14. Bölüm
Asude Öztürk / Zirve ve Gölge -GERÇEK AİLE- / 11. Bölüm

11. Bölüm

Asude Öztürk
asilkalem

 

Selamın Aleyküm benim güzel, tatlı mı tatlı olan okurlarım🥰

Nasılsınızz?

Tam 1 ay sonra tamamlayabildiğim bölümümüze hoş geldiniz🤗

Biliyorum, kısa zamanda bitirmeyi planlıyordum ama benim planım doğrultusunda olmadı, olamadı maalesef.

İlaç kullanmam gereken Tiroit hastalığımın fazlasıyla artması sebebi ile maalesef yan etkiler yaşadım. Bu yan etkilere hem unutkanlık, hem de odaklanamama sorunum eklendi. İlk bende sorun olduğunu sandım fakat biraz araştırdıktan sonra bundan sebep olduğunu öğrendim.

Şuan iyiyim, sadece bölümün gecikme sebebini açıklamak istedim.

Geç bölüm attığım için kusura bakmayın lütfen❤️

Ne kadar hızlıca bitirmeye çalışsam da bu kadar oldu.

5.667 kelimelik bölümümüz ile mutlulukla karşınızdayım çok şükür. Yorumlarınızı ve sizleri çokça özledim canım okurlarım🥹

Birşey daha diyerek bölüme geçiş yapalım.

Bu bölüm Yağız'ın ağzından olacaktı fakat erkek karakter ağzından zor yazdığımı fark ettiğim için vazgeçerek diğer bölümler gibi Sıla'nın ağzından yazdım.

Arka planda yazmaya çalışacağım, eğer bitirirsem atarım inşAllah🌸

Şimdi, bu kadar konuşmak yeter. Sırada bölümümüz var🤗

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen💖

İyi okumalar, umarım beğenirsiniz😘

♣♣♣

Dün gece yaşanan o güzel andan sonra, normalde kabuslarla boğuşan ben… ilk kez huzurlu bir uyku uyumuştum.

Bu, benim için bir mucizeydi.

Genelde çocukken yaşadıklarımı kabuslarımla tekrar yaşar, bu yüzden huzurlu bir uyku çekemezdim.

Ama bugün, huzurlu uykumdan aynı huzurla uyanmış, güzelce kahvaltımı etmiştim.

Bu zamana kadar beni düşünen ve benim hislerimi, kırgınlıklarımı önemseyen biri olmamıştı. Şimdi ise… sırf bana sert çıkıştığı için kapıma lale bırakan bir adam vardı.

Bu benim için o kadar anlamlıydı ki…

Biri, ilk kez içimdeki kırgınlıkları görmüş, beni anlamıştı.

İçimde yaşadığım ve bunca zaman kimsenin fark etmediği bir şeydi bu. Benim için çok naif bir hareketti…

Bunun dışında ise ilk çiçeğimi komutanımdan alacağımı hiç düşünmezdim. Hayatımızda çokça şaşırdığımız anlar olurdu, bu anda onlardan biriydi ve benim için hep anlamlı kalacaktı…

♦♦♦

Güzel kahvaltımın ardından mutfağımı temizlemiş, ardından üzerimi değiştirip yola çıkmıştım.

(Nasıl buldunuz bakalım?)

Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı takırtı ile birlikte karargâha girdiğimde beni gören askerler selam vermiş, ben yanlarından geçince de kendi aralarında bana bakarak fısır fısır konuşmaya başlamışlardı.

Bu hareketleri gözüme batsa da bir an önce hazırlanmak ve timin yanına gitmek için odama geçtim. Her nasılsa ne konuşulduğunu elbet duyardım.

Üniformamı giydikten sonra her zaman yaptığım gibi, ördüğüm saçlarımın üzerine bordo beremi geçirdim ve ayağıma postallarımı geçirdikten sonra aynadan kendime baktım.

Her zamanki gibi, yine kendimdim.

Yakamı da düzelttikten sonra odamdan çıktım ve timin odasına doğru yürümeye başladım.

Kapının önüne geldim fakat ben içeri giremeden kapı açıldı ve içeriden sinirli bir Yağız çıktı.

Ben onun önüme çıkmasına şaşırırken o beni gördüğü için şaşırmış başını eğerek sessizce bir şeyler mırıldanmıştı.

Ben onun dediklerini anlamaya çalışırken Yağız’ın hemen arkasından onun yüz ifadesini aratmayacak olan tim çıktı.

Bu yüz ifadeleri ile birlikte gözlerim kısıldı ve hepsine ayır ayrı kuşkulu birer bakış attım. Onların bir şey demeyeceğini anladığımda ise

“Ne oluyor burada?” diye sordum.

Kimseden ses çıkmadığında gözlerimi kapatıp sert bir soluk verdim. Kim bilir ne olmuştu da bana bir şey demiyorlardı.

Bir şey olmuştu, buna emindim ama ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.

Kuşkulu ifademi, kesinlikle olayı anlatacağını tahmin ettiğim Cem’e çevirdim. İster ricayla ister emirle ne olduğunu öğrenirdim.

“Söyle bakalım Cem, burada ne oluyor?” diyerek sakince sordum.

Bana bakan gözler bu seferde Cem’i bulmuş, uyarıcı şekilde bakmışlardı.

Cem ise sert bir yutkunmanın ardından bana dönmüş sahte bir gülümseme ile konuşmuştu.

“Ne olacak komutanım, bir şey olmadı.”

Yüzündeki ifadeden tut, sözleri ben yalanım diye bağırıyordu resmen.

Kaşlarımı havaya kaldırıp

“Öyle mi? O zaman bu yüzleriniz niye sirke satıyor?” Diye sorduğumda onlardan değil, arkamdan ilk defa duyduğum, tanımadığım bir ses cevap verdi bana.

“Daha duymadın mı Üsteğmen? Herkes seni konuşuyor.” Diyen sese döndüm ve karşımda beş kişi gördüm.

Benimle konuşan adam tam karşımdaydı ve ceplerine koyduğu elleri ile rahat bir tavırla bana bakarak sinsi sinsi sırıtıyordu.

Karşımdakinin kim olduğuna dair bir fikrim yoktu, bu yüzden apoletine baktım ve Yüzbaşı olduğunu gördüm.

Her ne denilirse denilsin üst rütbemdeydi, bu yüzden sakinliğimi korumaya çalıştım.

“Soruyorsam demek ki duymamışım Yüzbaşı. Eğer duysaydım zaten sormazdım.”

Söylediklerimden sonra yüzünde benim söyleyeceklerimi beklemediği belli olan bir afallama olsa da sırıtmaya devam ederek tekrar konuştu.

“Torpille bu noktaya geldiğin söylenilirken böyle iddialı konuşmak ne kadar işe yarar, bilemiyorum doğrusu.”

Dedikleri ile birlikte ellerim yumruk olmuştu ama duruşumu hiç değiştirmedim. Arkamdan birinin “S*ktir” dediğini duysam da karşımdaki Yüzbaşıya odaklanmıştım, daha doğrusu söylediklerine…

Ben ve torpil, ne kadar komik değil mi?

Ağzımdan alaycı bir gülüşün çıkması kaçınılmazdı.

“Açık konuşun Yüzbaşı!” dedim, daha da sertleşen ve sinirlenen sesimle.

Başını salladı ve yüzündeki sırıtış ile konuştu. İyice sinirlerimi bozuyordu.

“Pekala, açık konuşayım. Siz Üsteğmen, bu rütbeye ve konuma torpil yoluyla geldiğiniz hakkında söylentiler dolanıyor ve emin olun bütün karargah bunu konuşuyor. Haksızda sayılmazlar,” dedi ve bana üstten, küçümser bir bakış atarak devam etti.

“Sonuçta bir erkeğin bile bu konuma gelmesi zorken bunu bir kadının yapması, pekte inandırıcı değil açıkçası.”

Bu düşüncesi ile kaşlarım havaya kalktı.

“Yani, sizde böyle düşünüyorsunuz. Öyle mi?” diye sorduğumda kafasını salladı ve bunu kelimeleri ile de onayladı.

“Öyle.”

Bende kafamı sallayarak anladığımı belirttim ve meydan okuyan bakışlarımı ona diktim.

“Öyleyse bana da bu önyargı denen illeti yalanlamak ve bunu kanıtlamak düşer.” Dediğimde bir şey anlamadı ve sırıtışı kayboldu.

Onun bir şey sormasına fırsat vermeden arkamda ona sinirli bakan timime döndüm. Komutanım olan Yağız hariç diğerlerine otoritemle emir verdim.

“Asker! Bütün erleri içtima alanına topla.”

Timim benim ne yapmaya çalıştığımı anlamasa da emrimle birlikte selam durmuş, koridoru inletmişlerdi.

“Emredersiniz Komutanım!”

Yağız’a ve bana bakarak onay aldıktan sonra yanımızdan ayrılmışlardı.

Geriye Tim olduklarını anladığım beş kişi, ben ve Yağız kalmıştı.

Yüzbaşı Yağız’a, Yağız’da ona karşı sert bakışlarla bakarken böyle bir olayın neden olduğunu düşündüm ve bu sıralar her taşın altından çıkan Kaan zibidisinin olduğunu anladım.

Kantinde kimse yoktu, fakat belli ki o sinir olduğum sesi dışarıya kadar ulaşmış, beni bu duruma düşürmüştü.

İçimde ona beslediğim öfke daha da arttı. Ondan o kadar nefret ettim ki, karşımda olsaydı üzerine saldırırdım…

Sessizlik gitgide artarken Yağız’ın sesi bozdu bu sessizliği.

“Gidelim Üsteğmenim. Bu herifi görmek göz zevkimi bozuyor. En iyisi görmemek.” Derken bile bana değil ona bakıyordu.

Ben de onu onayladım.

“Gidelim Yüzbaşım.”

Dediğimde dudağının bir kenarının hafif seğirdiğini gördüm fakat bu çok kısa sürdü.

Onun ilerlemesi ile bende peşinden ilerledim ve o durunca bende durmak zorunda kaldım.

Bana döndüğünde yüzünde az önce ki ifadesinin aksine daha durgun bir ifade vardı. Derin bir nefes verdikten sonra

“Bu durumu karargâha gelir gelmez öğrendim ama sana nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Şunu söyleyeyim, her ne olursa olsun, bu söylentilerde dahil, Timde bende senin yanındayız. Kendini sakın yalnız hissetme.” Dedi.

Az önceki sinirli ifadem tuzla buz olmuştu…

Bu sözleri içimde, en derinlerimde saklı kalan küçük kız çocuğunaydı sanki.

Kendimi kimsesiz hissetmemem onun eseriydi.

Bu sözler buz tutan kalbime darbe olarak inmişti sanki.

Karşımda ben sormadığım halde bana bunları anlatan ve benim yanımda olduğunu belirten bu adama karşı gülümsedim.

Evet, bende onların benim yanımda olduğunu hissediyordum ama his ve söz arasında çok fark vardı. Sözler kullanılarak söylenmesi ayrı güzel ve hissedilebilir oluyordu. Ve Yağız bunu bana çok güzel hissettirmişti.

“Bana yalnız olmadığımı gösterdiğiniz için sağ olun Yüzbaşım. Böyle bir olay da ilk sizden duymak isterdim.” Dedim, içimdeki samimiyetle.

Benim gülümsememle birlikte onunda hazırda bekleyen gülüşü ortaya çıkmış, bu gülümsemeye daha önce gördüğüm gamzeleri de eklenmişti.

Rahatlamış bir ifadeyle “Bir daha olmaz zaten. Her zaman yanındayız.” demiş, onun gidelim demesi ile de içtima alanına gitmiştik.

♦♦♦

İçtima alanına geldiğimizde az kişi varken şimdi Cem’in söylediğine göre herkes gelmişti.

Albay ve yanında bir Yarbay ile Binbaşı da gelmişti. Üçü de kenara geçmiş, ne yapacağımı merakla izliyorlardı.

Hatta Albay’ın yüzünde sırıtan bir ifade vardı. Bu sırıtmanın, benim yapacaklarımı öngördüğünden olduğunu düşünüyordum.

Ben ise herkesin tam karşısında arkamda timim olacak şekilde karşımda bana bakan erlere bakıyordum. Yüzümde donuk bir ifade olsa da içim cümbüş yeriydi.

Şu zamana kadar hakkımla, emeğimle bu mesleği elde etmiş, rütbemi gittiğim zorlu görevlerle yükseltmişken böyle bir olayın yaşanması her şeyden önce kırmıştı beni.

Hele de bir kadın olduğum için bu ihtimalin hemen kabullenilmesi, ayrı kötüydü.

Ama karşımda bir ön yargıdan dolayı, bir kadına iftira atmış olan kişilere hadlerini bildirmeyi de bilirdim evelAllah.

Herkesin geldiğini bildiğim için Albayıma döndüm. Bakışlarımla iznini istedim.

Sırıtan ifadesine ödün vermeden eliyle “devam et” der gibi işaret ettiğinde tüm erlere döndüm.

Herkes rahat pozisyonundayken ben demeden Yağız’dan gelen emir ile bu durum değişti.

“Dikkat!” diye bağırdığında bütün askerler ona itaat etti ve herkes hazır ola geçti.

Onların postallarından çıkan seslerle birlikte bende derin bir nefes aldım ve bütün erlerin duyacağı şekilde konuşmama başladım.

“Duyduğum kadarı ile benim hakkımda söylentiler varmış ve bu söylentinin dağılmasına en büyük etken ise benim kadın olmammış. Ne zamandır bir komutanı kadın diye yargılamaya başladınız siz, ha! Buna adamlık diyorsanız bu adamlık değil, korkaklıktır. Siz bir kadının güçlü olduğunu kendi kibrinize yediremeyerek böyle bir düşüncedeyseniz, sorun bende değil sizdedir.

Şuana kadarki bütün çabalamamı ve bu noktaya gelebilmek için ne kadar çalıştığımı bilseniz benim yüzüme bakmaya utanırsınız!

Şimdi, gelelim bu söylentiye inanan sizlere. Kim bu söylentiye inandıysa öne çıksın!” diyerek rahat pozisyona geçtim ve karşımda benden bakışlarını kaçıran erlere baktım.

Bakışlarını kaçırsalar dahi kimse öne çıkmadı. İkinci emri verecekken en büyük destekçilerimden biri olan Albay’ın sesi bütün taburda yankılandı.

“Üsteğmeni duymadınız mı asker! Kim bu saçmalığa inandıysa öne çıksın!” Emri geldiğinde ben söylediğimde öne çıkmayan ve kendilerini belirtmeyen herkes öne çıktı.

Bu kadar kişinin olması da ayrı kötüydü.

Neredeyse birliğin üçte biri öne çıkmıştı. Bu sayı... beklediğimden fazlaydı.

Bu yüzümde acı dolu bir gülümsemeye yol açtı ve başımı hafif hafif sallayarak öne çıkanlara baktım. Kime baktıysam başları eğildi.

Bende son sözümü söyledim.

“Siz siz olun Türk askerine yaraşan şekilde davranın.

Başınızı eğecek bir şey yapmayın; çünkü o baş, bayrağımızı görmek için hep dik durmalı. Ve en önemlisi, bir kadını asla küçük görmeyin. Çünkü yeri geldiğinde bir erkeğin kaldıramayacağı yükü bir bakmışsınız o küçümsediğiniz kadın kaldırmıştır. Hele de siz bir kadının karnından doğmuşken bu düşünceler hiç birinize yakışmıyor. Şimdi, beni anladın mı Asker?” dediğimde bu sefer, karşımda olan herkesten aynı ses yükseldi.

“Emredersiniz komutanım!”

Konuşmam bittiğinde Albay’a dönerek baş selamı verdim ve timimle aynı hizaya geçtim. Albay’ın dağılma emrini bekledik ve bu emir geldiğinde dağılarak görevlerimizin başına geçtik…

♦♦♦

İki saat boyunca odamdaki dosyalarla uğraştıktan sonra bir askerin gelerek Yağız’ın timi içtima alanında beklediğini söylemesi ile işlerimi bırakmış, hemen içtima alanına gitmiştim.

Diğerleri ile aynı anda orada olurken Yağız’ın içtimayı başlatması ile birlikte sert bir içtima yapmıştık. Bugün diğer seferinden daha faza zorlayışı gözümden kaçmamışken Cem’e seslenmesi ile bunun nedenini öğrenmiştim.

Ben öğrenmiştim öğrenmesine de Cem yıkılacak gibi olmuştu.

“Teğmenim, dün çok güzel konuşuyordun, şimdi o konuşmanın hakkını ver bakalım. 140 tur koşmak sana iyi gelecektir.” Dedi, yüzünde olan sinir bozucu ifade ile.

Dünün hıncını almak isteyen keyif yüklü bir ifadesi vardı yüzünde.

Onda olan bakışlarımı yerde yorulduğu için oturan Cem’e çevirdim.

Herkes gibi ben de yerde oturuyordum.

Yerde oturan Cem, bu sözlerden sonra biri onu vurmuş gibi yere attı kendini. Kendini geriye atarken bir yandan da elini kalbine götürüp ajitasyon yapmaya başladı. Bunu Yağız yer miydi? Sanmıyorum.

“Kalbim öyle böyle ağırmıyor varya. Bir adım atsam hık diye gideceğim kesin. Zaten bugün bizi süründürmediğiniz kalmıştı, bunu da yaparsam sürünmeye başlarım kesin. Bugünlük affetseniz, olmaz mı komutanım?” diyerek bildiğin yavru köpek bakışları atmaya başladı Yağız’a.

Cem’in böyle bakacağını hiç düşünmeyen ben ona kaşlarımı kaldırarak bakarken diğer herkes sanki her gün bu anı yaşıyormuş gibiydi.

Yağız ise yemedim der gibi kaşlarını kaldırıp indirmişti.

Bu ifadeden sonra kendini hafif kaldıran Cem kendini yine geriye bırakarak son çare olarak bana baktı.

“Benim biricik komutanım, en sevdiğin askerini böyle yollayacak mısın? Beni yaban ellere mi yollayacaksın?” diyerek bana da o bakışlarla bakarken herkese baktıktan sonra ona tekrar döndüm.

Herkes benim cevabımı bekliyordu. En önemlisi Yağız kısık gözlerinin ardından bakıyordu.

Tekrar Cem’e döndüğümde sorularımı sıraladım.

“Benim rütbem ne Cem?” diye sorduğumda bu soruyu beklemediği açıkça belli olurken cevap verdi.

“Kıdemli Üsteğmen komutanım.”

Elimle Yağız’ı gösterirken tekrar soru sordum.

“Peki komutanımızın rütbesi ne?”

O da elimi takip ederek Yağız’a baktıktan sonra “Yüzbaşı.” Dedi.

“O zaman benim senin cezanı önleyebilme gibi bir ihtimalim var mı? Sonuçta o bir yüzbaşı ve en önemlisi bu timin komutanı.” Dediğimde son umut kırıntısı da yok oldu ve mızmızlanarak ayağı kalktı.

Son sözünü sanarak Yağız’a söylediği sözler onun için kötü olmuştu.

“Dün dediklerimde çok haklıydım bence komutanım. Sonuçta sadece binalarda değişiklik yaptık.” Demesi ile Yağız çok hızlı şekilde ayağı kalkarak Cem’in karşısına geçti.

“150!” dediğinde Cem bir şey anlamamış olacak ki

“Anlamadım komutanım.” Dedi.

Yağız memnuniyetle cevapladı. Üzerinde olan otorite uzaktan bile hissedilebilirdi.

“150 tur! Eğer biraz daha gevezelik edersen daha da yükseltmekten çekinmem.” Dedi.

Bu konuşmayla birlikte Cem’in omuzları çökmüştü. Ama Topuk selamı vermeyi unutmadı.

“Emredersiniz Komutanım!”

Bu konuşmalardan sonra biz yerde oturmaya devam ederken Cem bir yandan koşuyor, bir yandan da kendine hakaretler yağdırıyordu. Bunların çoğu da gevezeliğineydi.

Biraz sessizlik olsa da bu sessizliği Kemal abi bozmuştu.

“Hep aynı şeyi yapıyor bu çocuk. Bir akıllanamadı gitti.” Dediğinde ihtimaller aklıma gelse de ne olduğunu anlamadım.

Ona olan bakışlarımı gördüğünde anlatmaya başladı.

“Siz bilmiyorsunuz tabi komutanım, bu zevzek…” dedi ve eliyle Cem’i gösterdi. “…her seferinde aynı şeyi yapıyor. Ne zaman ceza alsa o cezayı on arttırmadan cezaya razı gelmiyor. En sonunda da Yüzbaşımı sinir ederek on arttırıyor. Bugünde aynı şeyi yaptı. Akıllanma diye bir şey yok bu çocukta.” Dediğinde anladığımı belirtircesine kafamı salladım.

Koşarken yanımıza yaklaşan Cem sanki bizi duymuş gibi bağırdı.

“Kulaklarım çınlıyor abi, konuşmayın benim hakkımda.”

Kemal abi elini ona doğru uzatarak “Hadi ordan” dedi ve tekrar bana dönerek

“Bu olaydan sonra bizim arkasından konuşmamıza da laf söylüyor her seferinde.” Dedi.

Bu sefer, bugün hiç konuşmayan Metin konuşunca ona döndüm.

“Ben size diyorum, bunun akıllanmasının imkanı yok.” Diyerek Cem’e “Sen iflah olmazsın” bakışlarıyla bakmıştı.

Buradan anladığım kadarı ile, Cem hem timin zevzeği, hem de gülme kaynağıydı…

♦♦♦

Askerlere yaptığım o konuşmadan sonra, karargâhta bir daha benim hakkımda konuşulma olmamış, herkes eski saygısına geri dönmüştü.

O günün ardından bir hafta geçmişti. Bu bir haftada timimle olan bağım daha da güçlenmiş, gittiğimiz iki görevde başarıyla sonuçlanmıştı.

Bugün ise izin günümdü ve ben sabah her zaman olduğu gibi erken kalkarak bu akşam yemeğe davet ettiğim timim için hazırlıklara başlamıştım.

İzin günüm olduğu için kahvaltımı daha yavaş şekilde yapmış, keyfime bakmıştım. Sonrasında ise mutfağımı toparlamış, evimi bir güzel temizlemiştim. Bunu yaparken arka planda şarkı açmayı unutmamıştım.

Genelde ev işleri yaparken şarkı açar, açtığım şarkıya eşlik ederken temizliğimi hızlıca yapardım. Bu bende bir alışkanlık olmuştu ve böyle yapmadan kendimi alamazdım.

Söylentilerden sonra Kaan’a olan nefretim daha da artarken onu o günden sonra görmediğim için huzurluydum.

Timimi yemeğe çağıracağım için olan mutlulukta bunu daha da artırmıştı. Timimi aile olarak görmeye başlamış, her ne olursa olsun benim arkamda durduklarını görmüş, hissetmiştim.

Yağız demezliğin, artık yalnız değildim…

♦♦♦

Bütün temizliğim bittikten sonra, birikmiş olan çamaşırlarımı yıkamaya atmış, ütülenecekleri ütüleyerek haftalık olarak yaptığım ve bana yeten işlerimi halletmiştim.

Bu işlerimi bitirene kadar öğle ezanı okunmuş, bende abdestimi tazeleyerek namazıma durmuştum.

Namazımı eda ettikten sonra her zaman ki duamı Rabbime söyledikten, O’ndan istedikten sonra huzurla işlerimi yapmaya devam ettim.

Yapacağım yemekleri, bir sıraya koymuştum ve ilk sırada soğumaya bırakacağım için sultan sarması vardı.

Menüm ağır olduğu için hafif tatlı olarak onu seçmiş, elimden geldiğince özenerek yapmaya başlamıştım.

Saçlarımı içine düşmesin diye toplamayı unutmadım.

Kakaolu muhallebimi, tepsimin dibine serptiğim hindistan cevizinin üzerine güzelce yaydım. Hazırladığım kremşantiyi de üzerine sürdükten sonra soğuması için dolaba bırakıp ana yemeğim olan karnıyarığı yapmaya giriştim.

İlk kıymasından başlayarak sonrasında attığım soğanlarla birlikte güzelce kavurdum. Baharatları ve salçayı eklemeyi unutmadım.

Sonrasında daha dün aldığım patlıcanları yıkadıktan sonra alacalı şekilde soyarak kızgın yağda kızarttım.

Cam borcama dizdiğim patlıcanlara kesik attıktan sonra içlerini ezdim ve tuzladıktan sonra kıymayı ekleyerek son dokunuşlarımı yaptım.

Aklıma, rahmetli teyzemin bana bu tarifleri öğretirken ki çabası geldi. Ne zaman yanlış yapsam kızmak yerine tatlı bir dille “Bu böyle olmaz kızım.” diyerek beni düzeltir, daha iyisini yapmam için bana destek olurdu.

Bu anılarla birlikte yüzümde buruk bir gülümseme belirdi.

Yemek yapmayı da, saygılı olmayı da bana o öğretmişti. İyi ki onunla tanışmış, onun kızı olarak yetişmiştim…

♦♦♦

Ana yemekten sonra pirinç pilavımı yapmış, soğumaması ve lapa olmaması için sofra bezlerine güzelce sararak kenarı kaldırmıştım.

Son olarak tarhana çorbamı da pişirdikten sonra kısık ateşte bırakarak masamı hazırlamaya salonuma gittim.

Buraya geldiğimde mutfakta küçük, salonda ise büyük bir masa vardı. Bugün de salondaki masaya hazırlayacaktım.

Sofra hazırlığımda bittikten sonra çorbanın altını kapattım ve temizlenmek için odamdaki banyoma geçtim. Duş alarak üzerime sinen yemek kokularından arınmıştım.

Dolaptan kıyafetimi seçip hızlıca üzerimi değiştirdim.

(Bunu da sorayım madem. Nasıl buldunuz?)

Saçlarımı kuruttuktan sonra makyaj masamın önünde olan sandalyeme oturdum ve saçlarımı güzelce taramaya başladım. Bir yandan da timim hakkında olan görüşlerimi ve kişiliklerini düşündüm.

Kerem…

Her ne kadar sessiz olsa da içinde saygı duyulacak bir kişiliği, bir duruşu vardı. Elinden geldiğince timdeki herkese yardımcı oluyor, ne derlerse yapıyordu. Biraz insafsız davranıldığını itiraf edebilirim. Küçük bir işi bile kendileri değil, Kerem’e yaptırıyorlardı.

Ama her ne kadar uğraşsalar da her biri onu kardeşi olarak görüyordu. Aralarında aile bağını aratmayacak bir bağ vardı.

Cem…

Hem çapkın hem de komik olan timin neşe kaynağı. Enerjisi bitmeyen, birini üzgün görünce güldürmeye çalışan ve bunu başaran kişi. Ne zaman beni sinirli, veya ifadesiz görse bunu değiştirmek için çabalayan, şefkatli biriydi. Hele de çocuklara ayrı bir şefkati vardı.

Kemal Ağabey…

Mizahı güçlü olan ve bunu gösteren biriydi. Karısına karşı iyi bir koca, kızına karşı iyi bir babaydı. Bunu küçük ailelerini her gördüğümde görüyor, bu ailenin hiç bozulmaması için dua ediyordum. Onlara kötülük gelmesini, birine bir şey olmasını hiç istemezdim.

Bunun dışında ise timin abisi gibiydi. Kimin sıkıntısı varsa fark eden ve sorunu anlamaya, çözmeye çalışan abisi.

Metin…

Genelde sessiz olsa da konuştuğunda haklı ve özlü sözlerle kendini ifade eden, geçmişinin yaralı olduğunu ve bunu gözlerinde gördüğüm timin ağır abisi. Her ne yaşadıysa bunu kimseye belli etmeyen, aile olarak gördüğü timine bağlı olan biri. Gördüğüm kadarı ile de en yakını olan kişi Yağız. Soyadı ile hitap etmesinden ve en çok onunla konuşmasından dolayı bunu düşünüyordum.

Ve son olarak, Yağız…

Benim ağladığımı anladığı zaman beni anlaması ve bunu bana göstermesi, yanımda durduğunu ve duracağını hem sözleriyle, hem de hisleriyle belli etmesi çok güzeldi. Hele beni üzdüğünü düşündüğü için lale alması…

Timini iyi yöneten ve hataya yer aramayan bir Komutandı. Timi onun ailesi ve o, bu aileye bir şey olmasın diye her şeyi yapacak kabiliyette olan biriydi.

Buna inanıyordum. Timinden, yani ailesinden birine bir şey olduğunda, biri zarar verdiğinde gözünün yaşına bakmayacağına emindim.

O bu ailenin düzenini sağlayan ve her daim koruyan kişisiydi…

♦♦♦

Bütün hazırlıklarım bittikten sonra evi havalandırdım ve son kontrollerimi de yaptım.

Uzandığım koltuğumdan kapı zilinin çalması ile kalktım ve dağılan üstümü düzelterek kapıyı açmaya gittim.

Önüme gelen saçımı geriye attıktan sonra tebessümümle birlikte kapıyı açtım.

Kapıyı açmamla birlikte bacaklarıma sarılan küçük bedenle birlikte bir adım geriye giderken tebessümüm büyümüştü.

Başımı eğerek bana sarılmış olan Yağmuruma bakarken başını kaldırdı ve güzel gülümsemesiyle birlikte bakışlarımızı birleştirdi.

“Kyaliçee, ben geydiiim.” Diye uzatarak konuşunca ellerimi yanaklarına koyarak okşadım ve

“Hoş geldin fıstığım.” Dedim. O kadar tatlı ve sevecen bir çocuktu ki, insanın kalbine saklayası geliyordu.

“Hoş buydum.” Dedikten sonra sarılmaya devam ederken gelen diğer misafirlerime döndüm.

Hepsinin yüzlerindeki tebessümle bizi izlediğini görürken “Hoş geldiniz.” Diyerek selamladım.

Her bir ağızdan “Hoş bulduk.” cevabı gelirken kapıyı daha çok geriye açtım ve herkesin geçmesi için Yağmurla birlikte kenarı geçtim.

Herkes sırayla ayakkabılarını çıkarıp geçerken her birine ayrı ayrı baş selamı verdim.

Sadece Lale ablayla sarılırken nasıl olduğumu sorması ve dilinden çıkan tatlı hitaplarla birlikte kendimi daha iyi hissetmiştim.

En son giren Yağız önümden geçerken halen daha bacağıma sarılı olan Yağmur’un saçlarını karıştırmış, bana da baktıktan sonra yüzündeki gülümseme ile salona doğru ilerlemişti.

O da geçtikten sonra kapıyı kapatarak bacağımdan ayırdığım miniği dikkatle kucağıma almıştım. Tatlı tatlı gülümseyen yüzüne bakarken nasıl olduğunu sorduğumda yanağıma tatlı bir öpücük kondurmuş,

“Şeni göydüm daha iyi oydum kyaliçe.” Diyerek geçen sefer ona söylediğim sözleri bana söylemişti.

Bende onun yanağını öptükten sonra “Bak sen” Demiş, misafirlerimi daha da bekletmeden salona geçmiştim.

Salona geçtiğimde geçen sefer olduğu gibi tek boş yer olan Yağız’ın yanına geçip oturdum. Nasılsa her zaman onun yanını boş buluyordum.

Herkese baktıktan sonra ev sahibi olarak konu başlatayım dedim.

“Tekrardan hoş geldiniz, bensiz karargâh nasıldı?” diye sorduğumda cevap beklediğim kişiden geldi, yani Cemden.

“Normalde kötü derdim ama bugün aşırı kötüydü komutanım. İşkence gibiydi.” Dedi ve gözleri Yağız’ı buldu.

Gözlerim Yağız’a döndükten sonra tekrar Cem’e döndüm ve “Neden?” diye sordum.

“Yağız komutanım sağ olsun bugün aşırı sinirliydi. Bütün karargâh kaçacak yer aradı. Herkes kaçtı kaçmasına da olan yine bana oldu.” Dedi, yine ajitasyon yapmaya başlayarak.

Sözü Kemal abi aldı.

“İlk defa Cem’e katıldığım bir konu. Haklı.” Dediğinde Yağız ona nasıl baktıysa ona döndü ve

“Hiç öyle bakma gardaşım, neden sinirlendiğini, öfkeli olduğunu bilmesek te herkes senden kaçtı. Bu bir gerçek.” Dedi.

Bu sözlerden sonra Yağız’a baktığımda yüzünde huysuz bir ifade olduğunu gördüm. Oda bana döndükten sonra bakışlarımı fark etmiş olacak ki Kemal abiye dönerek omuz silkti ve konuştu.

“Sinirliysem sinirliyim, size ne oluyor abi. Sanki ne yaptım.” Dedi. Niyeyse hiçbir şey yapmadığına inanmadım.

Bunu da Metin’in konuşması ile doğrulamış oldum.

“Hiç bir şey yapmadığın halin bizi yerlerde süründüre süründüre içtima yaptırmanın içinde değil sanırım.”

Metin’in konuşması ile Cem bu fırsatı hiç kaçırmayarak konuşmaya dahil oldu.

“Metin abime katılıyorum. Ama bana ceza vermesi daha kötüydü.” Diyerek bu seferde bana döndü. Yaşadığı haksızlığı anlatan haylaz bir çocuğu andırması benim suçum değildi.

“Tamam, normalde konuştuğum için ceza alır, cezamı on arttırırdım ama bugün hiçbir şey yapmadığım halde ceza aldım. Bu da yetmedi cezam on değil, otuz arttı. Bana yazık değil mi komutanım. Biricik askerinize yazık olmamış mı?” diye sorduğunda

“Gerçekten konuşmadın mı?” diyerek soruyla karşılık verdim.

Dik bir konuma geldikten sonra kendini övercesine konuştu.

“Konuşmadığıma ben bile şaşırdım desem. İlk defa konuşmadım, onda da cezanın alasını yedim.”

Dediklerinden sonra Yağız’ın neden sinirli olduğunu merak ettiğim için ona döndüm.

“Niye sinirliydin de bu kadar çektirdin?” diye sorduğumda

“İlla bir şey olması gerekmiyor diye düşünüyorum, sonuçta komutanı dinlemek zorundalar.” Dedi.

“Sinirlendiysen bunu içinde yaşaman daha doğru olmaz mı?”

“Normalde içimde taşırdım da bugünde dışarı atasım geldi.” Diyerek hazır cevaplığını konuşturdu.

‘Gerçekten mi’ dercesine ona bakmayı sürdürürken sanki hiçbir şey umurunda değilmiş gibi oturduğu koltuğa daha da yayıldı.

Kucağımdaki minikten gelen soru ile ona çevirdim bakışlarımı. Kucağımdan inmemiş, aksine daha da yerleşmiş şekilde saçlarımla oynuyordu.

“Kyaliçe, Yayız siniyini nasıy içinde tutabiliy ki? Yiyerek mi?” diye sorduğunda saçlarını okşayarak sorusunu düşündüm. Bir çocuğa nasıl anlatılırdı ki?

Bu sırada soruyu duyan Cem hemen espri bulmuş gibi atıldı.

“Keşke yenilebilir olsa fıstık, içecek yapar Komutanıma içirirdik. Böylece canımızı kurtarırdık.” Dedi ve Yağız’a bakarak güldü.

Kemal abide dayanamamış gibi gülerken Yağız,

“Ne kadar komik.” Diyerek huysuz tavrını ortaya koydu. Bugün aynı her mahallede bir tane bulunan huysuz amcaları andırıyordu.

Bu düşünceyle gülüşümü içimde tutmaya çalışırken o bunu gördü ve “Sen de mi onlara uydun?” diye sordu. Bu düşünce hiç hoşuna gitmemiş gibiydi.

Bende başımı olumsuz anlamda salladıktan sonra “Başka bir şey düşünmüştüm.” Dedim.

Gözleri kısılırken ne olduğunu merak etti ve haliyle sordu.

“Ne geldi?”

“Her mahallede bulunan huysuz amcalara benzediğini düşündüm. Bugünde ayrı bir asabi olunca…” Diyerek düşündüklerimi dolandırmadan söyledim.

Sanki sözlerle bir darbe indirmişim gibi bir ifadeye büründü ve yayıldığı yerde dikleşti. Konuştu konuşmasına ama sanki sesi küskün çıkıyordu.

“Aramızda üç yaş var diye iyice beni yaşlı görmeye başladın. İlk dayı demiştin, şimdi de amca. Bana böyle hitap etmen hiç hoşuma gitmiyor.” Dediğinde yanlış bir şey mi dedim diye düşündüm ama söylediklerimde yanlış olan bir şey bulamadım.

Düşündüğüm şeyi sormuştu, bende söylemiştim.

O tavrından sonra bana doğru uzanmış, kolaylıkla Yağmur’u kaldırarak kendi kucağına oturtmuştu.

Yağmur ise sanki hiçbir şey olmamış gibi

“Uçur beni Yayıız” demişti.

Aklım Yağız’ın tavrında kalırken yemekleri servis etmek için mutfağa gittim. Peşimden Lale abla da gelmişti.

Çorbanın altını tekrar ısınması için yakarken bir yandan da hazırladığım tabakları tezgaha koyarak her birini peçete ile kurulamaya başladım.

Bu sırada Lale ablada yanımda yer almış gözleri kısık şekilde bana bakıyordu.

Bu bakışlarına anlam veremediğim için “Ne oldu abla?” diye sordum.

Aynı şekilde bakmayı sürdürürken gülümseyerek sorusunu sordu.

“Yağız neden öyle tepki verdi sence?” dedi.

Dudaklarımı bilmem dercesine büzdükten sonra omuz silktim.

“Bilmiyorum ki, öyle tepki vereceğini düşünmemiştim.” Dedim, dalgın dalgın. Neden öyle yaptığını düşünüyordum biryandan da.

Lale abla daha da dibime girdi.

“Emin misin?” diye sorduğunda bu sefer ona döndüm. Sanki gizemli bir olayı çözecek gibi davranıyordu.

“Bilsem emin ol söylerdim. Sen biliyor musun?” dedim.

Bu sefer bilmiş bir tavırla kollarını göğsünün altında birleştirdi ve konuştu.

“Şuan bilmiyorum ama emin ol yakında çözeceğim. Çok büyük bir ihtimal var ama asla söylemem. Kendin bulman daha güzel olur. Ay inşAllah düşündüğüm şeydir.” Diyerek göz kırptı.

Sırıtarak bunları söylemesinden ne anlayacağımı bilemedim. Tam ne düşündüğünü soracağım vakit mutfağa kucağında Yağmurla birlikte az önce hakkında konuştuğumuz Yağız geldi.

Onlara döndüğümüzde yüzüne baktım ve içerideki haliyle karşılaştım. Aynı şekilde etrafa bakarken benimle değil Lale ablayla konuştu.

“Yenge Yağmur’a su verir misin. Susamış da abisinin gülü.” Dedi ve Yağmur’un saçlarına hafifçe bir öpücük kondurdu.

Lale ablaya döndüğümde ikimize de bakış attıktan sonra az önce elimde olan peçeteyi ve tabağı eline almış,

“Benim ellerim dolu yengem, Sıla versin suyu.” Diyerek topu bana atmıştı. Bu yaptığını anlayamasam da dolaptan çıkardığım bardağa su doldurduktan sonra yüzüme bakmayan beyefendiye elimde ki bardağı uzattım.

Yine yüzüme bakmadan elimdeki bardağı almış, sandalyeye oturduktan sonra Yağmura suyu yavaşça içirmeye başlamıştı.

Bu tavrıyla kaşlarım havaya kalkmışken ellerim otomatikmen belime gitti. Ellerim belimde karşısına dikildim. Böyle bir tavra bürünmesi canımı sıkmıştı.

Onun başına dikilmemle tek bir bakış atmış, tekrar Yağmura dönmüştü.

“Hayırdır, ne bu tavırlar?” diye sordum.

İşini yapmaya devam ederken bana yine bakmadan konuştu. Bu durum sinirlerimi bozmuştu.

“Tavır falan yok. Sen yanlış anlamışsın.” Demesi ile sadece tek kaşım havada kalırken

“Öyle mi?” diye sordum.

“Öyle.” demesi ile de elim çenesini kavramış, sertçe bana bakmasını sağlamıştım.

Çenesini kurtarmaya falan çalışmadı, aksine gözleri kısık bir şekilde bana bakmaya başladı.

Benimde gözlerim kısılırken oldukça sinirliydim.

Ona doğru eğildim ve

“Bana bak Yağız efendi, ben düşündüğün gibi yaptığı şeyi arkasında bırakıp gidecek biri değilim. Aksine, eğer bir şey yaptıysam telafi etmesini bilirim. Şimdi, beni daha da sinirlendirmeden neden tavır yaptığını açıkla.” Dedim.

Sabır falan bırakmamıştı bende. Sesimde sert çıkmıştı bu yüzden.

Tek kaşını havaya kaldırıp bana bakmaya devam ederken konuşacaktı ki ben konuştum.

“Şuan da üniformalı olmadığımıza göre hesap sorabilirim. Rütbede değiliz sonuçta.” Diyerek rütbesini kullanmasını engelledim.

Beni sinirlendirmeye, vazgeçmemeye yeminliydi sanki.

“Ya söylemezsem?” demesi de bunun kanıtıydı.

Yüzüme sahte bir gülümseme koyup daha da yaklaştım ve

“Sen bilirsin.” Diyerek elimi çenesinden iterek çektim. Kafası biraz geriye gitse de bu tepkime şaşırmış gibiydi.

Son sözlerimi de söyledim.

“Sen bana bakmıyorsan bende sana bakmam, olur biter.”

O afallamışken Lale abladan ses geldi.

“Aferin kız sana. Adamı böyle mum ederler.” Dedi ve gülerek altını kapattığı çorbaları doldurmaya başladı.

Bende Yağız’ı arkamda bırakıp çorbaları koyduğum tepsiyle birlikte içeriye taşımaya başladım.

İlk tepsiyi götürdüğümde benim iş yaptığımı gören Kerem ayağı kalkarak yanıma gelmiş,

“Yardım edeyim mi komutanım?” demişti.

Ona gülümsedikten sonra,

“Gerek yok, bugün de başkaları çalışsın. Hep seni çalıştırıyorlar sonuçta.” Diyerek Kerem’i en çok kullanan Cem’e baktım.

Telefonuna baka baka sırıtıyordu.

“Cem… ya gelip şimdi bana yardım et, ya da artık Kerem’i işler konusunda rahat bırak.” Dedim. Gerçekten Kerem’e çok iş veriyordu.

Çay getir Kerem.

Kahve getir Kerem.

Bacaklarım ağrıyor, oradan telefonu uzat Kerem. Ve dahası…

Telefonundan başını kaldırıp bana döndükten sonra yüzündeki gülümseme yok olmuş, yüzünde sıkıntılı bir ifade belirmişti. Ama yanıma geldi.

“Kerem’i çalıştırmaya devam etmek için değil de size gerçekten yardım etmek için hemen yardım ediyorum komutanım.” Diyerek ışık hızıyla mutfağa gitti.

“Kesin öyledir.” Dediğimde Kerem de güldü.

Bugün de çok konuşmadığı için halini hatırını sordum.

“Sen nasılsın Kerem, herhangi bir sıkıntın falan yok inşAllah?”

Daha da gülümsedikten sonra gözleri parlamıştı. Hemen cevap verdi.

“İyiyim komutanım, bir sıkıntım yok çok şükür.” Dedi.

Kafamı salladıktan sonra bende “Çok şükür.” Dedim.

O da bana sordu, halimi hatırımı. Kardeşimle konuşuyormuş gibi hissettim…

“Sizde de sorun yoktur inşAllah komutanım. Eğer rahatsız eden olursa bize söyleyin biz hallederiz. Hele de o Savcıyla kardeşi. Gözüm onları hiç tutmadı. Serserinin tekiler.” Dedi.

Gülümsemeye devam ettim. Ne de farklıydı değil mi?

Aslında abin olan kişilerden korunmak için timinin senin yanında olması…

“Bir şey olursa bende hallederim, sorun olmaz. Bunu da hallederim, hep hallettim zaten.” Diyerek koluna iki kes pat patladım.

Sonra da mutfağa gittim. Kerem’e her ne kadar yardım etme desem de gelip yardım etti.

Cem ise neredeyse bütün taşınacakları taşıdı, ve bunu o kadar hızlı yaptı ki Metin ona laf atmadan duramadı.

Mutluydum, her ne kadar kan bağım olmasa da aile olarak görmeye başladığım insanların yanındaydım.

♦♦♦

Her şeyi getirdikten sonra herkes yerlerine geçmiş, yemeğimizi yemeğe başlamıştık.

Aynı dediğim gibi hiçbir şekilde Yağız’ın yüzüne bakmamıştım. Bu yüzden onun bakıp bakmadığını da bilmiyordum.

Çorbamın yarısına daha yeni gelirken diğerlerine baktığımda yemek tabaklarının yarısında olduklarını gördüm. Lale abla ile göz göze gelince tabakları işaret ederek güldü. Bende ona eşlik ettim.

Biri gülünce beyninden sinyal aldığını düşündüğüm Cem, tabağından başını kaldırıp sırayla ikimize baktı. Bizde ona bakarken ağzındaki lokmayı yutarak konuştu.

“Neye gülüyorsunuz?” demesi ile herkesin başı tabağından kalktı ve gözler bize döndü.

Niyeyse komik bir görüntü ortaya çıkmıştı. Çünkü her biri kaşıklarına uzanmışken alttan bakış atmış, lokmalarını aldıktan sonrada aynı anda bize dönmüşlerdi.

Tabi ben diğerlerine bakmıştım, yanımda ki beyefendiye halen bakmıyordum.

Cem’in sorusuna Lale abla cevap verdi. Bir yandan da gülmeye devam ediyordu. Çok tatlı bir kadındı.

“Neye güleceğim, Sılayla ben daha çorbamızı yarılamışken siz yemeklerin yarısına gelmişsiniz. Hızlı yemenize güldük.”

Karısının dediklerini duyan Kemal Ağabey ona döndü ve önündeki tabağı göstererek konuştu.

“Valla Hatunum ben senin yemeklerin harici ilk defa birinin yemeğini beğendim. Harika olmuş.” Dedikten sonra bana dönüp

“Ellerine sağlık bacım, vallahi çok güzel olmuş yemeklerin.” Demişti.

Yemek yapmayı severdim ama yemeklerimin afiyetle yenilmesini ayrı severdim. En çok hoşuma giden de bu olurdu.

Bende “Afiyet olsun abi.” Dedim gülümseyerek.

O yemeğine geri dönerken bu sefer konuşan Cem oldu.

Çorbamı içmeye devam ederken gözüm ondaydı.

“Benim abilerimde hep haklı. Komutanım, ben hayatım boyunca böyle güzel bir yemek yemedim. Tek kelimeyle harika.” Dedi.

Dedi demesine ama sözleri Lale ablanın dikkatinden kaçmamış, Cem’i radara almıştı bildiğin.

Kaşığını bıraktıktan sonra ona döndü, tek kaşı havaya kalkmış şekilde.

“Öyle mi yengecim, benim yemeklerimi yerken kendinden geçen, sonrasında bana da aynı sözleri söyleyen kimdi acaba?”

Bu sözlerden sonra Cem yakalanmış gibi dudaklarını ısırarak gözlerini kaçırdı. Sonrasına aklına bir şey gelmiş gibi çatılan kaşları ile tekrar yengesine döndü.

“Ben öyle bir şey yapmadım ki yenge. Evet senin yemeklerini de çok seviyorum ve yerken kendimden geçiyorum ama aynı sözleri etmedim ki ben. İkinizin de el lezzeti birbirine benziyor ama aynı değiller.

Mesela senin kadayıf dolman harika, ben başkasında öyle tatlı yemedim. Sıla ablamın da karnıyarığı harika vallahi. Yalan yok, herkesin çok iyi olduğu konular farklı.” Diyerek ellerini iki yana açarak ben suçsuzum manasında bir işaret yaptı. Sonra da yemeğine geri döndü.

Lale abla da yanlış anlaşılmak istemez şekilde bana döndükten sonra gülümseyerek

“Yanlış anlama ablam, bende yemeklerine bayıldım. Hatta tarifini kesinlikle almam gerekiyor.” Dedi.

Bende gülümsedim ve

“Estağfurullah ne yanlışı, anladım ben seni. Tarifini de tabi ki veririm.” Dedim.

Metin ve Kerem de “Ellerine sağlık” dedikten sonra yemeklerimizi yemeğe dönmüştük.

Yemek sessiz geçerken yemeğin sonuna doğru sağımdan gelen ses ile bu sessizlik bozuldu.

“Sıla, tuzu uzatır mısın.” Dedi Yağız.

Bakmadım yüzüne, inat değil miydi. Ondaki inatsa benimki daha da büyük inattı. Hele de laz damarım varken…

Evet, Leyla Demir Rizeliydi. Bunu araştırmalarım sonucunda öğrenmiş, çay ve kuymak sevdamın nereden geldiğini anlamıştım...

Onun yetişebildiği bir yer olmasına rağmen benden istiyordu.

“Eminim kolun onu almaya yetecek boyuttadır.” Dediğimde oflama sesi duydum. Her ne kadar uzanabiliyor olsa da alıp önüne bıraktım.

“Bakmayacakmısın bana?” diye sordu. Sesi küskünlükten arınmış, durgun bir halde çıkıyordu.

“İçerde dediklerim yeterince ortada diye düşünüyorum.” Dedim.

“Bende şuan sana bakıyorsam bakabilirsin diye düşünüyorum.” Dediğinde

“Neden bana tavır aldığını söyle.” Dedim.

Cevap vermedi, onun yerine

“Bana bak.” Dedi.

Omuz silktim,

“Bakmıyorum.” Diyerek.

Masada olan herkesi unutmuş dalaşıyorduk bildiğin. Tabağımdan kafamı kaldırdığımda herkesin bir odaklandığını ve bizim ne yaptığımızı anlamaya çalıştıklarını gördüm.

En tehlikeli bakış ise şüphesiz Cem’in bakışlarıydı.

Gözleri kısık şekildeydi ama içinde olan parıltı çok belliydi. İkimize de bakışlar attı, en sonunda da dayanamayarak bana döndü ve

“Komutanım şuan aklımdaki güzel sahneleri sizinle paylaşırsam beni döveceğinizden korkuyorum. Yoksa pat diye söylerdim. Keşke dövmeyeceğinize dair garanti verseniz. Hı?

Diyerek o gün gördüğüm bakışlarıyla baktı bana. Onun bu bakışlarının altında yatan sinsiliği görmüştüm ben.

“Niyeyse bende seni dövmek isteyecekmişim gibi hissettim. Neden acaba.” Diyerek karşılık verdim.

Bütün hevesi kırılmış gibi küskün bir tavırla önüne döndü. Söylenmeyi de unutmadı.

“Ah o sahneler, inşAllah yaşarsınız da bende biliyordum derim.”

Onun duasına bir tek Lale abla Amin yengem, amin.” demişti.

Cem çölde su bulmuş gibi yengesine döndü. Gözlerindeki o parıltı yeniden yerleşmişti gözüne.

“Canım yengem, nasılda gözünden kaçmamış.” Dedi.

Lale ablada ona göz kırptıktan sonra gülümser halde bana döndü. Ama konuşmadı.

Bu acayip ortamdan uzaklaşmak için masadan kalktım ve herkes yemeklerini bitirdiği için tabakların bazılarını alarak mutfağa geçtim.

Tabaklar sünnetlenmiş olduğu için boş olan bulaşık makinemi açarak bütün kirli olan bulaşıkları doldurmaya başladım.

Bir yandan da az önce olanları düşündüm.

Ne Lale ablanın tavrını, ne de Cem’in söylediklerini.

En önemlisi de Yağız’ın yaşına takmış durumda olmasını.

Ne düşündüğü gibi yaşlıydı ne de ben onu yaşlı görüyordum. Zaten kim yakışıklı ve olgun bir adamı yaşlı olarak görürdü ki?

Ben görmezdim.

Her ne kadar yemeklerimin beğenilmesi ve timimi misafir olarak ağırladığım için mutlu olsam da aklım buna takılmıştı.

Genelde böyle konuları kafayı takmayan ben takmıştım hem de.

Ben tüm bunları düşünürken mutfağa birinin girdiğini hissettim ve dönüp baktım.

Yüzüme bakmak istemeyen ve bana tavır yapan beyefendiydi giren.

Onun olduğunu görür görmez önüme dönerek işimi yapmaya devam ettim. Gelip elinde yeni gördüğüm tabakları tezgaha bıraktı, ama ben işlerimi bitirene kadar başka bir eylemde bulunmadı.

İşimi bitirdikten sonra ellerimi yıkadım ve mutfaktan çıkmaya çalıştım.

Çalıştım ama önüme geçen kolla durmak zorunda kaldım. Dışarıya bir nefes verirken onun sesini duydum.

“Beni abin olarak görüyorsun diye düşünmekten bıkmış durumdayım. Hele de dayı ve amca olarak söylemen ayrı sinirlendirdi. Nedenini söyledim, dön şimdi bana.” Dedi.

Kaşlarım havaya kalkarken bana bunları söylediği için ona döndüm. Tavrının nedenini söylediği için bunu yaptım.

Ona baktığımda yüzünde usanmış ve bezmiş bir ifade vardı.

Bu sefer ben konuştum. Şakasına düşündüğüm şeylerin onun canını sıkmasına şaşırmıştım. Ama neden onu abi olarak göreceğimi düşünerek canını sıktığını halen daha anlamamıştım.

“Allah aşkına, kim senin gibi birini bir amca veya dayı olarak düşünür? Sen bana düşüncemi sordun bende söyledim. Ama söylediğim şeyde ciddi falan değildim. Ciddi olmadığımı yüz ifademden anlamalıydın. Boşu boşuna tavırlara bürünmüşsün.” Diyerek düşüncelerimi belirttim.

Bu söylediklerim her ne kadar ona iyi gelse de abi konusunda bir şey dememem gözünden kaçmamıştı.

Bu bilerek yaptığım bir şey değildi.

“İlk dediğim hakkında niye konuşmadın?” diye sordu bu yüzden.

“Anlamlandıramadım çünkü. Neden böyle bir düşünce seni rahatsız ediyor?” diyerek soruyu ona yönlendirdim.

Karşısında onu anlamayan birini görürmüşçesine umutsuzca başını salladı ve

“Umarım bir gün bunların neden olduğunu anladığın vakit gelir.” Dedi.

Yine anlamadım. Her şeyi ilk dakikasında anlayan ben, bunu anlamlandıramamıştım.

Buna inanarak sadece “Umarım.” dedim. Bende tüm bunları anlamak istiyordum çünkü.

Konuşmamızın bittiğini düşünerek tekrar çıkmaya çalıştım. Bu seferde sadece koluyla değil tüm bedeniyle önüme geçerek beni durdurdu.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım ve ‘ne oldu’ manasında kafamı iki yana hafifçe salladım.

Bu sefer yüzünde az önce ki ifade yoktu, aksine rahatlamış ve bir yükten kurtulmuş gibiydi.

Şunu düşündüm, bu adam böyle her şeyi kafaya takarak nasıl yaşıyordu?

“Yüzüme bakmadığın için göremedin ama ben ömrümde bu kadar güzel karnıyarık yemedim. En sevdiğim yemek olsa da bu kadar lezzetlisini hiç yememiştim. Ellerine sağlık.” Demesini beklemiyordum.

Yemeğimin beğenildiğini anlayınca gelen gülümsemem yine yerini bulurken “Afiyet olsun, beğendiysen ne mutlu bana.” Dedim.

Bütün dertlerim bittiğine, kafamı takacak bir şey olmadığına göre tam anlamıyla huzurlu olabilirdim.

Öyle de oldum.

Beraber içeri geçtikten sonra Lale ablayla sohbet ederek sofrayı kaldırmamız, ardından kurduğumuz çay sofrası ile tatlı sohbet çok güzeldi benim için.

Güler yüzümle birlikte onları uğurladıktan sonra ellerimi açarak bizleri yaratan Rab’bime duamı ettim.

“Ya Rabbi bu güzel insanların başına hiçbir musibet gelmesin, hep mutlu olsunlar. Onlarla aram hiç bozulmasın. Alamadığım aile sevgisini onlarla tamamlamamı, tamamlayamasam da biraz da olsa bu sevgiyi hissetmemi nasip et.” Dedim ve açtığım avuçlarımı yavaşça yüzüme sürerken “Amin.” Diyerek duamı bitirdim.

Mutluydum.

Her ne kadar aile sevgisi alamamış, bunu yaşayamamış olsam da timimin beni onu aratmayacak şekilde seveceğini, bu sevgiyi en sonunda bulacağıma inanıyordum.

Allah’ın izni ile güzel bir sevgiyle karşılaşacağıma, geçmişimi geride bırakacağıma inanıyordum…

♣♣♣

Bölüm sonu.

Bölümü nasıl buldunuz canlarım?

En sevdiğiniz sahneyi buraya alayım lütfen→

En sevdiğiniz karakter ve en sevdiğiniz özelliği de buraya→

Umarım beğenmişsinizdir🤗

Sizleri çok seviyorum, iyi ki varsınız❤️

Sizden son bir ricam olacak, kitlemin artması için instagram hesabımı takip eder misiniz🥹

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere

Allah'a emanet olun❤️

İnstagram

asil_kalem

 

Bölüm : 09.08.2025 22:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...