

Selamın Aleyküm canlarım.
Nasılsınız?
Bölümümüz çok şükür tamamlandı ve sizlere tam olarak 4840 kelimelik bir bölümle geldim.
Bitirdiğim için çok mutluyum. İnşAllah beğendiğiniz bir bölüm olur🫶🏻
Bildiğiniz gibi YKS sürecim olduğu için pek aktif olamıyorum. Yorumlarınızı görür görmez cevap vermeye çalışıyorum.
Sabrınız için teşekkür ediyor, bölümümüze geçiyorum.
Umarım beğenirsiniz🥰
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen❤️
İyi okumalar.
♣♣♣
“Cumhuriyet Baş savcısı Turan Demir. Yeğenimi, yani seni görmek için buradayım.”
Sözleri beynimde yankılanırken idrak etmeye çalıştım. Beni görmek için niye buraya gelsin ki?
Karşımda benim amcam olduğunu iddia eden adamda olan bakışlarım devam ederken onun yüzündeki benzerliği kavramış, neden birine benzettiğimi çözmüştüm.
Yüzü kardeşim olarak bildiğim Emir’e benziyordu. Emirle hiç muhabbetimiz olmasa da benzerliklerini o benim amcam olduğunu söylediğinde fark etmiştim.
Yüzlerinde bir benzerlik olsa da Emir’in saçlarına tezat Turan Demir’in saçları simsiyahtı. Gözleri benim gözlerime benzer şekilde kahverengiyken boyu fazlasıyla uzundu.
Tüm bunları düşünürken aklımdaki bir diğer soruda buraya benim için gelme ihtimalinin benim nezdimde sıfır olmasıydı.
Şuana kadar aile üyem olan birisi benim için hiçbir şey yapmamışken amcam olan adam bunu neden yapsındı ki.
Bütün düşüncelerle birlikte sessizliğimizde devam ederken onun konuşmasıyla sessizlikte bozulmuş oldu.
“Neden bu kadar tepkisizsin anlamış değilim. Biraz gülümsesen fena olmazdı Yeğen.” Sona eklediği hitapla birlikte ona gerçekten mi dercesine bakış attığımda omuz silkmiş, ben tepki vermemişim gibi sinir bozucu bir şekilde gülmüştü.
Düşüncelerimden sıyrılabildiğim için bu seferde ben konuştum. Karşımdaki kişinin sadece adını biliyordum. Birde akraba olduğunu.
Yine de o sınırda kalmaya devam ettim.
“Buraya gerçekten neden geldiğinizi öğrenebilir miyim Sayın Savcım. Yeğeninizi görmek için burada olduğunuz konusu pek inandırıcı gelmedi doğrusu.”
Gerçekleri hiç düşünmeden söyledim. Bir Demir’e daha hemen güvenecek değildim.
Malum, Rıza ve Leyla Demir’e inandığım gün beni yüzüstü bırakmışlar, hakarete maruz kaldığım halde seslerini dahi çıkarmamışlardı.
Bana güven verene ben güvenirdim. Karşımdaki kişi bana güven vermiyorsa değil güvenmeyi, yüzüne bile zor bakardım.
Sözlerimden sonra karşımdaki adam şaşırırken ağzını açtı ama aklına ne geldiyse yumruklarını sıktığını gördüm.
Konuşmaya başlamadan önce sertçe yutkunmuş, sonrasında ise benim için şaşırtıcı bir konuşma yapmıştı.
“Ben o ailen denen insanlar değilim Sıla. Az önce de dediğim gibi yeğenimi görmek için buradayım. Bunun dışında ise bazı konular hakkında konuşmak için geldim, seni kandırmak için değil. Bunda bir anlaşalım.”
Kaşlarım havalanırken bu sefer şaşıran kişi ben olmuştum.
Demirlerle olan her şeyi öğrenmişmiydi?
Sorumu dile getirdim.
“O konuyu kimden öğrendiğinizi öğrenebilir miyim?”
Resmiyeti yine bozmadım.
Sorumu kestirip atmaktan çekinmedi ve bunu arkamda olan bir yere bakarak yapmıştı.
“Bu konuyu daha sonra konuşalım.”
Ona sinirle bakarken arkamdan gelen sesle birlikte bakışlarım yumuşamış, o tanıdık olduğum kehribarların sahibine dönmüştüm.
“Üsteğmenim…”
Arkamı döndükten sonra hazır ola geçip selam durdum.
Ağzımı açıp konuşacakken o benden önce davranıp “Rahat” demişti. Bu yüzden rahat pozisyonuna geçerek onun konuşmasını bekledim.
Bana karşı yumuşak bakan gözleri biraz arkamda olan Savcıya dönerken sertleşmiş, onunla göz teması kurduktan sonra onunla konuşmuştu. Sesi az öncekine kıyasla daha sertti.
“Sayın Savcım, karargâhımıza gelişiniz hakkında tarafımıza herhangi bir bildirim ulaşmadı. Burada bulunma sebebinizi öğrenebilir miyim?”
Kısılmış olan gözleri onun yüzüne bir cevap bekler şekilde bakarken Savcı Beyimiz oldukça rahattı.
Yüzüne kondurduğu gülümsemeyle birlikte bana bakış atmış, geri Yağız’a dönerek hiçbir sorun yokmuş gibi konuşmuştu.
“Sıla Üsteğmeni görmek için buradayım Yüzbaşım. Kendisiyle bir konu hakkında konuşmam gerek.” O sözlerini bitirir bitirmez Yağız’ın ifadesi değişmiş, kaşları bir şeyi anlamak istercesine çatılmıştı.
Tam olarak yanında olan bana kısa bir bakış atmış, geri karşısında sırıtan adama bakmıştı.
“Sıla Üsteğmenimle ne hakkında konuşacağınızı öğrenebilir miyim, Sayın Savcım?”
Bu soruyla birlikte Turan Savcı gülümsemesini bırakmış ve şaşırtıcı bir şekilde sert bir yüz ifadesine bürünmüştü.
Ben ve arkamda bulunan tim ikisinin konuşmalarını dinlerken onların ifadeleri anlamadığım bir şekilde sertleşmişti.
Arkamı dönüp time baktığımda anlamaya çalışır bir ifadeyle ikisine baktığını gördüm. En yakınımda olan Metin abim kulağıma yaklaşıp kimsenin duyamayacağı şekilde konuşmuştu.
O kadar sessizdi ki ben bile zor duymuştum.
“Neyin oluyor?”
Benden uzaklaştıktan sonra gergin bir ortam olduğu için dudaklarımı kıpırdatarak cevapladım.
“Amca.” Sahiplenme eki getirmeden söylediklerimle birlikte gülmemek için kendini zor tutmuş, beni başını sallayarak onaylamıştı.
Onun tepkisini anlamaya çalışırken Savcı’nın söyledikleri ile o tarafa dönmüştüm.
“Özel bir konu hakkında konuşacağım Yüzbaşım. İzninizle.” Dedikten sonra bana dönmüş,
“Odanızda konuşabilir miyiz Üsteğmenim?” diyerek bana sorusunu sormuştu.
Savcıda olan bakışlarım Yağız'ın bana döndüğünü hissettiğim de son bulmuş, ona dönmüştüm. Kaşları çatık bir şekilde bana baktığını ve cevabımı beklediğini gördüm.
Savcının önemli bir konu hakkında konuşacağını düşündüğüm için Yüzbaşıma baş selamı vererek ve “İzninizle Komutanım.” Dedikten sonra Savcıya döndüm.
“Buyrun Savcım.”
Turan savcının az önceki gülümsemesi Yağız’a bakışlar atarken geri gelmiş, ona baka baka gülümsemişti.
Yağız sinirli bir şekilde ona bakış attıktan sonra sıktığı yumruklarıyla birlikte derin bir nefes vermiş, bana da bir bakış attıktan sonra arkasını dönüp bulunduğumuz alanı terk etmişti.
Onun bu yaptıklarına anlam veremezken savcının tekrar söylemesiyle birlikte timin yanından ayrılmış, hangi konuda olduğunu bilmediğim konuşmayı yapmak için odama gitmiştik.
♦♦♦
Odama geldiğimizde ben kendi yerime otururken Turan Bey benim yönlendirmemle birlikte çaprazımdaki tekli koltuğa yerleşmişti.
Önümdeki kapalı dosyaları kenarı bıraktıktan sonra dirseklerimi masaya yaslayarak öne doğru eğildim ve konuşması için ondan gözlerimi ayırmadım.
Benim bakışlarımı yok sayarak odamı incelemiş, arkasına rahat bir şekilde yaslandıktan sonra nihayet bana dönmüştü.
Onun konuşmayacağını anladığımda kısa bir soruyla onu teşvik ettim.
“Konuşmak istediğiniz konu nedir Sayın Savcım?”
Benden bakışlarını ayırmadan yüzümü inceledi ve gülümsemesiyle birlikte aklındaki düşünceleri söyledi.
“Aynı anneannene benziyorsun. Sanki şuan karşımda gençliği var gibi.”
Dudaklarında bulunan eskiye dayanan gülümsemeyle birlikte bahsettiği kişiyi merak etmiştim.
Anneannem tıpatıp bana benziyordu ve ben bunu amcam olan kişiden öğreniyordum. Bu acınası halime kahkahalarla gülmek geliyordu içimden.
Belki de içimde dolan ve taşmaya yakın yaşları saklamaktı amacım. Kim bilir?
Hiçbir şey söylemedim. Sadece sessizliğimle onunla göz teması kurdum.
Buraya neden geldiğini dinlemek için odama getirmiştim. Benzerliğimi konuşması için değil.
Benim ifadesizliğimle birlikte gözlerini devirdi.
“Allah aşkına biri nefes aldığını bilmese yaşamıyorsun sanır. Nasıl bir ifadesizlik bu. Ben bile bu kadar ifadesiz kalamam.”
Psikopatça gülümseyerek cevabımı verdim. Nasıl anladığı umurumda değildi.
“Bel ki de göründüğü gibi yaşamıyorumdur?”
Az önceki bıkkın hali yok olurken yüzünde ne gülümsemesi kalmıştı ne de alaylı tavrı. Sadece beni çözmek istercesine gözleri gözlerime kenetlenmişti.
Göz kontağını bozmadan ona bakmayı sürdürdüm.
Bu göz teması o tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken çalan kapı ile bozuldu.
Kapı çalar çalmaz kollarımı masadan ayırdım ve rahat bir tavırla arkama yaslanarak masama yaklaştım.
Sonrasında ise gür sesimle komut verdim.
Gözlerim kapıdayken kapı açılmış, ilk geldiğimde beni yönlendiren askeri görmüştüm. O günden sonra görmüş olsam da hiçbir şekilde ona emir vermemiş, iletişime girmemiştim.
Adının İsmail olduğunu hatırlıyordum.
Elindeki dosyayla birlikte içeri girdikten sonra selam durmuş, benim emrimle rahat pozisyonuna geçmişti.
“Söyle asker.”
Bende ki bakışları saniyelik şekilde Savcıya dönmüş, sonrasından ondan bakışlarını kaçırarak tekrar bana dönmüştü.
“Yağız Komutanım bu dosyayı imzalamanız için yolladı Komutanım.” Dedikten sonra masama yaklaşmış, elindeki dosyayı yavaşça önüme bırakmıştı.
Dosyaya bir bakış attıktan sonra ona baktım ve beklediğini görünce geri götüreceğini anlamış oldum.
Daha fazla oyalanmadan tam olarak önümdeki dosyaya döndüm ve beklemediğim bir dosya olduğu için kısık gözlerimle birlikte dosyanın kapağını araladım.
Kapağı açmamla boş bir kağıtla karşılaşmam bir olmuştu. Bu duruma afallarken bunun ne anlama geldiğini anlamamıştım.
Bana boş kağıt mı göndermişti?
Boş olduğunu diğerlerine fark ettirmeden onun amacını öğrenmek amacıyla İsmail’e döndüm.
“Yağız Yüzbaşım bu kağıdı mı imzalamamı istedi?”
Hemen başıyla onaylarken sesli onaylamayı da ihmal etmedi.
“Evet Komutanım. Önemli olduğunu hemen imzalanması gerektiğini söyledi.”
İçimden Ya-Sabır çekerken dışardan bu ikilemi belli etmiyordum.
Ne yapmaya çalışıyorsa buna dair hiçbir fikrim yoktu.
Elimi uzatarak masa isimliğimdeki kalemimi aldım ve boş kağıdın tam ortasına imza atarcasına gezdirdim.
Kağıda tek bir çizik bile atmamışken gülümseyerek elimdeki kalemi bıraktım ve imzaladığımı düşünen İsmail’e uzattım.
Eğer bir şey istiyorsa tam istemeliydi.
Boş bir kağıda imza atacak değildim. Ya da onun istediği gibi bir şey yazacak…
“Yağız Yüzbaşı’ya götürebilirsin aslanım.”
Uzatır uzatmaz elimden aldığı kağıtla birlikte selam durdu.
“Emredersiniz Komutanım.”
“Çıkabilirsin.”
Baş selamı da verdikten sonra açtığı kapıdan çıkmış, beni ve Savcı’yı yalnız bırakmıştı.
Onun gitmesi ile birlikte hissiz gözlerimle Savcı’ya dönmüş, konuşmak istediği konuyu açması için konuşmuştum.
“Ne konuşacaksanız konuyu açar mısınız Savcım.”
Benim hemen bitirmemi anlamışçasına başını sallamış, önünde bulunan sehpaya koyduğu çantasını açarak içinden iki dosya çıkarmıştı.
Onun yaptıklarını izlerken bana doğru uzattığı dosyayı onun isteğiyle aldım ve bir yandan dinlerken diğer yandan dosyayı masama bıraktım.
“Bak Sıla… Her ne kadar ailen araştırmasa, bu durumdan işkillenmese de doğumda karışmanızın tesadüf olmadığına eminim. İlk öğrendiğim anda bunun içinde bir iş olduğunu düşündüm ve araştırmalar yaptım.”
Onun sözünü bölerek beni geçiştirdiği soruyu tekrar sordum.
“O aileyle olanları nereden veya kimden öğrendiniz? İlk önce bana bunu söyleyin.”
Bu sorudan kurtulamayacağını anlamış olacak ki derin bir nefes vererek pes etti.
“Amca-yeğen saatimizde Emir söyledi. Yoksa diğer yarım akıllıların söyleyeceği yoktu.”
Hangisine şaşıracağımı bilemedim.
Emir’in bunu yapacağını hiç düşünmezdim. Hele amcalarının diğerleri hakkında ‘yarım akıllılar’ diye bahsetmesini daha da düşünmezdim.
Gülmemi son anda durdururken içimden kahkahalar atıyordum.
Sonunda onların yaptıklarını desteklemeyen, yanlışlarını bilen birisi diye geçirdim içimden.
Çok şükür.
Onun araştırması ve bu konu hakkında konuşmaya gelmesi kalbime dokunmuştu. Diğerleri benim hakkımda bir şeyi bile araştırmaya tenezzül etmezken o öğrenir öğrenmez bir iş olduğunu düşünmüştü.
Bu konuda gerçekten sevinmiştim.
Başımı sallayarak onu onayladıktan sonra onun konuşmasını devam ettirmesini bekledim.
Beni bekletmedi.
“Araştırmaya gelecek olursak. O gün görevli olan hemşirenin bütün bilgilerini tek tek kontrol ettim. Ne bulduğuma inanamazsın.”
Diye cümlesini bitirdiğinde hevesini söndüreceğini düşündüğüm sözleri söylemeden önce duruşuna göz gezdirdim.
Bir kolunu masama yaslamış, bana doğru eğilmişti. Sanki çok eğlenceli bir konu konuşuyormuşçasına yüzünde bir gülümseme, gözlerinde parlaklık vardı.
Aslında cevabı bende biliyordum.
Çünkü bende geçtiğimiz günlerde boş durmuş değildim. Hele de yaralandığım için aldığım izin günlerinde.
O söylemeden heyecanını söndüreceğimi bile bile cümlesinin devamını getirdim.
Bildiğim bir şeyi gizleme gereği duyacak değildim.
“Banka hesabına düzenli aralıklarla büyük miktarda para yatıyor. Ve bu birinin bilerek yaptığının en büyük kanıtı.”
Düşündüğüm gibi hevesi gitmedi. Aksine bunları araştırdığımı öğrendiği için benimle gurur duydu. Söyledikleri de bunu destekliyordu.
“Akıllı yeğenim benim.”
O gülmeye devam ederken önümdeki dosyayı açarak içindekilere göz gezdirdim.
Tam da tahmin ettiğim gibi benim çıkardığım ve bildiğim bütün bilgiler vardı. Onlara tekrardan göz gezdirirken bu sefer ben konuştum.
“Hastane kayıtlarına ve o gün ki görevlileri bulmaya çalıştım fakat ne tesadüf ki bütün bilgiler bir yangınla yok edilmiş.”
Söylediklerimle birlikte başını ağır ağır sallayarak beni onayladı.
“Gerçekten de büyük tesadüf. Hastaneden bebekler karıştırılıyor ve onun sonrasındaki sabah bütün dosyalar bir yangınla kül oluyor.”
Bende onu başımla onayladım ve bununla birlikte aramızda bir sessizlik oluştu.
Bu sessizliği ise geçen seferki gibi çalan kapı bozdu. Ne zaman sessizlik olsa bunu çalan kapı bozuyordu.
Kimin geldiğini bilmediğim için önümdeki dosyayı kapatarak kenara koydum ve koltuğumda geriye yaslanarak komut verdim.
Komutumla birlikte açılan kapıdan daha birkaç dakika önce yanıma gelen İsmail girdi.
Selamı ve benim emrim art arda olurken niye geldiğini anlamamak aptallık olurdu.
Yağız göndermişti. Bundan emindim.
“Hayırdır İsmail?”
Mahcup bir şekilde konuştu. Bir yandan da tanıdık dosyayı masama bırakıyordu.
“Komutanım, Yağız Komutanım bu dosyayı tekrardan incelemenizi istedi.”
Elime aldığım dosyayı açmadan önce çaysızlandığımı fark ettiğim için İsmail'e döndüm.
“Bize iki çay getir koçum. Gelince götürürsün dosyayı.”
Emrimi ikiletmeden selam durdu ve odamdan çay almak üzere çıktı.
O gider gitmez Savcının sesini duydum.
“Keşke bir ne istediğimi sorsaydın.”
Ona bakıp sırıttıktan sonra lafımı eksik etmedim.
“Yeğenim de yeğenim diye söylerken bunu önemsemeyeceğinizi düşündüm…” dedikten sonra onu sinir etmek için devam ettim.
“Sayın Savcım.”
“Hem çaydan güzeli mi var? Bence yok.”
Bana sinirli şekilde bakarken sinirle söylendi. Çayla ilgili söylediğimi önemsememişti bile.
“İlk defa mesleğimle hitap edilmesini istemiyorum. Bana öyle hitap etmeyi bırak.”
Ona olmaz bakışları atarken konuşmayı sonlandırırcasına konuşmuştum.
“Savcı olan size başka bir şekilde hitap edebileceğimi sanmıyorum Savcım.”
Onun tepkisine bakmadan elimdeki dosyaya çevirdim bakışlarımı.
Yine boş muydu diye düşünürken bu düşünce kapağı açtığımda son buldu.
Kağıtta güzel bir el yazısıyla tek bir cümle yazıyordu.
Kağıdı boş göndermenin güzel bir sebebi olduğuna eminim Üsteğmenim…
Yazdığı kelimelere pür dikkat bakarken bu güzel yazının üzerinde nedensizce parmağımı gezdirmek istedim. Ve bunu yaptım.
Parmağımla yazının üzerine dokunurken Üsteğmenim yazısının üzerinde daha çok oyalanmıştım.
Her ne kadar düşünmek istemesem de onun bana böyle hitap etmesini seviyordum. Hoşuma gidiyordu.
Yüzümde beliren gülümsemenin farkında bile değildim. Ta ki Savcının konuşmasına kadar.
“O dosyanın içinde ne varda seni gülümsetmeyi başardı merak ettim doğrusu. Malum bana yüzün sirke satıyor. Hem de en seveceğin amcan benken.”
Sitemle söyledikleriyle ona boş bakışlar attıktan sonra oyalanmadan dosyaya geri döndüm.
Elime aldığım kalemle birlikte onun yazdığı yerin tam yanına içimden geçenleri yazdım.
Siz bana boş kağıt gönderdikten sonra boş bir kağıdı imzalayacak değildim Yüzbaşı.
Onun yaptıklarını öğrenmek için bir tuzak kurmuştum aslında.
Ona Yüzbaşı demem sinirlendiği en büyük şeylerden biriydi.
Ve bence sinirlendiğinde ne yapmaya çalıştığını kolayca öğrenebilirdim.
Bu yüzden yazar yazmaz dosyanın kapağını kapatarak İsmail’in gelince alabileceği şekilde masanın diğer ucuna koydum.
Bunu yaptıktan sonra da bana kısık gözlerle bakan Amca Bey’e döndüm.
İnsanın ona amca diyesi gelmezdi. Çünkü yaşı yaşıma yakındı ve dışarıdan bakan birisi amcam olduğuna asla inanmazdı.
Kısık bakışlarına karşılık ne oldu manasıyla başımı iki yana salladım ve onun konuşmasını dinledim.
“Yüzbaşıyla aranızda bir şey yok. Değil mi?”
Cevabın hayır olması için elinden geleni yapabilirmiş gibi bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
Bazen insanları sinir ederdim ve bu anda onlardan biriydi.
Bu yüzden omuz silkmekle yetindim. Dudaklarımı büzmeyi de ihmal etmedim.
“Bilmem.”
Omuzları yenilgiyle düşerken karşısında Yağız varmış gibi kaşları çatılmıştı.
İçimdeki keyifle birlikte onu izliyordum.
Daha fazla bu konunun üzerinde durmamak için merak ettiğim bir konuyu sordum.
“Belli ki buraya bakan Savcı sizdiniz. Ne oldu da yeğeniniz sizin yerinize buraya geldi?”
Bu konu canını sıkıyormuş gibi yüzünü buruşturdu ve sorumu cevapladı.
“Küçük bir tatile çıkmıştım. Ama biri senin burada çalışacağını ve benim seni erken vakitte göreceğimi söyleseydi emin ol tatil falan umrumda olmazdı.”
Sonra aklına ne gelmişse sinirle gülmüş, konuşmasına devam etmişti.
“Ve en önemlisi o Bora denen herifin sana bunları yapacağını bilseydim tüm bunlara engel olmaya çalışırdım.”
Diğer merak ettiğim soruyu sordum.
“Peki benim asker olduğumu nereden öğrendiniz? En son yeğenlerinizin sadece ikisi biliyordu ve onların size söylemediğine eminim.”
O ikisi ancak bir şeyleri yapmayı, sonrada hiçbir şey olmamış gibi davranmayı bilirlerdi. Kendi araştırmasıyla da benim asker olduğumu bulduğunu da sanmıyordum.
Her ne kadar savcı da olsa bir özel harekat askerinin bilgilerine kolayca erişemezdi.
Yüzünü bir sırıtış kaplarken kendini övercesine yakalarını düzeltti.
“O konuda pek bir şey yapmadım diyebilirim. Tatile gitmeden önce zaten buradaki özel operasyonlar benden sorulurdu. Hele de sizin tim ile bir çok görevi planlamışımdır.”
En sona ekledikleri gülümsememe sebebiyet vermişti.
“Kısacası senin düşündüğün gibi yanına o diğer yarım akıllılar gibi bir davranışta bulunmak için değil aksine senin yanında olduğumu belirtmek ve sana destek olmak için geldim.”
İlk defa ona karşı gülümserken o da benim gülümsememle birlikte gülümsemişti.
İçim bir yandan buruk, diğer yandan da sevinçliydi.
Buruktu çünkü asıl ailem yanımda olmamışken baba demediğim adamın kardeşi bana benim yanımda olduğunu söylüyordu.
Sevinçliydim çünkü karşımda beni olur olmadık şeylerden dolayı suçlayan ve beni desteklemeyen biri yoktu. Aksine benim düşüncelerime saygı duyan ve benim yanımda olan biri vardı.
Onun yanında olmak ve ona güvenmek inşAllah bana güzel şeyler kazandırırdı…
♦♦♦
O konuşmadan sonra diğer bilgileri tekrardan gözden geçirmiş, onun yakın davranışlarını garipsemiştim.
Ben garipsemeyim de kim garipsesin ama öyle değil mi?
Konulardan haber oldukça birbirimize bilgi vermemiz gerektiğini düşündüğü için benden numaramı istemişti.
Bende onun gibi düşündüğüm için ona telefon numaramı vermiş, onun numarasını kaydetmiştim.
Bunlardan önce ise İsmail çayları getirmiş, dosyayı aldıktan sonra Yağız’ın yanına gitmek üzere çıkmıştı.
Yağız’ın ne yazacağını merakla beklerken Savcı’nın gitme vakti gelmiş, dosyalarını toparladıktan sonra ayağı kalkmıştı.
İlk gördüğüm anki gibi yüzünde buruk bir gülümseme oluşurken bende onunla birlikte ayağa kalkmış, kapının oraya gitmiştim.
Bana duygu yüklü bakışlarla bakarken duygusal konuşacağını anlamıştım.
“Bak Sıla. Her ne olursa olsun evimin kapısı sana her zaman açık. Ne olursa olsun, saat kaç olursa olsun beni arayabilirsin. Ailenin yaptıklarını boş ver. Onlar ileriyi düşünmeden hareket ederler, sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. Her ne kadar yıllar boyu tanıyamayıp seni yeni tanımış olsam da iyi ki tanıdım seni.”
Bu konuşma beni duygulandırırken kendimi tuttum. Ağlayacak bir anda değildim.
Bu duygusal anı yine kendisi dağıttı. Her ne olursa olsun duygularını saklamak istese de kendini tuttuğu için kızarmış gözleri onu ele veriyordu.
“Hem en sevdiğim Yeğenim olarak seni atadım. Kıymetini bilmen gereken konular var.”
Her ne olursa olsun ona karşı gülümsedim.
Benim gülümsememi görür görmez oda gülümseyerek bana eşlik etti…
♦♦♦
O konuşmadan sonra ona ana kapıya kadar eşlik etmiş, onu uğurladıktan sonra geri odama dönmüştüm.
Aramızda ilk gördüğüm zamanki gibi bir duvar yoktu. Daha samimiyet göstermemiş olsam da bunu zaman belirleyecekti.
Şuan söyleyeceğim tek bir şey vardı. O da iyi bir insan olduğunu düşündüğümdü.
Odama girmeden önce gözlerim İsmail’i aramıştı. Yağız’ın cevabını merak ediyordum doğrusu.
Gözlerim Hedefini ararken onu bulmam uzun sürmedi.
Beni fark etmemiş, söylene söylene benim odama ilerliyordu.
“Allah aşkına bir sinirleniyor, sinirlendirene değil bize patlıyor. Benim ne suçum var da bana kızıyorsun?” dedikten sonra kapalı olan kapımı tıklatmıştı.
Söylenmesi bittiği halde beni fark etmediği için sessizce arkasından yaklaştım.
Amacım beni fark etmesini sağlamaktı ama fark etmeyince tekrar çaldığı kapı ile birlikte seslendim.
“Gir.”
Sesin arkasından gelmesini beklemediği için yerinde sıçrarken yavaşça arkasına dönmüş, onun söylediklerini duyup duymadığımı bilmediği için tereddütle bana bakmıştı.
Benim bakışlarım ondayken az sonra selam durmadığı aklına gelmiş olacak ki hızla selam durmuştu.
Selamından sonra emrimle birlikte rahata geçmiş, benim diyeceklerimi beklemişti.
Onun dediklerini duyduğumu bilmesine gerek yoktu. Yaptığı ve utandığı bir şeyi onun yüzüne vurmayacaktım.
Bu bana göre en doğrusuydu.
Elindeki dosyayı gözlerimle işaret ettikten sonra sordum.
“Dosyayı bana mı getirdin İsmail?”
Elindeki dosyayı unutmuş gibi bir halde bana baktıktan sonra dosyayı bana uzattı.
“Evet Komutanım.”
“Ver bakalım.” Dedikten sonra uzattığı dosyayı elinden aldım.
Dosyayı götürmek için beni bekleyeceğini bildiğim için
“Gidebilirsin.” Dedim.
İtirazıyla birlikte de gerekeni söylemiştim.
“Yağız Komutanıma geri götürmem gerek Komutanım.”
“Ben hallederim.”
Beni onayladıktan sonra selam vermiş, yanımdan ayrılmıştı.
O gittikten sonra odama girmemiş, kapının yanında bulunan duvara yaslanmıştım.
Bazen bir duvara yaslanmak bile bir insanı rahatlatabilirdi. Çünkü arkanın sağlam olduğuna emin olurdun.
Elimdeki dosyayı son kez açarak merak ettiğim cevaba baktım.
Bu sefer cümleleri daha uzundu. Tahmin ettiğim gibi siniriyle birlikte yazmıştı.
Aynen şöyle yazıyordu.
O Turan denen herife hitap ederken sahiplik eki getir, bana gelince sahiplik ekini kaldır. O küçücük ekin benim için ne ifade ettiğini anlayamazsın Sıla…
En sona eklediği ismimle birlikte sırıtmıştım.
Ben ona Yüzbaşı dediğim için o da Üsteğmenim yerine Sıla demeyi tercih etmişti.
Geçen seferki gibi trip atmayacağını umarak elimdeki kağıtla birlikte onun odasının yolunu tuttum.
Odasının önüne geldiğimde elimi kaldırarak kapıya yaklaştırdım ama ben daha çalamadan kapı içeriden açıldı.
Başımı kaldırdığımda karşımda Metin abimi gördüm.
Sırıtır bir ifadeyle içeriye doğru dönmüşken karşısında birinin, yani benim olduğumu anlamış olacak ki başını bana çevirmişti.
Onun sırıtmasına sebebiyet verenin ne olduğunu merak ettiğim için tek kaşım havada ona bakarken o da bana bakıyordu.
İkimizde birbirimize bakarken içeriden Yağız’ın sesi duyuldu.
Sesinden siniri seçmem uzun sürmemişti.
“Nereye gidiyorsun Metin! Ben burada delirmek üzereyim sen karşıma geçmiş bana gülüyor-“
Cümlesinin devamını getirmeme sebebi Metin'in arkasına geçmesi ve omzunun üzerinden beni görmesiydi.
Ağzı açık kalmışken bana bakarken Metin Üsteğmenimiz gayet rahat bir biçimde
“Bana müsaade.” Demiş, yanımdan sıyrılarak aramızdan çekilmişti.
Yağız’a olan bakışlarımla birlikte onun toparlanması uzun sürmemiş, ifadesiz bir hale bürünmüştü.
Gözlerini benden ayırdıktan sonra hiç beni görmemiş bir ifadeyle masasına geri dönmüş, koltuğuna rahat bir biçimde oturmuştu.
Arkasına da yaslandıktan sonra rastgele olduğunu düşündüğüm bir dosyayı alarak gözlerini ondan ayırmamıştı.
Beni yok saymaya çalışmasından ötürü büyük bir sırıtışla içeriye girdim ve sonuna kadar açık olan kapıyı kapattım.
Onu sinir etmek gerçekten harikaydı.
Hep o beni sinir edecek değildi ama değil mi?
Kapıya yaslandıktan sonra gözlerinin bana dönmesini bekledim.
Bana yazdığı şeylerden sonra beni kıskandığını düşünüyordum. Ona değil de Savcıya hitap eki getirdim diye bana sitem etmişti.
Ama bende kendimce haklıydım.
Bana boş kağıt gönderdikten sonra birde sır küpü biri olunca onu konuşturmak istemiştim. Bunu yapmam gayet normaldi.
Gözlerinin bana değmesini bırak sadece tek bir noktaya odaklandığını fark ettiğimde derin bir nefes vererek ilerledim ve masasının karşısında olan koltuklardan birine oturdum.
Onun gözleri beni bulmazken onu beklemek istedim ve bunu yaptım.
Sadece ona bakarken onun da bakışlarının bana değmesini, kehribar hareleri ile göz göze gelmeyi bekledim.
Bu bekleyiş çok kısa sürdü.
Ona olan bakışlarımı yanıtsız bırakmamak için gözleri bana dönerken ifadesizliği değişmemişti.
O ifadesizliği dağıtmak için elimdeki kağıdı masaya bırakarak söze başladım.
“Bana neden boş kağıt gönderdiğinizi öğrenebilir miyim Komutanım?”
Yine Yüzbaşım demememle birlikte sinirle bana bakmış rahatsız olduğu şeyi dile getirmişti.
“Bana inatla neden Yüzbaşım diye hitap etmiyorsun merak ediyorum doğrusu.”
Sitemine karşılık ben gayet rahattım.
“Peki ben ne kadar sorarsam sorayım hiçbir şey söylememenizin sebebi ne? Bana cevap verirseniz bende neden olduğunu söyleyebilirim.”
Yeterince sakladığı şeyler vardı. Amacım bunların hepsini öğrenmekti.
Sinirle soluduktan sonra istediğim soruyu sormuştu.
“Ne bilmek istiyorsun?”
Galibiyetimle birlikte gülümserken isteğimi ona söyledim.
“Hakan Yüzbaşıyla aranızdaki meselenin ne olduğunu ve timler arasındaki rekabetin neye dayandığını…”
Ne kadar istemediğini belli etse de ona bir şeyi hatırlattım ve bu da onun söylemesinin kilit noktası oldu.
“Hatırlatmak isterim ki bugün seçtiği kişi bendim ve bana neler yaptığını siz daha iyi görmüşsünüzdür diye düşünüyorum.”
Siz diye konuşmamın sebebi halen daha rütbede olmamızdan kaynaklıydı.
Bu sözlerimle birlikte onda ki kilidi kırmış olduğumu hissettim.
Gözlerini bir müddet kapattıktan sonra açmış, masasına doğru kollarını yasladıktan sonra bana istediklerimi anlatmaya başlamıştı.
“Eskiye dayanan bir geçmişimiz var onunla. Metin, ben ve o. Daha küçükken tanışmıştık. Yaptığı bir hareketten sonra biz ona o da bize düşman kesildi. Ve bu burada karşılaşmamız ve her birimizin de asker olmasıyla değişmedi.”
Gözlerim kısık ve pür dikkat onu dinlerken kelimeleri tükenmiş şekilde bana baktığında merak ettiğim şeyi sordum.
“Yani önceden dosttunuz, öyle mi?”
Sesli bir şekilde değil sadece başını sallayarak beni onayladı ve sıkılmışçasına konuştu. Onun aklında şuankinden daha mühim konular vardı belli ki.
“Konuyu yeterince anlattığıma göre sıra sende.”
Onu yakaladıysam öğrenebileceğim bilgileri sonuna kadar öğrenirdim. Benden kolay kurtulamazdı.
Bunu ben sırıtır vaziyette ona bakınca o da fark etti.
“Kurtuluşum yok değil mi?”
Umutsuzca sorduklarıyla birlikte başımı iki yana sallayarak keyifle yanıt verdim.
“Hem de hiç.”
Daha rahat olmak için sorumu sordum.
“Rütbede miyiz?”
O da sırıttıktan sonra cevap verdi ve ben o sırıtmanın altında bir şey olup olmadığını bir anlık düşünmek istedim ama soracağım sorular daha cazip gelince düşünmekten vazgeçtim.
Buna sonradan pişman olacağımı bilememiştim.
“Şuanlık değiliz.”
Soracağım ilk soruyu düşündükten sonra sorumu sormak için daha fazla beklemedim.
“Kaan denen şahsı tehdit mi ettin?”
Her ne kadar konu o olduğu için bir şey öğrenmek istemesem de onun için değil kendim için sormuştum.
Yağız’ın benim için onu tehdit edip etmediğini merak ediyordum doğrusu.
Bu sefer bir şey saklamadı. Aksine rahat bir şekilde arkasına yaslanarak rahatça
“Evet.” Demişti.
“Neden?”
Dolandırmayı tercih ederek bildiğin beni sinir etme planları yapmıştı.
“Ne neden?”
Derin bir nefes alarak kendimi sakin tutmaya çalıştıktan sonra ona döndüm.
“Neden onu tehdit ettin?”
Beni sinir etmek için elinden geleni yapıyordu. Yüzündeki sırıtışta bunu destekliyordu.
“Onu tehdit etmem seni kızdırır mı?”
Sesimin sinirli çıkmasına engel olamadım.
“Ona ne olduğuyla zerre ilgilenmiyorum. Bana neden tehdit ettiğini söylemeni istiyorum sadece.”
Benim aksime rahat sesi yok muydu.
“Tehdit etmem için fazlasıyla sebep vardı. Bende tehdit ettim.”
Sinirle yerimden kalktıktan sonra ona sinirli bakış atmış, sinirle konuşmuştum.
“Sana sormakta kabahat. Bir daha sorduğun soruların hiçbirine cevap alamayacaksın Yüzbaşı.”
Bunları söyledikten sonra odadan çıkmak için hızlıca kapıya doğru yürüdüm.
Tam kapı kulpuna uzandığım an kolumdan çekilmem ve duvara yaslanmam bir olmuştu.
Sinirle nefes alıp verirken beni duvar ve kendi arasında sıkıştıran Yağız’ın yüzüne sinirle bakıyordum.
Altı üstü bir tane sorunun cevabını verecekti ama beyimiz cevabı vermeyi bırak sadece beni sinirlendirmek için çabalamıştı.
Ben sinirle solumaya devam ederken hemen karşımda ve fazlasıyla yakın olan yüzü sırıtmakla meşguldü.
Gözlerine baktığımda ise ilgiyle gözlerime odaklandığını görmüştüm.
Ben sinirle söylenirken sinirimi umursadığı yoktu.
“Çekil önümden.”
İtiraz etti.
“Cık. Çekilmeyeceğim.”
Gözlerine meydan okumayla baktım.
“Tekmemi yersin.”
Ne dediğim umrunda değilmişçesine gülümseyerek cevap verdi.
“Eğer senden gelecekse ona da razıyım.”
Delirecektim. Az kalmıştı.
“Beni delirtme be adam. Kendine gel ve beni rahat bırak.”
O senin komutanın Sıla. Sakın ona vurma.
Bir anda hiç ummadığım bir şey yaptı.
Bana biraz daha yaklaştıktan sonra sol omzumun üst tarafına kafasını yaslamıştı. Bu hareketi ile birlikte omzu bana yakınlaşmış onun kokusu burnuma ulaşmıştı.
Bulunduğumuz konum tam olarak şu şekildeydi.
Onun elleri ile birlikte kolları benim iki yanımda dururken kafası sol omzumun üzerinde olan duvara yaslanmıştı. Omzu bana iyice yaklaşmış, tam burnumun dibine gelmişti ve ben şoka girdiğim için gözlerim şokla açılmıştı.
Bir anda derin bir nefes aldığında sanki nefes almayı unutmuş gibiydim.
O konuştuğunda ne dediğini bile anlayamamıştım.
“Senin için yaptım.”
Onun dediğini anlayamazken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Ve bunu yaptım.
Çektiğim nefesle birlikte burnuma iki koku birden dolarken bunlardan ilkini tanımıştım.
Barut kokuyordu. Ama diğer kokunun ne olduğunu anlayamamıştım. Çok yabancı olduğum bir kokuydu. Sanki hiç bilmediğim.
Ama rahatlatıcı bir kokusu olduğunu itiraf etmeliydim. Barut kokusuyla çok uyumluydu. Bu kokunun ona ait olduğunu ve bu kokuyu hiç unutmayacağımı biliyordum. İnsanın ikide bir koklayası gelirdi.
Onun sesiyle birlikte bu düşüncelerden sıyrıldım. Adamın kokusuyla neredeyse aşk yaşamıştım.
Bu durumu fark ettiğimde ne kadar kendime kızsam da dışarıya çaktırmadım. Onun bana baktığı yoktu sonuçta.
“Seni üzmüştü. Ben senin ağlamaktan kızarmış o güzel gözlerini görünce onu iyice benzetmek istedim ama her ne olursa olsun maalesef ki o senin abindi. Bende tehdit ettim. Ne kadar işe yaramasa da ettim.”
En son ki kelimelerinden sonra tekrar derin bir nefes almış, geriye çekilerek benimle göz göze gelmişti.
Söylediği bütün kelimeler kalbime inmiş, orayı mest etmişti. Bu da ona güzel bir gülümsemeyle bakmamı sağlamıştı.
Karşımda gülümsememi sağlayan bir adam varken ona gülümsememek elde değildi…
Bana ilk döndüğünde tereddütle bana bakmış olsa da gülümsememi görmesiyle birlikte rahatlamış, o da güzel gülümsemesini bana sunmuştu.
Onu yanlış anladığımı düşünmüştü belki de ama ben onu yanlış anlamayı bırak ona mest olmuştum.
Sinirim geçmiş olsa da az önce beni sinirlendirdiğini unutmamıştım.
“Neden ilk sorduğumda cevap vermedin de beni sinir ettin?”
Gülümsemesini bozmadan gözlerini kaçırarak cevap vermişti.
Şuan tam bir çocuğa benzetmem benim suçum olamazdı.
“Yanlış anlayabilirdin.”
Tekrar bana dönmesini bekledikten sonra kaşlarım havalanmışken ona cevabımı verdim.
“Sadece bunun için olduğuna emin misin?”
Buna emindim.
“Sende beni delirttin.”
Böyle bir şeyi yaptıysam da bilerek sadece Yüzbaşı demiştim. Başkada bir şey yapmamıştım.
“Ben sana bir şey yapmadım.”
Öyle mi dercesine bana bakarken “Bana Yüzbaşı dediğin halde bunu mu söylüyorsun?” diye sormuştu.
“Evet onu yapmış olabilirim ama bunun dışında yaptığım bir şey yok. Onu da neden söylediğim anlamış olmalısın.”
Benden bu şekilde bir şey alamayacağını anlayınca kafasını salladı ve rütbede değiliz dediği andaki gibi bir sırıtışla bana baktı.
Ellerini bir anda yanımdan çektikten sonra bir adım geriye çekilerek ellerini arkasında birleştirdi. Bu yaptığıyla ne amaçladığını anlamak için ona tek kaşım havada bakarken az sonra yaptığını anlamamı sağlamıştı.
“Şuanda rütbeye girmiş bulunmaktayız Üsteğmenim.”
Ne kadar buna şaşırsam da amacını öğrenmek için karşısında dik bir şekilde durdum ve ne söyleyeceğini bekledim.
“Savcıyla ne konuştuğunuzu öğrenebilir miyim Üsteğmenim?”
Bunu ona söylemeyecektim. Gerekli olan bir konu olduğunda söyleyebilirdim ama bu konu gerekli değildi.
Rütbeye geçmesinin sebebinin bu olup olmadığı düşündüğüm için merakla sorumu dile getirdim.
“Bu bir emir mi Yüzbaşım?”
Ona Yüzbaşım dediğim için gülümserken
“Rica olarak da görebilirsin.”
O, Savcı’nın benim amcam olduğunu bilmiyordu ve bu yüzden orada konuştuklarımız için bu kadar ısrarcıydı.
Bunu fark ettiğimde bilmişçesine cevabımı verdim.
“Amcamla olan konuşmamın özele girdiğini düşünüyorum Yüzbaşım.”
Benim cümlelerimi anlamak istercesine kaşları çatılırken bir müddet sonra kaç çatmasının yerini afallama aldı.
Adamı şok ettim iyi mi?
Bana şokla bakarken ben ona gülümsemekle meşguldüm.
“Amca derken?”
“Bildiğimiz öz amca.”
Onun şokunun bitmesine izin vermeden fark ettiğim şeyi söyledim.
“Metin Üsteğmenim size söylemedi mi?”
Az önceki şok olmuş ifadesinin yerini sinir alırken inanmak istemezmişçesine bana baktı.
“Metin biliyordu ve bana söylemedi. Öyle mi?”
Sessiz kalmakla yetinerek dudaklarımı büzerek ona baktım.
Umarım Metin abime fazla yüklenmezdi.
Keşke onun sinirlenmesini izlemek yerinde bu küçük açıklamayı yapsaydı.
Sinirleri iyice bozulmuş olmalı ki sesli şekilde gülmüş kafasını sallayarak söylenmişti. Bir yandan da hızlı bir şekilde kapıya doğru gidiyordu.
“Demek benim sinirlenmemle eğlendin ha Metin efendi. Gösteririm ben sana şimdi.”
Hızla açtığı kapıdan çıkarken onu hızlı adımlarımla takip ettim.
Adımları Timin odasında durduğunda kapıyı hızla açmış, sinirle içeriye girmişti.
Bende içeriye girdiğimde Metin abimin ağzına götürdüğü çay bardağını Yağız’ı görünce geri indirdiğini gördüm.
Yağız’a baktığında ne olduğunu anlamış olacak ki yerinden kalkmış, onun ne yapacağını beklemişti.
Diğerleri ne olduğunu bilmediği için tereddütle bakarken selam durmayı unutmamışlardı.
Yağız ise selam duran Metin abimin kulağına yaklaşmış kimsenin duyamayacağı bir şekilde bir şeyler söyledikten sonra sinirli bir bakış atmış, girdiği hızda odadan geri çıkmıştı.
Onu takip eden gözlerim o çıktıktan sonra Metin abime dönerken Yağız ne dediyse umursamadığını, keyifle az önce oturduğu koltuğa oturup arkasına yaslandığını görmüştüm.
Diğerleri durumu kavrayamazken ben de Yağız’ın ne dediğini ve Metin abimin neden bu kadar keyifli olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Boş olan koltuğa geçip oturduktan sonra olanları izlemeye başladım.
İlk konuşan Kemal abim olmuştu.
“Ne oldu da bu kadar keyiflisin. Hayırdır?”
Metin abim cevap vermek yerine çayını yudumlamaya devam edince ben onun yerine konuştum.
“Baş Savcı’nın amcam olduğunu Yağızdan sakladı. Ama neden bu kadar keyifli olduğunu bende bilmiyorum.”
Herkes ilk dediğime şaşırırken onların da bilmediğini yeni öğrenmiştim.
İlk tepki tabi ki Cem’den geldi.
“Baş Savcı sizin amcanız mıydı?”
Şok olmuş bir şekilde bana bakarken uzaktan öğrenemezmiş gibi oturduğu yerden kalkıp yakınımdaki koltuğa geçmişti.
“Evet.”
Cevabımdan sonra hiç ummadığım bir şey söyleyerek beni şaşırtmıştı.
Sözleri yalvarır gibi çıkmıştı resmen.
“Komutanım sizin kardeşiniz olabilir miyim?”
Benim vereceğim tepki Kerem'den geldi.
“Neden böyle bir şey istiyorsunuz Komutanım?”
Tepkisine şaşkınca bakmaktan başka bir şey yapmamıştık.
“Neden istemeyeyim be Kerem. Koskoca Başsavcının yeğeni olmak nasıl havalı olur düşünebiliyor musun? Hele de mevzu bahis Turan Savcıyken. Adam sert göründüğü anlarda bile enerji yayıyor. Beni Kaan’ı yeğenlikten reddedip kendi yeğeni olarak alabilir. Ama aileden sadece sizi ve savcımı kabul ederim Komutanım.”
Ona gerçekten mi dercesine bakarken o gerçekten de ciddiydi.
Böyle bir şeyin olamayacağını düşünmüş gibi az sonra sakinleşmiş ve olumsuz bir şekilde önüne dönmüştü.
Her şeyi kendi kafasında düşünebilen ve bir düşüncesiyle kendi moralini bozabilecek biriydi.
Bunu şuan ki halinden de anlayabiliyordum.
Biraz sessizlik olduktan sonra Cem Metin abime dönmüş gülerek konuşmuştu.
“Valla Komutanım bende bu bilgiyi bilseydim emin olun Yağız komutanımdan saklardım. Fırsat ayağa gelmişken geri çevirmek olmaz sonuçta.”
Diğerleri de gülerek onu onaylayınca merak ettiğim şeyi sordum.
“Yağız’ın sinirlenmesinden neden bu kadar zevk alıyorsunuz?”
Cevap tabi ki Cem’den geldi.
“Komutanım size davrandığı gibi bize beyefendi olmuyor. Bize yaptıklarını bir biz birde Rabbim bilir. Yani bizim bu küçücük düşüncemiz onun yaptıklarının yarısı bile etmez.”
Ne yapabilir diye düşünürken onları kesinlikle deli etmiş olacağını anladım.
Yoksa bu adamlar onu bu kadar sinir etmek istemezdi öyle değil mi?
♣♣♣
Bölüm sonu.
Umarım beğenmişsinizdir canlarım🥰
Oylarınızı verdiyseniz bölüm sonu sorularımıza geçelim.
Bölümdeki en sevdiğiniz sahne?
En nefret ettiğiniz karakter?
En sevdiğiniz canınız karakter?
Ve yeni karakterimiz Turan hakkındaki düşünceleriniz neler?
Bunları cevaplandırdıysanız sizleri instagram hesabıma davet ediyorum.
Desteklerinizi ve takiplerinizi bekliyorum.
Sizleri çok seviyorum. İyi ki varsınız🥰
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun❤️
İnstagram:
asil_kalem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |