdi saçlarımı. Çağlar'ın okşadığı saçlarıma nasıl kıyacaktım?
"Eğer sen oysan, tanınmak istemiyorsan yardım ederim."
Hira etrafa keskin bakışlar attı. Kimsenin umurunda değildik neyse ki.
"Bizi anlarım da Barış Bakanı'nın kızının ne işi var burada?"
"Eski." diye vurguladım. "Eski Bakan. Ayrıca ben de Türk'üm."
Yüzünde alaycı bir ifade oluştu. "Evet, hain bir Türk. Senin baban getirdi Türkçe isim yasağını unutma."
"Sen söylüyorsun bak. Ben değil babamdı onları yapan. Ben annemin kızıyım, Türk kanımla gurur duyuyorum."
Yüzündeki iğrenç ifade yok olup yerini şefkat sardı. Yaşı otuzlarında görünüyordu, yüzündeki hafif belirgin çizgileri öyle söylüyordu. "Al bunu."
Hira eline uzatılan çakıyı aldı. Gözlerimin titrediğini fark etmişti. "Bakma öyle bir tanem." dedi çaresizce. Sesi titriyordu. "Yeniden uzayacak, çok güzel olacağına söz veriyorum."
"Çağlar seviyordu saçlarımı." dedim fısıltıyla. Gözlerimi yumdum. "Kesebilirsin."
Biraz köşeye doğru çekildi. Saçlarımdan bir tutamı tutup çakıyla saça sola hareket ettirerek kesti. İlk tutam ayaklarımın dibine düşerken gözyaşlarım günler sonra ilk kez akıyordu. Sonra bir tutam daha aldı eline ve yine aynı şekilde kesti. "Omzundan da yukarı kesiyorum ki daha farklı olsun. Ne kadar tanınmaz olursan o kadar iyi."
"Hı-hı." diyebildim sadece. Sonra bir tutam daha kesti. Elimi kesilen yerlerin köküne doğru attım, kulak hizamda hissettim ve bu beni daha da ağlatmıştı. Sonra üzerimde hissettiğim tüm ağırlıklar yok oldu.
Gözlerimi bir süre açamadım, kendimi bu saçlarla bir yerde görecek olsam nefret ederdim. Ellerime düşen telleri avucumda sıktım. Hira elini uzatıp sıkı avucumu tuttu, "Hala çok güzelsin."
Açık kahve tellere iç çekerek baktığım sırada yeniden bir kesilme sesi duydum. Sağıma döndüm. Hira, zaten kısa olan saçlarını kulak hizasında kesiyordu. Hızla atıldım ikinci bir darbeyi yapmadan önce. "Ne yapıyorsun!" diye.
Kolunu geri çekti. "Arkadaşımı yalnız bırakmıyorum." Çetin gözlerle ikinci ve üçüncü tutamı da kesti. Koca tutamlar yere düşüp dururken minnettar bakışlarla baktım. Siyah gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Neredeyse hiç uyumamış, birkaç saatlik uykularla dizlerime yatıyordu.
Dışarda yeniden hareketlenmeler başlamıştı. Saçları üzerimizden silkeledik. "Hızlıca yüzüme çizik at." dedim. Yutkunuşunun sesi yankılandı. "Ya fazla kesersem, canın yanarsa?" Korku dolu bakıyordu. Bunu benden isteseydi ben de yapamazdım sanırım. Fakat örgütün beni tanıyım ondan ayırma ihtimali en kötüsüydü. tutunabildiğimiz kadar birbirimize tutunmalıydık.
Meltem yöneltilen soruyla "Ben mi?" dedi. "Evet. Ben... Bunu ona yapamam."
Bir süre hareketsizce düşündü. "Lütfen." dedim. Hira'nın elindeki çakıyı alıp yanımıza yaklaştı oturduğu yerden. "Lütfen çok derin atma, izi kalmasın ama tanınmayacak halde olayım." Kaşımı işaret ettim. "Buraya." Diğer yanağımı boylu boyunca işaret ettim. "Buraya."
Meltem çakıyı hareket ettirmeden önce Hira bir elini uzattı. Sağ elimle onun elini tuttum, sol elimde ağzımı kapattım. Gözlerimi yumdum ve yalnızca acıyı bekledim. Zaten acıyla büyümüş bir kız çocuğu için ağır gelmemişti. Kaşımdan aşağı süzülen kan boynuma yol aldığını hissettim. Yanıyordu yalnızca.
Fakat yanağımda hissettiğim şey gerçek bir acıydı ve kapalı ağzıma rağmen acı dolu inilti kaçmıştı aradan. Gözyaşlarıma hakim olamadım, kanla karıştılar. Yanağımdaki derin değildi, kan kaşımdaki kadar akmamıştı ama daha da acımıştı.
"Özür dilerim." dedi çaresizce Meltem. "Özür dilerim, canın yansın istemezdim." Başımı olumsuz anlamda salladım, dudağımdan kelimeler çıkamıyordu henüz.
***
Zaman kavramını artık yüzümdeki yaranın iyileşme hızına göre ayarlıyordum ki bunun anlamı o günden beri bir gün geçmişti. Yine kapı açılmıştı fakat bu defa işler farklı ilerliyordu. "Herkes kalksın! Kalk dedik, kalk! Geçin sıraya!" İtişip kakışmalar içinde sıraya sokulmuştuk. Ne olacağını bilmiyorduk tek yapabildiğimiz yine birbirimizden ayrılmamaktı.
Hira kulak hizasında kestiğinden önüne gelen saçlarını bir erkek edasıyla arkaya savuruyordu. Ben de saçlarımı gözlerimin önüne doğru getirip tanınmamaya çalışıyordum.
"Beni mi arıyorlar?" diye fısıldadım korkuyla. "Umarım öyle değildir." Birbirimizin elini tuttuk. Dudaklarımı ısırıp sıranın başında neler olduğunu duymaya çalıştım.
Maskesiz bir kadın ve adam sesi yükseliyordu. Tanıdık bir kadın sesi. "Sen geç!" dedi birine. "Sen kalıyorsun! Kal dedim burada! Sen geç! Sen de geç!"
Sıra yaklaştıkça korkudan dudaklarımı kemirdim. Ayaklarım soğuk zeminde üşümekten buz kesmişti fakat soğukluğun sebebi sadece beton değildi; Ahu'nun gözleriydi. Diğer herkesin aksine iki kadın ve iki adam yüzleri açık bir şekilde sıradaki kadınları ayırıyordu ve bunlardan biri de Ahu'ydu.
Yıllarım, en yakınım, her derdimde yanımda olan sırdaşım şimdi karşı saftaydı. Böyle korkunç bir işin içinde olduğuna inanamıyordum. Üzerindeki siyah üniforma vücuduna tam oturmuş, saçları örgülüydü. Onu ilk kez makyajsız görüyordum. Beni tanıyacaktı ve her şey bitecekti.
"Ahu." diye fısıldadı Hira. "Hain olduğunu biliyordum ama bu kadarı..." O da sözlerini bitirememişti.
Birkaç adımın sonunda Ahu'yla karşı karşıya gelişim gözlerindeki duygusuzluğu görüşüm ayaklarımın bağını çözmüştü. Bu, benim tanıdığım Ahu'dan çok uzaktı. Önce beni gördüğüne şaşırmış gibiydi fakat hemen ardından kolumu yakalayıp beni yakınına çekince parmaklarındaki soğuk his tüm vücuduma yayılmıştı. "Senin yüzüne ne oldu?" dedi öfkeyle. Beni tanımıyormuş gibi mi yapıyordu yani?
Diğer kadın "Genç kızlara bu kadar zarar vermeyin demedik mi size!" diye haykırdı. "Özellikle de yüzlerine."
Yüzümdeki eli gevşedi. "Bunu da alın. Geç." Arkasını, kapıyı işaret etti fakat kıpırdayamadım. Bana bunu yapıyor olduğuna inanamıyordum. "Bizi nereye götürüyorsunuz?" Gülümseyişi hainceydi, sanki bir katilin kurbanına attığı son bakış gibiydi. "Cennete."
Hareket etmediğimi görüp kolumdan tuttuğu gibi kapıya ittirdiğinde artık idrak etmiştim; artık Ahu yoktu .Başımı son defa arkama çevirdim. Hira'nın da benimle gelmesi gerekiyordu ama onu görmeme fırsat vermeden çekiştirilmeye başlamıştım bile.
Kamyonun kapısı aralıktı, içeriden onlarca görevli çıkıyordu. Kadınların aniden yükselen çığlıklarıyla hepimiz dikkat kesilmiştik açık kapıdan. "Yardım edin! Yardım edin! Yanıyoruz!" Dehşetle çığlık attım, ellerimle dudaklarımı kapatmaya çalıştım. "Açın kapıları lütfen! Yardım edin!"
Pencerelerden sızan duman gittikçe artmaya başlamıştı. "Caniler!" diye bağırdı kamyonetten birkaç kadın. "İğrenç insanlarsınız! Tarih bunu unutmaz! Onlar ölseler bile sizin iğrençliğiniz hep yaşayacak!"
"Siz insan mı diyorsunuz bir de kendiniz!"
"Biri gelip kurtardıklarında hepinizin yüzüne tüküreceğiz! Bizim milletimiz bizi burada bırakmaz ama sizinkiler elbet bir yolda bırakır gider!"
Daha fazla dayanamazdım. Kamyonetten atladığım gibi kollarını birbirine bağlamış Ahu'nun yakasına yapıştım. "Sen insan değilsin! Onca kadına nasıl kıyarsın! Canlı canlı yanıyorlar!" Dayanamayıp ömrümde asla yapmam dediğim o şeyi de yaptım; yumruk attım. Hem de tüm gücümle.
Ahu, ağzındaki kanı tükürürken diğerleri kollarımdan yakalamıştı bile. "Hepiniz iğrenç varlıklarsınız! Yakarışları duymanıza rağmen nasıl vicdanınız el veriyor!" Karnıma attığı yumruğun acısı oldukça güçlüydü. "Kes o rezil sesini!" diyerek ikinci bir yumruğu indirdiğinde yığılmıştım zaten.
***
Dışarıya attığım ilk adımda derin bir nefes alabilmiştim sonunda. Temiz hava, ciğerlerimi yırtıyordu sanki. Zifiri karanlıkta yalnızca kamyonetin farları aydınlatıyordu yine etrafı.
Hemen arkamdan birinin geldiğini duyup döndüm. Şükürler olsun ki Hira yanımdaydı. İkimiz yine itile kakıla bindirildik kamyonete. Bu defa kalabalık değildik, toplasan yirmi kişi anca ederdik.
Yine bitmek bilmeyen bir yolun sonunda hava aydınlanırken varmıştık bir binanın önüne. Bu defa etrafı görebiliyordu. Ağaçların arasında, insanlıktan yine çok uzaktaydık; tabelası olmayan bir oteldeydik sanki. Devasa büyüklüğü yoktu ama birkaç katlı ve genişti.
Bu defa kimse maske takmıyor, maskeli görevliler bizi bıraktığı gibi gitmişlerdi. Artık gücüm kalmadığı için kolumdan nereye sürüklensem gidiyordum. Hira'ysa gözlerini bile güçlükle açıyordu. Buradakiler onun en büyük korkusuydu.
Adımlarımızı güçlükle atıyorduk artık. Açtık ve yorgunduk. Beton merdivenleri yalın ayak çıkarken titriyordum ve büyük, boş bir odaya kapatıldık. Hepimiz korkuyorduk, olacakları bilmesek bile içimizdeki huzursuzluk tahmin bile edilemezdi.
"Burası... Neresi?" dedi kızlardan biri.
"Neresi değil, ne demelisin. Burası ne? Otel olmadığı aşikar."
Artık korkum büyüyordu. Çağlar'ın bir an önce bizi bulması için dua etmekten başka hiçbir şey yapamadığımdan ellerim semada bekliyordum. Günler geçmişti, günlerdir yoktum, beni merak etmemiş miydi? Yoksa yana yakıla arıyor muydu gerçekten?
Hira'nın başı omzuma düştü. "Korkuyorum." Fısıltısını yalnızca ben duyabiliyordum. "Birkaç tanıdık sima gördüm ve korkuyorum." Onu çok iyi anlıyordum. Travmaları ile karşı karşıyaydı günlerdir. Elimi yanağına atıp omzuma daha da yaslanmasını sağladım. "Ben buradayım, her olacağım."
"Asıl benim seni korumam gerekiyordu şu an."
"İkimiz de birbirimizin sırtını kollayacağız bu saatten sonra."
Zaman kavramım yine kayıyordu. Saatler geçmiş ve yine aynı yerdeydik. Mayışmış hatta biraz uyumuştuk ve sonunda ayaklarımız halıflekse kavuştuğu için mutluyduk. Hira bir süre pencereden dışarıyı izledikten sonra ortamıza yerleşti. "Kızlar." diyerek bizi dinlemeye sevk etti.
"Eninde sonunda bize gelecekler. Buranın hangi amaçla kullanılmaya başladığını az çok anlamışsınızdır. Kaderimize boyun eğip öylece kabul edemeyiz değil mi?"
Sanki az önce korkup kozasına kapanan o değilmiş gibi kendinden emin konuşuyordu. "Eğer onlara direnirsek en azından geciktiririz ve zaman kazanırız. Birileri bizim için gelecek, biz de elimizden geleni yapalım."
Kızlardan biri umutsuzca "Bizim için neden gelsinler ki? Önemli insanların çocukları değiliz, paramız yok, sıradan insanlarız." dedi.
"Türk askeri bunu öğrenip yerinde duracak bir ordu değil. Türk komutanları da onlarca Türk kadınının ortadan kaybolduğunu duyup sessizce oturacak komutanlar değiller. Siz beni dinleyin."
Başka bir kız "Peki nasıl olacak o?" diye sordu.
"Bize karşı sert çıkışamazlar, yüzümüze vuramazlar hatta vücudumuza zarar vermekten de kaçınacaklarına eminim. Kimse yaralı bir kadını istemez. Bizim için geldiklerinde direneceğiz. Burada daha onlarca kadın daha olmalı, camdan gördüğüm kadarıyla birkaç kamyon var."
Daha Hira sözlerini bitiremeden ansızın kapı açıldı ve birkaç kadın girdi. Herkes sus pus olup oturduğu yerde dikleşti. Hira'nın sözleri içimdeki küçük umut kıvılcımını alevlemişti bile. Sadece yeterli enerjiye sahip olduğumdan emin değildim o kadar.
"Kalkın ayağa. Hepiniz." Kimse yerinden kalkmadı. Hepimizin başı dik, omzu sağlamdı. "Size diyorum leşler!" Kimseden yine ses çıkmayınca en köşedeki kızı omzundan yakaladığı gibi sürüklemeye başladı.
Kız çığlıklar atarak direndi. Canının acımasını önemsemeden "Bırak beni! Gelmiyorum diyorum bırak!" diye haykırıyordu. Onu çekiştirmeye çalışan kadın tek başına başaramayacağını anlayınca yanındaki de ona destek vermişti. Kızın şansının kalmadığına emin olduğumuz sırada Hira görevlilerden birine sıkı bir tekme geçirip ayağa kalktı.
Görevli yerdeydi ve Hira durmaksızın bir şeyler söyleyerek yumrukluyordu onu. "Sizin yüzünüzden ailemi unuttum ben! Sizin yüzünüzden silindi her şey! Sizin yüzünüzden tüm bu korkularım! Beni mahvettiniz! Mutlu bir hayatı, mutlu bir sonu elimden aldınız!"
Koşup diğer kadına da ben tekme attığımda kapının ağzında adeta savaş çıkmıştı. Fakat bu devrim kısa sürdü ve silahlı adamların gelişiyle koridora adeta fırlatılmıştık. Sadece biz değil odadaki diğer kızlar da aynı zorlukta dizilmişti koridora.
Hira ve ben artık ayakta nefes nefese duruyorduk. Benim artık dermanım kalmamış olsa da Hira sanki adrenalin patlaması yaşamış gibiydi ve hala enerjisi olduğunu görebiliyordum. Görevli kadınlardan biri eline aldığı sopayla bizi hizaya soktu. "Bir adım öne dahi atmayacaksınız. Başınız dik dursun, eğer bu dediklerime uymazsanız hemen şuracıkta ölünüz serilir." Sonra yüzünde haince bir gülümseme belirdi. "Hatta dur. Siz Türklere ölüm dediğimizde korkmuyorsunuz. Şöyle diyelim; gelen ilk adama verilirsiniz."
Gerçekten ölüm korkutmamıştı. İlk cümlesinde zerre titrememiştim fakat ikincisi soluğumu kesip parmak ucuma kadar buz kestirmişti.
Koridorun diğer ucundan gelen kundura sesi yankı yapıyordu. Başımı bir milim bile oynatmadım çünkü sözlerinde ciddiydi bu kadın. "Bay Brown. Yeniden hoş geldiniz. Ben Luna, bu kattaki kadınlardan sorumluyum." İğrenç sözleri zihnimde yankı yapıp duruyordu.
"Hoş buldum, Luna. Yeni gelenler bunlar demek."
"Evet, efendim. Dokuzuncu kat yeni gelenlerin katı."
"Hmm." Sesi gittikçe yakınlaşıyordu adamın. Hepimizin yüzüne tek tek bakmak için ağır adımlarla önümüzden geçiyordu. Leş kokusunu burnumun dibinde hissettiğimde kusmamak için kendimi tuttum. "Ben eskilerden devam edeceğim. Hepsi fazla toy görünüyor."
Bıraktığım derin solukla beraber ömrümden birkaç yıl eksilmişti. Ellerim titriyordu ve eğer farklı kararlar verseydi diye oluşan binlerce senaryo zihnimi kirletiyordu. Bizi yeniden odaya almalarını umarken bir başka ayak sesi geliyordu. Kırmızı halıya öyle dikkat kesilmiştim ki başımı geri yukarı kaldırmayı unuttuğumu fark edip dikleştim.
Dudaklarım istemsizce aralandı. Clause olamazdı değil mi?
Nefesim kesildi, çünkü adımları yakınımızda bittiğinde elleri cebinde Clause ile göz göze gelmiştik. Yüzünde hep gördüğüm ifadenin aksine donuktu bakışları. Tanıdığım insanların bir bir karanlık yüzünü görüyor oluşum mahvetmişti beni.
"Yeni kızları görmek istemişsiniz."
Bu defa önümüzde bizi inceleyen Clause'du. Yine jilet gibi bir takım elbise giymişti ama gözümde dünyanın en pis insanıydı artık. Hira'nın da nefesinin kesildiğini görebiliyordum. Adımları onun önünde durmuştu, Hira'yı seçiyordu.
"Onu getirin." diyerek çenesiyle işaret etti. Hemen saniyesinde Luna Hira'yı çekiştirip aramızdan aldı. "Siz holde içeceğinize karar verirken biz kızı odanıza götüreceğiz Bay Carter." dedi.
Hira kolunu Luna'dan kurtarmaya çalıştı fakat Luna'nın asker kadar kaslı kolları izin vermiyordu. "İğrenç herif!" diye Clause'a doğru haykırdı. Birkaç adım ötesindeki Clause duruşunu dikleştirip sözlerine aldırmadı. Hira onu tekmelemeye çalışıyor fakat mesafeden dolayı yetişemiyor, sadece kıvranıp duruyordu. "Korkunç bir iki yüzlüsün! Sen de onlar gibiymişsin! Gerçekten bu iğrenç şeyi yapacak mısın!" Hem bağırıyor hem ağlıyordu.
Hira'nın ağlayabileceğini düşünmezdim.
***
Benim için biraz ağırdı yazması bu yüzden eksiklerim ve hatalarım olmuş olabilir. Hepsi için üzgünüm.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.77k Okunma |
277 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |