

Selamın aleyküm canım okurlarım.
Nasılsınız?
6. Bölüm ile karşınızdayım.
Biliyorum çok geç attım bölümü ama ilham gelmeyince yazamadım.
Geç geldi ama bu bölüm diğer attığım bölümlerden daha uzun oldu.
Beğenmeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın.
Daha fazla beklemeden bölüme geçelim.
Umarım beğenirsiniz😊
İyi okumalar.
♣♣♣
Hırsla çıktığım evi arkamda bırakarak motoruma doğru ilerledim. Burada daha fazla kalamazdım. Hızlıca kaskımı takarak motoruma yerleştim ve yola koyuldum.
Yine düşüncelere dalmıştım. Hayatında ilk defa gördüğün birine neden böyle davranırsın ki. Anlamıyorum ve anlayacağımı da sanmıyorum. Yıllar sonra ilk defa içimde bir heyecan filizlenmişti ve bu bir hayal kırıklığına dönüşmüştü.
Bu dünyaya sevilmeyen olarak gelmiş ve sevilmeyen olarak gidecektim...
Lojmanın girişinde yer alan nöbetçi, kimliğimi kontrol edince içeriye girdim ve kendi kaldığım binaya doğru gittim. Bina görüş alanıma girdiğinde Kerem ve Cem'i binaya doğru yürürken gördüm. İkisinin elinde de yemek siparişleri olduğu belli olan poşetler vardı ve poşettekiler sadece ikisinin yiyebileceğinden fazla gözüküyordu. Aslında koca koca adamlardı ama yinede fazlaydı.
Onları boş vererek motorumu o gün bindiğim, Yağız Yüzbaşının arabasının yanına park ettim. Motorumdan indim, kaskımı çıkararak elime aldım ve arkamı döndüm. İkisi de bana bakıyorlardı. Sonuçta onlar benimle konuşmuyor ve beni umursamıyorlardı diyerekten onları es geçerek binaya girdim. Merdivenleri kullanarak 3. Kata çıktım ve Cebimden çıkardığım anahtarımla ve elimde tuttuğum kaskımla evin kapısına doğru ilerledim.
Anahtarı yerleştirecekken arkamdaki kapı açıldı ve o kalın ses duyuldu.
"Üsteğmen." evet bu ses Yağız yüzbaşının sesiydi ve bana sesleniyordu. Bana seslendiğini bilerek arkamı döndüm ve
"Efendim komutanım." dedim, her zamanki ses tonumla. Ona baktığımda sağ kapı pervazına omzunu yaslamış ve kafası da sola eğik şekilde, kısık gözlerle bana bakıyordu. Konuşmasını bekledim. Sadece eve girip uyumak ve bugün olanları unutmak istiyordum. Bugün çok bir şey yapmamıştım ama kalbim yorulmuştu. Kalbim üşümüştü.
Yüzbaşının konuşması ile ona odaklandım.
"Yemek yiyecektik, gel sende." dedi rica barındırmayan ama çokça emir barındıran bir sesle.
Bazı gereksizler yüzünden yemekte yiyememiştim ama canım hiçbirşey istemiyordu. Karargahta onlar yemek yiyerek sohbet ederken, ben onların yanına gidince olanlar aklıma geldi. O ana gönderme yaparak
"Size afiyet olsun komutanım. Ben gelipte rahatınızı bozmayayım." Dedim daha soğuk ve imalı bir sesle.
"Tim olarak toplandıysak sende geleceksin. Sonuçta sende bizim timdesin. Gel diyorsam gel."
Emrivakileri ne kadar sevmesem de bazen bende, benden alt rütbedekilere böyle yapıyordum o yüzden düşünmeye gerek yoktu. Emir demiri keser.
Tam konuşacakken merdivenlerin oradan Cem ve Kerem'in konuşma sesleri gelmeye başladı. Konuşmak yerine hala gözükmeyen ikiliyi dinlemeye başladım. Benim hakkımda konuşmaları ise şaşırtıcıydı.
"Komutanın motorunu gördün mü çaylak"
"Gördüm komutanım, Sıla Komutanım çok güzel kullanıyor. Bütün askeriye bugün onu konuşuyordu."
Kerem'in dedikleri ile şaşırmıştım. Askeriyedekiler beni mi konuşmuştu. Keremlerin sesleri kesilince merdivenlerin oraya baktım. İkisi de şaşkınca bana bakıyorlardı. Bende şaşkındım, bu yüzdende kaşlarım havaya kalkmış şekilde onlara bakıyordum.
Yüzbaşının sert bir nefes verişini duydum, ardından da konuşmasını.
"Girin içeri!"
Bana değil de diğerlerine dediğini düşünerek tam arkamı dönecektim ki, komutan yine seslendi,
"Hepiniz!"
Bunlardan kaçış yoktu. Cebimden çıkardığım anahtarı tekrardan cebime soktum ve Keremlerin ardından bende içeri girdim. Yüzbaşı içeri geçmişti. Kerem de kapıyı kapatarak bana yolu gösterdi. Oturma odasına girdiğimde tüm gözler bana döndü ve yüzbaşı hariç herkes ayağı kalkmaya yeltendi ama benim onlara yaptığım işaretle tekrar yerlerine oturdular. Boş yer aramaya koyulduğumda, ikili koltuğun bir kenarında oturan yüzbaşının diğer tarafının boş olduğunu görerek, koltuğun diğer tarafına geçip oturdum ve elimdeki kaskı, yüzbaşı ile aramızda olan boşluğa koydum. Tüm tim buradaydı.
Şuan ise ne ara kabul etmişte buraya gelmiştim onu düşünüyordum. Ne güzel eve girip yatacaktım. Ahh ah, yatma hayallerim suya düştü. Düşünmediğim bir şey vardı o da epeydir yemek yememiş olmamdı. Bu yönden buraya gelmem iyi olmuştu. Daha alışveriş bile yapmamıştım. Yani evde yenilecek hiçbirşey yoktu. Buraları da bilmediğimden internetten alışveriş yapmamın daha iyi olacağını düşündüm ve telefonumu bu sessiz ortamda elime aldım.
Evet yine sessizlik içerisindeydik. Sanki ben tim ortamına girince neşelerini götürüyordum. Ve bu düşünce beni kırıyordu.
Elime aldığım telefonla alışveriş yapabileceğim bir site açarak eve lazım olabilecek herşeyi seçmeye başladım. Mutfaktan temizliğe kadar herşey. Ben alışverişimi bitirene kadar kimseden çıt çıkmadı. Telefonla işim bitince ekranını kapatıp elimde çevirmeye başladım. Sıkılmıştım.
5dk daha bu sessizlik devam etti. En sonunda Cem keremin ensesini tutarak ayaklandı. Ensesini tuttuğu için Keremde ayağı kalkmıştı. Beraber odadan çıkarak gözden kayboldular. Kereme üzülmüyor değildim. Timin en küçüğü olduğu için çok iş kitliyorlardır diye düşündüm. Yazık çocuğa, 4 kişi yetmiyormuş gibi birde ben gelmiştim.
Elimdeki telefonla uğraşmaya devam ederken içeriden sesler gelmeye başladı. Tabak ve poşet sesleri. Beliki yemekleri tabaklara koyuyorlardı. İyice sıkılarak derin bir nefes verdim ve başımı geriye yaslayarak gözlerimi kapattım.
Ruhum bugün çok yara almıştı, helede içimdeki çocukluğunu yaşayamamış küçük kız çocuğu. Ruhum yaralarla doluydu. Bağıra çağıra ağlamak istiyordum ama bunu yapamıyordum, yapmıyordum. En son teyzemin ve amcamın ölümünde ağladığımı hatırladım. O gün ant içtikten sonra ağlamayı bırakmış ve tek gayem vatanım için savaşmak olmuştu.
Üzüntünün bende yeri yoktu. Ben üzülemezdim, üzülenlerin intikamını alırdım. Ben Zirve, vatanına milletine hayırlı bir evlat olmak için çalışıp çabalayan kişiyim, Sıla Gündoğduyum. Lakabım tam beni anlatıyordu aslında. Zirve soğuk olurdu, üşütürdü. Bende de üşüyen biri vardı, o da çocukluğumdu. Zirvedeydim ama kimse yanımda değildi. Yalnızdım, ve bence hep öyle olacaktım.
Ayak sesleri gelince kafamı geriye yaslamayı bıraktım ve her zamanki gibi dik duruşuma geçtim.
Kerem gelmişti.
"Komutanım sofra hazır." Dediğinde yüzbaşı ayağı kalktı, onun kalkması ile bizde aynı anda kalkmıştık.
Ben bunların yanında çok küçüktüm ya. Normalde boyum uzundu ama sanki onların yanında boyum kısalıyordu.
Mutfağa geçtiğimizde, büyük mutfak masasında lahmacun ve ayranlar servis edilmişti. Ve olmazsa olmaz acı biber. En bi sevdiğim.
Bir baş köşeye yüzbaşı geçmişti. Bende yanlardaki sandalyelerden birine geçecekken herkes yana geçince yüzbaşının karşısındaki sandalyeye geçmek zorunda kaldım. Belliki timdekiler rütbeye çok önem veriyorlardı.

Diğerlerinin başlamasını bekledim. Herkes aynı anda ve yüksek sesle 'Bismillah' çekince yemeğe başladık.
Yine, yine ve yine sessizlik içindeydik.
Yarım lahmacunumu yedikten sonra bibere uzandım. Tam uzanmışken Cem'in sesi geldi.
"Komutanım onlar çok acı, yiyebilecekmisiniz?" dedi. Ne kadar acı olursa olsun yiyebilirdim. Tam bir acı severdim.
Cemin sözlerinden sonra diğerlerine baktım hepsinin tabağında acı biber vardı. Onlar yiyorsa bende yerdim, sanki ne var bunda.
Cem'e cevap verdim.
"Acı bana sökmez Yıldız." Dedim normal bir ses tonu ile.
Bu söylediklerimden sonra acı bibere uzanarak beş tane aldım ve tabağıma koydum. Sözlerimden sonrada diğerleri yemek yemeyi bırakmış ben acıya dayanabilecekmiyim ona bakıyorlardı.
Lahmacunumdan bir ısırık alarak biberi ısırmadan ağzıma attım ve çiğnemeye başladım. Diğerleri de benim tepkilerimi izliyordu.
Biberi ağzıma atar atmaz yüzbaşı hariç hepsi yüzünü buruşturarak, endişe ile bana baktılar.
Çok abartıyorlardı sanki.
Lokmam bitince biberin benim önceden yediğim biberlerden daha tatlı olduğunu anladım. Buna acı diyorlarsa benim bir ara yediğim biberleri yeseler ne olurdu acaba. Bu düşünce aklıma gelince sırıttım. Eminim ki ayranları kafalara dikerlerdi.
Benim sırıtmam ile Kerem endişe ile sordu.
"Komutanım iyimisiniz?"
Ona dönerek hiçbir şey olmamış gibi cevap verdim. Zaten bir şey olduğu yoktu.
"Niye iyi olmayayım ki?" diyerek bu seferde ben soru sordum. Kerem yerine Kemal Abi cevap verdi.
"Komutanım-" dedi ama hemen sözünü kestim. Bu kadar resmiyet fazlaydı. Birde benden büyük olduğu halde böyle olması canımı sıkmıştı. Resmiyet giderse daha hızlı şekilde bana alışabilirlerdi.
"Resmiyeti bıraksak mı artık. Karargahta yeterince resmiyet var zaten. Hele de sen Kemal abi. Kardeşin yaşındayımdır."
Bunları dememle Kemal abinin yüzünde içten bir tebessüm oluştu. Bugüne kadar işitmediğim bir hitap kullanarak benimle konuştu.
"Doğru söylüyorsun kardeşim, normalde de resmiyet olmaz ama sen yeni katılınca saygıdan ötürü öyle oldu." Dedi.
Ben bu cümlede tek bir kelimeye takıldım. "kardeşim" bugün gittiğim evde aynı kanı taşıdığım 3 abim vardı ama onlar bana neler yapmıştı. Şimdi ise yeni tanıştığım, Kan bağımız olmayan bir adam bana kardeşim diyordu. Hayat nasılda farklıydı.
Kemal abi konuşurken onu buruk bir tebessümle dinledim.
"Bana bir şey söylüyordunuz sanki." Dedim ve konuşan Cem'e döndüm bu sefer.
"Biberi yediniz ama etki etmedi." Dedi, şaşkınlığını saklamayarak.
Sırıtarak cevap verdim.
"Ben ne biberler yedim. O biberlerin yanında bunun acısı bile yok." Dediğim an hem Kerem hem de Cem'in ağzından "NE!" nidası döküldü.
"Neden böyle şaşırdınız?" Dedim çünkü merak etmiştim.
Bu sefer cevap hiç sohbete katılmayan Yüzbaşıdan geldi. Yüzünde eğlenen bir ifade vardı.
"Onlar ilk yediğinde ayran şişesini kafalarına dikmiş, onun haricinde de epey bi su içmişlerdi. Senin tepkine şaşırdılar." Dedi.
Düşündüğüm şeyleri dile getirdim.
"O zaman ben bundan önce yediğim biberi getireyim de sizde tatlarına bakın. Eminim acılı bir sevme olarak. Çok seveceksiniz." Dedim tehdit eder gibi.
İlk tepki Cemden geldi.
"Komutanım siz zahmet etmeyin, Biz biberi hiç sevmeyiz. Değil mi çaylak?" dedi ve Keremi dürttü. Keremden de itiraz cümleleri gelecekti belli ki. Ve beklediğim gibide oldu.
"Cem Komutanım doğru söylüyor komutanım. Yağız komutanım yiyin deyince yemiştik biz." Dedi ve herşeyi batırdı.
Bunun sonrası ise Yağız Yüzbaşının Keremin ensesine şaplak atması, yemek yemenin bitişi ve saat geç olduğu için evlere dağılmakla sonuçlandı.
Eve girer girmez hemen güzel bir duş aldım ve pijama takımımı giyerek yatağıma yattım.
Bugün hem iyi hem kötü şeyler yaşamıştım. Buna da şükür. Yaşıyorum, sağlıklıyım ve vatanım için hayırlı bir evlat olarak yetiştirildim.
Ne kadar kötü şeyler yaşamış olsam da buna da Hamdolsun.
♦♦♦
Çalan telefonumun sesi ile uyandım ve komidinde duran telefonuma baktım. 'Yağız Yüzbaşı' arıyordu. Saate baktığımda 3.57 olduğunu gördüm ve daha fazla bekletmeden telefonu açtım. Bu saatte aramasının tek sebebi olabilirdi, o da görev olmasıydı.
"Emredin komutanım!"
"Üsteğmen 10dk içinde dışarıda ol!"
"Emredersiniz komutanım!" dedim ve yüzbaşının kapatması ile hemen yatağımdan kalkarak lavaboya gittim. Güzelce abdestimi aldım ve kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı da taradıktan sonra hızlıca dağınık topuz yaptım.

Cüzdanımı ve motorumun anahtarını cebime koyarak kaskımı elime aldım. Ceketimin gizleyeceği şekilde silahımı belime taktıktan sonra hızlıca binadan çıktım. Tam olarak 6dk da hazırlanmıştım. Maşallah bana.
Çıktığımda daha kimse gelmemişti. İnsanları bekletmeyi hiç sevmezdim. Bu huyum yüzünden de hep bekleyen taraf olurdum.
2dk sonra diğerleri de gelmeye başladı. En son yüzbaşının gelmesi ile kaskımı takarak motoruma bindim.
Yola koyulacakken Cem yanımda bitti.
"Komutanım, ben de sizle gelsem olur mu?"
"Olur olmasına-da kaskı olmayan birini arkama almıyorum." Dedim. Bu dediğimle birlikte suratı düşmüştü. Maalesef dediğim gibi güvenlik önlemi almayan birini arkama alamazdım. Ya bir şey olsa. Vicdan azabı çekerdim.
Benim ret etmemle birlikte o da diğerleri gibi arabaya bindi. Kemal abi ve Yüzbaşının arabasıyla gidiyorlardı.
Onlardan önce motorumu çalıştırarak yola çıktım.
Onlarda peşimden çıkmıştı zaten.
Karargaha geldikten sonra odalara dağılmıştık, üniformaları giymek için. Hemen üzerimi değiştirdim ve toplantı odasına ilerledim.
Diğerlerinin de gelmesi ile toplantı odasına girdik. Albaya selamımızı verdikten sonra Albay'ın emri ile sandalyelere yerleştik ve albayı dinlemeye başladık.
"Gelen bilgiye göre ... köyünde saldırı düzenlenmiş ve köy halkını esir alınmış durumda. Gidin ve köy halkını o itlerin yanından söküp alın. Size güveniyorum"
Hepimiz aynı anda yağı kalkarak ellerimizi şakağımıza doğru koyarak "EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!" diye bağırdık.
Albay son kez konuştu,
"Yağız, emir komuta sende, yardımcında bundan sonra Sıla olacak."
Dediğinde bu sefer Yüzbaşı 1 adım öne çıkarak tek başına albayı onayladı.
"Emredersiniz komutanım!"
Albay'a tekrardan selam durduk ve izin alarak odadan çıktık. Diğerleri önden ben ise onları takip edecek şekilde arkalarından gidiyordum. Anladığım kadarı ile mühimmat odasına gidiyorduk. Sonuçta göreve gidecektik.
Dışarı çıkarak karargaha yakın, epey büyük olan yere girdik. Tahmin ettiğim gibi burası mühimmat odasıydı.
Herkes gibi bende hazırlanmaya başladım. Çelik yelek, el bombası, kasatura, bolca mühimmat vb. Hepsini ceplerime yerleştirdim. En önemli olan son ki eşyam kalmıştı. Bunlardan biri tabiki keskin nişancı silahımdı.

Parçalarını teker teker çıkararak yeniden taktım ve son olarak özel olarak yaptırdığım bilekliğimi taktım.

Şu bir yıllık görevimde çok işime yaramıştı. Helede esir düştüğüm zamanlarda.
Saçımı açarak tekrar ördüm. Yüzüme burnumu kapatacak şekilde puşi geçirdim. Kaskımı takmadan önce postallarımı görevde giydiklerimle değiştirdim. Son olarak kafamada kaskımı geçirdiğimde hazırdım.
Diğerlerine baktığımda son kontrolleri yapıyorlardı. Yağız yüzbaşının olduğu yere baktığımda ise göz göze gelmiştik. Bana bakıyordu, ama neden?
Benim ona bakmamla bakışlarını kaçırdı ve yaslandığı duvardan ayrılarak hazırlanmış time döndü.
"Gidiyoruz!"
Dediğinde önceden hazır bulunan çantaları aldık ve hep beraber helikopterin kalkacağı piste gittik.
Orada albay bizi bekliyordu. Hep baraber rütbe sırasına göre albayın karşısına geçtik. Yağız Yüzbaşı komutan olduğu için bir adım öne çıkarak söze girdi.
"Gölgeler Timi; bir Yüzbaşı, bir Kıdemli Üsteğmen, iki Üsteğmen, bir Teğmen ve bir Asteğmenle emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!" dedi ve tekrar sıranın başında yerini aldı.
"Rahat asker!"
Albay'ın emri ile rahata geçtik ve onu dinlemeye başladık.
"Gölgeler Timi, gidin ve o köy halkını düşmanın elinden söküp alın. Sizlere güveniyorum. Yara almadan sapasağlam gelin. Allah yar ve yardımcınız olsun." Dedi ve konuşmasını bitirdi.
Tekrar hazır ola geçtik ve "Sağ ol!" diyerek yerimizde bekledik. Biraz sonra Yüzbaşının emri ile helikoptere sırası ile bindik.
"Gölgeler Timi, Helikoptere bin!"
En son yüzbaşının da helikoptere binmesi ile yolculuğumuz başladı.
Bildiğim kadarı ile Gideceğimiz köy Iğdır'ın sonuna doğruydu ve bu yüzdende yolculuğumuz yarım saatti.
Karşımda oturan Cem Keremle konuşmaya başladı.
"O gün hastanede gördüğüm hemşire var ya, onu halen daha unutmadım. Ne zaman karşısına çıksam benden kaçıyor. Bir türlü numarasını alamadım gitti." Dediğinde gönül işi olacağını düşündüm. Bu sefer Kerem konuştu.
"Hastane kayıtlarından bulamaz mısınız komutanım?" dediğinde hemen söze girdim.
"Gizlilik diye bir şey var. İzni olmadan alayım deme." Dedim, Cem'e yönelik.
"Merak etmeyin komutanım o kadar da değil. İllaki bir gün beni görmemezlikten gelemeyecek." dedi ve olmayan sakallarını okşadı. Belli ki o da yakışıklı olduğunu kabul ediyordu.
Timdekilerin hepsi yakışıklıydı. Eğer çirkin olduklarını söylesem yalan olurdu.
Bu görüntü yüzümde küçük bir tebessüm uyandırdı. Cem'in sorusu ile tekrar ona odaklandım.
"Komutanım peki sizin hiç sevdiğiniz biri oldu mu?"
Hemen yanıtladım. Düşünmeye gerek yoktu.
"Olmadı." Dediğimde hemen sordu.
"Neden komutanım?"
"Karşıma benim için doğru olan biri çıkmadı diyelim. Eğer çıkarsa güzel olur. En azından bir kişi bile olsa sever beni." Dedim ama en son ki cümleyi benim dahi zor duyabileceğim şekilde fısıldamıştım.
Cem sorularının cevabını almakla birlikte arkasına yaslanmış ve gözlerini kapatmıştı. Bende birazda olsa dinlenmek için derin bir nefes alıp arkama yaslandım. O kadar sessiz bir ortamdı ki anlatamam. Kimseden çıt çıkmıyordu.
Tam olarak on yedi dk sonra pilotun sesi ile gözlerimi açtım ve oturuşumu dikleştirdim.
"Komutanım, İnersem dikkat ekebilir. Atlamanız gerekiyor." Dediğinde, yanımda oturan yüzbaşı kalkınca herkes ayaklanmıştı. Çıkardığımız çantalarımızı taktık ve silahlarımızı elimize aldık.
Yüzbaşı kapıyı açıp atlayacaktı ki, o kapıyı açar açmaz ondan önce aşağı atladım. Yaklaşık beş metre kadar yüksekteydik.
Atlar atlamaz silahımın dürbünü ile etrafı kontrol ettim. Şuanlık şüphe çeken bir şey yoktu.
Yüzbaşı atlar atlamaz yanıma geldi ve kolumu tuttuğu gibi beni kendine doğru çevirdi.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedi, sıktığı dişlerinin arasından. Bilmemezlikten gelerek sordum.
"Ne yapmışım komutanım?" dedim, sanki bir şey yapmamışım gibi.
"İlk önce komutan atlar ve sen yardımcı olduğun halde ilk atladın. Bir daha benden önce atlarsan olacaklardan ben sorumlu değilim." Dedi, aynı tonda.
Haklıydı ama yine timime bir şey olmasını istemiyordum. Komutanı başımı sallayarak onayladım ve tekrardan etrafı kontrol ettim.
Biz konuşurken diğerleri de gelmiş etrafı kontrol ediyorlardı. Etrafın güvenli olduğunu anladığımızda köyün olduğu yere yürümeye başladık.
Yarım saat kadar yürüdükten sonra köy gözükmüştü. Yüzbaşının emri ile keskin nişancı olarak tepeye çıktım ve kimsenin göremeyeceği bir yere konuşlandım. Timdekiler bile göremezdi. Herkes yerlerine geçince köydeki en büyük evin önünde nöbet tutan itleri hedef aldım ve yüzbaşının emrini bekledim.
"Gölge'den Zirve'e."
"Zirve dinlemede."
"Görüş sağlandı mı?"
"Görüş sağlandı. Atış için izin istiyorum."
"İzin verildi." Dediğinde nöbet tutan itleri hızlıca vurmaya başladım. Keskin nişancı olarak birkaç kişiyi artarda indirebiliyordum. Tabi ki bunda çalışmamın da etkisi büyüktü.
Birkaç kişinin yerlerini tespit ettikten sonra sırayla ve hızlıca vuruyordum.
Biraz sonra Kemal Ağabeyin sesini duydum.
"Bize öldürecek bırakmadın komutanım. Biraz bırak ta biz vuralım." Dediğinde diğerleri de sırayla onu destekledi.
"Komutanım haklı komutanım, birazda bize bırakın. Kime nişan alsam benden önce vuruyorsunuz." Dedi Kerem. Cem de onu destekleyen şeyler söyledi.
"Komutanım biraz daha öldürürseniz bizim buraya gelmemizin anlamı kalmayacak." Tam eğlenen bir ifade ile cevap verecekken bir itin bir kız çocuğunu rehin alarak bize bağırdığını duydum.
"KOMİTAN EGER TESLİM OLMAZSANİZ GIZ ÖLÜR!"
Dediğinde bende şarteller attı. İti göreceğim şekilde dürbünümü ayarladım ve dikkatlice plan yapmaya koyuldum. Silah tutan eli titriyordu ve çocuğun sadece kolunu tutmuştu. Çocuğa baktığımda, hıçkıra hıçkıra ağladığını ve cılız vücudunda derman kalmadığını gördüm.
Şuana kadar tek bir zaafım olmuştu. Biliyorum, bizlerin zaafı olmamalıydı ama benim vardı. O da çocuklar. Onlara bir şey yapılınca kendime engel olamıyor ve tehlikelide olsa o çocuğu kurtarmak istiyordum.
Şuanda da öyleydi. Ne kadar tehlikeli olsa da elimden gelenin fazlasını yapacak ve o kız çocuğunu kurtaracaktım. Benim çocukluğum zor geçmişti ama diğer çocukların kolay geçmeliydi ve ben onlar için elimden gelenden fazlasını yapacaktım.
Kulağımda takılı olan kulaklıktan ses geldi, bu ses hiç ama hiç konuşmayan Metinindi.
"Komutanım ne yapacağız?" dedi ama yüzbaşı cevap vermedi. Belli ki bir plan hazırlamaya çalışıyordu.
Onların olduğu yerlere baktım. Çocuğa en yakın olan bendim. Aklımdaki planı kulaklıkta dinleyenlere de söyledim.
Şansımıza çocuğu rehin alan itin sırtı kayaya bakıyordu. Bu bana olanak sağladığı için planım Allah'ın izni ile pürüzsüz şekilde işleyecekti.
"Benim bir planım var, eğer sorunsuz halledersek kızı kurtarır ve o iti öldürürüz." Dedim ve yüzbaşının duyduğunu anlamak için bekledim.
"Devam et Zirve." komutanın söylediği ile planımı anlattım.
"Çocuğun en yakınında ben varım. Siz sessizce beklerken ben iti etkisiz hale getirerek çocuğu alabilirim. Eğer bunu kabul etmezseniz de şöyle yaparız. Sizden biri teröristi etkisiz hale getirir bende diğerleri çocuğa zarar vermeden onu alırım." Dedim ve yüzbaşının düşünmesi için zaman verdim. Biraz sonra yüzbaşının sesi geldi.
"Sen çocuğu al bende şu pisliği geberteyim. Dikkatli ol!" onun söylediklerinden sonra silahımı orada bırakarak yanımda taşıdığım, ucunda susturucu takılı olan diğer silahımı aldım ve kimseye gözükmeden itin oraya gitmeye başladım.
Tam bulunduğum kayanın arkasından çıkacakken bana doğru gelen ama halen daha beni görmeyen başka bir iti gördüm. Bulunduğum kayanın arkasında sessizce bekleyerek avımın bana yaklaşmasını bekledim.
Adım seslerinin bana yaklaştığını hatta hemen kayanın yanında olduğunu anlayarak kayanın arkasından çıktım ve elimdeki silahla alnının tam ortasına vurdum. Geberen itin üstünden geçerek öbür pisliğin, sırtını dayadığı kayanın arkasına ulaştım. Benim oraya ulaşmamla tekrar bağırmaya başladı.
"KOMİTAN SON KES SÖYLİREM YA TESLİM-" dediği an sesi kesilmişti. Neden mi? Çünkü ben harekete geçerek çocuğun yakınına gelmiş, yüzbaşı ise iti gebertmişti. O geberir gebermez çocuğu tutan kolu da çekilmişti. Hemen küçük tatlı kız çocuğunu tutarak kucağıma aldım ve eski mevzilendiğim yere tekrar geçtim.
Ben bunları yaparken kız çocuğu başını boynuma gömerek daha çok ağlamaya başlamıştı. Ama şu vardı ki boynuma da sıkı sıkı sarılmıştı.
Şu an bende duygusala bağlamıştım. Aklıma küçüklüğümde yaşadıklarım gelmişti. Bu yüzden gözümden bir damla yaş akmıştı. Silmeye gerek duymadım. Zaten diğerleri benden uzaktaydı.
Kulaklığa doğru konuştum. Diğer kalan şerefsizleri de öldürmeleri için.
"Çocuğu aldım, diğerlerini size bırakıyorum." Dedim ve kucağımdaki miniğe odaklandım. Sırtımı büyük bir kayaya yaslamış, onun iç çekişlerini dinliyordum. Biraz sonra boynumdaki elleri gevşedi ve yavaşça benden ayrılarak yüz yüze gelmemizi sağladı.
O kadar tatlıydı ki. Siyah saçlı, mavi gözlü, fındık burunlu bir minikti. 4 yaşlarındaydı muhtemelen. Ağzını açtı ve yarım yamalak ama tatlı bir şekilde konuştu.
"Şen kimşin?" Ben bunu yerim yaa
Gururla söyledim "Türk askeriyim." Diye. Gurur duyulmayacak gibimi. Hamdolsun.
Benim söylememle rahat bir nefes verdi ve Puşiyi indirdiğimde ortaya çıkan yüzümü incelemek için keşfe çıktı. Yanağıma bakarken kaşlarını çattı. Hem soru yöneltti hemde yaş akan yanağımı sildi.
"Şen ağyadın mı? Seni kim üjdü?" dedi tatlı tatlı.
"Hayıır ağlamadım ama sen sanki ağlamış gibisin. Hm?" bende onun gibi sesimi çocuksu çıkarmıştım. Ağladığı halde itiraz etti.
"Hayıy tabiki ben ağyamam. Şadece annemi öjledim."
"Az sonra annene kavuşucaksın merak etme. Asker abilerle birlikte seni annene götüreceğiz tamam mı? Şimdi sakin olalım ve asker abilerin gelmesini bekleyelim." Dedim şefkat dolu sesim ile.
Söylediklerimden sonra kafasını sallamış ve başını tekrar boynuma gömmüştü. Bende onun saçlarını okşamaya başladım. Rahatlamıştım. Çocuklar bana iyi geliyordu.
Beş dakika sonra ilerideki kayanın arkasından adım atma sesleri gelmeye başladığında yanıma indirdiğim silahımı kavradım ve oraya tuttum. Kucağımdaki miniğide daha sıkı tutmuştum. Silah seslerinin kesilmesi ile kayanın arkasından Yüzbaşı çıktı. Bende onu görür görmez silahımı indirdim ve onun yanıma gelmesini izledim.
Yanıma gelir gelmez diz çöktü ve kucağımdaki miniğe bakmaya başladı. Yüzü gözükmüyordu ama hayran hayran bakıyordu miniğe.
Biraz sonra saçlarını okşadığım elimi indirdim ve yüzbaşının onun saçını okşamasına izin verdim. Başkasının ona dokunduuğunu anlayarak geriye çekildi ve yüzbaşıya baktı, sonra bana döndü. Onun güvenilir olup olmadığını teyit etmek ister gibi bakınca ona bakarak tebessüm ettim ve başımı onaylar manasında salladım.
Benim ona onay vermem ile tekrar onun saçlarını okşayan yüzbaşıya döndü ve hiç tahmin edemeyeceğim şeyi yaparak yüzbaşının yüzünde olan puşiyi aşağı indirerek yüzünü açtı.
Yüzbaşının yüzü açıldığında yüzünde büyük bir tebessüm olduğunu gördüm. Belliki o da çocukları seviyordu. Ve şunuda fark ettim yüzbaşının gamzesi vardı. Bu adam neden böyle ya. Yakışıklı adam, vesselam.
Çok baktığımı fark ederek bakışlarımı kaçırdım ve onların konuşmasını dinledim.
"Abya Türk askeyi, peki şen kimşin?"
"Bende Türk askeriyim."
Yüzbaşının konuşması ile küçük kız ellerini benden ayırdı ve yüzbaşıya doğru uzatarak avuçlarını açıp kapadı. Bu beni kucakla demekti.
Yüzbaşı onu kırmayarak koltuk altlarından tuttuğu gibi kucağına aldı ve ayağı kalktı. Bende hemen ayağı kalktım ve silahımı elime alarak giden yüzbaşının arkasından ilerledim. Belliki görev başarılı olmuştu. Çok şükür.
Evlerin olduğu yere geldiğimizde büyük bir evin önünde olan kalabalığa baktım. En önde duran ve ağlayan bir kadını fark ettim. Yanında da Kemal Ağabey vardı. Teselli etmeye çalışıyor, bir yandan da su uzatıyordu. Ama kadın suyu almak yerine ağlamaya devam ediyordu. Anladığım kadarı ile kurtardığımız miniğin annesiydi. İçim burkuldu.
Önümde yürüyen yüzbaşının önüne geçtim.
"Komutanım." Dedim ve ellerimi uzattım. Silahımı da yere bırakmıştım.
Benim onun önüne geçmemle durmuştu. Ne istediğimi anladı ve dikkatlice kucağındaki tatlı kızı benim kucağıma verdi. Benim almamla hemen boynuma sarıldı küçük kız.
Kucağıma aldığım gibi hemen annesine doğru hızlıca gitmeye başladım.
Yanına ulaştığımda ilk bana sonrada kucağımdaki kızına baktı. Kucağımdaki minikte annesini görür görmez bağırdı ve kucağına atladı.
"ANNEE"
Çok güzel bir andı. O annesine kavuşmuştu. Mutluydu, güvendeydi.
Annesi bana dönerek bir sürü güzel dilekte bulundu. Bende görevim olduğunu söyledim. Buğulanan gözlerim ile.
Onlara daha fazla bakarsam ağlayacağımı anladım ve arkamı döndüm. Arkamı dönmem ve yürümem ile burnumu sert bir şeye çarptım.
Yüzümü ekşiterek geri çekildiğimde çarptığım şeyin, yüzbaşının göğsü olduğunu anladım.
Ters ters bakarak geri çekildim ve gelen helikotere ilerledim. Her an ağlayabilirdim. Ama ağlamayacaktım. Güçlü duracak ve dışarıya hiçbirşey belli etmeyecektim. Her zaman yaptığım gibi.
♣♣♣
Bölüm sonu.
Sizce bölüm nasıldı?
Görüşlerinizi alalım.
Sıla?
Yağız?
Kemal?
Metin?
Cem?
Kerem?
Yorumlarınızı bekliyorum.
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun.
Sizleri seviyorumm💕
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |