27. Bölüm
Mihrimah Altun / Bir Demet Papatya / 20.𝓑𝓸𝓵𝓾𝓶 2

20.𝓑𝓸𝓵𝓾𝓶 2

Mihrimah Altun
aydaki_yazar04

---

 

 

Mihri’den

 

Parmak boyunda kestiğim patatesleri kızgın yağda çıtır çıtır olana kadar kızarttım. Kızartmayı bahçedeki arka mutfakta yapmıştım; geçen sefer teyzem evin içinde yapınca koku günlerce çıkmamıştı çünkü.

 

Bir yandan kızaran patatesleri altüst ederken bahçedeki cıvıldaşan kuşlara baktım. Bugün içim tarif edemediğim bir mutlulukla doluydu, içim kıpır kıpırdı. Sanki bahçede kelebekler uçuşuyor, cırcır böcekleri ötüyor, minik çiçekler ardı ardına açıyordu.

 

Çeşit çeşit kahvaltılıkları masaya koyup hazırlığı tamamladım. Biraz geriden masaya bakınca sanki bambaşka biri hazırlamış gibi geldi; gerçekten çok güzel bir iş çıkarmıştım.

 

Teyzem ve anneannem de bugün daha mutlu, daha sağlıklılardı. Geçtiğimiz günlerdeki ufak kavgaları unutmuş, birbirlerine daha iyi davranıyorlardı. O tartışmalar benim suçum olmasa da hep üzerime alınır, kendimi kötü hissederdim. Çünkü eve yayılan negatif hava ister istemez bana da bulaşırdı.

 

Sabahtan kalkıp yaptığım işleri görünce anneannem çok mutlu oldu:

“Ellerine sağlık çocuğum, her yer pırıl pırıl!” dedi.

Yüzünde gururlu bir ifade vardı. Ben de gülümseyerek “Rica ederim,” diye yanıtladım.

 

Bir de diye devam etti:

“Şu kileri de düzenlesek… Uzun zamandır kimse girmedi oraya.”

Bahçenin en sağ tarafındaki pimapen kapıyı eliyle işaret etti. Gözlerini öyle bir patlattı ki içerinin ne kadar vahim olduğu belliydi.

 

“Tabii, tabii,” dedim ama içten içe ufak bir korku sarmıştı beni.

 

Gerçekten de kiler temizliği saatlerimi almıştı. Namaz molaları hariç sürekli düzenleme, ayıklama, hatta anneannemden gizli gizli atılacakları çıkarma derken ter içinde kalmıştım. Güneş yavaş yavaş batmaya durmuştu. Bahçe masasının dayandığı duvardaki, üzerinde “Kuşadası” yazan saat neredeyse 18.00’i gösteriyordu.

 

“Mihriiii!”

Anneannemin sesiydi, salondan geliyordu. İçeri girdim.

 

“Efendim?”

“Misafirimiz geliyor, üzerini değiştir.”

 

“Kim?” dedim. (Aslında içten içe biliyordum ama teyit etmek istedim.)

 

“Hani sana bahsetmiştim ya Şeref Beyler… Eşi vefat ettikten sonra pek evden çıkmaz, genelde Almanya’da olur demiştim. Dedenin arkadaşı işte. Biraz önce aradı, ziyaret etmek istediğini söyledi. Aslında şaşırdım da, uzun zaman oldu…”

Anneannemin gözleri maziye dalmış gibiydi.

 

“Evet, evet,” dedim başımı sallayarak.

(Ah, anneannem onların önce eve benim kabul ettiğimi bilse ne derdi acaba?)

 

Bıyık altından gülümsedim ama belli etmedim. “Peki, ben üst kata çıkıyorum.”

 

Hızlıca bir duş alıp üzerimdeki temizlik kıyafetlerini çıkardım. Kolları balon kol, göğsümün altında geniş pileleri olan kahverengi krep kumaştan elbisemi giydim. Üzerime de kahve tonlarını içeren desenli bir şal bağladım.

 

Aşağı kata inip anneannemin odasındaki boy aynasında kendimi süzdüm. Güzel olmuştum; yanaklarım hafif kızarmış, gözlerim ışıldıyordu. Şalımı yüzümün yuvarlak hatlarını dikkate alarak ön taraftan bağlamıştım. Ucu sağ omuzumdan aşağı sarkıyordu. Diğer kısmı göğsümü örtecek kadar büyüktü. Elbisem hem zarif hem de boldu. Etrafımda bir tur dönüp gülümsedim.

 

Gerçekten çok mutluydum.

Hayır, hayır… Tarık bizim evimize gelip anneannemle tanışacağı için falan değildi. Kesinlikle değil! Sadece bugün mutluydum işte.

 

İçimdeki ses: “Hadi hadi, yeme bizi Mihri.”

Kendi iç sesime gülüp aşağı indim.

 

“Buyurun, buyurun! Hoş geldiniz!”

Anneannemin sesi misafirlerimizin geldiğini belli ediyordu.

 

Heyecanımı dizginlemeye çalışarak bahçeye çıktım.

 

Anneannemin yanında oturan, beyaz saçlarını özenle arkaya taramış, yüzündeki kırışıklıklara rağmen dinç duran yaşlı bir beyefendiydi. Gözleri koyu yeşil, genç bir delikanlı gibi parlıyordu. Şen kahkahası kulaklarımı doldurdu:

 

“Ah, ne zamanlardı Ülkü Hanım! Münir Bey de az dolaşmadı sizin peşinizde!”

 

Anneannem kibarca gülümseyip “Biraz öyleydi,” diye karşılık verdi.

 

Beyefendi oldukça şık görünüyordu: beyaz gömleğinin üzerine smokin, altına tam oturan bir takım elbise… Anneannem de özenmişti; altına bol bir pantolon, üzerine beyaz gömlek, boynuna siyah kaliteli bir fular bağlamıştı.

 

Ama o yoktu.

Evet… Tarık gelmemişti.

 

Biraz hayal kırıklığı yaşamıştım.

“Yok, yok… Aslında böyle daha iyi değil mi?”

İç sesim: “Kimi kandırıyorsun?”

 

“Hoş geldiniz,” dedim zarif bir gülümsemeyle.

“Hoş buldum, kızım,” dedi Şeref Amca. Sesi babacan ve samimiydi.

 

Tam o anda zil çaldı. Koşarak kapıyı açtım.

 

Gelenler teyzem ve Alp’ti; birkaç saat önce gittikleri AVM gezmesinden dönmüşlerdi.

Yine minik bir hayal kırıklığı…

İç ses: “Kimi bekliyordun? Hadi itiraf et.”

“Sus!” dedim içimden. “Beni sıkıştırıp durma, bir şey beklemiyorum.”

 

Teyzem hızlıca kıyafetlerini değiştirip bahçeye indi. Alp ise her zamanki gibi tabletine gömüldü.

 

Sofra işleri yine bana kalmıştı. Şeref Amca gerçekten çok hoş sohbet biriydi. Dedemle lise yıllarından, eski günlerden bahsettiler. Anıları keyifle dinledim.

 

Sonra zil yine çaldı. Koşarak açtım.

 

Ama yüzümdeki gülümseme yine soldu.

“Bizi beklemiyor muydun, küçük hanım?”

Bartu’ydu bu.

 

“Yok, yok… Ondan değil,” dedim kısık sesle.

“Ya neden peki yüzün düştü? Özlemedin mi beni yoksa?”

“Özledim, özledim. Tamam mı?” dedim, biraz tripli bir sesle.

 

“Ben de buradayım!”

Bükra arkasından çıktı, koşarak bana sarıldı.

 

Birbirimizi ne zamandır görmüyorduk, çok özlemiştik. Telefonla bile konuşmaya fırsat bulamamıştık. Onu da masaya buyur ettim.

 

Tatlı servisine geçtim. Anneannemin yaptığı yoğurt tatlısı tam kıvamındaydı. Tabakları herkese dağıttım. Bu sırada Şeref Amca ve anneannem, salondaki televizyon ünitesinin üzerinde duran, daha önce hiç çalıştığını görmediğim eski radyoyu kurcalıyordu.

 

“Bir kahve yapsan?” dedi anneannem, çok tatlı bir ifadeyle.

Tabii, dedim sevinçle. Kahve yapmayı çok severdim.

 

Şeref Amca, anneannem ve teyzem sade; Bartu orta şekerli; Bükra ise bol şekerli istemişti. Tek tek teyit ettim. Mutfağa geçip kahveleri pişirdim.

 

Bahçedeki masadan bir türkü melodisi geliyordu. Fincanları tepsiye dizip herkese ikram ettim. Son fincanı anneannemin önüne bıraktığım sırada zil bir kez daha çaldı.

 

Kapıya en yakın ben olduğum için istemsiz, biraz da somurtkan bir ifadeyle yöneldim. Demir kapının kilidini açarken sanki zaman ağırlaşmıştı.

Kapıyı açtım.

 

Karşımda nefes nefese kalmış, elinde kocaman hediye kağıdına sarılı bir papatya saksısı tutan… Saçları hafif dağılmış, gözlerinde heyecan parıltılarıyla dolu, koyu yeşil gözlü bir beyefendi duruyordu.

 

Onunla göz göze geldiğim an, zaman adeta ağırlaştı. Kalbim göğsümün içinde çırpınan bir kuş gibi hızla çarpmaya başladı. Ellerim fark etmeden titredi; avuçlarımda terin sıcaklığını hissettim.

 

Yüzümdeki tüm somurtkan ifade uçtu, yerini kocaman, heyecanla parıldayan bir gülümseme aldı.

 

İkimizin arasına giren ise biraz önce anneannemlerin açtığı radyodan yükselen bir melodinin kelimeleriydi:

 

“Papatya gibisin… Beyaz ve ince…”

 

Bir an fark ettim, Tarık dudaklarını kımıldatıyor, o ezgiye eşlik ediyordu.

 

“Eziliyor ruhum seni görünce…”

 

Bunu fark etmemle kalbim sanki yerinden fırlayacakmış gibi oldu. İçimdeki o kuş, göğe kanat çırpmak için hızla çırpınmaya başlamıştı.

 

O an, elimde olmadan derin bir nefes aldım. Tarık’ın gözlerindeki ışıkla, radyodan gelen melodinin sözleri birbirine karıştı. Sanki dünya yalnızca o anı yaşamak için susmuştu.

 

Tarık’ın gözlerindeki ışığa bakarken kendime engel olamadım. Acaba bu ışık bana mı aitti, yoksa sadece bir yanılsama mıydı?..

 

---

Mihri'nin konbini 🤎

Beğendiniz mi?

Fotoğraf Hatice naz tesettürün sayfasından alınmıştır.

Bu elbise modeli onlara ait.

Ben de severek kullanıyorum.

Gerçekten çok güzel almak isterseniz mutlaka göz atın derim.

 

---

*ੈ✩‧₊˚༺☆༻*ੈ✩‧₊˚

(⁠。⁠♡⁠‿⁠♡⁠。⁠)

Nasıldı???

Ben sonunu çok beğendim de 😁🤭

Yorumlarınızı bekliyorum

Bölüm : 23.09.2025 23:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...