
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
..........
"Yoruldum!" Sırtımın bir kez daha sert minderle buluşmasıyla acıyla inledim. Sırtımdaki yarıklar bana hiç yardımcı olmuyordu...
"Ayağa kalk" Abimin emir veren sesiyle gözlerimi devirdim ve ayağa kalkmamak için direndim. Şeytanın benimle dalga geçerek kahkaha atmasını saymıyordum bile... gıcık.
"Valla yoruldum. Canım çıktı, ne olur buna bir son verelim abi!" Abim beni hiç dikkate almıyordu. Yiğit ise abimin dediğini yapıyor, acımadan beni yere seriyordu.
Bu kaçıncı düşüşümdü bilmiyordum ama yirmiden sonra saymayı bırakmıştım.
Nefes nefese ayağa kalkmaya çalıştım ama dediğim gibi, sadece çalıştım. Ben daha ayağa kalkamadan Yiğit çevik bir hamleyle sırtımı tekrar minderle buluşturdu. Bu çocuk ne zaman bu kadar güçlü olmuştu?!
"Çok yavaşsın Dolunay" Beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Ben buna kanar mıydım? Elbette hayır. Şey belki... evet? Sinirlenmeye başlamıştım sonuçta.
Yiğit'in alay dolu sesiyle bıkkınlıkla iç çektim. "Senin gibi kurt değilim, o yüzden dalga geçmeyi bırak Yiğit" Dedim üstüne basa basa ama sözlerime hiç aldırış etmedi. Aksine, beni geçiştirmek için elini salladı.
"Mantıken sende kurtsun, Dolunay. Sadece dönüşmedin" Abim yine araya girmişti. Dönüşemedikten sonra kurt olsam ne fark ederdi ki?
"İçimi çok rahatlattın, sağol abi" dediğimde bu sefer gözlerini deviren taraf o oldu. Başıyla arenayı işaret etti. "Devam edin." diye emir verdiğinde sıkıntıyla Yiğit’e baktım.
Bana omuz silktiğinde yorgun bir şekilde iç çektim. Ne yaparsam yapayım onu yenemiyordum, üstelik asla yorulmuyordu. Ben ise ter içinde kalmıştım ve sırtımı hissetmiyordum. Şeytanın kahkahaları antrenman sahasında, arenada sabahtan beri yankılanıyordu. Bu ne kadar sinir bozucu olsada... gülmek ona çok yakışıyordu.
Kapa çeneni iç ses.
Ayağa yavaşça kalktım ve saldırı pozisyonumu aldım. Sağ ayak geri, sağlam bir şekilde yere bas. Eller göğüs hizasında... diğer yapacağım şey neydi? Yine unutmuştum ama kendimden emindim. Bu sefer yere düşmeyecektim. Yiğit tek kaşını sorarcasına kaldırdı ve bana alayla baktı. "Yine yerle öpüşmeye hazır mısın?" dediğinde şeytanice sırıttım.
"Çok beklersin" dedim ve yumruk atacakmış gibi yapıp onu hazırlıksız bir şekilde yakaladım. Yumruk atmaktan vazgeçip elini yakalayıp çevirdiğimde acıyla inleyip yere düştü. Arkasına geçtim ve kolumu boynuna doladım. Sonunda abimin gösterdiği hareketi biraz olsun yapabilmiştim! Gerçi gerçek hayatta elimde bir hançer olması ve tutsağımın boğazını şimdiye kadar kesmiş olmam gerekiyordu ama şey... bu konu hakkında konuşmayacaktım.
"Çok yavaşsın köpecik" dediğimde Şeytandan bir iç çekiş geldi. Tam ona bakacaktım ki dikkatim dağıldığı için sırtım tekrar yerle buluştu.
Dişlerimi sinirle sıktım ve bedenimin üstüne tünemiş, beni yerimde sabit tutan Yiğit’e baktım. Abim ofladı ve konuşmaya başladı. "Beşinci Kural; hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin verme."
Gözlerimi devirdim ve Yiğit’i üzerimden ittim. "Sanki vampirlere karşı bir şansım olacakta böyle konuşuyorsun" dediğimde abim ilk kaşlarını çattı, sonra ise gülümsedi.
"Bunu da düşündük" dediğinde sorar gözlerle ona baktım. Abim Yiğit’e döndü ve göz kırptı.
Kaşlarımı çatıp onları izledim. Yine ne karıştırıyorlardı?
Bakışlarımı abimlerden çekip şeytana çevirdim. Ona bir haftadır soğuk davranıyordum, o ise beni haklı bulduğundan dolayı sesini çıkarmıyordu. Bu durum gittikçe tuhaf bir hal alıyordu. Antrenmanlarımın hepsine geliyor, sonrada bir şey demeden gidiyordu. Geceleri evdeydi, bizimle vakit geçiriyordu ama gün içinde ne yaptığını ya da nereye gittiğini bilmiyordum.
Yanımdan gür bir hırlama sesi geldiğinde düşüncelerimden sıyrıldım ve yanında küçücük kaldığım kızıl kurda irkilerek baktım. İlk bir saniye neler olduğunu anlamadığım için tepki vermedim. Sonra işe ilk işim şaşkınlıkla abime dönmek oldu.
"Bu adil değil!" dediğimde omuz silkti.
"Savaşlar hiçbir zaman adil değildir Dolunay" dediğinde yutkundum ve kurt cüssesiyle önümde duran Yiğit’e baktım.
Çok büyük gözüküyordu. Onun yanında minnacık kalıyordum. Zaten boyum bir altmış beş falandı. Şu anda onun gözünde bir karıncadan farkım yoktu.
Ben onu insan halindeyken yenemiyordum, kurt haliyle mi yenecektim?!
"Bu bir şaka mı?" Ben daha konuşmamı tamamlayamadan Yiğit atağa geçti. Pençesiyle bana bir hamle yaptığında yana kayarak kurtuldum. Tam kurtulduğuma sevinecektim ki yeni bir hamleyle sarsıldım.
Pençesi koluma denk gelmiş ve kıyafetimi yırtarak orada küçük bir çizik bırakmıştı.
Niyetlerinin ciddi olduğunu şimdi anlıyordum. Eğer bir şeyler yapmazsam bana zarar vermekten hiç çekinmeyeceklerdi.
Al sana antrenman Dolunay! Çok istiyordun ya vampirlerle kapışmayı, önce kurtları yende görelim bakalım...
Sol elimle çizilen kolumu şaşkınlıkla tuttum ve geri birkaç adım attım. Az kanamıştı ama sızlıyordu. Yarama bakmaya doğru dürüst zaman bulamadan Yiğit tekrar saldırdı. Bu sefer kurtulamamış ve yere sert bir düşüş yaparak büyük bir kurdun altında kalmıştım.
Kollarımı pençeleriyle tutuyordu ve yerimden milim oynamama izin vermiyordu. Zaten çok ağırdı, birde nefes alamıyordum. Pençelerini koluma yavaşça sapladığında acıyla inledim. Gözlerim bile dolmuştu. Bu nasıl eğitimdi böyle?!
"Sizin amacınız beni öldürmek mi?!" diye bağırdığımda beni elbette ciddiye almadılar. Bu sefer şansımı denemek için Yiğit’le konuşmaya karar verdim. Büyük kızıl kurdun mavi gözlerine yalvarır gibi baktım. Küçülmüş gözbebekleri beni duymadığını ele veriyor, ‘ben tehlikeyim’ dermiş gibi üzerimde dolaşıyordu. Yüzüme doğru hırladığında yutkundum. O büyük sivri dişleri görmesemde olurdu.
"Yiğit, seninle anlaşmaya varabiliriz" dediğimde cevap abimden hız kesmeden geldi.
"Seni duyamaz Dolunay. Şu anda benim kontrolüm altında" diye seslendi. Bir insan, pardon kurt kardeşine acımaz mı? Sinir ediyordu beni abim her zamanki gibi... Sözde birde alfa olacaktı! Benimle uğraşmaktan zevk alıyordu!
Gözlerimi kapattım, ellerimi hissetmiyordum. Uyuşmuşlardı. Aslında... doğa beni dinliyordu değil mi? Neden onu kullanmıyordum?
Çünkü büyük bir hevesle başladığım kırk yedi denememde bir hiçle sonuçlanmıştı. Ben şeytana nasıl trip atıyorsam bence doğada bana öyle trip atıyordu ama kırk sekizinci denememde olacağından bir şekilde emindim. Umarım yine rezil olmazdım.
Hadi doğa süper güçleri... bence sahibin ölmeden bir işe yarayabilirsin!
"Yardım et." Diye fısıldadığımda çok geçmeden isteğim gerçekleşti. Bunun bu kadar kolay olmadığından emindim ama işe yaramıştı! Yer altımızda sarsıldı ve tavana doğru büyük, yeşil, yabani ve dikenli sarmaşıklar zemini parçalayarak uzandı. Bu görüntüyle güldüm ve doğaya içimden teşekkür ettim.
Sonunda!
Yiğit'in üstümden çekilmesiyle rahat bir nefes almıştım fakat zavallı kollarım çizik içinde kalmıştı.
Acıyla yüzümü buruşturup ayağa kalktım ve arenaya bir göz attım. Sarmaşıklar Yiğit'in, büyük kızıl kurdun etrafını sarmış, ona hareket etme şansı tanımamışlardı. Sanki canlılarmış gibi kurdun bedenini o hareket ettikçe daha çok sarıyorlardı. En son kızıl kurdun ağzını ve çenesini sardığında endişeyle abime döndüm ama o rahat bir şekilde sarmaşıklarla kaplı kurdu izliyordu. Abimdeki rahatlık beni deli ediyordu!
En sonunda Yiğit sarmaşıklardan kurtulduğunda rahat bir nefes aldım. O ateş koruyucusuydu... elbette sarmaşıkları kolayca yakmış ve bana gözlerimin önünde kül olmalarını izletmişti. Dudaklarımı büzdüm. O sarmaşıklar kırk sekiz seferime mâl olmuştu!
Yiğit eski haline döndüğünde kendini yere bıraktı. Bende hiçbir şey olmamış gibi, sanki daha demin kocaman bir kurtla kapışmamışım gibi bitmiş bir halde abimlerin yanına ilerledim.
Abim gülümsüyordu. Şeytan ise... yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Yanlarına gelsemde bana bakmamıştı. Bakışlarını yerde sabitlemiş, kara kara bir şey düşünüyordu.
Onu fazla umursamadan abimin yanına yaklaştım ve kendimi yere bıraktım. Plastiklerin üzerine bedenimi serdiğimde konuştum. "Mola verebilir miyiz?" abim başını onaylarcasına salladı. Zaferle sırıttım. İlerleme kaydettiğim bir gün olmuştu.
Fakat tükenmiş ve yorulmuştum, üstüne kıyafetlerim yırtıktı. Gözlerimi kapattım ve yavaşça iç çektim. Biraz kestirmek istesemde sırtımdaki yarıklar bu hafta her gün olduğu gibi derin bir şekilde sızlamış ve sinirimi bozmuşlardı.
Birkaç dakika sonra izlenme hissiyle gözlerimi açtım. Şeytan dikkatlice beni izliyordu. Mavi, keskin bakışlarını hissetmemek elde değildi. "Neden bakıyorsun?" diye sordum. Kaşlarını çattı.
"Sana bir şey olacak" Dedi fısıltı gibi bir sesle, ne söylediğini zar zor anlamıştım. Yüzü, saldırıdan beri gördüğüm en ciddi ifadesini almıştı.
"Ne?" dediğimde cevap vermedi. Korkuyla yavaşça yerimden doğruldum. Bu yüzden mi son yarım saattir gülmeyi kesmiş ve kara kara düşünmeye başlamıştı?
"Savaş..." Derin bir nefes aldım. “Ne olduğunu söyleyecek misin?” Abim dışarı çıkmıştı. Koca arenada Yiğit, ben ve şeytan kalmıştık.
"İçimde kötü bir his var." Dedi ve yere dönmüş olan bakışlarını suratıma çıkardı. Artık ciddi değil, kesinlikle endişeliydi.
Bir haftadır kötü bir şey olmamıştı. Şimdi olsa şaşırmazdım zaten...
Şeytan bana gereğinden fazla yaklaşıp elini yavaşça kaldırdı ve sol omzumdaki izime getirdi. Anlam veremez bir şekilde bende olmayan bakışlarına diktim gözlerimi. İzime dokunduğu anda birkaç saniyelik yeşil bir ışık izimde belirip yüzlerimizi aydınlattı.
Savaş gözlerini kapattı ve elini izimden çekmedi. Sanki bir şey görüyor gibiydi. Bunu yapabildiğini bilmiyordum. Gerçi ben bağımız hakkında ne biliyordum ki? Adam bana istediği şeyi yaptırabiliyordu, o yüzden şaşırmayı kesinlikle bırakmalıydım. İzime değen sıcak parmakları hızla geri çekildi.
Birkaç dakika sonra gözlerini dehşetle açtı. "Siktir!”
Kaşlarımı çattım. "Küfür etme. Beni endişelendirmekten başka bir işe yaramıyor." dediğimde dikkate almadı. Ne görmüştü? Hareketleri Yiğit ve beni korkutmaya başlamıştı.
Yiğit anlam veremez bir surat ifadesiyle araya girdi. “Savaş, eğer şimdi ne olduğunu söylemezsen hiçte hoş olmayan bir şekilde sürüye alarm vereceğim.” Endişem dahada arttı. “Ne oldu?"
Savaş ona elbette cevap vermedi. Saçlarını karıştırıp kara kanatlarını endişeyle kapatıp açtı ve düşünmeyi bırakıp bakışlarını bana dikti. "Üstünü çıkar." dediğinde ne dediğini algılamak için birkaç saniyeye ihtiyaç duymuştum.
"N-ne?" Afallayarak baktım endişeli suratına.
"Üstünü çıkar, Dolunay." Tekrar aynı şeyi söylediğinde ciddi olduğunu anladığım için dehşetle ona bakmıştım.
"Saçmalama Savaş." Dediğimde yüzünü sert bir ifade aldı.
"Dolunay, eğer üzerini çıkarmazsan bunu ben yaparım ve emin ol bu hiç hoşuna gitmez." dediğinde yutkundum. Şaka falan mıydı bu?! Kollarımı bedenime sarıp birkaç adım geri çekildim.
Tekrar hayır deyip başımı olumsuzca salladım. "Sen kaşındın" Dedi şeytan ve üzerime doğru yürümeye başladı. Ben ise geri geri gidiyordum.
"Manyak mısın be?!" diye bağırdım ama bu onu durdurmadı. Çevik bir hareketle yırtık tişörtümün yakasından tutup çıkardı. Saçlarım önüme geldiğinde öfkeyle inledim.
Aniden üzerimdeki yarım beyaz sporcu atletimle kalmıştım ve sadece göğüslerimi kapatmaya yetiyordu. Kıpkırmızı olmuştum, öfkeden tabiri caizse kuduruyordum ama şeytan buna aldırış etmedi, onun yerine arkama geçti. Endişe dolu bakışlarını bu seferde sırtımda hissettim. "Lanet olsun!" diye bağırdığında irkildim. Neler oluyordu?!
Yiğit kaşlarını çatarak şeytanın yanına, sırtıma bakmak için ilerledi. "Yuh lan, bu da ne?" O da dehşetle konuştuğunda öfkem korkuya dönüştü. Sırtımda sadece iki çizgi vardı, yoksa başka çiziklerde mi çıkmaya başlamıştı?
"Git şu alfa bozuntusunu çağır!" Şeytanın öfke dolu sesiyle Yiğit sözünü ikiletmeden hızlı bir şekilde arenanın kapısına ilerledi.
Sırtımda şeytanın sıcak parmaklarını hissetmemle acıyla inledim. Dokunduğu yere keskin bir acı saplanmıştı. "Dolunay" Dedi ve yutkundu. "Anlatacaklarımdan korkmanı istemiyorum, o yüzden sakin kalacağına dair bana söz vereceksin" Sesi arenada yankılanıyordu. Sözleri beni kesinlikle sakinleştirmiyordu, aksine dahada endişeleniyordum...
Gözlerimi kapattım ve titrek sesimle cevap verdim. "Ne oldu bana Savaş?"
Yavaşça iç çekti ve önüme geçti. Yumuşatmaya çalıştığı bakışlarını gözlerime çıkardı ve konuşmaya başladı. "Benim kanatlarımı görüyor musun?" dediğinde arkasında katladığı kara kanatlarına bakarak başımı yavaşça salladım. "Bu kanatlar bende doğuştan var" Bunu neden bana anlatıyordu? "Ama senin diğer yarın kurt olduğu için..." gözlerini kapattı, sanki söylemekte zorlanıyordu. "Bunlar doğuştan yok"
Anladığım şeyle gözlerimi kocaman açtım. "Hayır! Şimdi olmaz!" dedim çaresizlik içinde. “Bir şey yap şeytan!”
Hayır, kesinlikle bir yerlerimden kanat çıkarmak istemiyordum! Ben daha kendi bedenimde zor dengede duran bir kızdım... ya kanatlar? Onlar şeytanın bir parçasıydı, yadırgamazdı ama ben... ben onlarla ne yapacaktım ki?!
Savaş başını önüne eğdi. Arenanın kapısı sert bir şekilde açıldığında korku dolu bakışlarım oraya kaydı. Abim yanında yaralandığım zaman beni tedavi eden kadınla buraya geliyordu.
Kadın bana yaklaştı ve sırtımı inceledi. "Başlamış" dediğinde abimin ağzından ufak bir küfür duydum.
"Ne yapmamız gerekiyor?" Savaş'ın sorusuyla kadın ona baktı.
"Sadece yanında olabilirsin, evlat" Dedi ve bakışlarını bana çevirdi. "Bunu engelleyemem. Engellemekte istemem. En başında dediğim gibi, melezlerin doğal döngüsü bu. Kanatlı doğmazlar."
Off! Tanrı aşkına, bu kadının engelleyebildiği ne vardı?!
Sakinleşmek için gözlerimi kapatıp açtım. Sıcak basmıştı. Nefes alıp verişim hızlanmıştı ve sırtımda her ne varsa canımı gerçekten acıtıyordu. Sanki bir şeyler dışarı çıkmak, etimi yarmak için can atıyordu ve bu... bu çok dehşet verici bir histi!
Titrek bakışlarımı abimin suratına çıkardım. Onlara doğru adım atacaktım ki gözlerimin kararmasıyla sendeledim.
"Dolunay!" Savaş hemen kolumu yakaladı ve yere düşmeden beni tuttu. Kollarımı bedenime dolayıp dizlerimin üzerine onun yardımıyla yavaşça çöktüm.
Abimler bir şeyler diyordu ama onları pek fazla dikkate aldığım söylenemezdi. Şu anda sadece sırtıma odaklanmıştım.
Başımı kaldırıp şeytana baktım. Yanımda diz çökmüş, bir kanadını dengede durmam için bedenime yaslamıştı. “Acıyor" dediğimde gözlerini sıkıca kapattı. Acıdan iki büklüm olmuştum.
"Biliyorum bebeğim ama sakin olman gerekiyor" Dedi ve terden yüzüme yapışmış saçlarımı önümden çekti. Sözleriyle sızlandım ve bedenine daha çok sokuldum. Bunu bağ mı yapıyordu bilmiyordum ama onun yanındayken güvende olacağıma inanıyordum.
"Bunu engelleyemem ama sanırım biraz hızlandırsam iyi olabilir..." kadının konuşmasıyla yavaşça iç çekip başımı kaldırdım. Sırtıma birileri sanki kızgın demir basıyordu! Daha birkaç dakika önce hiçbir şeyim yoktu...
"Yap o zaman!" Şeytanın sinirli sesiyle yerimden sıçradım. Abim bağırmasıyla kaşlarını çatıp onu uyardı.
"Biraz sakin ol" dediğinde Savaş ona gözlerini kısarak baktı.
"Kardeşin birazdan burada acı içinde kıvranacak ve sen sakin olmamı mı istiyorsun?" diye cevap verdiğinde abimin yüzü buruştu. Sanırım şeytanın haklı olduğuna karar vermişti.
"Böyle davranmanın Dolunay’a hiçbir yararı yok, biliyorsun değil mi Savaş?" Dedi abim ve tartışmaya son verdi.
Şifacı kadın bilmediğim bir dilde sözcükler sarf etmeye başladığında gözlerimi sıkıca kapattım ve şeytana daha çok sokuldum. Sırtım her sözcükte biraz daha acıyordu.
Kendimi her seferinde bitecek diye teselli ediyordum ama bu acı bitecek gibi değildi!
Sonunda acı dayanılmaz bir hal aldığında bilincimi kaybettiğimi hissediyordum. Acıdan gözlerim kararmıştı, artık ne olup bittiği umrumda değildi. Sadece uyumak istiyordum.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama sonunda şeytanın yumuşak sesiyle rahat bir nefes alıp kendimi karanlığa bıraktım.
"Bitti meleğim..."
.........
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |