

Selamın Aleyküm Kıymetli Okurlarım.
Nasılsınız?
Sizleri bu kadar beklettiğim için çok özür diliyorum.
Yazamayınca yazamıyorum maalesef.
İnşallah bölümü beğenirsiniz.
Oy ve Yorum yapmayı unutmayın lütfen🤗
En uzun bölümüme geçelim.
♣♣♣
Odadaki diğer ekibe baktım. Kaan ile beraber üç erkek, iki kadın memur vardı. Hepsi albayın emrini bekler gibi albaya bakıyordu.
Onlardan bakışlarımı çekerek tekrar Albay'a döndüm. Herkese kısa bir bakış atarak konuşmaya başladı.
"Epeydir üzerinde çalıştığımız operasyon için harekete geçme vakti geldi. Bu operasyonu yeni savcımız Bora Demir ile planladık. Bugün operasyonu tamamlamanız gerek." Dedi. Sonrasında Bora'ya baktıktan sonra tekrar konuştu.
"Detayları toplantı odasında konuşalım."
Hepimiz selama durarak "Emredersiniz" dedik ve Albay'ın çıkması ile hepimiz dışarı çıkarak toplantı odasına geçiş yaptık.

Herkes yerlerine yerleşince Albayın yanında bulunan bir asker herkesin önüne dosyalar bıraktı ve bilgisayarın başına geçti. Herkesin dosyasının üzerinde kendi ismi yazıyordu.
Dosyayı açmadan albaya doğru döndüm ve konuşmasını bekledim. Masanın baş kısmında oturuyordu. Tam karşısında ise Savcı vardı.
Üzerimde olan iki bakışı hissedebiliyordum, fakat umurumda değildi. Dönüp bakmayacak, görmezden gelecektim. Onlar benim duygularımı önemsememişti, bende onları önemsemeyecektim. Üzülmemenin formülü buydu aslında, seni önemsemeyeni sende önemseme...
Albay konuşunca bütün bakışlar Albay'a döndü.
"Kırmızı listede bulunan teröristlerden Aksu Kanlı isimli casus bu akşam şarkı söylemek için bir alanda sahnede olacak. Şarkı söylemesinin amacını daha bilemesekte onu yakalamamız için büyük bir fırsat."
Sorumu dile getirdim.
"Buradaki rolümüz ne olacak komutanım?"
"Operasyonda en önemli görev sana düşüyor. Konserin yapılacağı yerin ana girişine Semih'i, çıkışına ise Kemal'i konumlandıracağız. Herhangi bir aksilikte yardımları gerekecektir. Cem ve Kerem, sizlerde güvenlik kılığında, içeride olup bitenleri savcımıza ileteceksiniz ve Agâh'ın casusu çıkarmasına yardım edeceksiniz."
Albaya yakın oturan esmer adam söze girdi. Keskin yüz hatlarına sahipti ve yirmi dokuz-otuz yaşlarında gibiydi.
"Albayım casusu ben mi çıkaracağım?"
"Evet Başkomiserim, bu görevde sana ait. Onu odasında kimse görmeden etkisiz hale getirerek güvenli bir şekilde dışarı çıkaracaksın. Kimsenin görmemesi içinde devreye Duru ve Öykü, siz giriyorsunuz. Hem içerideki hem de dışarıdaki kameraları etkisiz hale getirmenizi istiyorum. Bu iş için başka birine güvenemem." Dediğinde iki kadın memur oturuşlarını dikleştirerek "Emredersiniz" dediler.
İkisi de güzeldi. Biri esmer, biride kumraldı. Ya benle yaşıttılar ya da küçüktüler. Sert duruşları ve gözlerindeki vatan aşkı, paha biçilemez olan şeydi. İçim gururla doldu.
Görev verilmeyen kişiler ben, Yağız, Metin ve Kaan kalmıştı. Görevimi merak ediyordum. En önemli görevin benim olduğunu söyledikleri için içimdeki merak büyümüştü. Ama şunu biliyordum ki her ne görevi olursa olsun görevimi, elimden gelenin fazlasını yaparak yerine getirecektim.
"Metin ve Kaan siz seyirci olarak katılacaksınız. Etrafı en iyi sizin gözleyebileceğiniz için fazladan rapor vermenizi istiyorum. Kalabalığın içinde olacağınız için dikkatli olun."
Kaan ve Metin anladıklarını belirtir şekilde kafalarını sallayarak "Emredersiniz" dediler.
Son görevler ikimizindi. Albay sonunda bizlere de görevlerimizi söyledi.
"Siz ikinize gelecek olursak. Yağız, sen koruma olarak gireceksin. Kimin koruması diye soracak olursan Sıla'nın koruması olacaksın. Sıla, dediğim gibi en önemli rol senin. Casus yerine sen şarkı söyleyeceksin. Bu durumda ise sana yakın olması için Yağız koruman olacak. Şuana kadarki başarılarını biliyorum ve bundan çok büyük gurur duyuyorum. Ne görev verilirse verilsin canın pahasına gerçekleştirdin... O pisliği alın ve buraya getirin."
Son söylenenler, benim için çok güzeldi. Böyle düşünülmesi ve benimle gurur duyulması... Küçükken ailem sandığım ama ailem olmayan kişiler bana; benim hiçbir şeyi başaramayacağımı, benim işe yaramaz olduğumu ve kimsenin beni sevmeyeceğini söylerdi. Ama şuan da çokça hissediyordum. Ben işe yaramaz değil, gurur duyulandım. Onlar yüzünden hep eksik hissetmiş, kendimi onların dediklerine inandırmıştım. Onlardan nefret ediyordum.
Albayın konuşması bitince hepimiz ayağı kalktık ve "Emredersiniz komutanım" diyerek selam durduk, yüzümdeki tebessümüm ile...
Albayın "Oturun" demesi ile yeniden yerlerimize oturduk. Albayın işaret vermesi ile projeksiyon açıldı ve iyi mi iyi(!) olan savcımız ayağı kalkarak planı anlatmaya başladı. Projeksiyonda gideceğimiz yerin krokisi vardı.
Kardeşininkine benzer bir morluk da, onun yanağında vardı. Yağız'ın eseri olan.
"Konsere yakın olan bir alanda sizleri aracın içinden izleyecek ve dinleyeceğim. Ayarladığımız kameralar ve kulaklıkları kullanacaksınız. Kerem ve Cem, ikiniz Duru ve Öykü'yü kamera odasına götüreceksiniz. Bunun öncesinde ise kamera odasında sorumlu olan kişileri etkisiz hale getirmelisiniz. Diğerleri oraya gitmeden halletmelisiniz. Yani anlayacağınız üzere ilk sizler orada olacaksınız."
Sözlerinin bitimi ile Cem de Kerem de sadece başlarını salladılar. Ondan ve kardeşinden, onlarda hazzetmiyordu.
Savcı onların bir şey demeyeceğini anlayarak bu seferde adının Agâh olduğunu öğrendiğim başkomisere döndü.
"Başkomiserim, sizlerde casusun hazırlandığı odaya girerek onu etkisiz hale getireceksiniz. Siz oraya girene kadar Kemal ve Semih de giriş ve çıkışa konumlanarak tehlike anında yardım edecekler. Casus etkisiz hale gelince o zamana kadar Öykü ve Duru'yu kamera odasına yerleştiren Cem ve Kerem ile birlikte oradan çıkaracaksınız. Nasıl çıkaracaksanız çıkarın ama şuna dikkat edin, ne zarar görsün ne de biri." Dedi ve Metin le Kaan'a döndü sırayla.
"Metin ve Kaan, sizler ise seyirci olarak bana rapor vermenizi ve ters giden şeyler olursa harekete geçmenizi istiyorum." dedi ve gözleri bana döndü. Boğazından sert bir yutkunma geçtikten sonra devam etti. Artık bana bakışında sinir değil ufak bir pişmanlık vardı. Ama kimin umrundaydı.
"Sıla, sen ise onlar odadan çıkar çıkmaz odaya girecek ve şarkı söylemek için hazırlanacaksın. Diğerleri çıkış yaparken sen şarkıyı söyleyecek ve seyirci ya da seyirci kılığında olan kişileri oyalayacaksın. Işıklandırmalar sahneyi karanlık bir ortama dönüştüreceği için seni tanımayacaklardır. Kimseyle muhatap olmadan sahneye git ve şarkını söyle. Yüzbaşı ise sahne arkasında gibi gözükse de senin yakınında olarak her hangi bir tehlikede seni koruyacak. Sorusu olan?"
Diye sorusunu belirtince ben konuştum.
"Hangi şarkıyı söyleyeceğim belli mi yoksa kendim mi seçeceğim?"
"Dosyada şarkı listesi bulunuyor, görevli arkadaşlar bir liste hazırladı. Onun içinden istediğin şarkıyı seçip bize söyle, ona göre ayarlamaları yapalım." Dediğinde önümdeki dosyaya uzandım ve kapağını kaldırarak içine bakınmaya başladım. Diğerleri de ya dosyalarına bakıyor, ya da sorularını soruyordu.
İlk sayfada savcının anlattığının daha uzun hali şeklinde plan yazıyordu. Sayfayı çevirdiğimde ise karşıma bahsettiği çalma listesi çıktı.
Toplamda beş şarkı bulunsa da ben seçeceğimi seçmiştim. En sevdiğim ve iç sesimin dışarı yansıyan hali olarak gördüğüm bir şarkıydı. Ezbere de bildiğim için işim kolay olacaktı. Tabi aksilik çıkmazsa.
Albayın bizi yalnız bırakması ile tekrar dosyaya döndüm.
Dosyanın tamamını tekrardan okuduktan sonra kapatarak arkama yaslandım ve savcıya sorulan soruları dinlemeye başladım. Albay yanımızda olmadığı için bizim muhteşem ikili daha rahat konuşuyordu.
Cem'in boşuna sorduğunu bildiğim sorusu sırıtmama neden oldu. Savcının bana nasıl davrandığına bizzat şahit olmuş ve biyolojik abim olduğunu öğrenmişlerdi. Gördüğüm kadarı ile de gıcık olmuşlardı.
"İstediğimizi giyinebilecek miyiz peki?" diye sorduğunda Savcı Beyimiz(!) bunalmış şekilde konuştu.
"Az öncede bu soruyu sormuştun zaten. Tekrar söylüyorum, herkesin kıyafeti hazır. İstediğinizi değil hazırlanan kıyafetleri giymelisiniz."
"Peki Savcı Bey peki. Sorduğum sorulara da kızıyorsun, anlamadım ki nasıl soru almak bu." Diyerek kendince, fakat bizim duyabileceğimiz şekilde söylendi.
Onun tatlı sitemine karşın yüzümde bir tebessüm oluştu. Diğerleri ise sesli şekilde gülmüştü.
Başkomiserin sesi ile hepimiz aynı anda ona döndük. Yağız'a bakarak konuşuyordu.
"Tanışamadık Yüzbaşım, Başkomiser Agâh Demirel." Dedi ve elini masanın üzerinden olacak şekilde Yağız'a doğru uzattı.
Yağız ise hiç bekletmeden elini tutup tokalaştı ve kendini tanıttı.
"Yüzbaşı Yağız Alsancak."
Ondan sonra da diğer adam elini Yağız'a uzattı ve kendini tanıttı.
"Komiser Semih Bulut. Memnun oldum Yüzbaşım."
Yağız onunla da tokalaştı ve kafasını bir kere öne doğru eğerek memnun olduğunu belirtti.
Onların elleri ayrılırken çapraz tarafımda hareketlenme oldu. Kaan Bey(!) kararsız bir şekilde bana doğru elini uzattı. Bu hareketi az daha göz devirmeme sebep olacaktı.
"Komiser Yardımcısı Kaan Demir."
Onun bana elini uzatması ile herkes bana dönmüş ve odadaki diğer sesler kesilmişti. Çok bir ses yoktu gerçi...
Bana uzatılan eli geri çevirmezdim. Ama beni aşağılayan ve dahası bana vurmaya kalkışan birinin elini tutmazdım. Eğer bundan zevk almayacaksam elini tutmazdım ama şartlar farklıydı. Bundan fazlası ile zevk alacak ve daha çok şaşırmasına sebep olacaktım.
Çünkü daha rütbemi duymamıştı. Ve onu şuana kadar tanıyorsam alt rütbede olduğumu sanıyordu. Kesin apoletime de bakmamıştı.
Ne kadarda acıydı, insanlara önyargı ile ve aşağılayarak yaklaşmak...
Oturuşumu daha da dikleştirdim ve eline uzanarak sert bir şekilde tuttum. Gözlerimde her zamanki gibi bir duygu yoktu. Yüzüm ise bir kayadan sertti. Ben buydum. Duygusunun olduğunu düşünmedikleri ve düşünmeden hareket ederek içimi yıktıkları kişiydim.
Sesim odadaki sessizliği bir bıçak gibi kesti.
"Kıdemli Üsteğmen Sıla Gündoğdu."
Tepkisi tam olarak şöyleydi. İlk dudağı yana doğru alaycı bir şekilde kıvrıldı, bununla beraber benden başka bir yere baktı. Sonra ise...
Rütbemi yeni anlamış gibi bütün ifadesi dondu ve bende olmayan bakışları şaşkın bir şekilde tekrardan bana döndü. Kaşları havaya kalkarken.
Onun tepkisine karşı onun bana yaptığı gibi sırıttım ve elini bıraktım.
Eli masaya düşerken ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu. Onu şaşkınlığı ile bırakarak diğer kadın memurlara döndüm. Onlarda zaten bana bakıyorlardı.
İlk esmer olan elini uzattı ve hafif bir tebessüm ile kendini tanıttı.
"Kıdemli Başpolis Memuru Duru Gökyel. Memnun oldum Üsteğmenim."
Elini tutarak tokalaştım ve "Bende memnun oldum." Dedim. Bu sefer sesim daha yumuşak ve dostaneydi. Yüzümde ise onunkine benzer bir tebessüm vardı.
O elini geri çektikten sonra diğer kadın memur elini uzattı ve kendini tanıttı. İkisi de bana sempatik gelmişti.
"Başpolis Memuru Öykü Kara. Memnun oldum Üsteğmenim."
Onunla da aynı şekilde tokalaşarak memnun olduğumu belirttim. "Bende memnun oldum."
Diğerleri de ismimi duyduğu için tokalaşmaya gerek duymadım. Sadece Başkomiser'e ve Komisere baş selamı verdim. Onlarda aynı şekilde karşılık verdiklerinde arkama yaslandım.
Gözlerim Komiser yardımcımıza kaydı. Elini masanın üzerinden çekmiş masada bir noktaya bakıyordu. Yüzü ifadesizdi. Ondan bakışlarımı çekecekken bizim taraftan bir el ona doğru uzatıldı. Kimin uzattığına baktığımda bunun Metin olduğunu gördüm.
Kaan sanki yeni kendine geliyormuş gibi başını hafifçe iki yana salladı ve önüne uzatılan ele, ardından Metin'e baktı. Elini uzatarak onunla da tokalaştı.
Metinin duygu barındırmayan ama sert olduğu belli olan sesi duyuldu.
"Üsteğmen Metin Aslan." Dedi ve onun bir şey demesine izin vermeden hemen elini geri çekti.
O çeker çekmez havada kalan eli bu seferde Kemal Abi tuttu ve o da Metin gibi kendini tanıttı. Ama gözleri Kaan'da değil Savcıdaydı.
"Üsteğmen Kemal Duman." Dedi ve yavaşça bıraktı elini.
Bora en son gitmeden "Tekrardan görüşeceğiz" demişti. Ve görüşmemiz epey erken olmuştu.
Bu davranışları sadece beni değil timimi de rahatsız etmişti. Zaten böyle bir davranış ne kadar doğruydu ki. Hem onlara neydi kimlerin yanında durduğum. Yine sinirlerim bozulmuştu.
Çay içmek istediğim için yanımda oturan Yağız'a döndüm. Dosyasını açmış ona bakıyordu, ama sanki aklı dosyada değil başka yerdeydi.
Sessiz bir şekilde seslendim.
"Komutanım."
Sesimi duyar duymaz bana döndü ve kafasını "hayırdır" manası ile iki yana salladı.
"Çay alacağım, çıkabilir miyim?"
Gözlerini kapatıp açarak onayladı ve sesli de dile getirdi.
"Çıkabilirsin."
Kısık bir sesle "Sağolun." Dedikten sonra yavaşça ayağı kalktım. Bu hareketimle herkesin bakışı beni bulmuştu.
Kendi komutanımdan izin aldığım için kimseye bir şey demeden toplantı odasından çıktım ve kantine gittim.
Görevliye çay vermesini söyledikten sonra epeydir bakmadığım telefonumu açıp saate baktım. Saat ikiyi geçiyordu.
Normalde olsa bu kadar hızlı geçmezdi. Kalabalık ortamlarda zaman hızlı geçiyordu. Bu duyguyu epey sonra tekrardan tatmak beni sevindirmişti. Genelde ya tek olurdum ya da yine tek...
Görevlinin bana seslenmesi ile telefon ekranına bakan gözlerim onu buldu. Telefonumu cebime koyarak çayımı aldım. "Eyvallah" demeyi de unutmadım.
Cam kenarında olan sandalyelerden birine geçip oturdum ve havanın içeri girmesi ile serinlenerek çayımı içmeye başladım. Başım ağırmaya başlamıştı. Çok düşünmek ve sinir, başımı ağırtıyordu. Bugünde bunları yaptığımı sayarsak gayette normal bir durumdu.
Çayımın yarısına gelirken kantine birinin daha girdiğini duydum fakat dönüp kimin geldiğine bakmadım. Bana neydi. Ben güzel güzel çayımı içiyordum.
Biraz sonra karşımdaki sandalye çekildi. O tarafa bakınca ise başımın ağrısına sebep olan kişilerden birini gördüm. Kaan'ı. Rahat bir şekilde karşıma yerleşti ve bana bakmaya başladı. Umurumda olmadı. Az önceki gibi camdan dışarıya bakmaya devam ettim.
Bu ne yüzsüzlüktü anlamıyordum. Bir insan birinin hayatını zorlaştırmak için neden etrafında dolanıp dururdu ki. Ben onlara kesin bir dille herhangi biriniz ne benimle konuşun ne de karşıma çıkın diye söylemiştim. Ama bu şahıs tam tersini yaparak zaten neşeli olmayan hayatımı zehir ediyordu. Onların yüzünü görünce artık iğreniyordum. Hele de timimin yanında yaptıklarından sonra...
Çok şükür ki önemsememeyi öğrenmiştim. Hayat bunu öğrenmemi sağlamıştı. Önemsememeyi beni önemsemeyenlerden öğrendim...
Çayımı içmeye devam ettim, ta ki karşımdaki şahıs konuşana kadar. Bi susmak bilmemişti ki zaten.
"Annem de babam da bana küstü." Dedi kaşlarını çatarak. Bundan bana neydiki.
"Eee, ben ne yapayım küstülerse. Git biricik abine anlat. Bana niye anlatıyorsan."
"Senin yüzünden küstüler. Sana öyle davrandığım için küstüler. Hayatımızı bir anda ortaya çıkarak mahvettin."
"Birincisi sana küsmeleri aşırı saçma, sen o hareketleri yaparken biri bile karşı gelmedi. Seni büyütenlerde aynı kişi, sen bir kadına el kaldırırken susan kişilerde. İkincisi ise ,bunu son kez söylüyorum artık anla, ben sizin hayatınıza girmedim annen ve baban istediği için onları kırmayıp yanınıza tanışmak için geldim. Gelmeseydimde sizlerle tanışmasaydım keşke. Belki şuan sessizce çayımı içmeye devam ederdim... Ve asıl ben değil siz benim hayatımın içine ettiniz. Bugün o abin olacak herif gelip timimin yanında beni aşağıladı. A, pardon sende oradaydın demi. Sende gördün, senin gibi bana vurmaya kalkıştı ama sonuç değişmedi. Bana değil olan ona oldu. Yumruk yüzünde patladı."
Daha da konuşacaktım fakat izin vermeden masaya elini vurdu ve ayağı kalkarak yüksek sesle konuşmaya başladı. Kendini ne zannediyordu bu.
"Abimde bende senin iyi biri olmadığını düşünüyorduk ve halendaha fikrimiz aynı. Sen hiçbirşeyi hak etmeyen, belki de şımararak büyüyen birisin. Kimbilir belki de buraya torpille ulaşmışsındır. Kıdemli Üsteğmen olmak senin yapabileceğin bir şey değil." Dedi alayvari şekilde.
Benimde bir sınırım vardı, bende insandım. Hele de biri mesleğime laf ederse o zaman bende kayışlar kopardı. Ben ve torpille mesleğimi elime almak ha. Vay be... Ne kadar kolaydı birine, bir askere torpille yükseldiğini ve çalıştığını söylemek.
Sinirden ellerim titremeye başlamıştı. Elimdeki çay bardağımı sert bir şekilde masaya bıraktıktan sonra hızla ayağı fırladım ve ayakta olan bedeninin karşısına dikildim. Ellerimi yakalarına koyduktan sonra kendime doğru çektim ve kendimden bile beklemediğim bir şekilde öfkemi kusarak konuştum.
"Sen kim oluyorsun da benim mesleğime laf ediyorsun lan! Sen kim, benim anlı şanlı mesleğime laf etmek kim! Bunca şey dedin müsaade ettim ama yeter! Ben ne demiştim, benim ne karşıma çıkın ne de benimle konuşun! Sen ne yaptın, geldin bana hakaret ettin, yetmedi abin bana vurmaya kalkıştı, o da yetmedi gelmiş benim vatanım uğruna savaştığım, canım pahasına vatanım için savaştığım mesleğime laf ediyorsun! Adam mısın lan sen! Yeter! Bana yaptıklarınız artık yeter! Bir daha benimle sakın konuşayım deme, yoksa yaptıklarım o yumrukta kalmaz seni yerin altına gömerim!"
Dedim ve tuttuğum yakalarını sert bir şekilde bırakarak hızla kantinden çıktım. Elim ayağım titriyordu.
Kantinden çıkarken duvarın kenarında biri olduğunu gördüm ama bakmadım, bakamadım. Hemen odama geçtim.
Koltuğa değil, dolabın kenarında olan boşluğa, yere oturdum. Dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafına doladım. Yine sarılacak kimsem yoktu, kendime sarılıyordum. Çocukluğumdaki gibi...
Artık dayanamıyordum, bu zamana kadar ne olursa olsun dayanmıştım, her ne olursa olsun 'bir şey olmaz, geçer' demiştim. Ama hiçbir zaman geçmemişti. Ben, artık benim üzerime gelinmesinden, her şeyde suçlu olmaktan bıkmıştım.
Belki demiştim iki gün önce, belki bir ailem olur, bende o sıcaklığı tadarım. Ama ne olmuştu, her zamanki gibi bir hayal kırıklığı. Benim medet ummam hiçbir zaman işe yaramamıştı. Neyden ümitlensem o benim için hayal kırıklığından başka birşeye dönüşmüyordu.
Önemsemiyorum, önemsememeliyim demiştim fakat bende insandım. Benimde görülmeye, sevilmeye, sarılmaya ihtiyacım vardı. Benimde bir aile sıcaklığına ihtiyacım vardı.
Altı yaşımda pembe elbise giydim diye dövülmeye değil övgü almaya 'çok güzel olmuşsun' denilmeye ihtiyacım vardı. Ama olmamıştı, öldüresiye dövülmüştüm. Sonra ise koyu renklere mahkum edilmiştim.
Mutluluk bir bana mı yetmemişti. Bir bana mı uğramamıştı...
Gözyaşlarım isyan eder gibi gözlerimden boşalıyordu. Durdurmak bir yana engel olmuyordum kendime. Kimin ne diyeceğini umursamadan biri beni duyar diye düşünmeden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Dayanabildiğim nokta bu kadardı. Benimde bir sınırım vardı ve ben bu sınırı epey önce doldurmuştum. Bugüne kadar yaşadığım her şeye günü gelmiş gibi ağladım.
İçimde çocukluğunu yaşayamamış sadece sevgisizlikle büyümüş kız çocuğuna, ailem olmamasına, sevilmediğime, belki de sevilmeyeceğime, ne yaparsam yapayım kimsenin beni görmemesine ve bunun gibi nice şey için akıttım gözyaşlarımı.
Bugüne kadar içime akıttığım göz yaşları artık dışarıdaydı...
Zamanın ne kadar geçtiğini bilmiyordum. Hiçbir şey şuan umurumda değildi ya da ben öyle istiyordum. Sadece ağlıyordum. Bıraksalar gün boyu ağlardım.
Kapının tıklanma sesini duyunca gözlerim irice açıldı. Ben ne yapıyordum. Görev vardı ve ben burada ağlıyordum. Görev için çalışmak yerine kendim ve geçmişim için ağlıyordum. Bana bu da çoktu. Ben kimdim ki kendim için de olsa ağlayacaktım.
Kapı tekrar tıklatılınca hemen kendimi toparlamaya çalıştım. İlk göz yaşlarımı sildim. Ama yenileri akıp akıp duruyordu. Dolabın üzerine yerleştirilmiş aynanın karşısına geçerek yüzüme baktım. İçler acısıydı. Yüzümde, gözlerimde kıpkırmızıydı. Bir tane peçete alarak hızlıca yüzümü kurulayıp akan burnumu sildim. Bir iki kez de boğazımı temizledikten sonra masama geçerek önüme dosya koydum ve sanki az önce küçük bir kız misali ağlamamışım gibi otoriter sesimi takınarak "Gir!" dedim.
Benim komutumla kapı hızla açıldı. Gözlerimi az önce önüme aldığım dosyadan kaldırarak kapıdan giren kişiye çevirdim.
Beklediğim biri değildi giren kişi. Yağız gelmişti ve kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakıyordu.
Hızla toparlanarak, kapıyı kapatarak masamın karşısına geçen yüzbaşına ayağı kalkarak selam durdum.
"Emredin Komutanım!" sakin ve durgun bir ifade ile komut verdi.
"Rahat."
Rahata geçtikten sonra gözlerine bakmaya devam ettim. Ne diyecekse desindi. Belki ağladığımı anlamış ve benim mızmız biri olduğumu düşünmüştü, belki de Kaan gibi benim şımarık bir şekilde büyüdüğümü ve küçük bir şey için ağladığımı düşünüyordu.
Hıçkırıklarım dışardan duyulmuş olabilirdi. Şuan doğru şekilde düşünemiyordum. Baş ağrım ikiye katlanmış, başımın arkası uyuşmuştu. Hiçbir şey yapmak istemiyordum sadece düşünmemek istiyordum, belki öyle daha az canım yanardı.
Yağızdan, şuana kadar hiç duymadığım bir soru duydum.
"İyi misin?"
Normalde böyle bir soru hep duyulan bir soru olabilirdi, ama bunu bana soran olmamıştı, ya da merak eden.
Eski timim vardı, evet ama çokça merak edilen ya da sevilen biri değildim, hele de içime kapandığım için.
Ne yalan ne de doğruyu söylemek istemediğimden
"Boş verin beni komutanım, görev için ne zaman gideceğiz?"
Beklediğim gibi beni boş vermedi. O da diğer herkes gibi beni boş verir sanıyordum ama yanılmıştım.
"Asıl sen rütbeyi de görevi de boş ver. Doğru dürüst cevap ver. İyi misin?"
Birine içimi dökmeye alışkın değildim. Hele de komutanıma. Kelime oyunları oynayıp bu sorudan kurtulmayı umdum.
"Çok şükür yaşayıp gidiyorum."
Yemedi.
"Çok şükür-de ben onu mu soruyorum Sıla?" dedi tek kaşı havaya kalkarken.
"Ben öyle anladım." Dedim saf ayağına yatarak.
"Doğru anladığını ikimizde biliyoruz. Sen ve yanlış anlamak, imkansız." Dedi bir imkansızdan bahseder gibi ve başını iki yana salladı.
Omuz silktiğimde devam etti.
"Peki, senin anlayacağın ya da kaçamayacağın şekilde sorayım. Şuan ki ruh halin iyimi?"
Sustum, dilim varmadı 'değil' demeye. Dile getirmek istemedim, sorudan kaçtım ya da Yağızdan.
O anladı sanki içimde olan biteni, yüzünde acı bir tebessüm oluştu, sanki kendi de böyle durumlarda kalmış gibi. Başını salladı sadece.
Konuyu kapattı. Ya da ben öyle sandım...
"Toplantı odasına geçelim, biraz daha plan üzerinden geçtikten sonra görevlere dağılacağız. İstersen bir yüzünü yıka, sıcaktan galiba kıpkırmızı olmuş."
O an anladım, ağladığımı bildiğini ve beni rahatlatmaya, sıkamamaya çalıştığını. Son söylediklerini arkasını dönerek söylemişti, yüzüme bakarak değil.
İçimden ona teşekkür ettim, beni anladığı, beni gördüğü için. Ama o bunu duymadı...
Arkasından "Emredersiniz" dedikten sonra odada bulunan küçük banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkayarak hızlıca kuruladım.
Sonrasında ise Yağızla beraber toplantı odasına geçtik.
Hiçbir şekilde Demir kardeşlerin yüzüne bakmadan planı tekrarladım ve yapacaklarımı gözden geçirdim. Diğerleri ile birlikte de planı tekrar edene kadar 2 saat su gibi akıp geçmişti. Herkesin düşünceleri ile B planı hazırlamış, bir aksilik çıkarsa diye varsayımlarda bulunmuştuk.
Toparlanmış, eski halime dönmüştüm. Sanki hiç ağlamamış gibiydim.
Saat beşe gelirken sırayla herkes hazırlanmaya gitti. En son bende odamın yolunu tuttum.
İlk Cem ve Kerem giderek kamera odasını halledecekti, sonrasında ise diğerleri yerlerine geçecek ve kameraları etkisiz hale getireceklerdi. Sonra ise Yağız ve ben yerimizi alacaktık. Umarım her şey yolunda giderdi...
Odama girer girmez camı açarak içeride bıraktığım kasvetli havayı dağıtmaya çalıştım.
Ben buradan normal kıyafetlerimle gidecek ve oradaki odada bulunan kıyafetlerle hazırlanacaktım. Savcının sonradan dediğine göre içeriye fazladan adam yollamışlardı. Bizim adamların yaka kartları beyazdı, bu sayede onlara güvenebilecektik.
Yatağımın üzerine koyulan kıyafete doğru ilerledim. Giderken giymem için hazırlanmıştı belli ki.
Saçlarımı hızlı bir şekilde tarayarak tepeden topuz yaptım ve üzerimi giydim. Tam benlik bir kombindi. Bunları yaparken de söyleyeceğim şarkıyı seslendiriyordum. Telefonumdan şarkıyı açmayı da unutmamıştım.

(Nasıll?)
Kombinin dışında birkaç tane de takı vardı. Ve anladığım kadarı ile Savcının söylediği kameralar bunlardı. Onları da yanıma aldığım çantanın içerisine yerleştirdim.

(Bunu da sorayım, nasıl?)
Çantamın özel gözüne çakımı koyduktan sonra belime silahımı yerleştirdim. Çantama önceden koyulan sahte kimliğime de baktıktan sonra hazırdım. Kimliği göstererek arama yapılmadan içeri girebilecektim.
Şarkıyı söylerken yanımda biri daha olacaktı, çünkü şarkı iki kişinin söylediği bir şarkıydı.
Hazırlığım bittikten sonra odamdan çıktım ve timin odasına gittim. Orada toplanacağımızı söylemişlerdi.
Kapıyı tıklatmadan içeri girdim, odada kimsenin olacağını sanmadığım için.
Bugün ki ikinci yanılmamdı. Odada biri vardı ve bu kişi bugün benim yanımda olan ama haberi olmayan kişiydi.
Her ne kadar dışarıdan sert görünse de sert görünümünün altında yumuşak biri vardı, belki de yaralı...
Başımla selam verdikten sonra karşısındaki koltuğa oturdum.
Siyah bir takım elbisenin içine beyaz bir gömlek giymişti. Koruma olarak gideceği için kulağına doğru uzanan kulaklığı vardı.
Ne yalan söyleyeyim çok yakışıklı olmuştu. Askeri Üniformanın içinde de yakışıklıydı ama o farklı bu farklıydı. Takım elbise farkı.
Çok incelediğimi fark ederek gözlerimi üzerinden çektim ve kucağımda olan ellerime çevirdim bakışlarımı.
Sorusunu sorana kadarda öyle kaldım.
"Şarkı söylemeye hazır mısın?" diye sorunca ellerimde olan bakışlarımı gözlerine kenetledim.
"Evet, zaten bildiğim bir şarkıyı seçtiğim için kolay olacak." Dedim. Başını sallayarak onayladı.
Beş dakika sonra kapı açıldı ve gürültüsü ile diğerleri geldi. Ama gürültü hepsinden değil tek bir kişiden çıkıyordu.
"Söyleyin bana biz en son ne zaman takım elbise giydik? Şuan o kadar garipsedim ki anlatamam. Normal elbise giysem bu kadar garipserim." Diyen kişi tabi ki de Cemdi.
"Komutanım, fazla abarttınız sanki." Dedi Kerem.
Cem ona döndü fakat konuşamadan araya tok ses girdi.
"Tartışacak zaman yok, hazırsanız çıkalım, anca ayarlanır her şey."
Herkes onu onaylayınca bende o da ayağa kalktı ve hep beraber dışarı çıktık.
Aynı anda yola çıkacak farklı zamanlarda yerlerimize geçecektik.
Dışarı çıktığımızda diğer ekibinde hazırlandığını ve bizi beklediğini gördüm. Onların yanlarına varınca yeni gördüğüm arabalara dağıldık.
Savcı önceden bir minibüs ile gitmiş yerini almıştı. Operasyonu o yönetiyordu.
Ben ve Yağız birlikte gidecektik. Çünkü o benim korumam olarak geliyordu.
Diğerleri ise Kaan ve Metin hariç diğer minibüse binip gideceklerdi. Hepsi güvenlik kılığındaydı. Onlar hariç.
Onlarda iki ayrı araçla gidecekler ve seyircilerin arasına yeni kimliklerini kullanarak gireceklerdi.
Yağız şoför koltuğuna ben de arka koltuğa oturduktan sonra yolculuğumuz başlamıştı.
♦♦♦
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından alandan uzak bir yerde arabanın içindeydik. Taktığımız kulaklıklarla görevi takip ediyor sıranın bize gelmesini bekliyorduk.
Ön ve arka çıkışlara sağ salim konuşlanmışlardı. Şuan kameraları Öykü ve Duru hallediyorlardı ve bizde bunu bekliyorduk.
Onlar halleder halletmez biz içeri girecektik. Bu arada da Başkomiser casusu etkisiz hale getirecek ve bir gören olmadan çıkaracaktı.
Kulaklıktan gelen sese odaklandım.
"Kameralar tamam."
Yağızla dikiz aynasından göz göze geldik, sonrada savcının sesini duyduk.
"Zirve ve Gölge sıra sizin."
Kulaklığa doğu "Anlaşıldı" dediğimde arabada aynı anda hareket etti.
Niyeyse içimde heyecan vardı, ilk defa başkalarına şarkı söyleyecektim ve bu başkaları çok kalabalıktı.
Yağız'ın konuşması ile dikiz aynasından ona bakarak onu dinledim.
"Bak Sıla, herhangi bir şey olursa bana söylüyorsun, tek başına hareket etme. Hatırlatırım senin korumanım. Sen nereye ben oraya..."
Başımı sallamakla yetindim. Son sözlerinin altında bir şey yatıyor gibi hissetsemde boşverip, alana yaklaştığımız için yüzümdeki sertliğin üzerine sahte bir gülümseme getirdim. Bu gülümsemenin sahte olduğunu anlayacak bir insan tanımıyordum.
Dosya da yazdığına göre casus kendini gülen yüzünün arkasına saklamış biriydi. Her ne kadar gülen yüzlü olsa da onun altında yatanları biliyorduk ve bugün onu alacaktık.
Arabanın durması ile derin bir nefes aldım. Şuan hepimiz role bürünmüştük.
Yağız Kapısını açarak dışarı çıktı ve benim tarafıma geçerek kapımı açtı. Başımı sallayarak teşekkür ettikten sonra girişe doğru ilerledim. Yağızda kapıyı kapatıp peşimden gelmeye başladı.
Güvenliklerin arasında gözlerimi gezdirirken Semihle göz göze geldik. Hemen bakışlarımı çekerek sert adımlarla girişe ilerledim ve hiç bir şey söylemeden çantamdan aldığım kimliği gösterdim.
Bir güvenlik "Buyrun Aksu Hanım" dediğinde içeri girmeye hazırlandım.
Az önce bana buyrun diyen kişi Yağız'ın önünü kesti ve giremeyeceğine dair şeyler söyledi. Yağız kızgın bir boğayı andıran yüz ifadesiyle her an adamı dövecekmiş gibi duruyordu.
Hemen onlara doğru döndüm ve Yağız ona bir şey yapmadan konuştum.
"O benim korumam, o olmadan hiçbir yere gitmem. O girmezse bende girmem, sonra patronlarınızla arası bozulan siz olursunuz." Dedim ve kararsız kaldıklarını anladığımda Yağız'a bakıp 'gidelim' diyerek az önce geldiğim yere, arabaya doğru ilerlemeye başladım.
Bir adım attıktan sonra istediğime ulaşmıştım. Adam hem konuşarak hem de kolumdan tutarak beni durdurdu. Kolumdan tutmasa da olurdu.
"Durun Aksu Hanım, siz nasıl isterseniz öyle olsun. Geçin lütfen."
Dedi ama kolumdaki eli yerini korudu ve olduğu yeri okşamaya kalktı. Kalktı kalkmasına ama ben müdahale edemeden Yağız tarafından engellendi.
Karşımdaki sırıtan herifin elini tuttuğu gibi kolumdan ayırdı ve benim önüme geçerek sertçe konuştu. O yapmasaydı ben yapacaktım ama bu aralar benden önce davranıyordu.
"Eline gözüne sahip çık yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim. Bir daha ona dokunmaya kalkma!"
Kulaklıktan ses geldi.
"Bacım, iki gündür adam sana dokunan herifler yüzünden sinir hastasına dönüştü. Uzak tut şu herifleri kendinden." (Kemal)
Cevap veremedim maalesef, ama aklıma yazdım cevap vermem gerektiğini.
Yağız karşısında sinirden köpüren herifin tuttuğu elini savurdu ve bana eliyle yol verdi.
Başımı sallayarak önden gitmeye başladım.
Savcının sesi geldi kulağıma.
"Atmaca, casus ne durumda?"
İlk Atmacanın kim olduğunu anlamadım ama sonra tekrar gelen sesle anladım.
"Etkisiz hale getirdim ve boş olan ayarladığımız odaya aldım, zor olmadı fakat bu kadını nasıl çıkaracağımı bulamadım."
Başkomiserin dedikleriyle nasıl çıkarabileceğini düşündüm. Bu sırada da hazırlanacağım odaya varmıştık.
Kapıyı açtım ve Yağız'ı dışarıda bırakarak içeri girdim.
İçeride çift kişilik bir koltuk, makyaj masası, kıyafetler ve deneme kabini vardı. Deneme kabini benim için iyi olacaktı, çünkü bu kadar büyük bir odada kamera aramaktansa deneme kabinini aramak daha kolaydı. Önceden adamlarımız gelip kontrol etmişlerdi ama ben üzerimi değiştireceğim için kabini tekrar kontrol edecektim.
Kıyafetlerin arasından kendim için kıyafet aramaya koyuldum, bu arada da kulaklıktaki fikirleri dinleyerek fikir üretmeye çalışıyordum.
"Çarşaf gibi bir şey varsa ona sarsa olmaz mı?" (Kaan)
"Olmaz, insana sarılı olduğu çok belli olur." (Cem)
"Temizlik arabası ile çıkarsanız." (Duru)
"O da olmaz, çünkü temizlik odaları size uzak." (Savcı)
"Şuan kim nerede?" diyerek konuşmaya dahil oldum. Sırayla cevaplar geldi.
"Kamera odası." (Öykü)
"Kamera odası." (Duru)
"Sahnenin karşısında seyircilerin arasındayım." (Metin)
"Aynı şekilde bende öyleyim." (Kaan)
"Kapının önünde seni bekliyorum." (Yağız)
"Atmaca'nın yanındayız." (Cem)
"Atmaca'nın yanındayız." (Kerem)
"Girişteyim." (Semih)
"Çıkıştayım." (Kemal)
"Casusun yanındayım." (Agâh)
Herkesin soru sormadan söylemesi hoşuma gitmişti. Düşüncemi dile getirdim.
"Bulunduğunuz oda da halı var mı Atmaca?"
"Evet de halı ne alaka?"
"Çok alaka, kızı halının içine sarın, biri sorarsa da halı kirlendi diye götürdüğünüzü söylersiniz. Güvenlik kıyafeti içinde olan ben değilim."
Bir süre sessizlik oldu sonrada sesler kulağıma geldi.
"Harika fikir. Atmaca, planı uygulayın." (Savcı)
"Emredersiniz." (Agâh)
"Aklınıza kurban be, kimin komutanı." (Cem)
Yüzümdeki gülümseme ile makyaj masasının karşısına oturdum ve saçımı dalgalandırarak saçımı yapmaya başladım. Ön tutamları arkada birleştirecek güzel bir görünüm verecektim.
Beş dakikalık bir zamana saçımı bitirmiştim. Şimdi ise makyajımı yapıyordum. Makyaj yapmayı da severdim fakat sadelikte yanaydım.
Makyajımı da bitirdikten sonra sonra seçtiğim kıyafet ve ayakkabı ile kabine girdim. Tam benlik bir elbiseydi.

(Nasıl? Özel olarak sizler için arka planı kaldırarak birleştirdim. Oy verin lütfen👉👈)
Kabindeki aynadan kendime baktığımda çok güzel bir iş başardığımı gördüm. Gayet güzel olmuştum. Elbise de tam oturmuştu.
Kabinden çıkarak makyaj masasına tekrar geldim ve çantama koyduğum takıları çıkararak taktım. Çok güzel bir setti, kendime bundan almak istememde bu yüzden çok normaldi.
İşlerim tamamen bitince epeydir suskun olan kulaklığa seslendim.
"Sahneye ne zaman çıkacağım? Ben hazırım."
Cevap gecikmedi.
"Atmacalar çıkmak için hazırlar, sahne de hazır. Şimdi çıkman tam zamanı."
"Anlaşıldı" dedikten sonra üzerimi tekrardan düzelttim ve çantamı almayı unutmadan kapıyı açarak dışarı çıktım.
Kapıyı kapatmamla yan tarafta arkası dönük olan Yağız'ın bana dönmesi bir oldu.
İlk önce gözlerime baktı, yüzümü yavaşça süzdü ve üzerimdeki elbiseye baktı. Aramızda bir adımlık mesafe vardı.
Gözlerinde bir an hayranlık gördüm fakat çok kısa bir andı, belki de ben yanlış anladım. Dudaklarını birbirine bastırarak yutkundu ve gözlerini benden kaçırdı.
Sonra ise boğazını temizleyerek "Gidelim" dedi.
Onu başımla onaylayarak önden sahneye doğru ilerlemeye başladım.
Neden bilmiyorum ama o bana bakarken heyecanlanmıştım...
♦♦♦
Sahne arkasına geçmiş mikrofonu elime almıştım. Sahnede bana eşlik edecek bir adam vardı. Kırklı yaşlarına yakındı.
İsmimin, yani casusun ismi söylenilince ufacık bir heyecanla sahneye girdim. Çok karanlık bir ışıklandırması yoktu fakat loş olduğu için yüzüm seçilmezdi.
Sahneye çıkar çıkmaz herkes alkışlamaya başlamıştı. Bununla beraberde bildiğim o melodi duyulmuştu. Bana eşlik edecek adamla tokalaştıktan sonra melodiye kapılıp gittik.
İlk o, sonra ben. Bazense birlikte söyledik. İçimde olanları dışarıya haykırır gibi söyledim şarkıyı, kimse bilmeden...
(Koyular Sıla'nın söylediği, normal olan yer adamın, altı çizili olanlarda birlikte söyledikleri yerler. Videoyu izleyin derim, harika bir performans👏🏻)
♫Birde Bana Sor- Erol Evgin♫
Ner'den aklıma esti kim bilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Herkes evinde, kendi hâlinde
Her yerde huzur, her yerde neşe
Bir ben uykusuz
Bir ben huzursuz
Bir ben çaresiz
Bir ben sensiz
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Ner'de, nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Ner'de, nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor
Ner'den aklıma esti kim bilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Eski sokaklar yerli yerinde
Dostlar oturmuş kır kahvesinde
Bir ben uykusuz
Bir ben huzursuz
Bir ben çaresiz
Bir ben sensiz
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Sensiz yaşamak neymiş bir de bana sor
Ak düşen saçlarımı tel tel sayarken
Bunca yıl nasıl geçti gel de bana sor
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Ner'de, nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor
Bir de bana sor
Şarkı bitmişti ve ben aşırı rahatlamıştım. Kimseye anlatamadıklarımı dolaylı yoldan haykırmıştım. Bu bende gerçek bir gülümseme oluşturdu. Epeydir doğru düzgün güldüğüm yoktu.
Dinleyenlere teşekkür ettikten sonra sahneden indim ve sahne arkasına geçtim. Yağız'ın olduğu tarafa geçtim ve karşısına dikildim.
İçimden gelen soruyu sordum.
"Nasıldım?"
Yüzümden halen daha gitmeyen gülümsemeye baktı ve sorumu kestirip attı.
"İyiydi."
Nedense hayal kırıklığına uğramıştım. Ne bekliyordum ki, güzel olduğumdan bahsedeceğini falan mı? Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş soldu. O da bunu fark etti ve gözlerini sıkıca kapatarak yumruğunu sıktı.
Şuana kadar açık olduğunu unuttuğum kulaklıktan ses geldi.
"Görev tamam, casus elimizde. Kimse şüphelenmeden çıkın." (Savcı)
Yağız'ın bir şey demeyeceğini anlayınca ben konuştum ve içimdeki hayal kırıklığı ile arkama döndüm.
"Anlaşıldı."
İlk defa beğenilmek istemiştim sanırım, ne için böyle bir hayale kapıldım bilmiyorum ama istemiştim.
Ona arkam dönük şekilde iki adım attım ama daha fazla ilerleyemedim. Kolumdan tutulmam ve döndürülmem bir oldu. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, beni kendine döndüren Yağız kulağıma uzandı ve kulaklığı kapattı. Ben bir şey diyemeden kendininkini de kapatıp beni şok eden sözlerini söyledi. İlk defa sert değil hayran bir şekilde bakıyordu.
"Seni kırmak istemedim, sadece görevde olduğumuz için sınır koymak istedim ama bir odun olduğum için bunu seni üzerek yapmış bulundum. İyi falan değildin harikaydın ve..."
Diyerek devamını getirmeyince "Ve?" diyerek devamını sordum.
"Ve çok güzel olmuşsun."
Kalbim söyledikleri ile hızla çarpmaya başlamıştı ve ben halen daha şaşkınca duruyordum. Ben ve şaşkın olmak, yan yana olamayacak şeylerdi.
Kendime gelmem saniyeler aldı. Derin bir nefesi içime çekerek şaşkınlığımdan kurtulmaya çalıştım ve tekrar yüzümü aydınlatan gülümseme ile konuştum.
"Sorun değil, ve teşekkür ederim." Dedim, sonra da kararsızlık arasında kaldığım kelimeleri ağzımdan çıkardım.
"Sende çok yakışıklı olmuşsun."
Ben bunu nasıl demiştim. İnanamıyorum. Bu adam devrelerimle oynamıştı. Ben ve birine iltifat etmek. Hayır, bu ben olamazdım.
Son dediklerimden sonra yüzünde azda olsa kalan sert ifadesi kırıldı ve çapkın bir sırıtış tüm yüzüne yayıldı.
"Yakışıklı olduğumu biliyorum ama bunu senden duymak iyi hissettirdi." Tenim yanmaya başladı. Ne olmuştu bana böyle.
Tam konuşacakken arkamdan ses geldi.
"Gitmeyi düşünmüyorsunuz herhalde."
Bu aptaldan nefret ediyordum. Her yerden çıkıp duruyordu ve onun varlığı az önceki gülüşümü soldurmuştu.
"Bunu bize alt rütbemizde olan sen mi söylüyorsun. İşimize burnunu sokayım deme." Dedi ve bana dönerek "Gidelim" dedi. Kaan'ın yüzü asılırken ben ona laf sokmasıyla sırıtmıştım.
Onu başımla onayladıktan sonra burada bulunan sehpanın üzerine koyduğum çantamı aldım ve Yağız'ı takip ettim. Bir yandan da kapattığı kulaklığı açmıştım.
Arkamdan Kaan'ın da geldiğini biliyordum.
Planımızda Kemal abinin bulunduğu arka kapıdan çıkmak vardı. Öyle de yapacaktık.
Çıkışa çok az kala koridordan bize doğru gelen güvenlikleri gördüm. En önde duranı tanımıştım, benim kolumu tutan kişiydi ve Yağız'ı göstererek bir şeyler demişti.
Toplam yedi kişilerdi ve bizim içeriye sızdığımızı anlamışlar gibi bizi durdurmaya geliyorlardı.
"Herkese iki kişi diğer kalanı da önce bitiren alsın."
Emri ile elimdeki çantayı yere fırlattım ve dövüş pozisyonumu aldım.
Bana doğru gelip bana tekme atmaya kalkan herifin ayağını tuttuğum gibi döndürdüm ve arkamdan saldırmaya kalkan herife çarptım.
Bir süre yerde kaldıktan sonra toparlandılar ve tekrar atağa geçtiler. Bu sefer yumruk atmaya kalkışınca yumruğu bana değmeden tuttum ve ters bükerek bacak arasına sertçe tekme attım. Pisliğin yüzü şekilden şekle girerken diz üstü yere çöktü.
O yerdeyken diğer herif de arkamdan yaklaşmış ve saçımı tutarak arkaya doğru çekmişti. Bu epey canımı acıtmıştı.
Ayağımı arkaya uzatarak ona çelme taktım ve güçsüzleşen kolunu tutarak saçlarımı kurtardım.
Kafası yere eğik olduğu için diz kapağımla yüzüne vurunca bilinci kapanmıştı. Diğerlerine baktığımda onlarla aynı anda bitirmiştik ve üçüncüyü Yağız benden önce almıştı.
Onları orada bırakarak hızlıca dışarı çıktık ve Kemal Abinin kapının önüne getirdiği arabaya yerleşerek bu görevi burada kapattık...
♣♣♣
Bölüm sonu.
Biliyorum fazla zaman aldı bölümü atmam ama umarım bu kadar uzun bölüm attığım için beni affedersiniz.
Bölüm nasıldı?
Sıla'nın ağlaması?
Yağızın ilk öküzlük yapıp sonra bizleri şoke etmesi?
En sevdiğiniz sahne?
Oy ve yorumları unutmayın lütfen.
Sonraki bölümde görüşmek üzere.
Allah'a emanet olun.
İnstagram hesabım:
asil_kalem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |