15. Bölüm
Asude Öztürk / Zirve ve Gölge -GERÇEK AİLE- / 12. Bölüm

12. Bölüm

Asude Öztürk
asilkalem

 

Selamın Aleyküm benim canım okurlarım🥰

 

Nasılsınız?

 

13 günün sonunda 5237 kelimelik olan bölümümüze hepiniz hoş geldiniz🤗

 

Çok şükür kısa bir zamana bölüm yetiştirdim ve araya çok uzun zaman katmadım. Umarım bu hep böyle olur.

 

Çok konuşmadan hemen bölümümüze geçelim.

 

Yorum ve oylarınızı bekliyorum❤️

 

Umarım beğenirsiniz.

 

♣♣♣

 

Timimi evime davet ettiğim günden sonra iki gün geçmişti ve bu iki günde önemli olan bir görevin planı yapılmıştı. Bu görevi PÖH ekibi ile birlikte yapacak, onlarla birlikte çalışacaktık.

Yani tatlı mı tatlı(!) olan abim de görevde olacaktı. Ne kadarda tatlı ama.

İstihbarattan gelen bilgi ile birlikte aranan terör örgütü başkanının bir kampa gideceğini, yanında da bolca kaçak mal olacağının bilgisini almıştık.

Yani sevkiyat olacaktı ve biz bunu durdurmakla görevlendirilmiştik.

Bu süreçte PÖH ekibi ile bir araya gelmiş, planın üzerinden defalarca geçmiştik.

Bu sırada da Kaan denen şahsın yüzüne dahi bakmamıştım. O da nasılsa laf söyleyerek bana karışmamıştı. Bu durum benim için gayet de iyiydi. Eğer bir daha bir şey deseydi iftira atıldığı için de ayrı şekilde üzerine giderdim.

Bütün operasyonu planlamıştık ve bu plan doğrultusunda hareket ederek başkan denen şerefsizi alacaktık.

Bütün kampı yok et, başkan denen iti ele geçir. Plan buydu…

 

♦♦♦

Planın işlenmesi gereken gün gelip çatmıştı. Bugün göreve gidecek, Allah’ın izni ile görevi başarı ile tamamlayacaktık.

Gece yarısında uyandığımda içimdeki huzursuzluk, bir şey olacak korkusu yaysa da kendimi kötü düşüncelerden uzak tutmaya çalıştım.

Bugün görev için ikindi vaktinde Albayın izni ile evlerimize dönmüş, dinlenmek için evlere dağılmıştık.

Kalkar kalkmaz bir şeyler atıştırdım ve abdestimi alarak hazırlandım.

(Nasıl buldunuz?)

Kalktığımda havanın serin olması ile birlikte ceketimi de giydim. Hasta olmayı hiç sevmezdim ve bu sıralar fazladan sorumluluğum varken kendime ayrıca dikkat etmeliydim.

Saçlarımı toplamadan sadece taradım ve tam hazır olduktan sonra karargâha gittim.

Hızlıca odama geçip üzerimi değiştirmiş, saçlarımı sıkı bir şekilde ördükten sonra başıma bordo beremi geçirmiştim.

Postallarımı da giydikten sonra son kez yakamı düzelttim ve sert adımlarla operasyon odasına gittim.

Yağız’dan mesaj gelmiş, operasyon odasında toplanacağımızı söylemişti.

Kapıyı çaldıktan sonra tanıdığım sesin “Gel” komutu ile kapıyı açarak içeriye girdim.

İçeride Yağız ve Metin vardı. Hazır ola geçtikten sonra selamımı verdim. Yağız’ın

“Rahat Üsteğmenim.” demesi ile de rahata geçerek kapıyı kapattım ve onların yanına gittim.

İkisi de yapılan planın olduğu büyük ekranın önündelerdi ve Yağız daralmış gözüküyordu. Metin bana baş selamı verirken karşılık verdim ve Yağız’ın yanında durdum.

Bir sorun olduğunu düşündüm ve bu yüzden

“Bir sorun mu var Komutanım?” diye sordum.

Bana bakış atsa da tam dönmedi, plana bakıp duruyordu.

Kafasını hayır anlamında salladıktan sonra

“İçimde kötü bir his var. Planda sorun olduğunu düşündüm ama ne kadar kontrol edersem edeyim sorun bulamadım.” Dedi.

Sonra da geri çekilerek ellerini saçlarının arasına daldırıp çekiştirdi.

Gerçekten huzursuz ve yakışıklı gözüküyordu.

Ben ne diyordum Allah aşkına.

Bu düşünceyle birlikte bakışlarımı kaçırarak bende defalarca baktığım plana baktım. Bende de kötü bir his vardı ama bunu belli ederek daha da kötü olmasını istemediğim için sessiz kaldım.

Bende planı baştan aşağı gözden geçirirken yanımda duran Metin konuştu. Yağız’ın huzursuzluğunu gidermeye çalışıyordu.

“Emin ol planda bir sorun yok, herkes kontrol etti zaten. Başka bir şeyden dolayı huzursuzsun belki de.” Dediğinde bu seferde Yağız’ın sesini duydum.

“Planda sorun yok, evet ama huzursuzluğum gitmiyor.” Dedi.

Gerçekten huzursuz ve endişeliydi.

Kapı çalana kadar sessiz kaldık. Ben ihtimalleri değerlendirdim, Yağız’da odanın bir ucundan diğer ucuna doğru volta atıp durdu.

Kapı çaldığında ise olduğu yerde durduktan sonra yüzünü sıvazladı ve bize döndü.

“Bu aramızda kalsın, kimseyi endişelendirmeyeyim boşu boşuna.” Dedi.

Sonrasında bizim onu onaylamamızla birlikte az önce ki halinden eser kalmamışçasına yüz ifadesini değiştirdi.

İçindeki kaygıları Metin’e anlatmasını doğal bulurdum ama kendi iç dünyasında yaşadığı kaygıyı bana da göstermesi farklı bir histi.

Kapıyı çalan kişi için “Gel” komutunu verdikten sonra kapı açıldı ve timimizin geri kalanı sırasıyla odaya girerek selam durdu.

“Rahat” emri ile birlikte de rahata geçip onlarda yanımıza, toplantı masasının bu tarafına geldiler.

Kemal abi konuştu.

“Hayırlı sabahlar.” Dedi.

Bizde ona karşılık verdiğimizde

“Ekipten haber var mı?” diye sordu.

Bende yeni geldiğim için diğerleri ile birlikte Yağız’a baktık.

Bizim bakışlarımızı fark edince

“Gelirler birazdan, biz erken geldik zaten.” Dedi.

Onu onayladıktan sonra herkes masaya yerleşti.

Görev öncesi olunca Cem’in bile konuşası yoktu.

Sessizlik içerisinde ekibi bekledik ve bu bekleyiş beş dakika sürdü.

Çalan kapı ile birlikte hepimiz senkronize olmuş gibi ayağı kalktık ve Yağız’ın emri ile birlikte içeriye giren ekibe hepimiz baş selamı verdik.

Onlarda selamımızı alınca tekrardan yerlerimize yerleştik.

Onlarda sessizdi.

Genellikle görev öncesi bu sessizlikte olurduk. Hele de gideceğimiz görev tehlikeliyse...

 

♦♦♦

Herkes kendi içerisinde sessizliğindeyken operasyonu düzenleyen ve planlayan Albayda gelmişti.

Görevdeki adımları son kez özetlemiş, Yağız ve Başkomiser'in kendi ekiplerine ayrı şekilde konuşması için odadan ayrılmıştı.

Onlarda kendi ekiplerine özet geçti. Riskleri, operasyon alanını ve birlik içerisinde nasıl hareket etmemiz gerektiğini…

Tüm bunları da hallettikten sonra hazırlanmak için operasyon odasından ayrıldık.

Diğer ekip onlar için ayarlanan teçhizat odasına giderken bizde bizim için olan odaya gitmiş, hızlıca hazırlanmaya koyulmuştuk.

İlk önce teçhizat odasında bulunan küçük özel soyunma alanına geçtim, diğerleri de diğer bölmelere geçmişti.

Görev için özel üniformamı giyeceğim için üzerimde olan günlük üniformamı çıkardım ve özenle askıya astım. Her ne kadar hızlı olsam da dikkat etmeyi unutmadım.

Diğer askıda bulunan özel üniformamı askıdan çıkarıp hızlıca üzerime geçirdiğimde şimdiden görevin sorumluluğunu hissetmiştim…

Görev için olan taktik postallarımı da ayağıma geçirdim.

Diğer bölmelerden de hışırtılar ve fermuar sesleri gelirken üzerimi düzelterek önünü perde ile kapattığımız bölmeden çıktım.

Kendi odamda ördüğüm saçlarımı açıp tekrar örmeye başlarken bölmelerin arkasından ilk Yağız çıktı. Saçlarıma bir bakış attıktan sonra aynadan göz göze gelmiştik. Sonrasında gözlerini kaçırmış saçlarını düzelterek koruyucu kıyafetlerin olduğu bölüme geçmişti. Bende o sırada ördüğüm saçlarımı bağlamış, Çıkan Metin ile o tarafa gitmiştim.

Bende onlar gibi balistik yeleğimi üzerime giydikten sonra diz ve dirsek koruyucularını üzerime geçirmiştim.

Ben bunları yaparken diğerleri de gelmiş hızlıca aynı adımları uygulamışlardı.

Uzun namlulu keskin nişancı silahımı almak için silahların koyulduğu özel bölmeye geçtim.

Silahımı aldıktan sonra bütün parçalarını hızlıca çıkarıp kontrol ettikten sonra yerlerine geri takarken görevlerde sayılı olarak aldığımız şarjörleri alarak üniformamın göğüs kısmındaki cebine yerleştirdim.

Artı olarak tabancamı da aldıktan sonra emniyet kilidini kapatarak sağ bacağımda bulunan kılıfa yerleştirdim.

El bombalarını göğsümün sağ tarafımdaki cebe yerleştirirken, ayarı yapılmış telsizimi de sol cebime yerleştirdim.

Eğilmeden alabilmek ve kolayca ulaşabilmek için bu gerekliydi.

Diğerleri de benimle aynı hızdayken odayı hazırlanırken çıkan sesler dolduruyordu…

Birbirimizle iletişime geçmek için olan mikrofon ve telsizlerimizi de taktıktan sonra eldivenlerimizi, maskelerimizi ve miğferlerimizi giymiştik.

Bütün hazırlıklarımız bittikten sonra Yüzbaşının önünde sıraya dizildik. Son kontrolleri yapacaktık ve bu kontrol tim komutanının önünde ve kontrolünde olmalıydı.

Bütün kontrolleri yaptık. Şarjörlerimizin sayısına kadar her şeyi tamamladıktan sonra önceden hazır bulunan çantalarımıza son olarak özel ekipmanlarımızı da yerleştirerek ellerimize aldığımız çantalarımızla odadan çıktık.

Görevimize zırhlı araçlarla gideceğimiz için dışarıya çıkmıştık.

Diğer ekipte bizimle nerdeyse aynı anda gelirken dışarıda olan albayın araçlara binme emri vermesiyle ilk çantalarımızı yüklemiş, sonra da kendimiz binmiştik.

Öndeki zırhlı araçta biz varken hemen arkamızda ki araçta da ekip vardı.

Yola koyulduğumuzda sessiz olsak ta bu sessizliği her zaman ki gibi Cem bozmuştu. Muhatabı ise yanımda gergin bir şekilde oturan Yağızdı.

Halen daha gergin durmasının sebebi içindeki huzursuzluktan dolayıydı, biliyorum.

“Komutanım, o başkan denen ite hiç mi bir şey yapmayacağız?” diye sorduğunda yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı.

Onu duyan Yağız bacaklarının arasında tuttuğu silahına bakan gözlerini ona çevirmişti.

“Sağ salim götürmemiz konusunda emir geldi.” Dedi. O da bu durumdan memnun olmuyor gibiydi.

Cem daha da suratını asarken Kemal ağabeyin sözleri ile yüz ifadesi değişmişti.

“Yanlışlıkla yere düşerse bu bizim suçumuz olmaz değil mi?” diye sorduğunda Cem’de heyecanla Yağız’a bakıyordu.

Yağız ise ikisine de baktıktan sonra arkasına yaslanarak gerginliğini geride bırakmış gibi rahat bir şekilde yayıldı.

Sonra da Cem’in hiç istemediği cevabı verdi.

“Bakarız.”

Bu sözlerden sonra Cem Yağız’ı asla rahat bırakmamış, gevezeliği ile tahmin ettiğim kadarı ile yarınki cezasını hazırlamıştı.

“Komutanım, vallahi yüzüne bir şey olmayacak.” Dediğinde Yağız bıkmış gibi derin bir nefes verdi ve kafasını arkasına yaslayarak gözlerini kapadı. Konuşmayı da unutmamıştı.

“Sağ salim olmak yüze bir şey olmaması mı?”

Cem hevesle başını sallarken ciddi bir tavra takındı ve ben ilk defa Cem’i bu kadar ciddi gördüm.

“Şöyle ki her gün beni koşturuyorsunuz ve bu koşunun sonucunda ciğerlerim iflas edecek gibi oluyor. Siz de sapa sağlamsın işte diyerek yüzüme bakıyorsunuz.” Dediğinde Yağız gözlerini bir kez açarak ona bakmış geri tekrar kapatmıştı.

“Yani?”

“Yanisi eğer yüze bakılınca sapa sağlam diyiliyorsa o iti de yerlere atabiliriz.” Diyerek önceki konuyu bununla bağladı.

Bu sözlerden sonra üstünde bir yük varmışçasına derin bir nefes verdi ve yüzündeki ciddi ifadenin yerini umut kapladı.

O umutla Yağız’a bakarken Metin silahıyla onu dürtmüş

“Sanki babasından oyuncak istiyor. Ne bu rahatlık, hayırdır.” Demişti. Yüzünde söylediklerinin aksine bir tebessüm vardı. Ama bu tebessüm o kadar küçüktü ki dikkatli bakınca görünüyordu.

Cem’in ise alamadığı cevaptan dolayı omuzları çökmüş Metin’in dediklerinden sonra ona dönmüştü.

Tıpkı Metin’in dediği gibi öyle bir hali vardı. Sesindeki huysuz ifadeyle de konuşmuştu.

“Ama komutanım, çocuklar oyuncak istiyorsa bende o iti dövmek istiyorum. İzin olmadan da dövemem sonuçta.” Demişti.

Metin ise sen akıllanmazsın der gibi başını iki yana sallamış Cem’in ensesine şaplağı yapıştırmıştı.

Beklenmedik vuruştan sonra Cem yerinde büzüşmüş, alttan olacak şekilde Metin’e bakarak konuşmasını beklemişti.

Metin onu bekletmeden konuştu.

“Sence Yağız o ite bir şey yapmadan Karargâha döner mi?” diye sorduğunda yanımdaki hareketlilikten Yağız’ın bana yaklaştığını fark ettim.

Başımı döndürmeden ona baktığımda kulağımın dibine yaklaşmıştı ve o yaklaştığı için nefesi yanağıma vuruyordu.

Tam dibimde durduktan sonra fısıltıyla konuştu. Bu sırada gözleri de gözlerime kenetlenmişti.

“Sence ben öyle birine bir şey yapmadan bırakırmıyım?” diye sorduğunda gözlerim kısılmış şekilde ona bakarken düşüncelerimi söyledim.

“Bırakmazsınız diye düşünüyorum ama siz bırakırsanız ben ne olursa olsun izin alır, kendim hallederim…” Dedikten sonra yakınlığından sonra ekledim. “Komutanım.”

Söylediklerim hoşuna gitmiş gibi dudakları yukarı kıvrıldı ve gözlerime bakmayı sürdürürken konuştu.

“Peki benim yapmam mı daha iyi olur, senin mi? Hangisi senin tercihin olur…” dedi ve vurgumu kavramış gibi en sonunda “Üsteğmenim?” Diye de ekledi.

Düşündüm ama düşünmeme gerek olmadığını fark edince ona doğru dönerek cevap verdim.

Dolandırmaktan nefret eder, aklımdakini pat diye söylerdim. Öyle de yaptım.

“Başkasını izlemektense kendim yapmayı tercih ederim.” Dedim.

Kaşları havaya kalkarken başını salladı. Memnun olmuşçasına bir ifade vardı yüzünde.

O bana yaklaştığı ve benimle konuştuğu için diğerlerinin sustuğunu fark etmemiştim. Ta ki Cem ıslık çalana kadar.

Onun ıslığıyla birlikte ona olan bakışlarım Cem’e çevrilmişti.

Cem’e baktığımda yüzünde imalı bir ifadeyle bize baktığını gördüm. Sözleri de bunu desteklemişti.

“Arabadan inelim biz. Sizi rahatsız etmeyelim Komutanım.” Dediğinde az önceki yakınlığımız aklıma gelmiş, Yağız’ın bana yaklaşımının pek te dostça olmadığını anlamıştım.

Bildiğin benimle flört etmişti.

Bu düşünceyle birlikte şok olurken ellerimin arasında tuttuğum silahımı kaldırdım ve hedef olarak Cem’i ayarladım.

“Ya şimdi o imalarını kendine saklarsın, ya da vururum. Emin ol pek şaka yapan bir insan değilimdir.” Dediğimde benim ciddiyetimi görüp ellerini havaya kaldırdı.

Yüzündeki imalı ifadenin yerinde tedirginlik olurken sertçe yutkunup

“Tamam Komutanım sustum. Ama emin olun her seferinde susturamazsınız. Eğer susabilen bir insan olsaydım Yağız Komutanımın tehditleriyle susardım zaten.” Dedi.

Tek kaşım havaya kalkarken “Öyle mi?” dercesine baktım ona.

Pes etmiş gibi omuzları çöktü ve sanki eğlencesini elinden almışız gibi küskün bir tavra takındı.

“Öyle olsun, susuyorum. Daha da konuşmayacağım sizinle.” Dediğinde herkes ona inanmayan gözlerle baktı. Buna bende dahildim.

Gözlerini yere dikmiş olduğu halde sanki bizim bakışlarımızı görmüş gibi başını kaldırıp bakışlarımıza baktı.

Bende o sırada silahımı geri yere indirdim.

Bakması devam ederken şok olmasıyla birlikte arkasına hırsla yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi. Elinde ki silahı da Kerem'in bacağına yaslamıştı.

Bakışlarını bizden çekip konuşmasa da bu suskunluk bizimde tahmin ettiğimiz gibi sadece on beş dakika sürmüştü.

İçinde tutamadığı konuları anlatmaya devam etmiş, yolculuğumuzun sessiz geçmesini engellemişti.

Bu sırada Yağız’ın flört ettiğini anladığım için de ona bir daha dönmemiş, davranışlarını düşünmüştüm.

Benden hoşlanıyor olabilir miydi?

Bu düşünceyle birlikte farklı bir his kalbimi ele geçirmişti. Bana sırf beni kırdığı için lale alması, onu abi olarak göreceğim diye korkması ve bunu bana söylemesi…

Hepsi buna uyuyordu.

Tüm bunları yol boyunca düşündüm ve bu düşüncelerin bitmeyeceğini anladığımda dua ettim.

“Allah'ım benim için ne hayırlısıysa bana onu nasip et…”

Benim tek sığınağım, Yaradanımdı.

 

♦♦♦

Yaklaşık bir saatlik olan yolculuğumuz bittiğinde saldırı düzenleyeceğimiz kampın 2 km gerisinde inmiştik.

Hepimiz temkinli şekilde araçtan inerken silahlarımızın gece görüşlü dürbünleriyle etrafı kolaçan etmiştik.

Tehlikeli bir durum olmadığını görünce de bir kayanın arkasına geçiş yaparak haritadan planımızı tekrar gözden geçirmiştik.

Bu sırada Yağız, Başkomiser Agâh, Komiser ve ben haritanın başındayken diğer herkes etrafımızda çember oluşturarak etrafı gözetliyordu.

Tuttuğumuz fenerle birlikte Yağız’ın ve Başkomiser'in verdiği emirleri onayladık.

En sonunda Yağız’ın

“Keskin nişancı olarak ilk atışı siz yapacaksınız. Benim emrimle birlikte atış yapar yapmaz çatışma başlayacak. Çok dikkat etmenizi istiyorum. Ne olursa olsun küçük bir ihtimal dahi olsa tuzak olabilir. Hepinizi sağ istiyorum, anlaşıldı mı?” Demesi ile birlikte onun halen daha sıkıntılı olduğunu anlamıştım.

“Emredersiniz komutanım.”

Hepimiz hep bir ağızdan emrini onayladık ve planı uygulamak için gece görüşlü silahlarımızla temkinli şekilde yola koyulduk.

 

♦♦♦

Kamp görüş alanımıza girdiğinde diğerleri devam ederken ben en yüksek bulduğum yere geçtim ve kimsenin beni bulamayacağı şekilde oraya tünedim.

Silahımı da önümdeki taşa sabitleyerek koyduktan sonra dürbünümü ayarlayarak etrafı gözetlemeye başladım.

Kampın büyüklüğünü, içinde saydığım kişi sayısını ve birçok detayı Yüzbaşıya ilettim.

Tüm bilgileri verdikten sonra gelecek aracı ve atış emrini bekledim.

Diğerleri de operasyonun getirisi ile birlikte susmuş, gelecek emirleri bekliyordu.

Ekip kampa daha yakın dururken biz biraz daha uzaktaydık. Onlar yakından onları hallederken bizde arka planda onlara destek çıkacak Allah’ın izni ile görevimizi tamamlayacaktık.

Beklemeye bir saattir devam ederken dürbünümle izlediğim arazide araç sesi gelirken bu sesle birlikte sesin geldiği yöne baktığımda avımızın bize doğru geldiğini gördüm.

Sadece tek bir tır vardı ve gördüğüm üzere içerisinde sadece iki kişi bulunuyordu.

Her ne kadar salak olsalar da iki kişiyle gelmeleri bir oyun olabileceğini düşündürdü. Çünkü her ne kadar kendi devletlerini kurmaya çalışsalar da-ki bu hayalden başka bir şey değil- Türk askerlerinden ölesiye korkan onlardı.

Bu durum işkillenmeme sebep verirken kulaklıktan Yağız’ın sesini duydum.

“Zirve, durum nedir?”

“Komutanım, görünürde tek bir tır var. İçerisinde ise sadece iki kişi.” Diyerek emrine uydum.

Kulaklıktan bana seslenmese de kısık sesinden duyduğum kadarı ile “Demek iki kişi.” Dediğini duydum.

İçimdeki olasılığı söylemezsem ve sonra pişman olursam diye mikrofondan tekrar seslendim.

“Komutanım.” Dediğimde

“Dinliyorum.” Dedi. Bende içimdeki düşüncelerimi onunla paylaştım.

“Komutanım iki kişi gelmeleri pek hayra alamet değil, tuzak olma ihtimali var.”

Benim söylediklerimden sonra az önce çatmış olduğu kaşlarını tekrar çattığını hissettim ve bu his bana çok yabancı geldi.

Durumu değerlendiriyor olmalı ki bir süre cevap gelmedi ve bu sırada tır bu tarafa daha da yaklaştı.

Ben yine tırı takip ederken onun sesini duydum.

“Atmaca, dikkatli olun. Tuzak olma ihtimali fazlasıyla yüksek. Bu kadar sessizlik olması pek normal değil.” Diyerek diğer ekibi uyardı.

Başkomiser'den onaylama gelince de bu sefer bana seslenerek konuştu.

“Zirve, takibe devam et ve her ne olursa olsun bana rapor ver.”

“Emredersiniz Komutanım.”

Bu konuşmadan sonra her ne olursa rapor vermiş, her detayı aklıma kazımıştım.

Tır geldikten sonra gördüğüm iki kişi araçtan inmiş, kampın bulunduğu yerden gelen kişilerle tokalaşmışlardı.

Daha da yakından baktığımda o başkan denen itin de orada olduğunu ve o iki kişiden biri olduğunu gördüm.

Bu bilgiyi hemen bildirdim.

“Komutanım başkan denen iti görüyorum. Tırın sağ tarafında kalıyor.”

“Anlaşıldı.” Denildiğinde ise atış emrinin hemen gelmesini dileyerek bekledim.

En büyük hobim bu pislikleri temizlemekti…

Biraz daha beklememizin sonucunda tırdan uzaklaşarak kampa girmişlerdi. Ben de ilk öldüreceğim ite nişan alarak bekledim.

O sırada ne zamandır beklediğim sesi duydum, hayatımda bundan güzel bir emir duymamıştım. Belki söyleyenden dolayı da böyle olabilirdi, bilemiyorum.

İki tane kulaklığımız vardı ve genel bir konuşma olunca diğerini kullanıyorduk. Normalde ise tim içinde olan kulaklıklarımız vardı.

Başkomiser, Komiser Semih’e; Yüzbaşı da bana emri vermişti. Herkes kendi emrindeki kişiye emir verirdi.

“Zirve, sahne senin.”

Komiserle aynı anda atış yapmış, kapıdaki nöbetçileri gebertmiştik.

Tam da alnının ortasından vurmuştum.

Bizim atışlarımızla birlikte çatışma başlamış, kamptakiler daha ne olduğunu anlıyamadan bir sürü iti gebertmiştik.

Bunlar olurken pek te sesini duymadığım Cem huysuzlukla bana seslenmişti. Bu sırada ise çatışmanın sonlarındaydık. Çok az it kalmıştı.

“Zirve Komutanım, Allah aşkına vuracağım itleri vurmayın. Zevkle öldüreyim derken sinirlendiğim için zevk diye bir şey kalmıyor ortada.”

Atışlarımı yapmaya devam ederken Kemal abinin de sesini duydum.

“Al bendende o kadar. Komutanım lütfen bizden uzağa atış yapın ya da daha yavaş olun.” Dediğinde Kemal abi büyüğüm olduğu için Cem’e seslendim.

“İmha, emin ol şuan hedefimde sarı kafası olan biri var. Genelde çapkın diyerek anılan biri. Onu da vurmamı ister misin?” diyerek ona sataştım.

Hepsinin yerini görebiliyordum, Semih Komiser dışında. Saklanmakta gerçekten başarılıydı.

Biraz sonra Cem’in afallayan ama belli etmemek için sevimli konuşan sesini duydum.

“Hiç öyle bir şey yapmanızı ister miyim Komutanım. Ne de olsa hayatınızdaki tek neşe kaynağı olan bana illaki ihtiyacınız olur. Bu timde ben olmasam surat asa asa dolanırsınız.” Demesi ile sessiz olanımız Metin bana seslenmişti. Onunda güldüğünü gelen keyifli sesinden anlayabiliyordum.

Bildiğin hepimiz bu anı bekliyorduk.

“Komutanım şuan bir şansım olsa çapkını vururdum ama görüş alanıma girmemiş. Bir ara halletseniz harika olur.” Dediğinde onunda sataşmak için söylediğini biliyordum.

Cem daha da şok olurken son topu da Yağız attı.

“Aslana katılıyorum, vur gitsin. Bizde yüzümüzü asa asa dolanırız, ne yapalım.” Diyerek oyuna katıldı.

Sanki hiç çatışmada değilmişiz gibi gülüyor, birbirimize sataşıyorduk. Çok değişiktik.

Cem daha fazla dayanamamış gibi konuştu.

“Benim size ne gibi bir kötülüğüm oldu da beni öldürmek istiyorsunuz komutanlarım. Vurun Zirve Komutanım, sizin insafınıza kalmışım haberim yok. Vurunda kurtulun benden.” Diyerek yine ajitasyonluğunu konuşturdu.

Bu sefer ben konuştum, sesimi de bilerek ciddi tuttum.

“Emin misin?” diye sordum.

Benim ciddi sesimle sanki az önce beni vurun diyen o değilmiş gibi

“Tabi ki de değilim komutanım. Şaka yapmıştım sadece.” Demişti.

Ondan sonra Yağız’ın susturmasıyla susmuş, bütün itleri temizlemeye devam etmiştik.

Fakat şunu hesap edememiştik ki bunların hepsi bizim için kurulan bir tuzaktı…

Evet bunun bir tuzak olduğunu gelen araç sesleri ve dürbünümle kontrol ettiğimde gördüğüm araçlarla anlamıştım. Tuzağa düşmüştük.

Araçları görür görmez Yağız’a haber verdim ve onun emri ile çatışmaya devam ederken mühimmatı tam kullanmak için uğraştık.

Gelen araçla kalabalık bir gurubun inmesi ile daha da sertleşmişti çatışma.

Sonuna kadar çatıştık, ta ki Kaan’ın tarafından ses gelene kadar.

“İndirin silahları, yoksa argadaşınızı öldürürem.”

Gelen ses bir itindi ve o tarafa baktığımda Kaan’ın başına silah tuttuğunu gördüm.

Onu hemen indirebilirdim fakat gelen diğer sesle ikisini aynı anda yapamazdım.

Kerem'de hazırsız yakalanmış, rehin alınmıştı.

Kulaklıktan gelen mahcup sesle bunu anlamıştım.

“Komutanım, sanırım rehin alındım.”

O tarafa da baktığımda yapabileceğimiz tek şey rehin alınmayı kabul etmekti. Teslim olmak değil bunu yapacaktık. Türk askeri asla teslim olmazdı.

Bunu da Yağız’ın sesiyle anlamış oldum.

“Silahları indirin, önce rehineleri sağ alacağız.”

Hepimiz emrini onaylayarak ayağı kalkarak silahlarımızı indirdik. Huzursuzluğumuzun sebebinin bu olduğunu düşündüm.

Silahlarımızı indirir indirmez it sürüsü gibi üzerimize geldiler ve silahlarımızı aldılar. Ben bırakmayınca çekmek zorunda kalmıştı önümdeki pislik.

Tek şansımız buradan plan yapıp kurtulmaktı…

 

♦♦♦

Terör itleri bizleri zorda olsa kampın içine, en yakınlarında olan mağaraya götürmüşlerdi.

Rutubet ve küf kokan bu yerde önceden konulmuş yukarıdan olan demirlere her birimizi bağladıktan sonra gitmişlerdi. Ellerimiz birbirine yapışık olarak değil ayrı olarak iplerle bağlanmıştı.

Yanlardan koydukları meşalelerle içeride loş bir ışık vardı.

Hepimiz sessizdik ve en çok mahcup olan kişi de Keremdi.

Her ne kadar ilk yakalanan Kaan olsa da o daha çok mahcup olmuştu. Bu hareketi bile ne kadar iyi biri olduğunu gösteriyordu.

Bu itlerde gelmiş, sağ tarafıma Kaan salağını koymuşlardı. Sol tarafımda ise Metin vardı. Diğerlerini de rastgele şekilde bağlamışlardı fakat karşıma her seferinde olduğu gibi Yağız düşmüştü.

Tesadüfünde bu kadarı.

Nöbetçiler tekrar gelmeden önce ipleri zorladım fakat pekte açılabilir şekilde bağlanmadığı için açamadım. Bu yüzden ayak sesleri geldiğinde başım dik şekilde gelen pisliklere baktım. En önde Başkan denen it olmak üzere arkasında beş kişi vardı.

Gelir gelmez hepimize sararmış pis dişlerini gösterecek şekilde gülerek baktı ve bu bakışları en çok ta Duru, Öykü ve bende çok dolandı. Hepimizi baştan aşağı süzmesini saymıyorum.

Yüzlerimizdeki maskeler aldıkları için hepimizin yüzü açıktı.

Ona saf öfke ve nefretten oluşan gözlerle bakarken gelip tam önümde durarak pis pis sırıttı. Ve buradaki herkesin köpürmesini sağlayacak sözler sarf etti.

“Güzel karısın ha, seni öldürmek olmaz. Daha eyi planım vardır.” Diyerek bana yaklaştı.

Arkadan Yağız dahil bütün herkesin küfürlerini, bana yaklaşmaması için söyledikleri sözleri duydum. Yanımda olan Metin ellerini zorlayarak karşımdaki ite vurmak istedi ama elleri bağlı olduğu için başaramadı.

Şimdi istesem bacak arasına tekmeyi atabilirdim fakat bacaklarımın bağlanmamasını kaçma planımda kullanacağım için başka bir şey yaptım.

“Öyle mi? Benimde sana yapmak istediğim şeyler var.” Dedim ve tam dibime girdiği sırada yüzüne kafamı gömdüm.

Bunu yapmamı beklemeyen cibilliyetsiz, kırıldığını az önce çıkan sesten anladığım burnunu tutarak bana ateş saçan gözlerle baktı.

Ona sırıtarak bakarken sinir bozucu şekilde konuştum.

“Yapmak istediğim şeyi umarım ki beğenmemişsindir, beğen diye yapmadım çünkü.” Diyerek bana yaklaşması için kafamı salladım.

Salak herif, burnu kırılmamış gibi yaklaştı.

“Ama ben çok beğendim.” Diyerek de son sözlerimi söyledim. Yüzüne tükürmeyi de unutmadım.

Afallayan bakışlarla geriye çekilirken başını sen görürsün dercesine salladı ve yanındaki yardımcı itine döndü.

“Bu karıya hak ettiği cezayı veresiniz. Bana vurmanın cezasını çekecektir. Hele de bunlar için önemlidir sanırsam.” Dedi. Birde konuşmayı öğrense harika olacaktı.

Ben yine duygusuz halime dönerken tek yaptığım başımı asla eğmemekti.

Üçü dışarı çıkarak diğerlerini burada bıraktılar ve beş dakika sonrasında geri döndüler.

Ellerinde olan sopalarla ne yapacaklarını anlamıştım. Güya beni bezdirmeye çalışacaklardı ama ne yaparlarsa yapsınlar bunu başaramayacaklardı.

Başlarındaki it diğerlerine “Vurun.” Emrini verdikten sonra baş köşeye sandalye çekerek burnuna tuttuğu paçavrayla bana sırıtarak bakmaya başladı.

Benim ona olan duygusuz bakışlarımla birlikte ilk darbeyi belime yedim.

Hissettiğim acıyla birlikte avuçlarımın içerisinde olan demirlerle birlikte dişlerimi de sıktım.

Diğerlerinden gelen haykırışlar eşliğinde ikinci darbeyi de baldırıma yedim.

Bunun devamı ise tim ve ekibin haykırışları ve benim onların vurmasıyla birlikte acı çekişim oldu…

 

♦♦♦

Her yerim sızlarken en sonunda bu işkenceyi bitirmişlerdi. Bitirmelerinin en büyük sebebi ise yorulmalarından dolayıydı.

Yüzüme yediğim yumruktan dolayı burnum ve dudağım kanarken diğer kemiklerim kırılmamış olsa da sızım sızım sızlıyordu.

Her ne kadar dağılmış olsam da dışarıya ağrılarımı belli etmemek her zaman yaptığım şeydi.

Günlük hayatta kalbimdeki hasarları, böyle zamanlarda da ağrılarımı gizlerdim.

Öyle de yaptım. Küçüklüğümde yediğim onca dayaktan sonra bunları da gizlerdim elbet…

Bu sırada diğerlerini de hırpalamışlardı ama en çok darbeyi alan ve özellikle vurdukları kişi bendim.

Ne zamandan beri kenarda oturup bana vurmalarını zevkle izleyen pis herif oturduğu yerden ayağı kalkarak yine karşıma dikildi. Elini uzatıp örgümden dışarı çıkan saçıma uzandı ama gelen sözlerle birlikte elini geri indirdi.

“O pis elin hele onun saçına değsin, gör bak o kolun yerinde oluyor mu!" Diyerek bildiğin kükredi Yağız.

Şuana kadar en çok o bağırmıştı. Ama şuanda öfkesinin son sınırında olması sesine bile fazlasıyla yansımıştı.

Sesi soğuk bir buz kütlesi gibiydi. Karşımdaki herifte bu sesten korkmuş olacak ki elini indirerek Yağız’a döndü.

“Sizlen çok eyleneceğiz esker, bu daha başlangıcıdı.” Diyerek ona gözdağı vermeye çalıştı ama Yağız’ın bakışlarını gördükten sonra geri çekildi ve yanındaki itleri de alarak bulunduğumuz mağarayı terk etti.

Onlar gider gitmez herkesin bakışı bana döndü. Ama ben onlara dönmeden hemen planımı yapmak istediğim için karşımda bana endişe ile bakan Yağız’a baktım.

Bakışlarımda hiçbir şey yoktu, içi boş olan bir fanus gibi olduğuna emindim. Duygularımı içine kapatan cam bir fanus.

Ona baktıktan sonra ellerimdeki ipleri, sonra da kapıyı gösterdim bakışlarımla. Gözleri kısılırken anlamasını bekledim.

Eğer anlamasaydı dudaklarımı oynatarak söyleyecektim ama anladı beni, geçen sefer olduğu gibi.

Başını salladı planımı anladığı için ama başını bile zor sallıyordu sanki. Yapmamı istemiyor ama onaylaması gerekiyormuş gibiydi.

Bende onu onayladıktan sonra planıma başlamak için kısık sesle Abi diye seslendim. Tamamen içgüdüsel şekilde seslenmiştim.

Kaan denen şahıs ona seslenmişim gibi bana dönerek

“Efendim” dedi ve ben az daha kahkaha atacaktım.

Ne kadar komikti değil mi? Sen kardeşini kabul etme, iftira at. Bu da yetmezmiş gibi üzerine vurmaya kalkış sonra o abi diye seslenince ‘Efendim’ de.

Yazık dercesine bir gülüşle ona döndüm.

“Sana dediğimi hiç sanmıyorum.” Diyerek sol tarafımda kalan Metin’e döndüm.

Ne kod adıyla ne de ismiyle seslenmek istememiştim ve o içgüdüyle abi diye seslenmiştim.

Ona seslendiğimi anladığında yüzünü bir gülümseme kaplamış, diğerleri görmeden hemen yok etmişti. Sanki kendine gülmeyi yasaklamış gibiydi…

Bana olan bakışlarını Kaan’ın olduğu tarafa çevirerek sanki ona nispet yapar gibi

“Söyle abim.” Dedi. Ne kadar nispet etmek için gibi olsa da içinden, samimi bir şekilde söylemişti.

Bu hareketi içime bir sıcaklık yaymıştı.

Her ne kadar bu anda kalmak istesem de buradan çıkmamız gerekiyordu. Bu yüzden planıma devam etmek için

“Ayağını uzatır mısın, destek almam lazım.” Dedim. Diğerleri de ne yaptığımı dikkatle izliyordu.

Hiç sorgulamadan bana doğru bacağını uzattı ve hafif yukarı kaldırarak ayağımı basmamı bekledi. Bir yandan da avucundaki demirleri gücünü korumak için sıkıyordu.

Kemiklerim ağrıdığı için biraz daha zorlanacaktım fakat bunu yapmalıydım.

Tam onun ayağına basarak ve yukarıdaki demirlere tutunarak kendimi havaya kaldıracakken Yağız'da kendini yukarı çekerek benim yapacağımı yaptı.

Bende kendimi yukarı kaldırır kaldırmaz bileğimde her zaman olan bilekliğimi dişlerimle açtım ve bileklik yere düşmeden dişlerimle onu kavradım.

Bunu defalarca yaptığım için hiç garipsemedim. Dişlerimin arasında artık açtığım için bir bıçak vardı. Küçükte olsa bıçaktı sonuçta.

Sağlak olduğum için sağ elime doğru uzandım ve başımı ileri geri hareket ettirerek ipi kesmeye başladım.

İp kesilmeye başlarken kısa süre içerisinde ip gevşemişti. Elimi gevşettikten sonra sonra ağzımdaki bilekliği avucumun içerisine saklayarak kendimi geri yere doğru bıraktım.

Derin bir nefes verirken Metin de bacağını çekerek iyi olup olmadığımı sorgularcasına bakıyordu.

Ona başımla iyi olduğuma dair bir işaret yaptıktan sonra gelen adım sesleri ile gözlerimi kapatarak avımı beklemeye başladım.

Az önce gördüğüm kadarı ile Yağız’da tek elini açarak benimle aynı şeyleri yapmıştı ve aynı anda işlerimizi bitirmiştik.

Biraz sonra mağaranın içini beş çift ayak sesi doldururken ayak sesleri tam önümde durmuştu.

Onların durduğunu anladığım an gözlerimi açarak onlara baktım ve planımız için harika bir fırsat olduğunu anladım.

Biri tam karşımda dururken diğeri hemen yanındaydı. Diğerlerinden biri Kemal abinin, biri Başkomiser'in ve sonuncusu da Komiserin önünde durmuştu.

Avuçlarımı daha da sıkarken Yağız’a baktım. Onun da bakışları bendeyken gözlerini kapatıp açarak onay verdi.

Başımla selamımı verdikten sonra gülen yüz ifademle birlikte kendimi yukarı kaldırarak iki ayağımla büyük bir tekme attım ve onu Yağız’a yolladım.

O o tarafa doğru uçarken bu anı bekleyen Yağız hemen kendini yukarı kaldırdı ve ayaklarını onun boynuna sararak boğazına sarıldı.

Arkadaşının boğulduğunu izleyen diğeri ise ona doğru gidecekti fakat bu seferde ben onu kendime çekerek ayaklarımı boğazına sardım.

Boğarak değil elimde sakladığım küçük bıçakla yavaş yavaş keserek öldürdüm onu. Boğuk sesleri yavaş yavaş kesilirken elimle onun belindeki bıçağa uzandım ve bıçak elime gelir gelmez onu yere bıraktım.

Diğerleri de boğdukları herifleri yere attı.

Yağız ise yavaş yavaş boğduğu pisliği yere atarak diğer elini çözdü.

Çözer çözmez diğerlerinin değil benim yanıma geldi. Elimi benim çözmeme izin vermeden çözdü ve diğerlerini hızlıca açmaya başladı.

Bende elimdeki bıçakla Metin’i çözdüm. Onu çözer çözmez elimdeki bıçağı alarak elini omzuma koydu ve

“Gerisini biz hallederiz.” Diyerek diğerlerini çözmeye yardım etti.

Kim çözüldüyse yerde yatan pisliklerin üzerindeki bütün silahları alarak gelen olursa diye tetikte durdu.

İlk silahı da ben almış, tetikte beklemiştim.

Herkes çözüldükten sonra Yağız yanıma gelerek nasıl olduğuma bakmış, sonrasında ise

“Geride dur ve fazla hareket etme, zaten yeterince zorladın kendini.” Diyerek geride kalmamı istemişti.

İyiydim, bunun daha fazlasını yediğim günler olmuştu ve bu sadece kemiklerimin sızlamasına sebep olmuştu.

Bu yüzden

“Ben iyiyim komutanım, buradan çıkalım o zaman çok hareket etmem zaten.” Demiştim.

Benim inadımı yakından öğrendiği için bir şey dememiş, gönülsüzce başını sallamıştı. İstese emir verirdi ama yapmamıştı.

Ellerimizdeki silahlarla ilerlerken bazısında tabanca, bazısında tüfek ve geri kalanlarda da bıçak vardı.

Bıçak alarak sessizce iş yapmak en mantıklı olanıydı. Bende bu yüzden bıçak almıştım.

En önden yanımda Yağızla birlikte ilerledim. Onun yanında da Başkomiser vardı.

Yavaş hareketlerle, ses çıkarmadan dışarıya çıkarken çıt çıkmıyordu.

Dışarı çıktıktan sonra kampın içine doğru ilerlerken amacımız Başkan denen iti bulmaktı.

İlk kimse karşımıza çıkmadı ama biraz daha ilerledikten sonra yavaş yavaş gözükmeye başladılar. Bize de temizlemek düştü.

Onları öldürmeden önce Yağız,

“İmha ve Çaylak bomba bulup döşeyin her yere, hadi aslanlarım.” Diyerek ilk emrini verdi. Onun emriyle birlikte ikisi mutlulukla gidecekken Başkomiser de Komiser'e ve Öykü’ye emrini vererek onlarla gitmesini, böyle daha hızlı olacağını söyledi.

Onlar giderken bizlerde ileriden bu tarafa gelenlere dikkat kesildik.

Benim saklandığım yerin hemen yanından geçen iti ensesinden tuttuğum gibi kendime doğru çektim ve elimdeki bıçağın arkasını burnuna gömdükten sonra karnını deştim.

Daha sesini dahi çıkaramadan da boğazını keserek yan tarafa attım.

Kaan’ın bakışlarını üzerimde hissetsem de umursamadım.

Diğerleri de onların yakınına gelenleri öldürürken hızlıca başkanın bulunduğu çadırı bulduk.

Bulmamızın en etkili sebebi fazlaca itin etrafında nöbet tutmasından dolayıydı.

Orayı gözetledikten sonra onların ayrılmayacağını anladığımızda yerdeki taşı alarak o geleneksel hareketi yaptım.

Taşı alıp itlerden birinin kafasına attım.

O acıyla inlerken bizimkiler yaptığımı görür görmez bana döndü. Hepsinin de kaşı çatıktı.

Onlara döndükten sonra

“Ne yapsaydım, çay getirip içmediğiniz kalmıştı.” Diyerek kendimi savundum.

Yağız’ın yüzünü eğdiğini gördüm, sonrasında da dudağının kenarında kalan kıvrımla bana dönmüştü.

“Sen o iti al.” Diyerek bu tarafa temkinli şekilde yaklaşan itleri gösterdi.

“Bunları biz hallederiz.” Dedi.

Bu haber beni mutlu ederken başımla emredersiniz şeklinde selam verdikten sonra arka taraftan dolanarak çadıra yaklaştım.

Bütün nöbetçiler taş attığım yere doğru giderken rahat hareketlerle çadırdan içeri girdim.

İçeri girer girmez gelen alkol kokusuyla midem altüst olurken yüzümü buruşturarak sandalyede oturmuş, içki içen pisliğe baktım.

Benim geldiğimi dahi fark etmemişti.

Yavaşça ona doğru yürüdüm. Her adımımla daha da yaklaşırken tam dibinde durunca beni fark edebilmişti.

Benim kim olduğumu gözlerini kısarak baktıktan sonra anladığında korkuyla gözleri büyümüş, elindeki bardağı gere düşmüştü.

Sert bakışlarımla ona bakarken tam arkasına geçerek boğazına bıçağı dayadım. Bıçağı hisseder hissetmez yerinde donup kalırken onu korkutmak oldukça zevkliydi.

“Hani demiştim ya sana yapmak istediğim çok şey var diye, bunlardan en güzelini öğrenmek ister misin?” diye sordum.

Sözlerimde bakışlarımda ölüden farksız değildi.

Ruhsuzdu.

Ondan bir cevap gelmezken başımı sallayarak bıçağı ona zarar vermeyecek şekilde hareket ettirerek onu daha fazla korkuttum.

“Ne kadar istemez gibi dursan da içten içe istediğini biliyorum. Seni öldürmek gerçekten çok zevkli olacak.” Dememle daha da koktu.

“B-beni bırak. İ-istediğini verirem, yeterki b-bırakasın beni.”

O pis ağzından çıkan bütün kelimeler titrek ve korkuyla çıkarken oyunuma devam etmeyi bırakarak bıçağı ondan ayırarak bu seferde karşısına geçtim.

Elimdeki bıçağı çevirirken gözüm bıçaktayken

“Bana sende bulunan bütün dosyaları verebilecek misin.” Dediğimde tereddütle baksa da ondan sonraki hareketim onun pes etmesini sağlamıştı.

“Peki, istediğimi bana vermeyeceksen bende diğer isteğimi kendim yerine getiririm. Seni öldürerek.” Bütün söylediklerim manipülasyondan ibaretti. Onu öldürmeden götürmeliydik.

Benim sözlerim onun bana bütün belgeleri vermesine yetmişti.

Titreyerek ayağı kalkması yerde bulunan bir çıkıntıdan bir sürü belge çıkarması ard arda olurken bana bütün belgeleri istemeyerekte olsa vermişti.

Bütün belgeleri üniformamın fermuarını aşağı indirerek içime soktuktan sonra geri ona döndüm.

Kaşımda onu bırakmam için yalvaran bakışlarına baktıktan sonra sırıttım ve karnına tekmemi geçirdim.

Tekmemin etkisiyle eski olduğu belli olan karyolanın önüne düştü. Acıyla inlerken yanına giderek göğsüne ayağımla baskı uyguladım. Biraz daha bastırsam kaburgalarının kırılması kaçınılmazdı.

Ona üstten bakarken yalvarmaya, ayağımı kaldırmaya çalıştı ama başaramadı.

Az sonra ayak sesleri gelince kenarı bırakmış olduğu silahı alarak o tarafa tuttum.

Kumaş açılıp içeriye bizimkiler girince silahı indirerek belime taktım. Ne olur ne olmaz.

Cem ve diğerleri de işlerini bitirmiş olmalılar ki gelmişlerdi.

Cem konuştu.

“E komutanım hani bize. Ben boşuna mı dövelim de dövelim dedim.” Dedi.

İşim bittiği için ayağımı çekerek, elimle al işareti yaptım.

“İşte benim biricik komutanım.” diyerek bildiğin yerdeki pisliğe dalmıştı.

Onun dalmasıyla birlikte yumruğunu yüzüne vurması Metin’in onu uyarmasına sebep olmuştu.

“Yüzü hasar almasın.” Demişti.

Cem'de kafasıyla onu onayladıktan sonra yüzü hariç her yerine vurmuştu.

Çantalarımızı ve silahlarımızı getirmiş olduklarından dolayı bütün her şeyimi üzerime geçirdim. Diğerleri önceden geçirmiş olmalılar ki tam teçhizatlılardı.

İçi soğuduğu vakit bir ip alarak ellerini bağlamış, ağzına tıktığı çulla birlikte sürükleyerek dışarı çıkarmıştı.

 

♦♦♦

Dışarı çıkıp kimseye gözükmeden oradan uzaklaştık. Bize zarar gelmeyecek kadar uzaklaştıktan sonra ise Cem büyük bir zevkle bombaları patlatmış, kampın yok olmasını izlemiştik.

Yağız’ın komutu ile telsizden araç talep etmiş, bulunduğumuz yere oturmuştuk.

Ben kayaya yaslanmıştım ve belimin ağrısı yükseldiği için acı çekiyordum. Yanağım ve dudağımın sızlaması da buna dahildi.

Kaçmak için yaptığım şeyleri yaparken acı hissetmesem de acısı yeni yeni çıkıyordu. Çünkü o zaman tek düşündüğüm oradan sağ salim çıkmamızı sağlamaktı.

Yanıma bıraktığım çantamı açarak içinden ağrı kesici çıkardım ve zorda olsa içtim.

Su da olsa ağzımın içi acımıştı, bu yüzden yüzümün buruşmasına engel olamadım.

Kaşımda geldiğimizden beri bir an bile olsa gözlerini benden ayırmayan ve bunu asla gizlemeden direkt yapan Yağız yüzümün buruştuğunu gördüğünde kendi yüzünü de buruşturup Kemal abiye döndü.

“Duman, ilk yardım setini versene.” Dediğinde Kemal abi hemen bana bakarak çantasından gerekli malzemeleri çıkardı ve yanıma gelmeye çalıştı.

Ta ki Yağız engeline takılana kadar. Elindekileri alan Yağız

“Ben yaparım.” Diyerek tam dibime girmişti.

Karşımdaki adam eline dezenfektan sıktıktan sonra aldığı gazlı bezle bana döndü.

Ona gözlerim kısık şekilde bakarken çenemi tutarak tam ona bakmamı sağladı ama elini çekmedi.

Yaramı temizlerken hiçbir şekilde ne o, ne de ben konuşmuştum. O benim yaralarımı dikkatle, canımı yakmayacak şekilde temizledi, bende onun gözlerine baktım.

Günbatımına benzeyen gözlerine…

 

♣♣♣

 

Bölüm sonu.

 

Eveet gelelim bölüm sonu değerlendirmemize🥰

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

En sevdiğiniz sahne hangisiydi?

 

En sevdiğiniz ve bunun değişmeyeceğini düşündüğünüz karakter?

 

Sizleri çok seviyorum, iyi ki benim okurlarımsınız❤️🤍

 

sizden ricam kitlemin büyümesi ile birlikte duyurulardan haberdar olmanız için instagram hesabımı takip etmeniz🤗

 

Yeni açtığım kanal ile birlikte bölümde ne kadar ilerlediğimi, yaptığım duyuruları öğrenebilirsiniz.

 

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere😌

 

Allah'a emanet olun🫶🏻

 

asil_kalem

Bölüm : 21.08.2025 14:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...