
Ev sessizdi. Annemin sesi, mutfaktan gelen çay takımı tıkırtısına karışıyordu. Oturma odasının köşesinde, ben kendi düşüncelerimle baş başaydım. Annem, bir süre sonra yanıma yaklaştı. Gözlerindeki o kararlılığı görmezden gelemiyordum.
“Asena, Boran’la tanışmayı düşünmelisin artık. Bu iş uzamasın.” dedi, biraz sert biraz da sabırsız.
İçimde kopan fırtınaya rağmen, sadece başımı salladım.
“Anne… Ben… Ona hazır değilim aslında. Her şey çok hızlı oluyor. Babam yok artık, ben kendimi toparlamaya çalışıyorum.” dedim, sesim hafif titreyerek.
Annemin yüzünde kısa bir yumuşama belirdi, ama hemen yerini kararlılık aldı.
“Biliyorum kızım, ama hayat devam ediyor. Boran iyi biri, belki de sana iyi gelecek. Denemelisin.”
O an anladım; bu sadece bir tanışma, belki de yeni bir başlangıçtı. İçimdeki korkular ve umutlar birbirine karıştı. Derin bir nefes aldım.
“Tamam anne, tanışalım.”
&
Güneş yavaş yavaş alçalıyordu, hava hafif serinlemişti. Boran’la buluşmak için sözleştiklerinde, ben biraz tereddüt etsem de sonunda kabul ettim. Annem de “Bir şans ver,” demişti.
Küçük, sakin bir kafede buluştuk. Ahşap masalar, hafif loş ışıklar ve cam kenarından sokağa bakan pencereler vardı. İçeride birkaç kişi vardı; kahve kokusu, hafif müzik ve dışardan gelen rüzgarın sesi birleşmişti.
Boran geldiğinde kalbim bir an duracak gibi oldu. Gülümseyerek “Merhaba Asena,” dedi. Yanında getirdiği küçük paketi masaya koydu.
“Burası güzel bir yer,” dedim, biraz zoraki.
“Evet, sessiz ve sakin. Konuşmak için iyi,” diye cevapladı.
Kahvelerimizi söyledik. Masada otururken, ilk başta suskunluk vardı aramızda. Ben gözlerimi pencereden dışarıya, dökülen sonbahar yapraklarına çevirdim. O ise masanın kenarına hafifçe vuruyordu parmaklarıyla.
“Biliyor musun,” dedi sonunda, “Seni uzun zamandır tanımak istiyorum. Ama doğru zamanı bekledim.”
İçimde garip bir sıcaklık yükseldi. “Neden şimdi?” diye sordum, sesim biraz titrek.
“Çünkü artık beklemek istemiyorum,” dedi. “Seninle gerçek bir şeyler yaşamak istiyorum.”
Göz göze geldik, aramızdaki sessizlik hem ağır hem de hafifti.
“Ben kolay biri değilim,” dedim. “Birçok şey yaşadım, biliyorum.”
“Ben de biliyorum,” dedi. “Ama birlikte aşamayacağımız şeyler yok.”
Saatler geçerken konuşmalar derinleşti. Hayaller, korkular, geçmiş ve gelecekle ilgili her şeyi paylaştık. O an, dış dünyanın karmaşasından uzak, sadece biz vardık.
Paketi açtım; içinde küçük bir kuş figürlü kolye vardı.
“Annemden,” dedi Boran. “Sana huzur versin diye.”
Kolye parmaklarımda ağırlaştı ama içimi hafifletti. O an bir umut filizlendi içinde.
“Belki…” diye başladım. “Bir şans verebilirim.”
Boran gülümsedi. “Sadece biraz zaman yeter.”
Boran’ın gözlerinde o an bir kararlılık vardı; sanki yavaşça kırılan bir buz tabakasının altından çıkan ilk ışık gibiydi.
“Zaman…” diye mırıldandım. “Bazen hem en iyi dost, hem en büyük düşman olur insana.”
Elleriyle kahvesinden bir yudum aldı, gözlerini benden ayırmadan devam etti:
“Biliyorum, kolay değil. Senin geçmişin, yaşadıkların… Hepsi bir yük. Ama ben, o yükü hafifletmek istiyorum. Paylaşmak, yanında olmak. Çünkü kimse yalnız yürümemeli bu yolda.”
Yüzümde istemsizce beliren hafif bir tebessüm, içimde bir umut kıvılcımı yakmıştı.
“Yalnızlık… bazen en kalabalık odalarda bile sarar insanı,” dedim. “Ve bu yükü taşıyacak başka omuzlar aramak… Korkutucu.”
Boran başıyla hafifçe onayladı. “Evet, korkutucu. Ama yanında biri varsa, o yük yarıya iner.”
Dışarıda hafif bir rüzgar esti, camın ardındaki yapraklar dans ediyor gibiydi. İçimde uzun zamandır bastırdığım bir şeyler çözülmeye başladı.
“Seninle… belki de bunu deneyebilirim,” dedim, sesim bir an bile titremeden.
Boran hafifçe gülümsedi. “Ve ben burada olacağım. Adım adım, sabırla.”
Kahvelerimiz bitmiş, gece iyice çökmüştü. Masanın üzerindeki ışık sararmış, etrafı huzurla sarmıştı.
O an anladım ki, belki de beklediğim o “biraz zaman” başlamıştı bile.
Boran, ayağa kalktı. “Hadi biraz yürüyelim, hava değişir.”
İçimde garip bir heyecan vardı; adımlarımı dışarı attım. Gece serin ama hafif nemliydi. Sokak lambalarının sarı ışığı altında, kısık seslerle başlayan konuşmamız, yürüdükçe derinleşti.
“Senin için zor olan neydi peki? Geçmişte seni en çok ne yaraladı?” diye sordu Boran, gözleri karanlıkta bile samimiyetle parlıyordu.
“Babam yok artık,” dedim sessizce. “Onun yokluğu, evde hep bir sessizlik yarattı. Annem güçlü ama bazen o güç bile yetmiyor sanki.”
Bir an durdum, derin bir nefes aldım. “Ve sonra, herkesin benden beklediği biri olmaya çalışmak… Aslında kendim olamamak.”
Boran durdu, bana döndü. “Bunu taşıyorsan bile, buradayım. Senin için buradayım.”
Sesi hafif ve yumuşaktı, sanki bu sözlerle bana ilmek ilmek sarılıyordu.
Bir bankta oturduk, gökyüzünde yıldızlar titriyordu. “Belki de hayat, bize anlatılmamış bir masal gibi,” dedim, “Ve biz onun kahramanlarıyız. Ama bazen en zor kısım, kendi hikayemizi yazabilmek.”
Boran başını salladı. “Evet. Ve ben senin hikayende olmak isterim. Kötü ya da iyi anlarında.”
Birlikte otururken, sessizlik bile artık o kadar soğuk değildi. Yanımda birinin varlığı, o gecenin karanlığını biraz daha yumuşatmıştı.
Boran’la yürürken kalbim neden bu kadar hızlı atıyor? Ona karşı bir şeyler hissetmem gerektiğini biliyorum, ama hissetmek ne demekti ki? İçimde hep bir boşluk var, doldurulamayan bir sessizlik. Yine de bu sessizlik, yanında biraz olsun hafifliyor. Garip.
Boran, gözlerime baktı, “Asena, seni dinlemek istiyorum. Gerçekten. Söyle bana, ne hissettiğini.”
Ne hissettiğimi bilmiyorum.
“Bazen sadece… kaybolmuş hissediyorum. Kendi hayatımda, kendi kararlarımda. Sanki herkes bana bir rol biçmiş ve ben o rolün içinde boğuluyorum.”
Boran kaşlarını hafifçe çatıp, “O rolü kabul etmek zorunda değilsin. Senin hikayen, senin kalemin ucunda. Yazmaya korkma.”
İç sesim bir anda cesaret buldu: Ya gerçekten ben yazabilir miyim kendi hikayemi? Korkularım, umutlarım, her şeyi olduğu gibi?
“Peki ya ya başarısız olursam?” diye sordum, sesim titrek.
Boran tebessüm etti, “Başarısızlık da bir tür başarıdır. Denemek, düşmek, tekrar kalkmak… Hepsi senin yolun.”
Adımlarımız yavaşladı. Gece sessizliği bizi sararken, “Belki de en büyük cesaret, kendi korkularımızla yüzleşmektir,” dedi Boran.
Evet… diye düşündüm, belki de şimdi tam zamanı.
Yürürken Boran’ın yanımda olması bir yandan rahatlatıyor, bir yandan da ürkütüyor. Sanki hayatımın yeni bir sayfası açılıyor ve o sayfada ben yokum. Ya da belki ben de varım ama nasıl yer alacağımı bilmiyorum.
Boran, hafifçe gülümseyerek sordu: “Asena, senden hep duyduğum bir soru var aklımda. Gerçekten ne istiyorsun?”
Bir an duraksadım, gözlerimi kaldırıp karşıya baktım. Sokak lambalarının altında yürüyen gölgeler, bir masal diyarından fırlamış gibiydi.
“Ne istediğimi bilmiyorum,” dedim sonunda. “Belki de en büyük korkum, ne istediğimi bilmemek.”
Boran başını eğdi, düşünceliydi. “Bazen biz ne istediğimizi bilmeyiz, ama yavaş yavaş yolunu buluruz. Önemli olan, o yolu aramaya devam etmek.”
Aramaya devam etmek… Düşündüm, hayatımda kaç kere durup gerçekten aradım kendimi? Kaç kere bastırdım, kaç kere kaçtım?
Bir an durduk. Boran bana baktı, gözlerinde bir ciddiyet vardı. “Biliyorum, senin için kolay değil. Ama burada, şimdi, birlikte bu yola çıkabiliriz.”
İçimde bir şey kıpırdadı, hem korku hem umut karışımı. “Ya başarısız olursam?” diye fısıldadım.
Boran, elini hafifçe omzuma koydu. “Başarısızlık yok. Sadece farklı yollar var. Ve ben seninle yürümek istiyorum, ister başar, ister dene.”
Belki de gerçekten ilk defa biri yanımda duruyor ve beni bu kadar görüyor.
Bir an sessiz kaldık. Gece rüzgârı saçlarımı savururken, kalbim yavaş yavaş durulmayan bir denize dönüyordu.
“Seninle tanışmak… zor ama güzel,” dedim en sonunda.
Boran tebessüm etti. “Güzel olan şeyler, en zor olanlardır aslında.”
Boran’la birlikte yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladık. Hava serinlemiş, sokak lambalarının sarı ışıkları yola düşmüş, gölgeler uzamıştı. Sessizlik aramızda ağır bir örtü gibiydi ama rahatsız etmiyordu.
Eve dönmek… Sanki her adımda üzerime binen ağırlık biraz daha artıyor. Annemin bakışları, Ecem’in iğneli sözleri, Boran’ın varlığı… Hepsi üst üste bindiği bir yığın gibi.
Kapı önüne geldiğimizde durdum. Boran, “Hazır mısın?” diye sordu hafifçe.
“Hazır değilim,” dedim, ama kapıyı açtım. İçeri girdiğimizde evin sessizliği hemen etrafımızı sardı. Annem mutfaktaydı, camın önünde, bakışları boşluğa dalmıştı.
“Hoş geldin Boran,” dedi sessizce ama sıcak olmayan bir sesle. Boran başını hafifçe eğerek cevap verdi. Ben ise içimden bir şeyler fısıldadım: Lütfen her şey yolunda gitsin.
Oturma odasına geçtik. Boran koltuğa otururken ben pencerenin önündeki sandalyeye çömeldim. Gözlerim yere takıldı, kelimeler boğazımda düğümlendi.
Burada olmanın ağırlığı… Sanki gözler üzerimde, yargılar, beklentiler. Boran’a ne söyleyeceğim? Gerçekten ne hissediyorum?
Boran nazikçe bana baktı. “Biliyorum bu kolay değil Asena. Ama ben seni tanımak istiyorum, gerçekten.”
“Beni tanımak zor,” diye fısıldadım. “Çünkü ben bile kendimi anlamakta zorlanıyorum.”
“Belki birlikte anlarız,” dedi, sesinde umut vardı.
Tam o sırada annemin sesi geldi. “Akşam yemeği hazır. Gelin sofraya.”
Kalktık. Masaya doğru yürürken kalbim bir yerlerde kıpırdanıyordu. Hem korku, hem bekleyiş, hem de hafif bir merak…
Yemek sofrası kurulduğunda Boran’ı bahane ederek “Bugün erken çıkmam gerekiyor,” dedi. Gözleri biraz çekingen, biraz üzgündü. “Sağ ol Asena, başka zaman…”
Ben de ona bakıp hafifçe başımı salladım. “Tamam,” dedim, “Güle güle.”
Boran kapıdan çıktıktan sonra annemle baş başa kaldım. Sessizlik uzun sürdü, sonra annem sesini yükseltti:
“Boran’ın işi gücü var, seninle değil. Onu rahatsız etmeyelim.”
“Anne, ben… bu böyle olmayacak,” dedim fısıltıyla, ama sesimde saklamaya çalıştığım isyan vardı.
“Ne olmayacak Asena? Bizim için en iyisini düşündüğümü anlamıyorsun.”
En iyisi mi? Ben ne istiyorum? Kendi kalbimi dinleyebilir miyim hiç?
Başımı öne eğdim. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü ama kimse fark etmedi.
Masaya oturduk. Sessizlik ilk önce gözler arasında dolaştı, sonra kelimelere dönüştü. Ecem, yerinden kıpırdayamadı, sanki içinde kaynayan bir fırtınayı dışarı vuracak zamanı kolluyordu. Neslihan teyze, her zamanki gibi, yüzünde yorgunluğun ve bekleyişin çizgileri vardı; Aybars amca ise ağır ağır tabağını önüne koydu, elindeki çatalı biraz sıktı, sonra bıraktı.
Göktuğ bakışlarını masanın üstünde gezdirdi, ama konuşmak yerine susmayı seçti. Göktürk ise, ellerini masaya koymuş, gözlerini kaçırıyordu benden.
“Boran yok,” annemin sesi masanın üstünde yankılandı; ne sıcak ne soğuk, sadece gerçek.
İç sesimden yükselen bir fısıltı vardı: Burada olmaması daha iyi mi? Yoksa eksikliği daha mı ağır?
Ecem, o soğuk bakışlarıyla, “Belki de herkes hazır değil buna,” dedi, sanki bu sözler yalnızca bana değil, masadaki herkeseydi.
Neslihan teyze derin bir nefes aldı, “Zamanla her şey olur. Ama bugün değil.”
Aybars amca, masanın etrafında ciddi bir ifadeyle bana baktı, “Asena, Boran’ı seviyor musun? Eğer istemiyorsan, zorlamanın anlamı yok. Bu iş gönülden olmalı.”
İçimden fısıldadım: Sevmek… nasıl bir şeydi? Kalbim karışık, ne hissediyorum bilemiyorum.
Annem hemen araya girdi, sesinde hafif bir sitem vardı, “Aybars, Asena kendi kararını verecek. Aklını karıştıracak şeyler söyleme.”
Aybars amca başını salladı, “Zamanın az olduğunu unutma, Asena. Kararını ertelemek bazen daha zor oluyor.”
Ecem burnunu kıvırarak lafa karıştı, “Aklını karıştırmak mı? Asena kendi ne isterse onu yapar, kimsenin sözünü dinlemez.”
Göktürk ise sessizce gözlerini yere dikmişti, sanki söylenenleri duymazdan geliyordu.
Oturma odasında herkes gözlerini bana çevirmişti. Aybars amca konuşmaya başladı, sesi biraz sertti, doğrudan yüreğime dokunan türdendi:
“Sen onu seviyor musun Asena? İstemiyorsan, hiç olmaz.”
Yutkundum, kalbim hızla çarpıyordu. Sevmek… sevip sevmediğimi gerçekten bilebilir miydim? İçimde bir yerde hem evet hem hayır vardı.
Annem, Gökçe, araya girdi, “Sözlenme tarihi belli oldu. İki hafta sonra. Hazırlıklar yapılacak artık.”
İçim birden ağırladı. O an orada kalmak istemedim. Gözlerimi herkesten kaçırdım, sessizce ayağa kalktım, “Biraz dışarıda olmak istiyorum.”
Kapıdan çıkarken içimdeki sesler çığlık atıyordu:
Boran’ı tanıyor muyum? Gerçekten seviyor muyum? Sevsem bile, bu sadece ailelerin istediği bir şeyse ben ne yapacağım?
Hızlı adımlarla evin dışına çıktım, soğuk hava ciğerlerimi yakarken içim daha da buz kesmiş gibiydi.
Ne kadar dayanmam gerekiyor? Kendim için mi, yoksa herkes için mi?
Soğuk hava ciğerlerimi yakarken, içimdeki fırtına dinmek bilmiyordu. Birkaç adım attıktan sonra arkadan bir ses geldi:
“Asena…”
Döndüm, Neslihan teyze yanımdaydı. Yüzünde yumuşak ama kararlı bir ifade vardı.
“Biliyor musun, bazen anne dediğin insan senin için en iyisini düşündüğünü sanır ama…” dedi, cümlesini tamamlamadan durdu.
Derin bir nefes aldım, “Annem engel olmaya kararlı. Beni Boran’la sözlendirmek istiyor.”
Neslihan teyze hafifçe başını salladı:
“Biliyorum kızım, bazen aileler ne istediklerini bile karıştırıyor. Ama sen yalnız değilsin. Eğer istersen, ben devreye girebilirim. Annenin engellerini aşmak için elimden geleni yaparım.”
“Annemi bu saatten sonra engelleyecek tek şey, benim ölümüm olur.” dedim yürümeye devam ederken karanlık sokakta.
“Hayır, Asiş.”
Bir anlık öfkeyle arkamı döndüm ve, “Bana ‘Asiş’ deyip durmayın!”
“Özür dilerim kızım.”
Yaklaştım ve sarıldım Nesli teyzeme. “Hayır, hayır! Ben özür dilerim. Bir anlık yükseldim.”
O da bana sarıldı. Rahatladığımı hissettim. Huzurla doldu içim, bunca zaman annem sarılmamıştı ama annem yerine koyduğum kadın bana sıkıca, sanki onun öz kızıymışım gibi sarıldı bana.
“Ne yapacağım ben?”
“Kalbini dinleyeceksin.”
“Ama nasıl?”
Benden uzaklaştı, bir iki adım geriledi. Kalbime dokundu, “Buraya dokunduğunda kimi hissediyorsun?”
Sustuğumda devam etti, “İşte o gerçekten istediğin kişidir.”
“Kimse. Hiç kimse yok.”
“Olacak…”
“Boran mı?” Alayla güldüm.
“Hayır.”
“O zaman kim?”
“Onu sen bulacaksın.” kaldırım taşına oturduğunda yanına oturdum.
“Ve unutma,” iki avcucun içine sol elimi aldı. “Ne karar verirsen ver daima yanındayım. İzmir’de veya Hakkari’de ol. Ne yaparsan yap, yanındayım yavrum.”
“Bunları bana söyleyecek kişinin annem olması gerekmiyor mu…” diye sordum anlayışlarımı bastırarak.
“Hayır, bazen anneler de teselli edecek kadar teselli olmuş hissetmeyebiliyor kendini.”
“Sen hiç hissettin mi kendini böyle?” diye sordum. Başımı omzuna yerleştirdim.
“Evet, o zamanda Göktürk sığınırdı Gökçe’ye.”
“Ben hisseder miyim peki?” o kadar duygu var mıydı senin içinde? diye sordum kendi kendime. Sen acaba doğduğundan beridir kendini teselli olmuş hissediyor musun?
“Tabii ki hissedeceksin. Seninde Gökçe gibi bir dostun olursa o bakar o zaman senin bakamadıklarına.”
Hafifçe gülümsedim. “Teşekkür ederim.”
“Ne için?”
“Bu kadar iyi olduğun için.”
“O zaman eve çıksak iyi olur yoksa bu kanatları olmayan iyilik meleği burada donuverecek!” dedi, ellerini donuyormuş gibi titretti.
Gülümsedim ona ve kaldırımdan kalktım. Apartmana girdik beraber, onların evine kadar yürüdük. Bir kat kalmışken Ecem’in seslerini duyduk, durdurdu beni Neslihan teyzem.
Sessizce, “Dur bakayım.” dedi bana. Onu onayladım bakışlarımla.
Göktürk gülüyordu. Benim yanımda ise sadece gözleri ya boş bakıyor, ya da dolu oluyordu.
“Gerçekten çok garip bir kız. Bu kadar iyi bir adamla kim evlenmek istemez ki? Delirmiş gerçekten. Her an sanki ölecekmiş gibi davranıyor, gerçekten ilgiye ihtiyacı var…” Kulaklarım uğuldamaya başladığında tutunacak bir yer aradım. Merdivene tutundum ve yanımda Neslihan teyzemin olmadığını fark ettim.
Ayaklarını yere vura vura çıkıyordu, “Demek öyle…” deyişini duydum sadece. “Git bu evden, bir daha da gelme!”
Aşağıya doğru inen tok sesi duydum. Ecem’in topuklularından geldiğini anladım, bana ters bir bakış atarak aşağıya indi.
Yukarıya doğru çıkmaya çalıştım yavaşça, merdivenin demirlerine tutunarak. Neslihan teyzemin bağırışlarını duyuyordum ama sadece uğultuydu hepsi.
Tiz sesler kulaklarıma ulaşmaya başladı yavaş yavaş, demirleri tutmayı bıraktı ellerim. “Demek sen burada o cadıyla bu kızı eleştiriyorsun? Ne zamandan beri böyle bir insan oldun sen oğlum?”
“Ne kadar değiştin sen? Tanıyamıyorum seni. Yok, o adamı o kız reddedebilir miymiş? Sana ne bundan oğlum! Sana ne!”
Göktürk sadece gözlerini sıkıca kapayıp açıyordu. Neslihan teyzem, “Yazık gerçekten. Ben sana böyle mi öğrettim? En çok sen biliyorsun Asena’yı. Kolay şeyler yaşamadığını…”
Neslihan teyzem içeriye girdiğinde Göktürk hala orada dikiliyordu. “Özür dilerim.” dedim yanından geçerken.
“Neden?” dedi yeniden. “Bu neden?”
“Nedeni yok.” dedim ve içeriye geçtim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |