

Selamın Aleyküm benim kıymetli okurlarım.
Nasılsınız?
Ders aralarında ancak yazabildiğim 4700 kelimelik bölümümüzle karşınızdayım🤩
Bitirdiğime o kadar sevindim ki anlatamam.
Romantik sahnemiz olan ve en sonunu fena bitirdiğim bir bölüm oldu.
Umarım beğenirsiniz🤗
Oy vermeyi ve o güzel yorumlarınızı yapmayı unutmayın🫶🏻
İyi okumalar dilerim🌸
♣♣♣
Hastanede olan o günden sonra tam olarak üç gün geçmiş, bu üç günde Lale ablanın yardımları sayesinde daha iyi olmuştum.
İzin aldığım için hep evdeydim ve bu süreçte bana çok yardımcı olmuştu.
Hem yaptığı güzel yemeklerden bana da getirmiş sağlıklı beslenmem konusunda bir anne edasıyla söylediklerimi umursamadan yanımda olmuştu.
Küçük Yağmur’un neşeyle yanımda gezmesi de daha hızlı toparlanmamın sebeplerinden biriydi.
O kadar tatlıydı ki. Her oyununa ara verdiğinde yanıma gelip morarmış olan yanağıma öpücük konduruyor, bazen de küçük elleriyle yarım bardak anca doldurduğu suyu getirip şirince gülümsüyordu.
Babasından alışık olduğu için kötü bir tepki vermese de yine de yanağımdaki izi ondan saklamak isterdim. Her ne olursa olsun bir çocuğun bu izi görmesi kendimi kötü hissettirmişti.
Çok yardımcı olmuşlardı. Haklarını nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum.
Tim ise iş çıkışlarında yanıma geliyor, halimi hatırımı sorduktan sonra gidiyorlardı. Ben yokken bildiğim kadarı ile bir kez göreve gitmişlerdi ve bu aralar fazlasıyla yoğun oldukları için geç saatlere kalıyorlardı.
O gün bahsettikleri tehtidin ne olduğunu halen daha öğrenemesem de bu konuda Kaan'la ilgili olduğu için boş verme kararı almıştım. Onun hakkında hiçbir halt öğrenmek istemiyordum.
Yağız ise onlardan ayrı şekilde her geldiğinde farklı bir meyve poşetiyle geliyor, sağlıklı beslenmem gerektiğini söyleyip duruyordu.
Daha doğrusu her fırsatta yanıma yanaşıyordu. Ben ne kadar yüz vermesem de bu onun umurunda olmuyor, kendi bildiğini okuyordu.
Ama her ne olursa olsun benim sınırlarımı asla geçmiyordu. Aramızda bir şey olmadığı için, daha doğrusu benim ne tepki vereceğimi kestiremediği için o görünmeyen mesafeyi aşmıyordu.
Bu mesafenin kalkmasını bugün sağlayacağından habersizdim…
Bugün ise iznimin bitişi ile sabah erkenden kalkmış, karargaha gitmek için hazırlanmıştım.

(Nasıl buldunuz canlar?)
Bu kadar izin ve dinlenme fazlasıyla yetmiş, iyi olmamı sağlamıştı. Her ne kadar belimdeki ağrı tamamen yok olmamış olsa da daha iyiydim. İşimi özlemiştim.
Üzerimi giyindikten sonra saçlarımı tarayarak düşük bir topuz yaptım ve gerekli eşyalarımı koyduğum çantamı da alarak evden çıktım.
Evden çıktım ve ayaklarıma stilettolarımı geçirdikten sonra kapıyı kilitledim.
Asansörün olduğu tarafa döndüğümde ise karşımda Yağız’ı tabi ki beklemiyordum.
Onu görünce bir an duraksadıktan sonra ona doğru yürümeye başladım. Daha doğrusu bineceğim asansöre.
İlerlerken bir yandan da üzerini inceledim. Gerçekten güzel bir zevki vardı.
Her zamanki gibi rahat bir kombin giyse de bu kombinler onu çok şık gösteriyordu.
Asansörün yanındaki duvara yaslanmış, kollarını göğsünün üzerinde bağlamıştı.
Gözleri ise kısık bir şekilde benim üzerimdeydi.
Bende onun bakışlarına eşlik ederken asansöre ulaştım ve
“Günaydın Yüzbaşım.” diyerek asansörün butonuna bastım. Meşgul olsa gerek basılmamıştı.
Bakışları halen daha benim üzerimde olan Yağız’ın yüzünde bir gülümseme belirdiğini hissettim. Nasıl hissettim bilmiyorum ama hissetmiştim. Bu yüzden ona doğru çevirdim başımı.
Gerçekten de yüzünde güzel bir gülümseme vardı ve o ne zaman gülümsese yüzü aydınlanıyordu. Şimdi de bu olmuştu.
Söyledikleri ile donup kalmıştım.
“Günüm seni görünce aydı Üsteğmenim.”
Öyle bir bakışı vardı ki, sanki içimde yaşadığım bütün duyguları görmek istercesine bakıyordu. Derin bakışlarına karşılık bende onun gözlerinden ayırmadım gözlerimi.
Bu sefer kaçmadım kehribar harelerinden. Bende karşılık verdim onun güzel bakışlarına.
Bakışmamız devam ederken aklımda sadece bir soru vardı.
Acaba gerçekten beni sevebilir miydi?
Bu soru kafamda gidip gelirken Yağız,
“Açık konuşacağım.” Dedi ve yaslandığı duvarla bağlantısını keserek dik bir durumda karşımda durdu. Ben ise sadece ona bakmaya devam ediyordum. Aramızda fazlasıyla az bir mesafe vardı.
Alnını kaşıdıktan sonra adem elmasının hareketinden sert bir şekilde yutkunduğunu anladım. Sonrasında ise derin bir nefes vererek gözlerimin içine baktı ve kalbime baskı yapan sözlerini söyledi.
“Seni sevmeme iznin var mıdır Üsteğmenim?”
Bu soruyla birlikte boğazıma bir yumru oturmuş, kalbime balyoz inmiş gibi hissetmiştim.
Böyle bir konuşma yapılacağını elbet biliyordum ama bu anı asla beklemezdim. Birbirimize günaydın der, Karargâha geçeriz diye düşünmüştüm.
Ona bakınca sevilebilir bir tarafının olduğunu hissediyordum. O sevilmeyi hak eden biriydi. Eminim ki sevdiği kişiyi de layıkıyla severdi.
Peki ya ben. Ben sevilmeye layık birimiydim?
Beni anne babam istememişken buna değebilecek birimiydim.
Evet, hep sevilmek istemiş olabilirdim ama bana ayıracağı vakitlere değer miydim? Ben sevilmeyi hak ediyor muydum?
İşte bunu bilmiyordum. Bu konu açıldığında beynim duruyor, eskide olan bütün anılar gözlerimin önünden geçiyordu.
Şuana kadar olan her şeyi net bir şekilde hatırlıyordum. Hem de her ayrıntısıyla…
Gözlerim yanarken boğazımdaki yumruyu geçirmek istercesine sertçe yutkundum. Bu hareketim daha da acımasına sebebiyet verdi.
Yağız’ın karşımda gözleri kısık şekilde bana baktığını fark edince ise onu hemen reddetmedim.
Belki o beni severdi. Sevilmeyi bana öğretirdi...
İçimdeki acıyı saklamaya çalışarak tekrardan yutkundum ve içimden geçenlerin bazılarını soru niteliğinde ona yönelttim.
“Benim sevilebilir biri olduğuma dair inancın var mı Yüzbaşım?”
Ona karşı ilk defa bu kadar savunmasız olduğumu hissettim. Ben ilk defa birine karşı bu kadar açık konuştum.
Ne beklediğimi bilmiyorum ama o ne zaman yanımda olsa güvende hissediyordum. Sanki onun yanındayken hiçbir güç bana zarar veremezmiş gibi geliyordu.
Belki çok hızlı güvenmiş olabilirdim ama kalbimden gelen ses bunu söylüyordu, ona güvenmemi.
O benim güven duyduğum bir liman gibiydi.
Gözlerindeki ümit duygusunun yerini donukluk aldı.
Bu sözcükleri beklemiyor olmalıydı. Bende bu konuşmayı beklemiyordum.
Ne düşündüğünü bilmiyordum. Ne yapacağını da bilmeyince ondan bakışlarımı kaçırmakta buldum çözümü.
Gözlerimi ondan kaçırarak başımı başka tarafa çevirdim.
Ama bunu yaptığımın saniyesinde hareket edeceğini düşünememiştim. Daha çok bu konuşmayı burada kapatacağımızı düşünmüş, bakışlarımı kaçırmıştım.
Çenemde hissettiğim parmaklarıyla birlikte nazik bir şekilde kendine doğru çevirdi yüzümü.
Kaçırdığım gözlerim yine onun gözleriyle buluştuğunda bakışlarında donukluk yerine sevgi ve şefkati gördüm.
Bu bakışlarla kalbime bir balyoz daha vurdu sanki.
Karşımda o olmasa gözyaşlarımı serbest bırakır bu duygu karşısında ağlar dururdum sanırım.
Çenemi tutan parmakları olduğu yerde dururken gözlerinde bulunan çokça güzel duyguyla bana baktı. Bir süre bu bakışma devam etti. Ta ki ağlamama sebebiyet verecek kadar güzel sözler dudaklarından dökülene kadar.
“Seni gördüğüm her an aklımdan sadece seni sevmek gelirken sen sevilmeye layık biri olmadığını nasıl düşünürsün Sıla. Ben sana her baktıkça kalbimde aklımda sadece seni sevmek istiyor. Böyle bir mevzusun bende.”
Gözlerimi kırpıştırarak ona tekrardan baktım.
Gülümsemem derinleşti. Ama bu sefer buruk değil, güzel bir gülümseme vardı dudaklarımda.
Benim gülümsememle birlikte o da bana güzel gülümsemesini sundu.
Birlikte gülümsedik.
Sonrasında aklına ilk sorusu gelmiş olacak ki muzip bir şekilde sırıttı.
“Soruma cevap alamadım Üsteğmenim?” dediğinde gülümsemeye devam etmiş, cevabımı kararlılığımla birlikte vermiştim.
“Sevgiye izinle hükmedilmez. Ama seni tanıdıkça… belki cevabımı bulurum Yağız. Sen bana yalnız olmadığımı hissettirdin, bunu da hissettirmeyeceğin ne malum?”
Cevabıma karşı memnun bir şekilde gülümserken bu konuşmamızın son sözlerini bana bakarak söyledi.
“Cevabını bulman için pusulan olmaya her daim hazırım Üsteğmenim.”
Bende ona bakarken içimde çok büyük bir neşe vardı. Bu kadar gülümsediğim bir an daha yoktu.
Bakışmamızı, Yağız tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken açılan asansör kapısı bozdu.
Yanında bulunduğum asansör kapısı açılacakken Yağız fark ederek açılmadan geri kapatmıştı. Durdurmasaydı bana çarpabilirdi.
Sanki kimin geldiğini biliyormuş gibi gözlerini sıkıca yummuş, dişlerini sıkmıştı.
Bende bu sırada ondan uzaklaşmıştım. Aniden gelen bir dürtüyle yapmıştım bunu.
Biraz sonra Yağız’ın az önceki yumuşak sesine kıyasla fazlasıyla sinirli olan sesini duydum.
“Cem! Eğer şu sevdiğim asansörün içindeki sensen ve yine gelip bizi bulduysan s*ktir git! Yoksa Sıla’dan önce benim elimde kalacaksın!”
Evet, arada bir küfür etmeden sansür ederek değiştiriyor olsalar da bazen aradan kaçabiliyordu. Bundan anladığım kadarı ile gerçekten çok sinirlenmişti.
Az sonra çok komik bir şey oldu.
Yağız halen daha gitmeyen ve içinden ses çıkmayan asansörün kapısına uzanacakken içeriden Yağız'ın tahmin ettiği Cem'in sesi duyuldu.
“Vallahi bilerek olmadı Komutanım. Metin Komutanım göndermişti.” Dedi ve Yağız'ın sözlerine atıfta bulunarak
“Asansörde sizi sevmiş ki gitmiyor.” Dedi.
İçeriden tuşa sert basma sesi gelirken elimi ağzıma kapatarak sesli gülmüştüm.
Yağız’ı tek bir hareketiyle kızdırabiliyordu.
Yağız’ın sinirli bakışları hayretle bana dönerken ben gülmeye devam ediyordum.
Bana bakışları devam ederken gülmemi bitirip ne oldu manasıyla başımı iki yana doğru salladım.
Hiçbir şey söylemeden kafasını kendi içinde bir şeyi düşünmüş gibi salladı ve halen daha içeride tuşa basan Cem’i görmek için kapıyı açtı.
Kapı açılınca başımı o tarafa çevirip Cem’e baktım.
Seri bir şekilde Yağız’a dönmüş, sert bir şekilde yutkunarak gülümsemeye çalışmıştı.
Gülümsemesi başarısız olurken son bir umut bana baktı.
“Ben merdivenden insem olmaz mı Komutanım?”
Ona üzüldüğüm için Yağıza yaklaştım ve giydiği deri ceketini arka kısmından tuttuğum gibi asansörün önünden çekilmesi için geri çektim.
Benim ne yaptığıma baktığı için bana zorluk çıkarmadan benim tutmamla geri adım attı. O izin vermese ve geri çekilmeseydi fazlasıyla güç kullanmam gerekebilirdi. Sonuçta kendisi dağ gibi bir adamdı.
Benim yaptığıma ayak uydurup geri çekildikten sonra Cem hızlıca asansörden çıkmış, merdivenlerden paldır küldür inmeye başlamıştı.
Kafamı iki yana sallayarak açtığım asansör kapısından içeriye girdim ve Yağız’ın içeri girmesiyle birlikte alt katın tuşuna bastım.
İkimizde yan yana dururken daha konuşmadık. Konuşsakda ne konuşabilirim bilmiyordum. Genelde konu bulabilen, sohbet sever biriydim ama böyle bir konuşma yaptıktan sonra Yağızla nasıl konuşmam gerekir bilemiyordum.
Bu konuşma onun iyi düşüncesiyle gerçekleşmişti. Benim nasıl hissettiğimi, karşı gelip gelmeyeceğimi ya da rahatsız olabileceğimi düşünerek bana sormuştu.
Bu çok büyük bir hareketti, hele de günümüzde yaşadığımız olayların yanında.
Aşağıya indiğimizde asansör kapısını Yağız açmış, ilerlemeden benim geçmemi beklemişti.
Ona teşekkür ettikten sonra dışarı çıkmıştık.
Arabaların yanına geldiğimizde sadece Metin abimin burada olduğunu gördüm.
Belli ki diğerleri çoktan gitmişti.
Onun görüş açısına girdiğimizde yaslandığı arabasından ayrıldı ve ellerini ceplerine yerleştirerek dik bir konuma geldi.
Yanına gittiğimizde ilk yağızla sessiz bir bakışma gerçekleştirmiş, sonrasında ise bakışları bana dönmüştü.
Sesindeki sıcaklık ancak bu kadar abi hissiyatı verebilirdi.
“Karargâha gelecek kadar iyi misin? Eğer değilsen…”
Gülümseyerek başımı olumsuz anlamda iki yana salladım ve devamını getirmeden konuştum.
“İyiyim abi, asıl işime geri dönmezsem iyi olmayacağım.”
Başını salladıktan sonra sesli şekilde de onaylamıştı beni.
“Öyle olsun bakalım.”
Onunla da konuşmam bitince kendi arabama doğru ilerledim, ama yarı yolda Yağız’ın sesi beni durdurdu.
“Sıla…”
Bana seslenmesiyle birlikte ona döndüğümde devam etti.
“Ne kadar iyi olsan da benim arabayla gelsen? Daha tam iyileşmedin.”
Buna gerek yoktu. Araba sürebilecek kadar iyiydim.
“Ben iyiyim, arabayı da gayet rahat sürerim. Gerek yok.”
İstemese de başını olumlu anlamda sallayarak kendi arabasına geçti.
Her ne olursa olsun olumsuz bir şey yapmaması benim için artı puan almasına sebebiyet vermişti.
Metin abimde onunla giderken ben kendi arabama geçmiş, arabamı çalıştırmıştım.
♦♦♦
Karargâha geldiğimizde her zaman yaptığımız gibi odalara dağılmış, üzerlerimizi değiştirdikten sonra Yağız'ın emri ile içtima alanında toplanmıştık.
Sıraya dizilmiş şekilde Yağız'ın gelmesini bekliyorduk. Daha doğrusu tim sıradayken, ben karşılarında ellerimi arkamda birleştirmiş şekilde bekliyordum.
Bu sırada Cem bugün olayın aslını anlatıyor, bugün ceza alıp almayacağını kendine dert etmiş bir şekilde yakınıyordu.
Ben ise alttan alttan gülerken onun söylediklerini dinliyordum.
“Ya bir insan ne zaman gideceğini bilmeyip, Komutanının kızacağı anda mı yanında bulur kendini. Tamam, ben bu işi beceremiyorum peki ya asansörün çalışmaması. Bu kadar şanssız bir insanım. Ya Yağız Komutanım sevdiğim asansör dedi, asansör bozuldu.”
Yüzünü sıvazlayarak kendi kendini azarladı.
Başkasına değil en çok kendine zararı oluyordu aslında.
Az sonra aklına bir şey gelmiş gibi Metin abime döndü.
Ters bir şekilde ona bakınca Metin abimde ona yandan bir bakış atmış,
“Yine ne oldu?” demişti.
İkisi timde en çok birbirine sataşan kişilerdi. Cem şaka veya hata yapar, Metin abim ise tatlı bir şekilde onu azarlardı.
Evet, azarlaması çok tatlıydı. Belki de ben böyle görüyordum.
Cem aklındaki düşünceyi hemen söyleyiverdi.
“Yağız Komutanımı soranda, beni onların yanına gönderende sendin abi.” Dediğinde rütbeyi unutmuştu.
Metin abim yüzünü ona çevirdikten sonra kaşlarını havaya kaldırarak üstten bakışlarla bakarak onu bir nevi uyarmıştı.
“Abi?”
Cem bununda farkına varınca gülümsemeye çalışıp az önceki konuyu kenara atmıştı.
“Bir an demiş bulundum Komutanım. Kusura bakmayın.”
Metin abimin yüzünde bit sırıtış yerleşecek gibi olurken bunu durdurmuştu. Yine de konuşmayı ihmal etmemişti.
O gülümsemeyince benim yüzümdeki tebessüm de gitmişti.
Sanki kendine gülmeyi yasaklamıştı…
Buna sebep olan insanlara karşımda içimde büyük bir nefret oluştu. Tanımadığım insanlara karşı nefret duyarken onun hareketlerini gözlemlemeye devam edecek, elimden gelen bir şey olursa her daim ona destek olacaktım.
“Bir daha olmasın.”
Bu konuşmanın bitimiyle birlikte tim sessizliğe gömülmüştü. Bu sessizlik ,bana iftira atıldığında bana haber vererek beni aşağılamaya çalışan Yüzbaşı ve yanında gördüğüm timi yanımıza gelene kadar sürmüştü.
Onları fark etmeden önce timin gerildiğini ve onlara sert bir ifadeyle baktığını görmüştüm. Onların bakışlarını takip edip arkamı döndüğümde o gün ki yüzbaşıyı ve timinin bu tarafa geldiğini gördüm.
Timimin önünde dik bir konumda durduktan sonra yanımıza gelmelerini bekledim.
Belli ki timce bir meseleleri vardı. Şuan bunun ne olduğunu bilmesem de şuandan itibaren öğrenmeden durmayacaktım.
Yüzbaşı gelerek karşımda durduğumda timin arkamdan tam benim arkama geldiklerini arkaya bir bakış atınca görmüştüm.
Karşımızda bir Yüzbaşı olunca hepimiz topuk selamı verdik.
Selamımızı verdikten sonra onun “Rahat” demesi ile rahata geçmiştik.
Arkamda bulunan timime üstten bakışlar attıktan sonra bana döndü siyah bakışları bana döndü.
Göz kontağını bozmadan bende ona hissiz bakışlarımla baktım.
Bakışlarında beni rahatsız eden bir şey vardı ama ne olduğunu çözemedim. Belki de önceden benimle konuştuğu ve aşağılamaya çalıştığı için böyle hissetmiştim.
Sert sesiyle emir verdi.
“Tekmil ver Asker!”
Elimi anlıma götürdükten sonra gür sesimle tekmilimi verdim.
“Kıdemli Üsteğmen Sıla Gündoğdu/Iğdır. Emret Komutanım!”
Başını salladıktan sonra adımı yeni duyuyormuş gibiydi.
Sessiz kalamadım. O gün konusunda fazlasıyla sinirliydim zaten.
“İsmimi bildiğinizi sanıyordum Komutanım?” dediğimde anlamaz gözlerle bana bakmıştı.
Bunu sözleriyle de belirtti.
“Anlamadım?”
Başımı sallayarak konuştum.
“Birkaç gün önce gerçekleşen hadisede ismimi öğrendiğinizi düşünüyordum Komutanım.”
Bu konuyu açtığım için bana anlamsız bir bakış attıktan sonra
“Bu konunun kapanacağını düşünmüştüm.” Dedi.
Dik durmaya devam ettim. Kendimi ezdirmeyecektim.
“Kendi şahsıma yapılan bir iftira olduğu için henüz kapanmış değil Komutanım.”
Sinirleri bozulmuş gibi gülerken konuştuğunda sesinde geçen seferki gibi bir alaycılık vardı.
“Her neyse, bakıyorum da Komutanınızı göremedim.”
Umursamaması ve konuyu kapatması sinirlerimi bozsa da bozuntuya vermedim.
Tim de bende bir şey demedik. Bizim sessizliğimizle birlikte bakışları tekrar bana döndü.
“Size soruyorum asker, nerde Komutanınız?”
Sesi sitemliydi ama bu sitem nedendi hiçbir fikrim yoktu. Kendimi dizginledim ve ifadesizliğimi korudum.
Dudaklarımı aralayıp saygılı bir şekilde cevap verecektim ki onun gür sesi duyuldu.
Bana “Pusulan olurum…” diyen beyefendinin sesiydi.
“Buradayım Yüzbaşı, buradayım-da sen neden burada, timimin yanındasın? Hayırdır?”
Benim çapraz tarafımda kalıyordu ve o tarafa döndüğümde onunla göz göze gelmiştim.
Bana bakmayı sürdürdükten sonra bakışlarını çekmiş, ilerlemeye devam ederken karşımdaki adamla göz teması kurmuştu.
O yanımıza gelir gelmez bir adım geriye çekilerek Kemal abimin yanına geçmiş, onlarla bir olarak topuk selamını vermiştik.
Ellerimiz alınlarımızda, gözlerimiz tim komutanımızdaydı.
Bu hareketimizle birlikte Yağız gururla gülümsemiş, diğerlerini boş verip bize dönmüştü.
“Rahat asker.”
Emri yerine getirip rahata geçtiğimizde bizi temsil etmek amacı ile tam önümüzde bize sırtı dönük bir şekilde durdu.
Her ne kadar rahat bir tavır sergilese de içten içe karşımızdaki adamın burada olmasından memnun değildi.
Sorusuna cevap verilmeyince sorusunu yineledi.
“Soruma cevap ver Yüzbaşı, neden burdasın?”
Yüzbaşı karşısındakiyle dalga geçercesine, onu umursamıyormuşçasına bir şekilde sırıtmış, alayla konuşmuştu.
Bu tür hareketlerden hiç hoşlanmazdım.
“Timinin yanına gelirken senden izin alacak değilim. İstedim ve geldim.”
Yağız’ın yalandan güldüğünü çok belli eden sesini duydum.
Bir yandan da dışarıda olan ellerini ceplerine yerleştirmişti.
“Bunun için zaten izin almana gerek yok Hakan. Bunu sende çok iyi biliyorsun. Ama bilgilendirme yapmalıydın. Gelmenin nedeni olmalı ve ben bu nedenin her zaman olduğu gibi iyi bir şey olmadığını çok iyi biliyorum. Şimdi tekrar soruyorum, neden geldin?”
Bu konuşmayla birlikte Yüzbaşının adını öğrenmiştim.
Adı Hakandı.
Yağız’ın da dediği gibi pekte iyi bir şey için gelmemişti. Bunu konuşunca anlamış, ona hak vermiştim.
“Beni ne kadar da iyi tanıyorsun ama. Buraya askerilerinin gücünü test etmek, birlikte içtima yapmak için geldim.”
Her konuşmasında arada bana da bakıyor, sonra gözlerini tekrar Yağız’a çeviriyordu.
Bunu bütün tim anlamış gibi hepsi diken üstünde ve gergindi.
Yağız’ın sesinde ise bunu istemediğini belli eden bir ton vardı.
“Bugüne kadar bunu yapmadın, şimdi ne oldu da istiyorsun bunu?”
Gittikçe gerilen ortamda Hakan Yüzbaşının dedikleri ortama bomba gibi düşmüştü.
Gözleri bendeydi ve yüzünde sinir bozucu olan o sırıtışı vardı.
“Evet eskiden merak ettiğim bir şey yoktu ama artık var, asker olan bir kadın. Sıla…”
Bu sefer sessiz kalmadım. Zaten sinirlerim epey gerilmişti, birde buna sessiz kalıp kendimi ezdirmeyecektim.
Sesimde bakışlarımda buz gibiydi.
“Bütün askerlerin aynı eğitimi aldığını ve bu eğitimlerden benimde geçtiğimi belirtmek isterim komutanım.”
Yağız’ın karşısından çekilim bana doğru bir adım attı ve benim karşıma geçti.
Bütün vücudumda gözlerini gezdirdikten sonra gözlerinde sadece küçük görme vardı.
Bununla birlikte yumruklarımı sıktım.
Bakması bittikten sonra beni kâle almıyormuş gibi gözlerini başka tarafa çevirerek cevap verdi.
“Olabilir ama bizim kadar güçlü olamadığınız için en küçük bir darbede yere yığılırsınız. Askerlerin önünde kendini baya iyi gösterdin. Bakalım o sözlerin gerçek mi, yoksa palavradan mı ibaret?”
Bu sözlerinden sonra şuana kadar sessiz olan timi buna gizlemeye çalışarak gülmüştü. Ne gördülerse bir anda susmuşlardı ve bundan sonra tek bir kişinin sesi duyuldu.
“Ben askerime kefilim. Yapalım içtimayı.”
Bu sesle birlikte gözlerim kehribarlarını bulmuştu.
Ona baktığımda bana bakıyor olduğunu gördüm. Ben bakınca da göz göze gelmiştik. başını hafifçe eğdi ve ben bunun ne olduğunu anladım.
Benim ezilmeyeceğimi, o içtimada elimden geleni yaparak kazanacağıma güveniyordu. Bu da beni rahatlatmak içindi. Sinirlendiğimi de gerildiğimi de çok iyi biliyordu.
Sıktığım yumruklarımı yavaşça açarken bende ona doğru başımı eğdim ve çok küçük bir tebessüm ettim.
O kadar küçüktü ki görüp görmediğinden bile emin değildim.
Bakışlarını benden ilk o çekmiş, Hakan Yüzbaşıya bakmıştı.
Bende ona baktığımda gözleri kısık şekilde Yağız’a baktığını gördüm. Sonra da sesini duymuştum.
“Öyle olsun. Hazırlanın ve on dakika sonra burada olun.” Dedikten sonra timi ile birlikte yanımızdan ayrılmıştı.
Onlar gider gitmez Cem'in konuşması hepimizin iç sesi olmuştu.
“Bu kadar sinir bozucu bir insan daha tanımıyorum yemin ederim. Her şeye bir muhalefet. Görende kendini milletvekili sanır.”
Diğerleri gülerken bende tebessüm etmiştim. Sinirimi çıkarmadan rahatlayamayacaktım.
♦♦♦
Hakan Yüzbaşının da dediği gibi hazırlanmış, içtima alanında toplanmıştık.
Bizi şaşırtan şey ise oldukça kalabalık olmasıydı.
On dakika önce boş olan alan bir sürü askerle kaplanmıştı. Bu tabi ki rastlantı değildi, bunu biliyordum.
Tim olarak boş alana geçtik ve dizilerek diğer timin gelmesini bekledik.
Bu sırada hiçbirimiz konuşmuyor, sadece olduğumuz yerde bekliyorduk.
Bu bekleyiş kısa sürdü. Az sonra timi ile birlikte Hakan Yüzbaşı geldi ve tam karşımıza dizildiler.
İsteği beni herkesin içerisinde küçük düşürmekti, bunu çok iyi anlamıştım. Ama buna izin verecek göz bende yoktu. Ne kadar güçlü olursa olsun keskin zekamla onu devirecektim. Bu da kendime sözümdü.
Zirve sözü.
Biraz sonra Hakan Yüzbaşının isteği ile herkes rakibini seçti. Daha doğrusu herkesi kendi eşleştirdi.
Bunu hepimiz beklesekte bu kadar kendi bildiği şekilde yapacağını düşünmüyorduk.
Eşleşmeler aynen şu şekildeydi. Bu sırada timdeki diğer üyelerinde adlarını öğrenmiş oldum.
Ben ve Hakan Yüzbaşı,
Yağız ve Emre Üsteğmen,
Kemal abim ve Ahmet Üsteğmen,
Metin abim ve Mehmet Üsteğmen,
Cem ve Can Teğmen,
Ve son olarak Kerem ve Burak Asteğmen.
Bu eşleşmede diğer herkes aynı rütbede olduğu kişiyle eşleşirken bir tek ben ve Yağız farklı şekilde eşleşmiştik.
Bunun sebebi de Hakan Yüzbaşının beni seçmesiydi.
Ben ona yapacağımı biliyordum.
En sondan başa doğru şekilde yapacaktık, bu yüzden en sona ben vardım.
İlk Kerem ortaya geçti ve zorlu bir mücadeleden sonra son hamlesini yaparak kazandı. Küçücük bir hareket bile bazen kazanma sebebimiz olabiliyordu. Burada da aynen bu olmuştu.
Burak Asteğmen yumruklarını sıkarak ve sinirle Kerem'e bakarak eski yerine geçtiğinde Yüzbaşının surat ifadesine baktım.
Dişlerini sıkmaktan yüzü kasılmıştı. Bu görüntüyle birlikte sırıtmış Kerem'e doğru aferin niteliği ile başımı sallamıştım.
Dudağından akan kanı elinin tersiyle silerken gülmüş, acıyan dudağıyla birlikte yüzünü buruşturmuş, bana karşılık vererek başını sallamıştı.
Ona gülümsedikten sonra ortaya geçmeye hazırlanan Cem’i gördüm.
Kısık sesimle birlikte onu nasıl motive edebileceğimi çok iyi biliyordum.
“Teğmen.” Ona seslenmemle birlikte bana dönmüştü.
“Eğer kazanırsan ceza konusunda sana yardımcı olabilirim.” Cümlemin sonunda ona göz kırptığımda yüzünü büyük bir gülümseme kaplamış, omuzlarını daha da dikleştirmişti.
“Komutanım kazanmayı zaten istiyordum şimdi kazanmadan dönmemem gerekiyor. Merak etmeyin siz, o iş bende.” Dedikten sonra keyifle orta alana doğru yürümüş, boynunu iki yana doğru hareket ettirerek çıtlatmıştı.
Zevkle kazanmasını ve sıranın bana gelmesini beklerken sol tarafımda kalan Yağız’ın sesini duydum.
“Demek cezasına yardımcı olacaksın Üsteğmenim. Bunu nasıl yapacaksın?”
Yandan bir bakış atıp dövüşmeye başlayan Cem’i izledim, bir yandan da cevap verdim.
“Sizi ikna edebileceğimi düşünüyorum Yüzbaşım. Yoksa yanılıyor muyum?”
Cevabı gecikmedi. Bu da yüzümde bir gülümseme oluşturdu.
“Asla. Bir şartım var ve onu yaparsan ceza işi bugünlük kapanır.” Şartının pekte zor olmadığını düşünüyordum. Bu yüzden sordum.
“Neymiş şartınız?”
“Kalbinin kapılarını bana kapatmayacaksın.”
Olduğum yerde donup kalırken bunu asla beklemiyordum. Nefesim kesilirken donakalmıştım bildiğin. Cezayla bunun ne alakası vardı Allah aşkına.
Donma etkisinden çıkarken yine dönmedim yüzüne doğru. Sadece sitem edercesine çıkan sesimle birlikte konuştum.
“Bunun cezayla ne alakası var Komutanım?”
“Cezayla değil, benimle alakası var. Cezanın olmaması da benden geçtiğine göre isteğimi yerine getir Üsteğmenim. Belki senin için küçük olabilir ama bu benim için en mühim mesele.”
Sessiz kalmayı tercih ettim ve gözlerimi kendini kazanmaya adamış Cem’e çevirdim. Karşısındaki diğer Teğmenin hareket etmesine ve ona vurmasına izin vermiyor, kazanmak için bolca enerji tüketiyordu.
Onların müsabakasını da izledikten sonra kazanan kişi Cem olmuş, ilk benim yanıma gelmişti.
Şuan içimden odama gitmek, bu andan kurtulmak geliyordu. Ama daha yeneceğim bir kendini bilmiş vardı. Bunu yapmadan gidemezdim.
Karşıma gelen Cem’in yüzünde zafer gülümsemesi vardı. Cümleleri ise az önceki konuyu tekrar düşünmem için beni yönlendirdi.
“Kazandığıma göre yardım edeceksiniz değil mi Komutanım? Yoksa bugün komutanımın gazabından kurtulamam. Sabah nasıl sinirli olduğunu sizde çok iyi biliyorsunuz.” Bunları söylerken dibime girmiş, Yağız’ın duymamasını istemişti ama belli ki duymuştu beyimiz.
Bunu sesli gülüşünden anlamıştım.
Söylediğimi yapmam gerekiyordu. Bir sözü söylediğinde bunun geri dönüşü olmazdı. İster iyi olsun ister kötü. Bu hep böyledir.
“Edeceğim aslanım, edeceğim.”
Sözleri duyması ile gülümseyerek yanımdan ayrılmış eski yerine geçmişti.
Bu konuyu burada kapatmak istediğim için Yağız’a hiç dönmemeyi ve konuşmamayı düşündüm. Ama onun böyle düşünmediğini tabi ki biliyordum.
Gülüşünü saklamaya çalışan bir hali vardı sanki. Bunu konuşmasındaki sesten anladım.
“Ne diyordunuz Üsteğmenim?” Sesinde haylaz bir ton vardı. Ne kadar sinir olsam da yüzümü ona çevirerek onu onayladım.
“Kabul ediyorum Yüzbaşım.” Dedim ve son sözlerimi ekledim.
“Ama bu bana kapatmam gereken bir şey yaptığınızda kapatmayacağım anlamına gelmiyor. Ha böyle bir şey olursa da kapatan kişi ben değil, siz olursunuz Yüzbaşım.”
Evet, kalbimi ona açmamı istiyor olabilirdi ama bu o bana kötü bir şey yaparsa kapatmayacağım anlamına gelmiyordu.
Hele öyle bir şey yapsın, bakalım o kapı onun suratına nasıl kapanıyor.
İlk defa birine böyle bir söz vermiştim. İnşAllah hayal kırıklığına uğramaz, bu kararımı verdiğim için pişman olmazdım.
Onun tekrar konuşacağını ve beni sinir edeceğini bildiğim için tekrar konuştum.
“Bu konuyu burada kapatalım Yüzbaşım. Olur mu?”
İstediği cevabı aldığı için keyifliydi beyefendi. Bu yüzden kafasını sallayarak onayladı.
Ama son söylemeden de duramadı.
“Bu konuşmayı sonrasında açmayı unutmayacağıma emin olabilirsin Üsteğmenim.”
Ondan yüzümü çevirdikten sonra galibiyetle yerine geçen Metin abimi gördüm. Yüzündeki küçük tebessümle yerine geçmiş, az önce yendiği Üsteğmen’e sinir bozacak şekilde bakıyordu.
Yüzbaşının durumu ise kahkaha atılmalıktı. Sinirden rengi atmıştı.
Daha da atacağı anı iple çekiyordum.
Bu az önce bozulan moralimi yerine getirirken Yağız’ı boş vermeye karar vererek sıranın bana gelmesini bekledim…
♦♦♦
Kemal abimin de kazanmasıyla birlikte sıra Yağız’a gelmişti.
Şuan onlar hiç kazanamamışken biz galibiyetle hepsini yere sermiştik.
Tek kural vardı, o da rakibini yere devirip beş saniye yerde kalmasını sağlamaktı. Bütün bunları Hakan Yüzbaşı söylemişti ve ne yaptığının yeni yeni farkına varıyordu.
Bizleri küçük düşürmek istemekle kalmamış, kendi kurduğu tuzağa kendi düşmüştü.
Beni de küçük düşüremeyecekti. Her ne kadar şuan küçük düşen kişi kendisi olsa da ona bir kadın tarafından yenilmenin ne kadar kötü olduğunu tattıracaktım. Ne olursa olsun.
Yağız’ın orta alana gitmesiyle gelmesi bir olmuştu neredeyse. Ne kadar kinlendiyse Yüzbaşıya bakarak alt etmişti karşısındaki kişiyi.
Sıra bana gelmişti. Bugün bütündür bu anı beklemem dışında pek bir sorun yoktu.
Yüzbaşıya baktığımda bana baktığı için göz göze gelmiştik. Az önceki sinirli halinin aksine bana bakarken pis pis sırıttığını gördüm.
Yüzümdeki hissizlikle birlikte ona bakarken ağır adımlarla orta alana geçtim. O da benim hareketlenmemle birlikte hareket etti ve karşı karşıya geldiğimizde ikimizde durduk.
Bakalım kim kimi rezil ediyor.
Derin bir nefes aldıktan sonra pozisyonumu aldım.
Hakan Yüzbaşıda pozisyon aldıktan sonra daire çizer şekilde ilerledik.
Önümde tuttuğum yumruklarımla birlikte ilk hamlenin gelmesini bekledim.
Sadece biraz bekledim.
İlk hamlesini yaparak yüzüme yumruk atmaya çalıştı. Elimle kendimi savunduktan sonra karşı saldırı olarak karnına doğru hamlemi yaptım.
O da benim hamlelerimi savuştururken ilk anlarımız böyle devam etti. Kim saldırı yapsa diğeri engelledi.
Bu karşımdaki kişinin sabrını zorlamış olsa gerek üst üste yumruk atmaya başladı. Bir anda hızlanmasından dolayı bir yumruğu yüzüme isabet etmişti. Diğer yumruklarını ne kadar kendimden uzaklaştırsam da bunu engelleyememiştim.
Sert yumruğundan dolayı başım yana düşerken dudağımın patladığını akan sıvıyı hissettiğimde anladım.
Sinirli bir gülüş dudaklarımdan çıkarken başımı düzelttim ve Yüzbaşının gözlerinin içine bakarak akan yeri elimin tersi ile sildim
Onu kışkırtmak çok keyif vericiydi doğrusu.
Gülmeye devam ederken sinir bozucu bir sesle konuştum. Bugün beni deli etmişti. Ne kadar sessiz kalsam da olan buydu.
“Tüm gücünüz bu kadar mı Komutanım?”
Yumruklarını tüm gücüyle sıkarken adeta bana doğru fırlamıştı.
Az önceki gibi hızla yumrukları ile hamle yaparken ben savuşturdum. Onu bir güzel yormaktı niyetim. Ama tabi bu sırada boş durmayacaktım.
En son ki hamlesinden sonra onun tekrar hamle yapmasına izin vermeden yumruğumu bulduğum boşluktan faydalanarak suratına geçirdim.
Bunu yaptığımda durmadım, bir de karnına tekme atarak sendelemesini sağladım.
İstediğimde oldu. Biraz geriye doğru sendeledi ve bu duruma çok sinirlenerek üzerime atıldı.
O kadar hızlı bir şekilde geldi ki ben onu engelleyemeden karnıma yumruk attı. Bir an nefes alamadığımı hissettim.
Nefesim kesilip vücudum öne doğru bükülürken o durmadı. Arkama geçtikten sonra daha yeni yeni iyileşen belime tekme atarak yüz üstü yere düşmemi sağladı.
Timimin önüne doğru düşerken elimle destek alarak kalkmaya çalıştım ama belim tutulduğu için bu o kadar da kolay olmadı.
Dizlerimin üzerine oturduktan sonra timime baktım.
Hepsi endişeli gözlerle bakarken Yağız bana baktıktan sonra az önce beni yere düşüren işiye bakmış, adım atmak istemişti. Ta ki ben onu sözlerimle durdurana kadar.
“Bu benim meselem. Ben halledeceğim.”
Bana baktıktan sonra yumruklarını sıkarak ona bakmaya devam etti ama ileriye gitmedi.
Bundan güç aldım. Timime ben nasıl güveniyorsam onlarda bana güveniyordu.
Derin bir nefesi ciğerlerime çektikten sonra Bismillah çektim ve sonra tüm gücümü kullanarak ayağa kalktım.
Kalktığımda nefesim kesilmiş olsa da kendimi telkin ederek nefesimi düzene soktum. Gücümün geri gelmesine sebep olan şeyde karşımda ne yapacağımı bilmeden bana laf söyleyen adamdı.
Ne yapacağımı, gözümü ne kadar karartabileceğimi bilmediği için boş laflar etti.
“Ne demiştim, o gün söylediğin her şey yalandı. Palavradan ibaretti. Sen de diğer kadınlar gibi acizin tekisin.”
Bu sözler benim gözümün dönmesinin sebebi olmuştu.
Gözlerim seğirirken sıktığım yumruklarımla birlikte ona doğru atıldım.
Kendini benim kaybettiğime inandırdığı için orada pes etmemi bekliyordu. Bu yüzden o daha ne olduğunu anlamadan onun karşısında bitmiş, şuana kadarki en sert yumruğumu onun çenesine geçirmiştim.
Çıkan sert sesle birlikte durmadım. Bir yandan konuşurken bir yandan da ona o sözleri yedirmekle meşguldüm.
“Biz insanlar acizizdir ama bu erkeklerin üstün olduğunu göstermez. Aksine, kadınlar daha güçlüdür.”
Sözlerim herkesin duyması için gürdü.
Bu sözlerle birlikte karnına da yumruğumu geçirdim.
“Ne Nene Hatunlar gördü bu topraklar! Neyin lafını edip de bizleri küçük düşürmeye çalışıyorsunuz siz! Ya sizi doğuranda kadın. Bari onun içirdiği sütün hakkını verin de kadınları el üstünde tutun. Onlar dövülmek, hakaret yemek için gelmediler bu dünyaya.”
Bu laflarımdan sonra öne doğru bükülen vücudundan istifade ederek bacak arasına şiddetli bir tekme geçirdim.
Neredeyse böğürmek diyebileceğim bir sesle dizlerinin üzerine düşerken son sözlerimle birlikte son hamlemi de yaptım.
“Bir daha bana laf atarken ve beni küçük düşürmek isterken olacak olanları da hesaba katın…” dedikten sonra dizlerinin üzerinde olan bedenine yandan bir tekme daha savurdum.
O yere düşüncede ekledim.
“Komutanım.”
Onun yerde ki görüntüsünden gözlerimi çektikten sonra derin bir nefes vererek başımı kaldırdım.
Karşımda, bizleri izlemek için gelen askerler yerdeki kişiye yüzlerini buruşturarak bakıyordu.
Bunun sebebinin fazla vurduğum için olduğunu düşündüm ama timime dönünce başka bir şey olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Onlarında yüzü buruşmuş, sessizlik içerisinde yere serdiğim bedene bakıyorlardı.
Sinirim yok olurken az önceki tekmem aklıma geldi ve bunca erkeğin neden aynı tepkiyi verdiğini anladım.
Komutanın bacak arasına vurmuştum ve hepsi sanki acısını hissetmiş gibi tepki vermişti. Kabul ediyorum, çok sert vurmuştum.
İlk kendilerine gelen diğer tim olmuştu ve ben bu sırada nasıl bir tepki vermem gerektiğini kestirememiştim.
Kendilerine gelir gelmez koşarak komutanlarının yanına çökmüşler, onunla ilgilenmeye başlamışlardı.
Onlardan gözümü çektikten sonra timimin yanına gidecektim ama bir şey dikkatimi çekti.
Askerlerin arasında dikkatimi çeken biri vardı. Daha doğrusu onların yanına kıyafetinden dolayı uyum sağlayamayan biri.
Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktığımda sivil olduğunu gördüm. Bir sivilin burada ne işi vardı ki?
Diğerlerinin halen daha bana bakmamasını fırsat bilerek bana bakan adamın yanına doğru yürüdüm.
Yakınlaşırken yüzünü daha net görmüştüm.
Üzerinde takım elbisesi olan bir adamdı. Yüzü geçen yılların verdiği bir olgunluktayken görünüş olarak kırklı yaşlarındaydı.
Yüzünü birine benzetsem de çıkaramadım.
Yanına yaklaştığımda yüzünü buruk bir gülümseme kaplamış olan adamı anlamazken daha da yaklaşıp karşısına geçtim.
“Burada olmanızın nedenini öğrenebilir miyim beyefendi.” Az önce etrafı sesimle dolduran ben değilmişim gibi sesim yumuşak ve anlayışlı çıkmıştı.
Karşımda olan adam benim sorumla birlikte gülümsemeye devam ederken bana bakmayı sürdürerek cevabını verdi.
“Yeğenimi görmeye geldim…” Bunun sonunda ise ona söylediğim hitap aklına gelmiş gibi gülümsemesini genişleterek ekledi.
“Hanımefendi.”
Başımı salladıktan sonra gerekli uyarıyı yaptım.
“Bu ancak ziyaret saatleri içerisinde olabilir beyefendi. Sizi nasıl içeriye almışlar bilmiyorum ama daha sonra belirtilen saatte gelmeniz gerekiyor.”
Nasıl içeriye girdiğini, onu buraya kimin aldığını bilmiyordum ama en yakın zamanda öğrenecek, o kişiyi güzelce uyaracaktım.
Gülümsemesini hiç bozmayan adam biliyorum dercesine başını salladı. Bununla birlikte az önceki sinirim usulca bedenime akın etmeye başladı.
Madem biliyordu ne diye buradaydı o zaman.
Ben sormadan cevap verdi. Bir yandan da elinde tuttuğu siyah dosya çantasını açtı.
“Size kendimi tanıtayım.”
Çantasından çıkardığı kimliğini bana doğru gösterirken bir yandan da okuduğum isim ve gerçek onun dudaklarından döküldü.
“Cumhuriyet Baş savcısı Turan Demir. Yeğenimi, yani seni görmek için buradayım.”
♣♣♣
Bölüm sonu.
Başta da dediğim gibi harika bitirdim ama değil mi🤭
Yeni karakterimize hoş geldin diyor, bölüm sonu sorularına geçiyorum.
En sevdiğiniz sahne?
Yağız ve Sıla sizce nasıl bir çift?
En sevdiğiniz ve bunun değişmeyeceğini düşündüğünüz karakter?
Ve son olarak, instagram hesabımı takip ediyor musunuz?
Eğer etmiyorsanız buraya kullanıcı adımı bırakıyorum. Takip ederseniz çok mutlu olurum🥰
Sizleri çok seviyorum❤️
Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.
Allah'a emanetsiniz😌
Bölüm hakkında olan bilgilendirmeler ve yaptığım videolar için buyrun lütfen.
İnstagram:
asil_kalem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |