Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left3.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@bayanmandalin
Aradan bir kaç gün geçmişti. Yine yanıltıcı bir sonbahar sabahı, İstanbul'u hakimiyeti altına almıştı. Güneş adeta gülümsüyor, içi ısıtıyordu. Gülsüm hastaneden taburcu olmuş, otobüs durağında bekliyordu. İşten atıldığından dolayı otobüs kartındaki son parayı kullanacaktı. Otobüs durakta durdu. Sabah saatleri olduğundan işe gidenler ve okula gidenler vardı. O sebeple otobüs oldukça kalabalıktı. Kartını bastı, dıt sesi kulaklarına ulaşınca geri çekti. Otobüsün arka taraflarındaki boş yer gözüne çarptı. Oraya doğru ilerledi, koltuğun üzerine oturdu. Çantasını düzlerinin üzerine koyup ellerini üstünde birleştirdi.

Yılların yorgunluğundan dolayı cildi artık ona isyan ederek çökmüş, gözlerinin altına misafirlik eden torbalar ise "yoruldum hayat, " imajı veriyordu teyzenin. Yeşil, çiçekli ve uçları renkli çiçek oymalarına sahip yazmasını iğnesiz; sadece bağlayarak yapmıştı. Aradan çıkan saç telleri ise beyaz rengin hakimiyeti altındaydı. Mavinin en açık tonlarına sahip gözlerini, kare, çerçevesiz gözlüklerinin ardından Gülsüm'e çevirdi. Konuşmayı teyze başlattı. Anlaşılan sohbet etmeyi oldukça seven kadınlardandı. "Günaydın evladım, ne yaparsın sen, adın ne senin?" Sesi yaşlılıktan mıdır, yorgunluktan mıdır bilinmez fakat hasarlıydı. Bitkin çıkıyordu sesi. Gülsüm, yanıt verdi.

"Günaydın teyze, adım Gülsüm," dedi Gülsüm.

"Benim de adım Zühre, sen ne iş eden (yapıyorsun) bakalım evladım?" dedi şive ağırlıklı üslubunu kullanarak. Sohbet ilerledi. Otobüs durdu, beraber indiler. Teyze konuştu,

"Aa, baksana sen şu işe, ne tesadüfmüş. Vay kızım, sen de ne iş açtın başına? Veya ne iş geldi başına a güzel kızım?" diye sordu şivesini konuşturarak.

"Boşver beni teyze, sana ne oldu?" diye soruyu geri teyzeye yöneltti Gülsüm.

"Vah, vah..." dedi teyze nasırların davetsiz misafir olduğu ellerini birbirine vurarak. "Öldürdüler evladımı, karaciğer nakli olmuştu, öldürdü densizin biri çocuğumu! " dedi. Gülsüm bir şeyler hissetmi ve tedirginlik duymuştu. Altıncı hislerine emin olabilmek adına, bir soru yöneltti. "Hangi hastanede oldu bu olay teyzeciğim?"

Zühre, Gülsüm'ün çalıştığı yeri söylediğinde Gülsüm'ün içine kötü bir his yayıldı. Önce kalbi baskı altına girmiş gibi oldu. Sonra bu his, tüm vücudunu sararak, içten bir ürperti sardı. Bu saf kalpli teyze, az sonra onu o mahkeme salonunda; kürsüde görecekti. Diğerleri gibi, O da onu suçlayacak, bir insan daha onu hayatından silecekti. Düşüncesi dâhi korkunç bir his verirken, Gülsüm bunu bizzat yaşayacaktı, biliyordu.

Bir şey demedi, uzaklaştı. Ayaklarının gücü yettiğince, hızlı koşarak adalet sarayına girdi. Merdivenleri çıktı. Sonra yavaşlayarak, mahkeme salonuna girdi. Zaten onların mahkemesinin başlamasına kısa bir süre vardı. Beyni, sanki çok uzaklara gitmek bir daha gelmemek istiyordu. Kalbi, "Yoruldum hayat!" diyerek isyanla haykırmak istiyordu hayata karşı öfkesini. Gülsüm çok koşturmuştu, sanki sırtına bir sürü bıçak saplanıyordu. Binlerce balta, derisinin içine giriyor, kanı sızım sızım akıtıyordu. Sonra, çatırtılar eşliğinde kemik kafesi parçalara ayırıyor, kalbine saplanıyordu. Bu batmalar sürdüğünden canı acıyor, ama belli etmemeye gayret ediyordu. Fakat, yüz kasları adeta ona isyan ederek, buruşmak istiyor, acıyı dışarıya yansıtma gayretine girmek için çabalıyordu.

Ardından teyze de içeri geldi. Gülsüm'ü görünce gözlüklerinin ardından mavi gözleri ile kötü kötü baktı. Sanki, yıllardır katildi ve Gülsüm'ü öldürmek için can atıyordu. Gülsüm, ağlamaya başlayacaktı. Boğazında yumru oluştu, yutkundu. Sanki, oradan söküp atmayı, vücudunun derinliklerinde kaybolmasını istiyordu o yumrunun. Koyu kahverengi gözlerini önüne devirdi. O esnada büyük kapının kanatları açıldı. İçeriye kırmızı cübbeli, ellilerinde bir adam girdi. Burnunun kemerinin üzerine oturmuş dikdörtgen gözlük, arkada ki gözlerini adeta gizliyordu. Saçlarına davetsiz misafir olan aklar düşmüş, kafasının tam tepesinde ise ara ara derisi gözüküyordu. Yavaşça kürsüsüne çıktı. Önündeki dosyalara göz gezdirdi. Sonra önde oturan bilgisayarın önünde, lensini takmaya çalışan kıza baktı. Ardından, gözleri Gülsüm ile Zühra Teyze'ye kaydı.

"Gülsüm Karakaya, " dedi Hakim tok sesi ile.

"Evet, benim, " dedi Gülsüm.

"Hakkınızda yapılan suçlamaları kabul ediyor musunuz? "

Şimdi önünde iki seçenek vardı. Ya evet diyecek, artık özgür olmayacak, belki de kafayı yiyecekti. Belki, hayır diyecek, suçlamaları reddedecek ömür boyu uğraşması gereken duruşmalar oluşacak olsa dâhi özgür olacaktı. O, mecali kalmayan, yorgun Gülsüm'dü artık. Gülsüm, özgürlüğünü dört harfe sığdırdı. Ak güvercinleri, bir daha dönmeyeceklerini bilerek gökyüzüne saldı. "Evet, " dedi.

"Yaz kızım ... " diye seslendi kâtip kıza. Kâtip, tek eliyle kararı yazarken, sağır edici sessizliği yırtıyordu klavyenin tıkırtıları. Sonra, salona polisler girdi. Kollarını arkadan kelepçelediler. Kollarına giren iki polisten biri de diğer eliyle Gülsüm'ün kafasına baskı uygulayarak eğmesini sağladı. İlerlediler, arabaya bindiler. Bu sırada geçen zamanda Gülsüm dalgın dalgın sadece ayaklarına bakmakla yetindi...

modal aç
modal aç
modal aç