40. Bölüm

9. Bölüm_Part4

Roman diyarı1
zozanli

Keyifli okumalar 💞

Yaman Ali, karşısında Meyra’yı öyle yöresel kıyafetler içinde görünce eli kapı kulpunda, ayakları istemsizce kapıda durmuştu. Meyra’yı baştan aşağı süzerken bakışları, en son yaşlı gözlerinde sabit kalmıştı. İkisinin bakışları birkaç saniye birbirinde kalsa da, Meyra’nın kafasını eğip arkasını dönmesiyle Yaman Ali bakışlarını yavaşça indirdi. Parmakları istemsizce kapı kulpunu sıkmıştı.

Evet, belki şu an onun odasındaydı, onun nikâhı altındaydı. Ama ne var ki, Meyra’nın kalbi ona ait değildi. Belki de Yaman Ali’nin bu dünyadaki en zor ve en acı imtihanı, Meyra’nın kalbinin onun için asla atmadığını ve asla atmayacağını biliyor olmasıydı.

Demin, Meyra’nın arkasını dönüp gözyaşlarını sildiğini görmüştü. Bu yüzden ayakları, odadan çıkmak için geri geri gitmeye başlamıştı ki, babaannesinin ayağa kalkıp konuşmasıyla duraksadı:

"Were, kurê min, ez jî radibûm." (Gel oğlum, ben de kalkıyordum.) Sultan Hanım, elindeki bastonuyla ağır ağır Yaman Ali’ye doğru ilerliyordu. Yaman Ali, babaannesinin yavaş adımlarla kendisine doğru geldiğini görünce hızlıca ona yaklaşarak kolundan tuttu: "Bihêle, ez alîkariya te bikim, dadê." (Dur, sana yardım edeyim babaanne.) Sultan Hanım, gerek yok anlamında başını iki yana sallayıp hafifçe tebessüm etti. Elini torununun omzuna dokundurup okşadı.

"Ez dikarim bi tenê derkevim, kurê min." (Ben tek başıma çıkabilirim, oğlum.) dedi. Başını, hâlâ arkası dönük olan Meyra’ya çevirip ardından tekrar Yaman Ali’ye baktı.

"Tu jî bi jina xwe re werî." (Sen de karınla beraber gelirsin.) deyip her iki torununu ardında bırakarak, yavaş adımlarla odadan çıktı.

Meyra babaannesinin odadan çıkmasından sonra derin bir nefes alıp bir kez daha inen gözyaşlarını sildi. Fakat arkasına dönemedi. Görmese de arkasında onu sessizce izleyen Yaman Ali'den haberdardı. Bir çift gözün onu izlediğini hissediyor olması daha fazla gerilmesine sebep oluyordu. Ama biraz sonra onunla yan yana bu odadan çıkıp el öpmeye gideceğini biliyordu ve üstelik onlarla birlikte el öpecek bir çiftin daha olduğunu da biliyordu. O çifti görmek istemeyen gözleri bu gece o tabloya nasıl dayanacaktı? Onları nasıl görmezden gelecekti? Meyra bütün bunları düşününce sildiği yaşların yerine yenileri akmaya başlamıştı tekrardan.

"Kapıda bekliyorum,"dedi Yaman Ali. Sesi ne sert, ne de yumuşak çıkmıştı. Daha fazla bu duruma dayanamadığı için kendisini hemen odadan dışarı atmak istemişti. Odadan çıktığı gibi sırtını duvara verip derin bir nefes alarak ellerini saçlarından geçirdi. Bu durum Meyra için ne kadar zor ve acıysa onun için de bir o kadar zor ve acı bir durumdu. Her ne kadar kağıt üstünde de olsa karısı gözlerinin önünde bir başkası için acı çekiyor ve göz yaşı döküyordu. Ve üstelik bu öyle sıradan biri de değildi. Onun özbeöz kardeşiydi. Meyra'nın yıllarca sevip beklediği, kaderi sandığı kişiydi...

Yaklaşık on dakika sonra odanın kapısının açılıp Meyra'nın çıkmasıyla Yaman Ali sırtını yasladığı duvardan çekip üzerini düzeltir gibi yaptı. Bakışları istemsizce Meyra'ya kaymıştı. Meyra'nın bakışlarının yerde olduğunu ve parmaklarını sıktığını görünce bakışlarını ondan çekip yanından geçerek salona doğru ilerlemeye başladı. Meyra da hemen peşinden gitmişti.

Herkes salonda oturmuş el öpecek olan çiftlerin gelmesini beklerlerken birkaç dakika sonra salon kapısından önde Yaman Ali ve Meyra, bir kaç adım gerisinde de Melih ve Eda içeri girdiler. İçeri girdikleri gibi bütün gözler Yaman Ali ve Meyra'yı bulmuştu. Birbirine olan uyumları, Meyra'nın Yaman Ali'ye, Yaman Ali'nin Meyra'ya ne kadar yakıştığını salonda bulunan herkes bir kez daha şahit olmuştu.

Yaman Ali, dedesi Mehmet Ali Aslabeye doğru ilerlerken önünde durup hafif eğilerek uzattığı elini öptü. Hemen dedesinin yanında oturan babaannesinin elini öpmeye geçince Meyra da dedesine doğru adımlayıp eline doğru uzandı. Bakışları salona girdiğinden beri sürekli önündeydi. Hiç kimseyle göz teması dahi kurmak istememişti. Mehmet Ali Aslanbey elini uzatmak yerine yerinden hafif doğrulup torununun elinden tutarak kendine çekip başının üstünden öptü. "Allah mesut bahtiyar etsin kızım,"derken bu sefer elini okşar gibi başının üstüne koydu. Meyra tepkisiz kaldı. Yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı.

Meyra babaannesinin de elini öpüp ardından Yaman Ali ile birlikte Yaman Ali'nin diğer dedesine doğru giderken, Melih, dedesi Mehmet Ali Aslanbeye doğru ilerleyip tam önünde durarak eline uzandı. Mehmet Ali Aslanbey yüzüne takındığı soğuk bir ifadeyle elini uzatarak Melih ve Eda'nın da öpmesine izin verdi birkaç saniye sonra. Eda üzerindeki yöresel kıyafetlerin içinde kendini pek iyi hissetmese de yüzüne zoraki bir gülümseme takınıp tebessüm etmeye çalışmıştı. Lakin Melih'in dedesinin soğuk tutumu karşısında sinirlenmişti. Demin Yaman Ali ve Meyra'ya sıcak tebessümde bulunan Mehmet Ali Aslanbey onlara sert yüzünü göstermişti.

Yaman Ali, dedesi Eşref Seyitoğlu ve anneannesi Hatice Seyitoğlunun elini öptükten sonra yerini Meyra'ya bırakmıştı. Meyra çekingen bir tavırla Eşref Bey'in eline uzanıp öperken bir an kendini garip hissetmişti. Neticede Eşref Seyitoğlu, Selma Hanım'ın babasıydı. Selma Hanım'ın kendisini sevmediği gibi babasının da kendisine pek hoşnutlu davranacağını düşünmemişti. Nitekim Meyra'nın düşündüğü gibi olmamıştı. Eşref bey, Meyra'nın düşüncelerinin aksine ona sıcacık bir tebessümde bulunup, başını şefkatle okşamıştı. Meyra bu sefer de Hatice Hanım'ın önünde durup eline uzandı. Hatice Hanım aynı eşi gibi sıcak bir tebessümde bulunup elini uzatmıştı. Meyra elini öpüp alnına koyduktan sonra Hatice Hanım her iki eliyle Meyra'nın elinden tutup, "Bila bextê te jî wek rûyê te xweşik be, keça min. (Bahtın da yüzün kadar güzel olsun, kızım.)"dedi ve ardından Meyra'yı kendine biraz çekip alnından öptü. Meyra, Eşref Bey'in ve Hatice Hanım'ın bu yaklaşımından sonra ona yaklaşımlarının düşünüldüğü gibi olmadığını anlamıştı. Ve bu Meyra'yı içten içe birazcık bile olsa mutlu etmişti.

Diğer aile büyüklerinin de elini öptükten sonra artık Meyra için en zor kısmı kalmıştı. Geriye sadece kayınperi ve kaynanası kalmıştı. Meyra'nın ayakları Selma Hanım'ın olduğu tarafa gitmek istemiyor gibi sanki olduğu yere çivilenmişti. Meyra, Selma Hanım'ın elini öpüp başını okşamayacağını elbette ki biliyordu. Fakat herkesin içinde yüzüne nefretle bakılmasını istemediği için ayakları onu oraya götürmekten kaçınmak istiyordu. Saniyeler sonra Yaman Ali'nin koluna hafif dokunmasıyla Meyra düşüncelerinden sıyrılıp başını kaldırarak ona baktı. Yaman Ali 'hadi' der gibi kafasıyla işaret verince, Meyra kafasını yavaşça sallayıp derin bir nefes alarak Murat Bey ve Selma Hanım'a doğru Yaman Ali ile ilerlemeye başlamıştı.

Yaman Ali ve Meyra'nın kendilerine doğru yaklaştığını gören Murat Bey hemen yerinden doğrulup ayaklanmıştı. Yaman Ali'nin elini öpmesinden sonra Meyra'nın elini öpmesine izin vermeyip ona sıkıca sarıldı. "Artık ne benim yeğenim, ne de benim gelinimsin; sen bundan sonra sadece benim kızımsın."dedi ve ardından Yaman Ali'yi de diğer tarafına çekerek ikisini birden bağrına bastı. Meyra'nın da Yaman Ali'nin de çok mutlu olmasını istiyordu. Belki de onların mutlu olmasını en çok isteyen Murat Bey'di.

Yaman Ali babasından ayrılıp annesinin elini öperken, Selma Hanım her ne kadar bu evlilikten hoşnut olmasa da oğlunu kucaklayıp sarılmıştı. Bakışları Yaman Ali'nin hemen yanında bulunan Meyra'ya kayınca yüzündeki demin o oluşan tebessümün yerini büyük bir nefret almıştı bu sefer. Yıllardır karşılaşmak istemediği tablo bir şekilde gerçekleşmiş ve tam da karşısında duruyordu. Belki Melih'i bu evlilikten kurtarmıştı evet, ama Yaman Ali'nin onunla evlenmesine engel olamamıştı. Şu an o istemediği kız Yaman Ali'nin müstakbel karısı olarak karşısında duruyordu ve bu durum Selma Hanım'ın hiç de hoşuna gitmiyordu.

Yaman Ali, annesinden birkaç adım uzaklaşıp yerini Meyra'ya bırakınca bütün gözler Selma Hanım'a ve Meyra'ya kaymıştı. Meyra, bu el öpme merasimi bir an önce bitsin ve bu gergin andan bir an önce çıkmak için önce derin bir nefes aldı. Ve ardından Selma Hanım'ın elini öpmek için eline uzandı. Lakin Selma Hanım'ın elini çekip bir adım geri çekilmesi ve yüzünü başka tarafa çevirmesiyle Meyra'nın uzattığı eli havada kalmış, yutkunmuştu. Bu bir nevi Selma Hanım'ın 'seni kabul etmiyorum' deme şekliydi aslında. Selma Hanımdan ona küçük bir göz dağıydı. Yaman Ali, annesinin bu tutumunu görünce sinirlenip Meyra'nın elinden tutarak onu geri çekip bir adım arkasına aldı. Annesinin bu hareketi karşısında oldukça öfkelenmişti. Bu hareket her ne kadar annesi tarafından Meyra'ya yapılmış olsa da Meyra onun karısıydı ve bu hareketi kendine yapılmış saydı. Annesi bile isteye onun gururunu kırmıştı, hem de herkesin içinde... Meyra'nın elini sımsıkı tutarken öfkeli bakışlarını annesine çevirdi. Birkaç gün öncesindeki sözlerini tekrar hatırlatmak ister gibi annesinin yüzüne bakıyordu. Meyra'yı sana asla ezdirmeyeceğim demişti... Nitekim Selma Hanım yaptığından memnundu, her ne kadar oğlunun öfkeli bakışlarına maruz kalmış olsa bile... Meyra'yı hiçbir zaman gelini olarak kabul etmeyeceğini oğluna alenen söylüyordu.

Herkesin bakışları Selma Hanım'ın, Yaman Ali'nin ve Meyra'nın üzerindeydi. Bir çoğu Selma Hanım'ın nasıl bir tutum sergileyeceğini düşünseler de, onun böyle alenen Meyra'yı geri iteceğini hiç düşünmemişlerdi.

Murat Bey üzerlerindeki bakışların arasından karısına biraz daha yaklaşıp dişlerinin arasından konuştu. "Sen hiçbir zaman değişmeyeceksin!!"dedi sadece karısının duyacağı bir sesle. Selma Hanım'ın bakışları kocasının sözleriyle ona doğru kaydığında Murat bey sözlerine devam etti. "Bunu bir kez daha bana kanıtlamış oldun,"deyip öfkeyle yüzüne baktı. Selma Hanım kocasının bu sözlerine karşılık vermek istese de Melih ve Eda'nın yanlarına doğru gelmeleriyle sözlerini yutmak zorunda kalmıştı. Bakışlarını kocasından çekip oğluna ve gelinine çevirdi. Aynı Murat Bey'in, Yaman Ali'yi ve Meyra'yı kucakladığı gibi Selma Hanım da bu sefer Melih ve Eda'yı birden kucaklayıp sarıldı. Bakışları Yaman Ali'nin yanında, gözleri dolu bir şekilde duran Meyra'ya kayınca ona nispet yapar gibi Eda'yı daha çok sarıp ardından hemen yanına oturttu. Meyra bu durum karşısında hiçbir tepki vermeden sadece gözünden inen yaşı hızla silip diğer elini Yaman Ali'nin parmakları arasından kurtarmak istedi. Şimdi, şu saniye buradan çıkıp gitmek istiyordu. Ama Yaman Ali tarafından eli öyle bir tutmuştu ki...

Yaman Ali sahiplenircesine tuttuğu eli hiç bırakmadı. Annesi dahil buradaki herkesin Meyra'nın bu evde asla yalnız olmadığını, onun her zaman eşi olarak yanında olacağını, her koşulda ona sahip çıkacağını, Meyra'nın artık onun karısı olduğunu, ona ait olduğunu bilmelerini istiyordu. Özellikle de şuan bakışları onların birleşen ellerinde olan Melih'in... Melih'in bakışları salona girdiklerinden beri sürekli Meyra'ya kayıp durmuştu ve Yaman Ali bu bakışlardan oldukça rahatsızdı.

Herkes oturmuş, ayakta sadece Yaman Ali ve Meyra kalmıştı. Bütün gözler hâlâ ikisinin üzerindeydi.

"Yaman!!" Yaman Ali Meyra'yı daha fazla ayakta bekletmemek adına onunla birlikte geçip oturacakken Eşref Seyitoğlunun ona seslenmesiyle yerinde durup dedesine dönmüştü. "Buraya gelin oğlum! Gelin kızım yanıma otursun."dediğinde Eşref Bey, Yaman Ali kafasını yavaşça sallayıp Meyra ile birlikte ona doğru ilerlediler. Yaman Ali nasıl ki Mehmet Ali Aslanbeyin en sevdiği torunuysa, bu Eşref Seyitoğlu için de öyleydi. Yaman Ali onun da en gözde torunuydu. Ve bundan sonra Yaman Ali'nin karısı da Eşref Bey'in gözünde Yaman Ali kadar değerli olacaktı.

Yaman Ali, dedesinin sağ tarafına otururken, Eşref Bey Meyra'yı eşiyle arasına oturtup ardından kızına manidar bir bakış atmıştı. Yılların bile kızının katılaşmış kalbini yumuşatmadığını bir kez daha anlamış ve görmüştü. Kızının Meyra'yı kabul etmek istemeyişini, bütün bu tavırlarını anlıyordu ve Meyra'yı kolay kolay benimsemeyeceğini de az çok biliyordu. Fakat herkesin içinde bir gelinini sarıp sarmalarken, diğer gelinine yüzünü çevirmesi olmuyordu. Bu Eşref Bey'in öfkelenmesine sebep olmuştu ve bu öfkesini yatıştıran da Yaman Ali'nin karısını korumacı tavrı olmuştu. Hoş, Yaman Ali'nin merhametinden hiçbir şekilde şüphe etmezdi de. Yaman Ali'yi her iki ailesine sevdiren de bu şaşmayan adaleti olmuştu zaten...

Meyra, bir tarafında Eşref bey, bir tarafında Hatice Hanımla otururken bir an ne düşüneceğini, ne hissedeceğini düşünememişti. Eşref Bey'in özbeöz kızı ona yüz çevirmişken, Eşref bey onu sevgiyle kucaklamış hemen sonrasında da yanına oturtmuştu. Meyra salona girerken böyle olacağını düşünmemişti. Selma Hanım ondan ve ailesinden bu kadar nefret ediyorken, babasının ve annesinin onu böyle sevgiyle kucaklayacaklarını hiç düşünmemişti oysa... Şuan Hatice Hanım'ın destek verircesine onun elinden tutup yüzüne tebessümle bakması onun için büyük bir şeydi aslında.

"Selma kızım geç oldu sofrayı kurun artık."dedi Sutan Hanım, bakışları deminden beri babasında olan gelinine doğru. Selma Hanım babasının Meyra'ya neden böyle sevgiyle yaklaştığına bir türlü anlam veremiyordu. Meyra o kadının kızıydı, onun onca acı çekmesine sebep olan kadının kızı... Selma Hanım bakışlarını babasından çevirip kayınvalidesine dönerek kafasını tamam anlamında salladı ve ardından gelini Leyla'ya dönüp, "Kızım Esra ve Eda'yı da, al gidin sofrayı kurun. Kızlar da yardım etsin."dedi. Leyla kayınvalidesinin sözleriyle ayağa kalkıp Esra, Eda ve kızları da alıp mutfağa geçmişti. Helin annesinin ne yapmaya çalıştığını, sanki bütün yemekleri Eda yapmış gibi onu ön plana çıkarmak istediğini ve bunun için de onu mutfağa gönderdiğinin farkındaydı. Fakat buna şimdilik sessiz kalıyordu. Elbette ki Meyra'nın bütün emeklerinin övgülerini Eda'nın almasına izin vermeyecekti... Sadece Meyra bugün fazlasıyla yorulduğu için onun biraz daha dinlenmesi adına ona zaman tanıyordu.

Yaklaşık on beş dakikanın ardından Helin daha fazla dayanamayatak ayaklanıp Meyra'ya doğru ilerledi. "Hadi Meyra'cım bizde bi mutfağa bakalım. Bakalım her şey hazır mı?"dediğinde, Meyra kafasını yavaşça sallayıp müsaade isteyerek hemen ayaklandı. Helin ile salondan çıkarken teşekkür edercesine arkadaşına bakıp derin bir nefes almıştı. Melih ile aynı ortamda bulunmanın verdiği huzursuzluk yetmezmiş gibi bir de Selma Hanım'ın onu geri çevirmesinden sonraki üzerinde oluşan bakışlar onu fazlasıyla rahatsız etmeye yetmişti.

Daha mutfağın kapısına gelmeden evvel Meyra'nın ayakları olduğu yerde durdu. Kapının hemen ardında uğruna bırakıldığı, yıllarca sevip beklediği adamın sevdiği kadın vardı. Ayakları onu oraya götürmek istemiyordu. Evet, belki biraz önce de aynı ortamda bulunuyorlardı lakin şimdi daha farklıydı; mutfakta yan yana durup, birazdan misafirlere birlikte hizmet etmek zorunda kalacaklardı.

"Ne oldu? Neden durdun?"dedi Helin, Meyra'nın durduğunu görünce.

"Oraya girmek istemiyorum. Sofra kurulana kadar bahçeye çıkalım,"derken Meyra yönünü dış kapıya çevirdi. Biraz olsun bahçeye çıkıp nefes almak istiyordu. Helin kolundan tutup hemen durdurmuştu Meyra'yı. Onun mutfağa neden girmek istemediğini anlıyordu.

"Hayır olmaz!"deyip Meyra'nın yönünü kendisine doğru tekrar çevirdi. "Biliyorum oraya neden girmek istemediğini..."dediğinde kafasıyla mutfağı işaret etmişti. "Ama öyle olmaz canım. Hem, sen değil, o seninle aynı ortama girmekten kaçınsın."dedi Meyra'nın koluna girerken. "Üstelik onca emeğine onun çökmesine izin mi vereceksin? Seni bilmem ama ben buna müsaade etmem. Onların o oyununu bozarım,"deyip gözlerini olabildiğince kısmıştı. Meyra sessiz kalırken Helin'in çekiştirmesiyle kendini bir anda mutfağın ortasında buldu. Helin onun kolundan çıkıp etrafta göz gezdimeye başlarken, Meyra olduğu yerde kalmıştı. Helin etrafta göz gezdirirken, bir başka bakışlar da Meyra'nın üzerindeydi; kıskanç ve öfkeli bakışlar... Eda her ne kadar kendine konduramasa da Meyra'nın güzelliğini, duruluğunu, sadeliğini içten içe kıskanmıyor değildi. Türkiye'ye geldiklerinden beri Melih'te olan değişiklikler gözle görülüyordu ve Eda Melih'te olan bu değişiklikleri Meyra'ya bağlamak istemiyordu. Ama kocasının Meyra'ya olan bakışları, kendisine olan ilgisizliğini düşününce ister istemez öyle düşündürüyordu.

Meyra'nın bakışları başka tarafta olsa da üzerindeki bakışları hissediyordu. O bakışlardan kurtulmak için tezgaha doğru yürüdü. Belki de biraz daha çalışıp kafasını dağıtmak ona daha iyi gelecekti. Tezgahta sıra sıra doldurulup dizilmiş servis tabaklara yöneldiği sırada Helin'in yanına gelip koluna girmesiyle durmuştu.

"Sen bugün fazlasıyla yoruldun canım. Bırak biraz da diğerleri yorulsun. Biz bahçeye çıkıp sofraya bakalım. Hem hava da almış oluruz."dedi, hâlâ Meyra'ya alttan alttan bakan Eda'ya yandan bir bakış atarken. Eda, Helin'in sözleriyle bakışlarını hemen çekip önüne dönmüştü. Helin'in 'biraz da diğerleri yorulsun' sözlerini onun için söylediğini anlamıştı.

Helin, Leyla yengesinin onu onaylamaz bakışlarını ardında bırakarak Meyra'yı da alıp balkon kapısından bahçeye çıktı saniyeler sonra. Bahçeye çıktıklarında gençlerin masaları birleştirerek uzun bir sofra kurduklarını görmüşlerdi. Kimileri sandalyeleri dizerlerken, kimileri de kızların mutfaktan getirdikleri yemekleri masaya yerleştiriyorlardı.

Helin gençlerin yanına gidecekken Meyra ikisinin yönünü sofradan biraz uzakta bulunan salıncağa doğru yönlendirmişti. "Biz neden oraya değil de buraya geldik."dedi Helin salıncağa oturup, hâlâ ayakta bekleyen Meyra'ya bakarak. Meyra birkaç saniye sonra arkadaşının yanına oturup sırtını geriye yaslarken gözlerini kapatıp derin bir nefes almıştı. Aslında orada bulunanların yarısı Helin'in anne tarafından akrabası olduğu için Meyra oraya gitmeye biraz çekinmişti. Neticede hepsi gençti ve Meyra onların hiçbirini tanımıyordu.

"Herkes çıkınca biz de gideriz."dedi Meyra gözleri hâlâ kapalıyken. Öylesini daha uygun bulmuştu. Helin, Meyra'nın neden oraya gitmek istemediğini anladığını belirtircesine kafasını sallayıp, arkadaşı gibi geriye yaslanarak gözlerini kapattı. O da Meyra'nın içinde bulunduğu sessizliğe ortak olmuştu.

"Kızlar!!" Birkaç dakika sonra Hakan'ın kendilerine seslenmesiyle ikisi doğrulup ona doğru baktılar. "Bi bakın hele buraya!"deyip eliyle gelmelerini işaret ettiğinde Hakan ikisi ayaklanıp ona doğru gittiler.

"Buyur abi."dedi Helin abisinin yanına gelince. Meyra da hemen yanında durmuş Hakan'ın onları neden çağırdığını merakla bekliyordu.

"Bir bakın olmuş mu?"derken kafasıyla sofrayı işaret etti. "Siz de bir bakın, eksik bir şey var mı? Sonra Selma sultandan azar işitmeyelim,"dedi.

Helin'in bakışları, abisinin sözleriyle sofraya kaydı. Sofrayı inceledikten sonra, "Şu yemek servislerine birkaç değişiklik yapmak dışında sorun yok gibi gözüküyor, abi,"deyip bakışlarını tekrar abisine çevirdi. "Gelen yemeklerle beraber onları da düzeltirseniz, her şey mükemmel görünür."

Hâlâ mutfaktan bahçeye yemekler taşınıyordu. Kızlar yemekleri doldurup mutfaktaki diğer işleri hallederken, sofrayı kurup düzenlemek de erkeklere kalmıştı.

"O zaman o iş sizde,"dedi Hakan kardeşine göz kırparak. Elini Helin'in omuzuna koyarken gülümsemiş, ardından yanlarından uzaklaşıp içeri girmişti. Helin, abisinin arkasından şaşkın şaşkın bakakalırken dönüp Meyra'ya baktı. "Resmen işi bize kitleyip gitti,"dedi ve ardından Meyra ile birlikte yemek servislerinin yerlerini düzeltmeye başlamışlardı.

Dakikalar sonra herkes bahçeye çıkmış, masadaki yerlerini almaya başlamışlardı. Upuzun bir sofra kurulmuştu. Sofranın bir ucunda Mehmet Ali Aslanbey ve eşi, bir diğer ucunda ise Eşref Seyitoğlu ve eşi oturmuşlardı. Mehmet Ali Aslanbey, Meyra ve Yaman Ali'yi hemen yanına, baş köşeye oturturken, Selma Hanım da Eda ve Melih'in, babası Eşref Seyitoğlunun yanına oturmalarını sağlamıştı.

Ailelerin en büyükleri Mehmet Ali Aslanbey ve Eşref Seyitoğlu olduğu için herkes onların yemeğe başlamasını bekliyorlardı. Böyle ailecek toplanıldığı zamanlarda Mehmet Ali Aslanbey güzel bir konuşmanın ardından yemeğe başlardı. Ancak şimdi Mehmet Ali Aslanbey bu konuşmayı dünürü Eşref Seyitoğluna bırakmıştı. Neticede Eşref Seyitoğlu onların misafiriydi ve Mehmet Ali Aslanbeyin de en yakın dostuydu.

"Baksana Mehmet Ali, kaderde bir kez daha dünür olmak da varmış." Yüzünde oluşan gülümsemeyle kadim dostuna baktı Eşref Bey. Mehmet Ali Aslanbey kafasını sallayıp tebessümle karşılık vermişti. "Ama bu sefer gelini alan ben oldum Mehmet Bey."derken Eşref Bey sesini biraz daha yükseltti. Bakışları dostunun yanında oturan Meyra'ya kaymıştı. Meyra yine her zamanki gibi sessizdi ve bakışları önündeki boş tabaktaydı."Hem de güzeller güzeli bir gelin aldım."dedi. Yüzündeki gülümsemesi daha da genişlemişti. Yaman Ali her ne kadar Mehmet Ali Aslanbeyin torunu olsa da Eşref Bey kendini damat tarafı sayıyordu. Nihayetinde Yaman Ali onun en sevdiği torunuydu. Yaman Ali'ye kendi çocuklarından daha çok değer veriyordu.

"Böyle bir aileyle tekrardan dünür olmak benim için bir onurdur."dedikten sonra bakışlarını kızına çevirmişti Eşref Bey. "Böyle bir aileye sahip olduğun için çok şanslısın kızım."dedi. Selma Hanım babasının sözleriyle yüzüne zoraki bir gülümseme takınmıştı. "Üstelik gelinler açısından da çok şanslısın. Senin kadar hamarat iki gelinin olmuş. Baksana mükemmel bir sofra kurmuşlar."derken bakışlarını sofrada gezdirmişti. Dünürlerinin geleneklerini bildiği için her şeyi Meyra ve Eda'nın yaptığını düşünmüştü.

"Dedeciğim yalnız şunun altını çizmek isterim ki, bütün bu gördüklerinin hepsini Meyra tek başına yaptı."dedi Helin dedesine bakarken. Meyra bütün gün bu yemeklerle uğraşırken, hiçbir şeye elini bile sürmeyen Eda'nın gerine gerine oturup, sanki her şeyi o yapmış gibi millete gülücük saçmasına izin vermeyecekti. Meyra'nın hakkını Eda'ya yedirmeyecekti...

Eda öfkeyle Helin'e bakarken dişlerini birbirine bastırdı. Ne diye her şeye burnunu sokuyor diye geçirdi içinden. Geldiğinden beri ailede bir tek onun kendisine soğuk davrandığını, hatta onu hiç sevmediğini anlamıştı zaten. Şimdi de sürekli Meyra'nın yanında olması, korumacı tavrı onu daha da sinirlendirmişti.

Selma Hanım'ın tam konuşacağı sırada Helin'in konuşmasıyla duraksamak zorunda kalması ve kızına öfkeyle bakması bir olmuştu. Kızının böyle her daim Meyra'nın yanında olması, onu korumak istemesini oldum olası sevmemişti. Yıllarca onu Meyra'dan her ne kadar uzak tutmak istemişse de bunda başarılı olamamıştı.

Helin'in sözleriyle Selma Hanım, Eda ve birkaç kişi dışında orada bulunan herkes şaşkın gözlerle sofraya bakakalmışlardı. Çünkü sofrada bir kişinin tek başına üstesinden kolay kolay gelemeyecek kadar çeşit çeşit yemekler vardı. Ve bunların hepsini Meyra'nın tek başına yaptığını öğrenmek onlarda büyük bir şaşkınlık yaratmıştı.

"Hey maşallah!"diyerek bakışlarını dostuna çevirdi Eşref bey. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi hâlâ yerli yerindeydi. "Torunun, yani gelinmiz güzel ve marifetli olduğu kadar da hamaratlıymış."dediğinde bakışları Meyra'ya doğru kaymıştı. Meyra'nın o mütevazi halleri gözünden kaçmamıştı.

Mehmet Ali Aslanbey gururla başını salladı. "Benim torunumun elinden gelmeyecek hiçbir şey yoktur!"derken Mehmet Ali Aslanbey bu sefer bakışlarını gururla yanında oturan torununa çevirmişti. Meyra yine sessiz ve tepkisizdi. Sanki orada yokmuşçasına bir sessizliğe bürünmüştü.

"Haklısın baba!"diyerek söze girdi Mahmut Bey'in eşi. "Bizim Meyra'mızın elinden her şey gelir. Aynı annesi gibi hem becerikli, hem hamaratlı..." Son sözlerini söylerken bakışlarını Selma Hanım'ın bulunduğu tarafa çevirmiş, ona yandan bir bakış atmıştı. Mahmut Bey karısının koluna onu uyarmak istercesine dokunsa da eşi hiç oralı olmamıştı. Meyra'nın annesinden bahsederek Selma Hanım'ın canını sıkacağını bildiği için bilerek Neriman Hanım'dan bahsetmişti. Selma Hanım'ın Meyra'yı el öperken geri çevirmesi fazlasıyla canını sıktığı için o da Selma Hanım'ın canını yakmak istemişti.

Aslında Selma Hanım'a burada bir nevi Meyra'nın sahipsiz olmadığını göstermek istiyordu. Onun canını yakarsan ben de senin canını yakarım der gibi...

Selma Hanım duyduğu sözler karşısında dişlerini birbirine bastırıp, tırnaklarını avuç içlerine bastırdı. Babasının ve kayınpederinin Meyra'ya yağdırdığı övgüler karşısında sadece sinirlenmişti. Ama eltisinin sözleri onun canını fazlasıyla sıkmıştı.

Mehmet Ali Aslanbey sofrada oluşan gerginliği önlemek ve bir tatsızlık çıkmaması için eliyle işaret verip, "hadi buyrun, herkese afiyet olsun."dedi.


***********

Sessiz ve gergin bakışlar altında geçen bir akşam yemeğini geride bırakmışlardı. Selma Hanım her ne kadar eltisinin sözlerinin altında kalmak istemese de, ev sahibi olduğu ve kendi ailesinin yanında bir tatsızlık çıkmaması için sessiz kalmayı tercih etmişti.

Yemek faslından sonra büyükler verandaya, gençler ise sofrayı toplamaya geçmişlerdi. Sofra toplanılıp, büyükler için de çay ve tatlı servisi yapıldıktan sonra bütün gençler bahçede toplanıp bahçenin ortasına minderleri çember halinde dizerek oraya oturmuşlardı. Bir tek Yaman Ali aralarında yoktu. İşle ilgili bir telefon görüşmesi yapması gerektiği için içeri geçmek zorunda kalmıştı.

"Siz toplandığınızda hep böyle susup oturuyor musunuz?"dedi Selma Hanım'ın yeğenlerinden biri.
Oturduklarından beri herkes suskun, sadece bakışlar konuşuyordu. "Biz de toplanıldığı zaman türküler, şarkılar, hikayeler havada uçuşur. Yok mu sizde böyle kendine güvenen biri? Hep böyle susup oturacak değiliz ya..."

"Abi ben söyleyeyim diyeceğim ama gece daha yeni başlıyor, erken dağılmanızı istemem."dedi Helin gülümseyerek. Sesi şarkı söylemek için pek güzel olmadığından dolayı dalgaya vurmak istemişti. Sözleri ile orada bulunan herkes gülümserken kafalarını iki yana sallamışlardı.

Herkes gülüşürken Hakan bakışlarını etrafta gezdirip, "Hakikaten dayım nerede? O gelsin bize bir şeyler söylesin"dedi. Dayısı, her toplanıldıklarında onlar için şarkı söyleyen kişi oluyordu. Aslında dayı dediği onunla yaşıt sayılırdı.

Hakan'ın sözlerinden birkaç dakika sonra Yaman Ali ve dayısı arkalarından belirmişlerdir.

"Dayı ben de tam seni soruyordum. Hadi gel biraz efkarlanalım. O güzel sesinden bir iki türkü dinleyelim."dedi Hakan, dayısının yanlarından geçeceği sırada. Yeğeninin sözleriyle Baran'ın adımları yerinde durmuştu. Bahçeye sigara içmek ve biraz yalnız kalmak için çıkmıştı.

"Bu sefer olmaz be yeğenim... Dokunmayın bana, çok dertliyim... Kendimle beraber sizin de canınızı yakmayalım."derken parmakları arasındaki sigarayı dudaklarına götürüp bir fırt çekti.

İki ay önce sevdiği kızı başka biriyle evlendirdikleri için oldukça dertliydi.

"Hepimizin kendince bir derdi var be dayı... Varsın biraz daha efkarlanalım. Hem İstanbul'dan gelen misafirlerimiz var, onlar için,"dediğinde Hakan, dayısı 'peki bunu siz istediniz' der gibi kafasını sallayıp birkaç saniye sonra aralarına oturmuştu. Ayakta bir tek Yaman Ali kalmıştı. Gözleri, Helin ve Meyra'nın olduğu tarafa kayınca bir an duraksamış, ardından geçip ikisinin arasına oturmuştu.

Meyra oturduğunda beri bakışlarını hiç yerden kaldırmamıştı. Çünkü tam karşısında Melih oturuyordu. Kafasını kaldırdığı an Melih ile göz göze geleceğini biliyordu. Onunla göz göze gelmekten kaçındığı için bakışlarını hiç kaldırmamıştı, ta ki Yaman Ali'nin yanına oturmasıyla... Kafasını, yanına oturan Yaman Ali'ye doğru hafif çevirince onunla göz göze gelmişti.

Baran’ın parmaklarının sazın tellerine değmesiyle bahçede ince, hüzünlü bir tını yayılmaya başladı. Tını sadece bahçeye değil, orada bulunan herkesin saklı kalmış tüm duygularını da titretmişti.

Birbirlerine bakan gözler birden ayrılmıştı.

Meyra bakışlarını hızla önüne çevirirken, Yaman Ali hafifçe boğazını temizleyip, kardeşinin omzuna kolunu doladı.

Helin, yüzünü çevirip abisine baktığında, onun yüzündeki belli belirsiz tebessümü fark etti. Sessizce gülümsedi ve başını abisinin göğsüne yasladı. Oysa Yaman Ali’nin dudak kenarındaki gülümsemesi, Helin'in sofradayken söylediklerini hatırlamasından kaynaklanıyordu. Helin’in içindeki inceliği, merhameti biliyordu belki ama bunu böyle, gözlerinin önünde görmek başka bir mutluluktu onun için.

Sazın sesi yavaş yavaş bir türküye dönüşünce,
Baran gözlerini kapatıp söylemeye başladı.

~'Akşam olur karanlığa kalırsın
Akşam olur karanlığa kalırsın
Derin derin sevdalara dalarsın
Oy gelin gelin sevdalı gelin, öldürdün beni...
Derin derin sevdalara dalarsın
Oy gelin gelin sevdalı gelin, öldürdün beni...'

Ortamda bir anda derin bir sessizlik oluşmuştu.
Kimse konuşmuyordu. Sadece türkü ve kalp sesleri vardı. Türkünün sözleri birer birer herkese dokunuyordu ama en çok da Meyra’ya...

~'Beni koyup yadellere varırsın
Beni koyup yadellere varırsın
Sana zulüm, bana ölüm değil mi?
Oy gelin gelin, sevdalı gelin, öldürdün beni...
Sana zulüm, bana ölüm değil mi?
Oy gelin gelin sevdalı gelin, öldürdün beni...'

Baran'ın dudaklarından dökülen her kelime sanki Meyra'nın yaşadıklarını anlatıyordu. Sanki türkü, sadece Meyra'nın içine okunuyordu. Kalbine saplanan o tanıdık sızı bir kez daha yoklamıştı Meyra'yı.

Şarkı ne kadar da doğru söylüyordu:
Melih onu bırakıp başka ellere gitmemiş miydi zaten?

~'Bülbül ne ötersin yuvan mı yoktur
Bülbül ne ötersin yuvan mı yoktur
Yoksa benim gibi sevdan mı çoktur
Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni
Yoksa benim gibi derdin mi çoktur
Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni'

Meyra'nın gözleri buğulanmıştı. Bir damla, diğerini kovalamadan yanağından süzülmeye başladı. Kimse görmesin diye hızla silmeye çalıştı…

Melih, Meyra'nın kimse görmesin diye silmeye çalıştığı göz yaşlarını görmüştü. Her ne kadar ona bakmaya yüzü olmasa da kendini bir türlü ona bakmaktan alıkoyamamıştı. Meyra'nın, çocukken de kimse görmesin diye saklamaya çalıştığı göz yaşlarını anımsamıştı bir an...

O zamanlar gidip onun elini tutar, göz yaşlarını siler ve güldürtmeye çalışırdı onu. Ama şimdi... Şimdi yaşlarını sildiği gözlere bakmaya bile cesaret edemiyordu. Artık karşısında o küçük kız çocuğu yoktu... Ve Melih'in bu gerçekle boğazında kocaman bir düğüm oluşmuştu.

~'Sar'altın yaptırsam yarin boynuna
Sar'altın yaptırsam yarin boynuna
Vallah güzellerin düşmanı çoktur'

Meyra, kafasını hiç kaldırmasa da Melih'in ona baktığını hissediyordu ve Melih'in ona baktığını hissetmek ona daha çok acı veriyordu.

Daha fazla o bakışlara maruz kalmamak için yerinden kalkıp gitmek istemişti. Ama Yaman Ali'nin bileğinden tutmasıyla yerine oturması bir olmuştu. Yaman Ali'nin elinden bileğini kurtarmaya çalışırken yüzüne 'bırak beni lütfen!' der gibi bakıyordu..

~'Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni
Vallah güzellerin düşmanı çoktur
Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni'

Yaman Ali, 'olmaz' der gibi kafasını iki yana sallarken Meyra'ya uyarı dolu bir bakış attı. Bileği hâlâ parmakları arasındayken bu sefer bakışları Melih'e kaymıştı. Lakin Melih'in onu farkettiği söylenemezdi. Melih'in bakışları ikisinin birleşen ellerindeydi. Onun, herkesin içinde Meyra'ya böyle bakabiliyor olması onu oldukça öfkelendirmişti.

Baran'ın sesi yavaşça kesilirken, bahçede usulca bir alkış yükselmişti; ama alkışlar, o an kalplerdeki o sızıyı bastıramamıştı.

Alkış sesi yankılanınca, Melih dalgın bakışlarını ikisinin birleşmiş ellerinden çekmek zorunda kaldı. Tam o sırada göz göze geldiği Yaman Ali’nin yüzündeki sertlik, içini ürpertmiş; bakışlarını hızla kaçırmasına sebep olmuştu.

"Ne yaptın be dayı, hepimizi darmadağın ettin," dedi Hakan, dayısına bakarak. Sesi, girmiş olduğu duygusallıktan dolayı hafif titrek çıkmıştı.

Baran başını hafifçe eğip iç çekti. "Siz istediniz. Ben en başında söyledim: 'Dertliyim, bana dokunmayın' diye."

Hakan kafasını sallarken sessiz kalmıştı.

Ortamda boğucu bir sessizlik oluştuğu anda Asaf araya girip konuşmaya başladı.

"Gerçekten… Sesiniz çok güzelmiş. Ağzınıza sağlık," dedi içtenlikle.
Baran, gözlerinin kenarında belli belirsiz bir tebessümle başını sallayıp, "Teşekkür ederim," diye fısıldadı.

Sonra ortamda birkaç saniyelik bir sessizlik olmuştu. Bu sessizliği delen ise aralarında oturan bir gencin heyecanlı çıkan sesi oldu: "Abi, o içimize işleyen sesinden bir de Kürtçe bir türkü dinleyelim."

Baran, genç çocuğun içten gelen isteği karşısında bir an susup, bakışlarını yere indirdi.

Birkaç saniye boyunca kimse konuşmadı. Sanki herkes onun içine çekilmesini, kendini toplamaya çalışmasını bekliyordu.

Baran'ın derin bir nefes alıp, sazı tekrar eline aldıklarını gördüklerinde herkes pür dikkat ona odaklanmaya başlamışlardı.

Saniyeler sonra Baran'ın, o herkesin içini yakan sesi bahçede duyulmaya başlandı. Sesi, demin söylediği şarkıdan dolayı hâlâ biraz titriyordu.

~"Oy oy etê, oy oy etê
Derê mala we mermer e
Tu li ser ra here were
Ê ku bi dilê xwe nezewicî
Mirin re zêrê zer e'


Meyra, başını önüne eğmiş, gözlerini kaçırmaya çalışıyordu. Ama nafile. Baran’ın sesinde yankılanan o acı, onun içindeki bütün bastırılmış duyguları çırılçıplak ortaya döküyordu.
Birden boğazı düğümlenirken gözleri doldu. Nefesi yetmedi. Göğsünün tam ortasına oturmuş görünmeyen bir ağırlık oturmuştu.

~'Oy oy etê , oy oy etê
Keçka rindik dilê'm ketê
Birin dane lawikê metê
Serê dil xençer lêketê'

 

Nefesi sıkışırken elini göğsüne bastırdı; sanki içindeki yangını oradan bastırarak söndürebileceğini sanıyordu. Ama boşunaydı. Her nota, her ezgi, her durak, içini lime lime etmişti. Ne kadar kaçmaya çalışsa da gözleri kendini ele veriyor, dolup dolup taşıyordu.
İçinde kıyamet koparken dışarıdan suskun görünmeye çalışmak, en büyük savaş gibiydi onun için. Ama artık olmuyordu. Ne bakışlardan saklanabiliyordu ne de gözyaşlarını geri döndürebiliyordu. Direnmeye çalıştığı her saniye onu biraz daha paramparça ediyordu.

 

Artık dayanamayacağını anladığı an, bileğini hâlâ sıkıca kavrayan Yaman Ali'nin parmaklarından hızla çekip ayağa kalktı ve herkesi her şeyi ardında bırakarak koşarak oradan uzaklaştı.

 

Onun ardından kalan sessizlik, bir anda tüm bahçeyi sarmıştı. Herkesin bakışları, uzaklaşan Meyra'nın ardında donup kalmıştı. Gözlerden biri yere, biri boşluğa dalarken, kelimeler boğazlara düğümlenmişti. Herkesin yüzünde, ortak bir hikâyenin acıtan sessizliği vardı. Ve o sessizlik, en çok Melih’in yüreğini kanatıyordu…

 

~'Şevê reş e ditirsime
Eyam sar e diqerisim
navbera dilê me keve
Mala bavê agir pêkeve'

 

Yaman Ali, Meyra’nın hızla yerinden kalkmasıyla irkilmişti. Bir anlığına herkes gibi o da dona kalmıştı. Başını çevirip Meyra’nın uzaklaşan ince siluetine baktığında, içinde tuhaf bir boşluk kabarmış, öylece arkasından bakakalmıştı. Etrafındaki sessiz, fısıltı halinde çıkan sesler silinmişti adeta.

 

Sessizce yerinden kalkarken, herkesi ardında bırakıp Meyra'nın peşinden gitti. Meyra'nın içeriye doğru koştuğunu görmüş, adımlarını direkt odasına doğru çevirmişti.
Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde, Meyra'nın banyoya girip kapıyı ardından kapattığını gördü. Adımları ağır ağır banyoya doğru sürüklenirken, Meyra'nın banyoda yankılanan hıçkırıklarıyla adımları kapının önünde durmuştu. Bir eli kapıda, diğeri yumruk olmuş halde duvara yaslandı. Bir yanı onun bu haline üzülürken, bir yanı da istemsizce öfkeleniyordu.

 

Meyra, banyoya girdiği gibi kapıyı ardından kapatarak sırtını kapıya yaslamış, ardı ardına dudaklarının arasından hıçkırıklar kopmaya başlamıştı. Gün boyunca ağlamamak, güçlü durmak için hep direnmişti; Selma Hanım'ın salondaki tutumuna rağmen... Ama biraz önce duyduğu şarkı sözleriyle içindeki her şey bir anda taşmış, onu yerlebir etmişti.

 

Ayakları onu daha fazla taşıyamadı ve olduğu yere yığıldı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlarken dizlerini karnına çekti, içine kapanarak küçücük bir yere sığınmak ister gibiydi. Ağlama sesi giderek yükselirken elleriyle yüzünü kapattı, avuçlarının içine boğuk hıçkırıklar döküldü. Yaman Ali’nin hemen kapının ardında, sessizce onu dinlediğinden habersizdi.

 

Birkaç saat sonra...

 

Misafirler gitmiş, ev halkı çoktan odalarına çekilmişlerdi. Meyra saatlerce banyoda, dizlerinin üzerine çökmüş bir halde ağlamıştı.
İçindeki acı büyüktü, hem de bir insanın omuzlarında taşıyabileceğinden çok daha fazla...


Yorgun bedenini yavaşça yerden kaldırırken düşmemek için kapıya tutundu. Parmakları titriyordu. Saatlerdir ağlamaktan tükenmiş, hem bedeni hem ruhu bitap düşmüştü.

Yüzünü yıkamak üzere lavaboya yöneldiği sırada bakışları bir an aynadaki yansımasına takılı kaldı.
Gözlerinin altı mosmordu, yanakları kurumuş gözyaşlarıyla çizilmiş gibiydi. Saçları dağılmış, dudakları titriyordu.

Bir an gözlerini kaçırmak istedi… ama kaçamadı. Aynadaki bakışlar öyle derin, öyle yaralıydı ki… kendi acısına bir yabancı gibi bakamadı. Gözleri yeniden doldu.

Bir süre sonra bakışlarını aynadaki yansımasından çekip suyu açarak ellerini suyun altına tuttu. Elleri hâlâ titriyordu. Soğuk su tenine değdikçe içi ürperiyordu.

Avuçiçlerine doldurduğu suyu birkaç defa yüzüne çarpıp ardından parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Üzerinde hâlâ akşamüzeri giydiği yöresel kıyafetler vardı. Yorgun düşen bedeni bu ağırlığı daha fazla taşıyamıyordu. Bir an önce bu kıyafetlerden kurtulmak istiyordu. Bu yüzden de adımlarını yavaşça kapıya doğru ilerletti. Kapı kulpunu yavaşça indirirken ses çıkartmamaya çalıştı. Kapıyı hafif aralayıp bakışlarını odanın içinde gezdirdiğinde Yaman Ali'nin yatakta uyuduğunu görüp derin bir nefes aldı ve ardından parmak ucunda yürüyerek giyinme odasına doğru yöneldi.

Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp bir köşeye bıraktı, ardından dolaptan pijamalarını alıp giyindi. Sessizce giyinme odasından çıkarken bakışları yine Yaman Ali’ye takıldı. Onu uyandırmamak için adımlarını yavaşlatıp sessizce balkona yöneldi. Şu an biraz hava almaya ve yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.

Yaman Ali, Meyra’nın çıktığını fark edince gözlerini yavaşça araladı ve ardından yataktan doğrulup camın önüne gelerek Meyra'yı uzaktan izlemeye başladı.
Meyra saatlerce banyoda oturup ağlarken, o da kapının hemen dışında beklemişti. Meyra’nın çıkacağını anlayınca yatağa geçip uyuyor numarası yapmıştı.

Gecenin karanlığında sarı ışıklar ince bir hüzün şeridi gibi başının üzerinden süzülürken, Meyra ahşap salıncağın ucunda, kendini içine gömmüş halde oturuyordu.

(Meyra Aslanbey)

Gökyüzü yıldızlarla doluydu ama, Meyra’nın gözleri onları görecek gücü çoktan yitirmişti. İçinde taşıdığı acı öyle büyüktü ki, nefes aldıkça kaburgalarının arasına sıkışıyor, sanki her solukta biraz daha boğuluyordu.
Hiç kimsenin göremediği, kimsenin dokunamadığı bir boşluk vardı içinde... Melih’in geride bıraktığı, zamanın asla dolduramayacağı, adı konmamış bir eksiklik.

Gözlerini toprağa dikmişti ama aklı çok uzaklardaydı; bir zamanlar elinden tutan, gözyaşlarını silen o çocukluk ellerindeydi belki de... Şimdi ise bir yabancı gibi bakıyordu ona aynı eller. Kalbindeki kırıklık, rüzgârın bile taşıyamayacağı kadar ağırdı. Her şey durmuştu onun için. Salıncak nazlı bir rüzgârla ileri geri salınırken, o da yıllar içinde ileri geri gidip gelen yaralı kalbinin kıyısında, hatıraların tam ortasında oturuyordu. Kimseye sesini duyuramadan, sadece sessizce yanarak...

İçindeki fırtına büyüdükçe, gecenin huzuru daha keskin bir tezatla üzerine çöküyordu. Baran’ın sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyor, her hecesi kalbinde yeniden delinmiş bir yer açıyor, sanki kelimeler bıçak olup ruhunu çiziyordu. Her notada, her ezgide geçmişin yankısı vardı... Melih’in gidişi, susuşu, dönmeyişi... ve şimdi başka birinin onun yanında oluşu.

"Biliyor musun? Her ne kadar yaşadıklarımız farklı olsa da, bir yandan sana baktığımda eski kendimi görüyorum..." Meyra, bakışlarını kaldırırken karşısında ona dolu dolu gözlerle bakan Ela'yı görünce bir an şaşırmıştı. Ela'nın geldiğini, yanına oturduğunu hiç farketmemişti bile.

Oysa Ela, çoktandır oradaydı. Sessizliğine sessizce eşlik etmişti bir süre.

"Eskiden bir adamı çok sevdiğimi sanmıştım… Bana olan yaklaşımı, sözleri… Onun da beni sevdiğini, beni her halimle kabul edeceğini düşünmüştüm. Ama…" dedi Ela, cümlesini yarım bırakıp elini saçlarının arasından geçirerek derin bir nefes aldı. Gözlerini karanlık gökyüzüne çevirdi. "Ama öyle olmadı. O, beni ilk zorlukta bırakıp gitti. Sırf ailesi, beni olduğum hastalıktan dolayı istemediği için o da beni istemeyip başkasıyla evlendi."

Ela susunca, Meyra bu sefer gözyaşlarını sessizce onun için akıtmaya başlamıştı.

"Kalbim ilk yarasını o zaman almıştı,"derken, buruk bir şekilde gülümsedi Ela. "O acı yetmiyormuş gibi hemen ardından gerçek ailemin beni terk ettiğini, beni başka bir aileye verdiklerini öğrenmiştim." Yüzündeki buruk gülümsemesi daha da genişlemişti

"Sen nasıl dayanabildin onca acıya?" diye sordu Meyra, gözleri dolu dolu. Ela elini kaldırıp nazikçe onun yaşlarını sildi.

"Her şeyimi yitirmiştim o zamanlar… insanlara olan güvenimi, inancımı. Bir daha toparlanamam, kimseye güvenemem sanmıştım... ta ki Asaf hayatıma girene kadar. Asaf'la her şey değişmeye başladı," dedi Ela. Asaf’ın adıyla birlikte bu sefer gözlerinin içi parlamıştı.

Aralarında kısa bir sessizlik oluşmuştu o an. Sessizliği yeniden Ela bozdu, konuşmaya devam etti: "Şimdi, 'Bu kız neden bana bunları anlattı?' diye düşünüyorsundur," dedi hafif gülümseyerek. Elini Meyra'nın dizine koyarak hafifçe sıktı.
"Çünkü senin neler yaşadığını biliyorum. Melih’in sana yaptıklarını... Yaman Ali’yle evlenmek zorunda kalışını..." dediğinde, Meyra bakışlarını kaçırıp yere indirdi.

"Demem o ki, insanın içindeki yara zamanla iyileşiyor. Sadece... biraz zaman gerekiyor,"diye sözlerine devam etti Ela. Meyra'nın acısının öyle kolay kolay geçmeyeceğinin bilincindeydi; fakat ona bunca acıyı yaşatan bir adam için bu kadar acı çekmesini istemiyordu.

Meyra, gözlerini diktiği topraktan hiç kaldırmadı. Bir süre sessizce bekledi.

"Benim çocukluğumdu o... O benim çocukluğumu, hayallerimi aldı. Benim çocukluğum hep onu bekleyerek geçti..." dedi sessizliğini bozarak. Yüzünde acı bir tebessüm belirmişti. "Hep 'bugün, yarın' diye diye yıllar geçti... O yıllarla beraber içimdeki aşk da büyüdü." Bakışlarını bir an olsun yerden kaldırmamıştı.

"Biliyor musun?" derken, acı dolu bakışlarını Ela’ya çevirdi. Ela sessizce onu dinliyordu. "Geçen onca yıl boyunca hiç gelmedi... Bırak gelmeyi, ya bir kez olsun bile aramadı..." Dolan gözlerinden yaşlar süzülüp yanaklarına inmeye başladı. "Bütün bunları bilmeme rağmen ben onu ne yüreğimden, ne de aklımdan çıkaramadım... Ama..." dediğinde dudaklarının arasından küçük bir hıçkırık koptu.
"Ama o giderken, benimle beraber çocukluğumuzu da geride bıraktı."

Ela, Meyra’nın bu sözleriyle gözlerinden süzülen yaşlara engel olamamıştı.

"Sen bana diyorsun ki: 'Zamanla her şey geçer...'
O hep gözümün önündeyken bu nasıl mümkün olur, söylesene!?" diye sordu yaşlı gözlerle Ela’nın gözlerinin içine bakarak; sanki 'Senin söylediğin mümkün değil' der gibiydi.

Ela, o an hiçbir şey söyleyemedi. Yutkunamadı bile. Boğazına koca bir taş oturmuş gibiydi...
Gözlerinden, istemsizce yaşlar süzülüyordu.

Meyra’nın daha fazla acı çekmesine dayanamayıp onu kendine çekerek sımsıkı sarıldı; sanki bütün acılarını yok etmek istercesine...

Bölüm : 16.07.2025 18:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...