43. Bölüm

10. Bölüm_Part2

Roman diyarı1
zozanli

Lütfen oy verip, bol bol yorum yapar mısınız!!!🙏🙏🙏

Siz bölümü erken istediniz, biz de elimizden geldiğince erken paylaşmaya çalıştık. Lütfen siz de bol bol yorum yapıp oy verin

Keyifli okumalar 💞

Yazardan

Yaman Ali, Havin'i görünce bir an duraksamıştı. Havin ile bir an göz göze gelse de, Havin bakışlarını hemen kaçırmıştı. Bakışları biraz daha Yaman Ali'de kalsaydı, dayanamaz, hemen dolardı gözleri.

Havin hızla Yaman Ali'nin yanından geçip gittiğinde Yaman Ali'nin bakışları kısa bir süre uzaklaşan Havin'nin ardında kalmıştı.

"Kimdi o?" Aras'ın sesiyle bakışlarını ona doğru çevirdi.

"Havin..."

"Havin?"diye sordu Aras, kaşlarını havalandırırken. Onu daha önce burada gördüğünü hatırlamıyordu; oysa arkadaşının nikâhında onunla yan yana oturmuşlardı.

"Meyra'nın kuzeni,"dedi Yaman Ali sessizce, ardından bakışlarını yere indirdi.

"Yengemizin kuzeniymiş, he!"derken Aras, kafasını anladığını belirtircesine aşağı yukarı salladı. Yüzündeki gülümseme bariz belli oluyordu.

Yaman Ali'nın bakışları, Aras'ın kurduğu cümleyle tekrar onu bulduğunda, "He he..."dedi bakışlarını arkadaşının üzerinde ağır ağır gezdirirken. Aras'ın hangi amaçla öyle söylediğini anlamıştı.

"Demek o yüzden saydırıyordu,"dedi Aras kendi kendine mırıldanarak. "Acaba ne söylediler de kızın damarına bastılar?" Bahçe kapısından içeri girerken gözleri direkt Havin'i bulmuştu. Havin'in öfkeyle kendi kendine konuştuğunu, hatta ettiği küfürleri bir bir duymuştu.

Yaman Ali adımlarını eve doğru yönlendirirken, Aras'ın kendi kendine konuştuğunu duysa da, sessiz kalıp yürümeye devam etmişti.

"Sen çalışma odasına geç," dedi Yaman Ali, bakışlarını arkadaşına çevirirken. "Ben birazdan gelirim."

Aras, kafasını sessizce sallayıp çalışma odasına yönelirken, Yaman Ali adımlarını kendi odasına çevirdi. Kapının önüne gelip birkaç saniye bekledikten sonra kapıyı iki kez tıklatıp yavaşça araladı. İçeri girdiği anda gözleri hemen cam kenarına takıldı. Meyra, bedenini pencereye yaslamış, dışarıyı izliyordu. Yine durgun, yine sessizdi. Sanki içinde bulunduğu sessizlik, odayı da sarmıştı.

O geceden sonra Meyra, daha da içine kapanmış, daha da sessizleşmişti. Ne kimseyle konuşuyordu, ne de eskisi gibi gözyaşlarına teslim oluyordu. Gerekmedikçe odadan dahi çıkmıyordu.

Bir insan ağlayamadığı zaman, içinde tuttuğu acı kat kat büyüyordu ya... Meyra'nın yüreğinde biriken bu yangın da, her geçen gün biraz daha onu içten içe kavuruyor, sessizce kül ediyordu.

İşte bu yüzden Yaman Ali bahçede Havin'i görünce Meyra adına sevinmişti. Havin'in ona iyi geleceğini, biraz da olsa yüzünün güleceğini düşünmüştü.

Oysa Meyra'nın, Havin'in geldiğinden bile haberi yoktu.

Geldiğini belli etmek istercesine boğazını temizleyen Yaman Ali, boynundaki kravatı gevşetip, ardından yatağın kenarına bıraktı. O an, bakışlarını istemsizce yeniden Meyra'ya çevirdi. Fakat Meyra, sanki onun sesini hiç duymamış gibi en ufak bir kıpırtı dahi göstermemişti.

Meyra'nın dalgın bakışlarını hâlâ dışarıya dikmiş olduğunu görürken, sessiz adımlarla banyoya yöneldi. Elini yüzünü yıkayıp geri döndüğünde, Meyra'nın hâlâ aynı yerde, aynı pozisyonda durduğunu fark etti. Bir an onu öylece izledi, sonra yavaşça ona doğru ilerledi. Elleri ceplerine girerken, bakışlarını Meyra'nın baktığı yöne çevirdi.

İkisi de konuşmadan, aynı noktaya bakıyordu şimdi.

Odanın içinde kısa, ama ağır bir sessizlik vardı.

"Bugün abin beni aradı,"dedi Yaman Ali bakışlarını Meyra'ya hiç çevirmeden. Sesi, Meyra'yı dalgınlığından çekip almak ister gibiydi. Meyra'nın ilgisini çekeceğini biliyordu; o yüzden konuya direkt abisinden girmişti.

Meyra irkilir gibi başını ona çevirdi. Gözleri, Yaman Ali'nin yüzünde bir cevap arıyordu. Ama Yaman Ali sustu, devam etmedi. O konuşmayınca, Meyra da başını çevirip, bakışlarını biraz önce takılıp kaldığı noktaya sabitledi.

"Abinin ne dediğini hiç mi merak etmiyorsun?" diye sordu Yaman Ali, araya giren kısa bir sessizliğin ardından.

"Niye merak edeyim? Sonuçta seni aramış..." dedi Meyra, bakışlarını sabitlediği noktadan hiç ayırmadan.

Yaman Ali bir şey söylemedi, yalnızca derin bir nefes aldı. "Neyse, hazırlan istersen. Bir iki saate çıkmış oluruz," diyerek kapıya yöneldi.

"Ben hiçbir yere gelmeyeceğim!"

Meyra'nın sözleriyle Yaman Ali'nin eli kapı kulpunda donakaldı. Kaşları çatılırken yavaşça ona döndü. "Ne demek gelmeyeceğim?"

"Sizinle bir yere gelmiyorum demek!"

Yaman Ali'nin gözleri karardı, sesi daha sertleşti. "O dediğinin imkânsız olduğunu sen de biliyorsun, değil mi? Şimdi o derin düşüncelerini bir kenara bırak ve hazırlan! Bekletilmeyi hiç sevmem!"

"Gelmeyeceğim! İstemiyorum, anlamıyor musun?"diye bağırdı Meyra.

Yaman Ali'nin yüzündeki kaslar gerilmeye başladı. "Anlamıyorum!!!" diye birden patladı. Sesi odanın dört bir yanında yankılanmıştı. "Geleceksin diyorsam, geleceksin! Bu eve gelmeyi kabul ettiysen, bu evin kurallarına da uyacak ve herkesin içinde karım gibi davranacaksın, anladın mı?! İki saat sonra kapıda hazır ol!" Son cümlesini öyle sert bir tonla söyledi ki, ardından kapıyı hızla çarpıp çıktı. Kapının gürültüsü Meyra'nın kulaklarında uğuldayarak yankılanmıştı. Kalbi, kapının gürültüsüyle birlikte sanki yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Nefesi düzensizleşmiş, elleri titremeye başlamıştı. Hem öfkeliydi hem de içinde açıklayamadığı bir sarsıntı vardı; onun sözleri ruhunun en kırılgan yerine dokunmuştu.

Öfkesi hâlâ dinmeyen Yaman Ali, çalışma odasına girerken kapıyı hızla açıp ardından sertçe kapattı. "İlla ki damarıma basacak…" diye mırıldandı kendi kendine. Masaya geçip koltuğa oturdu, sakinleşmek için önündeki dosyayı eline aldı. Ama sayfaları okumak yerine, sanki hıncını onlardan çıkarıyormuş gibi sert hareketlerle çevirmeye başladı.

"Sorun ne?" diye sordu Aras, birkaç saniye sonra. Hafif çatılmış kaşlarla arkadaşına bakıyor, ne olduğunu anlayamaya çalışıyordu. Daha az önce gayet sakin olan arkadaşı şimdi önündeki dosyayı parça parça edecek kadar öfkeliydi.

"Meyra hanım bizimle düğüne gelmeyecekmiş!" dedi Yaman Ali, sesindeki öfkeyi bastıramayarak. "Hatta bizimle hiçbir yere gelmek istemiyormuş, hanımefendi!"

Aras, anladığını belli edercesine kafasını salladı.
"Seni anlıyorum kardeşim. Şu an ne yaşadığını, ne hissettiğini anlayabiliyorum... Ama öfkeni kontrol etmen, biraz dizginlemen lazım. Meyra’yı da anlamaya çalış; yaşadıkları öyle kolay şeyler değil ki, her şeyi bir çırpıda silip atsın… Onun için zaman gerekli, sabır gerekli. Sen de biliyorsun.”

"Biliyorum... Ama hayat sadece onun için zor geçmiyor." Elindeki dosyayı öylece masanın üzerine savurup geriye yaslandı. "Benim onu anlamadığımı mı sanıyorsun?" dediğinde yüzünde istemsizce beliren acı bir gülümsemeye engel olamadı. "Ben, sırf o kendini rahatsız hissetmesin diye kendi odama bile giremiyorum. Sadece o üzülmesin diye onunla konuşmaktan dahi kaçınıyorum." Günlerdir, Meyra’nın yanında en küçük bir huzursuzluk hissetmemesi için, kendi evine bile doğru düzgün girmekten kaçınmıştı. Gün boyunca ya savcılıktaki işlerine gömülüyor ya da eve döndüğünde çalışma odasına kapanıyordu. Sırf Meyra rahat etsin diye, odasına ancak o uyuduktan sonra giriyor, sabah ise o uyanmadan çıkıyordu.

Aras, Yaman Ali’nin öfkesiyle baş etmeye çalışırken aslında kalbinin nasıl yandığını biliyordu. İşte bu yüzden, ne Yaman Ali’nin ne de Meyra’nın üzülmesini istemiyordu. Çünkü çok iyi biliyordu ki, Meyra’nın canı ne kadar yanarsa, Yaman Ali’nin canı ondan da fazla yanacaktı.

"Bak kardeşim," dedi Aras, kararlı ama yumuşak bir ses tonuyla. "Seni bu hayatta benden daha iyi kimse tanıyamaz. Bu durumun senin için ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu biliyorum. Ama sen bu şekilde Meyra'nın yanında, ona destek olamazsın. Onun şimdi, senin bu tavırlarına değil, desteğine ihtiyacı var."

Yaman Ali, dostunun sözleriyle derin bir iç çekti, cevap vermedi. Gözlerinde sessiz bir kabulleniş vardı.

İki saat sonra

Herkes, hazırlanıp bahçeye çıkmıştı. Bahçedeki kalabalığın içinde garip bir sessizlik hakimdi. Yaman Ali, Hakan ve Esra'nın eşi bir köşede, ayakta konuşurlarken, Yaman Ali'nin bakışları ara ara kapıya kayıyordu. Biraz sonra yola çıkmış olacaklardı ve Meyra halen çıkmamıştı. Tam içeri girip bakmayı düşünürken, Meyra'nın hazırlanmış bir şekilde kapıdan çıktığını gördü.

Meyra, Yaman Ali'nin olduğu tarafa hiç bakmadan adımlarını direkt Helin'e doğru yönlendirdi. Helin, arkadaşının günler sonra çıkmış olmasına sevinip, kendini tutamadan ona sarılmıştı.

"Kararını değiştirmen çok iyi oldu. Bak canım, oraya gitmek, oranın havasını almak sana çok iyi gelecektir,"dedi geri çekildikten sonra. Meyra hiçbir şey söylemedi, sadece arkadaşının yüzünde oluşan gülümsemeyi soldurmamak için tebessüm etmeye çalıştı. Helin onunla konuşmaya devam ederken, Meyra sessizce onu dinliyor, bakışlarını yerden hiç kaldırmıyordu. Bir anlığına, çok kısa bir anlığına bakışlarını kaldırdığında, tam karşılarında, ona bakan Melih ile göz göze gelmesi bir oldu. O an yüzündeki tebessümü aniden silinip, yüreğinde derin bir acı hissetti. Günlerdir onunla karşılaşmamak, varlığını hissetmemek, onu yok saymak için kendi içinde bir savaş veriyordu.

Bakışlarını hızla indirip, Helin'in önüne geçerek Melih'e arkasını döndü.

"Babamlar da geldi, haydi herkes arabalarına!" Murat Bey'in sözüyle herkes arabalarına doğru yönelmeye başladılar.

Yaman Ali, Meyra ve Helin'e doğru giderken, Meyra, yanından ayrılmasın diye Helin'in elinden sıkı sıkı tutmuştu.

"Sen de bizimle gel lütfen!" dedi fısıltıya yakın bir sesle. Gözleri çaresizlikle arkadaşına kilitlenmişti. Yaman Ali ile onca saat aynı arabada, üstelik yalnız kalmak hiçte iyi bir düşünce gibi gelmiyordu. Ve Meyra kesinlikle onunla yalnız kalmak istemiyordu.

Helin daha bir şey diyemeden Yaman Ali yanlarına vardı. Sert ama sakin çıkan sesiyle, "Helin, sen babamlarla geliyorsun," dedi.

Helin, abisinin sözleri karşısında bakışlarını kısa bir an Meyra’ya çevirdi. Meyra’nın sıkıca tuttuğu parmaklarını yavaşça araladı. "Ben... Ben babamlarla gidiyormuşum," dedi, arkadaşına üzgün bir ifadeyle bakarken.

Helin onlardan uzaklaşırken, Yaman Ali kafasıyla arabayı işaret edip, "Hadi," dedi.

Meyra'nın bakışları Helin'in arkasında kalmıştı birkaç saniye boyunca. Yaman Ali'nin sesiyle başını yavaşça eğip derin bir nefes aldı, ardından sessizce arabaya doğru yürüdü.

Arabaya vardıklarında, Yaman Ali direksiyon başına geçerken, Meyra tereddüt etse de itiraz etmeden yan koltuğa oturdu. Motorun gürültüsüyle birlikte ağır bir sessizlik çöktü arabanın içine.

Meyra bakışlarını camın dışına sabitlemiş, göz ucuyla bile yanındaki adamı görmemek için uğraşıyordu. Yaman Ali ise direksiyona sıkıca tutunmuş, her vites değişiminde parmaklarının gerginliği daha da belirginleşiyordu. İkisi de kelimelere dökülmeyen bir savaşın içinde suskun kalıyor, ama o sessizlik arabayı daha da daraltıyordu.

Yol uzadıkça sessizlik ağırlaşıyor, motor sesi bile o gerginliği gizleyemiyordu. Meyra, içindeki sıkışmayı bastırmak için ellerini kucağında kenetlemişti.

"Kendini bu kadar kasma, biraz rahat olmayı dene; çünkü yolumuz daha uzun. Şimdiden kendini bu kadar kasarsan, bu yol senin için hiç bitmek bilmez,"dedi Yaman Ali, gözünü yoldan hiç ayırmadan. Gözü yolda olsa da, Meyra'nın arabaya bindiğinden beri gergin olduğunu biliyordu.

Meyra, Yaman Ali’nin sesini duyunca başını çevirmeden, gözlerini hâlâ camdan dışarı çevirmiş hâlde hafifçe iç çekti. "Sen varken bu mümkün sanki," dedi. Kendi kendine mırıldanmıştı ama sesi o kadar netti ki, Yaman Ali’nin duymaması imkânsız gibi bir şeydi.

"Varlığımdan bu kadar mı rahatsız oluyorsun?"diye sordu. Sesi ne kadar sakin çıkarsa çıksın, içinde bir yerlerde o cümlenin bıraktığı sızı gizlenemiyordu. Göz ucuyla dönüp Meyra'ya baktı birkaç saniye.

"Oradan bakınca belli olmuyor mu?"dedi Meyra birkaç saniye sonra, dönüp Yaman Ali'ye baktı.
Yaman Ali’nin bakışları tekrar yola dönmüş, dudaklarının kenarında alayla karışık bir gülümseme belirmişti.

"Desene, ölene kadar hep bana katlanmak zorunda kalacaksın..."

Meyra derin bir nefes aldı. "İnşallah o gün çabuk gelir..." Cümle ağzından çıktığı anda, havayı bir bıçak gibi kesti.

Yaman Ali’nin elleri direksiyonda bir an kasıldı.
Duyduğu sözler karşısında ani bir fren yapıp büyük bir gürültüyle arabayı durdurdu. Meyra öne doğru savrulurken başını çarpmamak için torpidoya tutunmuştu. Bir an arabanın içini derin sessizlik sarmıştı; motorun uğultusu kesilmiş, sadece nefesleri duyuluyordu

Yaman Ali, her iki kolunu direksiyona dayamış, kafasını kollarının arasına gömmüştü . Nefesleri hâlâ düzensizdi; ne frenin etkisi geçmişti ne de az önce duyduğu sözlerin yankısı... Sanki biraz önce duyduğu o cümle ciğerine saplanmıştı. O cümle defalarca beyninde yankılandı.

'İnşallah o gün çabuk gelir…'

Meyra ölmeyi dilemişti... Meyra ölmek pahasına ondan kurtulmayı dilemişti. Onun, ölmeyi dileyecek kadar kendisinden nefret ettiğini bilmek ise Yaman Ali'yi bir kez daha derinden sarsmıştı.

Başı hâlâ kolları arasında, "Bir daha..." dedi, sesi çatallı çıkmıştı. "Bir daha sakın ama sakın ölümden bahsetme! Ne olursa olsun, o kelimeyi ağzına alma!"

Kollarına yaslanmış hâlde bir süre öylece bekledi. Direksiyonun üzerinde titreyen parmaklarını sıkıp bırakıyordu. Meyra ise gözleri ön camda, donuk bir ifadeyle ıssız yolu izliyordu.

O sırada dışarıdan gelen motor sesi, Yaman Ali’yi kendine getirdi. Derin bir nefes alıp, başını yavaşça kollarının arasından kaldırdı. Camdan dışarı baktığında, yanlarında Hakan’ın arabasının durduğunu fark etti. Hemen arkasından da Melih’in arabası durmuştu.

Hakan, camı indirip kardeşine doğru eğilerek konuştu. "Ne oldu, bir sorun mu var?" Yaman Ali’nin ani frenle arabayı durdurması onu endişelendirmişti.

Yaman Ali bir anlığına sessiz kalıp, göz ucuyla Meyra’ya baksa da, hemen yüzünü toparlamaya çalışıp abisine döndü. "Yok, bir şey yok," dedi kafasını iki yana sallarken. "Devam edin..."

Gözü bir an aynadan Melih'in arabasına kaydı. Melih'in arabadan inip onlara doğru geldiğini görünce arabayı çalıştırıp gaza yüklendi.

***********

Yolu neredeyse yarılamış olan Aslanbey ailesi, akşam yemeği için kısa bir mola vermiş, ardından yeniden yola koyulmuşlardı. Gün çoktan akşama dönmüş, gökyüzü mor ve turuncunun tonlarıyla kararmaya yüz tutmuştu. Arabanın içindeyse sessizlik, dışarıdaki karanlıktan daha ağır bir hâl almıştı. Ne Yaman Ali’den tek bir kelime çıkıyordu ne de Meyra’dan...

Yaman Ali’nin bakışları, akıp giden yolda sabitlenmişti. Direksiyonu sıkıca kavramış, çenesini kasmış hâlde sessizce sürüyordu. Yanında oturan Meyra ise başını cama yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Uyumuyordu; sadece gözlerini kapatıp her şeyden uzaklaşmaya çalışıyordu.

Yaman Ali bir anlık refleksle gözlerini yoldan alıp ona baktı. Kadının yüzündeki solgunluk, dudaklarındaki renksizlik dikkatinden kaçmamıştı. Başını hafifçe iki yana sallayıp, kolunu arka koltuğa uzattı. Dinlenme tesisinden aldığı küçük poşeti aldı ve sessizce Meyra’nın kucağına bıraktı.

"Senin için almıştım," dedi, sesinde birkaç saat önceki sertlikten eser yoktu. "Yemekte hiçbir şeye dokunmadın."

Meyra, gözlerini yavaşça aralayıp önce poşete, sonra kısa bir anlığına Yaman Ali’ye baktı. Bir şey demeden, poşeti açtı. İçinden bir bisküvi paketi çıkarıp sessizce yemeğe başladı.

Yaman Ali, onun bu kez itiraz etmeden söylediklerini yapmasına şaşırmıştı. Birkaç saniye sessizce izledi onu. Gözleri tekrar yola dönerken, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir rahatlama belirdi.

Motorun hafif sarsılmaya başlamasıyla ne olduğunu anlamayan Yaman Ali, ayağını gazdan çekip göstergeye baktı. Araba birkaç metre daha gidip, sonra tamamen durdu. Ön taraftan hafif hafif dumanın yükseldiğini gören Yaman Ali ağzının içinden bir şeyler homurdanarak kemerini çözdü.

"Ne oldu? Niye durduk?"

"Bilmiyorum, bakacağım." deyip arabadan indi.
Kaputu kaldırdığı anda sıcak hava yüzüne vurdu. Birkaç saniye gözlerini kısmak zorunda kaldı, sonra eliyle dumanı dağıtıp içeri baktı. Yağ kokusu ve yanık metalin keskin kokusu birbirine karışmıştı.

"Arıza mı yaptı?" Meyra'nın sesiyle bakışlarını kaldırıp ona baktı. Meyra, Yaman Ali'nin hemen ardından merak edip arabadan inmişti.

"Evet, ama halledeceğim şimdi. İstersen sen içeride bekle," dediğinde, Meyra kafasını iki yana salladı ve sessizce bir köşede beklemeye başladı.

Yaman Ali bir yandan arabanın motoruyla uğraşırken, bir yandan da istemsizce birkaç adım ötesinde duran karısına bakıyordu. Yaz mevsimi olmasına rağmen dağ yolunun gecesi serindi, rüzgâr hafif hafif esiyordu. Meyra kollarını göğsünde kavuşturmuş, başını hafif eğmişti. Rüzgâr estikçe saçları yüzüne düşüyor, o da üşüyen elleriyle onları aralamaya çalışıyordu.

Karısının üşüdüğünü gören Yaman Ali, doğrulup üzerindeki ceketi çıkardı ve sessizce Meyra'ya yaklaşıp omuzlarına bıraktı. Meyra önce ne olduğunu anlayamadı, sonra omuzlarına yayılan sıcaklıkla birlikte başını kaldırdı. Gözleri kısa bir an Yaman Ali’ye takıldı; Yaman Ali ise çoktan geri dönmüş, hiçbir şey olmamış gibi tekrar motorun başına geçmişti. Meyra, ceketini çıkarmayı düşündü ama rüzgâr öyle sert estiği için elleri istemsizce ceketin her iki yakasını tutmuştu.

Birkaç dakika sessizlik sürdü, ardından arabada çalan telefon sesi yankılandı; Yaman Ali'nin telefonu çalıyordu.

"Ellerim yağlı, telefona bakar mısın?" diyerek kafasını Meyra'ya çevirdi.

Meyra, başını sessizce sallamakla yetindi. Arabadan telefonu alıp ekrana baktı; Hakan arıyordu. Hakan ve diğerleri, moladan sonra önden çıktıkları için Yaman Ali’nin arkalarından geldiğini düşünmüşlerdi. Ancak bir süre ilerledikten sonra kardeşinin arabasını göremeyince, içlerine hafif bir endişe düşmüştü.

"Hakan abi arıyor," dedi Meyra, telefonu uzatarak.

Yaman Ali, kısa bir an karısının gözlerinin içine baksa da, elindeki bezle elini silip telefonu aldı.

"Efendim, abi," dedi, birkaç adım uzaklaşarak.

"Neredesiniz?" Hakan’ın sesi, motorun uğultusuzluğunda daha da net duyuluyordu. Endişesi sesine yansımıştı.

"Araba bozuldu," dedi Yaman Ali, sakin ama belli belirsiz yorgun bir tonda.

"Ne?" dedi Hakan, ardından yanındakine bir şeyler mırıldanıp tekrar telefona döndü. "Tamam, dönüyoruz hemen."

"Hayır abi, dönmenize gerek yok. Siz devam edin," dedi Yaman Ali, eliyle motor kapağını kontrol ederken.

"Oğlum, emin misin?"

"Evet abi, siz devam edin. Ben hallediyorum zaten."

"Peki, dikkat edin."

"Tamam," deyip telefonu kapattı. Telefonunu cebine koyarken derin bir nefes aldı.

Yaman Ali tekrar motorun başına geçmiş, sessizce uğraşmaya başlamıştı. Meyra ise sırtını arabaya yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuş hâlde etrafı izliyordu. Gecenin karanlığı yoğun ve ağır bir örtü gibi üzerlerine çökmüştü. Yol kenarındaki ağaçların hışırtısı ve rüzgarın uğultusu, sessizliği neredeyse uğultuya dönüştürüyordu. Her yaprak hışırtısı, Meyra’nın içini bir ürpertiyle dolduruyor, kalbinin ritmini hızlandırıyordu. Uzaklardan geçen araçların farları bir anlığına çevreyi aydınlatıyor, sonra her şey yeniden siyaha gömülüyordu.

Bir süre sonra sessizlik içinde garip sesler duyulmaya başlanmıştı; kuru dalların kırılması, yaprakların hışırtısı ve ardından belirsiz bir hayvan sesi… Meyra, gözlerini karanlığa dikti. Kalbi fark edilmeyecek kadar hızlı çarpmaya başlamıştı. Sesini bastırmaya çalışarak boğazını temizledi, ama içindeki huzursuzluk geçmedi.

Yeni bir hışırtı duyulduğunda, bu kez istemsizce bir adım attı Yaman Ali’ye doğru. Ne düşündüğünü kendisi bile bilmiyordu; sadece yaptığı içgüdüsel bir hareketti… Bir adım daha attı. Sanki ormanın içinden her an bir şey çıkacakmış gibi gözleri korkuyla etrafı tarıyordu. İstemeden birkaç adım daha attı; artık Yaman Ali ile aralarında sadece birkaç karış kalmıştı.

Yaman Ali, motor kapağının gölgesinde, Meyra'nın kendisine doğru yaklaştığını ve hemen arkasında durduğunu görmüştü. Onun korktuğunu, korktuğu için kendisine yaklaştığını biliyordu. Hiçbir şey söylemedi; sadece elindeki işe odaklanmış gibi yaparak sessizliğin içinde çalışmaya devam etti.

Tam o sırada Meyra’nın tiz çıkan sesi gecenin sessizliğini yardı.

"Ayı!!"

Yaman Ali başını hafifçe kaldırıp kaşlarını çattı.

"Bana mı dedin?"

"Ha— Hayır. Sesi geliyor," dedi Meyra, eliyle orman tarafını göstererek. Korkudan sesi titriyordu, gözleri karanlığa odaklanmış, bir şey görmenin korkusuyla büyümüştü.

Yaman Ali bir süre sessiz kaldı, ardından motor kapağını sertçe indirip kapattı. "Hadi gidelim," dedi.

Meyra, tedirgin bir ifadeyle başını kaldırdı. "Bitti mi? Oldu mu yani?"

Yaman Ali yanına doğru yürürken kısa bir bakış attı. "Bitti," dedi, kapıya yönelirken. "Olmuş mu bakacağız şimdi."

O anda Meyra’nın yüzündeki gerginlik yavaşça dağılıp, yerini belli belirsiz bir rahatlama almıştı. Dudaklarının kenarında, farkında olmadan küçük bir gülümseme belirmişti. Yaman Ali o ifadeyi gördüğünde, kendi yüzünde de istemsiz bir gülümseme oluşmuştu.

Yaman Ali arabaya binip kemerini taktıktan sonra, derin bir nefes alıp kontağı çevirdi. Motorun çalışmasıyla rahat bir nefes verdi. Daha Mardin'e varmalarına vardı; bu yüzden de bir an önce devam etmeleri gerekiyordu.

Birkaç saat sonra

Mardin'in girişinde bekleyen Aslanbey ailesi, Yaman ve Meyra'nın da gelmesiyle birlikte konvoy hâlinde Seyitoğlu Konağı’na doğru yol almışlardı. Şehrin taş sokaklarından geçerken, far ışıkları yüzyıllık duvarlara vuruyordu.

Konağın önüne vardıklarında, devasa demir kapılar yavaşça açılmış, arabalar birer birer avluya giriş yapmışlardı. Arabadan ilk Mehmet Ali Aslanbey indi, ardından da diğerleri... Herkesin yüzüne yolculuğun vermiş olduğu yorgunluk sinmişti.

Konağın taş avlusunda, elleri arkasında, sırtı dimdik bir şekilde Eşref Seyitoğlu duruyordu. Ne ilerleyen saate, ne gecenin serinliğine aldırmadan, misafirlerini beklemişti.

"Hoş geldin, Mehmet Ali!" dedi, sesi taş duvarlarda yankılanmıştı.

"Hoş gördük, Eşref ağa!"

Gece geç olduğu ve herkes yol yorgunu olduğu için direkt onlar için hazırlanan odalara geçmeye başlamışlardı. Yaman Ali ve Meyra kendileri için hazırlanan odanın önünde durduklarında, Yaman Ali kapıyı aralayıp geçmesi için Meyra'ya yer verdi.

Meyra, ağır adımlarla içeri girerken bakışları odanın içinde gezinmeye başlamıştı. Yüksek tavanın ortasından sarkan bir avize, odanın ortasında, koyu ahşap çerçeveli büyük yatak hemen göze çarpıyordu. Bir köşede, pencerenin hemen yanında küçük bir berjer vardı; yanına zar zor sığan bir sehpa ve üzerinde yanmakta olan tek bir abajur… Onun dışında odada başka hiçbir şey yoktu. Ne bir kanepe, ne de üzerine uzanabileceği başka bir yer. Her şey sade, düzenli ve biraz da yabancıydı.

Meyra’nın bakışları bir an yatağa, sonra odanın köşesindeki tekli berjere kaydı. Gözleri kısa bir süre o küçük koltukta takılı kaldı. Odayı çevreleyen sessizlikle birlikte, elini ensesine götürüp yavaşça ovmaya başladı.

Yaman Ali, kapının eşiğinde durmuş onu izliyordu. Gözleri Meyra’nın odada kalacak yer arar gibi dolaşan bakışlarını fark etmişti. Birkaç saniye sonra içeri adım atıp kapıyı yavaşça kapattı. Aralarındaki sessizliği kapının kapanma sesi bölmüştü. Ceketini çıkarıp yatağın ucuna bırakırken, gömleğinin birkaç düğmesini açıp, elindeki valizle banyoya geçti.

Meyra, onun ardından kapanan kapıya kısa bir an baktı. Banyodan su sesi gelince, çantasını elinden bırakıp yavaşça berjere oturdu. Elleri istemsizce dizlerinin üzerinde birleşip, parmakları birbirine kenetlenmişti. Gözleri halının deseninde, düşünceleri bambaşka bir yerdeydi...

Bir süre öylece bekledi. Banyo kapısının tekrar açılmasıyla birlikte kısa bir an irkildi. Başını kaldırdığında, Yaman Ali’nin elinde havluyla içeri girdiğini gördü. Üzerinde ekru bir tişört, siyah bir eşofman vardı. Saçlarından hâlâ süzülen su damlaları ensesine düşüyorken, elindeki havluyla saçlarını geriye doğru savuruyordu.

Meyra bakışlarını istemsizce ona çevirmişti, ama göz göze gelmeden hemen kaçırdı. Ayağa kalktı; ne söyleyeceğini, nereye bakacağını bilemeden çantasını aldı. Ardından, sessiz adımlarla banyoya geçti. Kapıyı ardından kapatıp birkaç saniye sırtını yasladı.

Çantasını kenara bırakıp lavabonun başına geçerken gözleri aynadaki yansımasına takıldı; yorgun, uykusuz ve bitkin görünüyordu. Musluğu açıp soğuk suyun tenine değmesini sağladı önce, ardından elleriyle avuçladığı suyu yüzüne çarptı. Soğukluk tenine değdikçe zihni biraz olsun duruluyordu.

Elleri saçlarına gitti, ıslak telleri geriye itip gözlerini kısa bir an kapattı. Sonra, sessizce bir havlu aldı, yüzünü kuruladı ve kısa bir tereddütten sonra derin bir nefes alıp banyodan çıkmak için kapıya yöneldi. Kapıyı açıp odaya girdiğinde, Yaman Ali'yi yatakta, bir kolunu başının altına almış bir şekilde uzandığını görünce kaşları istemsizce çatılmıştı. Saatlerce yolda oldukları için yorgun ve bitkindi zaten. Şimdi o küçük berjerin üstünde yatamazdı. Oraya sığamazdı bile... Sabaha kadar orada oturmak da işkenceden farksız olmazdı onun için.

"Ben nerede yatacağım şimdi?"diye kendi kendine söylenip berjere doğru ilerledi. Berjerin üstündeki küstümü kaldırıp oturdu. "İnsanda biraz nezaket olur, ama neredeee!"

"Koskoca yatak, sana gelme diyen mi var?"

"Saçma sapan konuşma! Seninle aynı yatakta yatabileceğimi nasıl düşünürsün?"

"İyi. Orda uyu o zaman!"dediğinde Yaman Ali, Meyra öfkeyle oturduğu yerden kalktı. Yatağın üzerindeki yastıklardan birini alıp, Yaman Ali'nin üzerine örttüğü pikeyi sertçe çekip aldı. "Yatak sana yeter!"

Güneşin keskin ışıkları odanın içine dolarken, Meyra küçük berjerin üstünde huzursuzca kıpırdandı. Vücudu her hareketinde tutulmuş, kasları gerilmişti. Dün gece onun için pek de iyi geçmiş sayılmazdı; uykusuz, yorgun ve tamamen bitkindi. Elini boynuna götürüp ovduktan sonra gözlerini odanın içerisinde gezdirmeye başladı. Odada kimse yoktu, Yaman Ali çıkmış mıydı? Öyle olmasını umdu...

Yerinden doğrulup ayağa kalktığında, sanki bütün kasları birbirine girmiş gibi yüzünü buruşturdu.
Kısa bir duş alıp biraz rahatlamak istiyordu. Banyonun kapısına doğru ilerleyip, içeriden ses geliyor mu diye baktı; içeride herhangi bir ses yoktu. Kapıyı birkaç kez tıklayıp, ardından yavaşça araladı. Banyonun boş olduğunu görmesiyle rahat bir nefes verdi ve içeri girip ardından kapıyı kapattı.

Kısa bir duş aldıktan sonra bornozu üzerine geçirip önünü bağladı. Duşa girerken kıyafetlerini odada unuttuğunu fark etmişti; daha Yaman Ali odaya dönmeden aceleyle yıkanıp çıkmak istemişti. Bir eli bornozun önünü sıkıca kavrarken, diğer eliyle kapı kolunu yavaşça indirip hafif araladı. Odanın hâlâ boş olduğunu görünce, hızla valizine ilerledi. Hiç valizi açmakla uğraşmayıp, kendiyle beraber giyinme odasına sürükledi.

Daha kimse gelmeden hızla giyinmeye başladı. Üzerine beyaz, uzun bir elbise geçirdi; beli hafifçe oturuyor, vücudunu nazikçe sarıyordu. Kolları inceydi ve hareket ettikçe kumaşı hafifçe dalgalanıyordu. Gösterişten uzak, sadece küçük dantel detaylarıyla zarif bir dokunuş kazanmıştı.

Saçlarını kurutup ayağa kalktı ve aynanın karşısına geçti. Sade ama çok zarif görünüyordu; beyaz elbisenin minimal dantel detayları ve vücudunu nazikçe saran kesimi, onun doğal duruşunu ön plana çıkarıyordu. Saçları hâlâ duş sonrası hafif nemliydi, hafif dalgalar hâlinde omuzlarının üzerinden süzülüyordu.

İşi bittikten sonra biraz odada oyalanıp zamanın ilerlemesini bekledi. Dışarıdan gelen seslerle artık herkesin kalktığını anlayınca, oturduğu yerden kalktı, elbisesini ve saçlarını hafifçe düzeltti ve odadan çıktı. Görünürde kimse yoktu; sesler aşağı kattaki avludan geliyordu. Adımlarını sessizce ilerletip balkona geçti, dirseklerini taş korkuluğa dayadı. Gözlerini aşağıdaki avluya dikti, oradaki hareketliliği izliyordu. Hafifçe esen rüzgâr saçlarının uçlarını geriye savuruyor, güneş ışığı elbisenin beyaz kumaşında yumuşak bir parlaklık yaratıyordu.

Avluda, Aslanbey ve Seyitoğlu gençleri bir köşede toplanmış konuşurlarken, bir taraftan da çalışanlar büyük bir özenle kahvaltı sofrasını hazırlıyorlardı. Avlunun ortasında upuzun bir sofra kurulmuş, üzerine beyaz bir örtü serilmişti. Bakır tabaklar ve taze ekmek sepetleri özenle masaya yerleştirilmişti. Zeytin, bal, kaymak ve buğusu tüten çaydanlıklar, her biri sırayla masaya konuluyordu. Her şey hem sade hem gösterişli bir uyum içindeydi.

Öte yandan Yaman Ali, sabahın erken saati uyanmış, Meyra’yı uyandırmadan odadan çıkmıştı. Meyra’nın uyandığında rahatça giyinip hazırlanabilmesi için yukarı çıkmamış, herkesin uyanmasını beklemek amacıyla avluya inmişti. Bir süre sonra yanına dedesi Eşref Seyitoğlu ve Mehmet Ali Aslanbey de inmiş, birlikte birer kahve içmişlerdi.

Tüm gençlerin avluya inmesiyle Yaman Ali, her iki dedesini baş başa bırakıp gençlerin toplandığı yere doğru ilerledi. Yanlarına vardığında kendi aralarındaki sohbete o da katıldı. Bir süre sonra bakışları, tam karşısında durmuş olan Yusuf’a takıldı. Geldiğinden beri Yusuf’un konuşmalara katılmadığını, bakışlarını sürekli başka tarafa çevirdiğini ve dalgın olduğunu fark etmişti. Nereye baktığını merak edip kafasını onun baktığı yöne çevirdi. Kafasını çevirmesiyle dişlerini birbirine bastırması bir olmuştu: Yusuf, avluda etrafı izleyen Meyra’ya bakıyordu.

"Haydi herkes sofraya buyursun!"

Eşref Seyitoğlunun sesiyle avludaki herkes kahvaltı sofrasına geçmeye başladılar. Yaman Ali dedesinin sesiyle toparlanır gibi olmuştu fakat bakışlarını bir türlü Yusuf'tan alamıyordu. Yusuf, sesle birlikte irkilmiş, bakışlarını hemen başka tarafa çekmiş olsa da, Yaman Ali'nin radarından kaçamamıştı.

"Oğlum!" dedi Eşref Bey, daha Yaman Ali sofraya geçip oturmadan. "Sen ve gelin kızım bu tarafa gelin,"deyip yanındaki iki sandalyeyi işaret etti.
Yaman Ali, kafasını sesizce sallarken, Meyra ile birlikte geçip dedesinin yanına oturdular.

Eşref Bey'in 'Afiyet olsun,' demesiyle birlikte masa başında kısa bir sessizlik oldu. Ardından, herkes yavaşça önündeki tabaklara yöneldi. Herkes kendi halindeydi; kimse başını önündeki tabaktan kaldırmıyor, sadece çatal bıçak sesleri yankılanıyordu avlunun taş duvarlarında.

Meyra sessizce kahvaltısına devam ederken, bir elini sürekli boynuna götürüp ovuyordu; dün gece boynu fena tutulmuştu anlaşılan.

"Gecen nasıldı? Rahat uyuyabildin mi, bari?"dedi Yaman Ali, kafasını hafif eğip Meyra'nın duyacağı bir sesle. Meyra'nın oturduğundan beri elinin boynunda olduğunu görmüştü.

Meyra, tabağındaki bakışlarını yavaşça kaldırıp, kızgın bir yüz ifadesiyle Yaman Ali'ye baktı. "Dalga mı geçiyorsun?"deyip kaşlarını çattı. "Bu gece de sen orada yat, cevabını o zaman kendi kendine verirsin..."dedi, yüzüne yapmacık, sahte bir gülümseme takınarak. Yaman Ali, duyduğu sözler ve Meyra'nın yüzündeki yapmacık gülümsemeyi görünce kendisini tutamayıp gülümsedi.

İkisi birbirine bakıp sahte bir edayla gülümserlerken, sofradaki bakışların onlara kaydığından habersizlerdi. Herkesin bakışları, birbirine bakıp gülümseyen Yaman Ali ve Meyra’ya kaymıştı. Bu bakışlar arasında Melih’in bakışları da vardı; hemen çaprazlarında oturmuştu. Bakışları istemsizce ikisine kaymış, yüzlerindeki gülümsemeyle birbirlerine baktıklarını görünce, içinde anlam veremediği bir öfke belirmişti.

Meyra ve Yaman Ali’nin yüzündeki gülümseme sahteydi; ama masadaki kimse bunu fark etmemişti. Dışarıdan bakıldığında, sanki aralarında bir neşe, bir uyum varmış gibi görünüyordu.

Melih’in gözleri bir an Meyra’nın yüzünde takılı kaldı. O masum, çocukluk yıllarının Meyra’sı gitmişti; yerini olgun, sessiz ama içinde biriken öfkeyle duran bir kadın almıştı. Melih, bunu kendi elleriyle yarattığının farkındaydı. Onu bırakmış, başka biriyle evlenip onun da abisiyle evlenmesine sebep olmuştu. Geride yıkılmış bir kadını ve yarım kalmış bir hikâyeyi bırakmıştı.

Şimdi o hikâyenin, abisinin adıyla devam ettiğini görmek boğazına oturmuştu.

Bölüm : 15.10.2025 00:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...