

Selamın Aleyküm benim güzel okurlarım
Nasılsınız?
Yeni bölüm ile sizlerleyim.
Tam olarak 21 gün sonra sizlere çokça eğlendiğim bir bölüm ile geldim. Bu seferki kelimelerim tam olarak 5391'e tamamlandı.
Umarım beğenirsiniz🤗
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
O zaman geçelim bölüme.
İyi okumalar❤️
♣♣♣
Cem'in söylediği sözler ile birlikte ona döndüğümde Yağız konuştu.
"Biz ona iti an çomağı hazırla diyoruz."
Doğru söylüyordu ve ikisinin de sözleri onları anlatıyordu resmen.
Bir insana önyargılı yaklaşmazdım. İlk önce gözlemler, hal ve hareketlerine bakar, sonra da o kişiye olan davranışlarımı kontrol ederdim. Bende bu böyleydi.
Ama abim olacak şahıslarda bu yoktu, belki anne ve babasında da yoktu, kim bilir.
Onları tanımıyordum, fakat oğullarının bana - sözde kızlarına - o kadar söz etmelerine karşı susmaları, benim nezdimde kabul edilemezdi.
Empati kurdum, kurmaya da devam ediyorum. Lakin benim evladım doğumda başka bir bebekle karışmış olsaydı ve bu hakikat yirmi yedi yıl sonra ortaya çıksaydı, kanımdan, canımdan olan kızıma tereddütsüz sarılır; ona karşı duran kim olursa olsun - isterse öz oğullarım dahi olsun - karşılarında dimdik dururdum.
Sonuçta oğulları onların canı da, ben değil miyim?
Derin bir nefes aldıktan sonra o masada merak ettiğim iki fıstığa döndürdüm gözlerimi. Aras ve Elif.
Elif, babasının kucağında dudağı bükük, her an ağlayacakmış gibi bir yüz ifadesi ile oturuyordu. Gözlerine baktığımda kıpkırmızı olduğunu gördüm ve bu görüntü içimi sızlattı.
Her ne için olursa olsun bir çocuk ağlayınca içim burkulurdu. Şuanda da bu olmuştu.
Ondan gözlerimi çektikten sonra diğer küçük yeğenime döndüm, dudağımda olan buruk tebessümden habersiz.
Aras'a baktığımda ağlamış durmuyordu fakat suratı asık bir haldeydi. Babasının değil annesinin kucağında oturuyordu.
Merak ettiğim sadece onlar olduğu için diğerlerine bakmadan gözlerimi onlardan çektim ve bizim masaya döndüm.
Masadakilerde sessizleşmişti.
Bu sessizlik biraz daha devam ederken sessizlik canımı sıkmaya, beni düşüncelere itmeye başlamıştı. Bu yüzden halen daha Metin'in kucağında olan ve sessizlik içerisinde önündeki masa örtüsüyle oynayan Yağmur'a döndüm.
Benim seslenmemle hızla bana dönmüştü.
"Yağmur"
"Kyaliçe" demesi ile giden tebessümüm yenilenmiş, tekrar ortaya çıkmıştı.
"Sana bir soru soracağım fıstığım. Bu masada en sevdiğin abin kim?"
Sorumla birlikte herkesin dikkatini çekmiş olmalıyım ki herkes Yağmur'a dönmüş, cevap vermesini beklemeye başlamıştı. İstediğim olmuştu.
Yağmur'un küçük işaret parmağı çenesine giderken herkese tek tek kısık gözleri ile bakmış, en son kafasını kaldırarak Metin'e baktıktan sonra ise bana dönmüştü. Bu hareketi ile daha bir tatlılaşmıştı sanki.
Yağmurun konuşarak onların isimlerini telaffuz etmesi ile kahkahalar havada uçuştu.
"Yayızıı, vetinii, cimenii ve kyemi seviyoyum."
Yağız'ın sesi kahkahaları bölmüştü fakat neşeli hava halen daha bizimleydi.
"Cem..." der demez Cem konuşmuştu.
"Emredersiniz."
"Daha bir şey demedim."
"Sizi çok iyi tanıyorum komutanım, ne dediğinizi anladım ben."
"Ne diyecekmişim de kabul ettin?"
"Kesin bana çimen diye diye dolanacağınızı diyecektiniz. Bende artık anlıyorum, itiraz da etsem ne yaparsam yapayım illa dediğinizi yapacaksınız. Boşa konuşmama gerek yok." Demiş Yağız'ın kaşlarının havaya kalkmasına sebebiyet vermişti.
Yağmur'u oynatan ve sadece onunla ilgilenen Metin araya girmiş, kısa da olsa konuşmuştu.
"Sanki normalde boş konuşmuyorsun da bunu diyorsun."
Cem alınmış bir ifade ile ona dönmüş kendini savunmaya geçmişti.
"Abi benim boş konuştuğum bir konu asla olamaz. Ben her zaman gereken konular hakkında konuşur, doğruları söylerim." Dedi ve ağzından 'hıh' der gibi bir ses çıkararak başını diğer yana çevirdi.
Metin onun dediklerini umursamadan Yağmurla ilgilenmeye devam ederken tabaklarımız garsonlar tarafından alınmış, isteğimiz üzerine çaylarımız gelmişti.
Tek şeker attığım çayıma uzanıp keyif yudumu aldığımda içim mutlulukla dolmuştu.
Konudan konuya geçiş yaparken sohbet, Yağmur'un benim çayımın yanında bulunan şekere uzanırken bardağa çarpması ve çayın benim üzerime dökülmesi ile bölünmüştü.
Üzerine dökülen kişi ben olsam da, sanki bir tek ben etkilenmemiş gibiydim.
Çayın dökülmesi ile birlikte Yağmur ağlamaya başlamış, gözyaşları arasında bana bakarak "Özüy diyeyim" demişti. Bilerek yapılan bir şey değildi ve ben üzerime dökülen çay için değil o ağladığı için üzülmüş, bir şey olmaz demiştim.
Tam ona uzanacakken sandalyem arkaya çekilmiş yüzümün önünde Yağız belirmişti. Gözlerim, saklayamadığım şaşkınlıkla birlikte açılmış ben konuşamadan o konuşmuş, beni kolumdan nazikçe tutarak kaldırmıştı.
"Çay döküldü üzerine gelmiş rahatça oturuyorsun, kalkta daha fazla yanmasın diye su tut bir şey yap!"
Bağırarak değil de sert bir sesle konuşmuştu. Neden sert olduğu hakkında bir fikrim olmasa da sesine tezat şekilde nazik bir hareketle ayağı kaldırmıştı. Yanmadığımı söylemek için ağzımı açacakken konuşmama izin vermemesi sinirlendirmişti.
"Konuşma da hemen g-" demesi ile sözünü kesip konuşmuştum.
"Konuşmama izin versen yanmadığımı, çayın ılık olduğunu söyleyeceğim ama nerde, dinleyen yok ki!" dedim, onun gibi sert bir şekilde. Masanın üzerindeki çantamı alarak ona arkamı döndüm ve lavaboların olduğu tarafa doğru topuklu ayakkabılarımın çıkarttığı sesle birlikte ilerledim.
İnsan gibi söylese tamamdı ama konuşmama izin vermeyip sert şekilde konuşması sinirlerimi bozmuştu. Sesli şekilde "Odun herif." Demiş lavaboya girmiştim.
Yanıma aldığım çantamın içine her zaman koyduğum ıslak mendille pantolonumu temizlemiş, elimi ve yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra da dışarı çıkmıştım.
Birkaç adım atmamdan sonra gelen tanıdık tatlı sesle birlikte gözlerim sesin sahibine dönmüştü.
"Haya"
İki adım kadar ileride olan Elif, annesinin elini tutmuş bir şekilde dolu gözleri ile bana bakıyordu. Onu görmemle az önceki sinirim yok olmuş, içimdeki sevginin dışıma yansıması olarak tebessüm etmiştim.
"Fıstığım"
Benim seslenmemle birlikte daha fazla beklememiş bacağıma sıkıca sarılarak ağlamaya başlamıştı. Onun her bir hıçkırığı boğazıma oturan yumruyu büyütmüş, gözlerimle birlikte yüreğimde sızlamıştı.
Ona dikkat edecek şekilde onun hizasına eğildim ve boynuma sarılan miniğe sımsıkı sarıldım. O güzel kokusunu içime çekerken bir yandan da saçlarını okşuyor teselli etmek adına sözler fısıldıyordum.
Betül Demir'e döndüğümde buruk ve gözleri dolu bir şekilde bizi izlediğini gördüm. Benim ona bakmamla "Kaç gündür seni sayıklayıp durdu." Demişti.
Ağlamasından geriye iç çekişleri kalınca boyun girintime kendini kapatmış olan Elif'in kafasını nazik bir şekilde kaldırdım. Gözleri kıpkırmızı bir şekilde bana bakıyordu ama yüzündede bir gülümseme vardı.
Ellerini yanaklarıma koyduktan sonra fısıltılı bir şekilde konumuştu.
"Haya, geyçeksin deyil mi? Rüya deyil?" Öyle bir konuşmuştu ki yüreğimdeki baskı daha da artmış, bildiğin öküz oturmuştu.
Derin bir nefes alıp fısıltıyla konuştum.
"Değil güzelim. Ben buradayım ve yanındayım."
Başını tatlı tatlı salladı ve sanki hiç bırakmak istemezmiş gibi boynuma sıkı sıkıya tekrardan sarıldı.
Betül'e başımla lavaboyu işaret ettiğimde beni onayladı ve birlikte tekrar lavaboya gittik. Elif'in yüzünü güzelce yıkadıktan sonra kuruladım.
Elif tekrardan boynuma sarılmış, boyun girintime kafasını tamamen saklamıştı. Bu hali çok tatlıydı.
Lavabodan çıktığımızda Betül ile birbirimize bakmıştık. Bakışlarında hem duygusallık hem de tedirginlik olsa da biraz daha benim yanımda kalmasının iyi olacağını, böyle giderse hasta olmasından korktuğunu söylemişti. Böylelikle o kendi olduğu masaya bende kendi masama geçmiştim.
Sandalyeme oturduğumda hereksin meraklı bakışları kucağımdaki minikteyidi.
Boynuma sakladığı güzel yüzünü yavaşça kaldırdım ve bana bakmasını sağladım. Gülen yüzüyle bana bakarken masadakileri fark etmiş ve sırtını bana yaslayarak onlara doğru dönmüştü.
Herkese teker teker baktıktan sonra yüzünü havaya kaldırarak bana baktığında bende ona eğildim. Fısıltılı sandığı sesiyle sorusunu sormuştu.
"Haya, bunlay kim?"
Anlına bir öpücük kondurdum.
"Onlar benim iş arkadaşlarım."
"Hmm" dedikten sonra tekrar diğerlerine döndü ve bu sefer normal ses düzeyinde konuştu.
"Meyaba hayamın iş aykadaşlayı, ben hayamın yeğeni Elif."
İlk konuşan çaprazımda olan Cem olmuş, şakacı ve tatlı bir ifade ile Elifle konuşmuştu.
"Merhaba küçük hanım. Ben daima güler yüzlü olan ve herkesi güldüren Cem, memnun oldum."
Elif Cem'in konuşması ile gülümsemiş ve hevesle diğerlerine dönmüştü. Diğerleri de adlarını söyleyince bir tek adını söylemeyen Yağmur kalmıştı.
Bu sefer Metin'in değil, daha beş dakika önce beni sinir eden, karşımdaki adamın kucağında oturuyordu ve meraklı gözleri Elif'in üzerindeydi.
İkisi de birbirine baktılar. İstesek onları kendimiz tanıştırabilirdik, fakat bunu onların yapmasına izin verdik.
İlk Elif konuştu.
"Meyaba gökgüzü gözlü kız, adın ne?"
Elif'in Yağmur için ettiği hitapla birlikte Yağmur'un gözleri bildiğin parlamış, hevesle konuşmuştu.
"Adım Yağmur. Geyçekten de göjlerim gökgüzüne mi benziyoy?"
Elif onu onaylamış ve böylece tatlı tatlı konuşmaya başlamışlardı.
Diğerleri başka konulara geçiş yaparak sohbet etseler de sadece dinliyor katılmıyordum. Elim Elif'in saçlarını kendiliğinden örmüştü.
Şuana kadar kimsenin saçını örmemiştim, sadece kendimin ve çocukken tek bebeğim olan oyuncağın saçlarını örmüştüm.
Saçını ördükten sonra kendi saçımdaki tokayı açıp saçlarımı serbest bırakmış, onun saçını özenle bağlamıştım.
Elif bunu fark ettiğinde bana doğru dönmüş ve yanağıma sulu bir öpücük kondurmuştu. Karşılığında bende onu öpmüştüm.
Zaman ilerlemiş, kalkmamıza az kalmışken yanıma birinin geldiğini hissetmiş ve bu hisle birlikte gelen kişiye baktım ve görür görmez önüme döndüm.
Gelen kişi Leyla Demirdi. Bana duygusalmış gibi davranarak evine davet eden, oğlu benim namusuma laf ederken susan kadın.
İçimden tekrar ettim.
Seni umursamayanı sende umursama.
Hiç onu görmemiş gibi yaparak Elifin saçlarını okşamaya devam ettim.
Yanıma geldiğinde omzuma elini koymuş ve ağlamaklı, şefkatli bir sesle benimle konuşmuştu. Onun duygulu sesine bu sefer kanacak değildim.
"Kızım" dediğinde içinde hiçbir duygu barındırmayan gözlerimi gözlerine sabitlemiş, sert bir şekilde konuşmuştum.
Bana öyle hitap edilmesini sevmiyordum. Çünkü bana böyle hitap ettiği gün beni yanıltmış, bana asıl gerçekleri hatırlatmıştı. Ben sevilmeyecek biriydim.
"Şunu düzeltelim Leyla Hanım, ben sizin kızınız değilim!" Sesim sert ve netti.
Bakışlarına hayal kırıklığı eklenirken gözleri yaşarmıştı. Tabi ki hemen konuşmayı da unutmadı.
"Ama kızım, hastanede sende vardın. Doktor senin, benim kızım olduğunu söyledi. Bunu nasıl söylersin."
Daha fazlasını timimin yanında söylemek, yediğimiz yemeği zehir etmek istemediğim için ayağa kalkarak kucağımdaki miniği Cem'in kucağına vermiş, Leyla Hanım'ın kolunu tutarak onların masasına doğru ilerletmiştim.
Onların masaya gelince Leyla Hanım'a oturmasını söylemiş, diğer yeğenimin yanına gitmiştim.
Annesinin kucağında değil tam yanındaki sandalyede oturan Aras, beni görünce gülümsemiş ve hemen ayağı kalkmıştı.
Onun boyuna gelmek için eğildiğimde bana sarılmıştı.
Sadece bir kez gördüğüm ve sarıldığım çocukların beni sevmesi buz tutan kalbimi sıcaklaştırmıştı.
Sarılmasına karşılık verdikten sonra Melek'e bakmış ondan diğer masaya götürmek için izin almıştım. Belli ki çocukların yanında konuşmak istemediğimi o da anlamıştı.
Onun izin vermesiyle birlikte bana sarılan bedeni benden ayırmış ve elini tutarak ayağa kalkmıştım.
"Yakışıklım, gel beraber abilerin yanına gidelim. Olur mu?" diye sorduğumda gülen yüzüyle birlikte beni onaylamış ve benimle diğer masaya gelmişti.
Yapmaya çalıştığım şey o masada olan konuşmada çocukların etkilenmemesiydi.
Yağız'a sinirli olsam da Aras'ı ona emanet etmiştim.
Açık saçlarımı ellerimle geriye atarak sert yüzüm ve adımlarımla diğer masaya gittim. Boş olan baş sandalyenin sırt kısmına ellerimi koyduktan sonra herkesin yüzüne tek tek ve ağır bir şekilde baktım. Sert bakmadığım üç kişi vardı. Melek, Betül ve daha on yedi yaşında olan ve benimle hiç konuşmamış olan Emir.
Leyla Hanım'ın konuşacağını bildiğim için onun konuşmasını bekledim.
Nihayet bana dönünce yüzünde belki duygu belki de ajitasyon ifadesi vardı. Kim bilir...
"Kızım, az önce de dedim. Sen bizim kızımızsın. Belki bizimle büyümemiş olabilirsin ama bizim kızımızsın ve bana bunları demen çok kırdı beni."
Onun söyledikleri ile kaşlarım havalanmış, sözlerim daha da sert olmuştu. Onu kırmak istemezdim, hiçkimseyi kırmak istemez ona göre davranırdım fakat bu kadarı da fazlaydı. Ben onların duyguları ile ezilip, kadına hakaret ve şiddeti normalleştirmezdim.
Az önce konuştuğumdan daha sertti sözlerim.
"Ben tam olarak, sizin beni duygularınızla kandırarak evinize davet ettiğinizi ve oğlunuzun beni aşağılayıp el kaldırırken sessizce kenarda beklediğinizi hatırlıyorum Leyla Hanım. Belki sizin kanınız olabilirim ama canınız değilim. Sakın bana duygu sömürüsü yapmaya kalkmayın!"
Leyla Hanım ağlamaya başlayınca Rıza Bey konuştu.
"O konuda haklısın kızım-"
'Kızım' hitabını kullanmasıyla birlikte sözünü kesmiştim.
"Bana sakın kızım demeye kalkmayın! Bir daha uyarmayacağım!"
Rıza Bey bu sert çıkışımı beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. Böyle şaşırtırlardı adamı. Bunlar beni ne sanıyorlardı? Kendimi geri çekeceğimi falan mı? Öyle düşünüyorlarsa çok büyük bir yanılgı içerisindeler demektir.
Salak olan ve akıllanmasının artık imkansız olduğu Kaan, olduğu yerde hareketlenip ağzını açtığı an ona çıkıştım.
"Sakın o ağzını açayım deme! Yeterince sabrımı taşırdın daha fazla bir şey yapmamam için susman senin için en iyisi olur. Emin ol!"
Kaan sert bir şekilde baksa da ağzını açamamıştı.
Gelen ses ile birlikte konuşan kişiye dönmüştüm.
"Abim sabrını taşıracak ne yaptı ki?"
Konuşan kişi evin masum çocuğu rolünde olan Emirdi.
Onun sorusuyla birlikte yüzümde bir sırıtış belirmiş gözlerimin ve ayaklarımın hedefi Kaan ve Bora olmuştu.
Yavaş adımlarla onların sandalyesinin arkasına geçtim ve ikisinin de tek omzunu tutarak ellerimi orta sertlikte bastırdım. Bunları yaparken de anlatmaya başladım.
Belki biliyor, belki bilmiyorlardı. Umurumda değildi.
Ağzımdan çıkanlar o kadar sakindi ve o kadar vurguluydu ki...
"Memnuniyetle anlatırım. Abilerinin yapmadığı bir şey var mı diye sorsan daha iyi olurdu aslında, ama neyse. Bora denen abin, beni iş arkadaşlarımın yanında aşağıladı ve bu da yetmezmiş gibi kardeşi gibi bana el kaldırdı. Küçük bir detay vereyim sizlere, yumruk bana değil elini havaya kaldıran Bora'ya patladı."
Masada ölüm sessizliği vardı. Herkes şok olmuş bir şekilde ona bakarken Bora başını önüne eğmişti. Bunları anlattığım için ben değil yapan kişi utanmalıydı. Öyle de oluyordu.
Derin bir nefes alarak anlatmaya devam ettim.
"Orayı geçelim isterseniz, devamı var çünkü. Bu Kaan denen zibidi ise benim yanıma geldi ve sizlerin ona küstüğünüzü söyledi. Ne kadar yazık değil mi? Az daha kahroluyordum. Sonra ben ona beni ilgilendirmediğini söyleyince bana ve mesleğime hakaret etti. Benim kötü bir insan olduğumu ve benim yüzümden ailenizin dağıldığı hakkında bir şeyler zırvaladı. En önemli nokta ne biliyor musunuz?"
Sessizlik devam ederken Kaan ve Bora'nın omuzlarından ellerimi çekerek ilk başta önünde durduğum sandalyeye ağır adımlarla geldim.
İlk geldiğim gibi sandalyeye kollarımı yasladıktan sonra
"Kimse bilmiyor mu? Peki, ben söyleyeyim. Sizler benim umurumda değilsiniz. Siz ne derseniz, ne yaparsanız yapın, sizinle ilgili hiçbir şey umurumda değil.
Sizlere acıyorum. Ne kadar okuyup mesleklerinizi elde etmiş olsanız da adam olmayı becerememişsiniz. Bir kadına el kaldırıldığında, namusuna laf edildiğinde kenarda susmanız ya da bunu bizzat kendiniz yapmanız adamlıktan sayılmaz. Sizler adaleti sağlamakla görevli olmanıza rağmen, bunu yapamıyorsanız adaleti savunmanız benim için hiçbir şey ifade etmez. Hele de siz, Rıza Demir... Bir Albay olarak çocuklarınıza gereken dersi verememişsiniz. Belki veremediniz, ama adaleti temsil ederken bir kadına el kaldıran oğlunuzu durdurmak hiç mi aklınıza gelmedi? Boşuna anlatıyorum zaten, şu ana kadar bunu öğrenemediyseniz, ben dediğim zaman alacak değilsiniz.
Benden bu kadar.
Bir daha görüşmemek üzere..." dedim ve onları yıkılmış bir şekilde arkamda bırakarak kendimden emin adımlarla kendi masamıza ilerledim.
Bitmişti, beni umursamayan, yok sayan bir aileyi; benim namusuma laf edilirken susan bir aileyi ben aile olarak görmezdim. Göremezdim. Bu her şeyden önce kendi benliğime saygısızlık olurdu.
Bende beni seven bir ailem olsun isterdim fakat onların yaptıklarına sessiz kalıp sevilmeyi bekleyecek, medet umacak değildim. Benim şuan tek bir ailem vardı, o da vatanımdı...
Eskiden de olduğu gibi kanımdan olan biri olmayacaktı hayatımda ama ilişkiler kan bağı ile olmuyordu.
Aile sadece kan değil can bağıydı. Eğer sen birinin yanında güvende, huzurlu ve kendin gibi hissediyorsan orası senin ailendir.
Ve ben hiç kimsenin değil, sadece üniformamın ve bayrağımın yanında kendim gibi hissederim.
Belki ileride benimde gerçek bir ailem olurdu, biricik eşim ve benim kurduğu çekirdek ailemiz...
Bu benim hayalimdi, sevdiğim adamla evlenip annelik hissini yaşamak...
O hayaller belki bir gün gerçek olurdu. Ama bugün, dimdik durup savaşmam gereken bir gerçek vardı. Ve ben, bu gerçeğin tam ortasındaydım.
♦♦♦
Masamıza geçtiğimde herkesin bakışları bendeydi fakat ben onlarla göz teması kurmadım. Benim sandalyeme oturmuş olan Arası kucağıma alarak sandalyeme yerleşmiş, Elifle olduğu gibi onunla da sohbet etmiştim.
Kalkma vaktimiz yaklaştığından dolayı ikisine de, tekrardan onların yanına gideceğime dair bir konuşma yapmış onların boyunda eğilerek bugünlük son kez vedalaşmıştım.
Ayağa kalktıktan sonra ikisinin de ellerini tutarak Demirlerin masasına götürmüş, annelerine teslim etmiştim. Diğerlerine asla bakmamayı ve konuşmamayı ihmal etmemiştim. Ne demiştim, bir daha görüşmemek üzere...
Minik yeğenlerime son kez baktıktan sonra timin yanına doğru ilerledim, fakat bu ilerleme duyduğum ses ile kesildi. Beynimdeki şartelin attığını söylemiyorum bile.
"Bu kadar sinirli yürüyen bir kadın ya terk edilmiştir ya da ilgiden yoksundur. Hangisisin güzelim?"
Gözüm seğirmeye başlarken ani bir şekilde arkamdaki masada bulunan pis herife döndüm. Yüzündeki pis sırıtış ile birlikte bana attığı bakışlar o kadar iğrençti ki. Hele beni süzmesi...
Dayanamadım, dayanılacak bir şeyde yoktu gerçi.
"Seni adi herif!"
Onun önüne öyle hızlı geldim ve öyle bir tokat attım ki tokat sesi etrafta yankılandı. Diğer masadaki insanlar buraya dönerken masadakilerin ayaklanması bir oldu.
Onların ayaklanması ile birlikte yanımda birinin gölgesi belirdi. İri bir gölgeydi hem de.
Gölgeye döndüğümde Yağız olduğunu gördüm. Bana sert davrandığından beri konuştuğum ve yüzüne baktığım yoktu.
Kaşları çatık yüzü donuk bir ifade ile
"Ne oluyor burada?" diye sordu. Bir karşımdaki heriflere birde bana bakarken.
Tam konuşacakken karşımda çenesini hissetmediğini düşündüğüm köpek konuştu.
"Güzel kadına güzel demek suç mu?"
Yağızın gözleri ataş verilmiş gibi harlandı fakat yine de kendini sakin tutarak bana döndü.
"Bunun için ona tokat atmadığına eminim, sana ne söyledi de sinirlendin?"
Ona halen daha sinirli olduğum için
"Ben hallediyorum." Dedim ve onun daha da sinirlenmesine sebep oldum.
"Ne söylediğini bana söylemeni senden rica ediyorum, beni zorlama." Dedi, kendini kontrol etmeye çalıştığı ve sıktığı dişlerinin arasından çıkan sesi ile.
Bende ona aynı sert bakışlarımla bakarken yine konuştu çenesi bozuk herif.
"Güzele güzel demek suçsa, ben de suçluyum. Sert kadınlar genelde ilgisiz kalınca böy-" der demez onun sözlerini Yağız'ın gür sesi bozdu.
Boyundan ötürü karşımdaki herife üstten bakışlar atarken kendini aşırı sıkıyordu. Her an patlamaya hazır bir bomba gibi.
"Ne diyorsun lan sen!"
"Ne diyorsam diyorum, sana ne oluyor."
"Sen ne hakla bir kadına böyle laf edersin, adam mı sanıyorsun kendini!" diye tısladı adeta. Elleri ile ona gelen herifi itmişti.
"Kadın değil mi, ister severim ister söverim. Sen çok olmaya başladın!" dedi ve yumruğunu Yağız'a geçirdi.
Yağız onu kolaylıkla savurabilir hatta ilk saldıran olabilirdi. Ama sivilde bile olsak bizler vatanımızı, milletimizi koruyan askerlerdik.
Bir memur, bir sivile ona vurulmadığı ya da hakaret edilmediği müddetçe vuramazdı. Çünkü biz adaleti temsil ediyorduk.
Yağız bunu kullanmış, Yüzbaşılığa yakışır bir davranışta bulunmuştu. Eğer adamı kışkırtmadan ve onun kendisine vurmasını sağlamadan ona girişseydi her ne olursa olsun suçlu durumuna düşerdi.
Adamı kışkırtarak kendine vurmasını sağlamış, onun vurması ile yüzünde oluşan şeytani gülümseme ile onun üzerine dalmıştı. Dudağının patlamasından dolayı akan kanı elinin tersi ile sildiğini de unutmayalım.
Onun, o herife hem laf söyleyip, hem de vurmaya başlaması üzerine masadaki diğer üç kişide ayağı kalkmış, Yağız'a arkadan saldırmayı planlamışlardı.
Üçünü de halletmek benim için çocuk oyuncağı olsa da destek, ben daha birine vuramadan gelmişti.
Yağız'a en çok yaklaşan kişiyi Metin tuttuğu gibi yere bir çuval gibi fırlatmış, üzerine abanmıştı.
Bana yaklaşanı ise
"Yettim Komutanım." Diye bağırarak gelen Cem almıştı. Tam önümde durarak karşısındakine kafa atmış, yere düşürünce ise aynı diğerleri gibi saldırmıştı.
Son kişi mi? Onu da
"Dur Bacım dur, onu ben alırım" diyerek ışık hızıyla önümden alan, Kemal Ağabeydi.
Ben burada sinirimden adam dövmek isteyeyim, bana bırakmasınlar.
Tam şansım için güzel(!) şeyler söyleyecektim ki arkamdan gelen cırlama sesi ile o tarafa döndüm.
"Sinaaan, sevgilime ne yapıyorsun sen be!"
Bağıran kadın hızlı bir şekilde Yağız'ın yanına ulaşmış, sevgilisi denen pisliği onun elinden kurtarmak için bir yandan kolundan çekmeye, bir yandan da saçlarını çekmeye başlamıştı.
Yağız saçlarının çekilmesini hisseder hissetmez arkasına dönmüş, kadın olduğunu görünce çekilmesini söylemişti.
Kadının bırakmayacağını, Yağız'ın da onu itmeyeceğini biliyordum. Zaten bana kalmış biri de yoktu. Bu yüzden harekete geçtim.
Uzun tırnakları ile Yağız'ın saçlarını çeken kadının yanında belirdiğimde o daha bana bakamadan bileğini sıkı bir şekilde tuttum ve gevşemesinden sonra elini Yağız'dan kurtardım. Yağız bana dönmüştü fakat ben halen daha ona bakmamaya kararlıydım.
Az önce Yağız'a yaptığı gibi yaptım ve onun sarı saçlarına elimi daldırdığım gibi geriye çekerek kulağına tehlikeli bir yavaşlıkla yaklaşarak fısıldadım.
"Eğer sevgilini korumayı biliyorsan sahip çıkmayı da bileceksin." Dedim ve ağlamaya başlayan kadını serbest bıraktım.
Onu bırakır bırakmaz kenarı geçmiş ve çöktüğü yerde ağlamaya devam etmişti.
Sinirlerim bugün fazlası ile yıpranmıştı. İlk Demir ailesi, sonrasında ise Sinan denen şerefsiz...
Önüme gelen saçlarımı geriye ittiğim sırada Lale ablanın sesini duyar duymaz ona döndüm.
"Bırak kocamı!"
Lale abla kocasının saçına asılmış kadının saçını bir yandan, kocasının saçını bir yandan tutmuştu.
Bir eli Kemal Abinin saçlarında , diğer eli ise onun saçlarını tutan Lale ablanın üzerinde olan esmer kadın boğuşmaya devam ediyor, bu arada Kemal abiyi bırakmayı düşünmüyordu.
Bu karede üzüldüğüm kişi ise
"Allah rızası için saçımı bırakın, biraz daha yolarsanız kel kalacağım." Diyen ve Kerem'e seslenmeye çalışan Kemal Ağabeydi.
"Kerem, nereye kayboldun lan! Seni elime geçireyim bak o ördek saçlarını yolmuyormuyum. Hatunum saçımı çok seversin sen, eğer bırakmazsan ortada saç kalmayacak." Diye yakarması beni üzmüş Kerem'e bakmamı sağlamıştı.
Etrafta gözlerimi gezdirince Kaan ve Bora'nın bu tarafa koşarak geldiğini, kadınların ise ağızlarını ellerine koyarak burayı izlediğini gördüm. Ege Demir ise onları sakinleştirmekle meşguldü.
Kerem mi? O ise üç çocuğu da alıp lavaboların olduğu alana götürmüş, arkalarını bize dönmelerini sağlayarak bu görüntüyü görmelerini engellemişti.
Bu beni rahatlatırken Demirlerin bizimkileri ayırmaya çalışırken kavgaya girişmeleri ayrı bir olaydı.
İlk ayırmaya çalışmış, Metin ve Cem'i ayırmayı başarınca onlara saldıracaklarını hesap edememişlerdi.
Evet, tam olarak bu olmuştu.
Dövdükleri adamları yerde bırakarak onları ayırmaya gelen Kaan'a Cem, Bora'ya da Metin girişmişti.
En son Cem'in
"Sen benim biricik komutanıma hakaret edersin ha, görürsün sen şimdi!" diyerek kafa atmasını gördüm.
Onların kavgayı büyütmesi ile burayı halledeceklerini bildiğim için Kerem'in yanına çocukların yanına gittim.
Onlara bir şey olmadığını söylerken geldiğimizde dolu, şuanda ise boş olan mekana polislerin gelmesi ile o tarafa dönmüştüm.
Gelen polisler herkesi ayırmış ve kimin ne olduğuna bakmadan kavgaya karışan herkese kelepçe takmıştı.
Kavgayı asıl başlatan kişi olarak Kerem'e çocukları emanet ederek topuklu ayakkabılarımdan gelen o güzel ses ile birlikte onların yanına ilerledim.
Herkese emir veren ve tutuklanmasını sağlayan memurun önünde durduğumda bileklerimi birbirine birleştirerek ona doğru uzattım ve
"Memur Bey, ilk tokadı atan kişi benim. Beni de tutuklayın." Dedim. Sesim kararlı ve net çıkmıştı.
Diğerleri şok olmuş şekilde bana baksa da umursamadım ve bileğime takılan kelepçe ile karakola diğerleri ile birlikte götürüldüm.
♦♦♦
Karakola polis araçları ile getirilmiş, alt katta bulunan arda arda üç nezarete kapatılmıştık.
Tabi bundan önce ise hastaneye uğramış darp edilen herkes muayene olmuştu.
Kimliklerimizle birlikte yanımızda bulunan eşyaları da almışlardı. Hepimizden silah çıkınca bize silah tutmuşlar kimliklerimize bakınca da geri indirmişlerdi.
İlk bölmeye tim ve Demirler girerken ikincisine Lale abla, ben ve diğer iki kadın girmişti. Üçüncüsünde ise yüzü gözü darmadağınık olan pislikler vardı.
Lale abla o kızdan sinirini alamamışçasına her an ona atılacakmış gibi gözlerini üzerinden ayırmıyordu. Kemal abi Lale ablanın yakınında olan tarafa geçmiş, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Bunun haricinde ise Cem susmak bilmiyor gerginliği daha da artırıyordu.
"O son yumruğu atamadım, içimde kaldı. Bugün planımda mapusa düşmekte varmış."
Yağız dayanamadı ve sert şekilde çıkıştı. İyi dayandığını düşünüyordum. Yarım saattir buradaydık ve Cem susmak bilmemişti.
"Yemeğe gitmek isteyen sendin, mutlu musun burada olmaktan!"
Cem geride duracak gibi olsa da konuşmadan duramamıştı.
"Allah aşkına komutanım, değiştirdiğimiz bazı şeyler olabilir ama yine devletin binasındayız."
"Sadece o mu değişmiş görünüyor sence?"
"Bir düşüneyim..." dedi ve saymaya başladı. Bu sırada Yağız'ın öfkesi harlanıyor gibiydi. Bu da her şeye sinirleniyordu. İlk vuran olmasa da dalan kişi kendisi olmasına rağmen başkalarına sinirlenip duruyordu.
"Karargâhta görevliydik, burada suçlu. Orada odamızdaydık şimdi mapusta. Ama şu değişmedi, yine haklıyız. Sahi siz neden o dangalağa daldınız komutanım? Haklıyız diyorum ama niye dövdüğümüzü bilmiyoruz bile." Derken Sinan denen şahsa ters bir bakış atmayı ihmal etmemişti.
Yağız'ın nasıl bir tepki vereceğine bakmak için ona döndüğümde bana baktığını ve yumruklarını sıktığını gördüm. Bir bakış atmış dahi olsam Cem'e cevap vermeyeceğini anladım ve ben cevapladım sorusunu.
"Bana laf attı şerefsiz."
Cem benim cevabımı duyar duymaz.
"O zaman iyi etmişiz de dövmüşüz bunları."
Benim cevabımdan sonra biraz sessizlik içerisinde durmuş, sonrasında ise Kemal abinin konuşması ile ona dönmüştük.
Demirliklerin arasından karısının elini tutmuş bir şekilde söylenmeye başlamıştı.
"O Kerem'i bir elime geçireyim, görür o gününü." Derken kafasını da aşağı yukarı sallıyordu.
Onun bu sözlerinden sonra nezarethanenin biraz ilerisinde bulunan kapının ağır bir şekilde açılma sesi geldi. Bu sesle birlikte sorgu için gelindiğini anladım ve ayağa kalkarak pantolonumu silkeledim. Benim kalkmamla birlikte tim de kalkmış demirliklere yaklaşmışlardı.
Ayak seslerinin yerini beş kişi almıştı.
Üç polis memuru, Kerem ve Rıza Demir.
Kerem mahcup bir ifade ile bizlere kaçamak bakışlar atarken Rıza Demir, oğullarını döven Cem ve Metin'e sert bakışlar atıyordu. Cem onların gelmesi ile ciddileşmiş, Metin ile birlikte Rıza Bey'in bakışlarına karşılık veriyorlardı.
Polis memurunun ismimi söylemesi ile birlikte bulunduğum bölmenin kapısı açılmış ben çıkınca tekrar kilitlenmişti. Bileklerime kelepçe takılmaması gözümden kaçmamış, bu durum memura dönmeme sebep olmuştu.
"Kelepçe nerde?"
"Komutanım siz-"
"Ben şuan bir sivilim. Buraya düşen ve kavgaya karışan birine nasıl davranıyorsanız öyle davranın."
Dediklerimden sonra başlarında olan polise dönmüş, onun onay vermesi ile de kelepçeyi takmıştı.
Bu sırada Rıza Bey'in bana komutan denildiğinde kaşlarını kaldırması, onun benim hakkımda halen daha bir şey bilmediğinin kanıtıydı.
Bilmesini isteyen yoktu zaten...
♦♦♦
Polislerin beni getirdiği odada ifadem alınmış, geri aynı yere kapatılmıştım. Benim gibi diğerlerini de sırayla ifadelere almalarından sonra herkes bir kenarı oturmuşken demir kapının o gıcırtılı sesi duyulmuş karşımızda Rıza Demir ve yanında getirdiği polis memuru görünmüştü.
İlk biricik oğullarına sonrasında ise bana baktıktan sonra yanında bulunan memura kapıyı açmasını işaret etmiş, bana dönmüştü.
"Sende çıkabilirsin" dediğinde anladığım şeyden ötürü ayağa kalkmış ve onun karşısına dikilmiştim.
"Diğer herkes duruyor da ben neden çıkıyorum?"
"Sizin için izin çıkardım, işlem yapılmayacak."
Dediği şeylerden sonra havaya kalkan kaşlarımı indirmiş alaycı bir yüz ifadesine bürünmüştüm.
İçimdeki öfke yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı.
Meslek kullanarak çıkmayı bizde bilirdik, fakat timimle birlikte benimde farkında olduğumuz bir şeydi bu. Biz mesleğimiz ile kendi sorunlarımızı birbirine karıştırmamıştık. Karıştırmamakla birlikte sözünü dahi açmamıştık.
Onun böyle bir şey yapması ve gelip bana bunu söylemesi ile birlikte aramıza sınır koymanın en iyisi olduğunu tekrardan anlamıştım.
"Yani mesleğimi kullanarak sizi buradan çıkarıyorum mu demek istiyorsunuz?" Diye sorduğumda yüzünde bir afallama meydana gelse de kendini toparlamıştı.
"Bak kızım-" dediğinde dinen öfkem yine yüzeye çıkmıştı.
"Asıl siz bana bakın Rıza Bey! Birincisi, ben sizin kızınız değilim! Bunu bir daha söylemeyeceğim!
İkincisi, sizin böyle işler için kullandığınız kimliğinize asla ihtiyacım yok.
Ve son olarak, eğer buradan kimlik ile çıkmak isteseydim bunu kendi kimliğimle çok rahat bir şekilde yapardım. Fakat ben, mesleğim ile kendi özel hayatımın arasındaki o ince çizginin gayet farkındayım.
Oğullarınızı götürür müsünüz yoksa bekler misiniz bilmiyorum ama şunu söyleyeceğim, sakın bana bulaşmayın!"
Dediklerimden sonra onu şok olmuş bir vaziyette bırakmış olmamı umursamadan arkamı döndüm ve az önce ki yerime tekrar oturdum. Başımı geriye atarak düşüncelere daldım. Gözlerim sızlasa da tuttum kendimi, içime akıttım yaşlarımı...
Bu sırada gelen seslerden Demirlerin gittiğini anlamıştım.
Doğmuştum ve başka aileye verilmiştim. O aile bana sevgi diye bir şey vermemiş, aksine sadece kötülük ederek çocukluğumu elimden almıştı. On iki yaşıma kadar bu böyle devam etmiş, kapı dışarı atılmıştım. Eğer kurtarılmasam ölecek olmam kimsenin umurunda değildi.
Bir çocuk hiç önemsemeden, kardan görünmeyen ve asla sıcak olmayan bir sokağa atılmıştı. Sokaktan geçen kimse onu görmemiş, görseler de gözlerini kaçırarak yollarına devam etmişti. Bir çocuğun bunları yaşaması için ne gibi bir suçu olabilirdi ki?
Bir çocuk sırf çikolata istedi diye neden dövülürdü ki?
Bir çocuk renkli elbiseler giymek istediği için renklere neden küstürülürdü ki?
Bunların cevabı hiç bulunamamıştı. Fakat ben bunların cevabını arayacak, adaleti sağlayacaktım.
Eskiden bu konulara girmekten, içinden çıkamayacağımı düşündüğümden korkardım. Fakat şimdi o korkunun yerinde büyük bir cesaret vardı. Eskisinden daha yetkili, daha güçlüydüm.
Ne olursa olsun bana yapılanların cezasını bu işin içinde her kim varsa çekecekti. Bizzat ben çektirecek, gerçekleri öğrenerek intikamımı alacaktım. İlk önce tutuklanan fakat halen daha yanına gitmediğim hemşireden başlayacaktım...
Kolumdaki hafif dokunuş ve fısıltılı sesle birlikte gözlerimi açmış yanımda ki demirlikten bana dokunan ve
"İyi misin?" diye soran Yağız'a dönmüştüm. Alaycı bir gülüş çıktı dudaklarımın arasından. Bunu bana ikinci soruşuydu.
"Değilim desem ne değişecek?" Sesim yorgun ve usanmış bir tını ile çıktı. Yorgundum, bütün bu olaylardan ötürü. Usanmıştım, geçmişe dönüp durmaktan ve geçmişin hep karşıma çıkmasından.
Derin bir nefes aldı ve o da benim gibi arkasındaki duvara yaslandı.
"Çok şey değişebilir."
Ne değişebilirdi ki?
"Mesela?"
"Mesela tek başına olmadığını, yanında olduğumuzu görebilirsin." Demesi ile onun bana olan bakışlarına kilitlenmişti harelerim.
Onların benim yanımda olduklarını biliyordum fakat geçmişten gelen kırgınlıklarımla birlikte kimseye kendi geçmişimi açmamıştım. Bırak açmayı düşünmemiştim bile.
"Biliyorum, yanımda olduğunuzun farkındayım ama yaşadığım şeyleri anlatmayı hiç düşünmedim. İçimde yaşadım ve içimde yaşamaya da devam edeceğim." Dedim. Belki bir gün anlatırdım, bunu bilemezdim. Ama şunu biliyordum ki şuan zamanı değildi.
Hem ben ona halen daha sinirliydim. Bugün olanları hatırlayınca kaşlarım çatılır gibi oldu ama hemen kendimi toparlayıp önüme döndüm.
Bendeki tavır değişikliğini fark etmese şaşardım zaten.
"Onu anladım-da bir sorun mu var?" Hemen cevabımı verdim, fakat bu sefer sesim netti.
"Yok."
Yan profilden gördüğüm kadarı ile başını sallamıştı, bu arada da bana kısık gözleri ile bakıyordu.
Biraz sessizlikte kalmış olsakta bu sessizliği yine o bozmuştu. Ama sessiz bir şekilde kendine söylemesinden dolayı duyamamıştım.
Aman duysam ne olacaktı sanki.
♦♦♦
Gerekli sürecin devam etmesi ve ortak bir karara varılması sonucu şikayetçi olmamıştık; zaten yeterince cezalarını çekmişlerdi.
Haklılığımız kanıtlanınca serbest bırakıldık ve nezarethaneden çıkarak eşyalarımızı alacağımız alana geldik.
Eşyalarımızı eksiksiz aldıktan sonra, aldığımıza dair imzalarımızı atıp dışarı çıktık.
Dışarı çıkar çıkmaz Yağız'ın arabasının önünde Yağmurla birlikte bekleyen Kerem'i görmüştük.
Buraya arabalarla gelmemiştik fakat belli ki Kerem bunu unutmamıştı.
Cem onu görür görmez hızlıca yanına gitti ve onun ensesini tutarak azarlamaya başladı.
"Seni hain, seni. Bizi bırakıp gidersin ha! Biz mapuslara düşelim, beyefendi yanımıza bile zor uğrasın."
Kerem ensesini ovalarken mahcup bir bakışı vardı fakat kendini savunmayı unutmadı. Bu sırada Yağmur anne babasına koşmuş, onlara sarılmıştı.
"Abi, taksiyle gide gele arabaları getirdim, sırf çocuklara bir şey olmasın diye kavgaya girişmedim. Benim ne suçum var."
Cem tekrar konuşacaktı fakat ona benim sözlerim engel olmuştu. Kerem'in yanına geldikten sonra elimi omzuna koyarak pat patladım.
"Bizim aklımıza gelmeyeni düşündün sen. Çocukları götürmeseydin gördükleri görüntüler iyi şeyler olmayacaktı. Sağ ol aslanım."
Benim sözlerimden sonra Kerem gülümsemiş Cem'e görüyor musun der gibi beni göstermişti.
"Siz sağ olun Komutanım."
Ben omzundan elimi çektiğimde ve kenarı çekildiğimde Kemal Abi gelmiş
"Valla iyi ettin gardaşım. Yağmurum çok korkardı." Bir yandan kızının saçlarını okşarken bir yandan da konuşmuştu.
"Belki bunu düşünemeyebilirdim fakat yengem sağ olsun, bana o söyledi."
Hepimiz Lale ablaya döndüğümüzde omuz silkti ve rahat bir tavırla
"Çocuğumu ortada bırakacak biri gibi mi görünüyorum. Ne olursa olsun ilk önceliğim kızım olur." Dedi.
O çok güzel bir anneydi.
Ona tebessümle bakarken bana göz kırpmış
"Hadi gidelim artık." Diyerek arabalarına doğru ilerlemeye başlamıştı.
Onun demesi ile diğerleri de arabalara ilerlemişti.
Bu sefer Yağız'ın değil, Metin'in arabasına ilerledim ve arka kapıyı açarak bindim. Arkamdan beni izleyen bir göz olduğunu bilsem de bakmadım arkama.
Belki abarttığım düşünülebilirdi fakat ben haklıydım ve özür dilenmeden böyle bir olayı kapatacak değildim. Saçma bir şekilde ben yanmıştım ve o sanki ona bir şey olmuş gibi bana sert çıkmıştı.
Kimseye bakmadım. Gözlerimi kapatarak arabanın hareket etmesini bekledim.
Biraz sonra arabanın kapısının açıldığını ve birinin bindiğini duydum. Başka kimse değil, bir kişi.
Arabanın hareket etmesini bekledim fakat bir dakika geçtiği halde araba hareket etmedi. Dışarıdan diğer arabaların seslerini duymuştum, herkes gitmişti. Sadece o ve ben kalmıştık.
Arabaya bindiğinde onun olduğunu tahmin etmiştim fakat doğrulamak gibi bir eylemde bulunmamıştım.
Nihayet bu durumdan sıkılıp gözlerimi açtığımda dikiz aynasından onun kehribar gözleri ile karşılaştım. Kısmış gözleri ile bana bakıyordu. Gözlerindeki ifadeye dikkatli baktığımda pişmanlık dolu bir ifadeyle baktığını gördüm.
Onun aksinde benim gözlerimde hiçbir duygu yoktu.
Sertçe yutkunduğunu görsem de ondan gözlerimi kaçırarak camdan dışarıya çevirdim bakışlarımı.
Konuşacağını biliyordum. Konuşarak onun konuşacağı konuyu ertelemedim. Aksine sessiz kalarak onun konuşmasını bekledim.
"Bu adam yine odunluk yaptı, özür dilerim." Diye başlamıştı konuşmaya.
Dudaklarımdan yine alaycı bir gülüş dökülmüş bakışlarımı ona yönlendirmiştim. Saat gece saatleriydi ve ışık olarak karakolun yanlarında bulunan ışık, birde arabanın tavanında olan ışık vardı.
O loş ışığın altında bana bakan hareleri tam olarak gün batımını andırıyordu.
"Odun olduğunu kabul ediyorsun yani?" diye alayla sordum.
Dudağının bir kenarı kıvrılırken daha önce gördüğüm gamzesi belirdi. Gözüm oraya takıldı fakat ne yaptığımı fark edince bakışlarımı tekrar gözlerine çevirdim.
Ciddi bir şekilde "Ediyorum" dedi ve dikiz aynasından bakmak onu rahatsız etmiş gibi koltuğunda yan dönerek gözlerimizi tekrar birleştirdi.
"Senin yandığını düşünmemden dolayı bir anda sert çıkıştım. Sen bana kızınca yaptığım yanlışı anladım fakat ne kadar konuşmak istesem de bir kez olsun dönüp bakmadın bana. Olayında çıkması ile gecikti bu konuşma meselesi."
Derin bir nefes alarak devam etti. Sesinden bile pişman olduğu anlaşılıyordu.
"Yani demem o ki pişmanım ve senden beni affetmeni istiyorum. Özür dilerim Sıla, seni kırdığım ve dinlemediğim için."
Durgun ifadesine ve söylediklerine bakınca o kadar samimi ve üzgün göründü ki ona sarılmak sorun olmadığını söylemek istedim. Fakat bu sadece düşüncemde kaldı.
Samimi olan sesim ile konuştum ve onda ki bu ifadenin gitmesini sağladım.
"Sorun değil. Hem... bende sana sert çıkışmış olabilirim."
Bu sefer teki değil iki kenarı kıvrıldı dudaklarının.
"Öyle bir çıkıştın ki donup kaldığımı Kemal abi demese anlayamayacaktım."
Bende gülümsedim.
Bakışları gülümsememe kaydı fakat sonrasında boğazını temizleyerek önüne döndü.
"Bu olayı da hallettiğimize göre, artık eve gidebiliriz." Dedi ama arabayı çalıştırmadı.
"Neyi bekliyoruz?"
"Artık bana dargın olmadığına göre öne geçebilirsin diye düşünüyorum." Dedi tekrar bana dönerek, yüzünde muzip bir ifade vardı.
Bende ona muzip bir ifade ile baktım ve
"Hiç kalkamam şimdi, yerimde gayet rahat zaten. En iyisi ben hiç kalkmayayım, böyle gidelim." Dedim.
Yüzündeki muzip ifadenin yerini afallama alırken isteksiz bir şekilde önüne döndü ve arabayı çalıştırarak yola koyuldu.
♦♦♦
Lojmana geldiğimizde ben arabadan inmiştim fakat Yağız bir işinin olduğunu söyleyerek gitmişti.
Evime girer girmez bugün epey kirlenen kıyafetlerimden kurtuldum ve güzel bir duş aldım.
Rahatlamış bir şekilde eşofman takımlarımı giyerek saçlarımı kuruttum ve kuruyan saçlarımı güzelce ördüm.
Yorgun bir şekilde yatağıma girdiğimde aynı saniyede zil sesini duydum.
Bu saatte kapının çalmasının hayra alamet olmayacağını düşündüğümden dolayı kaşlarımı çatarak ayağı kalktım ve kapıyı açmaya gittim.
Dürbüne baksam da kimseyi göremedim. Kapıyı temkinli bir şekilde açtım ve koridoru kontrol ettim fakat kimse yoktu.
Kaşlarım çatık bir vaziyette başımı eğdim ve derin bir nefes bıraktım.
Ayaklarımın dibinde beyaz lale göreceğimi hiç tahmin etmemiştim. Gelen şaşkınlıkla birlikte eğilip laleyi aldım ve doğruldum.
İlk başta kimin bunu bırakmış olacağına dair bir fikrim yoktu, fakat beyaz lalenin anlamını hatırladığımda aklıma tek bir kişi geldi.
Beyaz lale: bağışlama, saygı, saflık ve onur anlamına gelirdi. Bunu bırakacağını düşündüğüm tek kişi karşı komşum olan ve aynı zamanda komutanım olan adamdı. Yağızdı.
İlk defa birinden çiçek almamın ve bunu benden özür dilediği halde düşünüp alması beni çok mutlu etmişti. Yüzümde beliren gülümsemeyi bastıramadım. Gülümsedim.
Kalbimdeki buzların yerini bir serinlik almış gibiydi ve ben bu duyguyu yaşadığım için çok sevinçliyim.
Gülümsememle birlikte karşımdaki kapıya baktım ve onun beni izlediğini düşünerek başımı eğerek sessiz bir teşekkür sundum.
Güzel duygularımla birlikte geri içeri girmem ve tatlı bir uykuya dalmam çok kısa sürmüştü...
♣♣♣
Bölüm sonu.
Bölümü nasıl buldunuz?
En sevdiğiniz sahne hangisiydi?
En sevdiğiniz karakter?
Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum✨
Sizleri seviyorum canlarım❤️
Bir daha ki bölümde görüşmek üzere🥰
Allah'a emanet olun❤️
Paylaşımlar için instagram hesabım:
asil_kalem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |