16. Bölüm
Asude Öztürk / Zirve ve Gölge -GERÇEK AİLE- / 13. Bölüm

13. Bölüm

Asude Öztürk
asilkalem

Selamın Aleyküm benim güzel okurlarım.

Nasılsınız bakalım?

Birazdaha uzatmak istediğim ama bazı sorunlar yaşadığım için bu kadar ilerleterek sizlere yetiştirdiğim bölümüme hoş, sefa geldiniz🤗

Dediğim gibi, biraz kısa oldu gibi ama elimden bu geldi. Ne kadar kısa zaman olsa daha iyi demiştiniz. Bu böyle oldu.

Umarım beğenirsiniz🫶🏻

Lütfen oy ve yorumlarınızı unutmayınız🤍

Şimdi, bölüme geçelim💖

İyi okumalar dilerim🥰

♣♣♣

O bana pansuman yaparken bende onun günbatımına benzettiğim gözlerini izledim.

Çok güzeldi gözleri. Aslında yüzü de güzeldi ama gözleri baktıkça baktırıyordu insana...

O pansumanımı bitirdiğinde bir süre geri çekilmemiş, yüzümün her karışına yavaş yavaş baktıktan sonra onu izlediğimi gördüğü için o güzel gülümsemesiyle geri çekilmişti.

Pek geri çekilmek gibi olmasa da tam yanıma oturmuş, benim gibi sırtını kayaya yaslamıştı.

Güneş doğmuştu ve yorulduğum için mayışmıştım. Gözlerimi ve bedenimi dinlendirmek istediğim için başımı da arkama yaslayarak gözlerimi kapattım.

Gözlerim kapalı olsa da birçok şeyi duyuyor, hissediyordum.

Mesela Cem yanımızda getirdiğimiz ite saydırıyor, arada da vurma sesleri geliyordu. En çokta bana vurdukları için kızgındı ve bunun için söyleniyordu.

Kemal abi de aynı şeyi yapıyordu ama o uzaktan izleyip saydırmayı seçmişti.

Metin abim yine ve yine sessizdi. Evet bugün bana içtenlikle söylediği "Söyle abim." Kelimesi ile benim kalbimde abi rütbesine terfi etmişti.

Kerem'in ise üzgün bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kendini suçluyordu ama onda hiçbir suç yoktu. Suçlu, bizim buraya geleceğimizi bilerek bu itlere haber uçuran kişiydi.

Her ne kadar çok az kişi bu operasyonu bilse de Karargâhtan haber uçmadığı sürece tuzağa çekilmezdik. Ama tuzağa çekilmemizin sebebi kesinlikle birinin haber uçurmasından kaynaklıydı.

Diğerleri ise en son başka bir kenara oturmuşlardı. Pek bir sohbetimiz olmasa da Kaan hariç iyi insanlardı.

Duru ve Öykü gelerek iyi olup olmadığımı sormuşlardı mesela.

Biraz sonra gözlerim kapalıyken tekerlek seslerinden araçların yaklaştığını anladım. Yanımdaki hareketlikten Yağız'ın kalktığını anladığımda ise ben de gözlerimi açarak ayağa kalkmaya çalıştım.

Belim ağrıyordu ama kalkamayacağım ya da araca yürüyemeyeceğim kadar kötü değildi.

İlk kalkmaya çalıştığımda ağrıdığı için geçmesini bekledim fakat bunu gören Yağız rahat durmadı.

Bana doğru eğilerek bir kolunu bacaklarımın altından, diğerini de sırtımdan geçirerek beni dikkatli bir şekilde kucağına aldı.

Bu hareketini beklemediğim için afallarken benim şaşırmam onun umurunda olmamış, sanki hiç beni taşımıyormuş gibi arabaya doğru yürümüştü.

Dayanamadım ve

"Ne yaptığınızın farkında mısınız Komutanım?" diye sordum. Nefeslerim sıklaşmış gibiydi ve gerekten ağrım artıyordu. Bunu yansıtmamaya çalıştım.

Benim sorumu bekliyormuş gibi olduğu yerde durdu ve gözleri kısılmış şekilde gülerken bana baktı.

"Evet, oldukça farkındayım. Yaralı olan seni kucağıma alarak centilmenlik yapıyorum." Dedi.

Sesindeki muziplik ve söyledikleriyle göz devirmemek için zor tuttum kendimi.

Sahte bir gülümsemeyle bana bakan adama bakarak

"Peki benim yürüyebilecek kadar iyi olduğumu göremediniz mi?" diye sorduğumda

"İyi falan değilsin, kendini boşuna kandırma. O sert tavırların da bana sökmez, haberin olsun." Diyerek cevaplamıştı beni.

En son ki cümlesiyle birlikte ağzımı açıp itiraz edecekken bana doğru yaklaştı ve

"Sen itiraz etmeden ben söyleyeyim, araçta olan konuşmada sana yaklaşmaya çalıştığımı anladığından beri pek yüzüme baktığın söylenemez Üsteğmenim. Sert tavır almanın nedenini çok iyi biliyorum." Dedi. Gözleri kısılmış, bana bir şeyleri ispat etmek istercesine bakıyordu.

Doğruda söylemişti, o konuşmadan sonra pekte yüzüne bakmamış, görev harici de konuşmamıştım.

Onun kucağında olduğum halde rahat bir tavırla kollarımı göğsümde birleştirdim. Onun dediklerini yapacağımı da nereden çıkarmıştı.

"Ha, şu konu. Farkında mısınız bilmiyorum ama siz benim komutanımsınız." Diyerek sorusunu bekledim.

"Yani?" diye sorduğunda da istediğim şeyi vermişti.

"Yanisi tim içerisindeki biriyle yakınlaşmanız pekte hiyerarşiye uymuyor komutanım. Yanılıyor muyum?" diye sordum.

Bunu söylememi beklemese de bunu çaktırmamaya çalıştı. Gözlerini benden ayırarak etrafa kısa bir bakış attı ve tekrar bana döndü.

Belli ki hazır cevap biri olsa dahi burada kullanacak kelimeyi düşünmesi gerekmişti.

"Emin ol, hiyerarşiyi fazlasıyla biliyorum. Ve şundan da eminim ki iki askerin günlük hayatta kuracağı bir ilişkinin mesleki hayatlarına zararı olmaz. Hatta belki artısı bile olabilir." dedi.

Ben az önce cevap bulamıyor mu demiştim. Sözümü geri alıyorum.

Hazır cevap denilince akla ilk gelenin o olması gerekiyordu.

Sinir olmuş bir ifadeyle ona bakarken beni sinirlendirdiği için sevinmiş olmalı ki sinir bozucu şekilde sırıtmıştı.

Gerçekten benden hoşlanıyordu.

Bunu şuana kadar fark etmememin sebebi şuana kadar pekte sevgi görmemiş olmamdan kaynaklıydı. Eğer bana bunu yansıtmamış, bugün ki konuşmasının yakınlaşmak amaçlı olduğunu fark etmeseydim bunu çok geç fark edeceğimden emindim.

Ama onun beni sevme ihtimali hiç aklıma gelmemişti.

Kim bilir, belki de bugüne kadar beklediğim seveceğim adam oydu...

Âna dönerek gerçekleri söyledim.

"Bu kurala uymam gereken bir duruma düşeceğimizi pek sanmıyorum Komutanım." Dedim.

Ne demiş atalarımız; Nasipten öte köy yoktur.

Eğer nasibimde o varsa, döner dolaşır yine onu bulurdu gözlerim. Ben buna inanıyordum.

Bu cümleleri bekliyor gibiydi, bu yüzden başını sallayarak yoluna devam edecekken Cem'in kahkaha atarak yanımıza gelmesiyle yine durdu.

Yüzündeki sırıtmayla birlikte ikimize baktı ve

"Komutanım tek bir şey söyleyeceğim, içimde kalmasın. Zirve Komutanım pekte kolay biri değil, yani işiniz çok zor olacak. Ama şunu da söyleyeyim hayallerimin baş tacı olarak sizler varsınız." Dedi.

İyice sinirlerim bozulurken bunun üstüne ne mi oldu?

Yağız bana bakarken sırıtır bir ifadede

"Zoru her zaman sevmişimdir." Dedi.

Bende komutanıma vuramayacağım bir durumda olduğum için Cem'e doğru uzanarak omzuna yapıştırdım.

Benim vurmamı beklemediği için yerinde sıçrarken omzunu okşayarak benden uzağa kaçtı.

"O hayallerine benim seni dövdüğümü de ekle Cem. Eğer böyle devam edersen bu da olacak çünkü." Dedim. Gözlerim kısılmış, sinirli bakışlarımla bakmıştım ona.

Küskün bir ifadeye bürünmesi uzun sürmedi. Tirip atarcasına başını yan tarafa çevirdi ama gözlerini benden kaçırmadı.

"Ben sizin ağır mı ağır çantanızı taşıyayım, sizde beni dövmeyi düşünün. Hem hayallerimi ancak ben değiştirebilirim, istek kabul etmiyorum." Dedi.

Ona "Ciddi misin?" dercesine bakarken ciddi olduğunu görmek ellerimi açarak,

"Allah'ım sen bana sabır ver." Dememe sebep oldu.

"Çokta umrumdaydı, ne haliniz varsa görün!" Diyerek onlara bakmayacağım şekilde gözlerimi başka tarafa çevirdim.

İstersem şimdi kucağından atlayabilirdim ama beni taşıyacak biri varken bu fırsatı tepecek değildim.

Benim bu hareketimden sonra Yağız sesli bir şekilde gülmüş ve yürümeye devam ederek ilk beni araç koltuğuna bırakmış, sonra da yanıma yerleşmişti.

Onlarla konuşmayı sonraya bırakmak istediğim için kollarımı göğsümde bağlayarak kafamı arkama yasladım.

Diğer yanımda Metin abim vardı ve oturmadan önce ikimize gülümseyerek baktığını görmüştüm. Bu yüzden ona doğru kafamı çevirdim ve onunda bana bakış atmasıyla,

"Sende mi?" diye sordum.

Gözleri kısıldı ve omuz silkerek

"Belki." Dedi.

Diğerleri de böyle olduğu için şaşırmadım ve kafamı iki yana sallayarak olumsuz bakışlarla baktım her birine.

Kemal abinin bana seslenmesiyle herkes ona dönmüştü. Bu sırada da araç hareket etmeye başlamıştı.

"Neyi kaçırdım yine?" diye sorduğunda bir tek onun anlamadığını anlamış oldum.

Ben konuşamadan Cem konuştu.

"Komutanım, yengem her şeyi bir çırpıda anlarken sizin en son anlamanıza halen daha alışamadım doğrusu." Diyerek Kemal abiyi sinirlendirdi.

Kemal abinin kaşları çatılırken az önce benim yapıştırdığım omzuna bir tane de o yapıştırdı.

Cem'in yüzü buruşurken bana da bakış atarak,

"Omzumu çökerttiniz. Gelen giden bana vuruyor." diyerek söylendi.

Onun söylenmesiyle ona doğru sinir bozucu bir sırıtmayla baktım.

"Demek ki hak ediyorsun. Ben suçsuz yere kimseye vurmam." dememle yüzünü sıvazladı.

Diğer yanında oturan Kerem'in hemen konuşarak safını belli etmişti.

"Komutanım haklı, kime ne yapıyorsa hak ettiği içindir."

Bunu duyan Cem ona hızla dönerken ensesine şaplak attı ve

"En son beni savunuyordun lan, ne ara Zirve komutanıma geçtin." dedi.

Kerem'in ensesini ovuştururken yüzünü buruşturarak ona bakmış,

"Ben o manada söylememiştim Komutanım." demişti.

Bu konuşma uzun uzadıya devam edecek gibiydi ve bunu durduran, hiçbir şeyi anlamamış olan Kemal abinin ta kendisiydi.

"Susun lan. Soruma cevap verin sadece. Bir soru sorduk cevaplamak yerine ne yaptınız." Dediğinde Cem'in keyfi yerine gelmiş gibi sırıtarak bana ve yanımdaki şahsa bakarak ona dönmüştü.

Yanımdaki şahıs, ilk harfi Yağız ile başlayan kişi.

Evet isteyen istediği kişiyi sevebilirdi ama ben bunu beklemediğim için şaşırmış, daha doğrusu şok olmuştum. Bunu asla beklemiyordum.

Evet, bana güzel olduğumu söylemiş, kapımın önüne sırf beni üzdüğünü düşündüğü için beyaz lale bırakmış olabilirdi ama ben bunu hiç düşünmemiştim. Ben beni sevdiğini, veya seveceğini düşünmemiş, aklımın ucundan geçirmemiştim.

Tek isteğim benim için en hayırlısının olmasıydı. Başka bir isteğim yoktu.

Cem'in söyledikleriyle gözlerimi devirmeme engel olamadım. Devirdim gözlerimi, ben değil de kim devirsin ama değil mi?

"Komutanım, Gölge Komutanım Zirve Komutanımdan hoşlanıyor ve bunu yeni öğrendi. Allah aşkına insan birinin senden hoşlandığını nasıl başkalarıyla birlikte hatta onlarda sonra anlayabilir ki?" diyerek gülmüştü.

Bakışlarım ona kilitlenirken ilk gözlerime bakmış sonrasında başka tarafa bakmıştı. Benim halen daha ona baktığımı fark edince de

"Komutanım artık bakmasanız olur mu. Ne olursa olsun korkutuyorsunuz beni." Demişti.

Halen daha ona bakarken,

"Korkmaya devam et Cem. Çünkü yakında seni elimden kimse alamayacak." Dedim. Gerçekler tam olarak buydu, ciddi anlamda kaşınıyordu.

"Gerçekleri söyledi. Bu anı görmek için sabırsızlanıyorum." Diyen ise Metin abimdi. Söylediklerini sırıta sırıta Cem'e bakarak söylemişti.

Hepimiz bir olmuş, Cem'i sinirlendiriyorduk. Ama sinirlense de bir şey yapamamış, her zaman ki gibi tirip modunu aktif etmişti.

O böyle yapınca Kemal Abi ikimize dönmüş,

"Hakkınızda hayırlısı olsun inşAllah." Demişti.

Biz içimizden amin derken yolculuğumuz onların aralarında konuşmasıyla, benim ise arkama yaslanıp dinlenmeye çalışmamla geçmişti.

♦♦♦

Yolculuğumuz bittiğinde her ne kadar ağrılarımın geçeceğini düşünsem de geçmemiş, uzun süre oturmak pekte iyi gelmemişti. Bunun dışında ise nefeslerim daha bir sıkılaşmıştı.

Araç durduğunda herkes sırayla inmeye başladı. En son ben inmeyi düşünürken Yağız inmemiş, kolumu tutarak yardımcı olmuştu.

Ne diyebilirim ki, çok iyi adamdı. Her ne olsa yanımda oluyor, bana destek çıkıyordu.

Yardımına hayır demedim. Benden hoşlanıyor diye ondan uzak duracak veya kaçacak değildim. İkimizde yetişkin insanlardık.

Onun yardımıyla araçtan indiğimde Albay'ın Karargahın önünde durduğunu, ellerini arkasında birleştirmiş şekilde bana baktığını gördüm.

Gözleri yara aldığımı biliyormuşçasına üzerimde gezinmiş, onun yanına gitmemizi beklemişti.

Onun bakışından sonra Yağız'ın elinden kolumu kurtardım ve başımı dik tutarak diğerlerinin hizaya girdiği alana yavaş adımlarla ulaştım.

Yağız neden çektiğimi anlamış, timin başındaki yerine geçmişti. Her birimiz yerinde durunca aynı anda ellerimizi anlımıza koyarak selam durduk.

Diğer ekipte aynı şekilde yanımıza dizilmişlerdi.

Yakaladığımız iti ise görevli olarak gelen kişilere teslim etmişlerdi.

Yağız bir adım ileri adım attıktan sonra güçlü sesiyle,

"Komutanım, görev tamamlandı. Bir yaralımız var." Diyerek kısa ve net bir şekilde durumu rapor etti.

Gelmeden önce yaptığı haberle zaten durumu oradan rapor etmişti. Yani Albay benim yaralı olduğumu daha biz gelmeden öğrenmişti.

Albay kafasını ağır hareketlerle sallarken bakışlarını bana çevirdi ve emrini verdi. Sesi otoriteden oluşurken, itirazı kabul etmeyen bir sesi vardı.

"Teğmen, Üsteğmeni revire götür."

Bu emirle birlikte ikimizde tekrardan selamımızı verdikten sonra Cem'in yardımı ile revire geçmiş, oradaki görevli askerin yaptığı muayene ile birlikte sedyeye uzanarak durmuştum.

Askerin adı Ahmet'ti ve yaptığı muayenenin sonucunda hastaneye gitmemin en iyi olacağını söylemiş, elinden geleni yaparak yaralarıma pansuman yaparak sarmış, benim bulunduğum sedyenin etrafını takılı duran perde ile kapatarak beni yalnız bırakmıştı.

Onun yardımıyla üzerimdeki görev için olan fazlalıklardan kurtulduğum için daha rahat hissediyordum. Üzerimde asker yeşili tişörtüm ve pantolonum vardı.

Belim ağrıdığı için yan dönmüş şekilde uzanırken buradan kalkmayı hiç istemeyecek kadar yorgun ve bitkin hissediyordum.

Bugün olanları ve bununla birlikte şuana kadar olan her şeyi düşündüm. Ne kadar gün içerisinde olanlardan kaçabilsem de tek kaldığım ve boş olduğum her anda bu anlar beni esir alıyordu. Şimdi de böyle olmuştu.

Düşündüm, bugüne kadar her yaşadığım anı, her yaptığım işi düşünerek zamanımı geçirdim.

Bu düşünceler, perdenin aralanması ve bu aralar en çok sinir olduğum kişiyi görmemle son buldu.

Perdenin az kısmını açarak,

"Müsait misin?" diye sormuştu.

Ben onun yüzünü görsem de o perdeyi sadece onu duyabileyim diye açmıştı.

"Evet." Demekle yetindim sadece.

Benim onayımla birlikte perdeyi aralamış, sedyenin yanında olan sandalyeye oturmuştu. Yüzünde bir kırgınlık varken, ağzından çıkacak sözleri söylemekten çekiniyor gibiydi.

Bu sefer gözlerimi ben değil o kaçırmıştı. O kaçırsa da yüzüne bakmayı sürdürdüm. Asla da çekmedim gözlerimi üzerinden.

Başını eğerek oturmaya devam ederken başını ağır hareketlerle yukarı kaldırmış, göz göze gelmemizi sağlamıştı.

Onun konuşmayacağını, daha doğrusu konuşamayacağını anladığımda sahte bir gülümsemeyle ben konuştum.

"Ne oldu, biricik kardeşini mi özledin? Pardon, anne babanın sana olan küslüğünü anlatmaya gelmiş olmalısın." dedim.

O söze girmeden de devam ettim. Acımak yoktu bundan sonra.

"Malum, anne ve baban bana bağırdığın ve el kaldırdığın için sana küsmüşlerdi. Daha kendileri terbiye bilmezken sana küsmeleri ne acı."

Bu sözlerimden sonra gözlerini sıkıca kapatmış, dişlerini sıkmıştı.

Az sonra cılız sesini duydum.

"Özür dilerim. Bunu sana yapmamalıydım." Diyen sesini duydum.

Acı gülümsememle ona bakarken bu sefer kıracağımı düşünmek, veya iyi davranmak gibi bir düşünce yoktu bende.

"Vay be, özür dilediğin için seni hemen affetmeliyim. Sonuçta bir özür insanın yaptıklarını bir silgi gibi siler değil mi?" diyerek ona baktım.

Sonrasında ise alaycı gülüşüm yok olurken sert bir hale büründüm.

"Ne dediğimi hatırlıyor musun? Sizin o evinizden bir daha girmemek üzere çıktığım an sana ne dediğimi hatırlıyor musun?" diyerek cevaplamasını bekledim.

Neyden bahsettiğimi anladı. Onunda yüzü pişman bir hal aldı ama ne fayda. Ne o gün ki gibi karşısında ona ne olursa olsun iyi yaklaşan ben vardım, ne de bana bağırıp el kaldıran o adam.

O anda söylediklerim beynimi istila etti sanki.

"Adam olsaydın, sana hiçbir zararı dokunmayan bir kadına el kaldırmazdın. Bir gün it gibi pişman olacaksınız ama o zaman da sizin yüzünüze bakan beni bulamayacaksınız, o günler elbet gelir."

Ne kadarda söylediklerim gibiydi karşımda. Pişmandı ama o gün de dediğim gibi onu affedecek, yüzüne doğru düzgün bakacak ben yoktum karşısında.

Söylediklerimi asla düşünmeden söyledim. Bana acımayana ben acıyacak değildim. O gün beni düşünmeyen karşımdaki kişiyi düşünmeyecektim.

"Hatırladın değil mi? Şunu söyleyeyim. Kapımda it de olsan seni affetmem. Boşuna karşıma çıkma. Saçma sözlerinle çocuğu kandırır gibi beni kandıramazsın."

Hüzünlüydüm. Abim olduğunu düşünmüş, o eve bir umutla gitmiştim ama o umudu bir kağıt parçası gibi yırtıp çöpe atmışlardı.

"Bu hayat bana çok şey öğretti Kaan. Bunların ilki de insanların arasında kan bağının bir öneminin olmaması. Bunu çok iyi biliyorum. Beni bir daha yaralayamazsın. Ama ben seni istersem çok da güzel yaralarım." Diyerek bugünlük son sözlerimi söyledim.

İstersem en çok önemsediği bağı koparır eline verirdim ama ben bu kadar cani bir insan değildim. Sadece söz olarak söylüyordum bunları, bana yaklaşmaması, daha çok yaralamaması için.

Her ne olursa olsun içimdeki kız çocuğu onu her gördüğünde daha da küçülüyor, kalbi kanıyordu.

Kim gerçek abisinin ona bağırıp, hiçbir şey yapmadığı halde el kaldırmasını isterdi ki. Bende insandım, benimde kalbim vardı ve bu kalbi çok kırmışlardı. Çok kanatmışlardı...

♦♦♦

O konuşmadan sonra Kaan'a arkamı dönerek uzanmaya devam etmiştim. O da benim onunla konuşmayacağımı anladığında yanımdan ayrılmıştı.

O gittikten beş dakika sonra bütün tim yanıma geldi.

Perde kapalıyken ilk Cem'in sesini duymuştum.

"Komutanım müsait miydiniz, sizlere kendi enerjimden getirdim."

Bu sözlerine gülmüş, oturur pozisyona zorda olsa geldikten sonra

"Gelebilirsiniz." Demiştim.

Benim onayımla birlikte perdeyi tamamen açarak etrafıma toplandılar. Her biri bir yanıma geçerken Yağız durumumun nasıl olduğunu sormuş, görevli askerde bu anı bekliyormuş gibi Yağız'a selam vererek bana söylediklerini ona söylemişti.

Her biri pür dikkat onu dinlerken yine hastaneye gideceğim için huzursuzlanmıştım.

Hiç sevmiyorum hastaneyi.

Biraz sonra hiç istemediğim sözleri Yağız'ın ağzından duymuştum.

"Hastaneye gidiyoruz."

Ona alttan bakışlar atarken

"Gitmeme gibi bir şansım yok değil mi?" diye sorduğumda sadece o değil hepsi birden cevap vermişti.

"Hayır."

♦♦♦

Onların söylemlerini ikiletmemiştim çünkü hastaneye gerçekten gitmeliydim, bu önemliydi.

Her ne kadar hepsinin gelmesine gerek olmadığını söylesem de geleceklerini söylemişler ve benim itiraz etmeme izin vermemişlerdi.

Diğerlerini başımdan savuşturup üzerlerini değiştirmelerini söyledikten sonra Kerem'in koluna girip destek alarak odama geçtim.

Beni odamın önüne bıraktıktan sonra Kerem'de hazırlanmaya giderken üzerime giyeceklerimi yatağın üzerine bırakıp oturdum.

Olabildiğince canım acımayacak şekilde üzerimi giyinmiş, ayaklarıma zorlanmayacağım spor ayakkabılarımı geçirmiştim.

(Nasıl buldunuz canlarım?)

Dünyanın bin bir türlü hali vardı ve ben ne olur ne olmaz diyerekten dolabıma fazladan kıyafet bırakmıştım. Bugün için daha rahat edeceğim en iyi şeyde bol olan eşofmanlardı.

Saçlarımı hiç bağlamak istemediğim için serbest bırakırken buraya bıraktığım çantamı elime aldım ve yavaş hareketlerle odamdan çıktım.

Yine diğerlerini bekleyeceğimi düşünürken kapımı açar açmaz hepsinin hazır bir şekilde kapımın önünde olduğunu ve beni beklediğini gördüm.

Ya ben çok yavaş hazırlanmıştım, ya da onlar uçarak hazırlanmıştı.

Benim yavaş hazırlanmamı elersek hızlıca hazırlanan onlardı.

Beni görmeleriyle herkes bana dönerken onları incelemeden kendimi alıkoyamadım.

Kerem'in üzerinde asker yeşili bir tişört varken pantolonu siyahtı. Ve renkler gerçekten çok güzel bir uyum sağlamıştı.

Cem'in üzerinde kahverengi bir gömlek varken pantolon olarak krem rengini seçerek konbinini tamamlamıştı.

Kemal abinin üzerinde lacivert bir tişört varken siyah pantolonuyla tam bir abiydi.

Metin abim ise siyahlara bürünerek karizmatik bir beyefendiye dönüşmüştü.

Son olarak, Ben hoşlandığını bildiğim bey de benimle uyumlu olarak giyinmişti. Evet bu doğruydu.

Üzerinde beyaz bir tişört giymişken altına bu kombini tamamlayan siyah pantolonunu tamamlamıştı.

O da uyumumuzu fark etmiş olacak ki o sinirlerimi bozan gülümsemesiyle ikimizi göstermişti.

Ona kötü kötü baktıktan sonra diğerlerine de bakarak

"Hadi gidelim de bitsin bu hastane işi." Diyerek onları gitmeye teşvik etmiştim.

Herkes beni onaylayıp yürümeye başlarken bu anı fırsata çevirmeye çalışan bir Yağız vardı.

Benim yürümemin zorlaştığını bildiği için elimi tutarak öne doğru büktüğü koluna yerleştirdi ve bir şey demeden ondan destek almamı sağladı.

Yüzüme de bakmadan yaptı bunu. Rahatsız olacağımı, ya da elimi çekeceğimi düşündüğü için yaptığını biliyordum.

Ne rahatsız oldum ne de bu yakınlığına bir şey dedim. Bunun aksine bir şey yaptım.

Koluna yerleştirdiği elimi tam yerleştirerek gerçek mana da destek aldım.

Bunu hisseder hissetmez yüzü bana doğru dönerken bu hareketimden dolayı şaşırmış görünüyordu.

Onun şaşırmasına bakmadan gözlerimi ondan kaçırarak sadece onun duyacağı sesle konuştum.

"Bana destek olduğun için teşekkür ederim Yüzbaşım." Dedim.

Bu sözlerimi duyar duymaz konuşması gecikmedi.

"Her zaman en büyük destekçinim Üsteğmenim."

Her ne kadar isimlerimizle seslenebilsekte böyle hitap etmeyi daha çok seviyordum.

O bana Üsteğmenim diye seslenirken ben de ona Yüzbaşım diye seslenmeyi seviyordum...

♦♦♦

Yolculuğumuzdan sonra hastaneye vardığımızda Yağız yine yanımda durup kolundan tutunmamı istemişti. Bunu geri çevirmeyerek ondan yardım aldım ve hastaneye giriş yaptık.

Yağız'a kimliğimi verdikten sonra kenarda duran sandalyeye oturup işlemlerin hallolmasını bekledim.

Bu sırada hiçbiri yanımdan ayrılmıyor, her dakka başı bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyorlardı.

Yağız'ı beklediğim sırada bu işlerin hızlıca bitmesini ve evde dinlenmeyi istedim.

O geldikten sonra yanımıza gelen hemşirenin yönlendirmesi ile acil bölümünün iç tarafına giderek bir bölmeye geçtim.

Diğerleri dışarıda kalırken Yaşlı bir doktorun yanıma gelmesi ile beni muayene etmesi ardarda olmuştu.

Kısa bir muayeneden sonra tomografi için iki hemşirenin sedyeyi hareket ettirmesiyle tomografi odasına doğru gitmiştim. Diğerleri de gelecekken onları durdurmuş,

"O kadar da değil. Ben hallederim." Demiştim.

Hemşirenin yardımıyla birlikte tomografi çekildikten sonra nasıl götürmüşlerse o şekilde beni bir odaya getirmişlerdi.

Normal büyüklükteki odaya geçtiğimizde hemşirenin yardımıyla hasta yatağına uzanmış, onun gitmesiyle birlikte tek kalmıştım.

Bu teklik uzun sürmemiş, bütün tim yanıma gelerek başımda beklemeye başlamıştı.

Tek refakatçi koltuğu vardı ve ona da Yağız oturmuştu. Yani diğerleri ayaktaydı.

Sessizliği her zamanki gibi Cem bozmuştu.

Koluma doktorun söylediği ilaç enjekte edildiği için bir kolumu hareketsiz şekilde yan tarafıma koymuş, diğerini ise gözüme siper etmiş bir şekilde dururken onun sözleri ile kolumu kaldırıp ona bakmıştım.

"Komutanım, biz revire girmeden önce o tarafta Kaan denen şahsı görmüştüm. Sizin yanınıza mı uğradı o şerefsiz?"

Bunu beklemediğim, daha doğrusu gördüğünü düşünmediğim için bir miktar şaşırdım.

Sonrasında ise şaşkınlığımı gidererek kolumu aynı şekilde tekrar gözlerimin üzerine kapadım. Cevap vermeyi de unutmadım.

"Evet."

Cevabım kısa ve netti. Bu konuyu pekte konuşmak istediğim söylenemezdi.

Cem konuşmadan durur mu? Asla.

Cevabımdan sonra sesi sinirli çıkarken eminim ki Kaan karşısında olsa onu kimse tutamazdı.

"Allah aşkına bir insan nasıl bu kadar yüzsüz olabilir aklım almıyor. İzin vereceksiniz kafa göz dalacağım o ite."

Odada olan gergin hava devam ederken Cem'in fısıltıyla çıkan sesi ile kolumu hızla çekerek ona bakmıştım.

"Ulan tehdidi bile umursamamış."

Kırdığı potu fark ederek bana bakınca tek kaşım havada ona bakıyordum. Diğerlerinin de bana bakan yüzlerini görünce bir tek benim bilmediğimi anlamış oldum.

"Ne tehdidinden bahsediyorsun?" diyerek sorumu sordum.

Ne kadar belli etmemeye çalışsa da Yağız'a bakış attığını görmüştüm.

Onun cevap vermeyeceğini anladığımda ise sağ tarafımdaki sandalyede oturan Yağız'a döndüm.

Yine ne olmuştu da benim haberim yoktu acaba?

"Bu konu hakkında bir bilgin, daha doğrusu bir alakan var mı?"

Yağız'ın bakışları bir süre benden ayrılıp Cem'i bulmuş, ona sinirle baktıktan sonra tekrar bana dönmüştü.

"Pekte önemli bir mesele değil. Senin dinlenmeye ihtiyacın var. Dinlenmen en iyisi." Dediğinde sinirlenmiştim. Eğer bir şey varsa bana da söylemelerini tercih ederdim. Hele ki konu o şahsiyetse.

Gözlerim kısık bir şekildeyken ona ve her birine tek tek baktım.

Söylemiyorlarsa söylemesinler, çokta umrumdaydı.

"Öyle olsun." Dedikten sonra eski pozisyonuma dönerek konuşmamı bitirdim.

Onların bana söylememesi sinirlendirmiş olsa da ben ne sorsalar cevaplarken bunu cevapsız bırakmaları canımı sıkmış, yalnız kalmak istememe yol açmıştı.

"Dışarı çıkmanız dinlenmem için daha iyi olur diye düşünüyorum."

Dediklerimden sonra kapının açıma sesini, biraz sonra da kapanma sesini duymuştum.

Gözlerim kapalı öylece dururken odanın içinde devam eden nefes sesiyle tek kalmadığımı anladım.

En küçük hareketi bile anlayabilirdim. Ama yanımda olan kişi bir yüzbaşıysa ve lakabı gölgeyse bu onun bilerek ses çıkardığını gösterirdi.

Onun burada olduğunu anlamamı istiyor, bu yüzden de sesli şekilde nefes veriyordu.

Onun odada olduğunu bildiğim halde görmezden geldim. Açmadım gözlerimi.

Buna sessiz kalması tam olarak iki dakika sürmüştü.

Sesi sitemliydi.

"Burada olduğumu bildiğin halde neden konuşmuyorsun?"

Sorusuyla birlikte dudaklarımda sahte bir gülümseme oluştu.

"Dinlenmek istediğim için olabilir mi Yüzbaşı?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim.

"Dinlenmek isteyebilirsin-de Yüzbaşı demen sıkıntı." Hitabımı hemen kapmıştı.

"Ne gibi bir sıkıntı olabilir? Rütbeniz Yüzbaşı sonuçta." Doğrusu buydu. Ben Yüzbaşım diye seslendikten sonra bunu garipsemiş olmalıydı.

Öyle de olmuştu.

"Genelde Yüzbaşı diye değil, Yüzbaşım diyerek hitap ederdin. Bana o herife hitap ettiğin gibi hitap etmeni istemiyorum. Küçükte olsa bir ayrıcalığım olmasını tercih ederim."

O gün kafa tuttuğum ve halen daha soyadından başka bir şey bilmediğim yüzbaşıdan bahsediyordu.

Soyadının Şahin olduğunu biliyordum sadece. Birde Yüzbaşı olduğunu.

"O yüzbaşıyla bir sorununuz varmış gibi görünüyordu. Öyle mi?"

İkisi de birbirine düşmanıymış gibi bakıyordu ve konu buraya gelmişken sormak en mantıklısıydı.

"Bazı sorunlarımız var ama şuan konumuz bu değil. Bana neden Yüzbaşı dediğini söyle."

Kafa tutmadan cevap vereceğimi sanıyorsa yanılıyordu.

Kolumu çekerek yanımdaki sandalyede oturup beni izleyen adama döndüm.

"Asıl sen bana ne tehdidinden bahsettiğinizi söyle."

Benim atağımı beklemezken kaşları havaya kalkmış benimle inatlaşmaya devam etmişti.

"Onu söylemiyoruz maalesef. Ama sen bana ne olduğunu söyleyebilirsin."

Söylese ölüyor muydu acaba?

"Çok söylerim, ilk sen söyleyeceksin. Benden ne saklıyorsunuz."

Tam ağzını açıp bu konuşmayı devam edeceği anda Kapı tıklatıldı ve ben komut vermeden açıldı.

Kapının açılmasından değil açan kişiyi görünce şaşırmıştım.

Gelen kişi biricik yeğenim Elif'in babasıydı. Kısacası Egeydi. Abi demeyi hak etmeyen insanlara içimden de olsa abi demeyecektim.

Kapıyı açar açmaz ikimizde bakışları oyalanmış, tereddütlü bakışlarla bize bakmıştı.

Bende bu sırada onu inceledim.

Doktor önlüğünün içinde oldukça işinde uzman gözüküyordu. Dalgalı sarı saçları dağınıkken üzerindeki giysileri gayet düzgündü.

Onunda benimde incelememiz bitince gözlerinden bakışlarımı ayırmadan onu göz hapsine aldım.

Bunun burada ne işi vardı hem. Bugün gayet te abi sevgisi(!) almıştım. Ona gerek olduğunu sanmıyordum.

Gözleri bütün bedenimi gezdikten sonra üzgün gözlerle bana döndü.

MaşAllah bugün de Demir kardeşler hep üzgün bakıyordu.

Biri bunları kapı dışarı etmemem için bir sebep söylesin.

Yağız yayılmış şekilde sandalyesinde otururken Ege'yi göz hapsine çoktan almıştı.

Bu sessizliği üzgün mü üzgün olan kişi bozdu.

"Geçmiş olsun. Buraya getirilirken gördüm, ağrın var mı?"

Ona gerçekten mi dercesine baktım.

Sesim, kalbim tarafından ona örülen duvala birlikte sert çıkmıştı.

"Benim iyi olup olmamamın seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum. Şimdi, çık dışarı."

Bu tepkimi beklemiyor olsa da biraz daha yaklaşarak ayak ucuma kadar geldi.

Bu kadar ılımlı yaklaşması az daha ağlatacaktı. Ne olmuştu buna böyle.

"Bak, gördüğün gibi bir doktorum ve senin iyiliğini istiyorum. Eğer ağrın varsa elimden geleni yaparım. Şuan bir hastasın ve ben doktor olarak buradayım. Buradan çıktıktan sonra istediğin gibi sert davranabilirsin. Hakkındır."

Onu burada, yakınımda istemiyordum. Bu kadar basitti, neyini anlamıyordu.

"Her ne kadar doktor olsan da seni Ege Demir olduğun için yanımda istemiyorum. Şimdi bir hasta olarak senden benim yakınımda durmamanı, bu odadan çıkmanı istiyorum. Anlaşıldığımı düşünüyorum."

Bu sefer biraz da olsa sertliğimi geride bıraktım. Ama birazcık.

Kibar kibar defol git diyordum ama anlamıyordu.

Yağız'ın bakışları zaten ondaydı ve oldukça sert bakışlarla bakıyordu.

"Bizi yalnız bırakabilir misin?" diye sorduğunda az daha "Yok artık" diyecektim.

Pardon de ben onunla konuşmak istemediğimi, hatta defolup gitmesini isterken bu da neyin nesiydi.

Neyse ki Yağız'ın onu yanımda bırakma ihtimali yüzde sıfırdı. Evet bırakabilirdi ama ben istemediğim sürece bunu yapmazdı. Bundan emindim.

Bunu da onun sözleriyle sabitlemiş oldum.

"Sıla bunu istemediği sürece buradan gitmeyeceğim Demir. Eğer istiyorsa..."

Sözlerini devam ettirmeden bana baktı ve istemediğimi tekrardan görerek yine ona döndü.

"...ki istemiyor, buradan gitmiyorum."

Ege'nin omuzları çökerken onun aksine ben çok sevinçliydim.

Ne kadarda iyi bir adamdı. Her şekilde düşünüyor, öyle hareket ediyordu.

İç sesimim söyledikleri çok doğruydu.

Hem yakışıklı, hem centilmen, hem düşünceli hem de odun bir bey... Daha ne olsun.

♦♦♦

Ege biraz daha bana baktıktan sonra o da biricik kardeşi gibi pes ederek odadan çıkmıştı.

Herkesi pes ettiren kişi bendim ve bundan gayet te memnundum.

O çıkar çıkmazda Cem girmişti.

Kapıda karşılaşmışlardı ve Cem ona çok kötü bakmıştı.

Üç kardeşe de düşman olmuştu. Bıraksak elinden kurtulamazlardı.

Söylene söylene yanıma geldi.

"Ya komutanım, Allah aşkına biraz hırpalamamam izin verin bari. Uykum vardı onu bile kaçırdı. Uykumun yanında ben ne yapayım. Her yerden çıkıp çıkıp karşımıza çıkıyorlar."

Bu haklı sitemine karşı gülümsedim.

"Yapacak bir şey yok. Belki bir daha ki antrenmanda sana düşerler. Bunu istemez misin?"

"Bu soruyu sormanız bile hata Komutanım. Tabi ki isterim. Böyle bir anı iple çekiyor olacağım." Dedi ve tehlikeli bir şekilde gülümsedi.

Genelde neşeli gezen Cem'in kötü şeyler düşünüp ciddi olması her seferinde şaşırmam için bir sebepti.

Az sonra doktorla birlikte içeri giren diğerleri ile bu konuyu da rafa kaldırmış olduk.

Doktor yanıma geldikten sonra kas zedelenmesi olduğunu, herhangi bir ciddi hasarın olmadığını söylemişti.

Ciddi hasar olsaydı bu kadar iyi durabileceğimi sanmıyordum zaten. Bu yüzden doktorun dedikleriyle onu onaylamış, verdiği reçeteyle birlikte eve uğurlanmıştım...

♣♣♣

Bölüm sonu.

Bölümü nasıl buldunuz?

En sevdiğiniz sahne hangisiydi?

Kitabın içine girebilseniz ne yapmak isterdiniz?

Bölümümüz tam olarak 4000 kelime oldu. Bu kadar kısa tutmak bende istemezdim ama eğer bu halini paylaşmasaydım bir hafta hatta daha fazla beklemeniz gerekecekti.

Neyse, oylarınızı verip yorum yaptıysanız sizleri instagram hesabıma davet ediyorum.

Gelecek bölümler için videolar ve yaptığım tasarımlar için beni takip edermisiniz🥹

Ederseniz çok sevinirim.

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere🥰

Sizleri çok seviyorum💖

En Güzel'e emanetsiniz❤️

İnstagram: asil_kalem

 

Bölüm : 05.09.2025 16:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...