
Çok acıklı çok duygusal bir bölümle geldik. Lütfen okurken yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız 🥰🥰
Keyifli okumalar 💞
Hayat değil, insanı yaşadıkları yoruyordu aslında...
Serhat'ın da yaşadıkları onu yıpratmış, acımasız bir kişiliğe dönüştürmüştü. Şimdi de Meyra'yı Yaman Ali ile evlenmeye mecbur bırakmaları onu çılgına döndürmeye yetmişti. Onun gözünde Meyra'nın Yaman Ali ile evlenmesi demek, kendisinin yaşadığı bütün acıları kardeşinin de yaşayacağı anlamı içeriyordu, belki de çok daha fazlasını. Çünkü kardeşi onun kadar dayanıklı değildi. Yaşadıklarını kardeşi yaşamasın diye etrafında ne varsa kırıp dökmüştü, canlı cansız farketmeksizin.
Hiçbir zaman kırmak istemediği karısını bugün belki de paramparça etmişti, geçmişte yaşadığı kırgınlıkları dile getirdiği sözleriyle... O an o sözleri söylerken karısının onu yaşlı gözlerle dinlediğini fark etmemişti bile. Gözü öyle bir dönmüştü ki ağzından çıkan kelimelerin Elif'i yakacağını düşünememişti. Çıkıp giderken karısının yaşlı ve üzgün gözlerini görmesiyle yüreği bir kez daha yanmıştı.
Evden çıkıp giderken akşam üzeriydi ve karanlık çökmemişti. Şimdi ise hava iyice kararmış her yer sokak lambalarıyla aydınlatılmıştı. Daha fazla dışarıda kalamayacağını anlayınca arabasına atlayıp tekrar eve sürdü. Kafası sürekli kardeşinde ve ona kırgın olan karısındaydı. Eve dönünce karısının nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu.
Arabasını bahçeye park ettiğinde dağıttığı her yerin temizlendiğini, tüm hazırlıkların bittiğini ve çalışanların oradan gitmiş olduklarını görünce kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini sımsıkı kapattı. Birkaç dakika öylece sessizce bekledi. Hem kardeşi hem geçmişte yaşadıkları hem de bugün kırdığı karısı için içinde fırtınalar kopuyordu. Bir bilinmezin içinde sürüklenip gidiyordu.
Kapattığı gözlerini yavaşça açıp derin bir nefes alarak yüzünü sıvazladı. Kapıyı açıp arabadan indiğinde gözleri daha fazla bu manzaraya dayanamadığı için adımlarını eve doğru yönlendirdi. İçeri girdiğinde salondan bir takım sesler işitse de oraya girmedi. Şimdi babasını görürse tekrar tatsızlık çıkacaktı ve Serhat bu sefer onları daha beter kıracaktı.
Bakışları bir anlığına Elif ile kaldıkları odaya kaydı. Elif'in odada olup olmadığını bilmiyordu ama şimdi o odaya girmeye cesaret edemedi. Elif'i üzgün görmek kalbini daha da yakacaktı. Her ne kadar Elif ile zorla evlenmiş olsa bile, kalbine kazıdığı kişiyi unutamamış olsa bile onu üzmeye ya da üzgün görmeye dayanamıyordu. Çünkü Elif de burda onun kadar suçsuzdu.
Bakışlarını odasından çekip Meyra'nın odasına doğru yöneldi. Odanın kapısını açtığı gibi kardeşini cam kenarında oturmuş, başını dizlerine yaslamış bir şekilde dışarıyı seyrederken gördü. İçeri girip kapıyı ardından yavaşça kapatarak yanına doğru adımladı. O da Meyra gibi cam kenarına oturup dizlerini kendine çekerek dışarıyı seyretmeye başladı. Meyra abisinin geldiğini, yanına oturduğunu bilse de hiç ses etmemişti. Kendi sessizliğine abisini de ortak etmişti şimdi... İkisi sessizce dışarıyı seyrediyorlardı.
Meyra'nın odasının penceresi bahçeye dönüktü ve Meyra sessiz hıçkırıklar içerisinde tüm gün yapılan hazırlıklara an be an şahit olmuştu. Serhat'ın etrafı nasıl dağıttığını, babasıyla konuştuğu her şeyi gözyaşları içinde bir bir dinlemişti.
"Neden Meyra? Neden elimi kolumu bağladın? Sen kabul ettikten sonra ben senin için savaşamam ki..." dedi Serhat aralarındaki sessizliği bozarak. Meyra'nın kabul etmesi onun elini kolunu bağlıyordu. Meyra hayır dese sonuç ne olursa olsun onu korumak için elinden gelenin fazlasını yapmaya hazırdı. "Hayır de Meyra'm! Hayır de ki seni bu saçma sapan evlilikten kurtarabileyim. İstersen seni buradan alıp uzaklara götürürüm... Yeter ki hayır de zümrüt gözlüm."deyip bakışlarını kardeşinin üzerinde gezdirdi. Meyra başını yasladığı dizlerinden hiç çekmeden acı bir şekilde gülümsedi. Biliyordu ki Serhat'ın onun için yapmayacağı şey yoktu. Ama ne Serhat'ı ne Elif'i ne de Elif'in karnındaki bebeğin günahına giremezdi. Hele ki yengesinin bugünkü çaresizliğine şahit olmuşken, bunu istese de yapamazdı.
Serhat kardeşinin sessizliğini hâlâ koruduğunu görünce tekrar konuşmasına devam etti. "Konuş Meyra böyle susup oturamazsın! Konuş ki senin için bir şey yapayım. Böyle oturup her şeyi kabullenmek beni mahvediyor!"dediğinde, Meyra kafasını kaldırıp dolu dolu gözlerle abisine baktı.
"Artık benim için bir şey yapamazsın abi! Bende senin gibi her şeyi kabullendim."derken gözlerindeki yaşlar yanaklarından aşağıya doğru süzülüvermişti. Serhat kardeşinin sözleriyle bir an duraksasa da boğulanan gözlerini saklamak için bakışlarını kaçırmıştı hemen. O an babasıyla olan kunuşmalarını Meyra'nın da duyduğunu anlamıştı. Derin bir nefes alıp hemen kendini toparladı.
"Hayır! Hemen bu kadar kolay kabullenemezsin. Bu öylece kabul edebileceğin bir durum değil. Söz konusu olan senin hayatın Meyra, böylece kestirip atmalarına izin veremezsin!"deyip kardeşini ikaz etmek istedi. Meyra'nın kabullenmesi onun yapacaklarının önünü kesiyordu bir nevi...
"Bana 'hayır kabullenemezsin' diyorsun da peki sen neden kabul ettin abi! Üstelik senin uğruna savaşabileceğin biri varken neden onlara boyun eğdin? Senin sevdiğini alıp götürebileme imkanın varken neden kendinle beraber yengemi de yakmalarına izin verdin?"dediğinde doğrudan abisinin gözlerinin içine bakmıştı. Serhat'ın başka birini sevdiğini, Elif ile evliliklerinin mecburi bir evlilik olduğunu bugün öğrenmişti. Serhat'ın babasıyla olan konuşmalarını, boğulanan gözlerini görünce içindeki ateş bu sefer abisi için yanmıştı.
Elinin tersiyle yüzünü silip, "Ama biliyor musun abi benim öyle bir şansım yok..."derken bir hıçkırık koptu dudakları arasından. Boğazı düğüm düğüm olurken acı çeke çeke yutkundu. "Abi ben uğruna savaşabileceğim kişi tarafından bu hale geldim zaten. O yüzden benim bu hayattan bir beklentim kalmadı artık. Bırak her şey olacağına varsın."dedi kısa bir duraksamadan sonra, bakışlarını kaçırıp kafasını dizlerine yasladı. İnsan uğruna savaşmak istediği kişi tarafından ihanete uğradığında artık her şey anlamsız kalıyordu onun için... Meyra da Melih tarafından ihanete uğradıktan sonra artık her şeyin anlamsızlaştığını fark etmişti.
Serhat kardeşinin sözlerinden sonra sırtını yasladığı camdan çekip aralarındaki mesafeyi yok ederek dizlerinin üstüne çöktü. "Hayır Meyra sen bu kadar çabuk pes edip sana kıymalarına izin verecek bir insan değilsin. Nerede benim haksızlığa asla boyun eğmeyen kardeşim?"diyerek Meyra'nın çenesinden tutup kendisine bakmasını sağladı. Meyra'nın çabucak pes edip kabuğuna çekilmesini istemiyordu. Çünkü Meyra öyle kolay kolay haksızlığı kabullenen bir karakter asla olmamıştı.
"Bunun başka bir çaresi yok abi... Üstelik sen bile dedeme boyun eğmişken benim karşı çıkma gibi bir lüksüm olabilir mi sence?"dedi boğulanan gözlerle abisine bakarken. Serhat'ın eli duyduğu sözlerle istemsizce inmişti kardeşinin çenesinden. O da boyun eğmek zorunda kalmıştı dedesine... Hem de kalbinde başka biri varken.
Maya ile birbirlerini severlerken Serhat başkasına mecbur bırakılmıştı.
En zoru da kalbin sevdiğinden başkasını kabul etmezken seni başkasına mecbur bırakmaları değil miydi?
"Konumuz benim boyun eğip eğmemem değil. Benim ki geçmiş bitmiş bir şey, üzerinde konuşmamızın bir anlamı kalmadı zaten. Hem benim yaşadıklarımla senin yaşayacakların çok farklı. Sen o adamla aynı çatı altında yaşayabilmenin kolay olacağını mı düşünüyorsun? Onunla aynı ortamda yaşamaya, onu başkasıyla görmeye dayanabilecek misin peki?"dediğinde, Meyra bir an kendini Melih ile aynı çatı altında olmayı hayal etti. Onun eşiyle konuşmasına, gülmesine, dokunmasına dayanabilir miyim diye düşündü. O an kalbinde derin bir sızı hissetmişti. Boğulanan gözlerinden yaşlar birbiri ardına hızla akmıştı. Bunları düşünmek bile canını bu kadar yakmışken buna nasıl dayanabilirdi ki?
"Bunları duymaya bile dayanamazken birde bu evliliği kabul edip aynı çatı altına girmeye çalışıyorsun güzelim, yapma! Kabul etme... Etme ki o adi herifin yaptıklarını fitil fitil burnundan getirebileyim. Ama sen kabul edersen ben senin o akıttığın gözyaşlarının hesabını soramam. İnan bana seni böyle ağlarken gördüğümde o evi onların başına yıkmamak için kendimi zor tutuyorum."dedi. Meyra'nın yanaklarını avuçlayıp gözyaşlarını silmek isterken Meyra hızla ayaklanıp elinin tersiyle yüzünü sildi. Bu evliliği kabul etmesinin nedeniyde buydu zaten... Serhat tam da dedesinin bahsettiği gibi asla rahat durmayacaktı. Onu durdurmanın tek yolu buydu ve Meyra bunu hayatı pahasına kabul etmişti. Şimdi de abisinin kabul etmesini sağlayacaktı.
"Ben Melih'i o gün o kızla gördüğümde kalbimden söküp attım! O artık benim için sadece evleneceğim adamın kardeşi, başkada hiç bir şey değil, olamaz da. Ben bu evliliği kabul ettim, sen de kabullen artık."deyip odadan koşar adımlarla çıktı. Biraz daha kalıp Melih'ten söz etse dayanamayıp hıçkırıklara boğulacaktı. Serhat'ın kendisini öyle görmesini istemediği için yanından kaçarcasına gitmişti. Yoksa Serhat onu dinlemez, evliliği bozmak için diretir ve kendini yakardı.
Serhat Meyra'nın kaçarcasına odadan çıkmasından sonra arkasından bakakalmıştı bir süre. Aslında Meyra'nın yaptığı fedakarlığın farkındaydı. Ama Serhat sırf kendisine bir şey olmasın diye kardeşinin bu fedakarlığı yapmasından yana değildi. O zaten her şeyi bile isteye göze almış durumdaydı. Meyra'nın canını yaktıkları gibi onlarında canlarını yakmak istiyordu.
Çöktüğü yerden yavaşça kalktı. Odadan çıkmadan evvel boğuk bir nefes verip ellerini saçlarından geçirdi. Şuan kendini bir çıkmazın içinde hissediyordu. Ne tarafa dönse sanki kapılar yüzüne kapanıyordu.
Kendini toparlamak adına yüzünü sertçe sıvazlayıp odadan çıktı. Karısının kırılmasına sebep olduğundan dolayı odasına girmek istemediyse de kimsenin yüzünü görmek istemediği için adımlarını istemeye istemeye odasına çevirdi. Elini kapı koluna götürüp indirmeden evvel karısının sesiyle eli kapıda kalmıştı.
"Biliyor musun bebeğim... Baban bize mecbur bırakılmış... Aslında o bizi hiç sevmemiş." İçeriden gelen ağlama sesi hıçkırığa dönüşmüştü bir anda. Serhat'ın kapıdaki eli duyduğu sözlerle taş misali kesilmişti. Şuan karısı kadar kendisi de acı içinde kıvranıyordu. "Ama sen hiç merak etme bebeğim, ben onun yerine de seni seveceğim. Seni öyle çok seveceğim ki sana onun eksikliği hiç hissettirmeyeceğim..."dediğinde, Serhat daha fazla dayanamayıp kolu indirerek odasının kapısını açtı. Ona her şeyi söyleyebilirdi fakat onu bebeğini sevmemekle yargılayamazdı. Elif'i yatağın ucuna oturmuş bir şekilde eliyle karnını okşarken görünce hiç ses etmeden yatağa yaklaşıp hemen yanına oturdu.
Elif kocasının odaya girip yanına oturmasıyla sessizleşip gözlerindeki yaşları silince dudakları arasından küçük bir hıçkırık kopmuştu. Serhat'ın yanında ağlamak istemediği için kafasını yana çevirip gözlerini sımsıkı kapattı. Boğazına yükselen hıçkırığı yutup derin bir nefes almaya çalıştı.
İkisi arasında uzun bir sessizlik oluşmuştu.
"Bu hayatta hiç kimseyi sevmeyeceğim kadar onu seveceğim."dedi Serhat uzun sessizliğin ardından, karısına dönüp elini karnına koyarken. "Biliyorum bugün seni çok kırdım. Seni üzmek bu hayatta isteyeceğim en son şey bile değil. Bunun için gerçekten çok üzgünüm. Benim için söylediklerimin hepsi eskide kaldı. Benim artı..."daha sözünü tamamlamadan Elif'in kızaran gözlerini kendisine çevirmesiyle susmuştu.
Elif kocasının karnındaki elini yavaşça ittirerek, "Bugünkü sözlerinle sadece bana değil, herkese bir kez daha eskide kalmadığını göstermiş oldun."deyip yerinden kalkarak odadaki lavaboya girdi. O bugün çok kırgın çok dargındı. Serhat'ın onunla ne şartlar altında evlendiğini, kalbinin onun için atmadığını çok iyi biliyordu. Lakin ondan bu sözleri duymak ister istemez canını fazlasıyla yakmıştı.
Serhat karısının lavaboya girmesinden sonra sıkıntılı bir nefes almıştı. Elif'in kırgınlığının düşünülenden daha çok olduğunu anlamıştı. Onun gönlünü almak o kadar kolay olmayacaktı...
ERTESİ SABAH
Kına günü
Kına hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyordu. Ama sanki ev bir düğün evi değil de cenaze evi gibiydi.
Ev olduğundan çok daha sessizdi. Herkes üzgün bakışlarını birbirinden kaçırıyordu. Birbirinin içinde kopan fırtınayı çok net duyuyor ama hiçbir şey yapamıyorlardı. Bu fırtına en çok da Meyra'nın kalbinde kopuyordu. Öyle ki eve sığamayıp kendini dışarı atmıştı. Biraz daha o evde kalıp hazırlıklara şahit olsaydı dayanamaz oraya yığılırdı.
Ayakları onu istemsizce çocukluğunu geçirdiği yere götürmüştü. Ağaçlarla çevrili bir nehir kıyısıydı burası. Melih ile çoğu anılarını burada yaşamıştı. Onun olmadığı yıllar boyunca hep buraya gelir onun anılarıyla hasret giderirdi. Şimdi ise buraya gelişi bir vedaydı aslında. Melih'e, anılarına, çocukluğuna vedasıydı bu...
Boşa geçirmiş olduğu yılların verdiği bitkinlikle oturduğu yerden yorgunca kalktı. Artık gitmesi gerektiğinin farkındaydı. Biliyordu artık burada kalmanın hiç bir anlam ifade etmediğini... Üzerini silkeleyip kafasını kaldırınca gözleri biraz uzağında durup ona bakan adamı görmüştü. Bir an dengesini şaşar gibi oldu. Sendeleyip düşmemek için direndi. Boğazında hissettiği derin acıdan dolayı zorlukla yutkunabilmişti. Onu burada görmeyi hiç beklememişti, üstelik böyle bir günde...
Melih gelmişti. Sadece Meyra ve onun anılarıyla dolu olan nehir kıyısına... Çocukluğunun geçtiği yere gelmişti. Neden buraya geldiğini bilmiyordu. Tabii geldiğinde Meyra'yı göreceğini de... Meyra'yı nehir kenarında dalgınca otururken görünce bir süre onu seyretmiş ve eski anıları gözünde canlanmıştı. Meyra'yı düşünürken içinde anlam veremediği bir şeyler oluyordu ve Melih bunu kestiremiyordu. Sadece bunun onu huzursuz ettiğini biliyordu. Üstelik bu huzursuzluk Meyra'yı ilk gördüğünde başlamıştı.
Meyra Melih'i görmenin verdiği acıyla yerinde huzursuzca kıpırdandı. Neden buraya geldi diye kendi kendine sürekli sorup durdu. Ama bunun cevabını alamadı bir türlü. Onca yaptıklarından sonra ne diye buraya geliyordu ki diye düşünmeye başlamıştı. Her şeyi geride bırakıp gitmemiş miydi zaten? Şimdi ne diye çocukluklarını da kirletmek istiyordu ki?
Binbir düşünce içerisinde birbirine doğru yavaşça adımlamaya başlamışlardı. Birbirlerine yaklaştıkça Meyra Melih'in yüzündeki yaraları daha net görmeye başlamıştı. Aralarında çok az bir mesafe kalınca ikisinin ayakları yerinde durmuştu. Şuan tam da gözgöze gelmişlerdi.
İkisi yıllar sonra ilk defa baş başa karşı karşıyaydılar. Fakat birisi evli diğeri ise evlilik yolunda ilk adımını atıyordu bugün...
Meyra'nın bakışları yavaşça Melih'in yüzünden inip eline kaymıştı, onun artık bir başkasına ait olduğunu gösteren alyansa. O an dolan gözlerinden bir yaş süzülüp yanağından aşağı indi. Melih Meyra'nın bakışlarının yüzük takılı olan eline kaydığını görünce elini yumruk yapıp arkasına saklama gereği duymuştu. Bunu neden yaptığını anlamasa da o an Meyra'nın o yüzüğü görmesini istememişti. Yaptığı o harekele Meyra'nın yüzünde acı bir gülümseme belirdi.
"O gün yanında duran kızın elini tutup herkese 'işte benim seçimim' demiştin! Şimdi ne değişti de onu görmemi istemiyorsun?"diyerek arkasına sakladığı elini işaret etti Meyra. Melih sessiz kalmıştı o an. Melih sessiz kalırken Meyra derin bir nefes alıp yanağındaki yaşı elinin tersiyle silerek gözlerini onun üzerinde gezdirdi. Bunu neden yaptığına anlam verememişti. Başka birini tercih etmişken şimdi ne diye yüzüğünü saklıyordu ki?
Melih sessizliğini sürdürmeye devam ediyor, bakışlarını Meyra'nın üzerinden hiç çekmiyordu. Aslında söyleyecek hiç bir söz bulamıyordu. Kendisi bile yaptığına bir anlam verememişken karşısında ona acı dolu gözlerle bakan Meyra'ya nasıl bir cevap verebilirdi ki?
Meyra daha fazla bu duruma kayıtsız kalamadı. Üzerindeki bu acınası bakışlardan rahatsız olmuştu. Melih'in yaptığı her şeyden sonra birde ona acıyan gözlerle bakmasına katlanamadı. Bundan sonra onunla aynı çatı altında nasıl yaşayacaktı onu da hiç bilmiyordu.
Bir an önce ondan uzaklaşmak istedi. Onu görmek her şeyden çok canını acıtıyordu. Adımlarını hızlandırıp Melih'in yanından geçerken Melih'in kolundan tutmasıyla adımları yerinde durmuştu. Kolunu hızlıca Melih'in elinden çekip onu iterek yüzüne bağırdı.
"Dokunma bana!!! Sakın bir daha bana dokunma!" Melih ellerini havaya kaldırıp bir iki adım geri çekildi. Meyra'nın böyle bir tepki vereceğini düşünmemişti. Sadece onu durdurup konuşmak istemişti, onunla ne konuşacağını bilmeden...
Melih'in yüzünü görmek Meyra'nın canını ne kadar yaksa da Meyra bir iki adımla ona yaklaşmıştı. Aralarında birkaç adımlık mesafe vardı sadece. İçinde tuttuğu her şeyi yüzüne haykırmak istiyordu fakat onun da canının yanması için birkaç kelime kullanmıştı. "Beni abi dediğim biriyle evlenmeye mecbur bıraktın ya, seni hiç bir zaman affetmeyeceğim. Umarım bana bu yaşattıklarının daha beterini yaşarsın."deyip kaçarcasına ondan uzaklaşmak istedi. Birkaç adım atmıştı ki bu sefer Melih'in konuşmasıyla adımları durmuştu.
"Üzgünüm... Böyle olacağını bilemedim. Her şeyin sadece çocuklukta kaldığını sanmıştım. Ben senin de her şeyi çocuklukta bıraktığını düşünmüştüm." Meyra duyduğu sözler karşısında bir kez daha kırılmıştı. Çocukluğundan bu yana içinde büyüttüğü adam şimdi karşısına çıkıp her şeyi çocuklukta bıraktığını sandığını söylüyordu. Oysa Meyra çocukluktan gelme aşkıyla büyümüştü. Melih yanında olmasa da onun anılarıyla büyümüştü.
"Hatırlıyor musun? Buradan gitmeden önce tam da burada birbirimize bir söz vermiştik."dedi arkası hâlâ Melih'e dönükken. Ardından yavaşça ona doğru dönüp, "Ben sözümde durmuştum. Ama sen... Sen gittiğin gün benimle birlikte verdiğin sözü de unuttun."dedi. Ağlamamak için iç yanağını ısırırken dişlerini birbirine bastırmıştı.
"Ben gerçekten çok üzgünüm..."dedi Melih birkaç saniye sonra. Diyecek başka da hiçbir şey bulamamıştı. Meyra'nın onu beklediğini düşünmemişti. Onun da kendisi gibi her şeyi çocuklukta bıraktığını düşünmüştü.
"Üzgünüm mü? Sadece bu kadar mı? Ya, ben senin yüzünden abi dediğim biriyle evleniyorum... Sen bana üzgün olduğunu mu söylüyorsun!"dedi sesini yükselterek. "Bu hayatta hiç kimsenin bana yapmadığını sen yaptın! Bile bile beni ateşe attın!"derken çenesini kasmıştı. Ağlamamak için ne kadar dirense de yanakları yaşlardan ıslanmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp, "Sen benden hayatımı aldın! Sen benden bütün hayallerimi çaldın! Bu yüzden seni hayatım boyunca asla affetmeyeceğim!"deyip koşar adımlarla oradan uzaklaştı, arkasında gözleri dolmuş bir Melih bırakarak... Melih, Meyra'nın üzülmesinin, ağlamasının neden bu kadar canını yaktığına bir anlam veremiyordu. Canının yanışı onu yarı yolda bırakmasından mıydı yoksa?
*************
Meyra Melih'in yanından ayrıldıktan sonra Havin ile her zaman gittikleri tepeye gitmişti. Havin ile konuşup görüşemedikleri bu iki gün onun için sanki koskoca iki yıl gibi gelmişti. Onunla hiç bu kadar ayrı kaldığını hatırlamıyordu. Şimdi herkesten çok ona ihtiyaç duyuyordu ama onun yüzüne bakacak yüzünün olmadığını düşünüyordu. Ne kadar mecbur kalmış olsa da arkadaşının sevdiği adam ile evleniyordu sonuçta. Aslında bu sadece Meyra için değil, Havin için de dayanılması çok zor bir durumdu. Bir tarafta can dostu, kardeşten öte bildiği Meyra varken diğer tarafta yıllardır kalbinde hüküm süren Yaman Ali vardı ve Havin bu çıkmazın içinden nasıl çıkacağını bilemiyordu. Kardeşi ve sevdiği adam arasında sıkışıp kalmıştı.
Hayat ikisi için de çıkmaz bir yol gibiydi şu an...
Vaktin iyice daraldığını gören Meyra sıkıntılı bir nefes vermişti. Zaman hiç olmasını istemediği saatlere doğru ilerliyordu. Bir iki saat sonra kınası yakılacaktı ve Meyra artık eve dönmesi gerektiğini biliyordu. Fakat bunu hiç istemiyordu. Vakit hiç geçmesin, zaman dursun istiyordu. Bu yaşananların hepsi sadece kötü bir kâbus olsun istiyordu. Ama gerçek gün yüzü gibi ortadaydı. Tüm yaşananlar hiç olmadığı kadar gerçekti...
Yorgun bedenini yerden kaldırıp ayaklanmıştı. Ayakları hiç istemediği yere doğru ilerliyordu. Hem bu gerçekten daha ne kadar kaçabilirdi ki? Sabahtan beri eve dönmemek için öylesine dolanıp durmamış mıydı zaten? Artık bu gerçekten kaçamazdı.
Etrafta ona acınası gözlerle bakanların bakışlarını hiç görmüyordu. Çünkü kendinden geçmiş, içler acısı bir durumdaydı. Şuan bir silüetten farksız değildi. Eve yaklaştıkça nefesinin daraldığını, ayaklarının onu daha fazla taşıyamayacağı hissine kapılıyordu. Ayakları sanki yere çivilenmiş gibi onu götürmek istemiyordu...
Nihayetinde artık eve gelmişti. Her ne kadar çaresiz, yorgun, bitkin ve perişan bir durumda olsa da, ayakları onu geri götürmek istese de hayatının gerçeğini birazdan yaşayacağı yere gelmişti. Ağlamaktan kızaran gözlerini etrafta gezdirdi bir süre. Kimse bahçede görünmüyordu. Boğucu bir sessizlik hakimdi her yere. Fakat bu sessizlik çok sürecek gibi değildi. Hava kararmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra burası insanlarla dolup taşacaktı. Tüm hazırlıklar bitmiş geriye sadece o kalmıştı.
Gözleriyle etrafı süzerken acıyla gülümsedi. Oysa bütün bunların hayalini ne kadar da kurmuştu. Şimdi ise tüm hayalleri yıkılmıştı. Nasibinde sevdiği adamla değil de onun abisiyle tüm bunları yaşamak vardı...
Bakışlarını etraftan çekip eve doğru yürüdü. Yüreği daha fazla o görüntüleri görmeye katlanamamıştı.
İçeri girdiğinde bakışlar direkt onu bulmuştu. Ev o kadar kalabalıktı ki her yerden biri çıkıyordu sanki. Odalar dolmuştu. Çocuklar etrafta koşuşturup duruyordu. Anne tarafındaki akrabaların çoğu, baba tarafından ise amcası Mahmut ailesiyle beraber hepsi gelmişlerdi.
Üzerindeki bakışlardan bir an önce kurtulmak için adımlarını hızla odasına çevirdi. Odasının kapısını açtığı gibi bakışları yatağın üzerindeki bindallıya kaymıştı o an. Ayakları kendiliğinden birkaç saniye yerinde durup gözlerini dalgınca bindallının üzerinde gezdirdi. Boğazına oturan yumruyu yutup yatağa doğru yavaşça ilerledi. Eğilip bindallıyı eline alırken ağlamamak için kendini sıktı. Ama gözlerinde duramayan yaşlar yanaklarından süzülüp elindeki bindallının üzerine bir bir damladı. Ayakları onu daha fazla taşıyamayıp elindeki bindallıyla dizlerinin üstüne çöktü o an. Biraz sonrasında ise yüreğini yakan bu acıyı kelimelere döküp kendisiyle beraber herkesi de bu acısına ortak etmeye başladı.
Yüce Dağ başında yanar bir ışık....
Düşmüşem derdine... olmuşam aşık...
Şarkıyı seslendirirken sesiyle beraber yüreği de titriyordu.
Öyle bir yar sevdim... zülfü dolaşık...
Dividim, kalemim, yazarım...
Meyra'nın sesini duyan herkes koridora çıkmıştı. Serhat Meyra'nın yanına gitmek isterken Havin onu durdurup kendi odaya girmişti.
Böyle bir yavrunun derdi... var bende...
Oy ben de... yar bende... Aha ben gidiyom...
Sen hemen ağla... yan ağla dön ağla
Hemen arkasında oturan Havin'in gelişini duymamıştı. Havin hemen arkasında, Zuhal ve Hülya kapının önünde çökmüş bir şekilde ağlıyorlardı. Fırat ve Serhat sırtlarını duvara dayamış, kardeşlerinin içinde olduğu acıyı acı çeke çeke izliyorlardı. Babası ve annesi ise dayanamayıp odalarına kapanmışlardı.
Yüce dağ başından... in... indiremedim...
Yönünü yönüme döndüremedim....
Meyra'nın her bir kelimesiyle nefesi tükenmiş gözyaşları daha da akmıştı. Parmakları arasındaki bindallıyı öyle bir sıkıyordu ki...
Bir güzelin aklın... kandıramadım...
Dividim, kalemim, yazarım...
Böyle bir yavrunun der...
Şarkının sözlerine devam edemeyip hıçkırıklara boğulmuştu. Elindeki kına elbisesini gördükçe aklına Melih geliyordu. Yıllar sonraki gelişi... Beraberinde getirdiği kız... Dedesine söylediği sözler... Bugünkü karşılaşmaları... Her şeyi çocuklukta bıraktığını açıkça dile getirmesi... Hepsi bir bir gözünde canlanıyor, onu daha da yakıyordu.
Melih'in yaptığı her şey gözünde canlanınca büyük bir çığlık atıp elindeki kına elbisesini parçalamaya başladı. Havin ve Zuhal yanına yaklaşıp onu durdurmak isterken Serhat ve Fırat da duydukları çığlıkla hemen içeri girmişlerdi.
"Meyra lütfen sakin ol canım."dedi Zuhal elindeki parçalanmış bindallıyı almaya çalışırken. Lakin Meyra onu duymuyordu. Kendinden geçmişçesine çığlık çığlığa kına elbisesini parçalamaya devam etti. Gözü bu sefer dolabında asılı duran gelinliğe kaydı. Gelinlik, kına elbisesi hepsi damat tarafından gönderilirdi. Fakat Meyra'ya sevdiği, yıllardır beklediği adam tarafından gönderilmemişti. Bizzat Mehmet Ali Aslanbey tarafından gönderilmişti.
O zaten sevdiği adam tarafından büyük bir ihanete uğramıştı...
Zuhal'i ve Havin'i iterek ayaklandı. Dolapta asılı duran gelinliği alıp parçalarken bu sefer Serhat ve Fırat araya girip onu sakinleştirmeye çalıştılar. Meyra sinir boşalması yaşıyordu şuan. Kına elbisesini parçalarken Serhat sırf bu yüzden onu durdurmak istememişti. Tüm öfkesini elbiseden çıkarırsa biraz da olsa rahatlayacağını düşünmüştü. Ama şimdi Meyra'nın kendine bir zarar vermesinden korkuyordu. Çünkü Meyra kendine de zarar verecek kadar çok kötü görünüyordu.
"Güzelim sakin ol lütfen bak kendine zarar vereceksin şimdi."dedi Fırat yüzünü avuçlayıp kendisine bakmasını sağlarken. Ama Meyra onu duymuyor, ellerinden kurtulmak için çırpınıyordu. Fırat konuşarak onu sakinleştirmek isterken Serhat her iki kolundan sımsıkı tutup sarmıştı onu. Bir süre çırpınmaya devam eden Meyra artık dayanamayıp her iki abisinin kollarına yığılmıştı. Meyra'nın baygınlık geçirmesinden sonra herkes başına toplanmışlardı. Serhat Meyra'yı kucaklayıp yatağa taşırken Okan herkesi odadan çıkarmaya çalışıyordu.
"Lütfen müsaade edelim Meyra kendine gelsin! Böyle herkes odaya doluşunca daha kötü olur."dedi Okan herkesi tek tek çıkarırken. Odada sadece Serhat, Fırat ve Havin kalmışlardı. Zuhal ve Hülya Meyra'nın yanından ayrılmak istemezlerken Fırat onlara misafirlerle ilgilenmeleri için çıkmalarını söylemişti.
Öte yandan kızının ağlamasına dayanamayan Kemal Aslanbey kendisini odasına kapatmıştı. Meyra'nın attığı çığlıktan sonra duvarın dibine çökmüş elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Meyra'nın yaşadığı her şeyden sadece kendini sorumlu tutuyordu. Bu sadece babasının söylediklerini kabul ettiği için değildi. Geçmişte başkasına yaşattıklarının aynısını şimdi ise kızı yaşıyordu.
"Bizim başkasına yaşattığımızı şimdi de başkası kızımıza yaşatıyor."dedi kafasını kaldırıp karısına bakarken. Fakat Neriman hanım kocasıyla aynı düşüncede değildi. Onun gözünde suçlu tek bir kişi vardı, o da Mehmet Ali Aslanbey... Daha yıllar öncesinden bu kararı vermemeliydi diye düşünüyordu.
"Bunun böyle olacağını ikimiz de biliyorduk... O yüzden taa yıllar önce size bu iş olmaz dedim ama beni dinlemediniz, ne sen ne de baban... Ve hala aynı şeyi yapmaya devam ediyorsunuz. Siz neyin kafasındasınız anlamıyorum. Bütün bunlara sebep olan o kadınken Meyra'nın Melih'le olmasına izin vermeyip Yaman'la mutlu olmasına izin verecek mi sanıyorsunuz?"dedi Neriman hanım. Selma'yı o kadar iyi tanıyordu ki sırf canı yansın diye evladını üzmek için elinden geleni yapacağını çok iyi biliyordu.
Kemal beyin karısının sözlerinden sonra adeta yüreği sıkışır hale gelmişti. Karısının söylediklerinde haklı olduğunu bilmek onu iyiden iyiye endişelendiriyordu. Karısına cevap vermeden ayaklandığı gibi odadan çıkıp gitti.
BİR SAAT SONRA
Bahçe insanlarla dolup taşmıştı. Orada bulunanların hepsi Neriman hanımın akrabalarıydı. Damat tarafından sadece Hakan'ın eşi, kız kardeşleri, yengeleri (amcalarının eşleri) gelmişlerdi. Kına vakti geldiği için herkes Meyra'nın bahçeye çıkarılmasını bekliyorlardı. Fakat Meyra her şeyden soyutlanmış bir durumdaydı. Geçirdiği sinir krizinden sonra sakin bir hale bürünmüştü. Ne konuşuyor ne de ağlıyordu. Giydirilmiş bir şekilde aynanın karşısına oturtulmuştu. Kına elbisesini parçaladığı için yöresel kıyafetler üstündeydi. Havin onu kendi elleriyle giydirmiş şimdi de son hazırlıklarını tamamlayacaktı. Bu hayatında yaşadığı en acı anıydı.
Kardeşten öte bildiği arkadaşını kendi elleriyle sevdiği adama hazırlıyordu, bu ne acı bir durumdu öyle değil mi?
Saçlarını bitirip tacını taktıktan sonra kenarda duran kırmızı duvağı eline aldı. Bir aynada Meyra'nın yüzüne bir titreyen ellerinin arasındaki duvağa baktı. Şu an kalbi o kadar acıyordu ki hıçkıra hıçkıra ağlamamak için direniyordu. Acı çeke çeke boğazındaki yumruyu yutup elindeki duvağı Meyra'nın başına örttükten sonra ellerini omuzlarına koyup başının üstünden öptü. Gözlerindeki yaşlar Meyra'nın duvağına damlarken yutkunup geri çekildi.
Derin bir nefes alıp, "kaderimde seni sevdiğim adama hazırlamak da varmış be Meyra..."dedi saniyeler sonra. Meyra uzun sessizliğinden sonra Havin'nin sözleriyle derin bir sızı hissedip sesli bir şekilde iç çekti. Bu durum en çok da onun için zordu. Hem aşık olduğu adamın abisine hem de kardeş bildiği Havin'in sevdiğine gelin gidiyordu.
İkisi arasında boğucu bir sesizlik oluşmaya başlamıştı. Ne Havin içinde olduğu girdaptan çıkıp tek kelam edebiliyor ne de Meyra... Havin deminki konuşmasından sonra Meyra'nın iç çekip tekrar ağlamasına şahit olduğu için içindeki tüm sözleri yutup sessizliğe bürünmüştü. Meyra'nın tekrar kriz geçirip kendisine zarar vermesinden korktuğu için sessiz kalıp acısını içine gümmüştü.
Odadaki derin sessizlik kapının açılmasıyla bozulmuşru. Helin, Leyla ve beraberindekilerin odaya girmesiyle Havin kafasını çevirip gözlerindeki yaşları silerek derin bir nefes aldı.
"Hazırsanız artık çıkalım. Herkes bekliyor"dedi Helin üzgün bir sesle. Havin'in, abisi Yaman Ali'ye aşık olduğuna o da Meyra gibi şahit olup her zaman Havin'den dinlemişti. Şuan hem Havin için hem Meyra için oldukça üzgündü. Verilen bu kararın her iki arkadaşı için de ne kadar acı ve zor olduğunu çok iyi biliyordu. Havin'in yanına yaklaşırken destek verircesine omuzuna dukundu. Odaya girince Havin'in kimse görmesin diye kafasını çevirip gözlerini sildiğini görüp onun için bir kez daha üzülmüştü.
Bakışları yüzü duvakla örtülmüş Meyra'ya kayınca bu sefer ellerini onun omuzlarına koyup hafif sıktı. Meyra'nın yüzündeki çaresizliği görmeye cesareti olmadığı için yüzündeki duvağı kaldıramadı o an. Meyra'nın ne kadar çaresiz olduğunu sessizliğinden ve titreyen ellerinden anlıyordu zaten.
"Hadi çıkalım." Bu sefer konuşan Leyla olmuştu. Sesi Helin'e nazaran daha yüksek ve sert çıkmıştı. Bu gece bir an önce olup bitsin istiyordu.
Artık Meyra için çıkma vakti gelmişti...
Bir koluna Leyla girerken diğer koluna yengesi Zuhal girip odasından çıkarmışlardı. Evden çıkıp bahçeye girdiklerinde onları her yeri aydınlatan ışıklar ve büyük bir kalabalık karşılamıştı. Herkes tüm dikkatini Zuhal ve Leyla'nın kolunda olan Meyra'ya vermişti. Meyra ise bir robottan farksızdı. Onu nereye yönlendiriyorlarsa sessizce onlara ayak uydurup onlarla beraber yürüyordu. Gözlerindeki yaşlar artık istemsizce gözlerinden süzülüp yanaklarından iniyordu.
Onun için hazırlanan yere oturtulduğunda derin bir nefes alma gereği duydu. Çünkü yüreği sıkışıyordu. Aldığı nefes boğazına batıyordu. Bir tarafında ablası dururken diğer tarafında Helin ve Havin durmuşlardı. Hülya destek verircesine kardeşinin koluna dokunup sıvazladı. Onun için elinden başka bir şey gelmiyordu.
Hinê bînin li teştê kin
Şîr û şerbetê çêkin
Kevçî bi kevî rûn lêkin
Bînin li destê zavê kin
Bînin li serê bûkê kin
Meyra'nın yengesinin(dayısının eşi) sesinin yükselmesiyle oradaki kızlar Meyra'nın etrafında çember oluşturarak dönmeye başlamışlardı. Esra elindeki kına tepsisiyle gelinin önünde yengesi Leyla'yla beraber diz çökmüşlerdi.
Şarika bûkê heftreng e
Dayê rabe dereng e
Dawet hatî ber derî
Dawet hatî ber malê
Bîhna zavê pir teng e
Bîhna bûkê pir teng e
Leyla gelinin eline kına yakmak için elini açmak istediğinde Meyra elini sımsıkı kapatmıştı. Gelinler genelde ellerine kına yaktıklarında altın için ellerini açmazlardı. Lakin Meyra elini altın için değil bu evliliği istemediği için sımsıkı kapatmıştı.
"Gelin elini açmıyor!"diye yüksek sesle bağıran amcası Hasan'ın eşi olmuştu. Babaannesi yerinden kalkıp torununun yanına giderek başının üstünden öptü. Meyra elini istemsizce de olsa açmıştı. Artık bundan kaçamayacağını çok iyi biliyordu. Meyra'nın parmaklarının açıldığını gören babaannesi yanında getirdiği altın kelepçe bileziği takması için Esra'ya uzattı.
Berbû hatin bermalê
Rabe bûka delalê
Ha dîlan dîlan dîlan
Stran dîlan û lîlan
Çi bûkekî delal e
Zava bû xwedî malê
Leyla getirdiği altını Meyra'nın avucuna koyup üstüne kınayı sürdüğünde Meyra kendini tutamayıp hıçkırıklara boğuldu o an. Omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Artık her şey bitmişti. Meyra sevdiği adamın abisine gelin olmaya bir adım daha yaklaşmıştı.
Meyra'nın hıçkıra hıçkıra ağlamasının üzerine orada bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Özellikle de Havin...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12.18k Okunma |
1.55k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |