Merhabalar efendim :)) Finalimize az kalmışken iki bölüm stok yaptım. Siz bunu okurken belki de ben finale yakın birkaç sahneyi yazıyor olacağım. Biraz üzücü çünkü veda etmenin bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.
Bu ve sonraki bölümü final evresine geçiş gibi düşünün :)
Final demişken öyle bir iki bölüm kalmadı. Hesaplamalarıma göre 7-10 bölüm arası. Olaylar boş boş uzasın istemiyorum. Dizilerin ikinci sezonda sapıtması gibi şeyler yaşamak istemiyorum bu yüzden edebimizle final yapalım dedim hahehdskhdks.
Hala benimle olduğunuz için teşekkür ediyorum. Hepinizi seviyor ve bölümle baş başa bırakıyorum lütfen oy vermeyi unutmayalım <3<3
İyi okumalarrrr
***
"Bir Kadın Uğruna"
Hira sanki ömrünün ilk baharındaydı. Daha önce hiç kışı bu denli rahat atlattığını hatırlamıyordu. Üşümek bir yana dursun, kışta olduğunu bile unutmuştu çünkü ilk kez hissettiği duygular içini ısıtıyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordu, renkli elbiseler giyip dağ bayır koşmak geliyordu içinden. Tüm bunların sebebi de tam karşısındaydı üstelik.
Clause uzun bir ıslık öttürdü. "Fıstık gibi olmuşsun." dedi. Bu günlerde etraftan duyduğu her şeyi zihnine kazıyordu. Hira'yla her zamanki Türkçe devam ediyorlardı konuşmalarına. Konstantinopolis'de doğduğu için zaten ana dili Türkçe sayılırdı fakat artık İngilizce ve Yunanca'yı neredeyse hiç konuşmadığından kelime dağarcığının küçülmeye başladığını hissediyordu. Geçen günlerde kız kardeşine cimcime demiş ve Chloe'nin birkaç saniye aklını karıştırmıştı çünkü Konstantinopolis'de cimcime kelimesi kullanılmıyordu.
Hira utana sıkıla geri döndü kabine. Geldikleri günden beri doğru düzgün kıyafeti olmadığı için Clause ile alışverişe çıkma gafletinde bulunmuştu. Hızlıca kot pantolon ve gömleğini ardından da kabanını giyinip kabindeki kıayfetleri alıp çıktı.
Clause yaslandığı duvardan ayrıldı, Hira'nın elini yakaladığı gibi kıyafetleri tek koluna alıp diğeriyle elini tuttu. Hareketleri öyle pratikti ki Hira her defasında garipsemeye devam ediyordu. Sanki ömrü boyunca yan yanalarmış gibi ne zaman ne isteyeceğini anlıyor ve doğruca önüne seriliyordu Hira'nın.
Kasadan ayrıldıkları gibi Clause'un kiraladığı arabaya bindiler. "Dondurma yemeye gidelim mi?" diye sordu Hira hevesli hevesli. Clause onun bu halinden son derece memnundu. Yalnızca yersiz gelen utanmaları onu bitiriyordu. "Gidelim bebeğim." Yola işaret edip. "Bildiğin bir yer varsa tarif et yeter."
Hira hızlıca zihnini yokladı. "Kışın ortasında satarlar mı emin değilim ama çok güzel bir dondurmacı biliyorum. İleriden sağa dön."
Dondurmacıya vardıklarında Hira'nın yüzü gülüyor, dolaylı yoldan Clause'un da gözleri parlıyordu. "Neli istersin?" Hira dondurmalara bakınıp "Kakao, karamel." dedi. Clause da kendine vanilyalı alıp ellerinde dondurmalarla caddede yürümeye başladılar.
Clause bir elini Hira'nın omzuna atıp devam etti yoluna. "Hep böyle kalalım." dedi içli bir şekilde.
Kendilerini işaret ederek "Tam böyle." dedi. "Tüm günü beraber geçirerek, canımızı sıkacak insanlardan uzak kalarak."
Hira tüm bunları sevse de vicdanında hala bir yük taşıyor gibi hissediyordu. İstifa etmek istiyordu fakat ömrü boyunca sadece asker olmayı becerebilmişken -üstelik harika bir şekilde yerine getirirken- ansızın vazgeçmek kolay değildi. Sanki istifa ettiğinde ülkesine ihanet eden bir hain gibi hissediyordu. Fakat yaşadığını asıl şimdi hissetmeye başladığında bu hayattan da vazgeçemiyordu.
Başını salladı. "Böyle kalalım o zaman sonsuza kadar." Clause başını yana doğru indirip Hira'nın kulağına yaklaştırdı. "Bu bir evlilik teklifi mi?"
Hira kaşlarını çatıp dirseğini karın boşluğuna geçirdi. "İsteyen sendin." Clause onun bu haline kahkahayla güldü. "Bir şey demedim canım."
Hava yavaş yavaş kararıyordu, rüzgar esmeye başlamıştı bile. "Yarın Nil'le vakit geçireceğim. Herkes operasyona çağırılmış ve binada yalnız kalmaktan korkuyormuş."
Clause'un yüzü anında düşmüştü. "Bunun anlamı yarın tüm gün sensiz miyim?" "Evet. Kızı lojmanda tek bırakamam, korkuyor."
"Askeri lojmanda korkmasına gerek bile yok." "İnsanların korkularını sorgulama, altında neler yattığını bilemezsin."
"Sensizlik." Hira gözlerini devirip telefonuna gelen mesajla irkildi. İzne çıktığından beri kimse aramamış ve mesaj atmamıştı. Hızla mesaja göz gezdirdiğinde tanıdık ismi gördü; Çağlar.
Çağlar: Yarın evde olmayacağım. Efsun duygusal olarak biraz kötü, onun yanında olur musun?
Efsun için endişelenmişti. Ne olmuş olabilirdi ki?
"Yarın kaç parçaya bölüneceğim?"
Clause telefondaki mesajı kolaylıkla okudu. "Ne Hira'ymış arkadaş, gelen geçen kendine istiyor." Telefonu kaptığı gibi birkaç adım öteye kaçtı. "Ne yapıyorsun ya!" diye çıkıştı Hira.
Hira: Sevgilimi çalmaktan vaz geçin artık!
Öyle hızlı tuşlamıştı ki engel olamadan mesaj gitmişti bile. Hira hızlıca telefonu çekip mesaja göz attı ve hemen ardından omzuna sıkı bir yumruk geçirdi. "Senden önce onların arkadaşıydım ben."
"Yo." Clause gözlerini kıstı. "Öylesin."
Hira belki de ilk kez işveli bir şekilde "Yüzüme karşı bir kere bile sevgilim dememişken Çağlar'a attığın mesajda sevgilim demişsin. Nereden sevgilin oluyorum pardon?"
Clause kocaman gözlerle yediği ilk tribi kaldırmaya çalıştı. "Hal ve hareketlerim yeterince belli etmedi mi?" Elini yakalayıp tuttu. "Sen başka hangi adamın elini tutuyorsun? Sadece benim. Bu da doğruca bizim sevgili olduğumuz kanısına yeter de artar."
Hira sırf gıcıklığına "Yo, tutuyorum." dedi sanki çok normal bir şeymiş gibi ve oldukça soğukkanlı bir şekilde.
Kollarını birbirine geçirip yürümeye devam etti Hira. "Bence biraz daha düşün." Clause ona fırsat bile vermeden yetişip kolunu omzuna attı ve hızlı bir şekilde öptü yanağından. "Ne düşünmesi? Tek bir cevap var, sevgilim."
Hira gülümsemesini tutmaya çalıştı. Omzundaki eli çekip birkaç saniye Clause'un çatık kaşlarına maruz kaldı ama hemen ardından parmaklarını eline geçirdiğinde ikisi de gülümsüyordu.
Hira ömründe ilk kez; Clause ise babasının ölümünden sonra ilk kez yalnızca duygularıyla hareket ediyordu.
***
EFSUN
Gözlerimi açtığımda duvardaki saat öğleyi gösteriyordu. Neyin yorgunluğundan bu denli uyuduğumu düşünürken dün yaşadıklarım geçmişti bile zihnimden. Fiziksel bir zorlama yapmamama rağmen ruhumdaki acı bedenimi de etkilemişti. Sırtımda koca bir kambur oluşturacak bir ağrı vardı.
Doğrulmaya başladığımda salondan sesler geldiğini duydum. Üzerimdeki ağırlıkla beraber yataktan kalkıp kapıyı açtım. Hira mutfaktaydı, ocakta bir şeyler yapıyordu. Kapı sesini duymuş olacak ki doğruca arkasını döndü. "Uyandırdım mı?"
Başımı olumsuzca salladım. "Uyanmıştım." Ocağı kapatıp elini beze sildi. "Çağlar bir şeylerden bahsetti, biraz yalnız kaldıktan sonra yanına gelmemi istedi ben de birkaç saattir uyanmanı bekliyordum."
Mahcup edayla mutfağa ilerledim. "Çok bekletmişim keşke uyandırsaydım." Gözlerimi ovuşturdum çünkü hala uyumak istiyordum. Halbuki saatler geçmişti uykumun üzerinden.
"Zamandan bol ne var, beklerim."
Sandalyenin arkasında asılı duran hırkayı alıp üzerime geçirdim. İçerisi bile bu denli soğuksa dışarıyı düşünemiyordum. Kar yoktu, çoktan erimişti hepsi, hatta marta yaklaştığımızdan havaların ısınması gerekiyordu ama hala oldukça soğuktu her yer.
İçimden konuşmak ya da herhangi bir eylem yapmak gelmiyordu. Sandalyeye oturdum, bacaklarımı da vücuduma çekip ocaktakine diktim gözlerimi. "Ne yaptın?"
Hira da tezgaha yaslanmıştı. "Sütlaç." Tek bir kelime yetmişti beni anılarıma daldırmak için. Annem çok güzel yapardı, hatta öyle güzel yapardı ki kimseninkini beğenmezdim küçükken.
"Anneler her şeyi güzel yapar." Burukça gülümsedim. "En çok da kızlarına yalan söylemeyi."
Hira olabildiğince seri bir hareketle sandalyenin dibinde bitip sarıldı bana. Kollarımı beline dayayıp yüzüm karnında ağladım. İkimiz de tek kelime etmedik bir süre, sadece benim ağlayışlarım duyuluyordu ve öyle iyi geliyordu ki her hıçkırıkta Çağlar'a karşı ağlayamadıklarımın aktığını hissedebiliyordum.
Hira da biliyordu, bilmemesinin imkanı yoktu. Ondan ayrılıp gözlerimi elimin tersiyle sildim. "Sana da kırgınım ama Çağlar kadar değil." İç çektim. "Ona annemi anlattım, saatlerce, günlerce dinledi beni. Sanki... Sanki canımın acısını umursamıyor gibi."
Hızlıca karşıma oturdu, yüzü telaşlıydı. "Öyle şey olur mu hiç canım benim. Çağlar istedi-"
"Bana öyle demedi ama!" Sesimi yükseltişime ilk kez şahitlik ettiğinden şaşkındı.
"O çok istedi söylemek ama izin vermediler. Çağlar'ın mesleğini bilmiyormuş gibi konuşma en iyi senin biliyor olman lazım Efsun. Aylarca senden saklamadı mı Türk askeri olduğunu? Bu adam bunun için doğdu ve sen de bunu bilerek kabul etmiş olman lazım onu."
Sanırım insan acılarının içinde doğru düşünemiyordu. Hira öyle mantıklı bir insandı ki her defasında benim mantığım oluyordu. Onun aksine ben de tamamen kalbiyle karar veren bir aptaldım.
"Ama yine de yanmasın mı canım?" Tekrar gözlerimi silip burnumu çektim.
"Elbette acı çekeceksin ama bu kadar üstüne gitme onun da. Senin yaşayamadığın her şeyden o da mahrumdu. Sen anneni ne kadar umursuyorsan o da anneni umursuyor. Meryem Hanım olmasaydı ne bir Çağlar olurdu ne de ben. "
"Annem ne yaptı başka?" dedim merakla.
"Bunları sana Çağlar anlatmalı, sabaha karşı geri döndüğünde anlatır." Gülümseyip gözyaşlarımı sildi. "Hadi artık annen hayatta, yakında kurtulacak ve kavuşacaksınız."
Şayet dünkü adamla görüşmüş olmasaydım burada böyle rahat oturamazdım.
"Nil gelecek, tabi senin için de sakıncası yoksa. Akşam yalnız kalamıyormuş ve lojmandaki herkes görevde."
Ellerini çırptı. "O zaman sütlaçlar beş dakikaya hazır."
Gülümsemeye çalıştım. Duygularımın karmaşası ne düşüneceğimi şaşırtıyordu bana. Şimdilik canım ne kadar yanmış olsa da Çağlar'ı istiyordum sadece. Sanırım artık ondan ayrı kalma kotamı doldurmuştum.
Yarım saat geçmeden kapıda Nil belirmişti. Utana çekine geldiği için onunla konuşarak kafasını dağıtmaya çalıştım. Bir zamanlar bana benziyordu, Çağlar'dan önceki Efsun'a; doğrusu Ofelya'ya.
Çağlar ve diğerleri hangi göreve gitti bilmiyorduk ama Ender, Nil'in kardeşini getirmeye, onları buluşturmaya gitmiş. Günlerdir onları kavuşturmak için izin arayışındaymış ve sanırım sonunda bu gece kavuşacaklardı. Gözleri parlıyordu Nil'in, o iğrenç yerdeki halinden eser yoktu. Bazı zamanlar ürkek hareketleri peyda olsa da genel olarak rahattı.
"Sizin uykunuz geldiyse lütfen yatın, ben kardeşim gelmeden uyuyamam bakmayın bana."
"Ben de Çağlar gelmeden uyuyabileceğimi sanmıyorum."
Hira ikimize de acı gibi bakış atmıştı. "Delirdiniz mi? Uyuyun gitsin, uykudan daha değerli ne var?"
"Sen nasıl Clause olmadan durabiliyorsun?"
Muzip bir şekilde gülümsedi. "Basit, kendimi kaptırmıyorum."
"Ha ha ha," diyerek yapmacık bir gülüş attı Nil. "Sizi ne zaman görsem balkonda sarmaş dolaş dışarıyı izliyorsunuz ya da çardakta kıkır kıkırsınız ya da el ele gezmeye gidiyorsunuz. Bu nasıl kaptırmamak. Yakında zilin bozulacak söyle de anahtar yaptırsın."
İkimiz de kahkaha atarak gülüyorduk. Hira ise bozulmuş ve ellerini göğsünde birleştirerek trip pozisyonuna girmişti. Sonra aniden aklına gelmiş gibi "Siz de bakıyorum kapı ağızlarında Ender'le ayrılmıyorsunuz. Alışverişe beraber gitmeler falan."
Bu defa bozulan Nildi. "O şeyden ya... Şeyden... Benim burada henüz çalışma iznim olmadığı için param yok ve Ender sürekli alışveriş kendi evine alışveriş yaparken bana da getiriyordu ben de sıkıldığım için beraber gitmeye başladık. Sadece bu."
"Aman canım," dedim. "Aranızda bir şey olsa ne olacak sanki." Nil utana utana önüne dönüp dudaklarını sıkı sıkıya kapattı.
"Bence yakıştınız." dedi Hira gülümseyerek. Haberi yoktu tabi bir zamanlar Ender'in onu sevdiğinden. Ve asla da olmamalıydı, üç kişilik bir sır olarak gömülmeliydi. Hem Ender, Nil'e ısınmaya başladıysa daha da iyiydi, artık onun için de üzülmeyecektim.
Nedense karşılıksız sevenler gözümde hep yüce bir noktadaydı. Çünkü bir şey almasalar da kalplerini veriyorlardı ve bu bana güzel hissettiriyordu.
Nil mavi gözlerini bana dikip heyecanla "Biliyor musun Efsun, birkaç güne kardeşim gelecek." dedi. Gerçekten kardeşinden bahsettiği an parlamaya başlamıştı gözleri. Gülümseyip "Kavuşuyorsunuz sonunda." dedim. Tüm kardeşler kavuşuyordu da ben yine abimden uzaktım.
"Orada başına ne geldi, şimdi iyi mi diye düşünmekten günlerdir kafayı yiyordum ama öğrendim ki Türk askeri bulmuş."
Onu yeniden üzmekten korktuğum için soramadığım soruyu utana çekile Hira sormuştu. "O gece ne oldu Nil?"
Gözleri bir süre duvara bakakaldı, derin bir iç çekti. Bu denli toparlanmış olması bile çok iyiydi diye düşünüyordum fakat konusu açıldığında ne denli yara aldığını hemen belli etmişti. "Siyahlı adamlar bastı beldeyi." Sanki görme yetisini kaybetmiş gibi duvara bakarak konuşuyordu. "Annemle babamı beni vermek istemedikleri için öldürdüler, gözlerimin önünde kanlar içindeydiler. Kardeşim, bahçedeydi onu nasıl bulamadılar bilmiyorum. Belki de saklanmıştı." Oturduğum yerde ona biraz yaklaşıp omzunu sıvazladım.
"Öyle ama daha beş yaşında hem annesi hem babası öldü. Ben ona nasıl bunları unutturacağım? Ya askerler onu bulmasaydı, kim bilir başına daha neler gelirdi?"
"Ama buldular." dedi Hira onu biraz da olsa rahatlatmak için. "Bizimkiler bulduysa sağ salim getirirler sana."
"Öyle olur dimi?" Burukça gülümsedi ve gözleri sonunda duvardan ayrılıp bizi buldu.
"Her kötülükten sonra bir güzellik gelir derler ya," Sanki bir sır veriyor gibi yaklaşıp fısıldadım. "Senin yaşadığın onca şeyden sonra mucize geliyor olmalı." Öyle içten güldü ki aklıma Ahu geldi sebepsizce. Onunla geçirdiğim tüm dostane vaktin sonucu ihanetle sonuçlandıktan sonra böyle samimi iki arkadaş bana da iyi gelmişti.
Hele Hira; o benim hiç var olmamış kız kardeşimdi. Diğer yarımdı, üzerine sıkılan her kurşuna kafa atmayı isteyeceğim ruhumun diğer yarısı. O mutlu olsun diye her şeyimi verirdim. Benim için yaptığı onca şeyi bir kenara bıraksam sadece hoş sohbeti bile yeterdi dostluğumuz için.
Kapı sesini duyar duymaz zaten tetikte olan beynim doğruca Çağlar'ı düşünmeye başlamıştı. Koşarak açtığım kapıda Ender ve Çağlar'la göz göze geldik. "Hoş geldiniz." dedim kibarca. Fakat sözlerim henüz bitmişti ki Ender'in arkasından bacağına tutunarak başını çıkaran bir erkek çocuğu "Şey, acaba ablam içeride mi?" diye fısıldadığında kocaman bir gülümseye yayıldı gözümde.
Aynı ablası gibi boncuk boncuktu gözleri ama onun siyah saçlarının aksine kısa saman sarısı saçları vardı. Onun boyuna eğilip "Bak bakalım içeride mi?" diyerek elimle işaret ettim. Fakat hemen gitmek yerine başını adeta göğe kaldırıp Ender'in yüzüne baktı onay ister gibi. Ender başını aşağı yukarı salladığındaysa koşarak girdi içeri.
Tekrar doğrulup ayağa kalktım, kapıyı ardında kadar açarak girmeleri için boşluk bıraktım. "Hoş geldiniz." Gözlerim bir türlü Çağlarınkileri bulamıyordu nedense. Fakat onunkilerin beni aradığını hissedebiliyordum.
Ender temkinli adımlarla içeri girerken salondan coşkulu bir sevinç nidası dökülmüştü bile Nil'de. "Altay!" Ender gülümseyerek salona ilerledi.
Çağlar üzerindeki kalın üniformayı çıkarırken de gözleri üzerimdeydi. Arkasından kapıyı kapatıp döndüğümde tam arkamda olmasını beklemiyordum. Başını hafifçe eğerek gözlerime bakmaya çalışıyordu. Bir şey söylemeden kenara çekiliyordum ki benimle aynı anda atıldı. "Bir kere öpsem." Başımı olumsuz anlamda sallayıp ani bir hareketle kaçtım yanından.
Tamam, birazcık affediyor olabilirdim ama yelkenleri hemencecik suya indirmeye gerek yoktu. Salonu adeta mutluluk yuvasına dönmüş halde buldum. Nil kardeşini kucağına almış sıkı sıkıya sarılıyor, Ender ve Hira da onları seyrediyordu.
"Ablam!" dedi Nil onu öpüp koklarken. "İyisin değil mi?" Sonunda onu kucağından indirip yanına oturttuğunda hepimiz koltuklara yerleşmiştik. Çağlar karşımda, Nil, Ender ve kardeşi Altay yan yana Hira ise tekli koltuktaydı.
"Çok iyiyim abla! Asker abiler gözlerimi kapatıp sana getirdiler bir kere bile korkmadım ben."
"Öyle mi? Neler yaptın bensiz."
Başını Ender'e çevirdi. "Ablama da sırrımızı verebilir miyim?" Ender yine sessizce onayladı onu. "Ender abi eğer elini tutup gözlerimi kapatırsam ablana gideceğiz dedi. Ben de hiç açmadım ama birazcık korkunca ağladım. Ama Ender abi dedi ki uyursam gözlerimi açtığımda çoktan senin yanına gelirmişiz. Ben de arabada uyudum ve şu asker abi de rozet taktı." Parmakları Çağlar'ı gösterdiğinde yüzündeki garip ifadeyi gördüm. Belki çocukluğu belki de kötü bir anısını hatırlıyordu çünkü kaşları üzgündü. Altay'da kendini mi görmüştü yoksa?
"Abilerin sözünden çıkmadığın için aferin sana ablacım." Saçlarını okşadı kardeşinin. "Bak," diyerek cebinden küçük bir araba çıkardı ve doğruca anladım bunun Çağlar'ın işinin olduğunu. "Bana uslu durduğum için araba bile verdiler. Bizimle birlikte gelen diğer çocuklara da verdiler ama önce bana."
Demek bugün çocukları getirmişlerdi. Belki de bu yüzdendi yüzündeki hüzün. Yeşilliklerindeki solukluğu görebiliyordum. Gözleri Altay'ın yüzündeki küçük yaralara itinayla bakıyordu. Görevden döndüklerini düşündüğümde aç olabilecekleri aklıma geldi ve aralarından ayrılıp yapabileceğim en hızlı yemeği düşünmeye başladım.
Ender arkasını dönmüş "Sakın yemekle uğraşma Efsun, çocuklarla beraber yedik biz." diye seslenince elimdeki tencereyi geri bıraktım. "Peki o zaman." Ama Hira'nın yaptığı sütlacı servis etmek için tabakları tepsiye dizdim. Nil mutfakta uğraştığımı görüp koltukların yanındaki sehpaları yerleştirmişti bile.
Sütlaçları tek tek bırakırken Hira ayaklanmıştı. "Ben kaçayım, madem herkes geldi. Clause bekler." Hira'ya veda etmek için sarıldım. "Saat geç, ben bırakayım mı?" Çağlar'ın teklifine göz devirdi. "Arabayla gidiyorum zaten, boş ver."
Ender, Hira'nın gittiğini bile fark edemeyecek kadar ilgisizdi o tarafla, zira gözleri Nil ve kardeşindeydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp onlara bakarken Hira'yı çoktan kapıdan uğurlamıştım.
"Zahmet verdik size de." diyen Nil'e "Ne zahmeti canım." diyerek gülümsedim. Altay ablasının yanından ayrılıp usul usul Ender ve Çağlar'ın aralarına ilerlemeye başladığında onu izliyorduk. "Abiler," İki elini arkasına atıp ayak ucunda mahcup bir edayla dikilmişti karşılarına. "Evimizi kötü adamlar aldığı için bizim artık bir evimiz yokmuş ya. Peki şimdi biz ablamla burada mı kalacağız?"
Ender henüz sözlerini bitirmiş Altay'ın ensesini kavrayıp kafasını tokuşturdu. "Sizin burada da eviniz var koçum. Ablanla yaşayacaksınız." Altay kaşlarını kaldırıp gülümseyerek ablasına döndü. "Abla duydun mu?"
Nil dolu gözlerle baktı kardeşine ve başını salladı. "Peki Ender abiyi yine görebilir miyim? Ona teşekkür etmek için hediye almalıyım." Hepimizin yüzünde tebessüm oluşturmuştu Altay. "Görebilirsin, karşımızdaki kapıda olacak."
Ender, Altay'ı yanına çekip oturttu. "Onun yanına da ben götürürüm."
"Keşke söz vermeseydin, tutamazsan üzülür." dedi çekimser bir şekilde Nil. "Tutamayacağım sözler vermem." Çağlar keyfi yerine gelmiş gibi dudağının yanıyla gülümsedi ikisine. İkimiz de biliyorduk ki bu noktaya gelmiş bir ilişki ikisinin de çabalarıyla güzel yollara giderdi. "Çok geç oldu biz kalksak iyi olur."
Birbirimizle vedalaşıp bahçe kapısına vardığımızda Ender ön kapıyı Nil için, arka kapıyı da Altay için açmıştı bile. Onları buruk bir gülümsemeyle uğurladıktan sonra bahçe kapısını kapatıp arkamızı dönmüştük bile.
Soğuktan ellerimi göğsüme bağlayıp ısınmaya çalıştım, Çağlar cebine atmıştı. "Sana bir şey söylemem lazım." diyerek kolundan yakaladım. Onun aksine ben bir şey saklamayacaktım. "Dün öfkemden söyleyemedim ama senden gizlim kalsın istemiyorum."
Kaşları çatılıp doğruca karşıma dikildi, kolunu benden çekti ama onun yerine elimi tuttu. "Söyle bakalım." Sakin kalmaya çalıştığını görebiliyordum. "Sen yokken Ender kargolarını getirmişti."
"İşte onların arasında adıma mektup vardı, annemi aslında oradan öğrendim."
Pür dikkat beni dinliyordu ve oldukça da ciddiydi. "Birkaç dakikaya kapıda olacak arabaya binmemi söylüyordu ve ben de-"
"Yapma Efsun." Gözlerini kapatıp sözlerini toparlamaya çalıştı. "Ben seni korumaya çalıştıkça sen kendini kor alevlere atıyorsun be güzelim."
Bu defa kızgın olan bendim. "Çünkü beni hapsederek koruyamazsın!" Sitem dolu sesimi sakinleştirmeye çalıştım çünkü devam etmeliydim. "Arabadaki Boris'di." Aniden açılan gözlerinden adeta kan fışkıracak gibiydi. "Tesis gibi bir yere götürdü ve onu görünce güvenebileceğimi düşündüm." Oflanarak burun kemerimi okşadım. "Buradan sonrasını anlatmam için önce bana söz vermen gerekiyor."
"Annemi geri getir Çağlar. Onu ölmeden önce görmek istiyorum." Ağlamamak güçtü. Elini yanağıma attı, sitem doluydum ama itmedim bu defa çünkü onun da çaresiz olduğunu biliyordum artık. "Söz vermeme bile gerek yok. Etimle kemiğimle uğraşıyorum bunun için."
"Tesis gibi bir yerde Asım adında biriyle görüştüm."
İsmi duyduğu gibi küfretti. "Kendi başına işe girişmiş!" Benden uzaklaşıp demir kapıya yumruğunu savurdu, ses boş sokakta yankı yaptı. "Bunu yapması yasaktı."
Daha da sinirlensin istemiyordum ama yine de devam ettim. "Bana bir operasyondan bahsetti, imzamı istedi."
Gözleri çaresizce beni buldu, kaşları büküktü. "Atmadım de, lütfen Efsun." Sesinde çaresizliği okudum.
"Atmadım." Öyle bir nefes verdi ki omzundan kilolarca ağırlık kalktı sanki.
"O herifi işinden attıracağım!" İşaret parmağını dışarı tehdit eder gibi savurup ardından ellerini saçlarına geçirdi. Gitmek üzere kapıyı açacaktı ki kolundan yakaladım. "Söylediğime pişman etme, otur da konuşalım."
Sakinleşmedi, aksine elinin titrediğini görebiliyordum ama buna rağmen tuttuğum kolunu çekmedi ve onu bir çocuk gibi eve götürmeme izin verdi. Kapıyı arkamızdan kapatıp koltuğa benden önce oturdu ev beni tam yanına çekti.
"En çok hatayı sende yapıyorum biliyor musun Efsun?"
Küçük bir çocuk gibiydi yine. Kaderine terk edilmiş, o hastanede anneme muhtaç küçük Çağlar gibiydi gözlerimde. Elimi alnına atıp saçlarını arkaya doğru attım, tüm kızgınlıklarım geçiyordu zihnimde onu mantıklı bir yere oturttukça.
Yaslanıp beni de kolunun altına aldı. "Biliyorum." dedim sessizce.
"Çünkü senden önce hiç hata yapmaktan korkarak yaşamadım. Bir canım vardı o da zaten vatana emanetti." Parmaklarını benimkine geçirdi. "Sonra sen geldin ben ilk kez ölümden korktum. Senin canını ayrı sakındım kendi canımı ayrı. Yaşanmamış her ihtimali yaşamak istediğim için korktum ölümden."
"O yüzden artık benden bir şey saklama istiyorum." Hemen ardından "Annemi görmek istiyorum, iyi olduğunu bilmek istiyorum."
Başıma bir öpücük kondurdu. "Getireceğim onu sana, kendimi sonuna kadar affettireceğim." Sözlerinden hemen sonra elini cebine atıp telefonunu çıkardı. "Bana yine bir mesaj geldi."
Aynen şöyle yazıyordu; "Adriyatik'in Venüsünde görüşürüz o gece." Bu mesajdan sonra Çağlar'ın öfkeyle yazdığı "Kimsin!" mesajı dışında hiçbir şey de yoktu. Cevap vermiyorlardı.
"Adriyatik'in Venüs'ü İtalya değil mi?"
"Bizi çağırıyor, açıkça bize özel yazılmış şifreler."
"Ama Ophelia ve İtalya'nın bağlantısı ne ki? Eğer Ophelia ben isem, benim İtalya ile tek bağlantım sensin."
"Gözden kaçan bir şeyler olmalı."
Mesajları zihnimde tekrar edip durdum. "Numaranın ne ID'si tespit ediliyor ne konumu. Devamlı olarak son rakamları değişiyor üstelik. Böyle büyük bir şeyi ancak artık açıkça devlet desteği alan Green yapabilir."
"Anneme karşılık gerçekten beni istiyorlar demek."
Derin bir iç çekip ekranı kapatmak üzereydi ki yeni bir mesaj düştü ekrana. "Yunan, Yunan'a karşı. Ben Truvalılar'dan yanayım, bir kadın uğruna savaştılar."
"Kafam karıştı, cümleler o kadar tanıdık ki."
"Bunlar bir yerlerden alıntı cümleler, belli." Sonra yeni bir mesaj daha düştü. "Ama yenildiler."
"Şimdi belasını sikeceğim ama!" Ekranı kapatıp başını doğruca koltuğun arkasına attı. Bilinmezlikten nefret ediyordum ve bu mesajlar öyle bilinmezdi ki tüm gece zihnimde dolanıp durmaya devam edecek gibiydi.
Başımı kaldırıp kolunun altından yanağını öptüm. Bir süredir görevde olduğu için yine sakallarını kesmişti. Gözleri kapalı halde ulaştı dudağıma.
***
Çağlar sabah erken saatlerde kalkmıştı. Gözlerimi güçlükle açıp yanağıma kondurduğu öpücüğe karşı hafifçe gülümsedim. "Öğlen almaya gelirim seni."
Çağlar'ın gidişiyle yeniden mayışıp uykuya daldım. Geceliğin açıkta kalan noktalarından vücuduma giren soğuk yüzünden yorgana iyice sarılmış ve daha da derin bir uykuya dalmıştım.
"Ama hem gezmeye gideceğim diyorsun hem uyuyorsun. Nasıl olacak o iş Hanımefendi?"
Önce sesini duymuş sonra da saçlarımda hissetmiştim dudaklarını. "Gözlerim açılmıyor." diye mızmızlandım. Ömrümde ilk kez nazımın geçtiği birine sahiptim ve bunu sonuna kadar kullanmak istiyordum. Yatağın kenarı çöktü, saçlarımı yüzümden çekip bu defa boynumdan öptü. Derin bir oh sesi işitip gülümsedim. "Hayat damarlarım açıldı be gülüm."
"Hira ve Clause bizi arabada bekliyor."
Gözlerim kocaman açıldı. "Baştan söylesene Çağlar. İnsanları bekletiyoruz." Yorganı üzerimden atıp kalkmaya yeltendiğimde bu defa belimden yakalayıp beni yeniden yatağa deviren oydu.
"Kocan kalk diyor kalmıyorsun elin kızı beklemesin diye kalkıyorsun öyle mi?" Yeşil gözleri hem uykusuz hem mutlu bakıyordu bu defa. Ensesini yakalayıp çeken ben olmuştum bu defa. Küçük bir öpücüğün ardından sinsice kaçmaktı niyetim ama tüm itişlerime rağmen uzaklaştırmadı dudaklarını. "Söz dinlememenin cezası."
Göğsüne yumruk indirdim. "Çekil de kalkıp hazırlanayım hayatım."
Bu defa kahkaha atan Çağlar olmuştu. "Hazırlan hayatım." diyerek taklit etmişti beni. Yanaklarındaki hafif kızarıklık dikkatimi çekince elimi alnına dayadım, biraz sıcak hissettirmişti. "Sanki ateşin var." dedim.
"Hayret, erkekler en ufak bir gripte, ateşte duba gibi devrilir diye biliyorum."
Kaşları çatılıp beni kendi ile yatak arasında kıstırmıştı. "Hangi erkekler mesela?" Kıskançlığı hoşuma gidince devam etmek istedim. "Çoğu erkek."
"O çoğu erkek, adam değilmiş o zaman. Ateşten mi yıkılacağız kızım."
"Akşama görürüm seni." Bu defa güçlü bir şekilde ittirip kalkmıştım. Hızlıca üzerimi değiştirdim, adeta koşarak çıktık evden. Clause ve Hira başka bir arabayla bizi takip ediyorlardı.
Aslında kafeye gitmekti niyetimiz fakat çok güzel bir çay bahçesinin önünden geçerken hoşumuza gitmiş ve oraya girmiştik. Çengelköy Çınar altı çay bahçesi olduğunu ancak tabelasından öğrenmiştim. Şubat sonunda olmamıza rağmen açan güneş sayesinde deniz kenarındaki masaya oturabilmiştik.
"Hayırdır Kuzgun, gözlerin kırmızı, kaşların çatık."
Çağlar çayının son yudumunu alıp kendine bir tane daha söyledi. "İşe dönmeyecek misin?"
Hira derin bir soluk aldı, gözü denizdeydi. "Bilmiyorum." Clause kolunu Hira'nın omzuna geçirdi. "Biz, olaylar bitene kadar Aydın'a taşınmaya karar verdik."
Şaşkınlıkla "Ne?" dedim. "İnanmıyorum."
Sonra da hızla Hira'nın masanın altında sakladığı elini gösterip "Bir de evleniyoruz." deyince bu defa şaşıran Çağlar olmuştu. "Çüş!" Çayı boğazında kaldığı için öksürmeye başlamıştı.
"Tebrik ederim." Hira'nın gözleri parlıyordu. Biraz utangaç biraz da ürkek bakıyordu ama mutluluğunu gözlerinde görebilmiştim. Clause ise oldukça keyifliydi.
"Ben ne yapmak istediğimi bulana kadar Clause beni bekleyecek." Clause başıyla onayladı. "İşime geri dönmek istersem buraya geri döneceğiz ama eğer istemezsem de Aydın'da kalacağız. Tabi ikimiz de Konstantinopolis'e dönmek ilk isteğimiz."
Bu defa araya giren Clause olmuştu. "İstanbul."
Çağlar bir abi edasıyla "Düğünden önce haber verirsiniz herhalde." dedi nahoş bir şekilde. "Bakarız." diye onunla uğraşmaya devam etti Clause. Bense sadece kıkırdayıp duruyordum çünkü hayatımın en samimi dostlarıyla aynı masadaydım.
"Şimdilik nikah için hiçbir şey yapamıyoruz çünkü Clause ülkede gayrı resmi duruyor. Onun kağıt üzerindeki işlemlerinin bitmesi lazım."
"Bebeğim ben gerekirse İngiliz konsolosluğunu işin içine katar o nikahı basarım diyorum sen izin vermiyorsun. Tek kelimenle hallederim nikahı." "Otur oturduğun yerde. Sınır dışı edilirsen görürüm seni."
"Ben şu an devletinizin koruması altındayım, kim sınır dışı ediyor? En büyük tanık olarak buradayım." dedi Clause gururla. Gerçekten de öyleydi. Bizim en büyük tanığımız.
Çağlar'ın sessizliğiyle başımı çevirip baktığımda telefonunda bir şeyler okuduğunu gördüm. Yine bir mesajın geldiğini anlamak zor değildi. Telefon ekranını yavaşça bana çevirdi.
Mesaj şöyleydi bu defa; Yunan Yunan'a karşı. Ben Truvalılardan yanayım BİR kadın uğruna savaştılar." Sonra bir mesaj daha vardı. "Ama yenildiler."
Benim aksime o sessiz konuşmamıştı. "Dorian Gray'in Portresi." Şaşkınlıkla baktım mesajlara. Hangi sayfalarda geçtiğini hatırlamasam da artık daha tanıdıktı cümleler. Çünkü o kitabı biliyordum.
"Anlamadım?" dedi Hira merakla. "Bir kitap hakkında mı konuşuyorsunuz?"
Çağlar oldukça endişeliydi, dikkati dağınık görünüyordu ve Hira'yı duyduğundan şüpheliydim bu yüzden ben cevapladım. "Bir süredir birkaç işle boğuşuyor, bağlantısını buldu." Fazla bilgi göz çıkarırdı, söylenmemesi gereken bir şeyi söylersem diye susmayı tercih etmiştim.
Fakat Çağlar yine benim aksime "Görevine geri dönmen gerek Hira. En azından bir süreliğine."
"Meryem Hanım için. Kıyamet operasyonunun sonu için."
***
***
Sonraki bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın <3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.78k Okunma |
277 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |