

Selamın Aleyküm canlarım.
Nasılsınız?
Çok şükür yeni bölümle karşınızdayım.
Sizleri bekletmeyi hiç istemedim ama ilham gelmeyince böyle oldu.
Sabırla beklediğiniz için teşekkür ederim💖
Daha fazla uzatmadan bölüme geçelim.
Oy ve yorumları lütfen unutmayın.
İyi okumalar.
♣♣♣
Helikopterin yanına gelince içeri girdim ve diğerlerinin de işlerinin bitirmesini beklemeye başladım. Normalde bende aileleri evlerine yerleştirmeleri için yardımcı olurdum ama, o küçük kız beni çok etkilemişti.
İçimdeki duygusal savaşı yok edip oturduğum yerde geriye yaslandım. Belki on dakika da olsa uyusam bana iyi gelirdi, diye düşünerekten gözlerimi kapattım.
♦♦♦
Gelen adım sesi ile gözlerimi açtım ve oturuşumu düzelttim. Karşı tarafıma baktığımda yüzbaşının bana bakan gözlerini gördüm. Onun bana baktığını boşvererek boğazımı temizledim ve sordum.
“Bir sorun mu var komutanım?” dedim. Cevabı gecikmedi
“Helikoptere binmem için illaki bir sorun mu olması gerekiyor üsteğmenim?”
“Hayır komutanım, istediğiniz zaman binip istediğiniz kişiyi izleyebilirsiniz. Benim size karışmam ne haddime.” Dedim beni izlediğini yüzüne vurarak.
Benim söylediklerimden sonra helikopterin kapısının oraya baktı. Bende baktığımda timin geri kalanı helikoptere biniyordu. Bunu gören yüzbaşı cam kenarında oturan benim sağ yanıma hızlı bir şekilde geçti. Bu adamı acaba bir gün anlayabilecekmiyim? Bilemiyorum.
Diğerlerinin de helikoptere binmesi ve yüzbaşının emri ile helikopterin uçuşa geçmesi art arda olmuştu.
Ve geri dönüş yolculuğumuz başlamıştı…
♦♦♦
Helikopter yolculuğumuz bitmiş, pistte albayın karşısına inci taneleri misali dizilmiştik. Yanımda bulunan yüzbaşı bir adım öne çıkarak konuşmaya başladı, biz ise hazır oldaydık.
“Gölgeler Timi; bir Yüzbaşı, bir Kıdemli Üsteğmen, iki Üsteğmen, bir Teğmen ve bir Asteğmenle görevi başarı ile tamamlamıştır komutanım.” Dedi ve tekrar yanımda yerini aldı.
Albayın yüzünde gururlu bir tebessüm vardı.
“AFERİN ASKER!”
“SAĞ OL!”
“RAHAT!” Rahata geçtik ve albayı dinlemeye başladık.
“Yeterince yoruldunuz evlatlarım, gidin ve iyice dinlenin. Her an yeni bir operasyon emri gelebilir. Hele de epeydir düzenlenen operasyon için.”
Albayın gidişi ile bizlerde mühimmat odasına gittik ve üzerimizde göreve ait ne varsa çıkardık. Sonrasında ise karargaha girerek odalarımıza dağıldık.
Odama gelir gelmez kapıyı kilitledim ve üzerimdeki üniformayı çıkararak burada bulunan küçük banyoda duş aldım.
Duş almak beni rahatlatmıştı. Üzerime göreve gitmeden önce çıkardığım kıyafetlerimi tekrar geçirdim, göreve gitmeden önce bıraktığım küçük eşyalarımı aldım ve ceplerime yerleştirdim.
Kurutmadığım saçlarımı bir tokayla tepeden bağladım ve kaskımı alarak dışarıya çıktım.
Görevde yaşananlarla yorulmuş olduğum için eve gidip hayalini kurduğum uykuma devam etmek istiyordum. Saat çoktan 6.00’a gelmişti.
Karargahtan çıkar çıkmaz motorumu park ettiğim yere doğru yürümeye başlamışken motorumun yanında duran timi gördüm. Benden önce hazırlanmış olmalarına içten içe şaşırmıştım. Ve de halen daha gitmemelerine. Bozuntuya vermeden yürümeme devam ettim ve onlara yaklaşınca benim geldiğimi anlamaları için yalandan öksürdüm.
Öksürmemle birlikte bana arkası dönük olan tim bana doğru döndü. Hepsinde gözlerimi gezdirdim, en sonunda bir şey demediklerini anlayarak yanlarından geçmeye çalıştım ama gelen sesle birlikte attığım bir adımı geriye attım ve konuşan kişiye, Kemal abiye döndüm.
“Sıla, bugün kahvaltı için bizim evde toplanacağız, işin yoksa sende gel. Hem hanımda seninle tanışmak çok istiyor.” Dedi gülen yüzü ile.
Gitsemmi ki. İşim yoktu, sadece uyumak vardı planlarımda. Uyumakta işten sayılmıyordu. Davet etmiş insanları da kırmak istemiyordum. Sonuçta düşünüp çağırmışlardı.
İçimdeki belirsizliği dışa da vurdum.
“Bilemedim ki…”
Kemal ağabeyin söyledikleri onlara gitmem için büyük bir sebepti.
“Bilirsin bilirsin. Hem sen çocukları sevmiyor musun, benim kız var. O da seni çok sever, hanımda. Beraber vakit geçirmek güzel olur.”
Düşünmeye gerek yoktu. Çocuk varsa bende varım. Kemal abinin yaşına bakılırsa küçük bir kız beni bekliyordu.
“Peki, geleyim o zaman. Saat kaçta?”
“9.00 iyi olur, hem herkeste dinlenir.”
“Peki o zaman, orda görüşürüz.”
Dedim ve onlarında “görüşürüz” demeleri ile kaskımı takarak motoruma bindim. Onlara baş selamı verdim ve eve doğru yola koyuldum.
Yedi dakikanın sonunda eve varmış bulunuyordum. Odama girer girmez hemen yatmak için hazırlandım ve oyalanmadan yatağıma yattım. Alarm kurmayı da tabi ki unutmadım.
♦♦♦
Alarm sesiyle gözlerimi açtım ve 2 saatlik de olsa uyumanın enerjisi ile yatağımdan kalktım. Rahatlamak için esneme hareketleri yaparak, karargahta duş aldığım halde burada da almak üzere banyonun yolunu tuttum.
Sıcak suyla aldığım duş sonrası yara izlerime, geçmesi için doktorun verdiği iz kremini sürdüm ve vücudumu nemlendirerek üzerimi giyindim.

(Sizce nasıl?)
Yeni gideceğim bir ev için güzel bir kombin olduğuna kanaat getirerek saçlarımı kuruttum, taradım ve kendi haline bıraktım.
Aslında saat 9.00 da toplanacağımızı bildiğim halde yarım saat önceden kalkmıştım. Bunun sebebi ise yeni tanışacağım küçük hanıma ve yeni gideceğim eve hediye almaktı. Yeni gittiğim evlere hediyesiz gitmezdim. Bunun bir sebebi yoktu. Ev sahibine hediye vermek bana iyi hissettiriyordu sadece.
Ceket giymediğim için yanıma, silahımı da içine koyduğum çantamı aldım. Eğer belime takarsam gözükeceği için riske girmedim.
Lazım olacak diğer küçük eşyalarımı da çantama yerleştirdikten sonra dışarıya çıktım.
Dün telefonuma arabamın tamir olduğuna dair mesaj gelmiş ve bende bunu uyumadan önce görerek cevaplamış, bugün alacağımı söylemiştim.
Hem hediye almak hem de arabamı almak için bir taksi çevirdim. Arabamı alacak sonrada hediye almaya gidecektim.
Arabamı alacağım galeriyi taksiciye tarif ettikten sonra arkama yaslanarak akan yolu izledim.
Taksinin durması ile dışarıya bakan gözlerim taksimetreye kaydı. Tutan ücreti taksiciye ödeyerek gerekli işlemleri halletmek adına galeriye girdim.
♦♦♦
Arabamı almış, hediye almaya gitmiş ve istediğim hediyelerimi almıştım. Şimdi ise yeni geldiğim için arabamdan çıkıyordum.
Aldığım hediyeleri de alarak binadan içeri girdim.
Kemal Abiler benim bir alt katımda oturuyorlardı. Bu yüzden ikinci kata çıktım ve kapının önündeki ayakkabılara bakarak zili çaldım. Yüzümde küçük bir tebessüm vardı. Herkes gelmişti belli ki, çünkü kapının önü koca ayakkabılarla doluydu.
Biraz sonra kapı açılma sesi geldiğinde yerde olan bakışlarım kapıya döndü.
Kapıyı açan, gülen yüzü olan esmer bir kadındı. Otuzlu yaşlarında gösteriyordu.
Konuşmam gerektiğini düşünerek söze başladım.
“Hayırlı sabahlar.”
“Sana da hayırlı sabahlar canım. Sılaydı değil mi?”
“Evet.”
“E ne bekliyorsun o zaman tatlım, girsene içeri, kapıda konuşuyoruz.” Dedi çok tatlı bir ifade ile.
Onun tatlı sitemine karşılık başımı salladım ve ayakkabılarımı çıkararak benim için araladığı kapıdan içeri girdim.
Kapıyı kapatır kapatmaz beklemediğim bir harekette bulunarak bana sıkıca sarıldı. Onu kırmak istemediğimden bende sarılışına, elimdeki hediyelerin izin verdiği kadarı ile karşılık verdim.
Ayrıldığımızda yüzündeki gülümsemenin daha da büyüdüğünü gördüm. Bu gülümseme çok içtendi. İçim enerji ile doldu.
Elimdeki hediyeleri ona doğru uzatarak konuştum.
“Benden küçük bir hediye. Umarım beğenirsiniz.” Bir elimdekilere bir bana baktı ve konuştu.
“Niye zahmet ettin?”
“Ne zahmeti. Güle güle kullanın.” Dedim yüzümdeki tebessüm ile.
“Teşekkür ederim canım.”
Az daha ‘görevim’ diyecekken son anda durdum ve
“Rica ederim.” Dedim.
“Gel içeri geçelim. Diğerleri de yeni gelmişti zaten.” Dediğinde kafamla onayladım ve onu takip ederek herkesin bulunduğu salona girdim. Bizim girmemiz ile herkes bize döndü.
Tam ayağı kalkacaklardı ki hem elimle durdurdum, hem de sesimle.
“Sivildeyiz, rahat olun.” Kemal abi hariç herkes geri yerine oturunca Kemal Abiye döndüm.
“Hoş geldin komutanım.” Dediğinde dik dik suratına baktım. Bir türlü sivilde olduğumuzu hatırlamıyorlardı.
“Sıla diyecektim. Alışkanlık işte ne yaparsın.” Dedi elini ensesine götürerek.
Bu durum benimde tebessümümü büyütmüştü.
“Hoş buldum.” Dedim ve tamamen boş olan ikili koltuğa oturdum.

Yanıma da Kemal Ağabeyin eşi oturmuştu. Adını bilmiyordum. Sağ olsun kendini tanıttı.
“Tanışamadık canım, ben Lale.”
“Memnun oldum abla. Abla desem olur, değil mi?”
“İster abla ister yenge de canım, sen bilirsin.”
“Peki” dedim ve bakışlarımı tam karşıma çevirdim. Bir de ne göreyim.
Tam karşımda oturan Yüzbaşının kucağında iki veya üç yaşında bir kız vardı. Tam olarakta bana bakıyordu.
Duruşları da, kendileri de çok tatlıydı. Yani kız tatlıydı.
Oldukları pozisyon tam olarak şöyleydi. Kız çocuğu Yüzbaşının sağ dizinin üstünde oturuyordu ve yüzbaşı bir elini rahat bir şekilde kıza sarmıştı.
Ay ben bunu yerim.
Benimde ona bakmamla meraklı bakışlarını sürdürdü. Sonuçta evlerine yeni gördüğü biri gelmişti. Bir yandan da ileri doğru atılmaya çalışıyordu. Tabi ki buna bir engel vardı, o da yüzbaşının koca elleriydi.
Birde tatlı tatlı konuşması yok mu?
“Yayz bıyak.” Ben mi yanlış anladım yoksa Yüzbaşıyamı seslendi. Konuşması hem komik hem de tatlıydı, kendi gibi.
Yüzbaşı daha fazla onu tutmayarak onu saran elini çekerek onu serbest bıraktı. Bıraktığı için yüzü asılmıştı.
Kız hemen yüzbaşının kucağından atladı ve bana doğru hızlı bir şekilde geldi. Tam karşımda durduğunda o beni bende onu incelemeye başladık.
Siyah saçlarına kıyasla teni açıktı. Gözleri ise masmaviydi. Küçük burnu da eklenince hem tatlı hem de güzel bir kız ortaya çıkıyordu.
Aklıma Aras ve Elif gelmeseydi daha da mutlu olabilirdim. Bildiğin iki tane dünya tatlısı yeğenim varken onlara halalık yapamıyordum. O gün bana olan tavırları çok tatlı ve samimiydi. Tabi abilerin yaptıklarından hemen önceye kadar. Onlara sinirim halen daha geçmemişti. İçimde olan öfke keşke dedirtiyordu. Keşke o gün bir tane daha vursaydım o pislik Kaan'a. Keşke yapsaydım. Hak ediyordu.
Küçük kızın seslenmesi ile düşüncelerimden sıyrıldım.
“Şen kimşin?” bebek veya çocuk fark etmez böyle konuşmalarını çok seviyordum. Bu durum yüzümde gerçek bir gülümseme oluşturdu.
“Babanın yeni iş arkadaşıyım.” Dedim ve elimi ona doğru uzatarak
“Prenses, tanışalım mı?” diye sordum. Üzerindekilerle bir prensesi andırıyordu. Ev sıcak olduğu için üzerine tül mavi bir elbise giymişti.
Uzattığım elimi tutarak sıktı ve
“Oluy Kyaliçe. Ben Yağmuy.” İlk defa biri bana böyle seslendiği için garipsedim.
“Bende Sıla, nasılsınız Prenses Hanım?”
“İyiyim kyaliçe ama çook acıttım.” Dedi ve ellerini yanlarına doğru açarak da miktarını göstermeye çalıştı.
Onun böyle demesi üzerine Lale abla konuştu.
“Acıktıysanız sofraya geçelim.”
“Tabi ki acıktık yenge, o nasıl laf. Bizim doyduğumuz bir an var mı?” diyen kişi Cemden başkası değildi. Tanıdığım kadarı ile çapkın, komik ve aç biriydi.
Onun konuşması herkesi güldürmüş, yüzbaşıda gülerek onun ensesine yapıştırmıştı. Cem onun vurduğu yeri ovarken Lale ablanın demesi ile sofraya geçmiştik.
Sofrada bir sürü çeşit vardı. En sevdiğim şeylerden olan kuymakta vardı.
Herkesin başlaması ile bende yemeye başladım. İlk yediğim şeyde tabi ki kuymaktı.
♦♦♦
Yemeklerimizi yemiş, çay içiyorduk. Yemek boyunca sohbet etmiştik. Sohbette de birbirimizi tanımıştık. Şimdide sırayla kendimiz hakkında bilgi verecektik.
İlk Kemal abi başladı.
“Otuz üç yaşındayım, annem babam sağ, çok şükür. Bir tanede ağabeyim var. Annem emekli öğretmen, babamsa emekli asker.” Dediğinde başımı sallayarak anladığımı belirttim.
Cem’in gülmesi ile ona baktım. Benim ona bakmamla gülmesini durdurarak neden güldüğünü söyledi.
“Sıla komutanım, hani Kemal abimin annesi öğretmen babası askerya, yengemle abiminkilerde öyle. Aileden oğula geçmiş gibi.” Dedi ve tekrar güldü.
Bu çok anlamlı ve güzel bir şeydi.
Lale abla sessiz kalmayıp Cem’e cevap verdi.
“Kemaliminki geçtiyse bakarsın seninki de geçer, kim bilir. Hatta eminim ki geçer.” Dediğinde anlamayarak sordum.
“Abla, ne geçer?”
“Canım, bunun babası asker annesi doktordu. Onu diyorum. Hatta ahan da şuraya yazıyorum” diyerek işaret parmağını masaya koyarak aşağıya doğru kaydırdı, biryandan da diğer eli ile Cem’i işaret etti. Gözlerini kısması ile avına odaklanmış bir kaplana benziyordu.
“Sen doktorla evleneceksin.”
Lale ablanın sözünü bitirmesi ile Cem gözlerini kocaman açarak itiraz etti.
“Yenge dedik bağrımıza bastık, benim hemşirelerle ilgilendiğimi bilmiyormuş gibi niye konuşuyorsun. Ben evlenmeyeceğim, evlenirsem de hemşire ile evlenirim. Doktorlarla işim olmaz.” Dedi rahat bir tavırla.
“Demek öylee, masadakilere soralım bakalım onlar ne diyecek.” Fikrini öne atan kişi Lale abladan başkası değildi.
Cemin kafasını sallaması ve onay vermesi ile Lale abla her birimize tek tek bakarken ortaya soruyu attı.
“Cem hemşireyle evlenir ya da hiç evlenmez diyenler el kaldırsın.” Dediğinde kimse düşünmeden el kaldırdı. El kaldırmayanlar ise sadece ben, Lale abla ve Yağmurdu.
Büyük konuşanların ettiği lafların arkasında kaldığına çok kez şahit olduğum için el kaldırmamıştım. Büyük konuşmak hiç iyi bir şey değildi. Gün gelir kendimizi o konuştuğumuz şeyi yaşarken görürdük.
Ve bence kadınların hissettiği şeyler gerçekleşebiliyordu.
Lale ablanın emin konuşması da bunlardan biriydi.
Bugün buraya geldiğim için kendime teşekkür ediyordum. Neden mi? Çünkü epeydir bir çevrem olmadığı için konuşacak kimsem yoktu etrafta. Ama bugün burada bir kez tattıktan sonra hiç tatmadığım aile sıcaklığını hissetmiştim. Ve bu bana çok güzel hissettirmişti.
Lale abla sadece benim ve kızının ona uyduğunu görünce yüz ifadesi değişti. Kaşlarını çatarak ilk time sonra Kemal abiye kızdı.
“Siz benim söylediğim şeylerin olacağına inanmıyor musunuz?” diye sorunca Yüzbaşı gülen bir yüz ifadesi ile konuştu. Ben ise sandalyemde oturmuş kim konuşuyorsa ona bakıyor, bir yandan da çok sevdiğim çayımı içiyordum.
“Yenge, senin dediklerinin çıkma ihtimallerinin yüksek olduğunu biliyoruz ama bu konuyu bileceğini düşünmüyorum.” Diye sorunca lafa atladım.
“Neden komutanım? Ne demiş atalarımız, büyük lokma ye büyük söz söyleme. Cem de çok büyük konuştu.”
Dediklerimden hiçbirini takmadan sadece bir şeye takılı kaldı. Kaşlarını hafifçe çatarak konuştu.
“Sen niye halen daha bana komutanım diyorsun? Herkese sivildeyiz derken iyiydi.”
“Nasıl seslenmemi istersiniz komutanım? Kaç yaşındasınız? Ona göre hitap edeyim.”
“Otuz yaşındayım ama sen bana abi deme, abi diye seslenilmesini sevmiyorum.” Dediğinde şaka ile karışık konuştum, sinir etmeye bayılırım.
“Peki komutanım, o zaman dayı mı diyeyim?” dediğimde içtiği çay boğazına kaçmış olmalı ki birkaç kez öksürdü. Düzelen biçimli kaşları hızlı bir şekilde yeniden çatılmıştı. Masadakilerin hepsi de sesli gülmemek için çabalıyordu. Hepsi şaka yaptığımı anlamamıştı ama asıl kişi anlamamış ciddi bir şekilde de bana kızmıştı.
“Sıla, benim bir ismim varya hani. İsmimle seslen.” Dedi sonrada yüzünü buruşturarak devam etti.
“Hem dayı nedir. Eğer kız kardeşim olsaydı yeğenim derdi ancak.”
Onun dediklerini başımı sallayarak onayladım. Kerem konuşmayı devralan kişi oldu.
“Abi, ben ve Cem sana abi diyoruz, o ne olacak.” Yüzbaşının kaşları bi düzelmek bilmemişti. Rahatladığını sanarak düzeltiyor, bir sonraki lafta tekrar çatılıyordu.
“Kerem, ikinizde Sıladan küçük değilmisiniz?” dediğinde Cem atladı lafa
“Abi orada dur, Sıla ile aramda sadece bir yaş var. Bu da bir etki etmez diye düşünüyorum.”
Yağız baktı ki baş edemiyor, komutan olarak konuştu.
“Siz benim söylediklerimi mi ikiletiyorsunuz?” diyince Cem panikle itiraz etti, az önce karşı gelen bir başkasıymış gibi.
“Abi o nasıl laf, biz hiç öyle bir şey yaparmıyız? Yapmayız.” Tam Yağız tekrar konuşacakken Lale abla araya girdi.
“Konuyu getirdiğiniz duruma bak, Cem’in doktor ile evlenmesinden bahsediyorduk en son.”
“Yenge sana tekrar söylüyorum. Ben doktor ile ev-len-mem.” Heceleyerek dediğinde bu seferde ben itiraz ettim.
“Biliyor musun Cem, büyük laf konuşmayacaktın. Öyle bir evlenirsin ki bir bakarsın sevmiş evlenmişsin. Hem de doktorla.” Dedim yüzümdeki sırıtma ile.
Cem ağlak bir ifadeye bürünürken omzumun dürtülmesi ile o tarafa döndüm. Lale ablaydı. Elini havaya kaldırmış şekilde
“Çak kız. Kadın dayanışması diye buna denir.” Dedi.
Onun gazına gelerek bana uzattığı eli ile kendi elimi çakıştırdım. Bizim yapmamız ile yağmur sandalyesinde ayağı kalkarak boylarımızı az da olsa eşitleyerek konuştu.
“Kacın dayayışmaşı ni dimek?” onun bu tatlığına dayanamayarak kucağıma aldım ve dizime oturttum, o da uyum sağlayarak diyeceklerimi can kulağı ile dinledi.
“Şöyle seni tatlı prenses, mesela senin hiç kız arkadaşın var mı?”
Kafasını sallayarak onayladı.
“Şimdi sen o arkadaşınla aynı oyunu oynamaya karar vererek diğer arkadaşlarınıza karşı birlik oluyorsunuz. Bizde annenle aynı fikri doğru bulduk ve babanlara karşı fikrimizi savunduk. Buna da kadın dayanışması denir.”
“Farklı anlattım ama, anladın mı bitanem?”
Tatlı tatlı kafasını sallayarak “Anyadım.” Dedi. Bugün bütündür öpmek için can attığım için sordum.
“Prenses, seni öpebilirmiyim?” izni olmadan bir çocuğu sevemezdim. Ne kadar küçük olsada bu durum daha doğruydu. Onun izni olmadan kendisine dokunulmayacağını anlaması ve bilmesi lazımdı.
Elini çenesine koyarak düşünüyormuş gibi yaptı ve şart sundu.
“Tamam ama bende şenin şaçlayınlan oynicam.”
Onun bu şartını kabul ederek ’Peki’ dedim.
Üzerine eğilerek ilk sağ sonra da sol yanağını sesli ve içli bir şekilde öptüm. Sonra ise burnumu boynuna koyarak o bebeksi kokusunu gözlerimi kapatıp soludum. Şu kokudan başka sevdiğim bir koku yoktu. O kadar güzeldi ki, hiçbir koku buna benzemiyordu. Biraz daha soluduktan geriye çekildim.
Benim geriye çekilmem ile ellerini uzatarak saçlarıma uzandı. Bende bütün saçlarımı toplayarak sol omzumdan sarkıttım. Böyle yapmam ile boynumun sağ tarafı tamamen açılmıştı.
Yağmur hayran bir şekilde saçlarıma bakarak şekil vere vere oynamaya başladı.
♦♦♦
Çaylarımızı içtikten sonra Lale ablanın söylemlerini duymazdan gelerek sofrayı beraber toplamıştık. Herkes ben geldiğimde nasıl oturuyorsa yine öyle oturmuştu. Şimdide timin bugün için yaptıkları planı dinliyordum.
“Sancak, çarşıya gidelim bugün, hem Sıla da buraları öğrenir.” Diyen kişi Metindi. Genelde dinleyen az konuşan kişiydi. Bu suskunluğunun altında bir olay yattığını düşünüyordum. Belki bir gün öğrenirim.
Bugün anladığım kadarı ile Yağız’a ismi ile değil soyadının sonu ile sesleniyordu.
“Benim için iyi olur, sizde istiyorsanız gidelim.”
Herkes onayladığında ayaklanmıştık. Lale ablaya da gelmesini söylemiştik ama o evde kalacağını canının istemediğini söyleyerek reddetti.
Benim arabama Cem ve Kerem; Yağız’ın arabasına da Metin ve Kemal abi binmiş, yola koyulmuştuk. Yolları bilmediğim için Yağız’ın arabasının arkasında, onu takip ediyordum.
♦♦♦
On beş dakikalık bir yoldan sonra bahsettikleri çarşıya gelmiş, arabaları sırası ile park etmiştik.
Arabadan inerek yürümeye başladık, bir yandan da bana buraları tarif ediyorlardı.
En önde Yağız olacak şekilde yürüyorduk. Yürümek iyi hissettirmişti. Bu aralar epey yorgundum ve bu durum geçmek bilmiyordu.
Etrafta gezinen bakışlarımı çapraz tarafa çevirince onları gördüm. Abi denilmeye bin şahit istenen Bora ve Kaan Demir’i. Ters istikametlere doğru yürüyorduk. Onları görmezden gelerek bakışlarımı çekecektim ki Bora beni fark etti ve sevgili(!) kardeşini dürterek benim olduğum tarafı gösterdi. Kaan da bana bakınca normal duran yüzüne sinir eklendi.
Dışarıdan bakan biri benim onlara bir şey yaptığımı düşünebilirdi. Ama bu olayda en masum kişi bendim. Asıl onlar bana yapacaklarını yapmıştı. Bu değişmeyecek bir gerçekti.
Görmeleri bir şey ifade etmediği için bakışlarımı onlardan çektim ve dik duruşumdan ödün vermeden yürümeye devam ettim.
Her ne kadar dışarıdan güçlü dursam da içim yıkık bir harabeye dönmüştü. Hele de bu aralar içimdeki enkaz büyüyor gibiydi. Bende ailemin beni sevmesini çok isterdim, hatta istiyordum ama böyle bir ihtimal kalmamıştı. Hiç tanımadıkları halde böyle yapmaları da koymuştu. Bende onlarla büyüseydim nasıl olurdu diye düşünüp duruyordum. Ama cevap yoktu, aynı onların bana niye öyle davrandıklarını bilmemem gibi. Bu olanlar içimdeki enkazı büyüttüğü gibi beni taşma noktasına da getirmişti. Onları görünce bile içimdeki kırgınlık kendini belli ediyor ‘buradayım’ diyordu. İçimdeki çocuk donmak üzereydi. Kimsede elimi tutmamış içimdeki çocuğu kurtarmamıştı. Umudumu da yemiş, bitirmişlerdi…
Gideceğimiz yer kim bilir neredeydi. Buraları en yakın zamanda öğrenmeliydim.
Karşı tarafa baktığım halde onları görebiliyordum, tam olarak yanımdan geçeceklerdi. Ya da ben öyle sandım. Tam onları yok sayarak yanlarından geçecektim ki Bora kolumu tutarak beni sert bir şekilde kendine doğru çekti. Sert bir şekilde ona döndüğümde benim çekilmem ile duran time baktı ve alaycı bir ifade ile bana bakarak konuştu.
"Bizim adamlığımıza laf ederken kendince çok masumdun! Hayırdır, bize laf ederken beş erkekle gezdiğini ya da başka haltlar yediğini mi unuttun?”
“Bilip bilmediğin konular hakkında konuşmamayı sana öğreten olmadı mı? Bana hiçbir şekilde karışmaya hakkın yok! İkide bir bilmediğin konular hakkında konuşma!” dedim sert bir sesle ve yüzüme alaycı bir ifade takarak devam ettim. Kolumu sert şekilde tutmaya ve sıkmaya devam ediyordu.
“Hatta o gün söylediklerimin arkasındayım ve arkasında olmaya devam edeceğim. Ha, unuttuysan tekrar söyleyeyim, sizden adam olmaz!”
Yüz hatlarının kasılmasını izlerken aklıma gelen detay ile kardeşine bakarak konuşmama daha da sinir bozucu bir sırıtışla devam ettim. Kardeşinin de yüz hatları sert bir hal almıştı. Vurduğum yerin izi de halen daha duruyordu. Vurdu mu iyi vururdum. Oh olsundu.
“Kabul et kardeşine çok güzel vurmuşum, istersen aynı izden sana da çıkarabilirim. Kardeş kardeş bıraktığım izlerle yaşar gidersiniz. Hem huylarınız da benziyor, yüzlerinizde benzesin. Ne dersin?” dediğimde kardeşinin izinden gitmesi sinirlerimi bozmuştu.
“Kes sesini, seni hadsiz!” dedi ve…
Ne mi oldu, kardeşi gibi bana vurmaya kalkıştı. İki faktör değişmişti, o da havaya kalkan el ve eli tutan kişi.
Bora vurmaya kalkışarak elini kaldırmış, arkamdan bir elde onun elini yakalamıştı. Bora’nın gözleri sinirli bir şekilde arkama kaydı, elini tutarak beni koruyan kişiye.
Bir anda arkaya çekilmeyi bende beklemiyordum. Arkaya çekilip önüme biri geçmişti. Bu kişi Yağızdan başkası değildi. Beni koruyan da oydu.
Beni ilk defa biri korumuştu. O da Yağızdı.
Sinirli ve kaskatı bir yüz ifadesi ile Boraya baktı ve çok sert bir şekilde konuştu.
“Sen ne hakla bir kadına el kaldırıyorsun lan! Kim olduğun veya ne olduğu önemli değil, bir kadına şu pis elini kaldıramassın, eğer bir daha bu elin Sıla’a veya herhangi bir kadına kalkarsa o elini alır münasip bir yerine sokarım!” dedi ve tuttuğu eli iğrenir ve sert bir şekilde bıraktı.
Peki Bora’nın yüzsüz bir şekilde tekrar konuşması yok mu? Delireceğim.
“Asıl sen kim oluyorsun da bu pisliği koruyorsun? Doğru, onunla olan biri olarak savunuyorsundur. O bir sür-“ dedi ama devamını getiremedi.
Neden mi? çünkü onun lafını devam ettiremeyen yüzbaşının ona attığı yumruktu.
Benim Kaan’a attığım yumruktan daha sert bir yumruktu.
Bora yere düşecekken kardeşi onu yakalamıştı. Başını yana doğru çevirerek ağzına dolan kanı tükürdü ve Yağız öfke saçan gözlerle döndü.
Tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekken telefonu çaldı. Dişlerini sıka sıka telefonunu aldı ve arkasını dönerek biraz uzaklaştı.
Abisine yapılanlardan sonra Kaan sert ve ters gözlerle bana bakmaya başladı. Asla ama asla gözlerimi kaçırmadım aksine onun bana baktığından daha sert baktım. Çok öfkeliydim.
Bana saldırmaya kalksa bile buradan sağ çıkamayacağını iyi biliyordu. Bu yüzden bakmakla yetiniyordu.
Bakışmamızı gören Yağız önüme geçerek onu görmemi engelledi. İyide yaptı, bakmak bile sinirlerimi bozuyordu. Yağız’ın önüme geçmesi ile diğerleri de yanına geçerek bana ulaşmasını engellemişlerdi.
Onların beni arkasına alması benim için çok güzel bir davranıştı. Duygulanmamdan bahsetmiyorum bile. Her ne kadar güçlü olsam da bazen benimde arkamda duran kişilere ihtiyacım oluyordu. İlk defa böyle hissettiğim için duygulanmış, her zaman yaptığım gibi yaşlarımı içime akıtmıştım. Ama bu seferki yaşlar hem kırgınlık, sinir hem de mutluluk ve güvenden oluşuyordu.
Kırgınlık ve öfkenin nedeni sözde öz abilerimin bana davranışlarıydı.
Mutluluk ve güven ise timimin beni koruyup kollaması, bana bir şey olmasını engellemeleri idi.
Bu arada kolum uyuşmuş bir haldeydi. Öyle bir sıkmıştı ki, uyuşmuştu.
Uyuşmanın geçmesi için diğer elimle ovdum.
Biraz sonra önümdeki etten duvarın ardına zorda olsa baktığımda Bora telefonunu kapatmış, sinirinden biraz dahi olsun kaybetmeden geri dönmüştü.
Yağızın karşısına dikilmişti. Şunu söyleyeyim Yağız ondan daha uzun ve iri yarıydı. Bundan dolayı Yağız ona üstten bakıyordu.
Sert bir şekilde konuştu ve bize daha fazla bakmadan defolup gittiler.
“Bir daha karşılaşacağız, o zaman görürsün. O yumruğun hesabını vereceksin.”
Onların gitmesi ile Yağız ‘Gidelim’ dedi ve yürümeye devam ettik. Onların kim olduğunu merak ettiklerini biliyordum. Ve şunu da biliyordum bana sormak istiyorlar ama soramıyorlardı. Bu yüzden kim olduklarını söyledim. Benim onlardan saklayacak bir şeyim yoktu. Ayrıyeten abilerin benim hayatımda yerleri yoktu.
Hiç uzatmadan
“Biyolojik abilerim” dedim.
Dediğimi anladıkları anda herkes bir anda durdu. Onların duracağını düşünmediğim için Yağız’a çarptım. Burnum acımıştı.
İki adım geri giderek bana dönen time baktım.
“Biyolojik abilerin, öyle mi?” diye soran Yağızdı.
“Evet.”
“Bir insan neden kardeşine böyle davranır ki.”(Kemal)
“Emin olun her gün kendime bu soruyu soruyorum, cevabını bulamadım. Bulacağımı da sanmıyorum.”
“Sıla Komutanım, söyledikleriniz doğru muydu?” (Kerem)
“Hangisi?”
“Kardeşine vurduğunuz.” (Kerem)
“Hak edene hak ettiği gibi davranacaksın çaylak. Bu arada teşekkür ederim, beni koruduğunuz için.”
“Tabi ki koruyacağız, lafı olmaz.” (Yağız)
Konuşmamızı bölen şey Yağızın telefonunun sesi idi. Cebinden çıkardığı telefonda kimin aradığına baktı ve ‘Albay’ diye bizi bilgilendirerek açtı. Ciddiyete bürünmüştü.
“Emredin komutanım!”
“…”
“Emredersiniz komutanım!” dedi ve telefonunu kulağından çekerek bize döndü.
“Görev var, gidiyoruz.”
♦♦♦
Yağız’ın görev olduğunu söylemesi ile hızlıca arabalara geçmiş, karargaha en hızlı şekilde gelmiştik.
Aynadaki yansımama baktığımda kendimi görüyordum. Ben buydum, Kıdemli Üsteğmen Sıla Gündoğdu. Ben sivildeyken kendim olduğumu düşünmüyordum. Ben üniformamın içinde kendimdim.
Bana en yakışan üzerimdeki üniformam ve bordo beremdi. Diğer hiçbir şeyin benim için bir değeri yoktu.
Balıksırtı ördüğüm saçlarımın üzerine bordu beremi geçirdim ve yana doğru eğerek şeklini verdim. Çok seviyordum mesleğimi, mesleğime dair her şeyi çok seviyordum.
Hazır oluğum için son kez üzerime bakıp odamdan çıktım. Tim olarak ayrı bir koridorda olduğumuz için kapının önünde beklemeye karar vererek sırtımı duvara yaslayıp beklemeye başladım.
Yağız hazırlanmamız için yedi dakika verdiği için herkes teker teker çıktı. Tim tam olunca hep beraber albayın odasına ciddi bir şekilde gittik.
Konu görev olunca tüm tim ciddiyete bürünüyordu. Bu iyiydi.
Albayın odasına gelince Yağız kapıyı tıklattı. İçeriden gelen komutla kapıyı açtı. Rütbe sırası ile içeriye girerek inci taneleri gibi dizildik.
Hazır ol da dururken içeride olanları yeni fark ettim. Beş kişilik bir PÖH ekibi ve birde savcı vardı. Sorun onların başka insanlar değil de, yarım saat önce bana hakaret eden abilerim olmasıydı.
Benlik bir sorun yoktu, hatta eğleniyordum. Çünkü şuanda bana ve üzerimdeki üniformaya şok olmuş vaziyette bakıyorlardı. Bakalım şimdi kim kimin peşinden koşuyor.
Onlardan bakışlarımı hızlı bir şekilde çektim ve hiçbir duygu olmayan yüzümle albaya bakmaya başladım. Timde onları fark etmiş sinirlenmişti. Sinirlendiklerini sert nefes alıp vermelerinden anlamak zor olmamıştı.
Daha bu hiçbir şeydi. Çok şeye şok olacaklardı.
♣♣♣
Bölüm sonu.
Sizce nasıldı?
En sevdiğiniz sahne?
En sevdiğiniz karakter?
Sizce Sıla abilere ne yapacak?
Görevde neler olacak?
Bu bölümü yazarken ilham zor geldi maalesef, ama çok şükür sonunda yazabildim.
Umarım beğenmişsinizdir.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Lütfen oy vermeyi unutmayalım🤗
Birdahaki bölümde görüşmek üzere,
Allah'a emanet olun.
Sizleri seviyorum💖
İnstagram hesabıma sizleride beklerim.
Asil_kalem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |