
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr ❤️
☆☆☆☆
Masadaki herkes kahvaltı yapmayı bırakmış bana bakıyordu. Bu nedense kendimi suçlu hissetmeme neden olmuştu.
Abim boğazını temizledi ve şeytana çok kötü bir bakış attı. Annemde bana bakmayı bırakmış, şeytanın umursamaz yüzünü inceliyordu. Buradan şunu çıkarmıştım; bilmemem gereken bir şeyi şeytan bana söylemişti.
En azından bir işe yaramıştı şeytan olarak, ölmemem için ona ihtiyacım olması düşüncesini bir kenara bırakarak. Bunu her hatırladığım da kalbim hızlanıyordu. Ürkütücü...
Şeytan umursamaz bir şekilde kahvaltısını yapmaya devam ederken durumu fark etmiş olacak ki başını kaldırdığında göz göze geldik. Bana göz kırptı, sırıtarak abimlere döndü.
"Zaten öğrenecekti, ben sadece bu işi biraz daha hızlandırdım" Dedi ve tekrar kahvaltısına döndü.
Abim sabır dilercesine gözlerini kapattı sonrada eliyle burun kemerini sıktı. Bir şeyler mırıldandı ama duyamamıştım.
Yiğit olayı anlamamış gibi kaşlarını çatmış abime bakıyordu. "Savaş ona sürekli melekcik diye sesleniyor, ne bekliyordunuz ki? Eninde sonunda soracaktı" bütün gözler bu seferde konuşan Yiğit'e dönmüştü.
"Çok yardımcı oluyorsun Yiğit" dedim ve gözlerimi devirip tabağımla oynamaya başladım.
"Anne, istersen anlatmayabilirsin" Abimin sesiyle başımı tabaktan kaldırıp ona baktım.
"Hayır öğrenmesi gerekiyor" Annemin dedikleriyle abim başını onaylarcasına salladı ve bana döndü.
Annem yavaşça iç çekti ve konuşmaya başladı. "Eskiden... Eskiden benimde kanatlarım vardı, o olaydan önce..." Hangi olay? Annem duraksıyordu, zar zor anlatır gibi bir hali vardı. "Vampirler..." Ah yine mi o yaratıklar! "Eskiden yaşadığımız krallığı bastı, melek ve şeytanların en kör noktalarına saldırdılar, kanatlarına. O zamanlar sana hamileydim, abin altı yaşlarındaydı. Baban... onlarla savaştı." Derin bir nefes aldı. Sanki daha fazla anlatamayacaktı.
Annemin kanatları yoktu çünkü onları ondan zorla almışlardı.
Dehşete düştüm.
Vampirlerden daha çok korkmaya başlamıştım.
Abim araya girdi ve söze son noktayı koydu. "Tamam, yeter bu kadar. Dolunay, kahvaltını yap." Dedi. Bende tekrar başımı eğip tabağımla oynamaya başladım.
Eskiden krallıkta mı yaşıyorduk? Neresiydi orası? Vampirler neden saldırmışlardı? Aklıma teker teker sıralanan sorularla merakım daha da artmıştı ama soru soramazdım, bu hassas konuda olmazdı. Yeterince şey öğrenmiştim. Sızlayan sırtıma gözlerimi devirdim. İşte sızı yine başlamıştı.
Düşüncelerimden kurtulmak için derin bir nefes aldım ve konuyu değiştirmek amacıyla başımı kaldırdım. Şeytanla göz göze geldik. O da krallıkta yaşıyor muydu eskiden? Ya da en mantıklı soru, o şu anda nerede yaşıyordu? Ormanda olacak hali yoktu ya... Ailesinin olduğunu da söylemişti.
Bana kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu. Onun sonsuzmuş gibi gözüken mavi gözlerinden bakışlarımı çektim ve abime baktım. Bir soru gelmişti aklıma, Krallık gerçektende nasıl bir yerdi?
"Abi" dedim. Başını kaldırıp bana bakınca devam ettim. "Prenses ve prensler gerçek mi?" Şu anda iç sesim bana gülüyordu. Haklıydı tabi, bu soru biraz çocukça olmuştu.
Abim gülümsedi ve "Gerçekler" Dedi. Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Şu filmlerde izlediğimiz prensesler ve prensler gerçekti! Balolar, saraylar...
"Onlarla tanışabilir miyiz?" Soruyu çok heyecanlı sormuştum. İçimde küçük bir kız heyecanla kıpırdıyordu. Biliyorum, çok çocuksu olabilirdim ama sonuçta hayatımda kaç prensesle tanıştım ki?
Soruyu sorduğum anda şeytanın kahkaha sesiyle ona dönüp kızgın bakışlar attım. Ama lanet olası çok güzel gülüyordu! "Ne gülüyorsun ya! Hem sen ne anlarsın ki prenslikten, gıcık" dedim ve gözlerimi kıstım. Odun değil kereste!
Ama çok güzel gülüyor... Kapa çeneni iç ses!
Bir iki dakikanın ardından kahkasını zar zor durdurabilmişti. O kadarda komik değildi! Masada benim dışımda hiç kimse ona aldırmıyordu.
Abim kısık sesle sırıtarak konuşmaya başladı. "Tamda adamına sordun" Dedi. Ne dediklerini anlamamıştım.
Şeytanın gülümsemesi sırıtmaya dönmüştü. "Tabi, ben ne anlarım? Sonuçta prens değilim" Dedi ve bakışlarını yüzümden çekip tabağına odaklandı. Eh bir prens değildi ama idare ederdi. Sonuçta ona bağlıydım...
Kimi kandırıyorum ki? Şeytan prenslerden bile yakışıklıydı...
Masada işlerle alakalı sohbet dönmeye başlayınca dinlemeyi bıraktım ve kahvaltıma odaklandım. Aklımda ki tek şey o prenseslerle nasıl tanışacağımdı...
Kahvaltı bittikten sonra anneme masayı toplaması için yardım ettim. Abimler işleri olduğu için dışarı çıkmışlardı.
Bende biraz temiz hava almak için dışarı çıkmıştım, kapının önünde arkadaş olmak için insanlar -pardon benim hatam- kurtlar arıyordum.
Sonunda arkadaşlarıyla konuşan Ece'yi gördüğümde gülümsedim ve yanlarına gittim. Ece beni görünce direkt el salladı. Üç kız, iki erkek bir kenara yaslanmış sohbet ediyorlardı. Yanlarına gülümseyerek gittiğimde hepsi bana baktı.
Aralarından bir kız beni süzerek konuşmaya başladı. "Sen koruyucusun değil mi?" dedi. Bende başımı onaylar anlamda salladım. İlk geldiğimde tanıştığım kişiler değillerdi, farklı bir arkadaş grubu olmalıydı.
Diğer erkekte konuşmaya başladığında ona döndüm. "Koruyucuların güzel olduğunu duymuştum ama bu kadar olduğunu bilmiyordum" Dedi ve bana göz kırptı. Utanmıştım. Sonuçta bir şeytan etmezdi ama yine de iyiydi.
Neden her şeyde aklıma şeytan geliyordu?
Çünkü çok yakışıklı ve aynı zamanda etkileyici.
İç sesimden nefret ediyordum ama ne yazık ki haklıydı.
Yanındaki kızın dirseğiyle erkek beni süzmeyi bırakmıştı. Adlarını öğrenmem lazımdı...
Kız ona bakıp söze girdi. "Hayatında kaç koruyucu gördünde böyle söylüyorsun?" Dedi ve bana dönüp devam etti. "Onun kusuruna bakma kendisi benim odun mühürlüm oluyorda" söylediklerine gülmüştüm. Dost canlısıydılar.
"Hayatım, öyle demek istemedim. Biliyorsun bana göre dünyanın en güzel kızı sensin" erkek gönlünü almaya çalışıyordu. Bense onları sırıtarak izliyordum.
Kız kıkırdayarak "Tamam affettim" Dedi ve onu dudağından öptü. Gözlerimi kaçırarak başka yere bakmaya başlamıştım.
"Bu arada ben Selin" Dedi daha deminki kız ve tanışmak amacıyla bana elini uzattı. Bende elimi uzattım. Tam adımı söyleyecektim ki araya girdi. "Dolunay, biliyorum" Dedi. Sanırım artık herkes adımı biliyordu.
Diğerleriyle de tanıştıktan sonra sohbet etmeye başlamıştık, konuştukları çoğu konuyu anlamıyordum ama birkaç şey öğrenmiştim. Mesela yakınlarda bir lise varmış ve oraya gidiyorlarmış.
Biz sohbeti ilerletmişken bir yerden ses geldi. Sanki birileri kavga ediyordu. Başımı çevirince gördüklerime maalesef ki hiç şaşırmadım. Şeytanı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Sanki kötü bir şey olmuştu ve endişeli gibiydi.
"Savaş neden sürekli burada?" Selin'in söyledikleriyle ona döndüm. Benim yüzümden diye bağırasım geldi ama sessiz kaldım.
Bağı bilemezlerdi. Kimsenin öğrenmemesi gerekiyordu.
Şeytan sakinleşecek gibi görünmüyordu. Bir şeye çok kızmıştı ve etrafındakilere zarar veriyordu. Bir süre sonra dayanamadım ve yanlarına gitmeye başladım. Ece arkamdan seslensede umursamadım.
Biraz daha yaklaştım ve şeytanın yüzünü gördüm. Gözlerinin rengi daha da koyulaşmıştı. Çok korkunç görünüyordu. Bir şey olmuştu ve bu onu deliye döndürmüştü. Onu hiç bu kadar çileden çıkmış şekilde görmemiştim, dün saldırıda bile bu kadar öfkeli değildi.
Öfkesi karşısında irkildim.
"Yeter artık!" Dedi abime bakarak. Abim önünde duruyordu. O da durumu kontrol etmeye çalışıyordu ama şeytan zorluk çıkartıyordu. Endişeyle iç çektim. Bir günümüzde sorunsuz geçse olmazdı sanki. Hayatımda şeytan olduğu sürece asla sorunsuz geçmeyecekti...
"Sakın yanlış bir şey yapma!" Abim şeytanı uyarıyordu. "Sakın Savaş, bir anlık kararla olmaz bu iş!" Dedi.
Ne olmazdı? Korkuyordum. Şeytan benim burada olduğumu hissetmiş gibi başını olduğum yere çevirdi. Benim endişeli ve korkmuş bakışlarıma kızgın gözlerle cevap verdi. Yinede bana bakınca biraz olsun hissetmiştim sakinleştiğini.
Gözlerini sıkıca kapadı ve ormana doğru yürümeye başladı. Abim arkasından seslensede durmadı.
Ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Böyle gidemezdi...
Arkasından ormana girdim ve ona seslendim. "Savaş, nereye gidiyorsun?" dedim.
Duraksadı ve yavaşça arkasını döndü. Hala daha kızgın olduğu kararmış gözlerinden anlaşılıyordu. Daha sabah gülen şeytanı ne bu hale getirmişti?
Bana tiksinircesine baktı. "Ne zamandan beri bana hesap sorar oldun?" Dedi ve arkasını döndü. Arkasında katladığı büyük siyah kanatlarını açıp gitti. Geride kırılmış beni bırakarak gitti.
İnanmıyorum! Gerçekten gitmişti!
Kırılmıştım. Aslında bir yandan da haklıydı, ben kimdim ki? Onun hiçbir şeyi olmuyordum. Sadece ona bağlı olan küçük bir kız... Kırılmışlık hissiyle gözlerimi kapattım. Daha önce kimseye bu kadar kırılmamıştım...
O bir şeytandı, ne bekliyordum ki?
Birkaç gündür tanıdığım bir şeytandan ne beklemiştim ki?
Çok saftım.
Ağaçların arasında ve gökyüzünde uçarak kaybolduğunda arkasından bakakaldım.
Birkaç dakika sonra dolan gözlerimle birlikte yavaş yavaş yürüyerek geri döndüm. Ona ihtiyacım yoktu, ne güç için ne de yaşamak için! İdare edebileceğime emindim.
Kasabaya girdiğimde abim yanıma geldi. "Dolunay" Dedi ve bana çaresiz bir şekilde baktı. Duymuştu dediklerini, o bir kurttu...
"Sorun yok, hadi gidelim" dedim ve abimi arkada bırakarak kulübeye ilerledim.
Biraz daha yürümüştüm ki gözlerimin kararmasıyla durdum. Şeytan gitmişti, benim için buradaydı. Ona bağlı olduğum için buradaydı. Yoksa onunda bir ailesi ve evi vardı. Kendimi suçlu hissediyordum.
Dolan gözlerimden bir damla yaş yere düştü. Gözüm çok fazla kararıyordu, etrafı göremiyordum. Gitmişti... Uzağa.
Canım yanıyordu. Ruhum sızlıyordu.
Başımda dönmeye başlayınca nefes alamadım. Adımımı boşluğa attığım içinde yere düşmüştüm. Abimin koşarak yanıma geldiğini ayak seslerinden anlamıştım. Birkaç kişi daha gelmişti ama gözlerimi açamıyordum.
Ben ona bağlıydım...
Yaşamak için ona ihtiyacım vardı.
Yapamıyordum...
Neden gittin şeytan?
☆☆☆☆
Devam edecek..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |