

Selamın Aleyküm canım okurlarım.
Nasılsınız?
5. bölüm ile karşınızdayım.
Biliyorum geç attım ama anca yazabildim.
Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar. ♥
♣♣♣
Kapıyı çaldım ve “Gir.” Sesinden sonra içeriye girdim. Maalesef girer girmez muşmula suratlıları, yani benim çocukluğumu elimden alanları gördüm. Az daha yüzümü buruşturacaktım. Görmeyeli yüzleri çökmüştü ama bakışları halen daha aynıydı. Nefret dolu.
Doktorun ismimi sorup doğrulaması ile daha fazla kapıda durmayarak onlara uzak olan sandalyeye, doktorun karşısına geçtim.

(Sizler için çizim bile yaptım. Oy vermeyi unutmayınız. ♥)
Belli ki benimle karışan kız gelmemişti ve onu bekliyorduk.
Öz olma ihtimali yüksek olan anne ve babama baktım. Onlarda bana bakıyorlardı. Öz annem hasret barındıran dolu gözlerle bakarken, öz babam yüzünde hiçbir ifade gözükmeyecek şekilde bakıyordu. Evet yüzü ifadesizdi ama gözleri öyle bir hasretle bakıyordu ki daha fazla onlara bakamadan önüme döndüm.
Buraya gelmeden hemen önce istihbaratçı bir arkadaşımı aramış aileyi araştırmasını istemiştim, o da yarım saate haber vereceğini söyleyip kapatmıştı.
Bu arada dün bir asker kaza yapmadan önce düşürdüğüm telefonumu bana getirmişti. Telefonumun hiçbir hasarı yoktu çok şükür. Neyse.
Tam olarak 7dk 24sn sonra kapı pat diye açıldı ve herkes kapıdaki kadına döndü, öz ailem hariç. Belli ki alışıklardı bu duruma.
Kapıdan giren kadına baktım. Soğuğa rağmen epey yazlık giyinmişti. Crop ve mini etek ikilisi ile topuğu yüksek olan ama baya yüksek olan topuklu ayakkabısı. Bu arada kadın çok güzeldi. Tam bir manken olurdu bundan. Neyse diyerek hareketlerine baktım.
Tüm odayı taradı sonra gözleri benim üzerimde durdu. Ben ne yapacak diye beklerken tiksinti ile baktı ve ben dış güzelliğin değil de kalp güzelliğinin daha önemli olduğunu tekrardan hatırladım. Yeşil gözleri ve bakışları aynı üvey anneminkine benziyordu. O bakmaya devam ettikçe bende ona dik dik bakmayı sürdürdüm.
Tabi ki bakışlarını ilk çeken taraf, o olmuştu. Baktı mı sert bakardım. O da bunu anlayarak bakışlarını çekmiş ve yanımdaki sandalyeye sinirle oturmuştu. Bu yaptığına göz devirmekle yetindim. Doktorun konuşması ile ona döndüm.
“Telefonda söylemiştim fakat yine de bir özet geçeyim. Dün sizleri aramadan önce hastanemizde eskiden çalışan emekli bir hemşire gelerek 27 yıl önce sizin doğduğunuz gün iki kız bebeği karıştırdığını söyledi. Bizde bu söylemden sonra kayıtlara baktığımızda kadının sizleri karıştırmış olabileceğini düşündük, çünkü o gün sadece ikiniz dünyaya gelmişsiniz. Zaten DNA testine göre değerlendirmeyi yaparız. O zaman sizleri sırayla kan almamız için sedyeye alalım lütfen.”
Doktorun söyledikleri bittiğinde kimse ayağa kalkmadan ilk ben kalktım ve sedyeye doğru yürüdüm. Bir yandan da deri ceketimi çıkarıyordum. Ceketimi çıkarıp sedyenin yan tarafına koydum ve sedyeye rahat bir tavırla oturdum.
Doktorun hemen yanında olan kadın hemşire yanıma gelerek tıbbi malzemeleri çıkararak kanımı aldı. Bant yapıştıracaktı ki engel oldum, deri ceketimi tekrar giydim ve ayağı kalkarak az önce oturduğum yerime geri oturdum. Bunlar olurken herkes beni izlemişti. Neden olduğuyla alakalı hiçbir fikrim yok.
Sırayla babalardan kan alındıktan sonra sıra yanımdaki kadına geldi. Yavaş hareketlerle ayağa kalktı ve yavaşça sedyeye oturdu. O kadar yavaştı ki uykum gelmişti.
Oturduğunda içimden bir ‘çok şükür’ çektikten sonra onu izlemeye devam ettim.
Hemşire daha iğneyi batırmadan hemşireye dikkat etmesi gerektiğini, eğer iz kalırsa şikayet edeceğini söyledi. Pardon cırladı.
5dk sonra sonunda onunda kanı alındıktan sonra doktor 3 saate çıkacağını söylediğinde
“Eğer sonuçlar yarım saate çıkmazsa burada olacakların sorumlusu ben değilim!” diyerek orta sertlikle konuştum.
Doktorda lafa girdi ama ben onun laflarını yarıdan kestim ve sinirli ve epey bir sert olan sesle konuştum. Bir yandan da ayağı kalkarak doktorun masasının önüne geldim. Yeterince dayanmıştım bence.
“Ama-“
“Aması maması yok, ya o sonuçlar yarım saate burada olur ya da burada olur. Eğer yarım saate sonuçlar çıkmazsa olacaklardan ben sorumlu değilim. Burada bizlerin hayatlarıyla oynanmış 3 saat diyorsunuz. Delirtmeyin beni!” diyerek elimi doktorun masasına orta sertlikle vurdum. Tabi orta sertlik onlara göre baya sertti. Çünkü odayı çarpmamdan dolayı ses doldurmuştu.
Ve gördüğüm kadarı ile üveyler yerlerinde sıçramıştı. Onlar böyleydi, ne kadar korkarlarsa korksunlar her haltı yapıyorlardı.
Benim söylediklerimden sonra doktor onaylamış ve hemşire ile beraber odadan çıkmışlardı.
Tam bende odadan çıkacakken arkamda duyduklarımla sinir tüm bedenime akın etti.
“Şu o***** ya bak birde doktorun masasına vuruyor. Terbiyesiz ne olacak. Bir ölmedi gitti.” Dedi, benim saçlarımı sevmek için değil çekmek için tutan baba denmemesi gereken iblis.
Bir hışımla arkama dönerek sinirle üzerine yürümeye, bir yandan da konuşmaya başladım. Burnumdan soluyordum.
“Sen kim oluyorsun da bana bunları söylüyorsun ha! İlk önce kendine ve yanındakine bak bakalım kim o*****! Seninle muhattap olunca ve sana bakınca midem bulanıyor.” Dedim ve ayakta olan bedeninin önünde durarak yakalarından tuttuğum gibi duvara yasladım ve azıcık ayaklarını havaya kaldırdım. Aslında daha fazla kaldırırdım ama diğer ailede buradaydı.
“Az önce söylediklerini bir daha söyle bakayım!” dedim ve yüzündeki korku ifadesini zevkle izledim. Yanıma kocasını, sözde kurtarmaya gelen kadına çevirdim. Ellerini ellerime vererek konuştu ama benim bakışlarımı görene kadar.
“Bırak kocamı! Bırak dedim.” Dediğinde kafamı meymenetsiz suratına çevirdim ve gözlerime akın eden sinirle ona bakmaya başladım. Benim bakışlarımı görünce bir-iki adım geriledi ve yüzüne büyük bir korku düştü.
Onlarda asker olduğumu bilmiyordu ama sinirimi gören geri kaçıyordu. Halen daha yakasını tuttuğum diğer meymenetsize çevirdim bakışlarımı ve dişlerimin arasından konuştum, yani tıslamışta olabilirim.
“Bir daha ne bana ne de sevdiğim birine yaklaşırsanız veya dil uzatırsanız o dilinizi keser köpeklere yemek diye veririm! Anladın mı lan beni!”
Dediğimde korku ile başını olumlu anlamda salladı. Onu yakalarını tutarak yere bir çuval misali fırlattım ve ellerimi bir pisliğe değmişim gibi birbirine çırptım. Tekrar ikisinde de gözlerimi gezdirerek sinirle odadan çıktım. Çıkarken de odanın kapısını sert örtmeyi unutmamıştım.
Bu kadar sinirlenmemin sebebi sadece bunlar değildi. Tabi ki bunlarında katkıları oluyordu fakat asıl sinirlendiğim konu başkaydı.
Eğer 27 yıl önce bebekler biri tarafından karıştırılmışsa neden şimdi ortaya çıkıyordu? Daha çok neden o kadar sonra itiraf etmişti. Bu işte bir iş vardı ama hayırlısı.
Odadan çıkar çıkmaz merdivenlerle çıkışa indim ve hastanenin bahçesine çıkarak derin bir nefes aldım. Bir banka oturarak biraz önce gelen bildirime bakmak amacı ile telefonumu elime aldım.
İstihbaratçı arkadaşım aile ile ilgili bilgileri bulmuş ve yollamıştı. Biraz incelediğimde çok kalabalıklardı. Demek ki onların çocuğu çıkarsam-çok muhtemel çıkacağım- üç abim bir erkek kardeşim varmış. Vay be 27 yıl boyunca tek olan benim, meğerse kardeşlerim varmış. Bütün duygularım birbirine girmişti.
Biraz daha bankta oturup şakaklarıma masaj yaptıktan sonra doktora verdiğim yarım saatlik süre dolduğunda tekrar hastaneye girdim ve doktorun odasının önüne gelince kapıyı tıklattım. Gelen ’gir’ komutu ile odaya girerek eski yerime geçtim. Herkes aynı şekilde yerlerinde oturuyordu ve odadan çıt çıkmıyordu.
Çok şükür.
Doktor benim içeri girmemle beraber elindeki zarfı açmıştı. Zarfın içindeki kağıdı eline aldıktan sonra herkeste gözlerini gezdirdi ve tekrar kağıda dönerek yazılanları ve hepimizin düşündüğü sonuçları açıkladı.
“DNA testine göre Sıla Gündoğdu Rıza Demir’in, Seda Demir ise Kenan Çelik’in kızıdır. Gerekli yerlere şikayetler yapılacaktır. Hastanemiz adına özür dileriz tekrardan.” dedi ve susarak herkesin tepkisine bakmaya devam etti.
Ben ise gözlerim kapalı duruyordum. Biraz daha durur, eğer Demir ailesi bir şey demezse giderdim.
Biraz sonra yanıma birinin yaklaştığını hissettim, sonra da koluma hafif bir şekilde dokunan bir el.
Gözlerimi açarak yanıma gelen Leyle Demir’e baktım. Dolu gözleri taşmış ağlıyordu. Niyeyse içimde bir acı hissettim. Farklı bir histi bu benim için, hiç tanımadığım bir his.
Bana aynı şekilde bakmaya devam ederken kocası da yanına gelerek koluna girdi, destek olmak amacıyla. Rıza Bey bana döndü ve şefkatli bir sesle konuştu.
“Kızım. Biz gerçek kızımızı, seni ailemizde, yanımızda görmek isteriz. Biliyorum bu senin için de zor ama gerçekler bazen çok can yakar. Bizimde yapmamız gereken acıları sarmak. Bize bir şans ver, sadece bir şans. Olur mu? Senin yanında olamasam da ben senin gerçek babanım, lütfen beni kırma. ”
Dediğinde bende nedensizce duygusallaşmıştım ama bunu asla belli etmedim. İçimdeki çocukluğunu yaşayamayan kız çocuğu tek bir kelime de takılı kaldı. Bana “kızım” demiş ve şefkat ile yaklaşmıştı. Gerçekten farklı bir duygu içerisindeydim. Ama her zamanki gibi duygularımı içimde yaşamıştım ne kadar üzücü olsa da.
Önceden de düşündüğüm kararımın arkasındaydım. Eğer beni isterlerse tanışacaktım. Ve onlar istemişti. Bu yüzden onlarla tanışmayı kabul ettim.
Kabul cümlelerimden sonra Leyle Hanım konuşmuştu.
“Kızım gel beraber evimize gidelim de hep beraber yemek yiyelim. Hem kardeşlerinle de tanışırsın. Olur mu?” dedi heyecanlı heyecanlı. Onu da başımla onayladığımda bu seferde mutluluk göz yaşları dökülmeye başladı o güzel kahve gözlerinden.
Ayağı kalkarak onlara baktım. Çok garipti, sanki hiç ayrılmamışlar ve tanışıyorlar gibi birbirlerine sarılıyorlardı. Bu işte kesinlikle bir iş vardı ama yakında ortaya çıkarırdım.
Onlara baktığımda hiçbir şey hissetmedim. Ama içimdeki kız çocuğunun kalbi üşüdü. Daha fazla bakamadım onlara. Daha fazla içimdeki kız çocuğunun üşümesine izin veremezdim. Çektim ifadesiz bakışlarımı onlardan. Zaten onlarda ayaklanıp odadan defolup gittiler.
Ben halen daha bekliyordum. Leyle hanım bana bakmaya devam edince ona dönüp onların çıkmalarını benimde peşlerinden gideceğimi söyledim ve onların çıkması ile bana bakan doktorun masasının karşısına geçerek beni karıştıran hemşirenin ismini aldım ve odadan çıkarak tekrar aşağıya indim.
Rıza Beyler çıkış kapısına yakın bir şekilde duruyorlardı ve ikisinin de yüzleri gülüyordu. İçimden inşallah hep mutlu olurlar diye geçirdim ve derin bir nefes alarak yanlarına gittim. Yanlarına gider gitmez Leyle Hanım heyecanlı bir ses tonu ile konuştu.
“Hadi kızım gidelim.” Dediğinde kafamı sallayarak onu onayladım ve dışarı çıktık. Onlara motorumla onları takip edeceğimi söyleyerek motorumu park ettiğim yere gittim ve kaskımı takarak motoruma bindim. Onların arabası da arkamdaydı zaten. Onlar yola çıkınca bende peşlerinden onları takip ettim.
15dk sonra
Büyük villanın açılan kapısı ile ilk onlar sonrada ben motorumla içeriye giriş yapmıştım.
Ev büyüktü ve bu normaldi, çünkü herkes aynı evde kalıyordu.

Motorumdan inerek kaskımı çıkardım ve motorumun direksiyon tarafına koydum. Saçımı da düzelterek arabalarından inen Rıza beylere baktım. Onlarda bana bakıyorlardı.
Normal adımlarla onların yanına gittiğimde onlarda eve doğru yürümeye başladılar. Bende peşlerinden gittim.
Leyla Hanım kapıyı çalmak yerine elindeki anahtarla kapıyı açtı ve içeri geçtik. Leyla Hanımın beni yönlendirmesi ile büyük bir salona geçmiştik. İçeride ise bütün aile fertleri vardı.
Sade ve şık dizayn edilmişti. Çok güzeldi.

(Ben bunu beğendim, sizce nasıl?)
Leyla Hanımın demesi ile tek boş yer olan tekli koltuğa oturmuş ve aile fertlerinde gözlerimi gezdiriyordum.
Abilerim olduğu belli olan üç kişi vardı ve bunlardan ikisi beni öldürecek gibi duruyordu. Diğer abi normal bakarken küçük kardeş çaktırmadan bakmaya çalışıyordu. Hepsine bakmayı bitirdikten sonra Leyla Hanıma döndüm. Benim ona dönmem ile konuşmaya başladı, heyecanlı ve yumuşak olan sesi ile.
“Sılacım seni kardeşlerinle tanıştırayım. En büyük abin Bora, ortanca abin Ege, En küçük abin Kaan ve son olarak küçük kardeşin Emir.” Dedi, bir yandan da tanıttığı kişiyi eliyle gösterirken.
Zaten adlarını biliyordum ama çaktırmadan her gösterdiğine baş selamı verdim. Sadece Ege Bey karşılık vermiş diğer abiler ise sinir ve öfke dolu gözlerle bakmışlardı.
Heriflere bak, sanarsın düşmanları gelmiş. Sanki bende onlara çok meraklıyım da.
Biraz daha sessizlik içinde oturduk. Bu sessizlik aynı fırtına öncesinde olan sessizliğe benziyordu. Ve benim hislerim kuvvetliydi. Bir kargaşa çıkacaktı belli.
Onlar konuşmadığı için bende konuşmadım. Zaten konuşkan biri değilim.
Biraz sonra içeriye iki kadın ve iki çocuk girdi. Kadınlar güler yüzle eşleri olduğunu tahmin ettiğim abilerin yanlarına otururken küçük çocuklarda babalarının kucaklarına geçtiler. Onlar içeriye geçince Leyla Hanım tekrar konuştu.
“Kızım bunlarda benim birtanecik gelinlerim ve torunlarım. Bora’nın eşi Melek, oğulları Aras. Ve Ege’nin eşi Betül, kızları Elif.”
Onlara da diğerlerine yaptığım gibi baş selamı verdim ama bu sefer yüzümde küçük bir tebessüm vardı. Çocukları çok severdim ve bu yüzüme de yansımıştı. İki kadında samimiyetle tebessüm etmişler ve selamımı almışlardı.
Çocuklara baktığımda ikisi de bir bana bir birbirlerine bakıyorlardı. Ve bu halleri çok tatlıydı. Biraz sonra Elif tatlı tatlı ve bazı harfleri yutarak konuştu.
“Baba bu abya kim?” dedi ve babasına döndü. Bende kızından babasına dönüp yüz ifadesine baktım. Kısacık bana baktıktan sonra kucağındaki kızına döndü ve hiç tereddüt etmeden şu kelimeleri söyledi.
“Ona abla değil hala demelisin. Çünkü o senin halan kızım.” Dedi ve kızının saçlarını özenle okşadı. Elif adına çok mutlu olmuştum. Onu seven ve onun saçlarının okşayan bir babası vardı.
Babasının dediklerinden sonra Elif babasının kulağına yaklaşarak fısıldadığını sanarak konuştu. Çünkü herkes onun dediklerini duyuyordu.
“Baba bence o Seda’ya hiç benzemiyor.” Dedi ve babasının bir şey demesine kalmadan kucağından inerek benim karşıma geçti. Onun yanıma gelmesi ile Aras ta babasının kucağından inerek onun yanında yerini aldı.
“Sen şimdi bizim hayamızmısın?” diye sordu, babasına az önce sormamış gibi. Onun bu tatlı haline tebessüm ettim ve biraz eğilerek konuştum.
“Öyleymiş, siz benim yeğenlerimmişsiniz.” Dediğimde bir anda eğmiş olduğum boynuma atlayarak sıkı sıkı sarıldı. Ve bağırarak konuşmayı da unutmadı.
“Yaşaşıııın! Benimde güzel bir hayam var.” Dedi ve ben bu iltifat karşısında ellerimi sırtına hafif bir şekilde koyarak sarılmasına karşılık verdim, bir yandan da geriye yaslanmış onu tam kucağıma almıştım. Öyle güzel kokuyordu ki az daha gözlerimi kapatacaktım. Biraz daha sarılacaktı ki gelen sesle benden ayrıldı ve sesin sahibine bakışlarını çevirdi.
“Elif’in halasıysan benimde halamsın değil mi?” dedi Aras masum masum. Dudağını büzmüş şekilde cevap bekliyordu. Tam ben cevap verecekken kucağımdaki boncuk gözlü bilmiş bilmiş konuştu.
“Tabiyki de akıllım. Bizim babalarımız kaydeş olduğuna göre o senin de hayan.” Dedi ve doğrulamak ister gibi bana baktı ve sordu. “Değil mi sen onunda hayasısın?” dediğinde, başımla onaylayarak diğer kolumu da çekingen yeğenime açtım.
Biraz tereddüt etse de sonunda diğer dizime de o çıktı ve başını yan bir şekilde kalbime yasladı. İçim sıcacık oldu.
Diğerleri de bizi izliyordu. Biraz sonra Melek ve Betül yemeklere bakacaklarını söyleyerek salondan çıktıklarında Rıza bey bana sorusunu sordu.
“Çalışıyor musun kızım?” diyince bende asker olduğumu söyleyemediğim için başarılı olduğum diğer alanı meslekleştirerek söyledim.
“Evet çalışıyorum. Bilgisayar Mühendisiyim.” Dedim. Birazı yalan olabilirdi ama iznim olmadan onlara gerçek mesleğimi söyleyemezdim. Bilgisayarla da aram iyi olduğu için sorun etmemiştim.
Rıza Bey beni kafasıyla onaylarken Kaan’ın fısıltımsı konuşmasını duydum ve ona döndüm.
“Bizde inandık, kim bilir her sabah nerede uyanıyorsun.” Dediğinde sinirlenmiştim ve ona da sinirimi belli etmiştim.
“Ne dediysen sesli söyle de herkes duysun.” dedim orta serlikle. Daha sert olurdum ama kucağımda çocuklar vardı ve onları korkutmak, istediğim son şey bile değildi.
O benim aksime aşırı sert ve sesli şekilde konuşmuştu.
“Dediğimi gayette iyi duydun. Kim bilir her sabah hangi yerlerde uyanıyorsundur. Buraya da paramızdan faydalanmak için gelmişsindir.”
Onun konuşmasından, pardon bağırmasından sonra salona Betül ve Melek girmişlerdi ve anlamak isterler gibi bakıyorlardı.
Kucağımdaki minikleri sıkıca tutarak ayağı kalktım ve annelerinin kucaklarına zorda olsa bıraktım. Benden zor ayrılmışlardı. Annelerine
“Çocukları bizleri duymayacakları bir yere götürün. Korkmasınlar.” Dedim ve onların aceleyle yukarı çıkmalarından sonra bir hışımla Kaan efendiye(!) döndüm.
“Sen kim oluyorsun da namusuma laf ediyorsun ha!” diye ona bağırdım.
Benim bağırmam ile Bora bir hışımla ayağı kalktı ve o da bana bağırdı.
“Asıl sen kim oluyorsun da benim kardeşime bağırıyorsun!”
Deliricektim ya. Ben sanki ne yaptım, abi-kardeş bağırıyorlar hem de namusuma laf ediliyor.
“Ben bir kadın olarak bu ithamları haketmiyorum, hiçbir kadın haketmiyor. Bir kadına asla bu şekilde davranamazsınız, hele de kendisini hiçbir şekilde tanımıyorsanız! Eğer böyle ithamlarda bulunuyorsanız da-ki bulunuyorsunuz, adam olamamışsınız!” diye gürledim.
Bu seferde Kaan hışımla ayağı kalktı ve benim üzerime yürüdü, bir yandan da bağırmayı ihmal etmedi.
“Sen bizim adamlığımıza laf edeceğine ilk önce aynaya bak!”
Sinirden gülmeye başladım. Evet sinirden. Zaten hayat bana ne zaman güldüyse. Gülmemi keserek en ama en sert sesimle konuştum, sıktığım dişlerimin arasından.
“Ben aynaya baktığımda ne görüyorum biliyor musun? Ben söyleyeyim. Namuslu, iffetli ve en önemlisi de güçlü bir kadın görüyorum. Ama sen aynaya baksan adamlığın A sını bile göremezsin!” dediğimde
"Sen kim oluyorsun da benim adamlığıma laf ediyorsun ha!" diyerek karşıma geçti ve bana elini kaldırarak vurmaya çalıştı. Çalıştı çünkü vurmak için kalktığı elini tuttum.
“Adam olsaydın, sana hiçbir zararı dokunmayan bir kadına el kaldırmazdın. Bir gün it gibi pişman olacaksınız ama o zaman da sizin yüzünüze bakan beni bulamayacaksınız, o günler elbet gelir.” Dedim, hem Bora’a hem de Kaan’a bakarak. Gözlerim en son Kaan’ın yüzünde durduğunda tuttuğum elini ters bükerek suratına yumruğu geçirdim.
Ev ahalisi benim ona vurup yere sermemle onun başına toplandılar ve bende bu evde yerim olmadığını görmüş oldum.
Herkese son kez olduğunu düşündüğüm şekilde baktım ve son sözlerimi söyledim.
“Bir kadına el kaldırıldığında kenarda sessizce beklediniz ya, ben oğlunuzun adamlığı neden öğrenemediğini anlamış oldum. Sizden hiçbir şey olmaz. Bir daha ne beni arayın, ne de karşıma çıkın!” diye hiddetle son sözlerimi söyledim ve kapıyı çarparak, geçek bir ailemin olacağına inancımı kaybetmiş bir şekilde çıktım.
Ben asla sevilmeyecektim….
♣♣♣
Bölümün sonuna geldik.
Sizce bölüm nasıldı?
Beklediğinize değmiş mi?
Beğendiyseniz oy vermeyi ve düşüncelerinizi yorumlarda paylaşmayı unutmayın.
Sizleri seviyorum.
Bir daha ki bölümde görüşmek üzere.
Sizleri seviyorum. ♥
Allah’a emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |