
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr ❤️
☆☆☆☆
Arkama bakamıyordum. Donup kalmıştım ama eninde sonunda dönecektim yoksa yaratık daha çok sinirlenecekti. Nefesimi tutup hırlayan yaratığa bakmak için arkamı yavaşça döndüm.
Hasiktir.
Siyah pullu yaratığın ağzı tam karşımdaydı. Sipsivri dişlerle dolu olan ağzından salyalar damlıyordu. Diğer dişlerinden daha uzun olan iki dişini görünce yavaşça yutkundum.
Hayatımda daha korkunç bir şey görmediğime emindim.
Bir çift parlak kırmızı göz her hareketimi izliyordu. Dört ayak üzerinde duran yaratığın sivri pençelerine baktım. Hepsi bir bıçağı andırıyordu. Beynimde uyarı sinyalleri çalıyordu ama hareket edemiyordum.
Gözlerine bakmaya devam ettim. Sanki gözlerimi kaçırırsam direkt üzerime atlayacaktı.
Yaratık önce beni kokladı, sonra ise şeytanice sırıttığına yemin edebilirdim ya da hayal görüyordum.
"Şirin yaratık, sen ne tatlısın öyle?" Dedim sakince sırıtarak. Yerdeki ağaç dalına ulaşsam her şey hallolacaktı.
Doğa koruyuculuğu, işe yaramanın tam vakti!
Yaratık yüzüme doğru kükreyince korkuyla titredim. O anki iç güdüyle elimi yerdeki dala doğru savurdum. Dal ben daha ne olduğunu anlamadan elimi savurmamla yaratığın kafasına uçtu.
Ben daha demin büyü yapmıştım!
Şey, pek işe yaramamıştı ama yapmıştım!
Tabi, beni bu durumdan kurtarmamıştı. Yüzüne gelen dal parçası yaratığa hiçbir zarar vermedi. Onu daha çok kızdırdı.
İç sesim kaç diyordu.
Onu dinleyecektim.
Yaratık yüzüne gelen dal parçasıyla şoka uğrarken ben telaşla arkamı döndüm ve nereye mi koştum?
Bunu bilmek istemezsiniz.
Daha fazla yaratığın meydanda olduğunu görene kadar bende bilmek istemezdim. Üç yaratıkla daha meydanın tam ortasında karşılaştığımda yapmamam gereken şeyi yaptım. Durup arkama baktım. Sonrada takılıp dört yaratığın tam ortasına düştüm.
Evet, birkaç iyilik meleği ya da beyaz atlı prensim beni bulmadığı sürece burada ölmüştüm.
Düştüğüm için dizimdeki yaralar tekrar açıldı. Ellerim toprağın sert zeminine sürtünüp aşındı. Son anda yerdeki avuç içi kadar büyük taşı aldım ve üzerime atlamak üzere olan yaratığa fırlattım. Taş gözüne çarptı ama bu sadece onu engelledi, diğer üç yaratık ben daha ne olduğunu anlamadan üzerime atladı.
Parçalanacaktım!
Çığlık atıp kendimi yan tarafa attım. Bir tane yaratığın sivri pençelerinin arasından onlar fark etmeden bedenimi hızla diğer tarafa yuvarladım. Üç yaratık eskiden olduğum yerde kafa kafaya çarpıştı.
Şey... biraz aptallardı sanırım.
Ya da açlıktan gözleri dönmüştü.
Bunu düşünecek zaman yoktu. Yüzümün çizildiğini, bedenimin daha fazla sızladığını hissettim. Ayağa kalktım ama sendeleyip tekrar düştüm. Kendime not; düşmeden yürümeyi öğren. Acilen.
Hayatta kalma içgüdüsüyle resmen elim ayağım birbirine dolanmıştı.
Ayrıca diğerleri neredeydi?
Bakışlarımla meydanı taradım. Kurtlar vahşi bir şekilde çarpışıyordu, sivri dişler ve pençeler havada uçuşuyordu.
Gördüğüm kan izleriyle bulanan midemi tuttum.
Tanrım, bu çok fazlaydı. Daha bir hafta önce normal insandım şimdi ise her yerde büyük yaratıklar vardı!
Yerden başımı kaldırdığımda kurtarıcımı görmemle rahat bir nefes aldım.
Ama bu rahat nefesi erken almıştım.
Üzerime düşen yaratık gölgesiyle dehşetle arkamı döndüm. Ona taş attığım için sinirlenen yaratık pençesini önce omzuma, oradanda göğsüme doğru derin yarıklar bırakarak kaydırdı. İlk yakıcı bir acı hissettim, sonra ise sanki derim parçalanıyordu. Çok geçmeden yaratık hızla üzerimden alındı ama baş belası ben ve bahtsız bedenim yerde acı içinde kıvranıyordu.
Bunun izi kalacaktı işte!
Dişlerimi öyle sıktım ki çenem acıdı. Acıdan gözlerim doldu. Elimi omzuma attım. Parmaklarıma gelen ıslaklığı hissettiğimde midem bulandı.
Off, işte bu acıtmıştı.
"Nerede kaldın?!" Dedim yanıma gelen şeytana. "Neredeyse ölüyordum!"
Şeytan yaralı ve kan içinde olan yüzünü buruşturdu. "Saklanıyorsun sanmıştım." Dedi ellerini yarama bastırırken.
"Yapma!" Gözlerim irileşirken ellerini üzerimden çekmeye çalıştım. "Çok acıyor dur!" Acıdan gözlerim kararmaya başlayınca başımı geriye, toprağa yasladım.
"Özür dilerim, özür dilerim..." dedi telaşla. Pekala, özür dilemesi hoşuma gitmişti ama konumuz bu değildi. Bir şey hissedemeyecek kadar uyuşmuştum.
"Dolunay!" Annemin sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. Şu anda kızını görmek isteyeceği son hal buydu sanırım. "Ne oldu ona?!" Diye sordu annem şeytana telaşla.
"Saklandığı yerden çıkmış. Ben bulduğumda yaratıkların arasındaydı." Dedi ellerini hala yarama bastıran şeytan. "Kızınız kendini öldürtmeye meraklı sanırım."
"Ne alakası var?" Dedim ellerini üzerimden çekmeye çalışarak.
Şeytan bana ölümcül bir bakış attı. "Zehirden ölmek istemiyorsan kıpırdama." Dedi ve durdum.
Evet, zehirden ölmek istemiyordum. Sanırım o pençelerde zehir vardı. Harika.
Havada uçan başka şeytanlar ve beyaz kanatlı melekler görüyordum.
Off. Öldüm galiba.
Melek ve şeytanların ellerinde kılıçlar, oklar ve hançerler vardı. Sanırım bize -sürüye- yardım etmeye gelmişlerdi.
"Uykum var." Diye mırıldandım şeytanın yakışıklı ama kan yüzünden dehşete düşürücü bir hal almış suratını incelerken. Yanındaki annem hem endişeyle etrafa bakıyor, hemde elimi tutuyordu. "Neden hala buradayız?" Sesim içime kaçmıştı.
"Seni yerinden oynatamam. Şifacı gelene kadar olmaz." Dedi şeytan dişlerini sıkarak. Yarama baskı uyguluyordu.
"Peki, sen neden iki tanesin?" Diye mırıldandım bana bakan iki şeytanı incelerken. Vay canına! Savaş'tan iki tane daha olmuştu. Ben iki kişiye mi bağlıydım şimdi?
"Hasiktir. Çok kan kaybetmiş." Üzerime eğilen ve konuşan Yiğit'i sonradan fark ettim. "Merhaba Dolunay." Dedi sırıtarak. "Yine başını belaya mı soktun?"
"Ufak bir bela..." dedim elimle küçük işareti yapmaya çalışarak ama bedenimi hissetmiyordum. Sarhoş gibiydim.
"Dur bir tanem. Kımıldama." Annemin endişeli sesini duymamla kaşlarım çatıldı.
Niye herkes vurulmuşum ve ölecekmişim gibi davranıyordu?
Alt tarafı cehennemden çıkmış gibi görünen yaratık sivri ve muhtemelen şeytanın dediği gibi zehirli pençelerini omzuma saplamıştı.
Sanırım bu yüzden sarhoş gibi hissedip sanrılar görüyordum. İki Savaş yoktu yani.
"Ay ölüyorum galiba." Dedim etrafımıza toplanan melek ve şeytanlara bakarak. Normal insanlara benziyorlardı, kanatları ve sadece şeytanlarda olan boynuzları dışında.
"Sorguya falan mı çekiliyorum ben?" Diye mırıldandım. Bu kadar melek ve şeytanı aynı yerde ilk defa görüyordum.
Yiğit dediklerim yüzünden kendini tutamayıp kahkaha attı.
"Savaş, yaratıkları hallettik." Dedi yaratıklarla savaşan meleklerden biri bakışlarını bende gezdirirken ama yarama elini bastıran şeytana hitaben konuşuyordu. "O iyi mi?"
"İyi gibi mi görünüyorum?" Diye sordum kadına dişlerimi sıkarak. Ne biçim soruydu bu?
"Şifacıyı bulun. Hemen." Dedi Savaş ciddi bir ses tonuyla.
"Alfa'yla birlikte buraya geliyor." Dedi melek tekrardan. Sonra etrafımız boşaldı.
"Dolunay! Sana yerinde kal demiştim!" Abimin sesini duymamla yüzüm bir kez daha buruştu. Şifacı olduğunu umduğum bir kadın bekleme yapmadan yaramla ilgilenmeye başladı.
Acının nasıl bir anda kesildiğini ve nasıl bu kadar çabuk rahatladığımı anlamayacak kadar, birde abime sinirli bir cevap veremeyecek kadar uyuşmuştum. Birinin beni kucağına aldığını hissetsemde bilincim çoktan kapanmıştı.
Bu varlıkların arasında hayatta kalmak çok zordu.
Muhtemelen ölüp gidecektim.
☆☆☆☆
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |